
dünyahepimizin
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
2.434 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
4
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
dünyahepimizin tarafından postalanan herşey
-
Kenan Evren'in savunma bile yapmadan astirdigi gencin mektubu iki yil önce yani ölümünden 26 yil sonra ailesine verilmis. Kenan Evren umarim yargilanir ama en azindan kendisini savunma hakki verilerek yargilanir. Evren sözüm ona anayasayi ihlal eden politikacilara ve hükümete karsi ihtilal yapmisti, ama tüm politikacilar belirli dönem sonra tekrar ayni politikalarini sürdürdügü gibi önde gelen siyasilerde gene basbakan ve cumhurbaskani dahi oldular. Genclerimiz ise sucsuz yere idam edildi, hapislerde cürüdü, geleceklerin karartildi,....... "12 EYLÜL KARANLIĞINDA İDAM EDİLEN MUSTAFA ÖZENÇ’İN SON MEKTUBUNDAN... 13:52 20 Ağustos 2009 o Görülecek güzel günler var Mustafa Özenç, katledilişinin 28. yılında yol arkadaşları tarafından Adana’daki mezarı başında anılacak. Özenç'in 2 yıl önce ailesine verilen mektubunu ilk kez yayımlıyoruz Mustafa Özenç, katledilişinin 28. yılında yol arkadaşları tarafından Adana’daki mezarı başında anılacak. Özenç'in 2 yıl önce ailesine verilen mektubunu ilk kez yayımlıyoruz Yumruklu yıldızlı yürüyüşümüzde hep bizimlesin... Adları Özenç olan Mine olan Behçet olan Mahir olan Ulaş olan çocukların doğumunda yenildiniz. Gençler onların bayraklarını devralıp sokaklara indiğinde yenildiniz. Onlar unutulmadığından, hep hatırlandığından ve bugünün dünyasına karşı gelecek güzel günlerin umut ışığı olmayı sürdürdüklerinden yenildiniz ÖNDER İŞLEYEN 19 Ağustos'u 20 Ağustos'a bağlayan gece, Adana cezaevinin bahçesi telaşlı bir koşturmaca içindeki askerlerle dolu. Nemli, dumanlı ve bunaltıcı gecenin yarısında uyanan mahkûmlar bu olağanüstü durumun nedenini anlamaya çalışıyorlar. O sırada bir ses duyuldu, geceyi yırtıp geçen, zamanı durduran bir ses; Mustafa Özenç'i İdam Ediyorlar... Çıkarıldığı ilk mahkemede tek celsede idam kararı verilmiş, diğer devrimciler gibi ona da savunma hakkı tanınmamıştı. Askeri Yargıtay da hemen onayladı idam kararını ve Milli Güvenlik Konseyi de imzaladı. Kenan Evren'in 'elim titremedi imzalarken' dediği, idam kararlarından birisiydi bu. Mustafa Özenç o nemli gecenin içinde arkadaşlarına 'elveda' diye seslenerek yürüdü. O'nu idama götüren komutanlardan birisi 'pişman mısın' diye sorduğunda, Özenç, 'niye pişman olayım ki 4-1 galibim' diye cevaplamıştı. Özenç bu sözleriyle cellatların onun gözlerinde görmek istediği korkuyla alay ediyordu. Onlar aslında bunları yaparak kendi korkularını yenmek istiyorlardı. Çünkü onlar, cezaevlerinde devrimcilere işkence yaparlarken de, devrimciler yiğitçe idama yürürken de, Oğuzhan Müftüoğlu'nun 'zalimlerin kendi zulmünün sonuçlarından duyduğu korkuydu bu' diye anlattığı, o korkuyla yaşadılar. Kenan Evren'in yargılanması üzerine tartışmalar yapılırken, 'unutalım gitsin', 'intihar ederim' sözlerinin arkasında da onların duyduğu bu korku var. 12 Eylül faşist darbesinde devrimcileri her tür baskı ve zulüm yoluyla yok etmeye, karalamaya çalışanlar şimdilerde de burjuvazinin satılmış kalemleriyle/siyasetçileriyle devrimci hareketin tarihine ve devrimcilere alçakla saldırıyor. 12 Eylül yargıçlarına özenircesine geçmişi karalamaya çalışıyorlar. O kadar kolay mı? Ariel Dorfman şöyle diyordu, “Geçmişi öldürmek, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. İnandıkları şeyler uğruna canların veren erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek, bu dünyada hâlâ onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan varken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter...Bazen doğru olan imkânsızı hayal etmek, imkânsızı istemek ve imkânsız için haykırmak. Tarih bizi dinliyor olabilir. Tarih bize cevap verebilir.” TARİHİN CEVABI Samsun'da doğmuştu Mustafa Özenç. Okumak için Adana'ya geldi. Yurtta faşistlerin baskısıyla karşılaştı, 'ya bizden olursunuz ya da okulu bırakıp evinize dönersiniz' tehdidine boyun eğmeyerek, DEV-GENÇ saflarında faşizme karşı direnişin içinde olmayı seçenlerdendi. Adana'nın bütün mahallerinde faşist teröre ve baskıya karşı mücadele içerisinde yer aldı. 