Notamatik tarafından postalanan herşey
-
İslam kadını aşağılamadı, siz anneliği aşağıladınız!
Vay, vay, vay, çalışmak aşağılanmıkdı, onu unutmuşuz. Doğru!! Bu dünyayı fani görüp, cennette yan gel yat Osman zihniyetine odaklanmış beyinler için çalışmak elbeteki aşağılanmak olmalıdır. Ne çalışacaksın fani dünyada! İmtihanı geçmeye çalış, yeterli. Yat, kalk, tapın putlara, bundan güzel iş mi var? Bundan iyi yatırım mı var? Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et. Yani ölmeyecek kadar çalış, kalan vaktinde ibadet et. Tapın, tepin dur. Hurma ülkelerinin halini görüyorsunuz; bu felsefenin ülkeleri işte onlar. Ruhlar aleminin ülkeleri. Neymiş? Koca fırçası yemeyecekmiş de, patron fırçası yiyecekmiş. Patron fırçası yiyince de aşağılanmış olacakmış. O zaman bu çalışan erkekler neşağılık insanlar oluyor acaba? Bence onlar da çalışmasın, aksi halde A tipi şağılık olurlar maaazallah. Onlar da patron fırçası yiyorlar çünkü . Neymiş? Kadınlar çocuk yetiştirerek dünyanın en kutsal işini yapıyorlarmış. Yapanlar da bu zihniyetteki kadınlar oluyor, dikkat!! Hangi kadınlar yapacakmış bu kutsal işi biliyormusunuz? Kocasının kölesi olmaktan, hamur açmaktan, ortalığı silip süpürmekten, çocuk çişi temizlemekten başka bir işi olmayan kadın yapacakmış. Çocuk yetiştirecekmiş!!! "Yahu bu kadını kim yetiştirecek de, o da ona göre çocuk yetiştirecek" diyen de yok. Ama gerek de yok, nasıl olsa, şıhlar, şeyhler dervişler ve ermişler var. Kadını onlar yetiştirir, kadın da çocukları. Bu zihniyetteki kadın, değil kutsal çocuk yetiştirmek; memlekete düşman yetiştirmekten başka birşey yapamaz. Düşman derken, illa da elinde silah, terörist olması şart değil; 2 hurafe destekleyip, ülke bilimine çomak soksun veya "kadınlar çalışmasın" desin o bile yeterlidir. Ancak bu kutsal çocukların verdiği zararlar bunun bin beteridir. İstemiyoruz bu kadınların çocuklarını. Bıktık kutsal çocuklardan. Bunlardan bol bol var elimizde, hiçbir işimize yaramıyorlar. Aksine zarar veriyorlar. Bu çocuklardan isteyen, gitsin İrana orda bol bol var bu çocuklardan. Yetmezse diğer hurma ülkelerine uğrayıp, oralardan takviye yapsınlar. Bunların dertleri ne biliyormusunuz? Kadın bir köle. Kölenin gözü açılmasın. Patrona değil, sahibine çalışsın. Evdeki sahibinin hizmeti aksamasın. Çocuk mocuk değil; hababam puta kul, sahibine de köle yetiştirip dursun. Gözü erkek de görmesin; yani adam gibi adam görmesin. İnsanlık neymiş anlamasın, çakmasın köfteyi. İş, miş, neymiş yahu! Kışkırtmayın adamın kölesini; şu 2 günlük fani dünyada. Saygılar, sevgiler.
-
Çarmıha germek
Dinde gemisini kurtaran kaptandır. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi hakimdir. Kendini kurtar, diğerlerine acıma felsefesi geçerlidir. Diğerlerine acırsan; ben sana acımam felsefesi geçerlidir. Hatta bu diğerleri; anan, baban, gardaşın, eşin, dostun, sırdaşın, daha da mutluyuz yarınlarda bile olsa sonuç değişmez, acımak yok, yola devam geçerlidir. Biricik oğlun yanıldı mı, şeytan beyin tuzağına mı düştü? Boşver yansın çatır çatır, sen git cennette hurilerle, inci tanesi sedef gibi gılmanlarla keyif çat. Diyorum ya!! Gemisini kurtaran kaptandır diye, boşuna demiyorumdur, inşallah. Aşkları da vururlar din uğruna. Dinde aşk bile siyah-beyaz fim gibidir, yavandır, senaryodur, filmdir. Ah benim sevdiceğim, bir yastığa yıllar yılı baş koyduğum, ilk göz ağrım, canım ciğerim. Seni ben pek çok, pek çok severim. Ne vardı sanki şeytana uyacak? Eh ne yapalım, yan bakalım, yana döne. Hurileri bir bir ayıklarken seni anacağım. Sen de derilerin değiştirilirken, beni unutma güzelim byeee. Oğlum oğlum, güzel oğlum, tadına doyamadığım. Sen de düştün tuzağa, inanmadın uzağa. İç bakalım şimdi lavları, kızgın kaynar suları. Ben sana demedim mi benim gibi ol diye! Öyle yapsaydın şimdi sen de benim gibi oynama şıkıdım şıkıdım yapardın şarap ırmaklarının kenarında, hurmaların altında. Kusura bakma, gemisini kurtaran kaptandır, acımak da yasak. Eh şimdi vicdanı bu ipotek altındaki insana ne çarmıha germesinden bahsedersiniz? Adam en yakınları için bile öylesine türlü türlü işkenceleri benimsemiş, onaylamış ki; çarmıha mı takılıp kalacak? İtiraz mı ediyor? edecek tabi. O kendini değil, seni ikna etmek için itiraz ediyor. Yoksa onun için çarmık varmış, yokmuş farketmez. Sana "çarmıha germek yok" diyorsa, sanki olsa vaz mı geçecek dininden? "Aaa bu dinde böylesine vahşet varsa, ben bu dine inanmam" mı diyecek? Adama kol bacak kesme, kasap videolarını gösteriyorsun da banamısın demiyor, çarmık yüzünden mi dinden çıkacak? O zaten hepsini benimsemiş, itiraz etmesi sadece dini çağa uydurmak, süslemek, püslemek ve böylece de dinden çıkacakları engellemek, ve böylece de Kıbele'den 3 cennet puanını kapmak. Yoksa sen ona Muhammedin adamının birine bomba yutturup patlattığının resmini bile göstersen havagazı onun için. Diyorum ya!! gemisini kurtaran kaptandır. Nede olsa karşımızda Allah denen tehlikeli ve garip bir yaratık var. Gardımızı almamız lazım. Sana onun en güzellikler yaratığı olduğunu söyler durur ama; için-için, onu yaratıkların en zalimi olarak düşünür. Düşünür de söyleyemez, söylerse de tehlikeli çünkü. Yangın tehlikesi bu, başka bir şeye benzemez. Bir taraftan "yok öyle birşey" diyecek. O da mı olmadı, "var ne var bunda diyecek", o da mı olmadı, "sen Kuran'ı komple oku" diyerek akıl verecek. O da mı olmadı, olmadıysa olmadı. Dine devam, din ürüsün, din yürüsün, gemi kurtulsun. kendi gemisi. Allahın dinini kurtarıyor, vardır elbet bunun bir mukafatı. Bizimkisi bir aşk hikayesi, siyah-beyaz film gibi biraz. Alev gibi. Saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Cyrano, eğer bunu bilerek yaptıysan bu yaptığın şey hiç etik değil. Bilmeyerek yaptıysan da aşağıda sana başka bir şey söyleyeceğim ama önce benim ne dediğimi, senin ise benim lafımı nasıl değiştirdiğine bir gözat önce şurda: Ben bunu demişim: Sen de bunu söylediğimi iddia etmişsin: Bu nedir şimdi? Benim söylediğimin "tam tersini" getirip sanki ben söylemişim gibi sunmak doğru bir davranış mı? Üstelik de bütün iletini benim söyleMEdiğim bu kelimeye dayanarak yazmışsın. Eğer bunu yanlışlıkla yaptıysan mesele yok ama bu da senin okuduklarını nasıl okuduğunu gösterir. Yani okuduğun tarih kitaplarından da anlamak istediğin gibi anladığını gösterir. Bu da zaten benim sana söylediğim şeyi ispatlar. Bu kelime diyelim ki gözünden kaçtı, ama benim yukarda kitap okumanın gerekli olduğunu söylediğim başka cümlelerim de var, onları da atlamışsın. Hayır bunu yapan ben değilim, "insan prototipi oluşturmak" benim işim değildir, bunu dinler ve tek tip oluşturmak isteyen devletler yaparlar. Benim yaptığım ise, dinlerin ve devletlerin oluşturduğu bu insan prototiplerini sadece görmek. Sen bunu dinle alakalı yazımdan dolayı yazmışsın. Söylediğim doğrudur. Sen din bakımından bir prototip olmak zorundasın. Mesela senin Muhammed'in "dini oluşturma bakımından" yaptığı hataları görme veya söyleme veya düşünme diye bir özgürlüğün yoktur. Bu söylediğim açısından bütün müslümanlar aynı proto tipin içinde olmak zorundadır. Muhammed'in "dini oluşturma bakımından" bir hatasını söylersen bunu düşünmekten vazgeçeceğim. Allah'ın demiyorum Muhammed'in diyorum. Mesele "bazı ayetleri indirmeyi unutmuş" benzeri bir laf edemezsin. Yada "ben Allah'ın yerinde olsam, şöyle bir ayeti de indirirdim" diyemezsin. Diyebiliyorsan söyle vazgeçeyim bu iddiamdan. Daha buna benzer sizin hepinizi aynı kalıba sokan yüzlerce örnek sayabilirim. O halde sizi belli bir prototip içine sokan ben değilim sizin dininiz. Ben de sadece yapılanı görüyorum, hepsi bu. Şimdi yine yanlış anlayıp, "bütün müslümanlar a-dan z'ye, bütün huyları bakımından aynımıdır?" diyeceksin. Hayır bütün huyları bakımından aynı değildir ama din bakımından hepsinin uymak zorunda olduğu belli başlı olmazsa olmaz kriterler vardır. Yani "bütün forumdaşlar ben tarihten bahsettiğim zaman susarlar" demek istiyorsun. Bu söylediğin bu manaya geliyor çünkü. Yada öyle değilse ve senin tarih hakkında söylediğin bir şeye itirazı olanlar varsa; bu da senin her tarih bilgine herkezin katılmadığını gösterir. Tarih bilgin çok olabilir, her insanın birbirinden farklı ilgi alanları vardır, seninki de tarihtir. Ama senin tarih bilginin çok olması, her tarih bilginin de doğru olduğu manasına gelmez. O bilgileri tarafsız kullandığın manasına da gelmez. Yine aynı şeyi tekrarlayacağım. Her konuda değil ama bazı konularda din sizi sınırlandırmıştır. Sen de sınırını aşamazsın. Aşarsan zaten dinden çıkmış olursun. Mesela Allah'a en ufak bir eleştiri dahi getirme hakkın yok. Bu senin sınırındır. Sadece senin değil, bütün müslümanların sınırıdır. Yani "bu dinde şu kusurlar vardır ama ben yine de İslamın gerçek bir din olduğuna inanan bir müslümanım" diyemez hiç kimse. Bunu söylemek sadece dine değil, mantığa da aykırıdır. Sen dinini sevmek zorundasın. "Dinimi sevmiyorum" deme hakkın yok. Dinini sevdiğine göre; ona toz kondurmak istemezsin tabiki. Sen belki "ben istisnayım" diyebilirsin ama benim de senin istisna olduğunu bilmem için bana kanıt göstermen lazım. Nerden bileceğim ben senin istisna olduğunu? İstisna olduğuna dair bir sebep söyle, inanayım. Niye benim kitabımda yazanlar sağdan soldan duyma bilgi oluyormuş da seninkiler, öyle olmuyormuş? Ayrıca senin kitabında yazanların sağdan soldan duyma bilgi olmadığı ne malum? Diyeceksin ki onlar professör. Benimkiler de professör. Professörler tarafsız olur diye bir kaide mi var? Her professorun soylediği bir diğerinin soylediği ile birebir aynı mı? Hele ki çalıntı makalelerle birilerinin professor yapıldığı bir ülkede. Müslüman olup da tarafsız olabilir. Hatta senin "yapılması şarttı" dediğinin aksine varlık vergisi için "bir müslüman olarak utanç duydum" diyen yazarlar da var. Ama müslümanların "din karşıtı yazılara karşı", mantık kullanmadan, direk olarak İslam tarafını tuttuğunun gerçeğini değiştirmez. Dine laf gelmeyen durumlarda kendiliğinden; bazı şeyleri itiraf edebilir ama dine laf söylendiği zaman ister istemez taraf tutar. Ben de dine laf söylediğim için senin yaptığın da bu. Şu halde senin bana "hem İslam dininin getirdiği olumsuzlukları anlatan hem de "ben müslümanım"" diyen bir bilim adamının "yazdığı bir kitabı" gösterme mecburiyetin var. Sadece 1 tane numune istiyorum, 2 tane bile değil. Sana söz, o getirdiğin numuneye istisna bile demeyeceğim. Eğer getiremezsen, benim iddiam doğru demektir. Eğer müslümanların dini ilgilendiren bütün konularda yer aldığı taraf, hiç istisnasız mutlaka İslam tarafıysa elbetteki benim iddiam doğrudur. Aksi ispatlanana kadar. Evet, bekliyorum vereceğin örneği. Önce şu üstteki yazıyı kalınlaştırarak, yaptığın vahim durumu bir daha hatırlatayım dedim, zira benim cümlemi tahrip ederek, bu okumama kelimesini iletinin her yerinde dayanak yapmışsın. 1- Varlık vergisi sadece İstanbul, İzmir ve Ankara'da mı uygulandı? 2- Farzı misal öyle olmuş bile olsaydı; bu 3 ilde hiç mi bir tane Kürt veya Arap asıllı yoktu? 