NICLENO tarafından postalanan herşey
-
Ermeni sorunu
Elektronik postama gelen Sn. Bülent Karakaş'a ait bu makaleyi tartışmaya açmak istiyorum. Bülent Karakaş: AHMET ALTAN'A AÇIK MEKTUP Ben de ne zaman bir Ahmet Altan makalesi okusam, satır aralarında bir çıngıraklı yılan dolaşıyor sanki. Tıslaması kulaklarımda çınlıyor, hiçbir müzik türü gideremiyor bu sesi. Her yeni makalenizde "sabır" diyorum ama artık yeter; "Ah Akparik" isimli makaleniz bardağı taşıran son damla oldu. Her fırsatta insanlıktan ve barıştan söz eden maskeli yazarın maskesinin ardındaki yüzü ortaya koymaksa şart oldu. "Durun ne olur bir an ve düşünün" demişsiniz. Durdum… düşündüm… Gözlerimi kapattığımda 1915 öncesine gittim birden… Erzurum'da isyan… Sasun'da isyan… Zeytun'da, Van'da, sonra tekrar Sasun'da, Adana'da isyan… Derken 1915 yılına geldim… Osmanlı bir yandan dışarıdaki düşmanla savaşıyor… Bir yandan da Bitlis'te isyan… Erzurum'da isyan… Elazığ'da, Diyarbakır'da, Sivas'ta, Trabzon'da, Yozgat'ta, Van'da isyan… Amaç; Osmanlı'nın gücünü bölmek, düşmana kolaylık sağlamak… Hepsi Ermeni isyanı… Başlarındakiler Rusya'dan gelen Ermeni komitacıları olabilir ancak isyan edenler, yıllardır birlikte yaşadığı insanları komitacılarla birlikte vahşice öldürenler, bizzat Osmanlı Ermenileri… Gözlerim hala kapalı 1915 Van'ındayım… Ruslar Van yolunda… Ermeniler isyanda… Şimdi siz düşünün… Bıyıkları etleri ile birlikte kesilen erkekler… Evlerine ot tıkanıp ateşe verilmiş insanlar… Dışarı kaçmak istiyorlar, bu defa kurşunla, süngü ile öldürülüyorlar… Bir eve doldurulmuş kadınlar, kızlar, defalarca tecavüze uğruyorlar…. Cesetlerle dolu kuyular… Derisi yüzülmüş, uzuvları kesilmiş erkekler… Kazığa oturtularak öldürülmüş yaşlı kadınlar… Uzaktan bakılınca başlarında örtüsü oturuyor gibi görünüyorlar. Alınlarından, ellerinden duvarlara çivilenmiş ihtiyarlar… Derken daha fazla kırılmamaları için Müslüman ahaliye hicret emri… Vasıtaları olanlar vasıtaları ile, olmayanlar büyük bir perişanlık içerisinde yollara düşüyor… İnsanlar yollarda çocuklarını bırakıyor, açlık ve salgın hastalıktan kırılıyor… Bitlis, Urfa yollarında ailelerin çoğu yok oluyor… Bazıları da göç için deniz yolunu seçiyor. Onlar için on iki gemi tahsis ediliyor… Tabi gemiciler hep Ermeni… Bu gemicilerin yardımı ile Adır adasına çıkarılan dört gemi dolusu insan, Ermeni fedailer tarafından katlediyor… …ve sonra Ruslar geliyor… Van'ın neredeyse beşte dördünün yok edildiği bu vahşete onlar bile razı olamıyor. x x x Savaşta arkasından vurulduğunu, iç güvenliğinin temelden sarsıldığını gören İttihat ve Terakki, Tehcir Kararını almak zorunda kalıyor. İllere gönderilen telgraflara bakın; hasta, kör, sakat ve yaşlılar göç ettirilmiyor, şehir merkezlerine yerleştiriliyor. Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, göç ettirilmiyor ve bulundukları şehirlere yerleştiriliyor. Osmanlı ordusunda subay ve sağlık sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve aileleri bulundukları yerlerde bırakılıyor, göç ettirilmiyor. Yetim çocuklar ve dul kadınlar da göç ettirilmeyerek yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınıyor ve kendilerine maddi yardımda bulunuluyor. Ayrıca ilk etapta da sadece belli bölgelerdeki, bir kısım Ermeniler göçe zorunlu kılınıyor, bir kısmı yerinde kalıyor… Kalanların da hepsi Ermeni. Amaç bir soyu kırmaksa, İttihat ve Terakki neden bu kadar zahmet ve masrafa giriyor? Bu arada savaş devam ediyor… İsyanlar durmuyor… Şebinkarahisar'da isyan, Bursa'da isyan, Adana'da, Urfa'da, Fındıkçık'da, İzmit Adapazarı'nda isyan… İşte o Bursa'daki Ermeni kadın, Adana'daki yaşlı adam, Sivas'taki bebek de bu yüzden gitmek zorunda kalıyor. Tek başlarına gitmiyorlar, yanlarında kocaları, babaları, oğulları da var, ailece gidiyorlar. Bu arada yukarıda saydığım onca yerde vahşice öldürülenlerin de yaşlı adam, kadın, çocuk ve bebek olduğunu unutmamak gerekiyor, ailece ölüyorlar. Onların da tek suçları Müslüman olmalarıydı, Türk, Kürt, Çerkes, Laz olmalarıydı. Bu gerçekleri dile getirmenin neresi ayıp? Asıl ayıp olan, bir tarafın kaybına üzülüp, diğerini dikkate bile almamaktır. Ayrılıkçı Ermenilerden katliamlara fiilen katılmayanların da kimi casusluk, kimi yataklık, kimi yardımcılık yaptı. Bunların savaşmakta olan Osmanlı'ya daha az zarar verdiğini mi sanıyorsunuz? Ya Osmanlı ordusuna dahil olup da, silahları ile birlikte düşman tarafına geçen Ermeniler için ne düşünüyorsunuz? Tabii ki, birçok Ermeni de Osmanlı'ya sadık kaldı. Ayrılıkçı Ermeniler, sadık Ermenilere de yapmadıklarını bırakmadılar; onları tehdit ettiler, soydular, hunharca öldürdüler. x x x Savaşan her devletin ilk önceliği emniyetidir. Nitekim daha I. Dünya Savaşı başlar başlamaz, İngilizler, dünyanın öbür ucundaki sömürgeleri Avustralya'nın güneyinde yaşayan Alman asıllı Avustralya vatandaşlarını kıtanın iç kısımlarına göç ettirdiler. Ortada isyan yok, düşmanla iş birliği yok, casusluk faaliyeti yok, cinayet yok. Hiçbir zaman dile getirilmediği için bunları bilen de yok ama savaş başlar başlamaz ne olur ne olmaz diye sürülmüşler. İngilizler, onları perişan halde sürerken onlara çok gaddarca davranmışlar. Evlerini basmışlar, mallarını mülklerini tarumar etmişler, piyanolarını bile parçalamışlar. Çünkü piyano ile Alman marşı çalabilirlermiş. (Ermeni Meselesi / Bilal N. Şimşir / Syf.26) x x x Uzun lafın kısası, İttihat ve Terakki bir soykırım yapmadı. Hem Müslüman ahali'yi hem de Ermeni halkını büyük bir soykırımdan kurtardı. Tehcir