'İçinde bulunulan toplumsal şartlar benim ister istemez bir tercih yapmamı gerektirdi. Bu tercih bir yanda sermaye ve onun uşaklığını yapan faşist güçler, diğer yanda emekten yana olan güçler arasında söz konusu idi. Ben de seve seve, bugüne kadar uzanan sonuçlarını da gördüğüm halde faşizme karşı emekten yana olmayı seçtim. Ve doğru bildiğim değerler uğruna onurluca savaştım' diyordu, Özenç babasına yazdığı mektubunda. Bu onurlu savaşta, şehirlerde ve kırlarda süren direnişin tüm zorluklarını karşılamayı bildi. Tüm devrimciler gibi o da romantikti. Kırlarda direniş söz konusu olduğunda 'Toroslar bizim Sierra Maestra'mız' olacak diyordu. Motosikletle köy köy gezdi. Kırda geçirdiği gündüz ve gecelerinde şiirler biriktirdi. Che Guevara'ya Sierra Maestra'la yaptığı göndermeyi son mektubunda da 'ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin' sözleriyle yapıyordu. Che Guevara gibi onun da düşleri firariydi , aşkla seviyordu kavgasını ve hayatı. Cezaevi'nden firar ettiğinde gecenin içinde soluk soluğa koşusu, onun hayatının da özetiydi. O, emekçi halkın özgürleşmesi için hep soluk soluğa ve hiç durmadan koşanlardandı. “Ben hiç bir karşılık gözetmeksizin, kendimi Türkiye emekçi haklarının sömürü, baskı ve zulmüne karşı verdikleri insanca yaşama mücadelesine adadım...?unu bilmenizi isterim ki, kişisel hiçbir çıkar ve menfaatlerimi ön planda tutarak tercihim söz konusu olmamıştır. Attığım her adımda toplumsal değerleri gözetmeye çalıştım. Hiçbir baskı karşısında bir an dahi inandığım değerlere ihaneti düşünmedim' diyen Mustafa Özenç'in sözleri bugünün sevgisizliğin ve nefretin hâkim olduğu, herkesin kendi çıkarını korumanın peşine düştüğü, çürümenin ve her tür alçaklığın hâkim olduğu dünya karşısında halen yegâne umut olan devrimciliğin en güçlü çağrısı olarak duruyor. Devrimciler, bir insan ömrünün ötesine geçen bir hayal gücüyle mücadele eder. Özenç, idama yürürken 'görülecek güzel günler var. Ben ve birçokları göremese bile gelecek kuşakların görmesi için katkıda bulunmaya çalıştık' sözleriyle bunu söylüyordu kuşkusuz. SİZ YENİLDİNİZ... O'nu katledenler unutulup gideceğini, işkencelerde, katliamlarla o tarihin yok edebileceklerini sanıyorlardı. Ama başaramadılar. Onların mücadelesi kuşaktan kuşağa aktarılarak bugüne uzandı. Adı Özenç olan gençler büyüyor. Devrimci gençler sokakları “Mahirlerden Özenç’e, selam olsun Dev-Genç'e” sloganlarıyla dolduruyor. Onları karalamak için otuz yıldır baskılarla sürdürdükleri hiçbir şey işe yaramadı. Onların zalimliği devrimcilerin kalbine sökmedi. O yüzden şimdi 'unutalım gitsin' diyorlar. Onlara en iyi yanıtı Mustafa Özenç idam edildiğinde henüz 2 yaşında olan, abisini arkadaşlarından dinleyerek, okuyarak öğrenen Fatih Özenç veriyor; “Unutulacak bir acı değil. Unutulmaz da unutulmayacak da. Unutulmadığı için de mutluyuz. En azından onun mücadelesinin devam ettiğini, boşuna ölmediğini biliyoruz. Özenç isimli gençleri, çocukları görüyoruz. O'nun anısını, mücadelesini sahiplenenlerin olduğunu görüyoruz. Bunlar onur verici, gurur verici olaylar. Benim onu tanıma fırsatım olmadı. Ama öğrendikçe onun haklılığına inandım. Onun yerinde ben de olsam onun yaptıklarını yapardım diye düşündüm. Onun ismiyle her zaman onur duyduk, gurur duyduk.” Siz yenildiniz faşist katil sürüleri. Bu sözlerde yenildiniz. Adları Özenç olan Mine olan Behçet olan Mahir olan Ulaş olan çocukların doğumunda yenildiniz. Gençler onların bayraklarını devralıp sokaklara indiğinde yenildiniz. Onlar unutulmadığından, hep hatırlandığından ve bugünün dünyasına karşı gelecek güzel günlerin umut ışığı olmayı sürdürdüklerinden yenildiniz. HEP BİZİMLESİN... "Her zaman için onur duyduğum, birlikte olduğumuz Türkiye emekçi halklarının kurtuluşu uğrunda omuz omuza çarpıştığımız Devrimci Yol saflarından beni ancak ve ancak ölüm ayırabilirdi. Ki bu da, geride mücadelemizi ‘kurtuluşa kadar’ sürdürecek yoldaşlar olduğu müddetçe, şerefli bir nöbet teslimi olarak, beni hiçbir şekilde korkutacak bir olay değildir. Ancak istemeyerek bu nöbeti teslim ettiğim için üzüntü duyabilirim…" Ne ölümler ne ayrılıklar birlikte yürüdüğümüz devrimci yolumuzda bizi birbirimizden kopartamadı, kopartamayacak. Yumruklu yıldızlı gecelerimizde ve gündüzlerimizde, o büyük güne yürüyüşümüzde hep bizimlesin..." Alinti: -http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1250765565&year=2009&month=08&day=20-
