Zıplanacak içerik

Notamatik

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Notamatik tarafından postalanan herşey

  1. Notamatik şurada cevap verdi: ihgg başlık Din Felsefesi
    Mükemmel bir saptama, tebrikler sevgili Boşig, "Soyut bir boyuta ulaşmaya yönlendirmek". Bu neye benziyor biliyormusun? Taksicinin otomobilinin ucuna uzun bir sırık bağlarsın. Sırığın ucuna da bir çuval bağlarsın. Sonra da taksiye binip; şöföre; "Aaaa, bak bak, yakala yakala, şu çuvalın içi para dolu. Yakala da senin olsun. Çuval Taksim'e gidiyor, haydi bas gaza, daha hızlı git bak yetişemiyorsun" dersin. Taksim'e gelince de inersin. İnerken de "Para çuvalda, bas gaza, yakala yakala" dersin, ücret de ödemezsin. Adam ne kadar gaza bassa çuvala bir türlü erişemez. Sen de bedava kendini taşıtmış olacağın gibi; icabında ensesine bir de okkalı bir tokat patlatabilirsin. Hatta tekme tokat dövebilirsin bile. Nasıl olsa o çuvalın peşinde hipnoz olmuştur, vursan da duymaz. Yanlız burda çok önemli bir şey var ki; bunun tek suçlusu o çuvalı bağlayan değil, aynı zamanda da o çuvalı yetişmeye çalışandır. Zira bu iş sanki arz-talep meselesi gibi; çuvalın peşinden koşanın da hoşuna gidiyor. Bayılıyor öyle işlere. Bir tanesi, "soyut bir boyut, haydi yakala" diyor. Öbürü ise; "soyut bir boyut, gel beni uyut" diyor. Böylece de tencere yuvarlanıp, kapağını buluyor. Teşekkürler Boşig, seni ilgiyle ve sevgiyle izliyorum, senin yaşındayken senin yarın kadar bile olamadığım için ise kıskanıyorum. Kendinden onlarca yaş büyüklere yol gösteriyorsun, seninle gurur duymamak mümkün değil. Saygılar, sevgiler.
  2. Tövbe tövbe estağfurullah, hay yarabbiim ya resul allah! Yahu Vesade arkadaşım, sen bana şaka yapıyorsun değil mi? Bana ne anlatıyorsun "İncil değişti, Tavrat değişti" filan diye? Ben mi iddia ediyorum değişmedi diye? Allah iddia ediyor; git Mekke'ye ona söyle; "İncil ve Tevrat değiştirildi, senin haberin yok" de. "Biliyorum" derse; "niye öyleyse Kuran'da İncil ve Tevrat değiştirildi demedin?" de. Beni bu işlere alet etme; Allah'la kul arasına girmem ben. Siz ilk önce Allah-kul anlaşın aranızda, sonra bana gelin. Bak bir daha gösteriyorum, ne diyor?: Mâide/47: İncil ehli Allah?ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah?ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir. "İncil değiştirildi" dese; peşinden bir de üstelik; "değiştirilse bile, yine de İncil'le hükmetsinler" der mi? Yok sen eğer illa ki Allah'ın dediğine değil de benim dediğime inanacaksan; ben o zaman fikrimi söyleyeyim. Değiştirildi. Tevrat da değiştirildi, İncil de değiştirildi, Kuran da değiştirildi. Ama sizin Allah'ın bundan haberi yok. Onun zaten dünyadan haberi yok; Yahudilerin kitabını da Tevrat sanıyor; oysa ki Yahudilerin kitabı Tanahtır. Tanah 5 kitaptan oluşur, Tevrat sadece içlerinden bir tanesidir. Türkçe adı Töre'dir. Arapça adı; Şeriat'dır. Tanah'ın eski Yunanca adı; Pentagon'dur. Manası 5 kitap'dır. (Beşgen manasında da kullanılır). Mekke'ye Allah'ın yanına gidersen, bunları da anlat bir zahmet. Herşeyi yanlış biliyor; haliyle tabi ki siz de onun söylediklerine güvenmeyip; herşeyi bana soruyorsunuz. Ben söylüyorum işte; hepsi değiştirildi. Ekmek Kuran çarpsın ki, hepsi değiştirildi. Yalansa iki gözüm önüme aksın. Biz seninle aynı fikirdeyiz; sen sadece Allah'ı ikna et yeterli. Saygılar, sevgiler.
  3. USUL-i kUDRET SURESİ: 1- Bu kitap, herkes tarafından rahatça anlaşılsın diye, apaçık yazıldı. 2- Ey inananlar, hayvanlarınız otlaktayken, aldanır da içlerinden birini çaldırırsanız, o hayvanı çalanın cezası; ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi ve kendi kulaklarının kesilip kendisine yedirilmesidir. 3- Birden fazla hayvan çalan hırsızların cezası ise, gözlerinin kızgın demirle dağlanması ve aç ve susuz olarak güneş altında bağlanarak ölüme terkedilmesidir. 4- Biz inananlar erkekler için, 8'e kadar eş almayı helal kıldık. Ana-kız veya kızkardeşleri almak şartıyla bu sayı 20 ye kadar çıkarılabilir. 5- Aldığınız kadınlardan buna itiraz eden olursa, yüzlerini ateşle veya kezzapla yakın. Yine emirlerinize uymazlarsa, iki kolunu yok edene kadar her gün biraz yakın. Birden bire yakmayın ki; aylarca acı çeksin. Şimdi bu yukarda yazanların bir din kitabında yazdığını farzedin. İnanan olur mu bu dine? Elbette ki olur, yeter ki anası babası o dine inanıyor olsun. Mesela: Deyip, pekala inanabilir o dine. Ffyod arkadaşımıza yine de teşekkürler. Hiç olmazsa dürüstce, ne şekilde inandığını bize anlatıyor. Diğerleri onu da yapmıyor. "Çok mantıklı buluyoruz da, o yüzden inanıyoruz" diyerek bize yutturduklarını sanıyorlar. Her ne hikmetse dünyadaki insanların %99,999'u sadece kendi ebeveynlerinin dinini mantıklı buluyor. Tesadüfe bak sen! %99,999'luk tesadüf. Sizin asla inançsız bir döneminiz ol-ma-dıııı. Bunu aklınıza yerleştirin, oool-maaa-dııı. Dininizde anlayamadığınız yerlerin olması demek, sizin inançsız olduğunuz demek değildir. Lütfen, rica ediyorum; bu "bir zamanlar inançsızdım, yok ateisttim, vs." gibi sözleri bir daha kullanmayınız. Çok rica ediyorum sizden, insanları yanıltıp, yanlış yöne sürüklüyorsunuz. Siz tam aksine, bırakın dinden kopabilmeyi, hangi din olursa olsun razı olacak kadar, din uyumlu insansınız. Ülkemizde hiçbir din kalmasa; siz çıkar Africa'nın balta girmemiş ormanlarında, oradaki kabilelerden kendinize din bulursunuz. Lütfen ve lütfen çok rica ediyorum; siz "ben bir zamanlar dinsizdim" diyebilecek en son kişisiniz. Eğer siz bile bir zamanlar dinsizdiyseniz; "bu dünyadaki herkes bir zamanlar dinsizdi" diyebilmek işten bile değil. Yukarda ne demişsiniz? "inançsız olduğum zamanlar ruh çağırmıştık". İnançsız bir insan ruh filan çağırmaz. Çünkü inançsız bir insan için ruh diye birşey yoktur. Cin de yoktur, peri de yoktur, şeytan da yoktur. Ben inançlıyken bile ruh çağırmadım yahu. Saygılar, sevgiler
  4. Yazmıyor tabi ki, O yukarda verdiğin ayetlerin neresinde "İncil veya Tevrat değiştirlidi" yazıyor? Hiç bir yerinde. O ayetleri bir daha oku, sonra o ayetlerin devamındaki ayetleri de oku. Orada bahsedilen şey, Yahudilerden bazılarının kelime oyunları yaparak, kitaplarında yazanları başka türlü anladıkları ve anlattıklarıdır. Yani şu anda Kuran'ı makyajlamak için, kelimeleri 4 takla atttıranların yaptığı gibi yapıyorlarmış. Siz bilirsiniz o yöntemleri. "Kitapta yazanı değiştirdiler" filan demiyor. Bak konuyu aynen izah ediyor: Âl-i İmrân/78: Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı halde Kitab’dan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah katındandır” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler. Ne diyor? Kitapta olmadığı halde dillerini eğip büküp Kitap'tanmış gibi konuşuyorlar. Demekki "kitap doğru ama onların söylediği yanlış" diyor. "Gerçek manasını saptırıyorlar" diyor. Aynı İslamın çirkinliklerini öretmeye çalışan Kuran makyajcılarının yaptığı gibi yani. Bir de şunları oku: Bakara(*)/91: Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Halbuki o ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki, “Eğer inanan kimseler idiyseniz daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?” Neyi tasdik ediyormuş Kuran? Tevrat'ı. Hangi Tevrat'ı? Değiştirilmiş Tevrat'ı mı? Senin dediğin gibi olsaydı, öyle olacaktı. Bak hiçbir kitabı birbirinden ayırd etmiyorlarmış, hepsine iman ediyorlarmış: Bakara/136: Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” Değiştirilmiş İncil ve Tevrat'a mı iman ediyorlardı acaba? Hala "değiştirilmiş" mi diyorsun? Allah'tan daha mı iyi biliyorsun? bak ne diyor? "Onlar da kendi kitaplarına uysunlar" diyor. "Değiştirildiği halde yine de kendi kitaplarına uysunlar" demiyor. Mâide/47: İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir. Dur bir ayet daha vereyim, dön dön oku. Hiç olmazsa dininin en temelini olan bir şeyi öğrenmiş olursun. (Birşey değil) Mâide/68: De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme. İşin bir öbür komik yanı da bu zaten. Bir kitap gönderiyor, o kitabı insanların değiştireceğini bile bile korumaya gerek duymuyor. Daha da komik yanı ise; "kendisi kitap değştirilmedi, o kitaplara uyun" diyor, kulları ise "yok olmaz, değiştirildi, sen bilmiyorsun" diyor. İyiki siz benim kullarım değilsiniz, Allah Allah'a sabır versin. "Bugün size dininizi kemale erdirdim". Yani, Sizin dininizi kemale erdirmiş. Daha önce İncil ve Tevrat'ı kemale erdirdiği gibi mesela. Bakarsın yarın da beni peygamber yapar, bir kaç yıl sonra da benim indirdiğim dini kemale erdirir. "İslam dininden başka bir din gelmeyecek" diyor mu? Hayır. Gelmeyecek olsa derdi. Demek ki gelecek. Türkiye'de peygamberlik mesleği yasak olmasa ben getirirdim. Ama ilerde hiç belli olmaz, serbest bırakılacak olursa, sen şu anda gelecekteki peygamberin Notamatik'le yazışıyor olabilirsin. O şu an için öyle. Bir zamanlar da; "kim hristiyanlıktan başka din ararsa, yakacağım çırasını" diyordu. Ne oldu? İslam gelince kendisi de İslama döndü. "Artık başka bir din göndermeyeceğim" demediğine göre; demek ki; yeni din gelince de "Kim bu yeni dinden başka bir din ararsa.. vs." bir şeyler söyleyecek. Yine aynı şey. "Şu anda Allah katında din İslamdır" diyor. Yani Kuran'ın indiği zamandan bahsediyor. Bundan 2000 yıl öncesi de; "Allah katında din hristiyanlıktır" diyordu. Vardır, vardır. İslam kadar ruhbanlı bir din yoktur. İslam alimi diye bir şey de yoktur. Onların hepsi Allah'la kul arasındaki ruhbanlardır. İslamda ilim yok ki, alim olsun. Ruh var, peri var, cin var, şeytan var, derviş var, ermiş var. İlim hariç, her türlü kilim var yani. Demek "sadece Kuran okuyan kişi ***** kalır" diyorsun. "Mutlaka Allah'ın ayetlerinin manasını ona anlatan bir ruhban olmalı" diyorsun. Bunun manası da; "Kuran insanı ***** bırakır, eğitemez" manasına eşittir. Sende hiç Allah korkusu yok mu yahu? İyi cesaret valla. Bak Allah ne diyor, sen ne diyorsun? Neml/2,3: Kur’an, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü’minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir. Gördün değil mi? Allah seninle aynı fikirde değil. O "Kuran insanları hidayete erdirir" diyor. Sen ise "Kuran yetersiz bir kitapdır, yanında ruhban gerekir" diyorsun. Üstelik bak iyice anlayasınız diye; kolaylaştırmış: Kamer/17: Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? "Var mı düşünüp öğüt alan?" diyor. Yok Allah'ım yok. Öğüt filan alan yok. Senin kitabın yetersizmiş. İlla ki bir ruhban şartmış, öyle diyor kulların. Zuhruf/2,3: Apaçık Kitab’a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık. Gördün değil mi bak iyice anlayasın diye Arapça indirmiş. Daha hala ruhban lazım diyorsun. Sana kendi anadilinde(Ben dindarları Türk saymıyorum) Arapça kitap indirmiş, sen hala "ben anlamam" diyorsun. Saygılar, sevgiler.
  5. Sevgili Muallim Ali bey, Ben Arap'çadan anlamam, Arap'ça da benden anlamaz. O yukarda getirdiğim hadisler, zaman içerisinde Türkçe sitelerden biriktirdiğim hadislerdi. 1 yılı aşkın bir süredir bilgisayarımda öylece duruyorlardı, ben de bari şu foruma koyayım da millet faydalansın dedim. Senin dediğine göre; Buhari, Cihad 146 başka türlü, benim getirdiğim ise başka türlü. Arapça bilmediğim için hangisi doğru bilemeyeceğim. Ancak eğer hadis kitabında gerçekten de senin dediğin gibi yazıyorsa, demek ki o hadis uydurmaymış. Eh yani o kadar çok sahih hadis yanında bir kaç tane de uydurma çıkabilir, Arapça bilmememe yor. Gerçi o hadis senin dediğin gibi bile olsa tam olarak uydurma sayılmaz, en azından yarısı doğrudur. Yani; Abdullah ibn Umer şöyle haber vermiştir: Peygamber'in gazvelerinden birinde bir kadın öldürülmüş olarak bulundu (Üstteki kısmı doğrudur, hatta "bir kadın" yerine "bir sürü kadın" yazsaymış daha da doğru olacaktı. Şu alttaki kısım ise uydurmadır. Zira Peygamber efendiniz öyle bir şeyi çirkin bulmaz.) da Rasûlullah (S.a.v) kadınların ve çocukların öldürülmesini çirkin gördü. (Buhari, Cihad/146) Hadis yine de fena değilmiş. Eğer "öldürülmüş bir kadın bulunmadı" deseydi hadisin uydurma olduğu anlaşılacaktı. Veya "kadınları öldürenlerin yakalanıp, cezalandırılmasını emretti" filan deseydi, hadis tam uydurma olacaktı. Saygılar, sevgiler.