3- Varlık vergisi sadece burjuva olarak adlandırdığın en zengin kesime mi uygulandı? Öyle olduysa neden orta sınıf, fevkalede sınıf, gibi ayrımlar yapıldı? İçlerinde hiç "sadece 2-3 evi olan", orta halli Kürt ve Arap yokmuydu? Onlara niye bu ağır vergiler getirilmedi? Onlar niye Aşkale'ye sürülmedi? Çünkü onlar M olarak fişlendi de ondan. Adı istediği kadar, kim tarafından ırkçı uygulama koyulursa koyulsun, hatta yapanlar da buna "ırkçı uygulama" dese bile neticede meydana gelen olay, dinci uygulamadır. Dinde adı bile belli: ganimet. Türkleştirme dediğin şey; Türk=Müslüman mantığı ile birlikte Türkleştirmedir. Türk ırkçılığı da çok az bir kısmı hariç, din bazlı ırkçılıktır. Yani Müslüman-Türk ırkçılığıdır. O senin MHP dediğin şey, oldum olası dinci-ırkçıdır. Türban meselesinde sadece takkeleri düştü ve ne oldukları ortaya çıktı. Yıllarca Türkçü gelenekçiyiz dediler, ama uygulamalarına bakınca hep İslam kaynaklı muhafazakarlık içindeydiler. Dinciler hangi konularda mahalle baskısı yaptılarsa, onlar da aynı konularda mahalle baskısı yaptılar. Mesela namus kavramını örnek verebiliriz. Evet, çoğu namaz kılmazlar, oruç tutmazlar ama hepsi çoğu da yine de dincidir. Bunların hepsi mutehasıp ailelerin çocuklarıdır. Bunlardan sadece Atsızcıları ayırabiliriz, onların da zaten çoğunluğu dinden çıkmış, eski Türk dinine dönmüşler.(Özellikle şu türban meselesinden sonra) İşte böyle kitap okunursa böyle olur. Varlık vergisinin dini bir uygulama olup olmadığı bir bilgi değil, bir yorumdur. Irkçı bir uygulama olduğu da bir yorumdur. Çünkü verginin kanununda ne ırkçı uygulama olduğu yazar, nede dinci bir uygulama olduğu yazar. Yapılanların hepsi yorumdur. Benim yorumum ise budur. Ama görülen o ki senin kitap okuma sistemin başka. Sen yazarların yorumunu okuyup onu öğreniyorsun. Aksi sözkonusu olsaydı bana şu yukardaki cümleyi sarfetmezdin. Kitap böyle okunmaz, kitapta anlatılanı okursun, yorumu da kendin yaparsın, yorum kitaptan kopyalanmaz. Ben önceki iletimde de sana bunu anlattım ama sen gittin tam tersine beni, kitap düşmanı yobaz yerine koydun. O kadar da emek verip anlattığım halde üstelik. Kitap konusunda seninle benim farkım ne biliyormusun? Sen kendi ideolojine yakın yazarların tüm kitaplarını alıp, yazarın yorumlarıyla birlikte ezberliyorsun, ben ise bir kitabı seçerken, eğer o konuda taraf tutma olayı olabilecekse, tarafsız olduğuna iyice inanmadan o kitabı okumuyorum. Okusam da onun taraflı olduğunu bile bile mecbur kalırsam okuyorum. Ayrıca da okuduğum kitapların içinden kendi yorumunu çıkardıktan sonra, kitabın içindekini kasıtlı olarak, beynimde yer açmak için unutuyorum. Yoksa sen benden fazla kitap okuyorsun diye bir şey yok. Kaldı ki benden fazla bile okusan, benden fazla bileceksin diye bir şart yok. Benim ablam benim 3 katım kitap okur, ama bana danışmadan hiçbir önemli işinde adım bile atmaz. Ne bilimi yahu? Bir kitabı okuduktan sonra, o kitabın yazarının yorumunu gözü kapalı kopyalamak bilimin neresinde varmış? Bilimde ezber değil, mantık konuşur. Adamlar insanları G=Gayrımüslüm, D=Dönme , M=Müslüman olarak fişlemiş, en yüksek vergiyi, G'den almış, D'den ise biraz daha az almış, M'den ise çok çok az almış. Bundan büyük gerçek mi var? Hiçbir şeyi bile konuşmaya gerek yok aslında. M=Müslüman yeterli. Yetmezse G=müslüman olmayan yeterli. O da mı yetmedi; D=Dönme yeterli. Bilim böyle yapılır, kitap yazarlarının yorumlarını kopyalayarak değil. Sen muhakkak hala itiraz edersin, sana en iyisi bir örnek vereyim. Almanyada bir kanun çıkarılarak varlık vergisi getiriliyor. Bu vergi tahsili esnasında Türkler, Araplar, İranlılar ve Kürtler G=GayrıHristiyan , Almanlar, Almanya'daki Belçikalılar, ve İngilizler H olarak fişleniyor. H=Hristiyanlara cuzi bir vergi, G=GayrıHristiyan, yani hristiyan olmayanlara ise en ağır vergiler getiriliyor, ondan sonra da Almanlar çıkıp bu bir dinci değil, ırkçı uygulamadır diyor. Senin yaptığın biribir, aynen ve tıpkı bu. Az birşey farklısı bile değil. Bilim budur arkadaşım, bilimde deney denen birşey vardır, kıyaslama denen birşey vardır, mantık yürütme denen birşey vardır. Her kitap okuyan bilim yapıyor olsaydı, ortalık bilim adamı kaynardı. Sen okuduğun tarih kitaplarının hepsini bilim kitabı sanıyorsun. Halbuki onların çoğunluğu yazarların yorumu. Bilim yapan tarihçiler farklıdır, onlar giderler bizzat devlet arşivlerindeki belgeleri incelerler, arkeolojik kalıntıları incelerler, gerekirse arkeolojik kazılara kendileri de katılırlar, belgeleri çözebilmek için eski dilleri öğrenirler ve sonunda da bu kanıtlara dayalı kitap yazarlar. Bilim yapan tarihçi budur. Diğerleri ise; bu bilim yapan tarihçilerin kitaplarını okurlar, o kitaplara göre yorum yaparlar. Yani tavşanın suyu onlarınki. Senin ki ise bu durumda tavşanın suyunun suyu oluyor. Bildiklerin tümden yanlıştır demiyorum. Ama yorumun yorumuna yorum katıp, ezberlemen yanlış diyorum. Tarih kitaplarının çoğu bilim kitabı değildir. Her önüne gelen kitaba böyle kutsaliyet yüklemeyin. H.Y de kitap yazıyor. Bunu söyleyeceğine farkı görmeye çalış. 100,000 tane de kitap okusan kimseye yobaz demeye hakkın yok. Yanlış bir söz bu. Geri de iade etmeden, çöpe atıyorum. Doğruluğu görülmüş, ispatlanmış, denenmiş şeyleri yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Bu yüzden tabiki bildiklerimin çoğunluğunu diğer insanlardan öğrendim. Ama benim normalde yapılandan bir farkım var. Ben 20 yaşındayken, neredeyse o güne kadar bütün bildiklerimi sildim yeniden düzenledim. Bir tek dini silmeyi aklıma getirmemiştim, onu da 32 yaşımda sildim. Bende sadece din değil, Türk örf ve adetlerinin de çoğu yoktur. Dedim ya! onları daha 20 yaşındayken sildim. Aralarında bir kısım iyilerini ise, yeniden değerlendirdikten sonra yeni baştan aldım. İçlerine de yabancı kültürlerden güzel olarak gördüğüm davranışları ve kendi aklıma gelen doğru davranışları ilave ettim. Dolayısıyla, kültürünü tamamen babasından kopyalamış babama, annesinden kopyalamış anneme, aileden kopyalamış kardeşlerime, benzer yanım yok denecek kadar azdır. Kültürünü kendi öğretmenlerinden kopyalamış öğretmenlerime, komşusundan kopyalamış komşuma, arkadaşından kopyalamış arkadaşıma da benzer yanım çok azdır. İşte benim yazılarım mecburen bu yüzden uzun oluyor. Mesela şu yazacağımı yazmasam ordan biri çıkıp bana diyecek ki; "sen demek ki, işine geldiği gibi yaşamak için bütün ahlaki kurallarını silmişsin". Ben çevremden aldığım 10 ahlaki bilgimi sildiysem yerine 100 tane yenisini koydum. Kafama göre yaşamak için değil, daha insanca olabilmek için yaptım bütün bunları. Ahlak seviyemi arttırmak için yaptım. Toplumun üzerinde bir ahlak seviyesi kurabilmek için yaptım. öyle mi? Öyleyse yarından itibaren ben arkadaşların cüzdanlarından ufak tefek birşeyler tırıklamaya başlayayım. Bunu mu öneriyorsun? Çağın şartları mı? Ostalık kapkaççı kaynıyor, yer taraf yankesici dolu. Ben kendim bile 3 kez soyuldum. Birinde evime girildi, ikisinde cüzdanım cebimden çalındı. Her taraf hortumcu dolu, ihale yolsuzluğu had safhada, kaçakçılık desen diz boyu. Yalan mı bütün bunlar? O halde ben ufak tefek tırıklamalar yapsam bir sakıncası yok sence. Nede olsa çağa göre değerlendirmek lazım. Zaman kötü, ne yapalım? Mazur görmek lazım. Millet trilyonları götürüyor, ben 3-5 yüz lira çalsam çok mu çağ dışı? Yanlış olmasaydı kalkmazdı. Kalktığına göre, yanlışmış demekki. Gerçi İslam ülkelerinin bazılarında hala bu çağda bile devam ediyor ama ona da bir kılıf buluruz artık. Köle azad etmek için köle satın alanlar neyin nesiydi peki? Konudan konuya fark var. Atatürk o zamanlar tek partili sistem kurmaya mecburdu. Masum niyetle bir şeyi mecburen yapmak başka, mecburi olmadığı halde adam seçerek birilerini ezmek başka. Kölecilik mecburi bir şey değildi. Kölesi olmadan da yaşayanlar vardı. Varlık vergisinin uygulanış şekli de mecburi değildi. İnsan ayırd etmeden tüm zenginlerden yüksek miktar vergi alınsaydı (Onları batırmadan), kimse sesini çıkaramayacaktı. Özür dilerim hata yapmıştım. Munafık yerine müşrik yazmışım, iletimi kaydettikten hemen ardından değiştirmek istedim ama değiştirme süresi içinde yetiştiremediğim için forum müsade etmedi. Başka bir forumda iki gündür müşrikler hakkında yazıyordum, ordan beynime takılmış. Benim okuduklarıma göre, o dönem çeşitli entrikalar da dönmüş. Birkaç dönme bu yüzden D sınıfından, G=Gayrımüslüm sınıfına alınmış olabilir. Fakat önemli olan şudur ki; bütün dönmeler G sınıfına alınmamıştır. D sınıfına; G sınıfına nazaran daha hafif vergiler koyulmuştur. Yani G ve D arasında yapılmış olan ayrımcılık bile, bunun bir dini uygulama olduğunun açık bir göstergesidir. Dönmelere gayrımüslümlerden daha az vergi kesildiğine dair kaynak istersen bulabilirim. Yine benim söylemediğim birşeyden bahsediyorsun. Ben nerede 1940'lardaki yönetimi "dinci" olarak nitelendirmişim? Ben ne söylemişim? "imamların derin devleti" demişim. Derin devlet ne demek? Devlet mi demek? İktidar mı demek? Öyle olsaydı "imamların derin devleti" demezdim, onun yerine "imamların devleti" derdim. O zamanki yönetim dincilerin eline kalsaydı gayrımüslümleri zaten köle yaparlardı. Bu gün bile bıraksan onları köle yapmak isteyen tonlarca dinci çıkar. CHP dinci olmamasına rağmen dinci uygulamalar yapmıştır. Sebepleri ise şunlardır. 1- İmamların kamuoyunda sözü geçen kişiler olması ve bu yolla hükümete baskı yapması. Böylelikle de CHP'nin laiklikten ödün vermesi. 2- Yobaz olmadığı sanılan imamlara(bugünkü Diyanet gibi), dinci olmayanların nezdinde de saygı duyulması. Burda geçmemesine rağmen hatırlatayım dedim. Orda ben de bir yanlışlık yapmışım. 1949 yazacağına 1945 yazmışım. Şimdi senin eksikliğini düzeltelim. (Yanlışlık değil eksiklik) 1924 yılında İmam hatip ve ilahiyat fakültelerinin olması çok normal. Çünkü o yılda henüz anayasadaki "Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini İslamdır" ibaresi vardı. Yani Ata 1924'de henüz tam laik bir devlet kuramamıştı. Yani Ata öldüğünde ne zorunlu din dersi, ne seçmeli din dersi, ne imam hatipler, nede ilahiyat fakülteleri vardı. Bak ardından CHP döneminde neler yapılmış? Ben hiç böyle birşey demedim sevgili Demirefe, Türbana benim kadar karşı olan yoktur. Türban benim meslek hayatımda kazancımı bile olumsuz yönde etkiliyor. Uluslararası piyasalarda Araplara hiç güven duyulmuyor. Türbanlılar yüzünden bizi de Arap sanıyorlar. Eskiden ticaret yaptığım veya arkadaşım olan yabancılara "biz Arap değiliz" diye anlatarak yarım saat ter döküyordum. Şimdi ise türbanlılar o kadar çoğaldı ki; artık ben de pes ettim insanlara bunu anlatmaya. Yabancı bir misafirim geldiği zaman türbanlıları görmesin diye gezdirmek için onları nereye götüreceğimi şaşırıyorum. Sen herhalde beni başkasıyla karıştırdın, ben türban taraftarı değilim. Daha önce söylediğini de ilave edelim de toptan cevap vereyim. "Dibe vuralım, ondan sonra kafamıza dank etsin, ayılırız." Ben bunların ikisini de önermedim. Ne kazan patlasın, nede dibe vuralım dedim. Konu din konusu olduğuna göre; dibe vurmak şeriatın gelmiş olması manasına geliyor. Ben bir dinsiz olarak, dinliler bile şeriat istemezken, şeriat gelsin istermiyim hiç? İstemeyeceğime göre; demek ki maksadım da dibe vurmak, kazanı patlatmak olamaz. Benim istediğim şey, tam aksine şeriatın şımarıp, daha dibe vurmadan yüzünü göstermesi ve halkın da dibe vuracağımızı böylece anlamasıdır. Nitekim de öyle oldu, AKP %47 oya güvenerek, Ali Kıran Başkesen gibi, cesaretlenip