-
DOGA BILINCI OLMAYAN ÜLKENIN INSANLARININ GELDIGI SON DURUM
dünyahepimizin şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Doga bilinci hic denecek kadar az olan bir toplumuz. Yillardan beri dogaya karsi vermis oldugumuz acimasiz savas neredeyse sona dogru gelmekte. Sonuc olarak söyleyecegim, dogaya karsi savas acanin akli yoktur ve savasi her dönem kaybeder. Biz de su an bu savasin kaybeden tarafiyiz. Umarim insanlarimiz yenilgiyi kabul eder ve dogayla barismak icin kendilerini gelistirirler. Benim görüsüme göre gercek yurtseverlik, vatanseverlik önce yasadigi ülkenin doga zenginligini korumakla baslar. Sadece en " en büyük Türkiye, her sey vatan icin" gibi sloganlarla olmaz. "Yeraltı suları bitti, Konya'da obruk tehlikesi büyüyor KONYA'nın Karapınar İlçesi'nde meydana gelen obruklar,(yeraltı sularının çekilmesiyle oluşan doğal göçük çukurları) ekili alanların yanı sıra yerleşim yerlerini de tehdit ediyor. İlçede, evlere sadece 10 metre mesafede bile obruk oluşurken, tarlalardaki obruklar da çiftçilerin korkulu rüyası oldu. Son bir yıl içindeki obruklardan 3'ü, çiftçiler tarlada çalıştığı sırada meydana geldi. İlçe Ziraat Odası Başkanı Hikmet Bozaklı, "Obruklardan çiftçilerimiz tarlaya giremez oldu. Artık, çiftçilerimiz ölüm korkusu içinde çalışmalarını sürdürüyor."dedi. 1 METRE YANINDA OLUŞTU Karapınar İlçesi'nde irili ufaklı yaklaşık 100 adet obruk bulunuyor. Son obruk 18 Ağustos Cumartesi günü Hotamış Beldesi Sırnık Mevkisi'nde 72 yaşındaki Hasan Hüseyin Tutal'ın tarlasında meydana geldi. Yaklaşık 1.5 metre derinliğinde 10 metre çapında oluşan obruk, Hasan Hüseyin Tutal pancar tarlasında çalıştığı sırada oluştu. Obruğun 1 metre yanında meydana geldiğini söyleyen Tutal, "Geçtiğimiz yıl bu tarlada pancar ekiliydi. Pancarı topladıktan sonra bu yıl da buğday ektik. Ekim ayında ekim yaptıktan sonra biraz çökme meydana geldi. Yetkililere bildirdik. Fakat ilgilenen olmadı. Bu yıl da tarladaki buğdayı hasat ettik. Hatta obruğun oluştuğu alandaki buğdayları hasat etmedik. Çünkü, her an çökme tehlikesi vardı. 18 Ağustos Cumartesi günü yan taraftaki pancar talasında çalıştığımız sırada gürültü oldu. Baktığımızda ise toprak çökmüş yaklaşık 1.5 metre derinliğinde 10 metre çapında obruk oluşmuştu. Etrafını tel örgü ile çevirerek, olası bir tehlikenin oluşmasını engelleme çalışıyoruz. Fakat, hemen yan tarlada çalışmalarımızı sürdüyoruz. Çalışmak zorundayız."dedi. BAZI ÇİFTÇİLER TARLAYI EKMİYOR Kamışağalı Mevkisi'nde ise yerleşim yerine yaklaşık 10 metre mesafade bulunan ve heran çökme tehlikesi bulunan yaklaşık 80 metre çapında obruk oluşumu belirtileri var. Obruk oluşumunun son üç ay içinde daha fazla belirtisini göstermeye başladığını ifade eden 42 yaşındaki çiftçi Emin İçel, "Geçen yıl, mısır ekmiştik. Fakat, obruk belirtilerini görünce, bu yıl hiç bir şey ekmedik. Hemen yanında mısır tarlası bulunuyor. Mısır tarlasının içinde de obruğun devamı niteliğindeki çatlaklıklar var. Tarlada da çalışmak zorundayız. Mısır toplama zamanı geldiğinde de mecburen tarım makinesi ile mısırı toplayacağız. Tehlike ile iç içeyiz. Ayrıca evimle mesafesi ise yaklaşık 10 metre. Korku içinde yaşıyoruz. Çocuklarımızı da sürekli obruk çevresinden uzak tutmaya çalıyoruz." dedi. AFET BÖLGESİ İLAN EDİLSİN Karapınar Ziraat Odası Başkanı Hikmek Bozaklı, Karapınar'ın afet bölgesi ilan edilmesi gerektiğini belirterek, "Karapınar, tarımsal ekonomiye dayanan bir ilçedir. Fakat, ilçemizdeki tarım arazilerinde obruk dediğimiz çökmeler meydana geliyor. Üstelik tarım arazilerinde oluşan obruklar, çiftçilerimizin tarlalarda çalıştığı sıralarda meydana geliyor. Örneğin obruğun biri mısır tarlasında meydana geldi ve tarlada çalışanlar vardı. Diğer bir obruk DSİ personeli sondaj çalışması yaptığı sırada oldu. Hotamış Beldesi Sırnık Mevkisi'nde oluşan obrukta yine çiftçimizin tarlada çalıştığı sırada oluştu. Artık, çiftçilerimiz ölüm korkusu içinde çalışmalarını sürdürüyor. Korka korka tarlasına giriyor. Çiftçimize bu tarlaya ürün ekmede diyemiyoruz. Ayrıca ne zaman hangi tarlara da olacağı da belli değil. Şu ana kadar can kaybı olmadı. Ama, bundan sonra can kaybının olmayacağının garantisini kimse veremez. Buna bir an önce çözüm bulunmalıdır. Gerekirse afet bölgesi ilan edilsin. Çiftçimiz mağdur. Mahsülün yarısı tarlada kalıyor. Risk altında çalışma yapıyor."dedi. 