  6. Tam çıkmıştım aklıma geldi geri döndüm. Bakın sakına bu hadisleri uygulamaya kalkmayın he! Bunları uygulayasınız diye göstermedim, sadece dininizin ne olduğunu öğrenin diye gösterdim. Ben yurdum insanından korkarım, ne yapacağı belli olmaz çünkü. Gelip bir uyarayım dedim.
  7. Arkadaşlar, hadis deyip de her hadis-şerife inanmayın. Hadislerin bir kısmı gerçek, bir kısmı ise uydurmadır. Fakat çoğunluğu gerçek hadistir. Şimdi aklınıza "bir hadisin gerçek olup olmadığını nasıl anlayacağız?" sorusu gelebilir. Yöntem şudur; eğer bir hadis Kuran'ın ve İslam'ın ruhuna uymuyorsa o hadis uydurmadır. Örneğin "ilim Çin'de de olsa alın" hadisi Kuran'ın ve İslam'ın özüne uygun olmadığı için uydurma bir hadistir. Şimdi ben burada sizlere yardımcı olmak için, Kuran ve islam ruhuna uygun olan gerçek hadislerden örnekler vereceğim. TÜRKLER HAKKINDA: • • "Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş(kalın) derili olan bu toplumla.... kıl giyerler."( Bkz. Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Fiten/62-65, hadis no:2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'l-Melahim/9 Babun fi Kıtali't Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu'l-Cihad/Babu Gazveti't-Türk...) • • "Siz (müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır." (Buhari, e's-SAhih, Kitabu'l-Cihad/96; Müslim, e's-Sahih, kitabu'l-Fiten/62 hadis no: 2912; Ebu Davud, Sünen, hadis no: 4304; Tirmizi, h. no: 2251; İbn Mace, h. no: 4096-4099) • • "Türklere karşı katliam, kesinlikle olacak."... (Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad/96) • • "Sizinle(siz müslümanlarla), küçük(çekik) gözlü toplum, Türkler savaşacaktır. Siz onları, üç kez önünüze katıp süreceksiniz. Sonunda Arap Yarımadası'nda karşılaşacaksınız. Birincide, onlardan kaçan kurtulur. İkincide kimi kurtulur, kimi yok edilir. Üçüncüdeyse onların tümü kırılacaktır."(Ebu DAvud, sünen, hadis no: 4305.) SAVAŞ VE ÖLDÜRME HAKKINDA: • • Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi. Adamlar develeri dağıttılar ve çobanı da öldürdüler. Peygamber onları yakalattı, ellerini ve ayaklarını kesti, gözlerini oydu, çölde susuz ölüme terk etti. Biz onlara su vermek isteyince, Peygamber bizi engelledi.” Buhari Tıp5/1, Hanbel 3/107,163 • • Kimi durumlarda çocuklar, kadınlar, körler, kötürümler, yatalaklar : Bunlar genellikle öldürülmezlerse de bunlardan savaşır durumda olan, "görüş sahibi" olan, mal sahibi olan, yetki-hükümdarlık makamında olan öldürülür. (Bkz.Dürer, c.1, s.283-284, Dâmâd, c.1, s.497). • • "Peygamber, savaşta kadınların va çocukların öldürülmesinin bir sakıncası olmadığını söyledi" (Buhari, Cihad/146; Ebu Davud 113). • • Gece baskınlarında, kafirler toptan kılıçtan geçirildiğinde, evler yakılıp yıkıldığında öldürülenler arasında "kadınlar ve çocuklar" da bulunuyordu. (Bkz. Ebu davud, Cihad/102, hadis no: 2638; Cihad/121, hadis no: 2672; İbn Mace, Cihad, hadis no: 2840; Ahmed İbn Hanbel, 4/46; Tirmizî, Siyer/19, hadis no: 1570). • • Saab b. Cessame'in (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamberimize (a.s.) Müşrikler üzerine yapılan gece baskınlarında onların aile ve çocuklarının da hedef olduğundan bahsedilerek bu konudaki hüküm sorulmuştu. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Onlar da müşrikler camiasındandır" cevabını verdi. Sahih-i Müslim: 3281 • • Hadis: “Dinini değiştireni öldürün.” Nesei 78/14,Buhari 12/1883 • • Kanlarinizi ve mallarinizi kurtarmak istiyorsaniz: Peygamber diyor ki: "Onlar, Allah'tan baska Allah olmadigina, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduguna inanincaya, bizim kiblemize dönünceye, kestiklerimizi yiyinceye, ve namazimizi kilincaya ve zekatlarini verinceye kadar, insanlarla öldürüsmem (mukatele) emroldu. Insanlar, bunlari yerine getirdikleri zaman, benden kanlarini ve mallarini kurtarmis olurlar. (Buhari, Selat/28; Tecrid, hadis 24; Ebu Davud, Cihad/104, hadis 2641; Müslim, Iman/32, hadis 20,22) • • Muhammed buyuruyor: "Müslümanın kanı ancak üç şeyden birisi ile helâl olur. Zina eden evli, cana karşılık can, dinini terkeden ve İslâm toplumundan ayrılan kimse." (Buhârî, Diyet, 6; Müslim, Kasâme 25; Ebû Davud, Hudud, I; Tirmîzî, Hudud, 15) Bu hadisi İbn Mes'ud (r.a.) rivâyet etmiştir. • • Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kasden öldürmede kısas vardır. Ancak, maktulün velisinin affetmesi halinde durum değişmektedir." • • Hz. Peygamber’in Bekr Kabilesini İslâm’a Davet Etmesi: Hz. Peygamber’in amcası Abbas der ki: “Allah’ın Rasûlü bana şunları söyledi: “Kendim için ne senin yanında ne de kardeşinin (Ebu Leheb’i kastediyor) koruma yok! Sen yarın beni panayıra götürür müsün ki, orada bazı kabilelerin konakladıkları yerlere gideyim?” Arapların toplandığı yerlere geldik. Biz panayıra gittik. Rasûlü Ekrem’e şurasının Yemen’den hacca gelen kabilelerin en üstünü Kinde kabilesinin, bunun Bekir b. Vail’in, şunun Benî Âmir b. Sa’sa’a’nın konakları olduğunu, kendisi için birini seçmesini söyledik. Rasûlü Ekrem Kinde’den başladı. Kindelilerin kimlerden olduklarını sordu. Onlar da Yemen ehlinden olduklarını söylediler. Rasûlü Ekrem “Yemen’in hangi kabilesindensiniz?” dedi. “Biz Kinde kabilesindeniz” dediler. Rasûlü Ekrem “Hangi Kindedensiniz?” deyince, onlar “Benî Âmir b. Muaviye’deniz” dediler. Rasûlü Ekrem “Kendiniz için bir iyilik ister misiniz?” diye sordu. Onlar “O hayır nedir?” dediler. Hz. Peygamber “Allah’tan başka mabud olmadığına şahidlik edeceksiniz, namazı kılacaksınız. Allah katından gelen vahye iman edeceksiniz” buyurdu. Abdullah b. Eclah der ki: “Babam, kavminin ileri gelenlerinden bana rivayet ettiğine göre Kinde kabilesi Rasûlü Ekrem’e şöyle bir teklifte bulundu: “Eğer sana tâbi olursak, sen galib gelirsen, öldükten sonra bu işin başının bizde olacağına dair söz veriyor musun?” Rasûlü Ekrem ”Mülk Allah’ındır, dilediğine verir! (ben kimseye bu sözü vermem)” dedi. Bunun üzerine “O halde senin getirdiklerine ihtiyacımız yok” diyerek Rasûlullah’ın teklifini reddettiler. Kelbî der ki: Onlar Rasûlullah’a şöyle bir cevap verdiler: “Bizi mabudlarımızın ibadetinden menetmeye ve Araplara karşı savaş açmamız için mi geldin? Git, kavmine ilhak et! Bizim sana bir ihtiyacımız yok!” Rasûlü Ekrem onların yanından ayrılıp Bekir b. Vail’e geldi. Kavminin kimlerden olduğunu sordu. Onlar da Bekir b. Vail’den olduklarını söylediler Rasûlü Ekrem ‘‘Hangi Bekir b. Vail’den?” diye sorunca, onlar “Benî Kays b. Sa’lebe kabilesindeniz” dediler Rasûlü Ekrem ‘‘Sizin sayınız ne kadar” diye sordu. Onlar “Çoktur, toprak kadar!” dediler. “Sizin korunmanız nasıl?” diye sordu. “Bizim için korunma yok! Biz Farsların komşusuyuz. Biz Farsların düşmanlık yaptığı bir kimseyi koruyamayız ve onlara bizim himayemizde olduğunu söyleyemeyiz” dediler. Hz. Peygamber “Eğer Allah Farsların konaklarını size verirse, kadınlarını size nikâh ederse, çocuklarını size köle ederse, otuz defa Sübhânallah, otuzüç defa elhamdülillah, oturdört defa da Allâhu Ekber diyeceğinize söz verir misiniz?” dedi. Onlar Rasûl-ü Ekrem’e kim olduğunu sordular. Hz. Peygamber “Ben Allah’ın peygamberiyim” dedi. Sonra onlardan ayrıldı. Kelbî diyor ki: “Hz. Peygamber onlardan ayrıldığında amcası Ebu Leheb onun arkasında idi. O da halka “Bunun sözünü kabul etmeyin” diyordu. Sonra Ebu Leheb de geçti. Bu kabile ona “Sen bu kişiyi tanıyor musun?” diye sordu. O da “Evet, tanıyorum. O bizim en büyük ailemizin çocuğudur. Siz onun nesini soruyorsunuz?” dedi. Onlar Rasûl-ü Ekrem’in onları davet ettiği hususu öne sürerek şöyle dediler: ‘Bu, ben Allah’ın peygamberiyim diye iddia ediyor!” Ebu Leheb onlara şu cevabı verdi: “Sakın onun sözüne kulak asmayın. Çünkü o delidir. Başının tepesinden hezeyan kusuyor!” Onlar “Zaten Farslılar hakkındaki sözlerinden biz bunu anlamıştık” dediler. Ebu Nuaym, (Abbas’tan); Bidaye, III/140 Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/82-83. KADINLAR, EVLİLİK VE CİNSELLİK HAKKINDA: • • Hadis: “Eğer erkeğin tepesinden tırnağına kadar cerahat aksa, kadın da bunları ağzı ile temizlese, yine de erkeğin hakkını ödemiş olmaz.” İbni Hacer el Heytemi 2/121 • • Hadis: “Sizden birisi cinsel münasebette bulunduğu zaman eşinin cinsel organına bakmasın, zira cinsel organa bakmak körlüğe sebep olur.” Feyzul Kadir 1326 • • Hadis: “Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe’nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran’dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.” İbni Mace 36/194,Hanbel 3/61,5/131 • • "Keçinin yemesi sonucu Kuran'dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran'a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi" (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34). • • Hz. Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdügü sorulmaz." Ebu Davud, Nikah 43, (2147). • • "Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev ve kadın" (Buhari 76/53). HAYVANLAR HAKKINDA: • • Hadis No : 3468 Ravi: İbnu Ömer Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Av ve çoban köpeği dışında köpek besleyenin ecrinden her gün iki kıratlık eksilme olur." (Salim der ki: "EbA Hüreyre (bu hadisi rivayet ederken): "...Veya ziraat köpeği" derdi.) Çünkü o ziraat sahibi idi." Buhari, Sayd 6; Müslim, Müsakat 50, (1574); Muvatta, İsti'zan 12, (2,969); Tirmizi, Ahkam 4, (1487); • • Hadis No : 3469 Ravi: Ebu Hüreyre Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sürü veya av veya ziraat köpeği dışında bir köpek besleyen kimsenin ecrinden her gün bir kırat eksilir." Buhari, Hars 3, Bed'ül-Halk 14; Müslim, Müsakat 58, (1579); Ebu Davud, Sayd 1, (2844); Tirmizi, Ahka • • İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm av veya koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti." İbnu Ömer radıyallahu anh'a: "Ebu Hureyre, "veya ekin köpeğini de diyor!" denilmişti, bunun üzerine: "Onun ekini var da ondan!" cevabını verdi ve ilave etti: "Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz, hepsini öldürürdük. Hakkat biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürürdük." Buhâri, Bed'ü'l-Halk 14; Müslim, Musâkât 45, (1570); Muvatta, İsti'zân 14, (2, 969); Tirmizi, Sayd 4, (1488); Nesâi, Sayd 9, (7, 184). • • "Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama cezasını uyguluyorlardı. Onları bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim" (Buhari 63/27). • • "Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev ve kadın" (Buhari 76/53). • • Hadis: “Tüm kara köpekleri öldürünüz. çünkü onlar Şeytan-dır.” Hanbeli 4/85,5/54 KÖLELİK HAKKINDA: • • 4228 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Bizimle su arasında bir müddetlik mesafe kalınca Hz. Ebu Bekr emretti, gece istirahati için mola verdik. Sonra baskını başlattı. Suya vardı. Suyun başında ölen öldü, esir alınan esir alındı. Ben halktan bir cemaate bakıyordum. İçerisinde çocuklar ve kadınlar vardı. Dağa benden önce varırlar diye korkarak onlarla dağın arasına bir ok attım. Oku görünce durdular. Onları sürerek getirdim. aralarında Beni Fezare'den bir kadın vardı. Üzerinde deriden bir kaş' vardı. Kaş' kuru post demektir. Kadının yanında Arapların en güzelinden bir kız vardı. Onları, sürerek Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a kadar getirdim. Ebu Bekir, kızı bana hediye etti. Medine'ye kadar geldik. Kızın elbisesini bile açmadım. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çarşıda bana rastladı. "Ey Seleme, dedi, kadını bana bağışla!" "Ey Allah'ın Resulü, dedim, vallahi hoşuma gitti, ancak henüz elbisesini bile açmadım." Ertesi günü, çarşıda bana yine rastladı. "Ey Seleme, ceddine rahmet, kadını bana bağışla!" buyurdu. "Ey Allah'ın Resulü! dedim, o senindir, Allah'a yemin olsun, kadının elbisesini açmadım!" Sonra Aleyhissalatu vesselam o kadını Mekke'ye gönderdi ve Mekke'de esir edilen bazı müslümanların fidye-i necatı yaptı." Müslim, Cihad 46, (1755); Ebu Davud, Cihad 134, (2697). • • İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, öleceği sıra, kendine ait altı köleyi azad etti. Onlardan başka malı da yoktu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları çağırdı. Onları üç gruba ayırdı, sonra aralarında kur'a çekti. İkisini azad etti. dördünü köle olarak bıraktı. Adamı da şiddetle azarladı." Müslim, Eyman 56, (1668); Muvatta, Itk 3, (2, 774); Tirmizi, Ahkam 27, (1364); Ebu Davud, Itk 10, (3958- 3961); Nesai, Cenaiz 65, (4, 64). • • Hz. Cerir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez." Müslim, İman 122-124, (68, 69, 70); Ebu Davud, Hudud 1, (4360); Nesai, Tahrimu'd-Dem 12, (7, 102). MÜTEFERRİK HADİSLER: • • Hadis: Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır. BuhariTesavir, 89 • • Hadis: “Kalbinde hardal tohumu kadar kibir bulunan cennete giremez. Yine kalbinde hardal tohumu kadar iman olan da cehenneme giremez.” Buhari 81/51 • • Hadis: Ölüm meleği Musa’ya gelerek: “Rabbine icabet et” dedi. Bunun üzerine Musa ölüm meleğinin gözüne tokat vurarak onu çıkarttı. Melek hemen Allah’a dönerek “Sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin, o benim gözümü çıkardı” dedi. Sahihi Müslim 10/176 • • "Musa ölüm meleğinden çok korkuyordu. Bir gün ölüm meleği canını almaya gelince meleğin yüzüne tokat atıp bir gözünü çıkardı" "Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayınız. Ben, Yunus peygamberden bile üstün değilim" (Buhari 65/4,5; Hanbel 1/205,242,440; 2/405,468). • • 4111 - Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâla hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizi, Da'avat 105, (3533). • • Hadis: “Peygamber Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı.” Buhari 76/47 Hanbel 6/57,4/367 • • Peygamberimiz’e sihir yapılmıştı. Öyle ki hanımları ile cinsi münasebette bulunmadığı halde bulunduğunu zannederdi. Süfyan bunun en şiddetli sihir olduğunu söylemiştir.” (Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası, sayfa 152153) • • "Allah, ahirette peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir" (Buhari 97/24, 10/129 ve 68. surenin tefsiri). • • Hadis: “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 derece daha üstündür. “ Buhari Ezan 30, Müslim Mescid 249, Muvatta Cemaat 1 • • Hadis: “Sol elinizle yemeyiniz, içmeyiniz. çünkü Şeytan sol eliyle yer, içer.” Hanbeli 2/8,33 • • Hadis: “Yer yüzü balığın sırtındadır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir.” Buhari 3/51 • • Hadis: “Yangın gördüğünüzde tekbir getiriniz, zira tekbir (Allahuekber demek) onu söndürür. Ramuzel Hadis Saygılar, sevgiler
  8. Diyor ve aynı kişi bir alttaki iletisinde Atatürk'ün güya dua ederkenki resmini gösteriyor. Bu zaten dinciler tarafından hep yapılan şey. Bir taraftan Atatürk'ü kötülemeler, "O dinsiz imansızın biriydi, onun peşinden gitmeyin" demeye getirmeler. Bir taraftan da bunu yemeyenler için, "bak Atatürk dindardı, sen de dindar ol, bırak laikliği" filan demeler. Yani; şu Atatürkle ilgili ne varsa kapatılsın, kapatılamıyorsa bari dindarlaştırılsın, Atatürkçülükten koparılıp, ümmetçiliğe dönüştürülsün. Zira adamların Atatürkçü gibi Atatürkçülüğe tahammülü yok. Devleti ama öyle ama böyle milletten alıp, ümmete mutlaka teslim edecekler. Maksatları bu. Belki olur ama çok beklersin kardeşim. Ama bir de geri teperse, Atatürkçü dernekler yerine senin o camilerin, mescitlerin, tekkelerin kapanırsa hiç şaşma. Nede olsa burası Arap'ın değil Türk milletinin ülkesi. Türklerin de hiç sağı solu belli olmaz. Bakarsın tepeleri atar, senin o ümmetinin dinini Arap'ın kutsal topraklarına geri postalar. Güle güle
  9. Şu alıntıdaki bazı yerleri bir daha vurgulayalım. "o dönemde yaşayan insanlar tarafından değiştirilmedi" Demek ki başka dönemde yaşayan insanlar tarafından değiştirildi. Bunu bir kenara yazıp devam edelim. Başka ne deniyor? "dinimizde ruhbanlık sınıfı yoktur" Bunu da bir kenara yazıp başlayalım. Buradan anlaşılıyor ki; Kuran indiğinde ne İncil nede tevrat değiştirilmemişti. Yani İncil 600 yıllık olduğu halde sapasağlam duruyordu. Tevrat ise Kuran indiğinde 1900 yıldır sapasağlam duruyordu. Bu kitaplar Kuran döneminde değiştirilmiş olsaydı Kuran'da yazardı. İslam inancına göre Kuran'ın iniş sebebi diğer kitapların insanlar tarafından değiştirilmiş olmasıdır. Hatta Allah Kuran'ın kimse tarafından değiştirilemeyeciğini söylemiş ve bir ayetle onun korunduğunu bildirmiştir. Fakat her nedense İncil ve Tevrat'ı korumak Allah'ın aklına gelmemiştir. Yada koruyamamıştır. Becerememiştir. Bunu müslümanlara anlatmak mümkün değildir. 1- (yani bir) İncil ve Tevrat'ı korumaya gerek duymamıştır. 2- (Yani iki) Korumaya gerek duymuştur ama korumayı becerememiştir. 3- (Yani üç) Bu şık yoktur. (Yani yoktur) Yani başka şık yoktur. Bu kadar basit bir şeyi anlatmaya imkan da yoktur. Ya korumamıştır diyoruz yada koruyamamıştır. Fakat na-hak yere kendimizi helak ediyoruz. Zira ikisini de kabul etmiyorlar cevap olarak ağızlarında lafı dolaştırıp duruyorlar. Şimdi yine öyle olacak göreceksiniz. Çünkü, "korumamıştır" dediğin zaman; bu "insanlar benim gönderdiğim kitabı değiştirirlerse değiştirsinler, benim umurumda bile değil" manasına gelir. Bunu bildikleri için "korumamıştır" diyemezler. Üçüncü şık olmadığına göre; geriye ne kalıyor? KoruyaMamıştır. Bu ne demek oluyor? Tevrat ve İncil indiğinde Allah henüz bu işlerin acemisiydi, bazı şeyleri yapmaktan acizdi". Evet geriye ne kalıyor? Hiçbir şey. Ağzında lafı gevelemekten başka. Bütün bunların yanında; hiç düşünmezler ki; bu mantığa göre; kitapları tahrip edilmiş hristiyanlar ve yahudiler dinsiz kalmıştır. Buna göre o Allah denen putun yeni bir din göndermesi lazım onlara. Zira Kuranda kendisi demiyor mu "Biz bütün kavimlere din gönderdik, kimseyi dinsiz bırakmıyoruz" diye? Nerede yeni din? Yok. Şimdi onlar kitapları tahrip edilmiş halde, nasıl da, neyden sorumlu tutulacaklar? Cevap mı? Geveleriz olur biter. Ne deriz mesela; "İslama geçsinler". Güzel uydurduk değil mi? Peki bunlar ne sebeple İslama geçecekler? Kitapları değiştirildiği için mi? Nereden bilecekler kitaplarının değiştirildiğini? Allah söylemesi gerekmiyor mu? Yoksa müslümanlar onlara "sizin kitabınız değiştirildi" dediği için mi İslama geçecekler? Tanrıyı bırakıp insanların dediğine mi gidecekler? Bu mantığa göre öyle olması gerekiyor. Zira tanrı onlara ne Kuran'da nede başka bir yerde "sizin kitabınız değiştirildi" diyor. Adamın biri gelip size "sizin Kuran değiştirildi" dese dinden çıkarmısınız? Eğer çıkarsanız ben size söyleyeyim "sizin kitabınız değiştirildi. hem de defalarca değiştirildi." Üstelik bu gerçektir. Kuran hem Muhammed döneminde hem de Muhammedden sonra defalarca değiştirilmiştir. Haydi çıkın bakalım dininizden. Bir de sayın Mimoza'ya sormak lazım. İncil ve Tevrat ne zaman değiştirildi sayın Mimoza? Tam tarihini bize verebilirmisiniz bir zahmet? Cevap veriken yanına bir de, insanlar Allah'ın kitabını değiştirirken Allah'ın neden karışmadığını da eklersen seviniriz. Ayrıca size daha başka bir soru daha sormak şart oldu şimdi. "İslamda ruhbanlık yoktur" diyorsunuz. İslamda ruhbanlık yoksa; siz bu İncil ve Tevrat'ın değiştirildiğini nerden biliyorsunuz? Size bunları kim söyledi? Kuranda yazmadığına göre mutlaka ruhbanın biri söylemiş olmalı. Peki ya İslamda ruhban yoksa o koskoca Diyanet neyin nesi? Peki ya o tarikatlar? Cemaatler? Şeyhler, şıhlar dervişler, ermişler? Bunlar neyin nesi? Peki ya hadis yazarları? Buhariler, Müslimler? Bunlar da mı ruhban değil? O halifeler neyin nesi peki? Peki ya mezhepler? İslamda ruhban yoktu da onca mezhep nasıl çıktı? Fetullahlar? Adnan Oktar'lar? Cüppeli Ahmet hocalar? Bunlar ruhban değil de nedir? Şunu aklınıza kesin yerleşririn bir kere. İslam kadar ruhbanlı bir başka din daha yoktur. İslam dini ruhbanlık üzerine kurulu bir dindir. Bana "ama o ruhbanlık şöyle" filan da demeyin. O ruhbanlık şöyleyse sizinki de böyle. Saygılar, sevgiler.
  10. İnsanları onların bazı sıfatlarına göre baştan sınıflandırmak elbetteki yanlış. Buna ön yargı deniyor halk arasında. Fakat gel gör ki; kesin olarak sınıflandırmamasan da; en azından insanlara onların bazı sıfatlarını bilerek yaklaşmak, çoğu zaman kaçınılmazdır. Mesela dindar bir semtte, milletin ortasında, sahilde üstsüz güneşlenen bir bayan "bir deneyeyim, bakarsın kızmıyorlardır" dediği zaman biraz fazla önyargısızlık yapmış olur. Bu sadece insan ilişkileri için değil, tüm yaşantımızda geçerlidir. Bazı şeyler hakkında onunla muhattap olmdan önce de bir takım şeyler bilmeli ve ona göre davranmalıyız. Mesela "tüm kaplanlar saldırır" diyerek ön yargılı olmamak adına, "belki bu kaplan saldırgan değildir" diyerek, kaplanı kedi okşar gibi okşayamayız. Yukarda saydıklarım biraz abartılı, uç örnekler oldu. O verdiğim örnekleri tabi ki kimse yapmaz. Ancak o abartı örneklerin, bir de abartısız örnekleri vardır, onları da örnek vermem, çünkü biri gelir verdiğim örneklerin üzerinde çalışmalar yaparak, asıl konuyu kaynatır. Ben insanları çok severim, hayvanları da çok severim, doğadaki herşeyi çok severim. Ama bunun manası doğadaki hiçbir şeyden korkmam manasına eşit değildir. Mesela kaplanları, sırtlanları ve insanları çok severim ama kaplanlardan da, sırtlanlardan da, insanlardan da korkarım, çekinirim, onları uzaktan sevmeye çalışırım. Zira bu saydığım canlılar, insan da dahil olmak üzere, saldırgandır. Evet! Tedbirli olduktan sonra, kaplan'a da, insana da, sırtlana da yaklaşabilme imkanına sahibim. Fakat yasal olarak insanları bağlamak veya kafese kapatmak suç olduğu için, ben de tedbirimi ancak onlardan biraz uzak kalarak alabiliyorum ancak. Mesela bir bakkaldan ekmek bile alırken, parayı verirken sağa sola bakarım ki, beni başka şeylerle ilgileniyor sansın da samimiyet kurmak için gevezelik yapamasın. Zira samimiyet kurması demek, bana yaklaşması, bana yaklaşması demek ise bana saldırması demektir. Tabi ki bu kadar paronayak değilim. Ne yapıyorum? bakkalına göre davranıyorum. Cinsine, cibiliyetine, kılık kıyafetine, diline, aksanına dinine bakıyorum. Görebildiğim kadar tabi ki, kalkıp da uzun uzun adamı incelemiyorum. Kimilerine göre, benim bu yaptığım önyargılı olmaktır. Ama bana göre bu önyargılılık değil, tedbirdir. Önyargılılık bir şey hakkında hiçbir bilgi saibi olmadan, baştan karar vermek ve üstelik o karara göre icraatta bulunmaktır. Daha da önemlisi, adı da üstünde; hiçbir kesinlik yokken, "yargılamak"tır. Ve hatta infaz etmektir. Ben bunları yapmıyorum. İnsanlardan kaçarken, her insanın saldırgan olmadığını biliyorum. Şöyleleri genellikle şöyledir diye düşünürken, hiçkimseye "o halde sende şöylesindir" demiyorum. Kötü niyetten %99,99 emin olduğum durumlarda bile; bu eminliğimi içimde saklayıp, sadece tedbiri alıyorum, kişiyi yargılamak aklımdan bile geçmiyor. Bunları neden anlattım? Yukarda dedim ya, ben insanlardan da, yırtıcı hayvanlardan da korkarım diye! Fakat bunların herbirinden aynı derecede korkmam. Tehlike derecelerine göre korkarım. Mesela çakaldan az, leopardan daha fazla korkarım. İnsanların da, laik'inden az, dindarından çok korkarım, dinsizinden ise neredeyse hiç korkmam. Sanıyorum 9-10 yaşlarındaydım. Apartmanımızın bir dindar kapıcısı vardı. Güleryüzlü, sabırlı, hoşgörülü, namazını hiç aksatmayan, o fakir haliyle az da olsa zekatını veren bir adamdı. O yıllarda hem insanlar tarafından, hem ailem tarafından "din insanı iyi insan yapar, dindarlar iyidir" savı empoze ediliyordu. Gerçi ailem hiç dindar değildi ama onlar da öyle düşünüyorlardı. Yada öyle sanıyorlardı. Ben üzüntülü olduğum zaman bile insanların yüzüne gülerim ki, onlara da bu üzüntümü yansıtmayayım diye. İçim kan ağlasa da asık bir suratla kimseyle diyalog kurmam. Kendimi zorlar onun yüzüne gülerim. Çocukken de böyleydim. Dindarlarda en çok dikkatimi çeken şey, insanlara karşı saygılı konuşmaları, güler yüzleri, sabırlı olmalarıydı. Bir de hakikatten, yoksullara yardım da ediyorlardı, kötü insan olsalar bunları yapmazlardı. En azından bir insanın sahte güler yüzü olabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Sanardım ki; aynı benim gibi, onlar da "üzüntüleri belli olmasın da başkaları da üzülmesin, onlara karşı saygısızlık olmasın" diyerek her zaman güler yüzlü ve nazik olabiliyorlar. Çok sert bir kış