hızlı adımlar atmaya kalktı. Bu yüzden de, laik(!) halk bu hızlı adımların farkına vardı. Eğer AKP %47 değil de, %35 oyla gelseydi, istediklerini yapmakta yavaş davranacaktı. Böylece de şu anda bu kapatma davası da sözkonusu olmayacaktı. Ama ne olacaktı? Yavaş ama emin adımlarla halkı din tarafına çekmek için, dindarlaştıkça dindarlaştırmak için, elinden geleni yapacaktı. Halk yeterince dindarlaşınca da işler daha kolaylaşacaktı. Dolayısıyla, benim öngörüm tutmuştur. Bu işten ben karlı çıktım, AKP kaybetti. Ne kaybetti? Türbanı öne atarak, zorunlu din derslerini de konuşulur hale getirdi. Diyanet'i de konuşulur hale getirdi. Yani balgat'a pirince gideyim cesaretiyle evdeki bulgurdan oldu. Daha önce laikliğe aykırı olduğu dile bile getirilmeyen, Diyanet ve din dersleri artık sorgulanmak zorunda kaldı. AKP olmasaydı, bunlar sorgulanmazdı, böylece de Türkiye laikleşmenin gereğini anlayamazdı. Laik olduğunu zannettiği için. Keşke AKP %47 değil de %55 oy alsaydı da, bak o zaman o AKP nin başına neler gelirdi görürdün. Türkiye acilen nasıl da laikleşirdi görürdün. Benim bu yaptığım ateşle oynamak değil, külün altında için için zaten yanan ateşi farkettirip söndürtmek. Bu kafir adını bana ben kendim takmıyorum; İslam beni kafir olarak tanıyor. Çünkü ben Muhammed'in gerçek bir peygamber olduğuna inanmıyorum. Allah denen bir tanrı olduğuna da inanmıyorum. O halde ben kendime "müslümanım" desem gülmezler mi bana? Sen kendin için, "bazen müslümanım diyorum, bazen de ateistim diyorum" diyorsun. Olabilir, senin kesin bir eminliğin yoktur, "acaba mı?" diyorsundur. Bazı açılardan bakınca Muhammed'e, Kuran'a ve Kurandaki Allah'a inanıyor olabilirsin. Bunu da normal karşılarım. Ama benim en ufak bir şüphem dahi yok ki bu dinin sahte olduğuna. Bir taraftan "bu din sahtedir, derken öbür taraftan, ben müslümanım" nasıl diyebilirim? Eğer böyle bir şey dersem; bu "Allah yoktur, ama varlığına inanıyorum" manasına gelir. Eğer "inanmasan da inanıyormuş gibi yap" diyorsan; bunu niçin yapayım? İnsanları mı kandırayım? İçindeki şüpheleri atıp da sen de birgün bu dinin sahte bir din olduğuna kesin inanırsan, sen de kafir olduğunu kabul edeceksin. Sen kabul etmesen de sana kafir diyecekler. Dolayısıyla kafir değilim desen de bir işe yaramayacak. Eğer sen diyorsan ki; "kafir olduğunu sorulduğu zaman söyle ama, durup dururken üstüne basa basa ben kafirim deme" , onu da şöyle açıklayabilirim. İnsanlarımız hala kafir dendiği zaman bunu; kedi yiyen, vampire benzer bir yaratık olarak düşünüyor. En azından büyük bir kitle, dinsizleri ve ateistleri gözünde hala böyle canlandırılıyor. Buna dayanarak da; kimse kafir olduğunu itiraf etmez diye düşünüyorlar. İtiraf edilmeyince de haklarında düşünülen şeyin doğru olduğuna daha da emin olunuyor. Ben de bu önyargıyı kırmak için, heryerde üstüne basa basa, gururla "ben kafirin en önde gideniyim" diyorum. Bunun başka sebepleri de var. Mesela, İslam'a inanmayanların bir çoğu bunu dile getirmekten korkuyorlar. Ben de her yerde kafir olduğumu söylüyorum ki; benden cesaretlenip onlar da kafir olduklarını söylesinler. Böylece İslamiyet sanki bir İnsan için tek alternatifmiş gibi gözükmesin istiyorum. İnanmayanları gördükçe, onlar da dinlerini sorgulamaya cesaret etsinler istiyorum. Hepinize saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Sevgili Cyrano, "Eksik bilgi" diyorsun, "şunu oku bunu oku" diyorsun. Bilgi nedir? Kaça ayrılır? ilk önce bunları incelemek lazım. Bilgi 2 çeşitdir. 1- Okuma veya duyma veya görme şekliyle, duyu organlarımız sayesinde başkasının bildiğini ezbere alma yoluyla edinilen bilgi: Ben bu tür bilgi çeşidine fazla itibar etmem. Bu tür bilgi kopyala yapıştır cinsinden bilgidir ve forumlarda yapılan kopyala yapıştır bilgilerden hiç farkı yoktur özünde. Çünkü internette yapılan, "Mouse'a kopyala/Sayfaya Yapıştır", bir yerlerden okuyup ezberlenen ise; "Beyine Kopyala / Sayfaya Yapıştır" şeklindedir. Birinde Mouse aracılığı ile bilgisayarın ram'ine kopyalanıp oradan yapıştırılır, öbüründe ise beyinin ram'ine kopyalanıp oradan yapıştırılır. Birinde bilgisayarının ram'i ne kadar büyükse o kadar kopyalayabilirsin, diğerinde ise hafızan ne kadar geniş ise o kadar kopyalayabilirsin. Elbette ki bu tip bilgi kullanmak hiç bilgisizlikten iyidir ama insanın kendi bilgisinin yerini tumaz. Ayrıca da kopyalanan her bilgi doğru olamayacağı için, yanlış bilgi kopyalamak da olasıdır. Yanlış bilgi ise bilgisizlikten daha kötüdür. Yanlış bilginin ise, nereden geleceği hiç belli olmaz. Bir gazeteden gelebileceği gibi, bir kitaptan da gelebilir. Okuldaki kitaptan da gelebilir. 2- Aklımızı kullanarak, kendi kanaatlerimiz neticesinde ürettiğimiz bilgi: İşte benim itibar etttiğim bilgi çeşidi budur. Her ne kadar zorunlu hallerde üstteki bilgi çeşidini de bazen kullansam dahi, genelde bu bilgi çeşidi bana göredir. Çünkü kendi aklım dururken, "her kim olursa olsun", başkasının bilgilerine güvenemem. Geçenlerde forumun birinde üyelerden biri bir kitap yazmış ve bir topicte kitabını tanıtıyordu. Bu üyenin kitap yazdığı öğrenilince kendisine duyulan saygı birden bire 10'a katladı. Oysaki aynı üye kitabında yazdığı aynı şeyleri zaten daha önce o forumda yazıyordu. Vede yazdıklarına ancak sıradan bir üyeninki kadar itibar ediliyordu. Bunu neden anlattım? Bir insan fikirlerini bir foruma yazınca ne değişiyor? Bir kağıda yazıp o kağıdı sayfalar halinde çoğaltıp dağıttığı zaman ne değişiyor? Hiç. Kitaba yazıldı diye yani illaki o anlatılanlar kutsallığa mı bürünüyor? Veya söyledikleri ağızdan söylenince güvenilmez, aynı kişi aynı şeyleri kitaba yazıp söyleyince güvenilir mi oluyor? Sırf kitap olduğu için her kitapda yazılanlar doğrumudur? Onu da yazan insan değil mi? Peki ne yapmalıyız? Kitap okumadan da sırf kendi bilgilerimizle yeni bilgiler keşfedemeyiz. Başkalarının da fikirlerine ihtiyacımız var. Ayrıca daha evvel keşfedilmiş bilgileri yeniden keşfetmeye de gerek yok. O halde kitap okumaya mecburuz. Ama kitap okumadan kitap okumaya fark var. Örneğin benim ablam kitap canavarıdır. Yemek yemez kitap okur. Hem de öyle roman filan değil, ciddi ciddi kitaplar okur. Ama gel gelelim, küçük kardeşim de onunla, "yahu ablacım sen okuyorsun okuyorsun nerene gidiyor?" diyerek şakalaşır sürekli. Şakasında da hakikatten haklı. Çünkü o kadar okumayla dahi kendine bile yetecek kadar fikir üretemiyor. Ama bir bilgi sor, ayaklı kütüphane gibi sana ne sorarsan cevaplasın. Fikir, asla alamazsın. Alsan da yanıltır seni. Peki o böyle diye biz de okumayalım mı? Hayır. Benim okuma felsefem şudur. 1- Okuduğum kitabın yazarının tarafsız bir yazar olması şarttır. Bu en önemli kriterdir benim için. Özellikle tarih, siyasi ve dini kitapları okurken buna çok daha dikat ederim. Çünkü bu konular insanların en çok taraf tuttuğu konulardır. Bu yüzden de bu tür konuların yazarlarının en az %90'ı taraflıdır. 2- Okuduğum kitabı ezberlemem. Bir kitabı okuduktan sonra o kitaptan aklımda kalan sadece kitabın en fazla %2'si olur. Geri kalanını kasıtlı olarak unuturum. Çünkü kafamda yeni bilgilere yer kalması için bunu yapmak zorundayımdır. %2 sini hafızama alıp, %98'ini unutunca okumam boşa mı gidiyor? Hayır. Kitap orda duruyor. O unuttuğum %98 den lazım olan olursa açar ordan bulurum, kitabı kafamda taşımaya gerek yok. Hele ki internet çağında bilgi bir tık ötedeyken, asla beynimi bilgi deposu haline getirip, hantallaştırmam. 3- Ben kitapları lazım olduğu zaman okurum, o sıralar hangi konuyu kafama takmışsam, o konuyla ilgili kitabı alır okurum. Rastgele kitap alıp okumam. Popülerdir diye bir kitabı da alıp okumam, "herkez okumuş ben de okuyayım" diyerek de kitap alıp okumam, sırf kültürüm artsın diyerek de kitap alıp okumam, keyif almak için de kitap alıp okumam. Çünkü vakit sokaktan bulunmuyor. Ona ayıracağım vaktimi daha akademik harcayabilirim. Bu şekilde kitap okuyacağıma hiçbirşey okumayarak, sadece düşünme yoluyla, boş bir duvara bakarak bile yeni şeyler öğrenebilirim. Ben öğrendiğim en önemli bilgilerimi, hatta kitaplarda bulamadığım bilgilerimi boş duvara bakarak öğrendim. Düşünceden sarhoş olmuş, kendimden geçmiş bir şekilde. Sen de şimdi bana diyorsun ki; falanca kitabı oku, filanca kitabı oku". Ben kendi seçtiğim kitaba bile güvenemezken, senin seçtiğin kitabı alır okur muyum hiç? Birileri senin gibi düşünmediği için; sen sanıyorsun ki senin okuduğun kitapları okumadı da onun için senin gibi düşünmüyor. Oysaki birileri senin gibi düşünmediği için senin okuduğun kitapları okumuyor. Şimdi diyeceksin ki; "benim dediğim kitabı okuma, bu konuyu anlatan başka kitapları oku". Ben başka kitapları fazlasıyla okuyorum ama ezberlemiyorum, yukarıda anlattım. Ayrıca bu konuları anlatan bütün kitaplar aynı şeyleri anlatmıyor. Birinin kara dediğine öbürü ak diyor. O yüzden bana "bu konuları anlatan herhangi bir kitabı oku" da diyemezsin. Çünkü "herhangi" dediğin zaman, senin anlatıklarının tam tersini anlatan kitapları da okuduğumu/okuyacağımı göz önünde bulundurman lazım. Mesela Kemalizm diyorsun. Hangi Kemalizm kitabını okuyayım? Bir Kemalist'in yazdığını mı, yoksa bir şeriatçının yazdığını mı? Başka bir örnekle; Muhammed'in hayatını okuyayım değil mi? Hangisini okuyayım? Diyanetin yazdığını mı? Yoksa Turan Dursun'un yazdığını mı? Sen bana diyorsun ki; "benim benimsediğim kitapları oku, benim gibi ol. Aksi halde seni bilgisiz sayarım". Tayyip bey de bir zamanlar "biz milli görüş gömleğini çıkardık" demişti. Ama ne yaptığını hepberaber gördük. O yüzden bir insanın ne söylediği değil ne yaptığına bakmak lazım. Sana yukardaki resmi gösterdim. Orda 1229 kişi var. Eğer onların arasında tek bir tane bile müslüman yoksa onun yaptığı Türk'çülük değil dinciliktir. Şimdi diyeceksin ki; "O Yahudileri, Ermenileri, Rumları Türk olmadıkları için sürgüne yollamışlar". Hayır Türkiyede yaşayıp da, Türk olmayan ama müslüman olanlar da var. Onlardan da hiçbiri sürgün edilmemiştir. Mesela o 1229 kişinin içinde tek bir tane bile Kürt yok. Arap yok. (Türkiye'de; özellikle Adana, Hatay ve Siirt civarlarında yaşayan birçok Arap asıllı vardır. Başbakanın hanımı da bunlardandır.) Neden Türkçülük sadece gayrımüslüm azınlıklara uygulanmış? Neden müslüman olan tek bir azınlığa bile Türkçülük uygulanmamış? Demekki bu bir dinciliktir. Buna da tarih değil, matematik derler. Tarihsiz matematik olur ama matematiksiz tarih yapılmaz. Yapılırsa taraflı olur. Matematiksiz tarih yazarlarının da kitapları alınıp okunmaz, ezberlenmez. Atatürk'ün ölümünden bu yana dincilik her daim iktidardadır. İmamların derin devleti sayesinde. Buyur bak senin dediğin yıllarda ne yapılmış?: Yıl 1945: İmam hatip okulları açılmış. Yıl 1945: İlahiyat fakülteleri açılmış. Yıl 1945: İlk okulların dördüncü ve beşinci sınıflarına seçmeli din dersi getirilmiş. Yıl 1949: 4 şubat 1949'da da ilk defa CHP döneminde mecliste ezan okunmuş. Ata tekke ve zaaviyeleri kapatıyor, okullarda herhangi bir din dersi emretmiyor. Ama onun ölümünün ardından senin Kemalist dediğin kişilerin iktidarındayken, tekke ve zaaviyeler tekrar açılıyor, okullara da din dersi getiriliyor. İmam hatipler ve ilahiyat fakülteleri devlet tekkeleri ve zaaviyeleridir. Bir yandan "İslamiyet'in Hz Muhammed'in uydurduğu bir din" olduğunu söyleyecek, öbür yandan da İslamiyetin Muhammedin uydurduğu din olmadığını söyleyen imam-hatipleri, ilahiyat fakültelerini açacak, okullara Muhammed'in gerçek bir peygamber olduğunu anlatan din dersleri getirecek. Buna kim inanır? "İslamiyet'in Hz Muhammed'in uydurduğu bir din olduğunu" söyleyen kitap, senin dediğin gibi Atatürk'ün ölümünden sonra değil, Atatürkün zamanında Atatürk'ün emriyle yazılmış ve okullarda Atatürk'n emriye okutulmaya başlanmış kitaptır. Bahsettiğin kitap 1931 yılında basılmış ve okullarda okutulmaya başlanmıştır. 