'ÇÖZÜM İSTİYORUZ' Karapınar Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu, MTA tarafından Karapınar'ın risk haritasının oluşturmaya çalışıldığını belirtti. Bir an önce çözüm istediklerini söyleyen Mugayıtoğlu, "İlçemizde, yıllardır obruk oluşuyor. Şu ana kadar irili ufaklı 100 civarında obruk var. Son iki yıla kadar, yılda iki veya üç tane obruk oluşuyordu. Fakat, şuan ayda 2-3 tane obruk oluşmaya başladı. Şubat 2008 tarihinde mısır tarlasında meydana gelen obruğun ardından MTA'ya müracaat ettik. Bunun üzerine MTA bölgenin risk haritasını oluşturmak için çalışma başlattı. Yaklaşık 4 aydır çalışmalar sürüyor. 5 yıl sürecek bir proje olduğu belirtildi. Fakat, halkımız panik içinde o yüzden çalışmanın hızlandırılmasını istiyoruz. Son oluşan obruklardan bazıları yerleşim yerlerine çok yakın. Artık, bir an önce çözüm bulunmasını istiyoruz."şeklinde konuştu. SON OBRUKLAR Karapınar'da 11 Ağustos Salı günü Sazlıpınar Mevikisinde DSİ personeli tarafından tarımsal sulama için yapılan sondaj çalışması sırasında yeraltında ses gelmesi üzerine sondaj makinası tarladan uzaklaştırıldı. Ardından yaklaşık 7 metre çapında, 7 metre derinliğinde obruk oluştu. 03 Ağustos Pazartesi günü Hanyıkığı Mevkisi'nde, çiftçi Mashar Arılı'nın tarlasında yaklaşık 50 santimetre derinliğinde 1.5 metre çapında, 30 Temmuz Perşembe günü Kazanhöyüğü Köyü mezarlığında 2 metre derinliği 3 metre çapında, 07 Şubat 2008 tarihinde de Akkuyu Yaylası'nda mısır tarlasında 70 metre derinliğinde 70 metre çapında obruk oluştu. NEDEN OLUŞUR ? Uzmanlar, obrukların yer altı sularının çekilmesi sonucu meydana glediğini belirtiyor. Karapınar İlçesi, yöre halkı tarafnıdan 'Çöl Bölgesi' olarak adlandırılıyor. Tarım ile geçimini sağlayan köylü, yıllardır 'vahşi sulama' olarak adlandırılan, suyun adeta bir dere gibi tarlada, kanallar arasında akıtılması yöntemiyle sulama yapıyor. Bu da, zaten az yağış alan bölgedeki yeraltı sularını zamanla bitirdi. Türkiye'nin tahıl ambarı olarak bilinen ve ülkenin tahıl ihtiyacının yüzde 20'ye yakın bölümünü karşılayan Konya'da, onbinlerce kaçak kuyu bulunuyor. Uzmanlar, yeraltı sularının bilinçsizce tüketilmesi sonucunda, önceden su dolu olan yer altındaki bölgenin, suyun bitmesiyle, üzerindeki toprağın çöktüğünü, bunun da obrukları oluşturduğunu söyledi." Alinti: -http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1130270&Date=20.08.2009&b=Yeralti%20sulari%20bitti,%20Konyada%20obruk%20tehlikesi%20buyuyor&KategoriID=15&ver=87- -
Olasi bir Istanbul depreminde ölen sansliymis. "Ağaoğlu: 'Depremde ölen şanslıdır' Türk inşaat sektörünün önde gelen gruplarından Ağaoğlu'nun Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, "1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır" itirafında bulundu. Referans gazetesinde Ayten Güvenkaya imzasıyla yayımlanan haber şöyle: 17 Ağustos depreminin 10. yıldönümü ertesinde İstanbul konut yapısına ilişkin şok açıklamalar yaptı. Olası bir depremde uzmanların açıkladığı 50 bin binadan çok daha fazlasının yıkılacağını, can kaybının ise milyonları bulabileceğini belirten Ağaoğlu, "Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. İstanbul konut inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil" dedi. Ağaoğlu sözlerine, "1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır" diye devam etti. "Herkes böyle çalışıyordu" O dönem Anadolu yakasında Bağdat Caddesi dahil olmak üzere çok sayıda inşaat yaptıklarını belirten Ağaoğlu, malzeme ve işçiliğin kaliteli olmadığına dikkat çekti. Ağaoğlu, şöyle devam etti: "En lüks semtlerdeki o süslü püslü binalar için konuşuyorum; çoğu sadece tuğla üstünde duruyor, içleri gitmiş. 