edilen Ermeni, kaldığı yerde ölüp, öldüreceğine; gittiği yerde yaşamaya devam etti. Tabii ki, dönemin ilkel koşullarında ve savaş döneminde yollarda kırılanlar oldu. Ancak tehcirde kırılanın canı candı da, hicrette kırılanınki can değil miydi? Önemli olan yitirilen canlarsa, ortalık bunun için ayağa kalkıyorsa, iki tarafın canı için de kalkması gerekmez mi? Hadi sizin iddia etmiş olduğunuz gibi gerçekten soykırım yapmış olduklarını var sayalım. İngilizler 1919 – 1920 yıllarında yakaladığı İttihatçıyı Malta Adası'na sürmüştü. Hepsi ellerinde tutuklu bulunuyordu. Bunlardan 58'i Ermeniler ile ilgili suçlanıyordu. Ancak ne hikmetse mahkemeye bile çıkarılamadan salıverildiler. Çünkü onları yargılamak için tek bir kanıt bile bulamamışlardı. Oysa o günlerde olay tazeydi, tüm şahitleri hayattaydı. Buna rağmen kanıt bulamadılar. O düzmece Mavi Kitaplarını da delilden sayamadılar. Bu durumda insan, düşünmeden edemiyor; "bu insanları suçlu ilan edebilmek için tüm tanıkların ölmesi mi beklenmiştir?" diye. x x x Şimdi tekrar gözlerimi kapıyor ve 90 yıl öncesinden 16 yıl öncesine dönüyorum… Yıl 1992, yer Azerbaycan'ın Hocalı Köyü… Bir gece içerisinde katledilen 613 insan… Bunların 83'ü çocuk, 106'sı kadın… Gözleri oyulmuş… Kulakları, burunları, kafaları ve daha başka birçok organları kesilmiş… Aynı vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar bile nasibini almış… Bundan başka 487 ağır yaralı, 1275 rehin, 150 kişi kayıp… Bir gece içinde yaşanan bu vahşete hangi yürek dayanır? Bu vahşeti yaşayan ve sonra Beyrut'a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan da dayanamamış, yazdığı "Haçın Hatırı İçin" adlı kitabında şu satırlara yer vermiş: "…Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni gurup, Hocalı'nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa'ya döndüm. Onlar Haç'ın hatırı için savaşa devam ettiler." x x x Evet, Ermeni gazeteci, Hocalı Katliamı ile ilgili bunları yazmış… Peki Ahmet Altan ne yazmış? Hiçbir şey! Evet, hiçbir şey! İlgi alanına bile girmemiş! x x x 1986 Jivkov Bulgaristan'ı… Türkçe isimler Slav isimlerine çevriliyor. Yetmiyor mezar taşlarındaki isimler de değiştiriliyor. Kamu alanlarında insanlar Türkçe konuşamıyor. Türkler, yaşadıkları bölgelerden alınıp Bulgarların çoğunluk olduğu bölgelere yerleştiriliyor. İbadet özgürlükleri kısıtlanıyor. Türk olduğu için iş verilmiyor ve insanlar Türkiye'ye göçe zorlanıyor. Bu kısıtlamalardan bir buçuk milyon insan nasibini alıyor. Aradan üç yıl geçiyor, bir asimilasyon programı daha kapılarına dayanıyor. 310 bin Türk daha Bulgaristan'ı terk etmek zorunda kalıyor. Ahmet Altan ise Bulgarların 1908'de bağımsızlıklarını ilan edişlerinde kalmış, sonrasıyla ilgilenmiyor. Peki ya Yunanistan?... Türkistan?.. Bu konuda da tek satır yazmıyor. x x x Türkmen şehri Kerkük'e bitmez tükenmez bir Kürt göçü var, amaç Kürt nüfusu arttırıp, Türkmen'den arındırıp, burayı bir Kürt şehrine çevirmek. Nüfus öylesine artmış ki; ne elektrik yetiyor ne de su. Yaz günü bir hafta boyunca susuz kalıyorsunuz. Türkmenlere ait ve Saddam döneminde hükümet tarafından el konulan arazilere derme çatma yapılar kurulmuş. Yeni gelenler buralara yerleştiriliyor. Kerkük'te yerleşecek olan her Kürt aile için 3000 dolar para yardımı yapılıyor. Yetmiyor, evlerin yapımı için gerekli olan her türlü malzeme bedelsiz karşılanıyor. Dahası Kerkük'te ev yapan Kürtlerin elektriği, suyu ve benzini de bedava... Ohhh, ne ala! Kürtler sadece boş arazilere değil, aynı zamanda Saddam hükümeti düştükten sonra, şehri terk eden Arapların boş evlerine, stadyumlara ve hatta kullanılmayan devlet binalarına da yerleşiyorlar. Ya Türkmenler? İleri gelen Türkmen aileleri her gün tehdit alıyor. Çocukları okul önlerinden kaçırılıp, yüklü miktarda para karşılığı serbest bırakılıyor. Her gün meydana gelen patlamalar nedense hep Türkmen mahallelerinde gerçekleşiyor. Bu patlamalarda insanlar can veriyor, sakat kalıyor. Ahmet Altan ise bakın kendisine neyi dert ediniyor? "Vatandaşlığa bağlı bir ülkede milyonlarca Kürt kardeşimizle birlikte yaşarken, başka bir ülkedeki soydaşlarımızı, bu Kürt kardeşlerimizin soydaşlarına karşı koruyarak, çelişkiye düşmüyor muyuz? Bu durum bizi açıkça bölmez mi?" (Makalenin tamamını için -http://www.gazetem.net/aaltanyazi.asp?yaziid=174-) Daha sonra göreceklerimi, okuyacaklarımı bilmeden "pes" diyorum ama Ahmet Altan, siz öyle bir yazıyorsunuz ki, okudukça neye şaşıracağımı şaşırıyorum. x x x Şimdi yine kapıyorum gözlerimi ve Kurtuluş Savaşı günlerine dönüyorum. Ülkemizin batı bölümü Yunan işgali altında… Bergama ve yöresindeyiz… Yukarı Kimikler Köyünden Molla İbrahim'i kulaklarına kadar kesiyor, gem takıyorlar. Bu haldeyken Bergama içinde gezdiriyorlar. Sonra tırnaklarını halkın içinde kerpetenle söküyorlar ve 4 gün sonra parçalayarak öldürüyorlar. Çerkes İdris Ağa'nın 10 yaşındaki kız evlatlığına sekiz, on Yunan askeri birden, bir çok kez tecavüz ediyor, sonra da vücudunu ikiye ayırarak öldürüyorlar. 80 yaşındaki dilsiz oğlu Ahmet ve eşi Zahide'yi paralarını aldıktan sonra parçalayarak öldürüyorlar. Alaca Köyünden Mehmed oğlu İsmail ile oğlu Mustafa'nın ayaklarını testere ile kesiyorlar. Firuz Köyü halkına silah aramak bahanesiyle işkence yapıyorlar, pek çok kadın ve kızın ırzına geçtikten sonra hepsini kurşuna diziyorlar. Şimdi de Orhan Gazi'de bir sokaktayım… Ağzında el bombası patlatılmış bir delikanlı yatıyor yerde… Biraz ilerde karnından bağırsakları dökülmüş bir genç kadın cesedi var… İki adım ötede 2 yaşlarında başsız bir çocuk… İleride gübre yığını üzerinde 12 yaşında bir kız, ırzına geçilmiş… İç sokaklara doğru ilerliyorum. 