geçiyordu. Okuldan dönmüştüm, tam apartmandan içeri girdiğimde içerde bir kedi gördüm. O kediyi daha önceden de apartmanın içinde görüyordum, soğuktan korunmak için apartmana giriyordu, ben de onu seviyordum, bazen en üst katta dairemizin kapısına geliyordu, ben de ona süt ve yiyecek veriyordum. Apartmanın kapısından girdiğimde bahsettiğim güleryüzlü, hoşgörülü, sabırlı, dindar kapıcımız da tam o sırada ordaydı. Yine benim yüzüme hoşgeldin diyerek gülerken, tam o sırada o kediyi gördü içerde. Kedi onu görünce kaçmak istedi. Kapı kapalı olduğu için kaçamadı. Kapıcımız ayağının tabanıyla kedinin üstüne, tam kafasını ezecek bir şekilde öylesine gaddarca vurdu ki o çıkan ses hala kulaklarımı tırmalar. Kedinin kafasından kan fışkırdı. Yerde çırpınıp duruyordu. Ama kapıcımız hala hıncını alamamıştı, yine tabanıyla kedinin gövdesine güm güm vuruyordu. Tutamadım kendimi kapıcıya saldırdım o çocuk halimle. Kedi öldü ama ben hala kapıcıdan hırsımı alamamıştım. Ben de onun kafasını gözünü kırmak için o minik bedenimle ona saldırıyordum. Meğer kedi içeri girince ona temizlik işi çıkıyormuş, çamurlu ayaklarıyla içeriyi kirletiyormuş, onaymış bütün hiddeti. O günden sonra o dindarların o güler yüzünden, hoşgörüsünden, saygısından, nezaketinden şüphe duymaya başladım. Elbette ki o öyle yaptı diye bütün dindarlar öyle olacak değildi. Ama o olayı da tedbir olarak bir kenara yazdım. "Demek ki" dedim, "her dindar iyi kalpli değilmiş." O olay öyle geçti. O kapıcıyı bir istisna saydım ve dindarlara eskisi kadar olmasa bile saygıyı devam ettirdim. Toplumda da öyle lanse ediliyorlardı çünkü. Aradan yıllar geçti, büyüdüm, ticarete atıldım. Ticarete atılmadan önce bazı insanlardan bahsedilirken, "o hacı cavcav kirli çıkıdır, dini imanı paradır, para için yapmadığı katekulli yoktur" vs. gibi lafları etrafta bazen duyardım. Hatta filmlerde bile bazen konusu olurdu. Bunun pek üstünde durmazdım, zira nasıl olsa bizim çevremizde böyle dindar hacılar, hocalar yoktu vede bunlar beni ilgilendirmiyordu. Ayrıca bunların hepsi birer önyargı olabilirdi. Ticarete başladıktan sonra, bazı sofu, hacı hoca tiplerle alışverişler yapmaya başladım bazen. Birde baktım ki; bunların hakikatten dini imanı para. Para için her türlü yalanı konuşuyorlar. Elbette hala önyargılı olmamak için "hepsi öyledir" diyemeyeceğim ama ben çoğunuzun yaşından fazla ticaret yaptım, öyle olmayanını görmedim. Sonraları ben bu hayvanlar konusuna daha fazla eğildim. Anladım ki, saygı da sevgi de ilk önce hayvanlardan başlamalı. Anladım ki; o masum hayvanlara saygısı ve sevgisi olmayanın, insanlara da saygısı ve sevgisi olamaz. Hayvanları sevmeyen, "insanları seviyorum" diyorsa o kesin yalandır. Böyle bir şey sadece vicdan meselesine değil, akla mantığa da aykırıdır. Şimdi dönelim yine hacı-hoca takımına. Hiç dikkat ettiniz mi? Sokakta, parklarda köpek gezdiren insanların tamamı modern görünümlü laik, fazla dindar olmayan insanlardır. Siz hiç hayatınızda parkta köpek gezdiren, onunla orda sarmaş dolaş yuvarlanan bir çember sakallı veya alttan kesik bıyıklı birini gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü bunların köpeği olma ihtimali yok denecek kadar azdır. Olsa bile mutlaka tek katlı bahçeli bir evde oturuyordur da o yüzden koruma olsun diye köpek almıştır. O köpek de zaten 24 saat bağlıdır, yemeği de rastgele yemek artıkları veya ekmektir. Bayanlardan örnek verelim; eski Türk filmlerinde sosyete bayanları bilirsiniz. Armatör Rıfkı beyin karısı vs. filan gibi yani! Halk tarafından onlara "süslü kokana" adı verilirdi, onlardan bahsediyorum. Bunların birer de fino köpekleri olurdu. Beyoğlu'nda, Nişantaşı'nda, Bağdat caddesi'nde alışveriş yaparken bile köpekleriyle gezinirlerdi. O tipleri şimdilik bir kenara bırakırsak eğer, günümüzde de parklarda, yollarda köpek gezdiren, onlarla veterinerlere gidip gelen, modern, pırıl pırıl, Atatürk'çü laik bayanlarımıza sıkça rastlarsınız. Peki bunların yanında, tek bir tane numunelik de olsa, çarşaflı veya türbanlı, tesettürlü bayan görebiliyormusunuz köpek gezdiren? Yok değil mi? Numunelik bile yok. Nedenini söyleyeyim mi? Bunlarda hayvan sevgisi de yok da ondan göremezsiniz. Elbette her hayvan sevenin mutlaka bir evcil hayvanı olacak diye bir şey yok ama bu dindarların numunesi bile yok. Size tavsiye ederim; hayvan koruma derneklerine gidin bakın, hangisine giderseniz gidin, bakın bakalım içerde tek bir tane çember sakallı, alttan kesik bıyıklı, çarşaflı, türbanlı görebilecekmisiniz? Asla görmezsiniz, ben yıllardır bu derneklerin içindeyim, tek bir tane bile görmedim. "Ben gördüm" diyene de ben görmedikçe inanmam. Pekiyi neden böyledir? Neden dindarlar hayvan sevgisinden bu kadar uzaktırlar? "Hayvanları sevmeyin" diye Kuran'da mı yazıyor? Hayır. Sebep nedir peki? Sebebi gayet açık. İnsanoğlu Allah'ın yarattığı en yüce varlıktır Kuran'a göre. En yüce, en şerefli varlık diye bir şey sözkonusu olduğunda ise, daha ******* olanların da olması kaçınılmazdır bu durumda. Bakınız şimdi : Bakara/65: Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik. Demek ki maymunlar aşağılık oluyorlar. Kuran'da hayvanlara sevin, onlar sizin dostlarınızdırlar, sizin kadar onların da yaşam hakkı vardır, onlara iyi davranın diyen tek bir ayet yoktur. Tam tersine şöyle ayetler vardır: A’râf/179: Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir. Bu yukarda da hayvanlar yine aşağılık oluyor, dine inanmayanlar da onlardan daha da ******* oluyor. İnamayanlara küfür edilirken bile hayvanlar alet edilir: Müddessir/50,51: Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler. Dinciler inanmayanları kibirli oldukları için inanmdığından söz ederler sürekli. Kibire bak şimdi! Dinci: Hayvanlar aşağılık vede üstelik insanlar için yaratılmış eşyadan ibaret. Boşig: Kendimi hiçbir canlıdan üstün görmüyorum, benim ne kadar yaşama hakkım varsa onların da o kadar var. Benim ne kadar onurum varsa onların da en az o kadar onuru var. Ben ne kadar değerliysem, hayvanlar da en az o kadar değerli. Dinci: Bizim dine inanmayanların yaptıkları iyilikler bile solda sıfırdır, biz Allah tarafından torpilliyiz. Dolayısıyla biz bizim dinden olmayanların hepsinden üstünüz, kıymetliyiz (Allah bile bizi tuttuğuna göre) Boşig: Kendimi hiçbir insandan üstün görmüyorum. Her ne dinden olursa olsun bütün insanlar eşittir. Gördünüz değil mi? Kibir kimdeymiş? Hem de bedava kibir, hiçbir emek sarfetmeden, dünyaya hiçbir katkıda bulunmadan, beleş kibir. Neymiş o inanıyormuş. Değerli olmak bu kadar ucuzmuş. Ne tıp'da ne teknolojide, ne bilimde ne sanat'da, ne insan haklarında, ne hayvan haklarında, ne doğayı korumada, ne hukukta zerre kadar katkıları yoktur, bütün işleri güçleri, camilerde, mescitlerde, tekkelerde, sabah akşam tapınıp, tepinmektir ama onlar yine de hem hayvanlardan hem de kendi dinlerine inanmayanlardan üstün ve değerlidir. Namus desen onlardadır, başka dinden olanda ise namusun n'si bile olamaz, kendi dininin kendi mezhebinin, dindar olanları hariç, diğerlerinin mamusu olsa dahi biraz nane molladır. Esas namus onlardadır. Ve de bu kibir değildir, diğerlerininki kibirdir. Yukarda bahsettim ya! Hani dedim ya bunların bir çoğu güleryüzlüdür, hoşgörülüdür, sabırlıdır, hatta yoksullara yardım bile ederler diye! Onu da niye yaparlar biliyormusunuz? Arap'ın Allah'ına yaranmak için. Misyoner papazları bilirsiniz, onlar da öyledir. Size din satarken, yüzleri hep güler. Siz onlara en ağır lafları söyleyip kovsanız bile, onlar yine de darılmazlar, kırılmazlar, sabır gösterirler, güleryüz gösterirler size. Bu bizim dincilerin de maksadı o. İyi, hoş, güzel, sabırlı, hoşgörülü gözüküp, size din satmak maksatlıdır. Sizin dininiz onlarınkiyle aynı olsa bile sizi daha dindarlaştırıp, putlarına yaranmaktır maksatları. Sonra bazıları sabırları taştığı zaman da alırlar ellerine topu tüfeği, domuz bağlarını, başlarlar oraya buraya saldırmaya. Nasıl olsa put'da aynı zihniyettedir. Bu yüzden bir sakıncası yoktur. Put da önce inansınlar diye elinden geleni yapıyor, bakıyor ki inanmıyorlar, kiralık kulları aracılığı ile saldırmaya başlıyor. Bunlar da aynısını yapıyorlar. Bunların yoksullara yaptığı yardım bile kendi dininin kendi mezhebinin insanlarınadır. Ve genellikle de yardım ederken, onlara aynı zamanda da din satarlar. Aynı dinden oldukları halde. Maksat Putun klübüne bir asil üye daha katıp, put'dan puan almak. Put'una bak kulunu tanı. Ama bir de şu da var; bu işler böyle ölçülmüş biçilmiş gibi, bire bir orantılı gitmeyebiliyor her zaman. Mesela dindar olmayan biri bazen dindar olandan daha acımasız olabiliyor. Bu yüzden tek tek bakmamak lazım. Ancak bir de şuna bak ki; dinlerin, özellikle İslam dininin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde veya bölgelerde vicdanların seviyesi ortalamada bayağı bir aşağı düşüyor. Diğer dinlerin konusu ilgi alanımızın biraz dışında olduğu için pek değinmeyeceğim ama bizim vicdan seviyemizin düşmesinin sebebi Allah'tır. Eğer o put bu kadar bencil olmayıp da, bu kadar vicdansız olmayıp da doğru düzgün bir put olsaydı, bizim de vicdan seviyemiz şimdikinden çok daha yukarı olurdu. Diğer İslam ülkeleri de öyle olurdu. Din, toplumların genel kültürlerine belki de %80 etki edebilen en önemli faktördür. Toplum kültürleri ise, insan kişiliklerini etkileyen en önemli faktördür. Dolayısıyla, özellikle İslam dininin yoğun yaşandığı ülkelerde ve bölgelerde bir ateistin bile vicdan seviyesi toplum kültüründen etkilenerek düşer. Ve dolayısıyla, "bak bu adam dindar değil ama acımasız" diyerek dinlerin vicdanlara limon sıktığını inkar edemeyiz. Zira o adamın sorunu psikolojik bile olabileceği gibi; içinde bulunduğu toplumun dininden etkilenmemiş olması mümkün değildir. Ben dindar çevrede yetişmediğim halde, ben de en az herkes kadar etkilenmişimdir.(Dinsiz olduğum halde). Üstelik dikkat ederseniz, dindar olmasa bile en acımasız insanların çoğunlukla dinlerin yoğun olduğu yörelerden çıktığını görebilirsiniz. "Nereleri bunlar?" derseniz söylemeyeceğim ama "çok cocuk yapılan bölgelerimiz" dersem bir şeyler anlarsınız sanırım. Örneğin hapishanelere bir göz atın, o yörelerimizin insanlarına, diğer yörelerimize nazaran daha sık rastlarsınız. Mesela mafyalar da çoğunlukla o bölgelerden çıkar. Kabadayılar da o bölgelerden çıkar, eli silahlılar da oralardan çıkar. Üstelik bunların çoğu dindar değildir. Ancak yanında dine laf söylediğin zaman, son lafın olur büyük bir ihtimalle, zira dedim ya, bunlar dinlerin yoğun yaşandığı bölgelerin, dinlerin yayından fırlamış insanlardır. Put'un huyunu suyunu almışlardır fazlasıyla. Dindar olmasa bile en azından adalet duygusu darbeyi yemiştir bir kere, hem de taaa bebekliğinde yemiştir bu darbeyi. Ne darbesi mi? Eh yani anlattık ya yukarda! Dünyayı benim putum yarattı. Üstelik sadece insanlar için yarattı, hayvanların bunda payı yok. Üstelik sadece benim dinimin, benim mezhebime inananlar putumun gözünde değerlidir, diğerleri ise aşağılıktır, yaptıkları iyi işler bile solda sıfırdır. Benim putum burdan 100,000,000,000 ışık yılı ötedeki, bizim görmeye imkanımız bile olmayan gezegenleri bile benim için yarattı, dolayısıyla ben uzaydan bile üstünüm, bu evren bana bahşedilmiş bir mal. Bana bahşedilenlersadece bunlardan ibaret değil, benim için bir de cennet yarattı, diğer insanlar ise cehennemde sonsuza yanacak kadar lanetlidir. Onlara acımamak lazım, putum öyle diyor. Bundan büyük darbe mi olur? Dindar olmasa bile bunlar böylece benimsetilmiyor mu insanlara dini yörelerde? Al sana işte adalet duygusuna daha bebeklikten vurulmuş bir darbe. Daha bebekliğinde insan kayıran ve diğerlerine acımayan bir put empoze ediliyor vede onun bu yaptıklarının adalet olduğu anlatılıyor, bundan daha büyük bir darbe mi olur? Bu din darbesini hepimiz yedik. Bazılarımız ağır hasarlı, atlatmaları çok zor. Öyle bir ağır hasar almış ki adalet duyguları, bu yazılanları anlamaları bile artık imkansız. Ben onlara neler söylüyorum anlamıyorlar. Alarko diyorum, kombi diyorum, kime diyorum alooo? Adana sen çık aradan, anlayan dinlesin bari. Hepinize saygılar, sevgiler.