1970'li yıllar, sanayağ ve benzinin karneyle alındığı zamanlardı. İbrahim Tatlıses'in dediği gibi, Urfa'da Oxford vardı da okumadık mı? Yani o dönemde en iyi malzeme onlardı. Teknoloji yoktu, betonlar kürekle karıştırıldı. Sağdan sola en az beş kere karıştırılması gerekirdi. Beton işleri de Doğulu ekiplerin elindeydi. İşçilere laf da anlatamazdık. Bir kere çevirip bırakırlardı. Yani kısaca kum kötü, malzeme kötü, işçilik kötü. Tüm firmalar böyle çalışıyordu. Belki karamsar bir tablo çiziyorum ama ilkokuldan bu yana işin içindeyim. İşin mutfağında yetişen biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil. Binalar resmen iman kuvveti ile ayakta duruyor. Binaların 17 Ağustos'ta nasıl karton gibi yıkıldığını unutmamak lazım." "Belediyelere yetki verilmeli" Deprem yüzünden büyük bir kayba uğramadan 15 senelik zaman diliminde binaların Kentsel Dönüşüm Yasası ile yeniden yapılandırılabileceğini vurgulayan Ağaoğlu, bununla birlikte yasanın ek düzenlemelere ihtiyacı olduğunu ifade etti. Kentsel Dönüşüm'ün işler durumda olmadığını, planlama yetkisindeki belirsizliğin halen sürdüğünü kaydeden Ağaoğlu, belediyelere daha aktif yetkiler verilmesi gerektiğini açıkladı." Alinti:-http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1130283&Date=20.08.2009&b=Agaoglu:%20Depremde%20olen%20sanslidir&KategoriID=11&ver=88-
-
17 agustos depremi bölge halki icin halaa bir ölüm kalim savasina benziyor. Depremden sonra birde devlet yetkilileri vatandaslara darbe üstüne darbe yapiyor ve üzerlerine polisi yolluyor. Asagidaki haber bunun bir göstergesi. 20/08/2009 Utanın! Kocaeli Irak arızlı konutları’nda yaşayanlar, gece yarısından sonra polis saldırısına uğradı Konutları Türkiye Cumhuriyeti devleti değil, Saddam Hüseyin yaptırdı. Binlerce kişinin öldüğü büyük Marmara depreminde yakınlarını kaybedenler, evsiz kalanlar için bir sığınak haline geldi zamanla bu konutlar. Ama depremzedelerin acılarının bir nebze de olsa hafiflemesini sağlayan bu konutlara, devlet göz dikti. Deprem mağdurlarının görece rahat bir ortamda yaşamasına izin vermediler ve ceplerinden tek kuruş çıkmamasına rağmen bürokratları konutlara yerleştirmeye başladılar. İş lafa gelince acıların paylaşıldığını, depremzedelere yardım edildiğini söyleyenler, deniz manzaralı bir ortamda yaşamanın dayanılmaz ağırlığını depremzedelerin acılarına yeğ tuttular. Sadece bu olayda bile devletin kendi vatandaşına neyi reva gördüğü bir kez daha ortaya çıktı. DEVLET KARARLI! Depremzedelerin dışında kentteki yöneticilerin deprem konutlarına yerleştirilmesi üzerine, 6 aydan bu yana başlayan huzursuzluk tırmandı. Depremin ardından kalıcı konutlardan hak sahibi olamayan, ancak ailelerinden birden fazla kişiyi kaybetmiş depremzedelerin yerleştirildiği konutlar, ilerleyen yıllarda depremzedelere, “Buraya 5 yıllığına yerleştirildiniz. Bu binalar devlet memurları için lojman olarak kullanılacak” denilerek, boşalttırılmaya başlandı. Yaklaşık 80 daire boşalttırılırken, buralara birçok kamu kuruluşunun yöneticisi yerleştirildi. 6 KİŞİ YARALANDI Buna tepki gösterenlerin payına da polis saldırısı düştü. Tıpkı dün sabaha karşı olduğu gibi... Irak Arızlı Konutları’nda barınma mücadelesi veren depremzedeler, dün saat 02.00 sularında resmi plakalı bir kamyonun mahallelerine gelmesiyle gergin anlar yaşadı. Sabaha kadar eylem yapan vatandaşlara depremin olduğu saatte, 03.00’da polis müdahale edince, 6 kişi yaralandı. Polis saldırısı sonucu çıkan arbedede Erkan Saraç başından yaralandı. Murat Ünal şeker komasına girdi, Zübeyde Yenilmez kalbinden sorun yaşadı, Emine Yılmaz ile Meryem Kavşut adlı vatandaşlar da sinir krizi geçirdi. Öte yandan, Mustafa Temel adlı depremzede polislerin tekmelerine maruz kaldığını iddia etti. Ateş yakıp tepkilerini gösteren depremzedeler sabaha kadar uyumadı. Çevik Kuvvet’in geniş güvenlik çemberinde sabah saat 09.00 sıralarında eşyalar konuta yerleştirildi. Arızlı sakinleri de evlerinden çıkan vali yardımcıları ve Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürü Nevzat İspirli’yi yuhaladı. Çöp bidonlarını devirerek barikat kuran depremzedeler, mücadele etmeye devam edeceklerini söylediler. Alinti: -http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=56410-
-
Bu rakamlar aslinda gercek amacin ne oldugunu cok net bir sekilde gösteriyor. Fasist cuntanin amaci gelisen devrimci halk hareketini bastirmakti. Sonrasinda olan gelismeler, yani ülkücülerin berlirli görevler alarak iiy gösterilmeside daha vahim bir gercek.
-
KESKEEEEE! O günleride görürsek ne mutlu bize.
-
Gercekleri kimin karistirdigini tesbit etmek baktigin pencereye bagli. Beni anladiginizdan eminim. Bazilarimiz icin sadece kendi gercekleri gecerlidir.