60 yaşında bir kadın… Irzına geçilmiş ve öldürülmüş… Muratoba Köyü mü? Erkekleri camiye dolduruyor, üzerlerine gaz dökülüp yakıyorlar... Ya Çınarcık köyü? Erkeklere annelerini peşkeş çekmek istiyorlar. Ölüm pahasına bu işi yapmayan delikanlıları süngülerle öldürüyorlar. Bir taraftan ateşe verilen evler tutuşurken, Yunan askerleri süngü ucuna taktıkları küçük bebekleri kuzu kızartır gibi ateşe tutuyorlar… Genç kızların memelerini kesip, kebap yapıyorlar… Yalova… Beykoz… Şile… Rezaletin, işkencenin bini bir para… Tırnak sökmeler, un çuvalında dövmeler, çuvala koyup suya atmalar, ağaca ayaktan asmalar, ağaca asılanları parçalamalar, diri diri çukurlara gömmeler, göz oymalar, kulak kesmeler, camiye doldurup yakmalar, kadınlara zorla erkek uzvu çiğnettirmeler, anne ve babasına zorla tecavüz ettirmeler, kurşuna dizmeler, edep yerlerine bomba koymalar… Yeter artık! İçim daha fazla dayanmıyor, ben gözlerimi açıyorum. Sonra merak ediyorum, "Acaba Ahmet Altan bu konuda ne düşünüyor?" diye. Karşıma "Kendini Öldürmek" adlı makaleniz çıkıyor. Amerikalı Clint Eastwood, tümüyle Japonca olan ve II. Dünya Savaşı'nda Japon askerlerinin Amerikalı askerlere karşı kahramanlıklarını anlatan "Iwo Jima" adlı bir film çekmiş. Film, düşmanın da insan olduğunu anlatıyormuş. Amerika, o kadar hoşgörülüymüş ki, bu filmi Oscar'a aday göstermiş. Bütün bunları anlatıyor ve soruyorsunuz: "Ben Kurtuluş Savaşı'nda Yunan askerlerinin kahramanlığını anlatan bir film çekebilir miyim?" Sonra ekliyorsunuz: "Yunanlıların kahramanlıklarını anlatan, tümüyle Yunanca bir film çekip, Türk askerlerinin iki Yunan esirini nasıl acımasızca öldürdüğünü göstermeye kalksam, bunu hoşgörüyle karşılamazsınız. Böyle bir işe kalkışsam, çok büyük bir ihtimalle 'Türk düşmanı olmakla', 'satılmışlıkla', 'hainlikle' suçlanırım." Sonra yine soruyorsunuz: "Peki ama niye? Niye ben Yunanların kahramanlıklarını anlatamam? Hiç mi kahraman, yiğit, cesur Yunan askeri yoktu o savaşta? Hiç mi hayatını tehlikeye atan, ölümün üstüne yürüyen birileri çıkmadı Yunan ordusunda? Bütün kahramanlıkları Türkler mi yaptı?" (Okuduklarına inanamayanlar için makalenin tamamı -http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/6378062.asp?yazarid=150&gid=61- adresinde) Amerika'nın Clint Eastwood gibi sanatçıları varmış. Eastwood'un bu filmini Oscar'a aday gösteren inanılmaz bir hoşgörü varmış. Amerikan toplumu, bu filmin oynadığı sinemaları yakmıyor, Eastwood hakkında "Amerikalılığa hakaretten" dava açılması için gösteriler düzenlemiyor, onu "ölümle" tehdit etmiyormuş. Kongre'de "bu adam bizi sırtımızdan bıçaklıyor" diye bağıran politikacıları yokmuş. İşte Amerika tüm dünyada en gelişmiş ülkelerden biri kabul edilmesini politikacılarına, liderlerine, askerlerine, ordusuna, silahlarına değil, bütün bu hoşgörülü insanlara borçluymuş. Bu muhteşem yorumla birlikte bizlere soruyorsunuz: "Böyle bir film çekersem, beni över ve ödüllere aday gösterir misiniz?" . . . . . . . . . . Valla Ahmet Altan, Altın Portakal'ı bilmem ama böyle bir film ile Nobel'i garantilersiniz. Ya da bakın, aklıma ne geldi? Bence siz, Girit adasındaki Yunan ayaklanmalarının bastırılması sırasında Türklerin gösterdikleri kahramanlıkları anlatan, tamamı Türkçe bir film yapıp, bunu Yunan sinemalarında gösterime sokun. Bakalım size ne ödül verecekler? . . . . . . . . . . . Yine değinmeden geçemeyeceğim. Aynı makalede diyorsunuz ki; "Amerikalı bir sanatçı yaptığı filmde 'düşmanı' 'insana' dönüştürüyor. Biz düşmanımızı 'insan' olarak anlatabilir miyiz?" İşte size bir öneri daha. Gördüğüm kadarı ile sizin dışarıda düşmanınız olmadığı için zorunlu olarak örneği içeriden vereceğim. Mesela bu aralar en uyuz olduğunuz kim var? Ergenekon Çetesi olarak adlandırdığınız insanlar, değil mi? Kendimi bildim bileli siz hangi kurumdan haz etmezsiniz? Türk Silahlı Kuvvetleri değil mi? Bunlar da sizin kendinize düşman belledikleriniz olduğuna göre, hadi anlayın düşmanınızı, insan olarak görün, sevin onları, sevmeyenlere de sevdirin. Ülkenin bir aydını olarak öncü olduğunuzu gösterin. Ne kaybedersiniz? x x x Artık gözlerimi korka korka kapatıyorum. Kıbrıs'tayım… Tarih 24 Aralık 1963… Silah sesleri duyuluyor… Tüfek dipçikleri ile kilitli kapılar kırılıyor… İnsanlar sokaklara sürükleniyor… 70 yaşında bir Türk, kırılan ön kapısının sesiyle uyanıyor… Sendeleyerek yatak odasından çıktığında, bir sürü silahlı gençle karşılaşıyor… "Çocuğun var mı?" diye soruyorlar… Şaşkın bir biçimde "Evet" diyor… "Dışarı gönder" diye emrediyorlar… 19 ve 17 yaşlarında iki oğlu ve 10 yaşındaki kız torunu aceleyle giyinip, silahlı adamların peşinden dışarı çıkıyorlar… Çiftlik duvarının dibine dizildikten sonra, silahlı adamlar tarafından makineli tüfek ateşiyle öldürülüyorlar… Başka bir evde, 13 yaşında bir erkek çocuğunun ellerini dizlerinin arkasında bağlayıp, yere yıkıyorlar… Ardından tekmeleyip, ırzına geçiyorlar…Sonra da tabancayla başının arkasından vuruyorlar… Tüm bunları ben değil, H. Scott Gibbons, Peace Without Honour adlı kitabında anlatıyor. Haliyle merak ediyorum, Ahmet Altan bu konuda ne diyor? Bunun yanıtını "Türklerin Tek Sorunu Var" adlı makalenizde buluyoruz. Bülent Karakaş seçimi.. Kaynak: -http://www.hurhaber.com/news_detail.php?id=92609-
-
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ.