  11. Notamatik şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde HMTL - JS - FP - DW
    Ah benim canım dostum Bilimselci'ciğime bak! Ne güzel şeyler yapmış. Ellerine sağlık, benim güzel dostum. Sana mail de attım, almadın galiba, sonra yine atarım. Öptüm güzel yanaklarından.
  12. Madem ki bu Allah'ın varlığı ispatlandı, şu anda yapmamız gereken şey, onu nasıl yok edeceğimizin yollarını aramaktır. Bunu yaparken de bir zahmet, cinci, perici, ruhcu arkadaşlardan yardım alacağız. Zira biz dinsiz ve ateist arkadaşlar bu işlerin acemisiyiz. Evet!! sevgili teist arkadaşlar, bir zahmet bir el atın da; şu Allah'ı nasıl ortadan kaldıracağımızın bir yolunu bulalım. Madem ki; şu Kuran'da anlatılan vicdansız, gaddar Allah gerçekten var, teist, ateist, satanist farketmeksizin; hepimizin başı dertte demektir. 2 gün önce öyle bir şey yaşadım ki; artık ben de Allah'ın varlığına inanmaya başladım. Hatta eminim artık var olduğuna. Çünkü o olmasa bu kadar büyük bir vicdansızlık meydana gelemezdi. O cehennemde anlatılan kızgın kaynar sular başımdan aşağı döküldü. İnanamadım, hala inanamıyorum, tek bildiğim şey; artık Allah'ın var olduğu. Öyle bir şey yaşadım ki; şu hayvanlarım olmasa, burdaki bazı ateist, dinsiz örnekler olmasa, şu dünyada bir dakika bile daha kalmak istemeyeceğim günler yaşıyorum artık. Çünkü Allah'ın yaratmadığı bir gezegenin ahlakını, vicdanını taşıyan bir yaratık olarak, kendimi fazlalık hissetmeye başladım. Bundan sonra hiç kimse kendini garantide hissetmesin, çünkü Allah denen bir şey var. Kimse "ben inanıyorum, ibadet ediyorum, tapıyorum, çok iyilik yapıyorum" filan demesin. Onun hiç sağı solu belli olmaz. Nasıl ki sizin sağınız solunuz belli olmuyorsa, konuştuklarınızla yaptıklarınız birbirini tutmuyorsa, onunki hiç tutmaz. Bakarsınız tepesi atar, sizi yakıp, bütün satanistleri cennete koyabilir. O yüzden çok ciddiyim; onu bir an evvel yok etmek gerekiyor, uzman arkadaşların acil yardımına ihtiyacımız var. Değerli ateist/dinsiz dostlarım! Siz farkında değilsiniz ama beni ayakta tutan sizlersiniz. Sizi o kadar çok seviyorum ki; anlatabilmek olmaz. Sizden gelen şefkat dolu mesajlar olmasaydı, şu anda ayakta kalmam mümkün olmazdı. Hele geçenlerde daha önce tanımadığım bir taneniz öyle insanca bir şeyler yazmış ki; okurken gözyaşlarımı tutamadım. (Çok sağol, var ol, şimdi çok işime yarıyor o sözlerin). Sizlerin sayesinde yok olAmıyorum. Yüce Allah hepimizi Allah'tan korusun. Özellikle şu Notamatik yaratığını; o Allah'ı sevenden, onun adaletini adalet sayandan, onun vicdanını vicdandan sayandan korusun. Amin.
  13. Notamatik şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sevgili Brain, Müsadenle artık seni bu topic'ten afaroz ediyorum. Çünkü senin burda onlarca ileti yazıp, yorulup debelenmeni istemiyorum. Senin fikirlerini bekleyen onlarca başka konu varken, buraya saplanıp kalman iyi bir fikir değil. Sonuç nasıl olsa alınamayacak, zira herkes birbirini tee en başından yanlış anlamış kısmen de olsa. İş sanki inada binmiş gibi olmuş. Bu topicte yazılanları burda yazanlar dışında kimse de artık okumuyor, buna da emin ol. Ben şahsen çoktandır okumuyorum artık. Haydi canımın içi, beni kırma da lütfen, bu konudan çık artık. Üzme beni. Sen çıkmazsan öbürleri çıkmaz, çünkü konu senin üzerinde dönüyor. Eğer "tamam çıkıyorum" deme dışında tek bir ileti daha yazarsan, seni sevenleri üzüyorsun manasına gelecek, ona göre. Saygılar, sevgiler.
  14. Bayıldım bu tezinize. "arap yarımadasında gençler daha çabuk olgunlaşıyorlar." Sebep: "arap yarımadası gibi sıcak bir iklimde daha erken olması şaşırtıcı değil...." Sebep sıcak olması oluyor burda. Sıcak yüzünden erken ergenleşiyorlar. "sibiryadakilerde de bu yaşın artacağını söylemek doğrudur." Yani sibirya soğuk olduğu için geç ergenleşiyorlar. Buna göre; Arabistan'da 9 yaşındaki bir kız çocuğunun evlenmesi normal oluyor. Ama Türkiye'de 18 yaşından önce evlenmek anormal görülüyor, hatta yasaklanıyor. Yani bu sıcak bu kadar da mı farkediyor? Hem de %100 farkediyor. Şimdi bu hesaba göre; Arap yarım adasıyla, Türkiye arasındaki fark kadar sıcaklık farkı olduğuna göre; sıcaklık da böylesine %100 farkettirdiğine göre; Sibirya'da minimum evlilik yaşı 36 olması gerekiyor. Eğer bu küresel ısınma böyle devam ederse; ilerde Arabistan'daki evlilik yaşı 5'e düşer mi acaba? Demek ki insanlar tavadaki balık gibi pişiyor. Tava ısındıkça balık çabuk pişiyor; hava ısındıkça insanlar çabuk pişiyor. Buna göre evlilik yaş haddi yasalarımızı illere göre düzenlesek olmaz mı? Mesela Erzurum, Kars gibi illerde 30 yaşından önce kimse evlenemesin. Adana'da da 9 yaşında müsade edilsin. Çünkü Adana Arabistan kadar sıcak hemen hemen. Bir de şu İsveçli çocukların neden erken yaşlarda devleştiğini çok merak etmeye başladım. Acaba o çocukları oralarda fırınlarda mı ısıtıyorlar? Saygılar, sevgiler.
  15. Arkadaşlar korkmayın şu cehennemden yahu! Ekmek Kuran çarpsın ki; cehennemde öyle korkulacak bir şey yok. Bakın en büyük yemini ettim! Muhammed'e inanmayın siz bana inanın. Keşke öldüğümüz zaman hepimiz cennet yerine, cehenneme gidebilsek. Bende öyle soyut iddialar filan yok, herşey resimleriyle, belgeleriyle ispatlı. Buyrun size cehennemin resimleri: -http://epicbikeadventures.smugmug.com/photos/77940876-L.jpg- -http://epicbikeadventures.smugmug.com/photos/77941042-L.jpg- Bakın şu aşağıdakiler, cehennemdeki insanlar. Hiç azap çeker gibi bir halleri var mı? Daha hala inanmıyormusunuz? Buyrun size cehennemden bir telefon numarası : Tel: 00 972-2-5689555 . Bu numarayı arayın, sorun ordakilere; "siz şu anda nerdesiniz? Halinizden memnunmusunuz?" Ne sorarsanız sorun. Türkçe bilmiyorlar, İngilizce veya İbranice soracaksınız. Yangın tehlikesi filan yok, hepsi uydurma onların. Tamam bir zamanlar yangın vardı orda; günahkarlar orada yakılıyordu ama şu anda en ufak bir sorun kalmadı. Siz esas cennetten korkun, bütün Araplar, hacılar, hocalar, şıhlar, şeyhler, dervişler ve ermişler orada olacak. Onların arasında Arap kültürüyle yaşamak mı iyi? yoksa şu yukardaki gibi medeniyetin içinde yaşamak mı iyi? Cennetten tek eksik tarafı, 9 yaşındaki hurilerin ve gılmanların olmaması. Birde şarap ırmakları yerine; normal su ırmakları var. Ama zaten hurilere, gılmanlara ve şarap ırmaklarına meraklı olanlar cehenneme değil, cennete gidecekler. O yüzden bir problem yok. Saygılar, sevgiler.
  16. Bakın Sezen ablam ne diyor? Azizken gözümde sudan ekmekten Yoruldum uslu dur yapma demekten Yüzyıllardır ******** etmekten Bir türlü uslanıp bıkmadın namus Saygılar, sevgiler
  17. Boşig!! Sen bu alıntıladığım iletindekileri yazdın ya!! O yüzden; bir gün seninle bir yerlerde karşılaşırsam eğer; yapacağım ilk iş senin o güzel ellerini öpmek olacaktır. Seni seviyorum canım dostum. Yolundan hiç şaşma, doğru yol senin yönünde. Devam et. Yolunda en güzel güzellikleri göreceksin hep. İnsanlara din dersi vermek yerine; işte böyle insanlık dersleri vermek lazım. En güzel dileklerimle; saygılar, sevgiler.
  18. Allah Allaaah, peygamber peygamber! Arkadaşlar yapmayın yahu. Altı üstü 3 kadınla yaşıyor diye adama söylemediğiniz laf kalmamış. Yok sapkınmış, yok bilmem neymiş. Siz müslüman değilmisiniz? ************* Bu yukardakiler Muhammed'in koruma altına almak için aldığı kadınlar. Genelde zengin ve genç kızları koruma altına almış beyefendi. Üstelik de "Muhammed'e bir zorluk çıkmasın diye" koruma altına almış. Kuran öyle diyo. Bunlar da muhammed'in önce koruma altına alıp, sonra da korumaktan vazgeçerek, boşadığı kadınlar: Bunlar da önce nikahlayıp, "kısa sürede" boşadığı başka kadınlar : (Korunmaya layık olmadığı anlaşılan) Muhammed'in mehir parasını ödemeden aldığı kadınlar: Bitti mi? Biter mi hiç? Kadın köleleri (Cariyeleri) Not: Cariye kadın köle demektir. İslamda kadın kölelerle cinsel ilişki serbesttir. Bu cinsel ilişkiyi cariyenin isteyip istememesi de önemli değildir. Bu kararı sahibi verir. Bunun adını da siz takın artık. Bu yukardakiler daha sadece bilinenler. Kim bilir bilinmeyen yada bilinip de söylenmeyen kaç tane daha hanımı var, orasını da sadece yüce Allah bilir. Muhammed'in bu işlerine yardımcı olduğuna göre, mutlaka o bilir tam listeyi. Bulmuşsunuz gariban adamı; vurun abalıya. Neymiş, 3 tanecik kadın almış. Nasıl olsa o adamın cehennemi yok değil mi? Size bir şey yapamaz değil mi? Ne biliyorsunuz o kadınları koruma altına almak için evlenmediğini? Köleliği de yasakladınız, adam parası olduğu halde peygamberi gibi cariye de alamıyor. Şimdi de helal eşlerini çok gördünüz. Allah bile Muhammed'e zorluk çıkmasın diye ona kadın buluyor. Siz niye adamcağıza genç, güzel, taze ve zengin körpecik kızlar bulmak yerine adama zorluk çıkarırsınız böyle? Tövbe tövbe estağfurullah, hay ya rabbim ya resul Allah. Hayret mi şey yahu? Çarpılacaksınız, çarpılacaksınız, "Notamatik söylemedi" demeyin sonra. Bütün bu yaptıklarınızın hesabı tek tek sorulacak. Saygılar, sevgiler.
  19. Sevgili Doğan kardeşim, Şu senin üstadın eğer Fetullah gibi saklı gizli, kaçak biri değilse; onun kim olduğunu bize anlatırsan çok sevineceğiz. Ayrıca senin şu üstadına bir zahmet sorarmısın; Allah'la kul arasında ne işi varmış? İslamda ruhbanlık var mıymış, yok muymuş? Yoksa bir varmış, bir yokmuymuş? Evvel zaman içinde filan mıymış? Gerçi "iman Allah'la kul arasındadır" lafı komiklik olsun diye söylenmiş bir laftır. Zira Allah'la kul arasında hem Muhammed'in kendisi, hemde yüzyıllardır bu dini bu güne taşımış milyonlarca müslüman var. Zira inananların hiçbirisi Allah'la konuşmamıştır. (konuşulabildiği halde) Ayrıca bu muhterem, yüce zat; dünyada sadece bir kaç kişinin cevaplayabileceği soruları cevaplayabilecek seviyeye gelmek için, ne yermiş, ne içermiş? Nerden öğrenmiş o cevaplanamayacak soruların cevaplarını? Başkaları bilemeyip o bildiğine göre; Allah'la mı konuşuyormuş? Yok okuyarak öğrenmişse; o halde, saklı gizli kaynaklar varmış da onları mı okumuş? Değilse nasıl olmuş da o kaynakları dünyada sadece birkaç kişi okuyup öğrenmiş? Sen şimdi o taş için Allah değildir filan dersin. Buyrun size Muhammed'den 700 yıl öncesi, putperestlerin Allah putuna tapındığı Kabenin resmi: Şimdi de diyeceksin ki; "İslam öncesinde o taş orada vardı". Peki vardıysa kim tapıyordu o taşa orda? Tabiki putperestler. Adı neydi taşın? Allah. Nerden belli? Çok yerden belli ama en belli olduğu yer Muhammed'in babasının adı : Abd-Allah. Yani Allah'ın kulu. Peki Muhammed'in babası kime tapıyordu? Adından da belli; Allah'a. Hangi Allah'a? İşte o Kabe'deki taşa. Aksini iddia eden, Muhammed'in babasının dininin ne olduğunu ve o dinin tanrısının kim olduğunu söylemesi gerekir. Zaten başka cevaba ne hacet? En güzel cevabı Kuran vermiş: Bakara/125: Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” İbrahim/37: “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.” Hac/26: Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik. Gördünüz değil mi? Kimin eviymiş orası? Tabi ki Allah'ın evi. Muhammed'den önce kim oturuyormuş o evde? Tabi ki Allah. Peki Muhammed'den önce kimler ziyaret ediyormuş o evi? Kimler tapınıyormuş orda Allah'a? Tabi ki putperestler. Tabi ki Muhammed'in babası Abd-Allah ve eşrafı. Evet, yukarıda gördüğün gibi; Allah insanlardan defalarca kazma-kürek, sille tokat dayak yemiş ve kaçamamış bile. Yani kısaca diyorsun ki; "birisini onun yokluğunda, gıyabında yargılamak adaletsizlik olur". Tamam ama, mahkemeye çağırıyoruz gelmiyor ki. Defalarca kendisine celp gönderdik, hiçbir defasında gelmedi, onun yerine avukatlarını gönderdi. Şimdi de seni göndermiş, yine kendi gelmemiş. Sanık kaçarsa, duruşmalara gelmezse, mahkemeler de elbette onu mecburen gıyabında yargılayacaktır. Hukuk böyledir. Ama sen yine de müvekkiline söyle; eğer kaçmayıp davalara katılırsa kapımız her zaman açık. "Onunla konuşamam" filan da deme çünkü konuşabilirsin. Evine git, ordaki o siyah perde var ya! Hani şu yukardaki resimde de var! İşte o perdenin arkasına geç, o senle ordan konuşur. "Konuşamaz" deme, onunla konuşmak için peygamber olmak şart değil, bak ne diyor? : Şûrâ/51: Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. Gördün değil mi? Ya vahy yoluyla, ya bir elçi göndererek yada perde arkasından konuşurmuş. Çağır artık gelsin mahkemeye. Bu ne demektir biliyormusun sevgili Doğan, "Eğer bir hırsız "ben herkeze karşı dürüst olacağım" diye bir söz vermediyse ona adaletsiz diyemezsin" demektir. "Eğer hemşerisine torpil yapan bir memur, "ben kimseye torpil yapmayacağım" demediyse, ona adaletsiz diyemezsin" demektir. Ayrıca da bu senin yaptığın, "her soruya cevap verilir" deyip, hiçbir soruya cevap vermemek demektir. Şu yani: ** Her soruya cevap verilir. -- Uzay neyin içindedir? ** Böyle bir soruya cevap verilemez. -- Hani her soruya cevap verilirdi? ** Cevap verdim ya!! -- Hani nerde verdin? ** "Böyle bir soruya cevap verilemez" dedim ya! Cevabım oydu işte. Nasıl da cevap vermişim ama!! Ben sana demedim mi her soruya cevap veririm diye? Saygılar, sevgiler.