1949 da ise o Kemalist,Türkçü dediğin CHP tarafından kaldırılmıştır. Yaniolay senin söylediğine benzer bile değil, tam tersi. Bu doğru, yerli sermaye için yapılmıştır ama Türk=Müslüman nasıl olsa mantığı ile, Müslüman-Türk yerli sermayesi için yapılmıştır. Müslüman olmak daha da önde tutulmuştur. Zira Ermeninin malının Kürt'e, Rum'un malının Arap'a geçmesinde bir sakınca görülmemiştir. Ne devrimi yapıyormuş bunlar? Cumhuriyeti Atatürk zaten kurmuş, devrimleri yapmış. Atatürk'ün yarım kalan devrimlerini mi yapıyorlarmış? Yok efendim savaş zamanında gayrımüslümler karaborsacılık yapmış. Hepsi mi yapmış? Hiç bir tane bile yapmayan olmamış mı? Karabosacılık yapan tek bir tane bile Arap, Kürt veya Türk yokmuymuş? Onların niye mallarına el koyulmamış? Savaştan yıllar sonra mı akıllarına gelmiş gayrımüslümlerin karaborsacılık yaptığı? Atatürk'ün aklına gelmemiş mi bu devrim? Atatürk'ün yapmadığı bir zulümü yapmak, nerden Atatürk devrimi oluyormuş? Atatürk devrimi değilse neyin devrimidir bu? Atatürk'ün yaptığına karşı bir devrim mi? Atatürk bunlara "benden sonra şu şu şu devrimleri yapın" mı demiş? Dönme müşrik sayıldığı için kampa gitmişse gitmiştir. Aksi halde dönmelerin tamamının G olarak fişlenmesi gerekirdi. Üstelik bu bile dinci bir uygulama yapıldığının bir delilidir. Çünkü insanları T ve T olmayan olarak değil, M=müslüman , D=dönme , G= gayrımüslüm olarak fişlemek dinci bir uygulamadır. Müslüman/Müslüman olmayan ayrımının yapıldığının en ala delilidir bu. Müslüman mı o? Müslümansa okumam. Çünkü bozacının şahidi bozacı olamaz. Müslümansa elbette ki dinine toz kondurmamak için taraflı yazmıştır. Zaten dinen de dini korumak zorundadır. Müslüman değilse söyle okuyayım. Müsümanın kitabını okurum fakat müslümanlık hakkında yazdığı kitabını ancak "ne yazmış" diye merakımdan okursam okurum ama asla güvenmem. Bu bir önyargım değildir. Ama yargımdır. En büyük devrimleri yapan Atatürk niye bunları yapmamış? Herşeyi akıl etmiş de bir bunu mu düşünememiş? İnsanları M , D ve G şeklinde veya herhangi bir şekilde fişlemeden, insan ayırd etmeden yapılsadı haklı derdim. Ama öyle olmamıştır. Benim itiraz noktam da bu zaten, başka birşey değil. Yani demek istediğim; bir kereliğine insan ayırd etmeden bütün zenginlere ağır bir vergi getirilseydi tamam diyecektim. Zaten öyle olsaydı bu vergi tartışma konusu bile olmazdı. Kürtler ve Arap'lar hariç. Ben geriye dönük tesbitler elbette yapacağım. Ama geriye dönük tespitlerimle kimseyi cezalandırmak taraftarı değilim. Bunu yapan esas, senin korumaya aldığın kişilerdir. Savaş zamanında karaborsacılık yapan olduysa, aradan yıllar geçtiği halde bunları cezalandıracak bir kanun yoksa, geriye dönük bir kanun çıkarıp insanların varını yoğunu elinden almak vicdansızlığın alasıdır. Haydi malının bir kısmını aldın be insaf; hepsini ne diye alırsın. Bütün gayrımüslümler ve üstelik de bütün mallarını mı karaborsadan kazandı? Haydi hiç acımadan bütün mallarını aldın, parasını da aldın, beş kuruşsuz kalmış adamı ne diye çalışma kamplarına sürgün edersin? Asla öyle birşey yok. Şimdiye kadar gelmiş geçmiş zaman içinde tek bir Kemalist vardır. O da Mustafa Kemal Atatürk'tür. Başka da bir Kemalist yoktur. Olsaydı başka bir Mustafa Kemal daha çıkardı. Sevgili arkadaşım Cyrano, Birkaç bin yıl öncesinden bahsediyor olsaydık, sana biraz olsun hak verecektim. Ama bu olaylar daha dünkü olaylar. O çalışma kamplarına gönderilenler arasında hala yaşayanlar bile var. Şuçtur. Tek fark o zamanlar bunun suç olduğunun bilinmemesi veya kabullenilmesidir. Üstelik bu gün bile dünyada gerçek köleler var bazı İslam ülkelerinde. Aradan bin yıl daha geçse bugün onların yaptıkları suç olmamış mı olacak? Şimdi diyeceksin ki; "ama onlar köleliğin dünyada kaldırılmasına rağmen köle uygulaması yapıyorlar". Bundan bin yıl önce kölesini azad eden yokmuydu? Hatta sırf zad etmek için köle satın alanlar yokmuydu? Demek ki doğruyu o tarihte de bulmak isteyen bulabiliyormuş. Senin bir müslüman olarak bunları söylememen gerekir. Çünkü köleciliğin vicdansızlık olduğunu senin kitabının yazması gerekir. Yazıyorsa en azından Kuran'dan görüp, köleciliğin kötü birşey olduğunu yazanların olması gerekir. Bu yüzden "Hiç biri köleliğin ne kadar barbar ve vahşice bir şey olduğunu yazmışlar mı?" diyemezsin. Çünkü Kuran'dan dolayı yazmış olmaları gerekirdi. Hatta sadece Kuran değil, İncil ve Tevrat zamanında da birileri o kitaptan öğrenip yazmış olması gerekir senin inancına göre. Eğer o kitaplarda böyle birşey yazmıyorsa da, o halde o kitaplar da sahte demektir. Bunu da söyleyemeyeceğine göre bu yukardaki cümlen senin inancına çok ters. Hiç böyle küçük görme niyetim yok. Öyle gözüktüysem özür dilerim. Anladım anlamasına ama kabullenmiyorum. Bana göre yanlış yanlıştır. Bunun tarihi hiçbirşeyi değiştirmez. "O zaman öyleymiş" deyip o zamana has yanlışları mazur görürsek, o halde bu zamanın yanlışlarını da "bu zaman böyle" diyerek mazur görmemiz gerekir. Evet o bahsettiklerin o zamanın yanlışlarıdır, bu zamanın yanlışları değildir. Ama o zamanın yanlışlarıdır. Bilmedikleri için yanlış yapsalar dahi, bilmedikleri için yanlış yapmışlardır. "Bilmedikleri için doğru yapmışlardır" diyemeyiz, "bilmedikleri için yanlış yapmışlardır." diyebiliriz. Neden olmasın? Ben bugünkü bazı uygulamaları çağdışı görebiliyorsam, bazı şeyleri haksızlık, hukuksuzluk olarak görebiliyorsam, o zamanda yaşasaydım neden hiçbir haksızlığı göremeyecekmişim? Görenler yokmuymuş? Varmış ki; o çağ dışı uygulamalar, onların sayesinde kalkmış. Görenler olduğuna göre, ben de o çağda yaşasaydım, benim de görebilme ihtimalim olurdu herhalde. Başka birisinin yaptığı bir ayıp, ötekinin ayıbını örtmez. Aynı ayıbı bin kişinin bini de yapsa; bin kişi ayıp yapmıştır. Bir çocuğa "şu camı niye kırdın" dediğin zaman, çocuk sana; "Hasan da öbür camı kırdığı için ben suçsuzum" diyemez. Ben senin tarih bilgine karşı akıl kullandığım için beni atijasyon yapmakla suçluyorsun. Ama kendin başkasına "bilmiyorsan bu m.ku git okulunda oku" diyorsun. Gayrımüslüm nereye gitsin? Bir insanın doğuduğu büyüdüğü toprakları terk etmesi öyle kolay birşeymidir? Hele o devirde? Giden olmuşmudur? Olmuştur haliyle. Gitmeyen de kalmıştır. Ama bunun ne önemi var? İster kalır ister gider. Önemli olan cizye denen uygulamanın adil bir uygulama olup olmadığıdır. Adalet mağdurun ülkeden gidip gitmemesiyle yada gidememesiyle ölçülemez. Hayır, alevilerin derdi din derdidir. Kültürel mesele değildir. Neden? 1- Aleviler zorunlu din dersinden son derece rahatsız. Din dersi ne meselesi? Din meselesi. Aleviler, Diyanet'ten son derece rahatsız. Diyanet ne kurumu? Din kurumu. Aleviler cem evlerinin yasal statüte olmamasından son derece rahatsız. Cem evleri ne evleridir? Din evleridir. Aleviler imam-hatip okullarından son derece rahatsız. İmam hatipler ne okulu? Din okulu. Aleviler kültürel yönden rahatsız değildir. Her türlü kültürel etkinliklerini yapabiliyorlar, kimse de onlara karışmıyor. İnanmıyorsan, alevilerin AB mahkemelerinde ne üzerine dava açtıklarına bak anlarsın. Siyasi ayrılık da olamaz çünkü alevilerin din partileri hariç, hemen hemen her partiden seçmeni var. Çoğunluğu da CHP'li. CHP'li olmakla siyasi rahatsızlık duymuş olsalar, diğer sunni CHP'lilerin de siyasi rahatsızlık duyması gerekirdi. Alevilik bir siyasi ideoloji değil bir dinin mezhebidir. Zaman zaman belli siyasi gurupları, kişileri, şahları destekleseler dahi, dini haklarına kavuşabilme ümidinden kaynaklanmaktadır. Başka da birşey değildir. Kaldı ki diyelim ki aleviler kültürel yönden rahatsız. Kültürel farklılık nerden geliyor? Yine din farklılığından. Çünkü dinler kültürleri en az %80 etkileyen faktörlerdir. Tamam işte bak sen kendi ağzınla söylüyorsun. "islam yorumu" ne demek? Bir dinin yorumu. Çünkü İslam bir dindir. Demek ki mesele din meselesi. "İlla dinim" diyen tek bir alevi bile tanımadım. Çünkü aleviler sunniler gibi dinci değildir. Ama bunun anlamı dini haklarını istemiyorlar manasına gelmez. Dini uygulamalardan rahatsız olmak için illa ki dinci olmak gerekmez. Hatta dinli olmak bile gerekmez. Ben de bir dinsizim ve bu ülkedeki devletin dini uygulamalarından rahatsızım. Hatta alevilerden daha rahatsızım çünkü onlar en azından İslam mensubu. Ben ise tamamen dinsizim. Gördüğün gibi; "illa dinim" demeleri şart değil. Sevgili Cyrano, Ben seni anlamıyor değilim anlıyorum. Belki de sen de beni anlıyorsun. Fakat bir sorun var ki; sen beni anlamamak zorundasın. Nedenine gelince; sen bir müslüman olarak "cizye insanlık dışı bir uygulamaydı" diyemezsin, çünkü cizye Kuranda emrediliyor. O halde onun yerine ne demen lazım; "o zamanlar bunu yapmak doğruydu". "Kölecilik insanlık dışı bir uygulamaydı" da diyemezsin çünkü senin peygamberinin bile onlara kölesi vardı. O halde ne demek zorundasın; "kölecilik o zaman için doğruydu". 4 kadına kadar müsade edilmesine de "utanç verici" diyemezsin çünkü senin kendi peygamberinin bile onlarca hanımı vardı, üstelik kitabında bile buna müsade ediliyor. O halde ne yapman lazım; "bunları yapmak o zamanlar için iyiydi" demen lazım. Bu örnekleri çoğaltabiliriz ama gerek yok. Ama ben şuna eminim ki; sen bir müslüman değil de, dininde bunların olmadığı bir dinden olsaydın, şu anda benimle birlikte bunları kınayacaktın. Bu yüzden ben sana ne yazarsam yazayım, sen bana yine aynı türden cevapları vermek mecburiyetindesin. Mecbursun buna. O halde biz en iyisi seninle bu tartışmayı boşu boşuna sürdürmeyelim. Eğer sen sürdürmek istersen, ben da sana elimden geldiğince en kısa cevaplar vererek konuyu kapatacağım. Çünkü zaten vaktim kısıtlı olduğu için çok az ileti yazabiliyorum, bir de bu konuya takılıp kalırsam başka önemli gördüğüm konulara girecek vaktim kalmaz. Aynı şey senin için de geçerli. Bu yüzden uzatmasak iyi olur, ama yine de emeklerin için teşekkür ederim. Saygılar, sevgiler.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Gecekuşu, Halkalıyıldız ve Maraba arkadaşlarıma, Sevgili dostlarım, söz veriyorum; vakit bulur bulmaz mevzubahis konuları içeren dosyayı bitirip herşeyi açıklayacağım. O bahsettiğiniz yazıyı ezberimden yazdığım ve fazla önemsemediğim için kaynak vermedim. Ama dosyam tamamlanınca sadece kaynaklarıyla değil, aynı zamanda da resimleriyle açıklamalar yapacağım. Dosyayı yarım yamalak haliyle sunmak istemiyorum, çünkü okunacak gibi bile değil, karma karışık bir vaziyette. Ayrıca da dosyayı İngilizce yazdığım için Türkçe'ye çevirmeden zaten sunamazdım. Dosya İngilizce çünkü sürekli yabancı kaynak okurken bu dile konsantre olduğum için Türkçe yazmam daha zor oluyor. Dosya bittiğinde hiç duymadığınız şeyleri duyacaksınız. Saygılar, sevgiler.