Felsefi yazıların, hatta bunu genişleterek yabancı kaynaklı bilimsel makalelerin ortalama okur tarafındananlaşılamamasının başlıca nedeni dilimizdeki kavram karmaşası ve eksikliğidir. Batı dillerinde kavram sayısı 550 000-650 000 arası değişirken dilimizde bu sayı 70 000 kadardır. Bundan dolayı bilim ve felsefede yapılan çeviriler (bu işi çevirenin de anlamadan kotardığı için) okura bir işkence olmaktan öteye gidemiyor. İstisnalar mutlaka vardır ama genelde durum böyle.
-
Mollalar İran'i yönetmekde neden zorlaniyor? Dinse din imansa iman!
Politik videolar bölümüne Persepolis adlı 2007 yılı yapımı animasyon filmi ekledim. İzlemeyen forumdaşım varsa buna birbuçuk saatini ayırmasını öneririm. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...howtopic=116496
-
Persepolis
Güncelliği ve oldukça tarafsız yorumuyla 2007 yılı bu animasyuon filmi paylaşmak istiyorum. Benim bu filmden aldığım mesaj, batıda da yaşam aslında çok matah değil ama JFK nın kapitalizm ve kominizm arasındaki fark sorulduğunda verdği yanıt gibi 'Aslında yok birbirimizden farkımız ama biz, halkımız yurtdışına kaçmasın diye duvarlar örmüyoruz' bağlamında düşünülüp yorumlanması gerekiyor. Keyifli izlemeler... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...howtopic=116496
-
kızıldereli hikayeleri ve sözleri
Özellikle araştırma yapmadım ama bildiğim kadarıyla onlara INDIAN deniyor. Biz KIZILDERİLİ diyoruz ama pek çok kişi de KIZILDERELİ olarak (tabii ki yanlış) kullanıyor.
-
Turizmde Bugün Gelinen Durum
Olmaz olur mu? Onlar da hiç ilerisini düşünmeden günü kurtarmak adına yıllarca bindikleri dalı kestiler. Herkesin malumu olan ne gibi icraatlar yapıldığını yazmama gerek yok sanırım. Aslında bir fasit daire söz konusu. Köpek bağlasan durmayacak uydur kaydır dükkanları 15 bin eurodan başlayan 'turistik' kiralarla tutup sonra da 'nasıl yırtarız' diye kara kara düşünüyorlar, dürüstlüğü unutuyorlar. Her yıl gözlerimin önünde onlarca işyeri batıyor. En kazançlı sektör de tabelacılar ve ikinci el malzeme satanlar, tabii bir de dükkan (mülk) sahipleri.
-
Turizmde Bugün Gelinen Durum
Noktasından virgülüne Özdil'in tespitlrine katılıyorum. Özellikle de şunu eklemek istiyorum. En önemli sorunumuz bence KALİTE. Turizm sonradan görme zenginlerin eline denetimsiz olarak teslim edilemeyecek kadar önemli ve milli bir meseledir. Nasıl ki onca çöken binadan sonra MÜTEAHHİT tiplemesi incelemeye alındı, bu gün de OTEL SAHİBİ ya da YATIRIMCI incelemeye alınmalıdır. Bu insanların yanlış ve bilinçsiz icraatlarıyla sektöre zarar vermelerinin önüne geçmelidir. **** DURİZM Turist. Adı üstünde... Orayı burayı "tur"layan insan. * Bize gelenler ise, "durist..." Bi yere gittikleri yok çünkü. * Uçakla gelip, "her şey dahil" otele yerleşiyorlar. .. Sabahın köründen gecenin kör karanlığına kadar çatlarcasına tıkınıyorlar, canlı müzik eşliğinde doluştukları açık büfelerde trafik levhası kadar tabaklara dönerin üstüne tavuk ızgara, balık buğulama, lahmacun, krep, adana kebap, bezelye, karpuz, turşu doldurup, birer lokma tadarak çöpe atıyorlar, kulaklarından fışkıracak kadar içiyorlar, dünyanın en güzel plajlarında kulaç atarken, kayıkla ekmek arası sucuk ve şarap servisi alıyorlar, dünyanın en güzel güneşine karşı popolarını kaşırken, iskelede piyano çalıyor, lokumla ikram edilen Türk kahvesini buzlu birayla yudumluyorlar, benim diyen spor kulübünde olmayan salonlarda bisiklet çevirip, hamamda meyve kokteyli eşliğinde kese attırıyorlar, Rumelihisarı' ndan büyük tribünlere oturup, dondurmalarını yalaya yalaya Brezilya'dan, Rusya'dan getirilen şov gruplarını seyrediyorlar, kumsalda yakılan ateşin yanında viskiyle sosis yiyip, 7 günde 4'er kilo alarak, gidiyorlar. * Şehir esnafı aç bu arada... Çarşı sinek avlıyor. * Üstelik, yukarıda "kısmen" anlattığım bir haftalık "her şey dahil"lerini, 400 dolara, 500 dolara filan yapıyorlar... Ben iddia ediyorum, mesela bir Alman "kendi evinde bile kalamaz" bu paraya! * "Terör haberleri, kene haberleri turizme zarar veriyor" falan diye de kimse endişe etmesin... Adam bulmuş böyle avanta ülkeyi, eline silah alıp teröristin peşinden bile koşar, bize kıyak olsun diye... Her şey dahil "Kene Otel" aç, bavulu kapıp gelmezlerse, yüzüme tükür. * Yok çünkü böyle bir saçmalık hiçbir yerde... Cennet gibi ülkesini bedavaya satan bizden başka ülke yok. * Onun için, dün Antalya'da açılan Mardan Otel'i çok önemsiyorum.. . Evet, Sharon Stone'le ilgileniyorsunuz, Richard Gere gelmiş, ona bakıyorsunuz, muslukları altınmış filan... Halbuki "devrim" yaptılar. Kimse yazmıyor. * Her şey dahil değil o otelde. Oda veriyor... Kahvaltı veriyor... O kadar. * Ağaç gölgesi değil orası. Bedeli var. Bira içeceksen, ödeyeceksin. Canın kavun çekti diyelim... Ödeyeceksin. Akşam yemeği, no beleş. Öğlen? Ödeyeceksin.. . * Madem para ödeyeceksin, haliyle ne yapacaksın? "Çıkayım şehirde yiyeyim bari" diyeceksin. Gitmişken alışveriş edeceksin. "Turizm patladı" denmesine rağmen, aslında takır takır iflas eden esnafın cebine para girecek. Çarşı canlanacak. Sadece otel ve turizm acenteleri kazanmayacak, memlekete gelen para yöre ahalisiyle bölüşülecek. * Hayatım boyunca hiçbir otelde "avanta" kalmadığım için, gönül rahatlığıyla yazıyorum ve soruyorum... Beleş yediği köfteyi bile ballandıra ballandıra makale diye döşenen Bizans Basını'nın kodamanları niye yazmıyor bu oteli? Çünkü, davet edilmediler. .. Açılış törenine sadece "yerel basın akredite" edildi. Avantacı İstanbullu gazeteciler yerine, yerel basının onore edildiği bir açılış görmedim ben bugüne kadar... Siz gördünüz mü? * Neymiş efendim, "her şey dahil olmazsa, turist gelmez"miş... Tıpış tıpış gelecek... Adam 1.5 milyar dolar yatırmış, Avrupa'nın en lüks otelini yapmış, yanında Türkiye'nin ve dünyanın en tecrübeli profesyonellerini çalıştırıyor, o işi bilmiyor, kafası çalışmıyor, sen biliyorsun.. . Öyle mi? * Özetle. 10 yıldır "her şey dahil sistem, turizmin canına okuyor" diye bağırıyoruz, kimse kılını kıpırdatmadı. Türk turizmi için "kurtuluş" anlamına gelen adımı, bizim şabalaklar yerine, Azeri kökenli Rus işadamı attı... Helal olsun.