  20. Sebep??? Sebep nedir? Neden aksi düşünülemez? Ayrıca: "Allah herkese hür irade verdi" diyorsunuz. "İman etsin diye insanlara akıl verdi" diyorsunuz. "İnanmayanlar Hennom vadisinde yanacak" diyorsunuz. "Sonradan tövbe edip iman edenler affedilecek" diyorsunuz. Peki; Hasan 70 yaşına kadar inanmadı, 75 yaşında inandı ve iman etti ve 77 yaşında ise öldü. Yani bu durumda Hasan'a kendi aklıyla ve hür iradesiyle 75 yıl düşünme süresi verilmiş oluyor. Öbür taraftan; Cemil iman etmedi ve 25 yaşında imansız olarak öldü. Bu durumda Cemil'e sadece 25 yıl düşünme süresi verilmiş oluyor. Şimdi adalet bunun neresinde? Neden bir diğerine ötekinden 50 yıl daha az düşünme süresi veriliyor? Madem ki hür irade ve akıl verilerek; onun aklına müdehale edilmeden iman edip etmemesine bakılıyorsa; Cemil'in ölmeseydi 27 yaşındayken iman edip etmeyeceği ne malumdu? Hür irade bu; ne yapacağına karışılır mı? Böyle imtihan olur mu? Bütün öğrencilere aynı sınav soruları vereceksin. Ama birine 20 dakika süre vereceksin, bir diğerine 40 dakika vereceksin, bir başkasına ise 100 dakika vereceksin. Bu nasıl bir adalet? Madem bu konulara girdik; buyrun size bir başka soru daha: Ebru ve Mehmet cennette muhabbet ediyorlar. Mehmet soruyor?: Ebru, sen cenneti nasıl hak ettin? Neler yaptın hayatında? Ebru : Yalan söylemedim, kimseye zarar vermedim, oruç tuttum, namaz kıldım, hacca gittim, kurban kestim, zina yapmadım. Böylelikle de imtihanı geçtim. Ya sen nasıl cenneti hak ettin? Mehmet: Ben hiçbir şey yapmadım. Doğduktan 1 yıl sonra bebekken öldüm. Adalete bak şimdi!! Mehmet nasıl bedavadan cennete hak kazanıyor? Bu kadar millet enayi mi? 50 yıl yat kalk, oruç tut, her türlü zahmete katlan. Öbür taraftan birileri hoppadanak cenneti hak etsin. Bedavadan. Ne malum o Mehmetin yaşasaydı kafirin en önde gideni olup olmayacağı? Neden o imtihana girmedi? Nerde hür iradeyi denemek? Bu mantığa göre; çocukları büyümeden ölenlerin bırak üzülmeyi, davul çengi bayram yapması lazım. Keşke büyümeden ölse de bedavadan cennete kapağı atsa diye gözünün içine bakması lazım. Öksürdüğü zaman "aman ne güzel, hastalandı, ölecek galiba" demesi lazım. Bir tane daha benzer soru: Diyelim ki birisi 90 yaşına kadar nerdeyse en günahsız olarak yaşadı. 90 yaşına kadar da her türlü ibadeti fazlasıyla yaptı. 90 yaşından sonra ise aklına birşeyler geldi ve dinden imandan çıktı. Sonra da 91 yaşında öldü. Yani 90 sene her türlü ibadeti ve salih amelleri işledi ve sadece 1 yıl imansız kaldı. Şimdi bu adam kesin cehennemlik oluyor. Peki bu adamın 90 yıllık hakkı ne olacak? Bu bir gasp değil de nedir? Nasıl adalet bu böyle? Yaymayın şu dini. Yaymayın ki; insanların adalet duygusu gelişsin biraz. Siz bu dini yaydıkça; Allah insanlara kötü örnek oluyor. Vicdanlara limon sıkıyor. Saygılar, sevgiler
  21. Sevgili Birvarmışhiçyokmuş, Biliyorum işin zor ama bir zahmet, benim de bazı ufak tefek sorularım olacak. 1- Allah insanlardan defalarca kazma kürek, sille tokat dayak yerken kendisini neden koruyamadı? Haydi diyelim ki korktu. Peki neden kaçamadı? 2- Allah Hecer'de Karbati'lerin elinde 22 sene esir kalıp, gurbet acısı yaşadığı halde, neden bu anılarını Kuran'da anlatmadı? Saygılar, sevgiler
  22. Bu çok ilginç bir şey sevgili Ftoyd, Ve bana göre de hiç normal bir şey değil, çünkü ben dinlerin sahte olduğuna inanmış, emin olmuş birinin tekrar dine dönemeyeceğine son derece eminim. Bence siz dinden filan çıkmadınız, bir şüphe dönemi geçirdiniz, hepsi bu. Fakat siz bunu dinden çıkmak sanıyorsunuz. Neden mi? Çünkü : Dinden çıkmak için dindeki bir takım saçmalıkları görmek lazım. Görmek de yetmez, emin olmak lazım, emin olmak da yetmez, sizi tehdit eden cehennem korkusunu da üstünüzden atmak lazım. Bütün bunlar yerine getirilmeden asla dinsiz olunamaz. Hele ki dinden çıkıp; "ateist oldum" diyorsanız eğer; bu takdirde bu yukarda saydığım şartlar da yetmez, ruhlar aleminin saçmalık olduğunun bilincine de varmak gerekir. Yani demek istediğim; bir insan bir dinden çıkabilir; ama neticede ruhlar alemi mantığından kurtulamadığı sürece gidip başka bir dine yakalanabilir. Ve hatta illaki bir din bulana kadar, bilhassa ve özellikle ve kasten başka bir din arayabilir. Zira "eğer bu din yanlışsa; doğru olan din hangisi acaba?" mantığını taşır. Bu yönüyle; bir dinsiz, bir ateistten ayrılır. Siz "ben bir ateist oldum" dememişsiniz, sadece "dinsizdim" demişsiniz. Dinsizler Deist, pandeist, agnostik vs. gibi; kendi aralarında gruplara ayrılırlar. Bana kalırsa siz bu guruplar içinde deizm'e yaklaşmıştınız. Deistler dinlerde anlatılan tarzda bir yaratıcı olduğuna inanırlar fakat bir dine inanmazlar. Yani; "dinlerde anlatılan tarzda bir tanrı vardır ama henüz bir din göndermemiştir" mantığını güderler. Yani en temel konuda dinlerle ittifak içinde oldukları için, din mantığından kurtulmuş olmazlar. Din mantığından kurtulaMaMış kişiler ise, her ne kadar kendilerine dinsiz deseler bile; biz onlara dinsiz demeyiz. Çünkü her an, hangi dine girecekleri belli olmaz. Onlar arayış içindedirler ve genellikle de neticede kendi eski dinlerine dönerler. Dine dönmeyecek dinsiz; dinlerde anlatılan tanrı kavramını kesinlikle reddetmiş bir dinsizdir. Daha da doğrusu, ruhani bir yaratıcının olabileceği mantığına ters düşmüş kişilerdir. Diğerleri ise; zaten gerçek bir dinsiz değildir, bocalama dönemi yaşıyordur. Yukarda da dedim ya; biz onlara dinsiz demeyiz. Bence sizin yaptığınız, kendi dininizdeki saçmalıkları görüp, şüpheye düşmek ve bunun üzerine, kendinize başka bir din aramaktır. İncile de sanırım bu dönem yöneldiniz. Daha sonra ise diğer dinlerde de benzer saçmalıkları görünce, "demekki bütün dinlerde saçmalığa benzer şeyler olabiliyormuş" diyerek kendi dininize geri dönmüşsünüz. Bu mantık; "bütün dinlerde saçmalık gibi görülen şeyler olduğuna göre, demek ki; ben yanılıyorum. çünkü dinlerden biri mutlaka doğru din olmalı" mantığıdır. Yani bu bir din arayışıdır. Din arayışında olan birine ise; dinsiz denemez. Tam aksine, o diğerlerinden daha dinlidir çünkü özellikle din arıyordur. Netice genellikle şuraya gelir: 1- Benim dinimde saçmalıklar var. Diğer dinlere bakayım. 2- Diğer dinlere de baktım, onlarda da saçmalıklar gözüküyor. 3- Bütün dinlerde saçmalık gördüğüme göre, demek ki, bende bir anormallik var. Ben yanılıyorum. 4- Ben yanılıyor olduğuma göre, demek ki ben kendi dinimden de yanılarak çıkmışım. 5- Kendi dinimden yanılarak çıktığıma göre, dinime geri dönüp onu daha iyi anlamaya çalışmalıyım. Yukardaki "onu daha iyi anlamaya çalışmalıyım." ım Türkçesi aslında; "gördüğüm her saçmalığa bir kılıf uydurmalıyım" dır. "Gördüğüm her saçmalığa bir kılıf uydurmalıyım" ın Türkçesi ise; "kendimi inanmaya zorlamalıyım" dır. İşin içinde cennet ve cehennem de olunca bu inanmaya zorlamak had safyaya ulaşıyor tabi ki. Bu durumda ben sizin bir zamanlar dinsiz olduğunuz tezinizi gerçekçi bulmuyorum. Daha da ötesi insanlara yanlış referans olmamanız açısından reddediyorum. Siz bu mantıkla; yani kendinizi inanmaya zorlama mantığı ile; ben de bir kitap yazsam ona da inanırsınız. Hatta şu anda kendinizi İslama inanmaya zorladığınızın onda biri kadar benim yazdığım kitaba inanmaya kendinizi zorlasanız, emin olun ben şu anda sizin peygamberiniz olacaktım. Islam kadarını demiyorum, onda biri kadar kendinizi bana inanmaya zorlasanız yeterli. Zira benim yazacağım kitap; o Kuran denen, çelişkisiz ve saçmalıksız tek suresi bile olmayan kitaptan yüzlerce kat daha faydalı, daha mantıklı olur. Özetle; din mantığından kurtulamamış birisi asla dinden çıkmış olamaz. Böylelikle de "ben bir zamanlar dinsizdim" de diyemez. Dese de bunu dinsizler kabul etmezler. Siz bu cümleyi kullandığınıza göre; bize şu cevapları vermeye borçlusunuz: 1- Dinden neden çıkmıştınız? İslam dininde hangi saçmalıkları görerek dinsiz olmuştunuz? 2- O saçmalık olarak gördüğünüz şeyleri kendinizi inanmaya zorlamadan nasıl hallettiniz? Bu iki soruyu es geçmeyin lütfen. O zamanlar saçmalık olarak görüp de, şimdi mantıklı gördüğünüz şeylerin listesini bir zahmet rica edeceğim. Dinden çıkmak demek; kılıf uydurmadan, salt gerçekleri sorgulamak, salt mantık kullanmak demektir. Dolayısıyla kendi mantığını küçümseyerek, mantık kullanmak yerine "kılıf uydurmaya" müsait birisi asla hiçbir döneminde dinden çıkmış olamaz. Belki "kılıf uydurmaya sonradan başladım" diyebilirsiniz. Fakat kılıf uydurma mantığına müsait bir insan ne zaman kılıf uydurmaya başladığını da bilemez, ona da bir kılıf uydurur. Kılıf uydurularak edinilen bir sanıya da inanç denemez. Gerçi bu sadece size özel bir davranış değil, inanıyorum diyenlerin tamamı kılıf uydurarak inanıyor. Sizin tek farkınız diğerlerinden dürüst davranarak kılıf uydurarak inandığınızı itiraf etmenizdir. Ama şuna emin olun ki; din savunan herkezin bize verdiği cevapların tamamının "cevap değil, kılıf olduğunu" biz dinsizler, hepimiz farkındayız. Şu cümlenize dikkat şimdi!! : Bu mantığı taşıyan birinin "ben bir zamanlar dinsizdim" demeye hakkı var mı? Yukarda da dedim ya, siz bu inanma gayretinin onda birini bana inanmaya sarfedin, hiç kuşkusuz ben sizin peygamberiniz olabilirim. Hem de çok rahat. Bu mantığı taşıyabilecek bir kişi; bırakın bir zamanlar dinsiz olabilmeyi; tek bir din ile bile yetinmez, böyle kişiler adeta bir din müptelasıdır. Nitekim bırakın dinsizliğe müsait olmayı; sizi tek bir din bile kesmemiş, İncil, Tevrat, ne bulursanız kılıf uydurma yöntemiyle hepsine iman etmişsiniz. Hatta sizi bu bile kesmemiş, hızınızı alamayıp, putperest dinlere bile sahip çıkmışsınız. Siz bırakın dinsiz olabilmeyi; ben şimdi size uydurma bir din söylesem ona bile "bu da allahtandır" diyerek iman edeceksiniz. Siz bırakın dinsiz olabilmeyi; adeta din için yaratılmış bir insansınız. İşte sizin vahim durumunuz bu: aklım karışsa,Allahım ayet doğrudur,yüzde yüz doğrudur,ben anlayamıyorum Diyorsunuz ki; Kuran'da ""bu kitaba inanan cahildir" yazsa dahi, ona bile bir kılıf uyrurur yine inanırım." Nitekim Kuran'da zaten apaçık bir şekilde; "bu kitaba inanan cahildir" yazıyor bile, hem de apaçık. Ama siz "kılıf uyruduyorum" dediğiniz için bunda bile bir mesele kalmıyor. Zor bizim işimiz. Ne söylesek kılıf uyduracaksınız. Saygılar, sevgiler.