-
AKP'YE KAPATMA DAVASI AÇILDI
Beklendiği halde yine de çok sürpriz bir gelişme. Ayrıca da sonucu kolay kolay tahmin edilemeyecek bir girişim. Bir açıdan bakılınca kapatılır gibi geliyor. Öbür taraftan bakınca da kapatamazlar gibi geliyor. Anayasa mahkemesinin 11 üyesinin 9'unun laiklik taraftarı olduğundan söz ediliyor. 2'si ise muhafazakar olarak nitelendiriliyor. Kapatılabilmesi için ise yanlızca 7 üyenin onayı gerekiyor. Buna bakılınca kapatılabilir gibi geliyor. Ayrıca başsavcının anayasa mahkemesinin üyelerini tartmadan bu işe girişmiş olabileceğini hiç sanmıyorum. Bunu düşününce de kapatılır gibi geliyor. Ancak bir de şunlar var. Türkiye'de ilk defa iktidarda olan ve üstelik de %47 oy almış bir parti için kapatılma davası açılıyor. Böyle bir partiyi kapatmanın çok da kolay olmayacağını sanıyorum. Bir de DTP'nin de davasının yürüdüğünü düşünürsek, AKP ile birlikte 2 partinin birden kapanması sözkonusu ki; bu da işi daha da zorlaştırıyor. Mahkeme her ne kadar kanunlara göre işlem yapsa da ve bağımsız olsa da halktan yoğun bir baskı gelirse kanunlardan bile ödün verebileceklerini düşünüyorum. Kapatılması iyi mi olur, kötü mü? Bence bu dava biraz zamansız açıldı. Ya daha önce açılmalıydı yada biraz daha sonra. Parti kapatmak küresel dünyada imajımızı sarsıyor ama bu bir mecburiyettir bana göre. AKP bırakın kapatmayı, hiç açılamaması gereken bir partidir. AKP'nin var olması dahi Türkiye'nin laikleşememiş olduğunun bir kanıtıdır. Eğer kapatmanın ardından, Türkiye laikleşmeye doğru adımlar atabilecekse kapatma işe yarayabilir. Ama eski tas eski hamam şeklinde devam edecek olursa AKP'nin kapatılması hiçbir işe yaramaz. Tam tersine sadece ülkeye zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Çünkü bu imamlar durmayacaktır, daha önce yaptıkları gibi başka parti kurup gerekirse başka isimlerle yine yollarına devam edeceklerdir. Oysaki bu işin çözümü laikleşme yoluyla imamı meclisten çıkarıp, başka bir parti kuramadan camiye yollamaktır. Çünkü hiçbir imam laik bir devlet yönetemez. İmam ancak camiyi yönetir. Neyse, boşu boşuna gevezelik yapıyorum. Kısa kesmek daha iyi. Bekleyelim göreceğiz neler olacağını. Yazacak şey çok ama değmez diyorum. Saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Sevgili Cyrano, Mustafa Kemal'in ölümünden 4 yıl sonra yapılmış antiKemalist bir uygulamaya kemalist bir uygulama diyemeyiz. Kendine Kemalist diyen herkezin her yaptığını Mustafa Kemal'e mal edemeyiz. Bu bahsettiğin varlık vergisi ister ırkçı bir zulüm olsun, ister dini bir zulüm olsun, asla ve asla Kemalist bir uygulama olamaz. İsterse bunu yapanlar Mustafa Kemal'in kurduğu partiden olsun, isterse Kemalist derneklerden birileri olsun bu hiç farketmez. Yapılan uygulama antidemokrat olduğu kadar, aynı zamanda da antiKemalist bir uygulamadır. Çünkü yüce önder ne ırk bakımından nede din bakımından kimseye zulüm yapacak bir felsefe taşımıyordu. Ata'mızı bu utanç kaynağı uygulamadan hariç tuttuktan sonra, gelelim bunun bir ırkçı uygulama mı yoksa dinci bir uygulama mı olduğuna. Şimdi şu resime dikkatle bakalım: Bu resimden şu sorular çıkıyor: 1- Bu insanlar kim? 2- Kaç kişiler? 2- Nereye gidiyorlar? Bu insanlar kim? : Ermeni, Yahudi, Rum asıllı Türkiye cumhuriyeti vatandaşları. Aralarında Türk, Kürt, Laz, Çerkez veya Arap asıllı var mı? Yok. Bir tane bile mi yok? Evet 1 tane bile yok. Bunların dini ne? Hristiyanlık ve Musevilik. Başka dinden biri var mı? Yok. Bir tane bile mi yok? Yok. Aralarında tek bir tane bile müslüman var mı? Yok. Tek bir tane bile mi yok? Evet, tek bir tane bile müslüman yok. Arap da yok, Laz da yok, Türk de yok, Kürt de yok, Çerkez de yok. Kaç kişiler? 1229 1229 kişinin 1228 kişisi gayrımüslüm, 1 kişisi de müslüman mı? Hayır, 1229 kişinin tamamı gayrımüslüm. Hepsi bir ırktan mı? Hayır. Rum, Yahudi ve Ermeni olaraktan her türlü gayrımüslüm. Bu neyi gösterir? Irk ayrımı yapılmadığını gösterir. Başka neyi gösterir? Din ayrımı yapıldığını gösterir. Neden? Çünkü aralarında çeşit çeşit ırklardan insanlar var ama müslüman olan tek bir kişi bile yok. Demekki bu bir ırkçı uygulama değil, dinci bir uygulama. Nereye gidiyorlar? Çalışma kamplarına. İsteyerek mi? Hayır. Cezalandırılmak üzere. Suçları ne? 500 lira değeri olan gayrımenkullerine çıkarılan 1500 liralık vergiyi ödeyememek. Gayrımenkulleri zaten hacizle ellerinden alınmış, haraç mezat müslümanlara yok pahasına satılmış, buna rağmen satılmış gayrımenkullerinin parası vergiyi ödemeye yetmemiş, bunun cezasını çalışma kamplarında çekmeye gönderiliyorlar. Ama yasaya göre....filan falan! Boş verelim yasayı. Bu resim herşeyi açıklıyor. 1229 kişinin tamamının müslüman olmayanlardan oluşması herşeyi ıspat ediyor. Bu bir dini uygulamadır. Cizyeyi de geçmiş, ganimet uygulaması yapılmıştır. Bunu yapmak vicdansızlıktır, Mustafa Kemal'in felsefesinde de vicdansızlık yoktur. Bu bir ganimetçilik kültürüdür. Ata'nın felsefesinde ganimetçilik kültürü yoktur. Atatürk dünyanın en ahlaklı Ata'sıdır. Ve o tekdir. Kemalist diyerek yanına herhangi biri dahil edilemez. Varlık vergisi Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yüz karasıdır vede Mustafa Kemal ile hiç alakası yoktur. Varlık vergisi hakkında detaylı bilgi almak isteyen buradan okuyabilir: -http://tr.wikipedia.org/wiki/Varl%C4%B1k_Vergisi- İmamların hükümetleri dolduruşa getirip, müslüman olmayanlara zulüm yaptırmasından dolayı gitmişlerdir. Varlık vergisi buna bir örnektir. Varlık vergisi döneminde gayrımüslümlerin yarısı gitmiştir. Bir çoğu da, beş parasız bırakıldıkları için gidememiştir. Gidebilenler de borç harç yaparak veya beş parasız gitmiştir. Şuç suçtur. Şartlar bir suçu ancak hafifletebilir ama yok edemez. Ayrıca da o şartların zorunlu haller olması da şarttır. Yani suç mecburiyetten kaynaklanmışsa ancak bir miktar hafifletilebilir. Mecburiyetin ne olduğunu da suçlunun kendisi belirleyemez. Dolayısıyla bu olaylara dışardan birinin gözüyle bakmak lazımdır. Ama tekrarı şarttır ki; hiçbir suç şartlardan dolayı tamamen yok edilemez. Hele ki şartları yaratan da suçu işleyenin kendisi ise. "çağın şartları" dersek; "gün olur devran döner" deyip, "aynı şartlar oluştu" diyerek bütün suçları işlemeye hak kazanırız. Böyle birşey olamaz. Ayrıca topu "o zamanki şartlar" deyip taca atacak olursak; tarihte tek bir suçlu bile bulamayız. Bu da "tarihteki bütün insanlar suçsuzdur" manasına gelir. Çünkü hepsinin yaşadığı çağa göre kendi şartları vardır. Evet aynı değildir ama bunun bir de doğrusu vardır değil mi? Ahlaki değerleri zaman faktörüne hapsederek, "o zamana göre o doğruymuş" diyemeyiz. Çünkü bunun manası "o zamanda olsaydım ben de onların yaptıklarını yapardım" olur ki bunu da kabul edeceğini sanmıyorum. Nasıl ki; tarihte "dünya öküzün boynuzundadır" diyen için; "o tarihte, o şartlarda dediği doğruydu" diyemezsek, tarihte suç işlemiş olanlar için de; "o tarihte o yaptığı doğruydu" diyemeyiz. Ayaklanmamış kelimesini "ayaklanAmamış" olarak düzeltmek lazım. Sen dedelerinin doğup büyüdüğü topraklarda cizye gibi bir haraç ödemek istermisin? Sen belki istersin ama onların istemedikleri kesin. Çünkü istiyor olsalardı başka yerlere gitmezlerdi. Hiçkimse durup dururken doğup büyüdüğü toprakları terk etmek, anılarını geride bırakmak istemez. Onları kaçıracak kadar bir zulüm vardı ki gittiler. Onların bu kaçışının altında sebep aramak; gerçek sebebi bırakıp, öküzün altında buzağı aramak olur. Sevgili Cyrano, Alevilerin kim olduğu beni ilgilendirmiyor. Onların benim vatandaşım olması ve hatta bundan da öte insan olmaları ilgilendiriyor. Alevilerin kim olduğu, tarihte onlara neden, niçin ne yapıldığı bir muammadır. Çünkü kime sorsan farklı anlatıyor bu konuyu. Sen de demişsin ki; "Alevilere yapılanlar, bir mezhebin öteki mezhebe yaptığı değil, bir Türk'ün öbür Türk'e yaptığıdır". Belki de Osmanlıyı da Türk saymayarak; Osmanlı'nın Türk'e yaptığı zulüm olarak da değerlendirebilirsin. Bunların hepsi birer fikirdir. Bu fikirlere karşıt görüşlüler de var. O halde ben tarihe dönüp gerçek olanları göremeyeceğime göre; yapmam gereken şey, farklı farklı anlatanları dinlemek değil, bu güne bakıp dünü tahmin etmektir. Bu güne bakıldığında ise; ortada herhangi bir ırk düşmanlığı yoktur. Yani en azından birileri çıkıp "Ben osmanlı'yım Anadolu Türkmen'lerinden nefret ederim" demiyor. Yada "ben şu çeşit bir Türk'üm, öbür çeşit Türk'leri hiç sevmem" demiyor. Ama Diyanet işleri başkanlığının dahi hacı-hocası çıkıp "aleviler satanisttir" diyebiliyor. Kimdir bunu diyen? Sunni bir "din adamı"dır. Neden sıradan bir sunni çıkıp da bunu söylemiyor da, bir din adamı söylüyor? Çünkü alevi meselesi bir din meselesidir. Irk meselesi değil. Aleviler neden Diyanet'in kapatılmasını istiyor? Çünkü kendilerine düşman yetiştiren bir örgütün varlığını istemiyorlar da ondan. Neden alevilere sıradan sunniler düşman değil de hep hacı-hoca takımı düşman? Çünkü alevi sorunu bir din sorunudur da ondan. Alevileri Sivas'da yakanlar neden "Yaşasın Osmanlı Türkleri" diye bağırmıyorlardı da; "Allah-u ekber" diye bağırıyorlardı? Çünkü bu bir din odaklı katliamdı da ondan. Bunlardan daha da önemlisi; alevilerin hiç birisi; "biz Türkmen olduğumuz için zulüm görüyoruz" demiyor. Hepsi dini inanışlarından dolayı zulüm gördüklerini söylüyor. Yalan söyleyecek halleri yok herhalde. Demekki bunların meselesi ırk değil, dinmiş. Aleviler ne yoluyla asimile edildiklerini söylüyorlar? Din yoluyla. O halde bu bir din meselesiymiş. Ve bütün bugün olanlar da alevilerin tarihde din yüzünden zulüm gördüğünü söyleyenleri doğruluyor. Diğer iddiaları ise boşa çıkarıyor. Demek istediğim; bugüne bak, dünün gerçeğini gör. Bu yüzden alevilerin tarihini de boşuna tartışmaya gerek kalmıyor. Tartışsak da zaten, sen öyle demeye ben de böyle demeye devam ederim, hiçbir zaman sonu gelmez. Ben bu güne bak derim. Sevgili Cyrano, Bu söylediğine tümden haksızsın diyemem. Ama işin siyasi yönünün kökeni yine dindir. Din ayrılığından gelen bir siyasi ayrılıktır. Diyorum ya bu günden dün belli diye! Bu insanların bugün siyasi hiçbir dertleri yok. Sadece dini dertleri var. Demekki bunların tarihteki sorunlarının da kökeni dini ayrılıktı. Dini ayrılık tarihte problem olmasaydı, bugün de olmazdı. Bu gün problem olduğuna göre, demekki tarihte de problem olmuş. Aleviler kendi dinlerine İslam demeseydi belki bu kadar problem olmayacaktı. Ama İslam dedikleri için, sunniler İslamın farklı versiyonunn dine zarar vereceğini düşünerek alevilere düşman oluyorlar. Çünkü aleviler "İslam budur" diyerek sunni imamlardan farklı şeyler anlatıyorlar. Böylece sunni imamları yalanlamış oluyorlar. Meselenin özü budur. Sen meseleyi ikinci boyutundan ele alıyorsun. Ben de meseleye kökünden bakıyorum. Yani siyasi yönü de olsa bunun kökü yine dindir diyorum. Bunu sadece ben söylemiyorum, hacı-hoca takımı dinciler ve aleviler de söylüyor. Onların arasına girip; "hayır sizin kavganız siyasidir, dinden bahsetmeyin" diyerek karışamayız. Saygılar, sevgiler.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