-
Sözel, Fuzuli Bilgiye Dayalı
Şurdan burdan karışık on soru size. Kolay gelsin... 1- Hangisi kız, hangisi oğlan? Hansel mi Gretel mi? 2- Hangisi 10 dk. daha yaşlı? Güher mi, Süher mi? 3- Hangisi iki yaş daha büyüktür? Jano mu, Yanik mi? 4- Hangisi gerçek sarışındır? M.M mi, J.M mi? 5- Hangisi hayattadır? JERY (Lewis mi Kozinsky mi?) 6- Hangisi KATIR' ın babasıdır? At mı, eşek mi? 7- Hangisinin hobisi keman çalmaktır? Dedektif S.Holmes'in mi, M.Hammer'in mi? 8- Hangi George bayan? Sand mı, Boy mu? 9- 'Cry Me a River' şarkısını ilk kim okudu? j. Timberlake mi, E.Fitzgerald mı? 10- Hangisi daha eskidir? Beatles mi, Rolling Stones mu?
-
Kör Nokta
Değerli dostumuz Taurusmutis doğru yanıtı vermiştir.
-
Kübik Bir Soru
Doğru yanıt için tebrikler.
-
KAZIMNAME
(alıntı) Karımı öldürdüm ama bi sorun niyee ? Sonunda katil oldum.. Öldürdüm karıyı.. Bu mektubu da yazıyorum ki bunalımdan çıkamaz intihar edersem beni anlayan birileri olur belki... Bakın karıyı neden öldürdüm anlatayım.. Herşey 2 yıl önce bu mahalleye, daha doğrusu apartmana taşınmamızla başladı... Karım yeni komşular edindi.. Altımız üstümüz geveze kadınlarla doldu, gelgitler günler münler başladı bilirsiniz işte muhabbeti.. Bir gün alışveriş yaptım eve döndüm. Elimde bir torba dolusu erzak Zaten trafik yüzünden burnumdan soluyorum. Eve girdim. Karıma gülümseyerek konuşmaya başlıycaktım ki, bana şöyle dedi: - Kazım bu ne bu? - Erzak karıcım, alışverişten geliyorum. - Erzak anladık da neden bu kadar? - Eh işte bi kaç gün yeticek kadar, haftasonu süpermarkete gideriz. - Yandaki komşunun kocası hergün iki file dolu geliyo senin haberin var mı? Cok şaşırmıştım. Böyle bir huyu yoktu bu kadının. Ses etmedim. Ertesi gün iki torba doldurdum geldim. Bir buket de çicek.. Ne dese bayılırsınız? - Kazııııııım bu ne bu? - Sana çicek getirdim karıcım. - Onu anladık, neden 8 tane gül? - Sen seversin... - Hayır işte. Ben orkide seviyorum. Karşı komşumuz daha dün karısına 3 tane tabak kadar orkide bulmuş getirdi, senin haberin var mı? Yahu ne oluyor bu karıya.. Eskiden böyle diildi. Daha ertesi gün bir orkide buldum, elim yine dolu 2 file, bi de ne zamandır istediği klasik müzik kasetlerini aldım geldim..... - Kazııııııııım bu ne bu? - Orkide, istemiştin ya hani! - Hayır onu demiyorum, bu kasetler. - Haa senin cok istedigin kasetler vardı ya hani. - Aaaa ben sana bunları al mı dedim? Ben bunları seviyorum dedim. - Ama karıcım. - Ama mama istemem. Ben istemeden bişey alınmıycak! Hem bana CD alıcaksın bundan sonra. Bütün apartmanda CD calamayan bi ben kaldım. Bundan sonra CD alınacak bu eve.. Bak haftaya günüm var. Hemen CD istiyorum. - Hanııııııım bak sana ne aldım! - Aaaa Kazım? - şaşırdın ve çok sevindin di mi? - Bu ne bu? - Sanyo müzik seti hem de CD caları var. Bak bunlar da CD'ler. - Kazım sen ne müsrif ve işe yaramaz bi herifsin? - Ne oldu karıcım? - Sanyo alınır mi hiç? - Neden ki Sanyo'da bişey mi var? - Tabi ki, apartmandaki herkesin Sony'si, Pioneer'i var. Ben nasıl göstericem bunu millete. Uhü uhüüü. Hüngüüüürrrr. Bunun watt'ı da düşük. Superbass'ı da yok. Ühüüüü, sen beni sevmiyorsun, ühhüüüüüüü.... Allalaaa, karıya bak yaa, nereden ne buldu şimdi? Hem nerden öğrenmiş duymuş bu abudik gubidik lafları? Ulan karılar kendi aralarında superbass'dan mi konuşuyolar? Yoksa devir değişti de ben başka bi çağda mı yaşıyorum, nedir yarabbim bu karabasan.. Gittik Sony ile değiştirdik tabi. 3D-Deepbass'lisini aldık, hanım hava atıcak İNŞALLAH. Sony alanlara da cep telefonu veriyolarmış iyi mi? Hem de hattı kartı bedava. Eh hanım haklıymış demekki. Gerçi iki kat para ödedim ama bedava cep telefonu verdiler, o da aradan çıktı. Hemen eve koşarak döndüm: Hanııımmm baksana cep telefon hediyesi de varmış! - Kazım? - Gulp! - Bu ne bu? - Ce ce cep tele.... tele..... - Görüyoruz kör diiliz! Cep telefonu ile kurtulabiliceğini mi sandın? Bunlar demode oldu artık. Herkesin var cep telefonu. Sen hangi devirde yaşıyosun? Bak alt komşunun kocası karısına bilgisayar aldı. Hem de internetli. Bi hava atıyo ki sorma. Ben de istiyorum. - Innngg... Hadi ya? - Tabi ya, senin bunlardan haberin yok tabi. Elalem uzaya gidicek yakında. - Ama karıcım biliyosun seneye düşünüyoduk zaten bilgisayar falan... - Anlamam ben. Hemen istiyorum. Haftaya günüm var, göstericem. Ulan karı esas ben sana yakında gününü göstericem... Ama ses etmedim yine. Sonradan düşündüm aslında haklı, ne göstericek öbür kadınlara? Hemen arkadaşlardan biraz anlayanlara telefon ettim cepten. Ooo amma da meraklısı varmış bu işin.. Hepsi koşup geldi. Kimi diyo Pentium III al, öbürü diyo modemi 56 olsun, beriki diyo voodoo kartı taktır. Eüzibillahimin... Nedir hocam bu Vudu? Gittik bilgisayarcıya. Beni evirdi çevirdi elimdekini avcumdakini aldı. Üstüne de 3 senet yaptı, bilgisayarımızı aldık. Doğru eve koştum, hanım baylıcak artık, bilgisayarımız bile var. Komşulara bile yetiştik. Pardon çağı yakaladık diyorum. - Kazııım!!!!! - Hönk? - Bu ne bu Kazım? - Oooo... Eeee... 300 megahertz, CD romlu, 56K modemli, ekranı da ( dur kaç tı? ) hah! 