  23. Şimdi ilk önce metafor bir şirket kuralım, daha sonra konunun icabına bakarız. Bu şirketi çok değerli ve saygıdeğer birisi kurmamı istedi. Bütün herşey ona ait olacak ama genel müdür olarak başına ben geçeceğim. * Şirkete sizler de dahil olmak üzere, isteyen herkez ortak olarak sermaye koymak şart olmaksızın katılabilecek. * İsteyen sermaye de koyabilecek, sermaye koyanların ortaklık payı ve geliri de diğerlerinden fazla olacak. Fakat sermaye koyma mecburiyeti yok. Sermayesiz de ortaklar alınacak. * Şirketin kar'ının 1/5'i şirket sahibine ait olacak, geri kalanı ise halka arz şeklinde diğer ortaklara dağıtılacak. Şirket sahibinin payını ben alıp kendisine teslim edeceğim. Siz orasına karışmayacaksınız. Şirket sahibiyle görüşemeyeceksiniz. * Ortaklığa ilk katılan ve şirket için iyi çalışan 3-5 kişiye ny. ünvanı verilecek. * Şu andan itibaren ben de ny. ünvanına sahibim. Ayrıca da genel müdür olduğum için G.M.D ünvanına da sahibim. Bana şimdiden ny.Notamatik(G.M.D) olarak hitap etmeye başlayabilirsiniz. "Bu ne biçim bir şirket?" demeyin, düşünmeden atlayın üstüne. Köşeyi döneceksiniz, o biçim şirket bu. Şirketin faaliyet konusu; şurup imalatı ve pazarlamasıdır. Çalışma sistemini anlamanız için size bir örnek vereyim. Hani bir zamanlar temizlik ve kosmetik ürünler satan bir Amerikan şirketi vardı! Bu şirket pazarlamacı ortaklar aracılığı ile kendi malını kendisi pazarlıyordu. (Hala da durur bu şirket) İşte aynen ona benzer tarzda çalışacağız. Hatta ondan çok daha şahane bir sistemimiz var. Şuruplarımızdan satın alan herkez, sisteme üye olmuş olacak. İster şurupları sadece kendisi içer, ister yarısını içip, yarısını da başkalarına satar. Şurupların hepsini kendi içen, sadece müşteri olarak kalır, başkalarına da satmak isteyen şirket ortağı olur. Ne kadar çok şurup satarsanız o kadar çok kazanacaksınız. İş bununla da bitmiyor; eğer sizin şurup sattıklarınızdan kişilerden de şurup satmaya başlayan olursa; onun sattığı şuruptan da kar payı alacaksınız. Hatta sizin şurup sattıklarınızın, şurup satan müşterilerinden de şurup satmaya başlayan olursa onlardan da kar payı alacaksınız. Bu böyle sonsuza kadar katlamalı bir şekilde gidecek. Buraya kadar, herşey o zincirleme pazarlama yapan şirketlerin yaptığının aynısı. Ama bizim onlardan çok daha önemli farklarımız var. Dolayısıyla bizim kar'ımız onların kar'ıyla mükayese bile edilemeyecek kadar yüksek olacak. Çünkü: Bizim sattığımız şurupları içen, kendini müthiş rahatlamış hissediyor. Ayrıca da bağımlılık yapıyor. Yani bir kere alan devamlı almak zorunda kalıyor. "Ama bu uyuşturucuu! Yasak bu!!" Hayır yasak değil. Çünkü bu şurubun yapıldığı bitki kanunlarda henüz uyuşturucu olarak tanımlanmıyor. Çünkü bilinmiyor. "Peki ama anlaşılınca yasaklanır." Hayır yasaklanmaz. Ona da çare düşünüldü: 1- Uyuşturucu kullanan insanlar, ancak o uyuşturucuyu bırakmaya çalıştığında bağımlılık yapıp yapmadığını anlar. Uyuşturucu sürekli alındığında bağımlılık yaptığını belli etmez. Bu şurup uyuşturucu değil ama aynı uyuşturucuların yaptığı etkiye sahip. (Değil, değil, uyuşturucu değil bizim şurup) 2- Şuruplar bedava denecek kadar ucuz, hatta isteyene bedava bile verilebilecek, yeterki bir alışsın. Dolayısıyla kimse şikayette bulunmayacak. 3- Şurubu içen hiçbir sağlık problemi yaşamayacak, o yüzden de şikayetçi olmayacak. Dolayısıyla şikayet etse bile zararlı bir madde diyemeyecek. 4- Tek problem, tıpkı uyuşturucularda olduğu gibi, insanın düşünce sistemini olumsuz etkiliyor. Ama bunu da içenler anlayamıyor. 5- Esas başka bir güçlü neden var ki; onu da aşağıda anlatınca yasaklanamayacağına yüzde yüz emin olabilirsiniz. Nasıl iş ama!! Bomba gibi değil mi? Daha bitmedi. Bu şurubu içen hem çok memnun kalıyor, hem de iyiden iyiye müptelası olanlar, bunu aynı zamanda da satmak zorunda kalıyor. Tıpkı uyuşturucu parası bulabilmek için uyuşturucu satmaya başlayanlar gibi yani. Dolayısıyla, birkaç müptela-alt pazarlamacı üyeniz oldumu köşeyi döndünüz demektir.(Tabiki ben ve şirket sahibi de.) Hatta kendiniz de müptelası olursanız, (ki tavsiye edilir); kar'ınız yüze katlar. Bir yandan iç rahatla, bir yandan sat rahatla. Bundan güzel iş mi var, üstelik köşeyi de döneceksiniz. Daha bitmedi. Bizim bu tip zincirleme pazarlama yapan diğer şirketlerden çok daha fazla avantajlarımız var. Bizim esas hedef kitlemiz çocuklar ve bebekler. Bu şuruba onları daha bebekken alıştıracağız, anne ve babalarının ve yakın çevrelerinin etkisiyle üstelik. Mesela diyelim ki siz allem edip, kallem edip bir anneyi veya babayı bu şuruba alıştırdınız. Bu ebeveynler bu şurubun onlara bir zarar vermediğini düşünecekleri için, hatta çok faydalı sanacakları için, çocuklarına da bu şuruptan içirmekte bir sakınca görmeyecekler. Dolayısıyla, çocukları daha bebekken farkında bile olmadan alışacaklar. Bu çocuklar ve anne babalardan da sizin payınız olacak, çünkü şurubu satan siz olacaksınız. Çocuk Annesinin, babasının ve en yakın çevresinin bu şuruptan içtiğini gördükçe, zaten bunun zararlı olduğunu düşünemeyecek bile. "Zararlı olsa babam bana içirmez" diyecek. Üstelik o da şirketin bir üyesi olmuş olarak, kendi şirketinin bir ürününü yadırgamayacak, bu şurup neticede babadan toruna geçen bir gelenek olacak. Böylece de ilk katılanlar olarak; sizin kar payınız onlar üzerinden elde ettiğiniz gelirle katlandıkça katlanacak. Benim de tabiki. Bu şurup, özelliklerinden dolayı, zamanla öyle bir gelenek olacak ki; bir süre sonra içen değil, içmeyen yadırganacak. Diyelim ki; birileri kalktı "bu şurubun zararlarını saymaya başladı". Her yerde ötüp duruyor. Ona da çare var. Şurubu damarının en derinlerine kadar çekmiş, şurubun aşığı olmuş olanlardan bazıları gidip o şurup hakkında, saygısızca, ileri geri konuşanın işini birirecek. Böylelikle size bir iş kalmayacak. Ve böylece de şurup hakkında saygısızca konuşabilecek diğerleri ayağını denk alacak. İşte yukarda sonra anlatacağım dediğim yasaklanmayacağının garantisi de budur. Sıkıysa birisi şurubu yasaklamaya kalksın. "Ama bu mafya işi, ayıp bir şey!" Yok canım olur mu öyle bir şey? Sen bir şey yapmayacaksın ki! O müptela gidip o konuşanın işini halledecek. Her türlü eleman hazır yani. Senin tek yapman gereken şey, birisi öyle bir saldırıda bulunduğu zaman; "bunu yapan bizden olamaz" demektir. Ayrıca da; "şurubu içen birkaç kendini bilmezin yaptığını bütün şurup alemine mal edemezsiniz" de diyebilirsin. Nasıl olsa bu şurup kolay satılıyor, ne desen olur, sıyırırsın. Şirket sahibi o saygısızı haklayan müptelanın ödülünü de 90 yıl sonra faiziyle verecek, bizim sistemde mağdur yok, herkez kar'da. Tek zararda olanlar şurubu içmemekte direnenler. Bu şurubun değerini anlayamayanlar. Ama bu da ayıp! Onu da düşündük şirket sahibiyle birlikte. Bu şurup sayesinde neyin ayıp, neyin güzel bir davranış olduğunu da biz belirleyeceğiz. Bu sayede senin yaptığın şeyler bizim kurallarımıza uyduğu sürece ayıp sayılmayacak. İnsanların vicdanlarına ipotek koyacağız. Diyeceğiz ki; şunu bunu yapmak, merhametsizliktir, şunu şunu yapmak, merhamettir, şu ayıptır, şu değildir. İçine de öylesine birkaç gerçek iyiliklerden ilave ederiz olur biter. Şurubu içen bizim ahlak kriterlerizi kabul edecek. Aksi halde onu şurupsuz bırakacağız. Şurupda şu yoktur, bu yoktur, sen bizden değilsin diyeceğiz. Yine de şurupsuz kalıp, şuruptan kurtulursa bu sefer de diğer şurup müşterileri onu kınayacaklar, çünkü bu şurubu içmeyenlerin, kötülüklerinden dolayı içmediklerine dair, kitaplar yayınlayacağız, onlara her türlü iftirayı atacağız. Ama bu ayıp!! Değil işte, değil diyorum. Ayıbı da biz belirliyoruz. Bizde şirketin çıkarına olan hiçbirşey ayıp değildir. Şuruba alışanlardan ortaklardan bazıları, bu şurup üzerine çeşitli çeşitli ayrı gruplar kuracaklar, Nur şurupçuluğu, Şurub-i Erdem vs. gibi takımlar kuracaklar. Dolayısıyla birbirleriyle rekabete girecekler. Şirketin ilk ortakları olarak yine biz karlı çıkacağız bu işten. Nasıl iş ama! Full aksesuar dimi? Eksiksiz? Halk şuruba iyiden iyiye alıştığı zaman; devletten de bu şurubu satmasını, hatta alıp ücretsiz dağıtmasını isteyecek. "Bu şurup ihtiyaçtır, gereklidir, şarttır" diyecek. Şurup devlete bir girdimi de kolay kolay çıkamayacak. Çünkü "şurup işi ayrı, devlet işi ayrı" denildiği zaman; halk "Ama bu resmen şurupsuzluk" diyecek. Halk böyle isteyince; partiler de oy toplamak için; halkın şurup ihtiyacını destekleyecek. Dolayısıyla, bırak yasaklamayı, şurup devlet tarafından da desteklendiği için, halk bu şuruba iyice güvenecek. Hiç şüphelenmeyecek bu şuruptan. Hatta okullara "şurubun faydaları" şeklinde zorunlu şurup dersleri bile isteyecekler. Nasıl sistem ama! Satıcısı hazır, müşterisi hazır, almayanı döveni hazır, hatta gönüllü mafyası bile hazır. Ayıbı sıfır, üstelik de şurubu içen, şeref sahibi olduğu gibi; şurubu satan en şerefli oluyor. Daha bitmedi bu şirketin nimetleri! Şurubu içen de satan da, hem içip hem satan da; şurubu takım ruhuyla destekleyip, "en güzel şurup benim şurubumdur, öbürleri sahte şuruptur" diyerek, takım ruhuyla şirketimize her yerde destek verecek. "Ne Fener, Ne beşiktaaaş nede Trabzoon, bu sene bu şurup şampiyooon. Haydi bastıır, haydi bastıır..." misali sloganlar atacak kendiliğinden, ücretsiz. Reklamı bile bedava. Nasıl şirket ama? Şurupları benden alıp, ilk başlarda bedava dağıtacaksınız. Daha sonra yavaş yavaş ücretini ödeyecekler ama ödediklerinin farkına bile varmayacaklar. Üst düzey ortaklar, bütün şurup evleri ihalelerini kapacak, şurup kitapları basıp basıp satacak, belediyelerin çay bahçelerini, otoparklarını 3 kuruşa kiralayacak, şurup tv'leri kurup şurubun faydalarını anlatacak, böylece de hem bedava bizim şirketin reklamını yapacak hemde diğer reklamlardan parayı götürecek, şurup alamayanlara yardım bahanesiyle, şurup yardımları toplayacak, devletten her yıl alacağımız trilyonlarca lira ortaklar arasında dağıtılacak. Daha nice nice yerlerden alınacak bu şurupların paraları ama halk bunu ödediğini anlayamayacak bile. Anlasa dahi, şuruba alıştığı için, sesini çıkarmayacak. Kimi ortaklarımıza devlet tarafından maaaş bağlanacak; 7'den 70 'e iş var var bizde, ister kullanıcı ister satıcı olsun. Kim olursan gel, zorlama da yok, gelmezsen zaten görürsün gününü sistemi bu. İlk ortaklar olarak ny. ünvanı da cabası. (ilk 3-5 zengin için) Bu ünvan hem size extra para kazandıracağı gibi; aynı zamanda da size hürmet sağlayacak. Çünkü size vereceğim bu ny. ünvanının manası "Ne yüce" dir. ny.Bilmemkim olabilenler, ben ölünce benim yerime geçme fırsatı da bulabileceklerdir. Böylece de şirket sahibinin 1/5 arslan payı ona teslim edilecek benden sonra. Şirket sahibi müthiş merhametli, ahlaklı, akıllı mükemmel biridir. Çok da güçlüdür, aynı zamanda kendisine yapılan saygısızlıkları, veya diğer insanlara yapılan haksızlıkları affetmeyecek kadar adildir. Bunu söyledikten sonra size şirket sahibinin bir kaç mesajından bahsedeyim. * Bu şurubu içmeyenleri yakaladığınız yerde perişan edin. Onları ben de haşlayacağım. * Bu şurubu içenlere 90 yıl sonra şurup için harcadığı paraların hepsini %100,000 faiziyle birlikte geri vereceğim, süre biraz gecikebilir, acele etmeyin, faiziniz işler. * Bu şurubu içmeyenleri dost edinmeyin, dost edinirseniz, alacağınız faiziyle birlikte sıfırlanacağı gibi; aynı zamanda da sizin de hakkınızdan geleceğim. * Benim size yapamayacağım işkence yoktur, ayağınızı ona göre denk alın.