-
INGILIZ TURISTLERE DÜNYANIN KAC BUCAK OLDUGUNU GÖSTERDILER
dünyahepimizin şurada cevap verdi: dünyahepimizin başlık Güncel Konular
Tabiiki olan olayin yeri önemli degil ve her yerde kinanir. Burada bahsedilen konu malesef ülkemizde oldugu icin kendimizden bahsetmisiz. Baska bir baslikta da diger ülkeleri aliriz ve aliniyorda, bunu cok ta iyi biliyorsunuz. Her olaya tüm dünya bazinda genel bir cevap aramakta gercek niyetimizi belirler. -
Kürt sorununu çözmenin önkoşulu tutarlılık ve demokratlıktır Panzerlere taş atan sübyanlara, çocuk mahkemeleri yerine ağır cezalarda yüzlerce yıl hapis veriliyor. 16/08/2009 Şu anda, Kürt meselesinin çözümü için hem dış hem de iç ortam nihayet oluşmuş durumda BASKIN ORAN (Arşivi) Başbakan Erdoğan 11 Ağustos Salı günü TBMM’de mühim bir konuşma yaptı. Dedi ki: “Hayal gücünüzü zorlayın. Mesele büyümeden çözüme kavuşturulsaydı bugün Türkiye nerede olurdu”. İlave etti: “Annenin ideolojisi yoktur, siyaseti yoktur, sağcılığı solculuğu yoktur. Yozgat’taki anne ile Hakkari’deki anne oğullarının başında aynı duayı ediyorsa, burada çok ciddi bir yanlış olduğu ortadadır”. 85 yıldır Ermeni ve Kürt sorunu gibi ******* gömme dolaplara tıkıştırmayı çözüm saymış bir ülkenin başbakanı söyledi bunları. Başbakanların söylediği, devleti hem hukuk hem tarih önünde doğrudan bağlar. Bu noktaya gelip dayanan yolların geri gidişi yoktur. Tek çare, ileri yürümektir. Bu yüzden çok önemli. Üstelik, biz çok değil, daha birkaç sene önce ne başbakanlar gördük, “*******” diyerek faili meçhuller ortamında vatandaşın katlini tahrik eden. Ne bakanlar tanıdık, “*******” diyerek bir seferde hem Ermenilere hem Kürtlere hakaret eden. Muhalefet partileri bu cesareti nereden buluyor? 12 Ağustos Çarşamba gazetelerinde, yukarıdaki haberin komşusu iki haber daha vardı. ‘Önem’ini sürdürmeyi, ‘her tekere çomak sokmak’ olarak biçimlendiren CHP’li Baykal yine “Türk kimliği bizim milli kimliğimizdir” ezberini gözü kapalı okuyor, MHP’li Bahçeli ise “Vatana ihanet bu! Sonu Yüce Divan’dır!” diye tehdit ediyordu. İktidar partisinden ikisine de davetiye gitmişti, ikisi de “AKP bizim kapımıza gelmesin, kovalarız!” diye cevap yollamıştı. Şu anda, Kürt meselesinin çözümü için hem dış hem de iç ortam nihayet oluşmuş durumda. Irak’ta yenilen ABD çekiliyor, Obama’yla birlikte bölgede bir barış ve istikrar havası esiyor. İçeride kırk bin levent gencin acısı yüreklere oturmuş. “Askere gitmiş, dönememiş’ gençlerin anaları geliyor, ‘cezaevine girmiş, çıkamamış veya dağa çıkmış, inememiş” gençlerin analarıyla Diyarbakır’da buluşuyor, kucaklaşıyor, birlikte ağlıyorlar. JİTEM’in faili malum cinayetleri ardı ardına ortalığa saçılırken. Böyle bir ortamda bu iki muhalefet partisi bunları söyleyecek cesareti nereden buldu? Çünkü öyle bir ortama girildi ki, 25 yıldır fışkıran kanın devam etmesini savunmak bunlara oy falan kazandırmaz artık. Millet usandı. Ben size söyleyeyim nereden. AKP’nin tutarsızlığından. Sadece son bir aylık gazete haberlerinden birkaçını vereceğim: 1) Panzerlere taş atan sübyanlara, çocuk mahkemeleri yerine ağır cezalarda yüzlerce yıl hapis veriliyor, yasayı değiştirip bu rezaleti durduran yok. 2) Ergenekon’un generalleri sürekli “temaruz” halinde. Yani, “Bilmem nerem ağrıdı” deyince tahliye ediliyor, sonra da dipçik gibi ortalıklarda dolanıyor. Ama damak kanseri Güler Zere hâlâ içeride. Gatakulliye engel olamıyoruz bari eşitliği sağlayalım, diyen yok. 3) TCDD kampında içki yasaklanıyor (10.07.09), Gn. Md. Süleyman Karaman demeç veriyor: “Yasak yok, sadece satış yapılmıyor. İsteyen dışarıdaki büfelerden alır, içer.” *** 4) Ordu valisi, “İtikada terstir” diye cami helalarındaki pisuarları kaldırtıyor (08.08.09). 5) Cezaevindeki çevirmene İspanyolca dergi yasağı konuyor (09.09.09). Gerekçe: “Türkçe dışında farklı bir dilde” olması. Yabancı dil bilenleri içeri atıp, Türkçeyi bile bozuk yazan kişileri başlarına gardiyan dikiyoruz. 6) Muğla İl Genel Meclisi, Darbecibaşı K. Evren’in adının okul ve caddelerden kaldırılması için tavsiye kararı alıyor, vali reddediyor (10.08.09). Aklı başında bir hükümet, hele de böylesine zor ve önemli bir reforma giriştiyse, demokrat kamuoyunu arkasına almak zorundadır. Tutarsızlıkları asgariye indirir, hatta bitirir. Fakat bu saçmalıkların hiçbirine soruşturma açılmıyor. Ama, “Kaymakamın dansözlü vedasına jet soruşturma” açılıyor (11.08.09). 7) Devam edelim. Üniversite zammını protesto eden 14 genç gözaltına alınıyor (12.08.09). İki gün önce de, TOKİ inşaatlarında çalışan ve paralarını alamayan 7 işçi, sabah saat 06.15’te şantiyeyi basan polisler tarafından yataklarından uyandırılmış ve gözaltına alınmıştı. Oysa, tam bir ay önce Topkapı Sarayı’nda klasik müzik konserini basan Alperenler’den gözaltına alınan olmamıştı. 