İslamda türban veya başörtüsü yoktur. Çarşaf vardır. Ancak gerçek Allah'ın emri filan değildir, Arap'ın Allah'ının emridir. Allah orijinalinde C tipi bir tanrıdır. Fakat özellikle Kudüs başta olmak üzere Arap yarım adasında İbrahim tarafından yapılan bir ameliyatla yarı yarıya R'leştirilmiştir. Yani Orijinalinde C tipi bir tanrı olan Allah, İbrahim tarafından RC tipi bir tanrı haline getirilmiştir. C tipi tanrı ne demektir? R tipi tanrı ne demektir? C tipi tanrı tanrıçadır. Yani bayandır. R tipi tanrı ise erkektir. Antik çağlarda, insanoğlunun bilinç kazanmaya başladığı dönemlerde gökyüzünde 3 çeşit varlık görmüştür. 1- Ay 2- Güneş 3- Yıldızlar. Yıldızlar cinler, periler ve şeytanlardır. Güneş ve ay ise ana tanrıça ve baba tanrıdır. Ben yapmadıysam o yaptı: İnsanoğlu ilk çağlardan bu yana kendisinin ve diğer canlıların ve yeryüzünün nerden meydana geldiğini merak etmiştir. Diğer canlıların yaratmış olması mümkün değildi çünkü diğer canlıların hepsi insanoğluna boyun eğecek kadar acizdi. Bütün bunları insanoğlunun yaratmış olamayacağını da biliyorlardı çünkü kendilerinin de bunu yapmaktan aciz olduklarını görüyorlardı. O halde geriye ne kalıyordu. Ay, Güneş ve yıldızlar. Yıldızları küçük sanıyorladı, küçük gördükleri şeylere de yeryüzünü yaratmayı yakıştıramadılar. Bu yüzden bütün ihtimaller ay ve güneşin üzerinde yoğunlaşıyordu. Ay ve güneş'i canlı sanıyorlardı. Çünkü hareket ediyorlardı. Büyüyüp küçülüyorladı, gidip geliyorlardı, bu yüzden canlı olmalıydılar. Ay'ı güneşin yuvarlak oluşuyla karıştırmamak için C olarak sembolize ettiler. Çünkü bazen C (Hilal) şeklini alıyordu. Güneşi de R olarak sembolize ettiler. Esası sola dönük R dir klavyemde olmadığı için yazamıyorum. Fakat bir çok kavimlerde sağa dönük olarak da kullanıldı. Güneş büyük ve güçlü olduğu için erkek olarak tasvir edildi. Ay'ın ise bayan olduğu düşünüldü. Fakat bir sorun vardı ki; erkekler doğuramazdı. O halde Güneş Ay'ı değil, Ay güneşi doğurmuş olmalıydı. Öyleyse bunların hangisi daha önemli tanrıydı? Doğuran mı yoksa doğan mı? Yani yaratan mı? Yoksa yaratılan mı? İşte bunun kaos'unu yaşadılar. Kimi kavimler "doğuran, yani yaratan önemli" deyip, Anaerkil bir yolu seçerek Ay'a yani, C'ye taptılar. Kimileri ise; "doğuran değil, güçlü olan daha önemli" diyerek Ataerkil bir toplum olup, Güneş'e taptılar. Zaten o dönem bunlardan başka da tapacak şey yoktu. Diğer putlar; sonraki dinlerle birlikte alt din olarak ortaya çıktı. Ancak Güneş ve Ay hiçbir zaman önemini kaybetmedi. Kapanma, örtünme C tipi yani ay tipi tanrıların emri değildi. Kapanma R tipi tanrılardan gelmedir. Fakat R tipi tanrılardan gelme derken, kökeni de R tipi tanrının emri olması değildir. R tipi tanrıya tapınma ayini yapılırken güneşin etkisinden korunma amaçlıdır. R nin telafusu dilden dile değişmiştir. Zaman faktörü de etkili olmuştur bu telafus değişiminde. Kimi dillerde "re" kimi dillerde, "ra" kimi dillerde ise "ar" olarak okunmuştur. Fakat üniversal dilde orijinali "rah" dır. Yani üniversal dilde "rah" Güneş demektir. Kökeni ise Mısır/Hint dilinden gelmektedir. Hintliler ve eski Mısırlılar aynı millettir. Yani soyları aynıdır. Dilleri de birbirleriyle lehçe farkıyla yakındır. İngilizce de bir Hint-Avrupa dili olarak germen kökenli bir dildir. Bu yüzden şimdiki İngilizce Hintce'ye çok benzemektedir. Eski ingilizce(Agser'ce) Hintçe'ye daha fazla benzer. R(güneş) tipi tanrılı dinlerde Rah-ip'ler vardı. Bunlar din adamlarıydı. Güneş ile konuştuklarına inanılırdı. Yani bir nevi peygamberlerdi. Bu kişiler güneş gündüzleri olduğu için, gündüzleri güneşin altında güneşe doğru saatlerce tapınırlardı. Bu yüzden özellikler başlarını kukuleta dediğimiz başlıklarla örterlerdi. Çünkü bunu yapmadıklarında yüzleri, kulakları, burunları güneş yaraları içinde kalır, saçları da kavrulurdu. Özellikle Mısır ra-hipleri buna çok dikkat ederlerdi, çünkü orada güneş bir hayli kuvvetliydi. Hala da öyledir. Bu Ra-hip'ler (Rah-ip de diyebilirsiniz), Güneşle konuştukları için halk arasında kutsanmış kişiler olarak görülürdü. Dolayısıyla zamanla bunların kıyafetleri de kutsallık ifade eden kıyafetler olarak görülmeye başlandı. Ra-hipler kadar olmasa da özellikle dindar kesim de, Ra-hipler eşliğinde Güneş'e tapınma ayinlerine çıkarlardı. Onlar da hem ayinlerde Güneş'ten korunma ve hem de sonradan(Yüzyıllar sonra) kutsiyet sandıkları için bu kıyafetlerden giymeye başladılar. Aslında Güneş ışınlarından korunmak amaçlı başlamış olan bu kıyafetleri yüzyıllar sonra kutsiyetten dolayı giyinildiğini sandıkları için, günlük hayatlarında da bu kıyafetleri giymeye başladılar. Çünkü artık toplum içinde bu kıyafetlerle daha dindar ve dolayısıyla daha kutsal ve saygıdeğer olarak görülüyorlardı. Kölelerin bu kıyafetleri giymesine müsade edilmemesinin sebebi de budur, bu adetin kökeni de budur. Çünkü köle de kutsal zannedilen bu kıyafetlerden giyecek olursa bu kutsallığın bir ayrıcalığı kalmayacaktı. Özetle, bu kapanmanın kökeni erkeklerden korunma maksatlı değil, güneşten korunma maksatlıdır. Erkekler yerine kadınların kapatılması İbrahim'in marifetidir. İbrahim=Ab-ra-ham , Ab-rah-am , ib-rah-im. Ab=Kul. Rah=Ra. Ra,Rah=Güneş. Am,im=Sözcü, peygamber, elçi, kural koyucu. ib+ rah + im=Güneşin sözcü kulu. Yani Güneş rahibi. Yani Güneşin elçi kulu. Yani Mısır'ın Güneş tanrısı Ra'nın rahibi. Tanrı R yani Güneş, eski Mısır/Hint dilinde telahfus olarak orijinalinde "rah" olarak geçer. Sembolu de R'dir. Papüruslardaki figurlerde o yüzden R'harfine benzer.(Sola dönüktür çoğu zaman) İbrahim güneşin rahibi iken, Mısırdan Arap yarımadasına göç eder. (mÖ:1450 civarlarında) Orada Allah'la tanışır. O sırada Allah, tamı tamına bir bayandır. Allah'ın da arap yarım adasına gelmesi İbrahimin göçünden 1000 yıl daha öncesidir. Allah Arap yarımadasına Kıbele adıyla gelmiştir. Sümerlerin ve Frigya'lıların Ay tanrısıçasıdır. Zamanla adı değişerek Kaballah adını almıştır. (Bu kelime Tanah'da da geçer.) Allah'ın adları İbrahimin Arap yarım adasına göçüne kadar yer ve zamana göre şu şekillerde telafus edilmiştir: Cybelle, Kıbele, Kıble, Sibel(Türkçesi), kabala, Kab-al-lah, Kab-al-ilah, al-ilah, allah. C sembolunun dilden dile değişik telafusları bu isimin değişikliğinde önemli rol oynamıştır. Çünkü bu C sembolü bazı dillerde "K" , bazılarınca Türkçedeki gibi, "c" , bazı dillerde de, İngilizce'deki gibi "si", olarak telafus edilmiştir. Aya tapınmada Güneş ayinleri olmadığı için İbrahimden öncesi kapanma yoktur. Aya tapınmaya kapanma kutsaliyetini İbrahim getirmiştir. Yani R tipi Güneş diniyle, C tipi Ay dinini Arap yarımdasında sentezlemiştir. O Arap yarımadasına gelene kadar Allah'ın dininde kapanma yoktu. Bu adeti Mısır'ın Güneş dininden Arap'lara o taşıdı. İbrahim Arap yarımadasına geçtiğinde Araplar Aya taptıkları için anaerkil bir toplumdu. Kadınlar erkeklerden daha kutsal görülüyorlardı. Çünkü anaerkil toplumlarda güçlü olmak değil, doğurmak/yaratmak, güçlü olanı yaratmak önemli görülüyordu. Bu yüzden kutsal görülen kadının kapanması ve böylelikle de kutsaliyetinin kıyafetiyle de tescillenmesi gerekiyordu İbrahime göre. İşin içinde kutsanmak olduğu için kimse de buna itiraz etmedi. Zira İbrahim onların dininde çok fazla bir değişiklik yapmadı. Hatta onların dinini kendisi de benimsedi. Böylelikle rahibeler ortaya çıktı. Bu aslında mantıksız bir isimdi rahibeler için. Çünkü Ra-hibe Güneşin kadın elçisi manasına geliyordu. Fakat aradan yüzyıllar geçtiği için, bu kelimenin kökenini ne İbrahim nede diğerleri biliyordu. Bu yüzden kelimenin kökeni sorun teşkil etmedi. Kapanma tıpkı, Hindistan ve Mısır'da rahiplerden erkeklere geçtiği gibi, Arap yarımadasında da rahibelerden başlayıp diğer kadınlara da geçti. Orijinal Allah olan Kıble'nin emri değildir kapanmak. Rahman vede Rahim olan Arap Allah'ının emridir. Daha doğrusu Ab-Ra-Ham tarafından; Rah-man vede Rah-im'leştirilmiş Arap Allah'ının emridir. Not: Kelime kökenleri bilinmediğinden burada yine kavram tezatlığı ortaya çıkmıştır. Çünkü rahman=Mısır tanrısı Ra'nın erkek kulu olan ab-rah-man'ın kısaltılmışıdır. Man erkek demektir. Hint Avrupa dilinden İngilizceye de girmiştir. Rahim ise Ra'nın erkek elçi kulu demektir. Yani en kökünde rahip demektir. Oysaki o sırada Araplar Rah'a, yani Güneşe değil, Ay'a tapıyorlardı. Fakat bu kelime değişimleri yüzyıllar ve farklı topraklar yoluyla olduğu için, Ay'a tapan Arap'lar bunların bu anlamlara geldiğini anlayamadılar. İbrahim kelimesinin yalın hali Ab-Ra(Abra-kadabra gibi yani, AbRah'dır. ) İm rahip olduktan sonra alınan bir takıdır. Erkek elçi olduğunu belirtir. Abrah adı Rahip olmayan erkekler için Man takısı alır ve sonradan rahip olacak olursa bu Man takısı im-am takılarıyla değiştirilerek adı ab-rah-am veya ab-rah-im haline gelir. Dolayısıyla: Bismillahirrahmanirrahim kelimesinin gerçek manası: "Güneş'in erkek kulu ve erkek elçisi olanın adıyla" demektir. Yani esasında orijinal Allah olan Kıble'nin dinine hiç uygun değildir bu kelime. İşte kadınların kapanma hikayesi budur. Mısır Güneş tanrısı Ra'nın Rahibi olan İbrahimin marifetidir. Bu konu 25 30 sayfa sürecek kadar detaylıdır. Elimde yarım kalmış bir dosya var. Bir türlü elim varıp da bitiremiyorum. Bitirince detayları ile birlikte anlatırım. Şimdilik bu kadar yeter. Saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Sevgili Demirefe, Doğru söylemişsin, gerçekten yeterince Kevork'umuz yok. Niko'muz da yok, Moşe'miz de yok. Vardı ama bu sunni İslam, cizyeyle, varlık vergisiyle, Kumkapı yağmalarıyla, vs. hepsini kovaladı malesef. Fakat Ali ile Hüseyin'in bir şekilde anlaşabileceği konusunda yanılıyorsun sanırım. Bunların birbiriyle anlaşabildiği tarih boyunca görülmemiştir. Ben bu konuyu alevilerin forumuna üye olarak derinden araştırdım. Onların fazla konuşamamalarının sebebi din bağlamında tartışmaya girmek istememeleri değildir, korkutulmuş ve sindirilmiş olmalarıdır. Ve bu korkularında haklılar, çünkü tarih boyunca sunnilerden öyle çok zulüm görmüşler ki bu korku babadan oğula geçmiş. Korku derken kimse alevilere korkak dediğimi sanmasın. Korku demekteki maksadım, siyasi güçlerinin yetmeyeceğini bilip, hak aramaya çekinmeleridir. Bu insanlar öyle bir sindirilmişler ki; büyük bir kısmı alevi olduğunu bile toplum içinde rahat rahat söyleyemiyorlar. Alevilerin sorunlarının sadece din söz konusu olduğunda olmadığı doğrudur. Ancak diğer sorunları da yine din kökenlidir. Zaten aleviliğin sorunları dinden bağımsız olamaz, zira alevilik bir ırk değil bir dindir. Dolayısıyla aleviliğe zulüm yapmak bir ırka değil, bir dinin mezhebine zulüm yapmaktır. Ve nitekim alevilerin çoğunluğu zaten Türk'tür. Yani ırktan dolayı bir zulüm söz konusu olamaz. Alevilere yapılan zulümlerin en büyük kaynağı ise sunni dindarlardır. Çünkü dindar olmayan bir sunni; alevi-sunni farkını dahi pek bilmez. Hatta dindar olmayanların bir çoğu kendi mezhebinin bile ne olduğunu bilmez. Dolayısıyla bir alevi din adamıyla bir sunni din adamının aynı çatı altında, Diyanet'in içinde ve/veya imam-hatip gibisinden din okullarında birarada durabilmeleri bile mümkün değildir. Aynı çatı altında olurlarsa katliam çıkar. Tıpkı alevilerin tarih boyunca sunni dindarlar tarafından katledildiği gibi. (Maraş olayları, sivas olayları, çorum olaylar vs. gibi) Not: Yine sunni dindarların hepsi katliam yapıyor gibi bir anlam çıkaran olmasın. Katliam yapan dindarlar en dindar olanlardır. Yani bazılarının yobaz dedikleri. Ben onlara yobaz demiyorum, en dindarlar diyorum. Çünkü dinin gerçeğini onlar uyguluyor ve en çok din ile yatıp kalkan onlar. Alevi dindarla sunni dindarın yan yana durması ateşle barutun yanyana durması gibi birşeydir. Bakın bir alevinin bir forumda kelimesi kelimesine bana anlattıkları: Küçük kızım 4 yaşında okuma yazmayı söktü.Okula başladığından beride bütün sınıfı arkasından sürüklüyordu.Öğretmeni sürekli övgü ile bahsediyordu.Alevi olduğumu saklamıyordum komşularımızdan.Bir gün sınıfta hiç bir neden yokken çoçuğumu kaldırmış ve en arkaya oturtmuş boyu kısa olmasına rağmen.Konuşmaya gittim nedenini öğrenmek için bize övgüler yağdıran kızıma övgüler yağdıran öğretmen değişmiş benim işime karışmayın ben ne yaptığımı biliyorum diyerek ben çok nazikçe yaklaşmama rağmen tersledi.tahtayı göremiyordu çoçuk tabi dersleri düşmeye başladı.bir daha konuşmaya gitim gene tersleme.Bir gün eşime sınıftaki velilerden biri siz alevimiysiniz öylemi dedi.Bende ışıklar yandı.O akşam okul çıkışında öğretmeni bekledim ve etrafımızda fazla kişilerin olmadığı bir yerde sıkıştırdım.Okul müdürünün söylemesiyle yaptığını söyledi. Ozaman biizm çoçukluğumuzda saklattırarak biizim güzel bir eğitim alıp ünüversitede okumamızı meslek sahibi olmamızı sağlayan babamların bunu benim için yaptıklarını anladım.Aynısı bende kendi çoçuğum için yapmam gerektiğini düşünüp alevi canlarımızın yoğunlukta olduğu mahallemize geri taşındım. Ve kızım normal bir eğitim alıp anadolu lisesini ilk yüz içerisinde kazandı. Bu okul müdürü bu zulümü o aleviye ırk yüzünden yapması mümkün mü? Tabiki değil çünkü ikisi de Türk. Birinin Türk olmadığını varsaysak bile, ırk yüzünden Türkiye'de böyle zulümler yapılmadığını hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bunu yapan müdür kesinlikle dindar bir sunni müdürdür. Büyük bir ihtimalle de imam hatipten gelme bir müdürdür. Yani neticede alevilerin bir çoğu zaten din konusunda aynı çatı altında barınamayacaklarından eminler. Sunniler de onları aynı çatı altında barındırmayacaklarından eminler. Peki geriye ne kalıyor, alevilerin susmaları. Ama susmaya da niyetleri yok. Şu anda çok fazla sesleri çıkmasa da, yine de AB mahkelemerinde alevilerin lehine sonuçlanan bir çok karar var. Eğer bir gün yanlışlıkla AB'ye girebilirsek bu davalarda patlama yaşanacak. Türkiye altından kalkamayacağı kadar yüksek tazminat ödemeleri ile karşı karşıya kalacak. Ve böylece de AB soruna çare bulabilmek için bizi laikleşmeye zorlayacak. Çünkü bu sorunların tek çözümü laikleşmektir. Yani devletin hiçbir dinin misyonerliğini yapmayarak, dinler arası eşitliği sağlamasıdır. Aleviler'in daha fazla seslerinin çıkmamasının sebebi sadece gördükleri zulüm de değildir. Bu insanlar Türk adaletinin de onlara haklarını vermeyeceğini iyi bilmekte ve görmektedirler. Dolayısıyla Türk adaletine güvenmemektedirler. Türk adaletinin onlar için güvenilmez olmasının da sebebi, Türkiye'de kanunların sadece sunni İslam'a ayrıcalık tanıyıp, diğerlerine ikinci sınıf vatandaşlık hakları tanımasıdır. Bunu yapan da yine imamların derin devletidir. Ancak eğer bir gün yanlışlıkla AB üyesi olabilirsek, artık burda da sunni hakları yerine insan hakları işler duruma gelecektir. Dolayısıyla aleviler artık haklarını arayabilecekleri bir ortama kavuşunca artık susmayacaklardır. Saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Ben bu amacı sadece karalamak olan, Efendi Türkler'in "bana benzemeyene çamur at izi kalsın" politikasına alet olmamak için, kendisine cevap vermiyordum ama senin bu Efendi Türkler ısrarlarından sonra kendisine senin sayende cevap yazmak zorunda kaldım ve bu yüzden sana bir teşekkür borçlu. Normalde bu tarz biriyle polemik'e girmek istemezdim ama malesef beni buna mecbur ettin. Şimdi bakalım ne diyormuş senin şu Efendi Türkler? Önce senin şu "haklı" dediğin ilk iletisinden benim yazılarımı silelim bakalım Efendi Türkleri'in haklı olduğunu söylediğin şeyler nelermiş? 