15 inç - Kazım!!! - Neeeee............. - Kazım sen bir salaksın! Kazım sümsük herif! Bunu mu kakaladılar sana....!!!! - Ne var ki ne? - Kazım bu Pentium II bile diil - Ama 300 mhz. (Ah keşke öbür arkadaşı dinleyip P-II alsaymışım, işimiz var şimdi) - Kazım bu Cyrix! Gözün de mi görmedi? Bu olmaz! Etikette "Intel Inside" yazıcak..!!! - Ama karıcım ne farki var ki, yokmuş yani hiç bir farkı, bunun da interneti var. - Istemeeeeeeeeem istemem..... Hayatta elimi sürmem. Bu P-III olacak. Hem bunun diski de kuçuk. Ben bunun neresine ne download ediyim? Üstteki komşu bi site bulmuş bütün resimli yemek tarifleri varmiş. Bu diske sığar mı bunlar hiç? Ne biçim adamsın sen Kazım? Beni rezil mi ediceksin elaleme? Ses etmedim, madem faydalı bişey alıyoruz, hanım faydalanıcak, belki daha iyi yemek yapar, eğdim boynumu gittik degiştirdik, iki kat para ödedik ama bir PIII-450 aldik. Olsun yaa, biricik karım, ne karılar var her ay bilezik kolye diye tuttururlar. Bu arada sabir taşina dönmüşüm çatlamak üzereyim........ Birkac ay daha dayanabildim, çünkü anlycağınız üzere bu iş burada bitmedi.. Eve ne getiriyosam bi kulp bulundu, kimden ne gördü ve duyduysa istedi. Kazım...!!! Karşı komşular dolby prologic almışlar. Ben de istiyorum. - Kazım....!!! Yan komşular CD yazıcı almışlar. Bana hemen 8X hızlısı alınıcak. - Kazım.....!!! Üst komşular arabaya GPS taktırmışlar. Taktır çabuk yollarda kaybolmayalım. - Kazım......!!! İki alttakilere Çarkıfelek'ten araba çıktı. Ben de istiyorum, ara hemen, bana da çıksın ! - Kazım.....!!! İki üsttekiler digital çanak taktırttı. Çık çatıya sen de tak. Benim yok dedirtme bana...!!!! - Kazım... !!! Kapıcının karısının bile DVD playeri var ! Aylar içinde eriyip yitiyordum. Elde avuçta kalmadığı gibi bilmem kaçıncı tüketici kredisini tüketmiş, bellibaşlı bütün bankalara borç takmış, bilmem kaçıncı kredi kartını bağlatmış vaziyetteydim. Hayret bi şekilde bankalar hala daha geliyolar: Bireysel hesap açalım, depozitli hesabımız var, hesabınızda para yokken para çekin, buyrun burdan yiyin.. Ben kafayı yemişim birader borç içinde yüzüyoruz zaten. Ulan peki bu kadar parayı bu apartmandakiler nereden buluyodu? Bir gün karım yine karşıma geçti: - Kazım! Bütün apartmandaki kocaların yan geliri var senin neden yok? Rüşvet mi yersin, mafya mi olursun, gece işi mi bulursun, ne yapıcaksan yap, ben anlamam! Bi tokat çaktım ki ben bile inanamadım. Karı boylu boyunca yerdeydi. - ... Karıyı eşşek sudan gelene kadar dövdüm. Ambulans çağırdım, doğru hastaneye. Bir süre korktum beni sorguya çekerler mi diye ama karı şikayetçi olmadı. Haftaya taburcu oldu geldi. Eve girer girmez: - Kazım, ALLAH belacığını versin herif! - Ne var lan yine ne? - Beni sigorta hastanelerinde süründürdün, ALLAH da seni teneşirlerde süründürsün! - Ne diyon karı ne diyon seennnnnnnn.....!!!!!! - Karşı komşunun kocası karısını özel sağlık hastanesinde baktırmış gül gibi! Millet karısını dövüyo ama özel hastanelerde özel odalarda baktırıyo. Beni rezil ettin ele güne! - Ha? - Yan komşu var ya, dövmekle kalmamış, ayaklarını da kırmış karıının, sen ne biçim herifsin? Gücün mü yok? Iktidarın mı yok? Sen ne biçim ERKEKSIN heriiiiff! Bunu duydum ya gözüm dönmüş. Ne kendimi biliyorum ne olanları hatırlıyorum. Karıyı 39 yerinden bıçaklayıp serdim yere. Üstüne15-20 bıçak daha saplamışım, bıçak saplanmadık yerim kaldı demesin diye! Işte böyle... Sanıyosunuz ki herşey cözümlendi. Hayır. Şimdi hapisteyim fakat daha kötü durumdayım. Her gece kabus görüyorum. Karım her gece rüyama giriyo.... Bana ne diyo biliyo musunuz? - Kazım ... Yok, boşverin. Söyleyip sizi de deli etmiyim şimdi. Neyseki yalnız diilim. Üst komşum üst ranzada, alt komşum alt ranzada, yan komşular da yan koğuştalar... Şaka bir yana Rabbim korusun İNŞALLAH
-
Kör Nokta
'En değerli duyu organımız hangisidir?' sorusunu sanırım gözlerimiz diye yanıtlayanlar çoğunlukta olacaktır. Peki, sizce gözlerimizin 'kapsama alanı' yeterli midir? Mesela elinizdeki havluyla kadim uyku düşmanımız bir sivrisineğin peşine düştünüz. İlk hamle ve sonuç sıfır. Belki de kırılan bir vazo. Iskaladınız. Sizinle dalga geçer gibi gene havada dönmeye başladı. Nereye konacak diye gözlerinizle izliyorsunuz. Fakat o ne! Birden kayboldu. Görüş alanınızdan çıktı. Ama sesini duyuyorsunuz. Sabırla ikinci bir hamle için görüş alanınıza girmesini ya da bir yere konmasını beklemeye başladınız. Görüş alanınızda kör noktaların olduğu gerçeği canınızı sıktı. Belki de yenilgiyi kabullenip bir sigara yaktınız. İnsan, maymun ve bazı başka gelişmiş canlıların gözleri, özel biçimleri seçip tanıyabilirler. Buna karşılık hayvanların çoğu, renkleri ancak bir ölçüde algılarlar. Bazı hayvanlarsa renk körüdür. Boğaların kırmızı renkten gıcık kaptıkları kocaman bir yalandır. Onlar sadece hareket eden nesnelerden hazetmiyor. Yani matadorun pelerininin kırmızı ya da başka bir renkten olması önemli değil, yalnızca hareket ettirilmesi yeterli. Her neyse, ben unutmadan sorumu sorayım... Üçüncü bir gözümüz olsaydı neremizde olmasını isterdiniz?