8) Hepsini bir kenara bırakınız, “Kürt müziğinin Ermeni asıllı efsanevi sesi” Aram Tigran’ın Diyarbakır’a gömülme vasiyetine İçişleri Bakanlığı izin vermiyor (12.08.09). İşte, canım ciğerim Hrant’ın dediği kelimesi kelimesine buydu: “Evet, Ermeni olarak bu topraklarda gözümüz var! Ama, alıp götürmek için değil, gelip altında yatmak için...” Gerekçesi: “Türk vatandaşı olmayan kişilerin Türkiye’de gömülmesini öngören yasal bir düzenleme yok”. Peki, gömülmelerini yasaklayan bir düzenleme var mı? O kadar Alman, Alanya’da nereye gömülüyor? Kaldı ki, pratik açıdan düşünüldüğünde, Kürt ve Ermeni sorunlarını nihayet çözmeye soyunmuş bir iktidar için, samimiyetini ispat bâbında bundan daha büyük bir fırsat olabilir miydi? Ölmüş bir sanatçının gelip de Türkiye’de yatmak istemesi gibi insanî bir olaya karşı çıkmaya, hangi muhalefetin gücü yeterdi? Bunu bile reddeden bir iktidarın, “Farklılıklar zenginliğimizdir” demesi yeterli mi? Muhalefet böyle iktidarı bulunca, vurur Yılların Zombilerini artık gömmeye niyetlenmek tarihsel bir olay. Ama, dökülmüş ve dökülecek kanları siyasi ticaret mevzuu yapmaya hazır olanların aportta beklediği bir ortamda tutarlı, hukuka/adalete saygılı ve demokrat değilsen, bu reformlar için gerekli kamuoyu gücünü arkana yeterince alamazsın. Devleti kubura düşüren valiye soruşturma açmaz da, vatandaşla iki kadeh içen kaymakama açarsan, alamazsın. Güler Zere’yi içeride ölmeye mahkum edersen, sabi sübyanlara “örgüt”ten yüzlerce yıl vermeyi mümkün kılan mevzuatı hâlâ yürürlükte tutarsan, yevmiyesi içeride kalan işçileri gözaltına aldırırsan, alamazsın. Türkiye’nin 85 yıldır boşaltamadığı bağırsaklarını Ergenekon davası sayesinde boşaltmasını sağlayacağına inandırmakta zorlanırsın insanları. Kan ticareti yapanların ekmeğine bal sürdüğünle kalırsın. O zaman, olan Türkiye’ye olur. Çünkü bugüne kadar bu rezillikleri ortadan kaldırmaya cesaret eden parti gelmedi. Şimdi AKP tutarsızlıktan yarı yolda kalırsa eğer, o zaman hepimize yazıklar olur. Kürt sorununu çözmenin önkoşulu demokrasi sorununu bitirmektir. Oradan başlamalı. Alinti: -http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=950213&Date=19.08.2009&CategoryID=42-
-
INGILIZ TURISTLERE DÜNYANIN KAC BUCAK OLDUGUNU GÖSTERDILER
dünyahepimizin şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Ülkemiz acisindan kötü bir örnek daha malesef. Bizleri bir cok konuda oldugu gibi tartisma adabi konusunda da oldugu gibi ögrenmemiz gereken konular cig gibi önümüzde bekliyor. "İngiliz turistlere dünyanın kaç bucak olduğunu gösterdiler! 19/08/2009 11:57 Bisikletle dünya turuna çıkan 2 İngiliz Ordu'da dayak yedi Erol KÜÇÜKOĞLU ORDU - Hindistan'dan bisikletleriyle dünya turuna çıkan iki İngiliz turist, Ordu'da pedal çevirirken biri traktörle yaralandı. Çıkan tartışmada köylüler çıkan 2 İngiliz'i döverek yaraladı. Bisikletlerini yanlarına alarak İngiltere'den uçakla Hindistan'a giden 38 yaşındaki Diana Judith Pinkett ile 40 yaşındaki Adrian Smith, yaklaşık 5 bin kilometrelik yol katederek, Hindistan, Afganistan, Pakistan, İran ve Ağrı Doğubeyazıt'tan Türkiye'ye giriş yaptı. Türkiye üzerinden Avrupa ve İngiltere'ye geçmek isteyen turistler, Ağrı üzerindenden Karadeniz Bölgesi'ne gelerek, dün akşam Ordu'nun Ulubey İlçesi Sayacabaşı Aydıncık Köyü'ne kadar pedal çevirdi. Aydıncık Köyü yakınlarında içinde 1'i çocuk, 3'ü kadın 5 kişinin bulunduğu traktör, bisikletli turistleri sollayarak direksiyonu önlerine kırdı. Bu sırada traktörün arka lastiği Adrian Smith'in bisikletine çarptı. Smith düşürerken İngiliz turistler köylülere tepki göstdi. Köylüler kendilerine bağıran İngiliz turistlere tekme, tokat, odunlarla saldırdı. İki turisti yaralı bırakan köylüler daha sonra onları bırakarak kaçtı. Yoldan geçenlerin 112 Acil Servis'e haber vermesiyle birlikte Ulubey Devlet Hastanesi’ne kaldırılan 2 İngiliz turist tedavi altına alındı. Jandarma, yaptığı soruşturma sonunda 30 yaşındaki E.U. ve 18 yaşındaki oğlu E.U.’yu gözaltına aldı. Diana Judith Pinkett'in vücudunda darp izleri ve Adrian Smith'in sağ elinde kırık, kafasında darp ve kesi izi tespit edildi. Tedavileri tamamlanan turistlerden Smith, Ordu Devlet Hastanesi'ne sevk edildi. Ordu Devlet Hastanesi'nde tedavisi tamamlanan Adrian Smith, daha sonra arkadaşının yanına Ulubey Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Yaralı turistlere Ulubey Devlet Hastanesi doktorları sahip çıktı. Kalacak yerleri olmayan turistlere oda tahsis eden doktorlar, bu sabah da kahvaltı ikram etti. Soruşturma sürüyor. (aa)" Alinti: -http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=950498&Date=19.08.2009&CategoryID=77-- 5 cevap
-
- 1
-
-
Ben de demisimki siz önce o sorulari sayin Baykal'a sorun, cünki kendisi sag ve sol siyasetten bahsetmis. Diger taraftan size sag ve sol hakkinda aciklama yapinda hep beraber ögrenelim demisim. Siz ise konuyu baska yönlere cekmeye calisiyorsunuz. Hic bir parti veya sahis ülkesini savunuyor diye irkci ilan edilmez. Biraz olaya derinden bakmak gerek.