1-: Buna mı haklı dedin? Eğer buna haklı dediysen demekki benim şeriatçılardan farkım yok. Ve ikili oynuyorum. Yada buna mı haklı dedin? Eğer buna dediysen, demekki ben sunni kesimi otomatikman şeriatçı yapıyorum. Yoksa bu muydu haklı dediğin? Eğer bu ise buna göre de ben ordan burdan gelme, bu ülkede birilerini bastırmaya çalışan biri oluyorum. Mesela Türkiye'nin aleyhine çalışan bir Mossad yada Rus veya CIA ajanı olabilirim. Bu muydu yoksa haklı dediğin? Buysa eğer, demekki ben sence de ne olduğunu saklayıp başka planlar peşinde koşan biriyim. Nede olsa ajan'ım ya! Eğer bu ise hak verdiğin; o halde ben hakikatten şeriatı desteklemek için uğraşan, kimbilir ne ajanıyım sence de. Yada buysa; demekki ben daha ilk yazımda ne mal olduğumu belli etmişim ama bunu sadece sen ve Efendi Türk'ler anlamış. Eğer bunlar da değil diyorsan, geriye başka da birşey kalmıyor. Çünkü arkadaş bu alıntıladığım iletisinde bana çamur atmaktan başka hiçbirşey yazmamış. Alıntıladıklarım onun yazdıklarının tamamıdır. Senin hak verdiğin de mutlaka bunlardan biri veya hepsi olmalıdır. Dedim ya bunlardan başka tek bir kelime dahi yazmamış. Şimdi geçelim haklı dediğin diğer iletisine. Evet aynen katılıyorum Ata'ma. "Adam olmak demektir." Ama laikliğin ne olduğunu anlayıp adam olmak demektir. Az sonra laikliğin ne olduğunu bir güzel anlatayım da, önüne gelen herkez kendini laik zannetmesin. "AB ve ABD sopasıyla kuruldu" diyen mi oldu? Dön de bir okumaya çalış yazdıklarımı. Bunların hepsi slogan. Teknik bir izahat yok çünkü. Vatan, millet, sakarya var. Ben de tekrar diyorum; "AB ve ABD sopasıyla kuruldu" diyen mi oldu? Hele ABD'nin hiç lafı bile geçmedi. Hayır efendim, Ata'mın başarısını ne kendinize nede bir başkasına mal etmeyin. Türkiye'de laik Cumhuriyet sadece ve sadece tek bir(1) kişinin sayesinde kurulmuştur. Bu da yüce önder Atatürk'tür. Bu ülkenin kurulmasında herkezin emeği geçmiştir. Vatanın kurtarılmasında herkezin emeği geçmiştir. Ama bu Cumhuriyet'in laik bir Cumhuriyet olarak kurulması sadece Ata'mın sayesinde olmuştur. Bu ülkenin laik olması fikri sadece Ata'mın fikridir. Destek olanlar olmuşmudur? olmuştur. Karşı çıkanlar olmuşmudur? Ordunun subaylarından bile birçoğu dahil olmak üzere, laikliğe karşı çıkanlar da epeyce fazla olmuştur. Destek olanların ise büyük bir çoğunluğu; "bu dahi insan böyle istediğine göre, vardır bir hikmeti" diye düşünerek destek olmuştur. Bir kısmı ise; Ata'mın güçlü otoritesine ters düşmemek için destek olmuştur. Laikliğin ne olduğunu bu zamanki insanımız bile bilmezken, o zamanki insan mı bilecekti de "amanın da bir güzel laik devlet kuralım, ne iyi olur" diyecek. Senin o dediğin insanların bir çoğu, hayatında daha laiklik kelimesini dahi duymamıştı, laikliği desteklerken. Bu millet laikliğin ne olduğunu anlasaydı ve destekleseydi bu ülke şu anda en azından Ata'mın kurduğu zamanki kadar laik olurdu. Olamadığına göre, bu millet laiklik adına tam tersi adımlar attığına göre; demekki "bu ülkeyi vatandaşlar laik olarak kurdu" diye birşeyden söz edilemez. Ata'mın ölümünden daha 7 yıl geçer geçmez laiklikten geri adımlar atmaya başlamış bir halktan bahsediyoruz, kendimizi kandırmayalım. Laiklik bu ülkeye Ata sayesinde tepeden inmiştir. Onun için kıymeti bilinmemiştir. Bu millet laikliği kendi marifeti sanmaktadır, oysaki Ata bu ülkeyi laik olarak kurmasaydı, yada Ata hiç doğmamış olsaydı, bu halk laikliği rüyasında bile göremezdi. Şimdiki yarım yamalak laikliğimizi dahi 1 kişiye borçluyuz. 1, yani tek, yani bir: Atatürk. İki değil. Bırakalım şimdi vatan, millet, sakarya sloganlarını, gerçekleri konuşalım. O anayasaya Ata'm laiklik ilkelerini koymasaydı, görürdüm ben şimdi ne laik bir ülke olduğumuzu. Laiklik olmadan ayakta kalabilseydik tabiki. Sezar'ın hakkını kendinize kapmayın, Sezara verin. Burası da slogan. Vatan, millet, sakarya yine. Hah işte böyle söyle. Bir öyle bir böyle söyleme. Herkeze düşen görev, laikliği desteklemektir. İlkönce laikliğin ne olduğunu anladıktan sonra. Önce değil. Az sonra laikliğin ne olduğunu anlatacağım. Anlatacağım ki, yanlış bir şeyi desteklemeyin, yada desteklediğiniz şeyin laiklik olduğunu zannetmeyin. Evet, hepiniz laikliğin ne olduğunu anlayana kadar bu tartışmalara devam edeceğiz. Laikliği dincilere değil, size anlatmak lazım. Dinciler zaten ne olduğunu sizden iyi biliyor, sadece işlerine gelmiyor. Bir yandan da laikliği sizlerin bilmemesine şükür edip duruyorlar. AKP sizin ürününüzdür. Siz laikliğin ne olduğunu bilseydiniz bu gün AKP diye bir parti olmazdı. Gerçek laik bir toplum için mücadele verdi. Laikçi bir toplum için değil. Şöyle yapmışlar, böyle yapmışlar. Yapanların da hepsi uzaydan gelmiş. Bizim halkımız laiklik aşığı bir halk olduğuna göre, yapanlar mutlaka uzaydan gelmiş olmalı. Bir ülkede işler ters gidiyorsa, bunun sorumlusu herkezden fazla o ülkenin aydınlarıdır. Bu ülkenin aydınlarının en büyük suçu zamanında laiklikten ödün vermeleri ve hala laikliğin ne olduğunu anlamayıp, destekledikleri şeyin laiklik olduğunu zannetmeleridir. Tabiki aydınları suçlayacağız, ameleleri değil. Yukardakinin geri kalanına ise yine "vatan, millet, sakarya" diyeceğim. Gerçeklerden arındırılmış, slogan hepsi bunların. Ne zaman günü gelecek? Onu yazmayı unutmuşsun. "Nasıl olsa Gelir bir gün, ben de demiştim, derim" diyorsun Demek laiklik çarkları böyle otomatikman dönmeye başlıyor? Yukarda "laiklik kolay elde edilmedi" diyorsun; burda da "günü geldimi otomatikman" dönmeye başlar diyorsun. Hangisine inanalım? "Laiklik bu kadar kolaydır" dediğine mi? yoksa "zordur" dediğine mi? Kullandırtmayın pek sevgili dininizi! Niye kullandırtıyorsunuz? "Ben yapmıyorum, o yapıyor" deme. Sen imam'ın önünde ceketini iliklemiyormusun? Bilim adamı ile imam tersine birşeyler söylediğinde bilimadamı yerine imamı dinlemiyormusun? Onun vaazlarını dinlemiyormusun? Ondan nasihat almıyormusun? Din ile ilgili bir şeyi merak ettiğinde o imamın tevsirlerini açıp okumuyormusun? Öyleyse sen o imama muhtaçsın. Sen o imama muhtaç olduğun sürece de o imam senin dinini kullanacaktır. Bundan kaçamazsın. İmamın mesleği budur. Din kullanmak. Çok sağol nasihatların için. sayende belki bir gün adam olurum. Polemik mi? Sen istedin, ikidir ben sana cevap bile vermedim, o çamurlarına rağmen. Demirefeye teşekkür et. Onun hatırı olmasaydı, sana yine cevap vermezdim çünkü. Şimdi gelelim "laiklik nedir?" sorusuna. Bizim evdeki radyonun üzerinde ses düğmesi var. Neden çünkü radyo sesi olan bir aygıt. Fırın'ın üzerinde ses düğmesi yok. Neden? çünkü fırın sesi olmayan bir aygıt. Cep telefonunda ses düğmesi var. Neden çünkü cep telefonu sesi olan bir aygıt. Şohben'in üzerinde ses düğmesi yok. Neden çünkü şohben sesi olmayan bir aygıt. Laik bir devletin nesi yoktur? Dini yoktur. O halde laik bir devletin din düğmesi de olamaz. Sizin laiklik sandığınız şey ne biliyormusun? Dinli devletin din düğmesi. Dindarlar "dini biraz açalım duyulmuyor", diyorlar siz laikler(!) ise "yok bundan fazla açamayız" diyorsunuz. Dindarlar sizi dinlemeyip, din düğmesi kendileri açıyorlar, siz de ilkönce biraz yaygarayı koparıyorsunuz ama bir süre sonra sizde alışıp, iktidara geldiğinizde o açılmış din düğmesini kısmıyorsunuz. Nerden mi belli? Dindarlar imam-hatipleri kurdular, ilahiyat fakültelerini kurdular, Diyaneti misyoner yaptılar, imamları öğretmen yaptılar, seçmeli din dersleri getirdiler, ardından din derslerini zorunlu yaptılar, bunların hiçbirini iktidara geldiğinizde geri püskürtmediniz. "Biz seçmeniz biz ne yapalım" mı? Siz böyle bir şey istemediniz, bırak "şu din düğmesini sökelim" demeyi, "şu din düğmesini kısalım" bile demediniz. Böyle bir talebiniz olmadı. Hala da yok. Üstelik bunu dile getiren bana karşı çıkarak imamların tarafında yer almaya devam ediyorsunuz. O yüzden "biz seçmeniz ne yapalım" laflarını da boşverin gitsin. Laiklik demek dinsiz devlet demektir. Bunun farklı bir tanımını yapmak laikliği sulandırmaktan başka hiçbirşey değildir. "laiklik dinsizlik demek değildir" laflarınız da laikliği sulandırmak amaçlıdır. Çünkü "laiklik dinsizlik demek değildir" derken, kimin dinsizliği demek olmadığını açıklamıyorsunuz. Orası boşta kalsın ki laiklik sulansın istiyorsunuz. Oysaki laik bir insan "laiklik dinsizlik demek değildir" demez; onun yerine "laiklik halkın dinsizliği demek değildir, ama devletin dinsizliğidir" der. Çünkü laiklikte önemli olan; halkın dinsiz veya dinli olup olmaması değildir, şiddetle üstünde durulması gereken; devletin dinsiz olmasıdır. Üstünde durulması gereken şey budur. Laiklikte devletin az dini, çok dini diye birşey yoktur. Devlette sıfır din ilkesi vardır. Laiklikte devlet ateisttir. (Lafı bile tüylerini ürpertiyor değil mi) Laik devlet, "din nedir?" diye sorulduğunda "ben bilmem git halka sor" diyen devlettir. "Allah nedir?" denildiğinde "ben anlamam" diyen devlettir. "Ama bu resmen dinsizlik" değil mi? Ne sandın? Tabiki dinsizlik. Laik devlet dinsiz olur. Az dinli deği, tamamen dinsiz olur. Bunu desteklemeyen, iktidara gelen partilerden talep etmeyen, bana ne laiklikten, ne Atatürkçülükten, nede demokrasiden bahsetmesin. "Yahu sesi çok açtık, şu radyonun düğmesini biraz kısalım. Yok yok şimdide tam bir sessizlik oldu, biraz açalım." "Yahu yobazlar çoğaldı devletin din düğmesini biraz kısalım. Yok yok şimdi de tam bir dinsizlik oldu, biraz açalım." Laiklik devletin gerektiğinde kısılan, gerektiğinde açılan bir din düğmesi değildir. Nasıl ki sesi olmayan bir aygıtın ses düğmesi olmazsa, dini olmayan bir devletin de din düğmesi olamaz. Ancak dini olan bir devletin din düğmesi olabilir. Dini olan bir devlete ise; laik bir devlet denemez. Bu din düğmesini, devletin içindeki din ile birlikte "sökmeyenler" ise asla laik olamaz. Laik olmayanlar ise; "ben laikim, öteki yobaz" diyemez. Eğer tamamen dinsiz bir devlet talebiniz yoksa; çekin ellerinizi Ata'mın yakasından. Çünkü o tamamen dinsiz bir devlet kurmuştu ve üzerine de "bu devletin dini yoktur" damgasını vurmuştu. Hem de anayasasına. Eğer Ata'mın koyduğu "en ana yasaya" bile muhalifseniz, bana Atatürk'çülüğün A'sından bile bahsetmeyin. Şimdi ben bunları anlattım ya! birileri gelir "ben dinsiz devleti destekliyorum öyleyse ben laikim, Atatürk'çüyüm" der. Bu sefer de yapacağı ne biliyormusunuz? Dinsiz devlet'in nasıl olacağı ilkesini sulandırmak. Yani laikliği direk olarak sulandırmıyorum, bari dinsiz devlet tanımını sulandırayım meselesi. O halde ben şimdi bütün laiklikten kaçış yollarını tıkayayım da kimse dinsiz devlet tanımını sulandırma yoluyla laikliği sulandıramasın. Dinsiz bir devletin değil 80,000 tane, 1 tane bile camisi olamaz. Dinsiz bir devletin belediyeleri, dini bayramları kutlayamaz, dini etkinliklerde bulunamaz. Dinsiz bir devletin başbakanı, halk adına yağmur duasına çıktığı zaman kodesi boylamadan duramaz. Dinsiz bir devlet, bilim yuvalarında zorla veya seçmeli olarak imamlık yapamaz. Dinsiz bir devlet, resmi televizyonundan çıkıp, halka misyonerlik yapamaz. Dinsiz bir devlet, bir tekkeye fakülte adı veremez. İçindeki imamlara da prof. diyemez. Dinsiz bir devlet, imam-hatip tekkelerini lise sayıp, ordan çıkanı üniversiteye alamaz. Dinsiz bir devlet, bütün diğer dinlerin veya mezheplerin bütün haklarını gasp edip, camilere ayrıcalık veremez. Devletin dinsizliği tanımını sulandırma yolu da kapandı mı? Kapandı. Şimdi de ben bunları söyledim diye; "ben de bunlara karşıyım" deyip Atatürk'çü laik olma yollarını tıkayalım. Bu yukarda saydığım dinsiz devlet tanımını kim Taksime çıkıp bağırdı, laiklik için bağırırken? Hiç kimse. O halde bu halk bana Atatürkçü'yüm, laikim diyemez. Bu forumda müslüman olmayan bazıları var. Onlar hariç olmak üzere ben bu yazıyı yazmadan önce, yada birilerinin bu tür yazılar yazmasına istinaden olmadan, "kendiliğinden" bunları bu forumda yazıp, gerçek bir dinsiz devleti isteyen bir müslüman var mı? Varsa kendi yazısından alıntı yapıp bana göstersin. Alevi olanları saymam. Böyle bir sunni arıyorum. varsa çıksın ortaya, ona "laiksin" diyeceğim. Aksi halde kimse bana, "ben laikim ama ötekiler şöyledir, böyledir demesin." Böyle birileri çıkmazsa, kimse bana "AB sopası olmadan bu ülke laikleşir" de demesin. Sevgili Demirefe, Yazım çok uzadığı için senin iletine cevap yazamadım, vaktim olduğunda yazacağım, şimdilik özür dilerim. Hepinize Saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Sevgili Demirefe, Farklı noktaları anlatan