-
Ege Şivesi
Bir sabah otoyol açılmazdan önceki eski yoldan Çeşme'den İzmir'e otobüsle geliyordum. Uzundere yol ayrımında bir teyze el etti ve durduk. Teyze ön kapıya geldi ve kaptanımıza seslendi. -Leng Irızaa...Hele beş dakkacık bekleyivecen mi ...Enişten şoracıkta (Eliyle çalıları işaret ediyor) işeyip duru... *** (anonim) Gaagıname Gaagıı vaaa gaagıcık vaar. Gagıdan gagıya fark vaa. Gağgı vaa dırnak gibin, Gağgı vaa pağnak gibin. Gağgı var sepet olmaz, gağgı var diynek olmaz. Germenciğin gağgısıyla İncirliova'nın gağgısı arasında Bi parnak faark var. Kargı var kargıcık var. Kargıdan kargıya fark var. Kargı var tırnak gibi. Kargı var parmak gibi. Kargı var sepet olmaz Kargı var değnek olmaz. Germencik'in kargısıyla İncirliova'nın kargısı arasında Bir parmak fark var.
-
Olur Böyle Vak'alar.
Mayıs 2009 16:42 Malatya'da bir ineğin Atatürk büstünü kırması, ineğin sürgün gitmesine neden oldu. Yeşilyurt ilçesine bağlı Kadiruşağı Köyü'nde "Gülsüm" adı verilen bir inek, Gül Kılıç isimli kadının elinden kaçarak ilköğretim okulunun bahçesindeki büstü kırınca, Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından aile hakkında soruşturma açıldı. Soruşturma açılınca Gül Kılıç, ineği, bitişik köydeki Ömer Aktaş isimli yakınına sattı. Büstü kıran ineğin sahibi Gül Kılıç, kendilerine ait büyükbaş hayvanın neden olduğu bir kazanın ardından açılan soruşturma nedeniyle korktuklarını ve ineği yakınlarına sattıklarını ifade ederek, "Büst kırılınca ifademizi aldılar. Ben de, inek elimden kaçtı ve beni de yere yıktı. Kolum incidi. Elimden kaçtıktan sonra çocuklar ineğin Atatürk büstünü yıktığını bana söylediler" ifadelerini kullandı. (Gazeteler) Gülsüm ..Gülsüm... Gül Kılıç...Gül Kılıc'ın Gülsüm'ü.. Kırılan büst ilk cumhurbaşkanımızın büstü. Ya son cumhurbaşkanımızınki olaydı? Habere gel. habere... Gül Kılıcın Gülsüm'ü Gül'ün büstünü dürtüp düşürdü... **** Toroslar Elektrik Dağıtım'da skandal.Kuruma ait lojmanın kaçak elektrik kullandığı ortaya çıktı. Sokaktaki elektrik direğine kanca atan lojman sakinleri, apartman elektriğini bedavaya getiriyor. (Gazeteler) İmam yellenirse cemaat ne yapmaz.
-
Kübik Bir Soru
Bir kübün içine, köşeleri kübün köşeleri olmak üzere kaç tane üçgen çizilebilir?
-
Piknik: Haziran 14 - Yer: BüyükAda : VARMI PİKNİĞE GELEN
Sevgili Erbay, iyi düşünmüşsünüz. Böyle bir etkinlik, kıdemli üyesi olduğum diğer bir forumda yapılıyor ve çok da hoş oluyor. Dediğiniz gibi katılabilen katılır, sonra çekilen fotoğraflar, konuşulan konular forumda paylaşılır. Ben en az sezon sonuna kadar Side'den ayrılabileceğimi sanmıyorum. Ama benim gibi katılamayanlarla forumda sanal bir piknik düzenleriz artık.
-
1000 sayfalık bir kitap vardır
999. sayfada yazan doğrudur. Bu kitapta yalnızca 999 tane yanlış ifade vardır.
-
Akrabalık Bağımız
Dedemin üç evladı var idiyse babam olur. Daha fazla evladı varsa amcam da olabilir.
-
BU SINIFTA KAÇ ÖĞRENCİ VAR ?
19 tane üçlü, 14 tane dörtlü, 11 tane beşli ve 9 tane altılı gurup olunca sınıfta 58 kişi olduğunda bu sağlanıyor. 19*3 = 57 +1 14*4 = 56+2 11*5 = 55+3 9*6 = 54+4
-
'Under The Dome' (Kubbenin Altında)
Havada uçarken boyut değiştiren uçakla ilgili hikayesine benziyor konu sanki. Bence birkaç cilde bölerler Kara Kule gibi.