-
Sayin mavi olayin kilit noktasini cok güzel ifade etmissiniz. Kardeslikten, baristan, esit vatandasliktan ve cözümden yana taraf olanlar asla ne PKK'yi ne de DTP gibi dar alanda politika yapan partilere kulak vermislerdir. Onlar sadece haykiran Kürt halkina kulak vermislerdir. Ama kardesligi tek yön yol olarak görenler cözüm istemediklerini aciktan söyleyemedikleri icin dolayli yoldan konuyu devamli PKK ve DTP üzerineden tartisiyorlar. Iyi niyetin cözemeyecegi bir sorun yoktur, o da bizde yok malesef.
-
CHP'den AKP bile korkmuyorki koskoca sosoyalist enternasyonalmi korkacak. CHP bu gidisle baraji dahi asamayacak bir parti durumuna gelirse hic sasmayalim. Baslarina ne geldiyse cok bilmislikten ve saltanatliktan gelmistir. Basari gösteremeyen partiler ve baskanlari devamli hatayi baska yerlerde aramistir ve kendilerini kurtarmak icin karsi ataga gecerler. Gönül CHP'yi bu durumda görmek istemezdi ama ne yapalim kedi düsen aglamaz. Herkes hak ettigi oyu alir.
-
Devlet ve toplum olarak daha cok yol katletmemiz gerekli diye düsünüyorum. Benzeri ve hatta daha büyük bir depremin tekrar olacagi bilim adamlarinca dogrulaniyor. Doganin geregi ülkemiz bir deprem bölgesi, ama malesef insana verilen degeri her alanda görüyoruz. Para ve rant neredeyse her seyden üstün görülüyor. Tek dilegim depremden önce insanlarimizin daha duyarli hale gelmis olmasi.
-
Bu yorumlar kime ait dersiniz? ve ne anliyorsunuz yorumlardan? Bu yorumlarinizi 10 kere okumami rica ediyorsunuz, kusura bakmayin ama isterseniz 100 kere okusam manasi degismez. isterseniz baska arkadaslarin görüsünüde alin bakalim onlar nasil anliyorlar. Her iki yorumunuzda da Türkiye'de demokrasinin olmadigini yaziyorsunuz, yanlismi anliyoruz yoksa? Dogru anliyorsak yanlis anlasilan nedir?
-
Gercekten hic gülecegim yoktu ama Baykal'in "Avrupa solu sağa kaydı CHP’yi anlamıyor!" cümlesini okuyunca gercekten kendimi tutamadim. Türkiye'de neredeyse herkes tam fikir ve CHP artik sol degil MHP ile etnik milliyetcilik bazinda yarisiyor. Tüm söylemleri "sol" ile alaksiz olan bir lider oldu sayin Baykal. Türkiye'de yapmis oldugu yanlis muhalefet politikasini, yani sadece karsi gelmek, simdi de Avruupa "sol" u iicn yapiyor. Tabiiki CHP'nin "solculugu" sorgulaniyor ve bundan Baykal beyefendi rahatsiz oluyor. Türkiye'de solu ve CHP'yi bitiren Baykal ve cevresi simdide kendi sonlarini Avrupa arenalarinda hazirliyorlar.
-
Nedense simdi de "Türkiye henüz tam olarak demokrat bir ülke değil". Önceki yorumulariniza tamamen ters yani. Tabiiki devlet ülkeside yasayan tün etnik kökenlilere ayni yaklasmali ve tümünü korumali, onlara kültürlerini gelistirmesi yönünde destek vermeli, kanunlariyla ve diger unsurlarla. Demokratik ülkelerde devlet hic bir zaman bir baska etnik kökenin kültürünü veya dilini unutmasi icin kanunlar cikartmaz. Ülkemizde ise bu tam tesi. Etnik kökenliler kültürlerini , dilerini unutsun diye onlarin dillerini gelistirmeleri engelleniyor. Dernekler devletin yapmis oldugu kanunlar cercevesinde destek ve yardimci olurlar. Madem "Bunun yanında devlet kültürlerin gelişimini engelleme hakkına da sahip değildir" ise neden yillardir mesela kürtce, lazca, Cerkezce ögreten okullar acmak yasakti? Demokrasi mücadelesi bakin A grubu aramiyor bizde onlari kendimize örnek alalim ve aynisini yapalim anlamina gelmez.
-
Konusmuslardir ama dillerini gelistirme haklari verilmemistir, yani okul gibi egitim alaninda dillerini gelistirebilmelerinin firsati verilmemistir ve halada öyledir. Kürtce kisa dönem yasaklanmistir sebebide yasak devlete fazla bir kazanc saglamamistir, geri tepmistir. Zararin neresinde dönersen kardir mantigiyla konusma yasagi kaldirilmistir, ama genede her alanda konusulamiyor.
-
Sorunuzu söyle cevaplandirabilirim, bakin kim demis alintiliyorum.
-
Kürt'ler zembillemi indi dersiniz Türkiye'ye? Yoksa onlari Türk'lermi kendileri icin yarattilar? Sonucta onlar Kürdüz diyorlar, zorlami Türk yapacagiz birilerini? Ha deseniz Türkiye'deki her vatandas Türk vatandasi, buna diyecegim yok. Ama sonucta Kürt Kürttür, ermeni Ermenidir, laz lazdir, Türk Türktür, .....
-
Hadi buyurun hep beraber "bu Kürtlerin degil, bu bizim sorunumuzdur" diyelim. Nasil cözecegiz bu sorunu birazda bu konuda aciklama getirseniz iyi olur. "Siz "Türk" sözcügünden alerji duyuyor ve komplekse kapiliyor olabilirsiniz" cümlenizi bana karsi bir daha kullanmamanizi rica ediyorum.