(Metafordur) * Benden daha merhametli, daha asil, daha adil birisi yoktur. Vardır derseniz, sonucuna katlanırsınız. * Bu mesajlarımı herkez kolayca anlasın diye, apaçık yazdım. * Mesajlarımdan bazılarının manasını benden başka kimse anlayamaz. * Bu söylediklerimin bazıları mecazidir, bazıları ise gerçektir. Kaplerinde fesatlık olanlar, mecazi olanların peşine düşerler. Gördünüz değil mi ne büyük bir tehdit altında olduğunuzu? Nee? kim tehdit ediyor be? Nee saldırın mı diyor? Yok öyle bir şey, bizim şirkette zorlama yoktur. saldırma yoktur. Şirket sahibi demiş zaten; "kalplerinde fesatlık olanlar benim mecazi mesajlarımın peşine düşer" diye. Bunu bile önceden bilmiş. O sizin kötü dediğiniz öğütlerin hepsi mecazidir. Şirket sahibine inanmamak serbesttir, şurubu içmemek de serbesttir. Ama şurubu reddetmeden önce şirket sahibinin şu yukardaki mesajlarını tekrar anlayarak okumanız, menfaatiniz icabıdır. Ne olur ne olmaz. Zorlama filan yok ama bir okuyun diyorum hani. Katılıyormusunuz şirkete? bakın ben sizden para bile istemiyorum, kaybedeceğiniz bir şey yok. Sermaye katan olursa, zaten şirket sahibi 1000 mislisiyle geri veriyor, onun da benimle alakası yok, şirket sahibiyle sizin aranızda. Zorlama yok ama felaket sert bir adamdır, onu da söyleyeyim yine. Çok da kibar bir beydir. Çok düşünene de kızıyor, ona göre. Beğendiniz mi Sistemi? Beğenmeyen varsa şirket yerine din kuralım. Sistem aynı çünkü. Sadece ünvanlar değişiyor. ny.olanlar hz. oluyor. Ben de bu durumda ny.Notamatik(G.M.D) yerine, hz.Notamatik(S.A.V) oluyorum. Diğer sistemle aynı. Not: Yukarda yazdıklarımın tümü benzetmedir, gerçekte böyle bir şirket kurma niyetim yoktur. Şimdi şirketi bir süreliğine unutun; size başka şey anlatacağım: İnsanlar bazı şeyleri kendisi yapar, üretir, imal ederler. Bazılarını ise hazır almayı tercih ederler. Bazı şeyleri kendisinin üretmeyi tercih etme sebebi; kendi ürettiği şeye daha fazla güvenmesi ve/veya onu daha ucuza mal etmek istemesidir. Bazı şeyleri ise hazır alma sebepleri şunlardır. 1- Kendisinin onu üretmeye aciz olması. 2- Kendi üretirse daha pahalıya patlaması. 3- Harcadığı vakite değmemesi. 4- Üşenmesi. 5- Sermayesizlik, yetersizlik vs. gibi imkansızlıklar. Tanrı konusu da her insanın kafasında halletmesi gereken bir işdir. Aksi halde bu merak insanı ömür boyu rahatsız edeceği gibi; aynı zamanda da dinler tarafından tehdit edilerek sürekli taciz edilmeye açık kalır. Dolayısıyla her insan kafasında tanrı meselesini halletmek zorundadır. Bu onun için mecburi bir işdir. Bu işi hallederken, karşısında iki seçenek vardır. Tıpkı yukarda bahsettiğim işler gibi; tanrı hakkındaki fikirleri ya hazır satın alır, yada kendisi üretir. Bu fikri kendisi üretecek olursa; emek sarfetmek durumundadır. Kafa patlatmak, en zor ve zahmetli emeklerden biridir. Özellikle standard insan modeli için, kafa yormak el-ayak yormaktan çok daha korkunç bir durumdur. Kendisi bunu bilemez, çünkü o kendi kafasındaki aslında detaysız olan düşünmelerini derin düşünce olarak değerlendirip, kendisinin düşünmekten kafa patlatan biri olduğunu sanar. Standard insan, basiti sever, hazırı sever, kolayı sever ama bunu bilemez. Zoru ise hazır paket halinde satın almayı tercih eder, bunu da bilemez çoğu zaman. Elbetteki birçok şeyi hazır satın almak akıl işidir, ancak akılı da hazır satın almak ancak halk işidir. Tanrı konusunu da düşünmek zor işlerden biridir onun için. Fakat bunu da bilemez. Şöyle bir örnek verelim: Köydeki Ayşe teyzeye; Evrim konusunu anlatabilirmisiniz? Anlatsanız da o sizi dinler mi? Metafizik ne demek bilir mi? Enerji-Madde ilişkisinden anlar mı? DNA , enzim, kuantum; bunları anlatabilirmisiniz? Anlatamayacağınıza göre; vede Ayşe teyzenin de tüm insanlar gibi tanrı meselesini halletmesi gerektiğine göre; demekki Ayşe teyze bu fikri hazır paket olarak satın almak zorundadır. Evet, Ayşe teyze çok uç bir örnek; fakat şuna da emin olun ki; bu gün sizlerle evrim konusunu, big-bang'i, izafiyet teorisini sıkı tartışan kişilerin bile çoğu bunları gerçekte kavramaktan uzak insanlardır. Hele ki; bilimdeki ilkeleri, disiplini ve bilim etiğini anlayabilen, hissedebilen standard insan yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla, bu konuda çoğunluğun Ayşe teyzeden pek bir farkı yoktur. Bu yüzden de çoğunluk tıpkı Ayşe teyze gibi; bu tanrı meselesini hazır paket halinde satın almak zorundadır. Evet; nerden alacak bu hazır paketi? Elbette ki dinlerden. Dinler yukarda verdiğim şirket örneği gibi, milyonlarca ortağı olan şirketlerdir. Bilim zaten din satmaz, tanrı satmaz, melek satmaz, şeytan satmaz. Çünkü bilim yalan satamayacak kadar dürüsttür, ahlaklıdır, faziletlidir, erdemlidir. Özetle, bir buzdolabını hazır almakla, tanrı fikrini hazır almak arasında hiçbir fark yoktur standard insan açısından. Nasıl ki ona; buzdolabını hazır almak yerine yapmayı izah edemezsen, tanrı meselasini de aynı şekilde izah edemezsin, o gider seni dinlemek yerine hazır satanı dinler. Buzdolabını da hazır satanı dinler, tanrıyı da hazır satanı dinler. Üstelik de din onu düşünmeye zorlamıyor, tam tersine tam onun istediği gibi, düşünmsini yasaklıyor. Sen ise onu düşünmeye sevk ediyorsun. Yani acımasızca onu derin düşünmeye sevk ediyorsun. En nefret ettiği şeye. Ben de bu Francis Colin gibilerinden nefret ediyorum. Bunları gördükçe insanlığımdan utanıyorum. Nedenini söyleyeyim de; fırsatçılar, "dinlere inanıyorum diyen herkezden nefret mi ediyorsun?" demesin. Sıradan bir insanın "dinlere inanıyorum demesiyle, bir bilim adamının dinlere inanıyorum" diyerek demeç vermesi, bir de hızını alamayıp, insanları dine yöneltme amaçlı kitap yazması utanç verici birşeydir. Çünkü böyle birinin bu şekilde açıklamalar yapması demek, trilyon dolarlık din şirketlerinin sermayesinin, müşterilerinin ve cirosunun artması demektir. Müşteri diyorum, çünkü bu konuya din sektörünün tarafından bakıyorum. (Siz kendinizi müşteri olmayarak görmeye devam edebilirsiniz) Bu kişinin bilim dünyasındaki işi bitmiştir. Çünkü bilime haince ihanet etmiştir. Tanrıya inanarak mı ihanet etmiştir? Hayır. Dine inanarak mı? Hayır. Ama bu açıklamayı yaparak, vede bu amaçlı kitap yazarak ihanet etmiştir. Çünkü "ben inanıyorum demekle kalmamış, bir bilim adamı olarak ben inanıyorum, siz de inanın" demeye getirmiştir. "Böyle düşünüyorsa ne yapsın? Fikirlerini mi saklasın?" Hayır, o böyle düşünmüyor. 30 yıllık ateistten asla bir teist olmaz. Bir deist, panteist vs. olması bile mucize olur. Zira bir ateistin, üstelik de bilimadamı olan bir ateistin birinci ilkesi bilimsel yöntemlerden şaşmamaktır. Eğer bilimsel yöntemlerden şaşmadan, tanrıyı bulduysa onun hakkında söylediklerimin tümü bana aittir ve o benim gözümde bir kahraman olacaktır. Ama bilimsel yöntemlerden şaşarak tanrıyı bulduğu halde,(Hissetmiş) bunu bilimle karışık sunduğu için, kendisi bilimin yüz karasıdır. Gitsin şimdi vicdanı sızlamadan, hawaideki, villasında, yatlarında, katlarında keyif çatsın ama bir daha bilim yuvalarına adım atamayacağı kesin. Bilim dünyasında lanetle anılacağı da kesindir. Ben de bir ateist sayılmam. Keşke olabilseydim. Ama benim tanrı dediğim şey; asla madde ötesi metafizik bir tanrı değildir. Hatta yaratıcı bile değildir, bizim bilinç dediğimiz manada, bilinçsiz bir tanrıdır, oturup düşünebilme yeteneğine sahip değildir. Yani doğanın kendisidir. Doğanın saygı duyulası güzelliğinden öte hiçbir kutsallığı da yoktur, insan odaklı da değildir. Tapınılacak bir şey de değildir, tapınılmayı isteyecek kadar bile bir bilinci yoktur. Sadece sevilecek birşeydir. Yani benim tanrı dediğim şey, ateizmdeki maddenin ta kendisidir. Sadece isimlendirme ve manalandırma farkı vardır. Ben bu tanrı inancımı çoğu zaman dile getirmemeye çalışıp, ateist gibi davranıyorum. Çünkü birileri benim bu tanrı inancımı alıp, kendi dinine malzeme yapabilir. Aslında ben önemli bir kişi değilim, alt tarafı şurda sıradan bir forum üyesiyim. Dolayısıyla ben tanrı inancımı açıklasam bile, benim inancımı kullanan pek çıkmaz, ben sadece işimi sağlama almak için bunu yapıyorum. Tanrı inancı olan diğer dinsiz arkadaşların da bu inancı, inandığı tanrı fikrine göre açıklanmasında sakıncasız veya sakıncalı olabilir. (Dincilerin bu inancı malzeme yapması açısından.) Ama dediğim gibi; bizlerin inançları pek malzeme yapılmaz, önemli bilim adamlarınınki ise, başta din tüccarları olmak üzere bir çok dinci tarafından bir numaralı malzeme yapılır. Bu adam bunların hepsini biliyordu, malzeme olacağını biliyordu, bunu bile bile yaptı. İnsanların düşünüp kafa yormak yerine hazır paket dinleri aldığını da bal gibi biliyordu. Din sektörüne en az onlarca milyar dolar kazandıracağını da biliyordu. Her insanın fikirleri değişebilir ama 30 yıl aynı istikamette gidip, birden bire 180 derece yön değiştirip hurafelere doğru tam gaz yol alan birinin kötü niyetinden değil şüphe etmek, emin olmak lazımdır. Neymiş efendim, bazı insanlar mucizevi bir şekilde ölmesi lazımken, ölmüyormuş. Bu yüzden de bir pandeist, bir agnostik, bir deist de olmamış, gitmiş hıristiyan olmuş. Mucizevi şekilde sağ kalanları 30 yıldır görmemiş mi? Yeni mi gözü görmüş bunları? Neyse, o milyon dolarlarını yiyedursun, pirincin taşını ayıklamak yine bize düşüyor. Saygılar, sevgiler.
  24. Deney için gerekli malzemeler; 1- bilgisayar monütörü (kim yapmış "İNSAN") 2- Bir çift "GÖZ" (kim yaratmış "Mergahu" (C.C.) aksini ispat eden aynısını veya tabii haliyle bir " KIL" yaratsın... 3- bir "BEYİN" kim yaratmış "Mergahu" aksini ispat eden " BİLİNÇ,İRADE" yi, izah etsin... Mergahu yarattı Mergahu yarattı. Allah çıkınca diğer tanrıların hepsi miteloji mi oldular? Hristiyanlar Allah'ı tanıyor mu? Yahudiler tanıyor mu? Haydi onların dinine sahip çıktınız; peki ya Japon'ların, Hint'lilerin, Çin'lilerin dinleri? Onlar niye miteloji olmadı? Onlar da mı miteloji olacak? Öyleyse Allah da miteloji olacak. Unutma ki; o mitoloji olan tanrıların da bir çoğu, birkaç bin yıl yaşadı. Ayrıca Mergahu mitoloji filan olmadı, o daha ilk defa yeni din gönderiyor. Aslında insanlığın başından beri din göndermişti ama insanlar o dinleri tahrif ettiler. Şimdi yenisini gönderiyor. Saygılar, sevgiler.
  25. Allah varmıymış, yokmuymuş? Yoksa Masal mıymış? Masallar doğru muymuş? Doğru masal olur muymuş? Anlamak için bir kaç deney yapacağız şimdi. Deney için gerekli malzemeler: 1- Bir adet bilgisayar monitörü. 2- Bir çift göz. (Bir tanesi de yeterli) 3- Bir beyin. Monitörümüz gözümüze, bu yazıları gönderecek, yazılar da beyine gönderecek, geri kalan işi de beyin kendisi yapacak. Malzemeleriniz hazırsa deneye başlayalım. 1- Allah'ın görüntüsü var mı? Yokmuş. 2- Rengi var mı? Yokmuş. Yokmuş. 3- Kokusu var mı? Yokmuş. 4- Sesi var mı? Yokmuş. 5- Kütlesi var mı? Yokmuş. Evet, 5 kere denedik, beşinde de yokmuş. Bir de şimdi masalı deneyelim: Masal neymiş? : Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içindeymiş. (yeri de belli) Masal bile bir varmış, bir yokmuş ama Bu Allah hepten yokmuş yahu. Masalın hiç olmazsa sesi var, bunun o'su da yokmuş. Evet, rengi kokusu olmayan, gözükmeyen herşey yok mu sayılır. Hayır. Mesela elektrik. Onu da şöyle deneyelim: Lazım olan araç ve gereçler: Sadece bir bakır tel. Bakır teli alıyoruz, ve çıplak ayakla, ve çıplak elle gidip o teli duvardaki prize sokuyoruz. Böylece de elektriğin olup olmadığını kolaylıkla anlıyoruz. Peki Allah yoksa bütün bu gördüklerimizi kim yarattı? Mergahu yarattı. Bana da vahy gönderdi. Daha sonra açıklayacağım bu vahiy'leri. Bütün bu gördüklerinizi Mergahu'nun yarattığını da ispatlayacağım. Saygılar, sevgiler.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.