-
Soulmate
Incompatible, it don't matter though 'cos someone's bound to hear my cry Speak out if you do You're not easy to find Is it possible Mr. Loveable Is already in my life? Right in front of me Or maybe you're in disguise Who doesn't long for someone to hold Who knows how to love you without being told Somebody tell me why I'm on my own If there's a soulmate for everyone Here we are again, circles never end How do I find the perfect fit There's enough for everyone But I'm still waiting in line Who doesn't long for someone to hold Who knows how to love you without being told Somebody tell me why I'm on my own If there's a soulmate for everyone If there's a soulmate for everyone Most relationships seem so transitory They're all good but not the permanent one Who doesn't long for someone to hold Who knows how to love you without being told Somebody tell me why I'm on my own If there's a soulmate for everyone ***** MÜZİSYEN dostlarım için gitar akorları Dsus2 Bb Dsus2 Bb Dsus2 Bb Incompatible, it don't matter though Dsus2 Bb Cause someone's bound to hear my cry Gm Speak out if you do Asus4 A You're not easy to find Dsus2 Bb Dsus2 Bb Is it possible Mr Loveable Dsus2 Bb Is already in my life Gm Right in front of me Asus4 A Or maybe you're in disguise Dm Gm C Who doesn't long for someone to hold Bb Who knows how to love you without being told Dm Gm C Somebody tell me why I'm on my own Bb If there's a soulmate for everyone Dsus2 Bb* Dsus2 Bb* Here we are again, circles never end Dsus2 Bb* How do I find the perfect fit Gm There's enough for everyone Asus4 A But I'm still waiting in line Dm Gm C Who doesn't long for someone to hold Bb Who knows how to love you without being told Dm Gm C Somebody tell me why I'm on my own Bb If there's a soulmate for everyone Dm Gm Dm Gm If there's a soulmate for everyone Gsus2 Most relationships seem so transitory Bb They're all good but not the permanent one Dm Gm C Who doesn't long for someone to hold Bb who knows how to love you without being told Dm Gm C Somebody tell me why I'm on my own Bb If there's a soulmate for everyone Dm Gm C Who doesn't long for someone to hold Bb Who knows how to love you without being told Dm Gm C Somebody tell me why I'm on my own Bb If there's a soulmate for everyone Dsus2 Bb* Dsus2 Bb* Dm If there's a soulmate for everyone **** ŞAİR dostlarım için anlamlarıyla beraber Incompatible -uyumsuz It don't matter though -hiç birşey ifade etmese bile 'cos someone's bound to hear my cry -çünkü birileri benim ağlayışımı duymak zorunda Speak out if you do -eğer sesli konuşursan you're not easy to find -bulmak için kolay değilsin Is it possible Mr. Loveable -bu mümkün müdür Bay Sevilebilir is it already in my life? -zaten benim yaşamımın içinde mi? right in front of me -hemen önümde mi? or maybe you're in disguise -belki de maskelisin Who doesn't long for someone to hold -kim birisinin sarılmasını istemez? who knows how to love you without being told -kim söylenmeden seni nasıl sevdiğimi farkedebilir? somebody tell me why I'm on my own -birileri bana neden yalnız olduğumu söylüyor if there's a soulmate for everyone -eğer herkes için bir ruh eşi varsa Here we are again, circles never end -işte buradayız yine, daireler asla bitmez how do I find the perfect fit -nasıl kusursuz uyumu bulurum there's enough for everyone -herkes için yeterince var but I'm still waiting in line -ama ben hala sırada bekliyorum Who doesn't long for someone to hold -kim birisinin sarılmasını istemez? who knows how to love you without being told -kim söylenmeden seni nasıl sevdiğimi farkedebilir? somebody tell me why I'm on my own -birileri bana neden yalnız olduğumu söylüyor if there's a soulmate for everyone -eğer herkes için bir ruh eşi varsa if there's a soulmate for everyone -eğer herkes için bir ruh eşi varsa Most relationships seem so transitory -en yakınlar çok fani görünüyor They're all good but not the permanent one -hepsi iyi ancak kalıcı değil Who doesn't long for someone to hold -kim birisinin sarılmasını istemez? who knows how to love you without being told -kim söylenmeden seni nasıl sevdiğimi farkedebilir? somebody tell me why I'm on my own -birileri bana neden yalnız olduğumu söylüyor if there's a soulmate for everyone -eğer herkes için bir ruh eşi varsa Who doesn't long for someone to hold -kim birisinin sarılmasını istemez? who knows how to love you without being told -kim söylenmeden seni nasıl sevdiğimi farkedebilir? somebody tell me why I'm on my own -birileri bana neden yalnız olduğumu söylüyor if there's a soulmate for everyone -eğer herkes için bir ruh eşi varsa
-
Bu forumdan başka hangi forumları ziyaret ediyorsunuz?
Sevgili Birce, Ne diyeyim bilmem ki? Üyesi olmadığım forum kaldı mı acaba? Çok merak ediyosan nikimi ya da adımı Google Hazretlerinden arat, dökülüversin hepsi kucağına... Eray ÖNELÇİN (NICLENO)
-
TAURUSMUTIS (galiba doğru oldu) happy birthday
Değerli meslekdaşım, size müzik dolu nice yıllar diliyorum.
-
Domuz Gribi
Not: Bu yazımı mail olarak dostlarıma gönderdiğim ve kopyalayıp buraya yapıştırdığımdan içinde büyük harflerle yazılan bölümler vardır. Bu ifadeler sadece dikkat çekmek amacıyla büyük harfle yazılmıştır. Hakaret ve bağırma içermemektedir. Değerli dostlarım , şu an için az önce aldığım bir telefondaki dostumun söylediğine göre Antalya Devlet Hastanesinde vefat eden bir hastada H1N1 virüsü tespit edilmiş fakat malum sebeplerden ötürü bu olay gizlenmekteymiş. Bu işin şakası yok. Çok dikkatli olunması gerekiyor. DİKKAT EDİLMESİ GEREKLİ HUSUSLAR: TOPLU YERLERDE BULUNULMAMASI, (Tabii ki stadyumlar da dahil) VÜCUT VE YİYECEK TEMİZLİĞİNE ÖNEM VERİLMESİ, ÖZELLİKLE ŞÜPHELİ ŞAHISLARLA SARILMAK, TOKALAŞMAK DA DAHİL YAKIN TEMASTA BULUNULMAMASI, VE BUNLARIN TARAFIMDAN BURAYA SÜS İÇİN YAZILMADIĞINI İDRAK EDİP 'BİZE BİRŞEY OLMAZ' MANTIĞINDAN VAZGEÇİLMESİ G E R E K ME K T E D İ R BELİRTİLER NELERDİR? Öksürük Tıkanıklık Burun tıkanıklığı Vücut ağrıları Ortak ağrılar Ortak Ateş Boğaz ağrısı Baş Ağrıları Yorulma Azalan enerji GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE BİZİM ALIŞAGELDİĞİMİZ SOĞUK ALGINLIĞI, NEZLE VE GRİP ARAZINDAN HİÇ BİR FARKI YOK BUNLARIN. O HALDE BUNLARIN HİÇBİRİNE YAKALANMAMAK EN İYİSİ. HEPİNİZE SAĞLIKLI NİCE YILLAR DİLEKLERİMLE... ERAY ÖNELÇİN
-
TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
Bence en büyük tehlike anket şıklarının dışında. Emperyalist güçlerin AB bahanesiyle Serv'i gündeme geçirmek istemeleri ve bunun için de epey mesafe katetmiş olmalarıdır. Diğerleri de tabii ki önemli, ne ki herşeyin başında bu yatıyor.