iddialı yazılar malesef kısa olamıyor. Çünkü insanların çoğu farklı düşündüğü için, onlara bu farklı fikirin nedenlerini de teferruatıyla anlatmak gerekiyor. Mesela "dünya yuvarlaktır" dediğin zaman bu cümle yeterlidir. Çünkü kimsenin buna itirazı yok. Ama "dünya karedir" dersen, bu tezi nerden bulduğunu anlatmak için uzunca bir yazı yazmak zorunda kalırsın. Demek istediğim; insanların genel düşüncelerine aykırı şeyler yazdığın zaman o aykırı görüşün haklı nedenlerini de birlikte sunmak zorunda kaldığın için yazılarını da uzun yazmak zorundasındır. Fakat, yazılar uzadıkça da başka bir sorun gündeme geliyor ki; o da laf lafı açmasıdır. Yani bir konu anlatılırken, yan konulara da şöyle bir kısa değinme oluyor mecburen. Ve o konunun içindeki konu kısa geçilmek zorunda kalınıyor. Çünkü yanlış anlaşılmasın diyerek onu da uzatırsan; yazı asıl anlatılan mevzunun dışına kaydığı gibi; aynı zamanda da bitmek bilmeyen bir yazı haline geliyor. Ana konunun içindeki alt konuyu kısa yazınca da onu kafasında detaylandıran kişi, o eksikliği çelişki veya yanlış olarak görüyor. Dolayısıyla seninle ana konuda anlaşıp, ufak tefek detaylarda anlaşmamamız doğaldır. Fakat; konunun içindeki konuyu da açarsak, seninle alt konularda da anlaşabileceğimize eminim çünkü aklın yolu birdir. Sevgili Demirefe, Elbetteki benim bu yaptığım tartışılır. Zaten bunu yapmadan önce ben kendim de bunu yapmanın doğru olup olmadığını kafamda uzun uzun düşündüm, hemen emin olamadığım için. Hani sen yukarda bir yerde "bir musibet, bin nasihatten iyidir" demiştin ya! İşte ben de aynen öyle karar verip; "iyi bir şey bin nasihatle olmuyorsa, bari bir musibetle olsun" dedim. Ve hakikatten de öyle olacak gibi gözüküyor. Çünkü ben inanıyorum ki; musibed biraz daha arttıktan sonra, normalde zaten gelecek olan şeriat gelemezse, bu ülke bu musibed sayesinde en az 200 yıl ileri sıçrama yapacaktır. Çünkü Türkiye'ye şeriat gelemezse, artık eski Türkiye olamayacak, şu yıllardan çok daha fazla demokratikleşmiş ve laikleşmiş bir ülke olacak. Yanlız sadece musibedle olmaz, AB sopası da şart, onu da eklemeliyim. Alırlarsa tabi. Yaptığımız şey bu zaten sevgili Demirefe, Ben halkın bilime düşman olmaması, hatta bilime yardımcı olması, hurafeler yerine bilimi desteklemesi için en çok uğraşanlardan biriyim. Tek başıma bu konuda elbette başarılı olamam ama ben kendi üstüme düşen görevi fazlasıyla yapan biriyim. Şu anda şu satırları yazıyor olmam dahi hala halkın bilime sıcak bakmasını sağlayabilme amaçlı bir emektir. Ben bundan vazgeçmiş olsam, internette sayfalar dolusu yazılar yazmazdım. "Olan olacak nasıl olsa, bana ne der geçerdim". Evet, gerçekten ümidim yok ve bunu söylediğim için bu çabadan vazgeçtiğim zannedilebilir. Ama ümidim yok diyerek mücadeleyi bırakırsam, bu bir insanın "nasıl olsa öleceğim" diyerek hayatı boşvermesine benzer. Bu da bana göre değildir. Olabilir tabiki ama bu nasıl olabilir? O önemli. Bir ülke laikleşmeden bunu başarabilir mi? Elbette ki olmaz. Bu nerden belli? Laiklik sıralamasında en yukarda olan ülkelerin mutlaka en gelişmiş ülkeler arasında olmasından belli. Din ile yönetilen ülkelerin ise; dünyanın en geri ülkeleri olmasından belli. Peki laikleşmeden olamayacaksa; laikleşmenin yolu nedir? Herkez "ben laikim" dediği zaman laikleşmek mümkün olabilir mi? Türkiye'de kime sorsan en dincisine kadar herkez "ben laikim" diyor. Ötekileri zaten hiç sorma; sanki Türkiye laikmiş gibi; "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye bağırıyor. Türkiyeyi laikleştirmek için tek güç olan kesim "Türkiye laiktir" diye bağırıyorsa, daha artık bu halktan laikleşmeyi desteklemesini bekleyebilirmiyiz? Üstelik bu bağıranların en laik olduğu bir ülkede? Öte yandan; halk neden laikleşmek istesin ki? Enayi mi? Elbette laikleşmek enayilik değildir ama bizim halkımız bunu böyle görür mü? Kendi dini baskın din iken; diğer dinlerin eşit şartlara gelmesini ister mi? Elbette ki istemez. O halde, çoğunluk azınlığı bastırabildiği sürece, bastıracaktır ve böylece de laiklik hayal olacaktır. Laiklik hayal olunca da; yukarda bahsettiğim gibi, bilimin popülerleşmesi de hayal olacaktır. Dışardan bir sopa gelmediği sürece yani. Dışardan gelebilecek sopa ise olsa olsa AB olabilir. Benim aklıma bizi laikliğe zorlayacak başka bir sopa gelmiyor çünkü. Sevgili Demirefe, Dinsizliğim benim de tepkisel bir kimliğim değildir. Ben dinden çıktığımda, AKP gibi bir parti yoktu. Şeriat tehlikesi çok uzaktı. Türban meseleleri yoktu. Din konuşulmuyordu bile. Dolayısıyla hiçbirşeye karşı bir tepkim yoktu. Dinsizliğim kimliğim değildir. Türk oluşum da kimliğim değildir. Cinsiyetim de değildir. Hatta insan olmam bile kimliğim değildir. Sadece canlı olmam bir kimliğimdir. Çünkü bana göre tüm canlılar eşittir. Hiçbir canlının ne dilinden, ne dininden, ne dinsizliğinden, ne ırkından, ne cinsiyetinden, nede insan oluşundan dolayı bir üstünlüğü vardır. Ben teistlerin karşısında değilim, dindarların da karşısında değilim, ve hatta dinlerin dahi tam karşısında değilim. Benim karşı olduğum şey, devletlerin dine bulaşmasıdır. Hele bizim ülkemizde yapılan şey, dinin zorla dayatılmasıdır. Benim karşı olduğum şey bu. Eğer devlet bunu yapmayıp, dinleri doğal haline bıraksa, din zaten neyi hak ediyorsa onu bulacaktır. Bu ister bir din yükselişi olur, ister düşüşü olur. Ama kendi dozunu kendi belirler. Sıfıra inmesini ben de desteklemiyorum. Din bazı insanlar için gereklidir. Din derken keşke İslam gibi bir din değil de, daha insancıl ve gelişime açık bir din olsaydı derim ama, makyajlanmış haliyle en azından hiç yoktan iyidir, bazı insanlar için. Yoksa "dinler tamamen yok edilsin" deseler ilk önce ben karşı çıkarım. Evet, ben çoğu zaman dinlerin sahte olduğunu anlatarak insanları dinden çıkartmaya çalışıyorum ama amacım dinden çıkması müsait olan insanların çıkmasıdır, hepsinin değil. Çıkmaması gerekenler nasıl olsa benim yazdıklarımdan hiçbirşey anlamıyor diye yazıyorum. Bunu yanlış anlamışsın sevgili Demirefe, Ben "sunni İslamı törpülemek için, diğer grupları geliştirelim" demiyorum. Örneğin "alevilik yayılsın ki; sunni İslam törpülensin" demiyorum. Öyle birşey düşünsem zaten aleviliği yaymaya çalışırdım. Ben "alevileri destekleyelim" derken; alevilerin dinini değil, kendilerini destekleyelim diyorum. Ne bakımdan destekleyelim? Haklarını alabilmeleri bakımından destekleyelim diyorum. Belki diyebilirsin ki; "onlar da haklarını almak isterken, aynı sunnilerin yaptığı gibi; dinlerini devletin içine sokmak isteyecekler". Mesela belki onlar da okullarda kendi dinleri için din dersleri isteyecekler, tıpkı camiler gibi kendilerine tapınaklar yapılıp, masraflarını da devletin karşılamasını isteyecekler. Evet bu olabilir. Böyle olursa da senin de dediğin gibi devlet yine laik olamaz. Devlet 1 dini pompalasa da laik olamaz, bütün dinleri eşit şartlarda pompalasa da yine laik olamaz. Ama gelgelelim şu var ki; hiçbir devlet bütün dinleri pompalayamaz. Bu teknik olarak imkansızdır. Örneğin şu anda Türkiye bunu yapmaya kalksa; binlerce tapınak daha yapmak, onbinlerce daha din adamı beslemek zorunda kalır. Bunun da manası, devletin din masraflarını ikiye katlaması anlamına gelir. Zira aleviler, şiiler, hristiyanlar ve yahudiler ülkenin çeşitli yerlerinde dağınık yaşadıkları için, sayıları daha az dahi olsa masrafları en az sunniler kadar olcaktır. Devletin ise, bu parayı karşılayacak gücü yoktur. Ayrıca bütün dinleri desteklemek bir kaosa yol açacaktır. Örneğin okullardaki din derslerinde, öğrenciler sırayla kendi din derslerine gidecekleri için, bazı dersleri kaçıracaklardır. Bir derste Ali yok. Nereye gitti alevi derslerine. Öbür derste Kevork yok. Nereye gitti hristiyanlık derslerine, diğer derste Hüseyin yok, nereye gitti? Sunni derslerine. vs. vs. Bu bir kaos olur. Başka kaoslar da olur ama hepsini saymaya gerek yok. Dolayısıyla diğer din mensupları haklarını istediği zaman, devlet her dine eşit olabilmek için, bütün dinlerden desteğini çekmek zorunda kalacaktır. Zaten mesela alevilerin bir kısmı bunu bildikleri için, kendilerine devlet tarafından din desteği istemek yerine, diyanetin kapatılmasını, din derslerinin kaldırılmasını, imam hatiplerin ve ilahiyat fakültelerinin kapatılmasını istiyorlar. Bütün dinlere eşit olabilmenin tek yolu, hiçbir dine destek vermemektir. Bunu bildiğim için alevilere ve diğer gruplara hak aradıkları zaman destek verelim diyorum. Saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Sevgili Maraba, O benimki bir ütopya idi. Gerçekte ise halklar belli bir seviyeye gelmeden onlara ne demokrasiyi nede laikliği öğretebilirsin. Çünkü geri kalmış halklar günübirlik yaşarlar, bir günü iyi geçtiği zaman aynı şeyi yaptığı takdirde öbür gününün de iyi geçeceğini sanar. Bunun sebebi ise, uzun mesafeli derin düşüncelere girmeye üşenmesidir. Oysa ki; demokrasiyi, laikliği hiçe sayıp, çoğunluk olmanın verdiği güçle kazandığını sandığı şeyler asıl onun kaybettiği şeylerdir. Adalet(hukuk) bir bilim dalıdır. Bilim bilmektir. Adalet bir bilimse ve bilim de bilmek ise; adalet neyi bilmektir? Herkeze adil olmanın gerekliliğini bilmektir. Peki bilim kimin elindedir? Yarını bile düşünmeye üşenen sıradan halkın işi olabilir mi? Elbette ki olamaz bilimde uzun mesafeli düşünce şarttır. O halde bilim uzun mesafeli düşünemeyen sıradan halkın elinde olamaz. Buna özel ayrı insanlar gerektirir. Şu halde, adalet de bir bilim olduğuna göre, sıradan halk da bilim yapamayacağına göre, demek ki sıradan halkta adalet anlayışı olsa olsa sınırlı olur. Oysaki demokrasi ve laiklik tam bir adalet anlayışı gerektirir. Halk bu yüzden ne demokrasiyi nede laikliğin ne olduğunu öğrenebilir. Özetlersek; derin düşüncelere girmeye üşenir, üşendiği için bilim yapamaz, bilim yapamayacağı için, bir bilim dalı olan adaleti de tam yapamaz, adaleti tam yapamayınca da, demokrasi de yapamaz, deomrasinin olmadığı yerde de, laiklik de olamaz. Öyleyse halkı demokratikleştirip, laikleştirmek için ne yapmak gerekir? İşin püf noktası olan, derin düşünceye sevk etmek gerekir değil mi? Çünkü o olmadan öbürlerinin de olamayacağını biliyoruz. Peki halkı derin düşünceye nasıl sevk edeceğiz? Hiçbir şekilde. Neden? Çünkü derin düşünmeye üşenir. Üşenmeyi kaldıralım? kaldıramayız. Çünkü o düşünmeye üşenmek için programlandırılmıştır. Kim tarafından üşenmek için programlandırılmıştır? Doğa tarafından. Neden doğa tarafından? onu anlatayım: Doğa'nın çeşitli kanunları vardır. İnsanoğlunun da kendi getirdiği kanunları vardır. Ancak doğanın kanunları insanoğlunun kanunlarından üstündür. Bir anayasa gibidir. İnsanoğlunun getirdiği kendi kanunları, doğanın anayasasına uygun olmak zorundadır, aksi halde doğaya uyumlu olmayan kanunlar çökmeye ve yok olmaya mahkumdur. Doğanın kanunlarından basit bir örnek vermek istersek eğer; yerçekimi kanununu örnek verebiliriz. Bir insan yerden yukarıya sıçrarsa, eninde sonunda yere inmeye mahkumdur. Bu doğanın bir yasasıdır. Yere inmek istemesende inmek zorundasındır. Kendi getirdiğin kanunlarla, doğanın yerçekimi kanununa karşı, helikopterle havada kalabilirsin. Fakat bu da doğanın fizik kanunları sayesinde meydana gelmektedir. Yani helikopterle havada kalabilmek de doğanın anayasasına uygundur. Özetle insanoğlunun yapmak istediği herşey ancak doğanın anayasasının müsade ettiği ölçülerde olabilir. Bunun dışına çıkılamaz. Doğanın basit kanunundan misal verdik. Ancak bu basit örnekler dışında doğanın başka kanunları da vardır. Örneğin bir akvaryuma "bazı" balık türlerinden 2 adet erkek balık koyduğunda, şayet uzunca bir süre o akvaryuma bir de dişi balık koymadığın zaman, o 2 erkek balıktan biri dişi balık haline dönüşmektedir. Doğa bunu böyle istemiştir, o dişileşen balığın itiraz hakkı yoktur. Aynı bu balık örneğine benzer bir şekilde; bir toplumun içine sadece zeki ve akıllı ve bilgili insanları koysanız dahi; bir süre sonra o insanlardan bazılarının sıradanlaşma/gerileme mecburiyeti vardır. Bu da bir doğa kanunudur. Çünkü insanoğlu; sürüler halinde yaşamaya uygun meydana gelmiş bir varlıktır. Bu sürünün içinde irili ufaklı, zor ve basit çeşitli işler vardır. Eğer bir toplumun içinde, yeterince sıradan insanlar olmazsa; bu ufak tefek basit ve rutin işleri yapmaya razı olabilecek, o işleri yapmaktan bıkmayacak, sıkılmayacak insan bulamazsınız. Oysaki o basit ve rutin işler, o toplumun idamesinde gerekli, olmazsa olmazlardan bazılarıdır. Üstelik de bu basit ve herkezin yapabileceği rutin işler, diğer zor ve daha fazla zeka isteyen işlerden çok çok daha fazladır. İşte bu sebepten ötürü; sıradan insanların sayısı, zeki insanlardan çok daha fazla olmalıdır. Olmak zorundadır. Yani halkların çoğunluğu basit olmak zorundadır. Bu bir doğa kanunudur. Fakat bunu söylemek; geri kalmışlıkla mücadele edilmesine gerek olmadığı, nasıl olsa doğanın bu kanununun işleyeceği için, boşuna uğraşmamak gerektiği anlamına gelmemelidir. Çünkü her ne kadar doğa halkların basitliğini mecbur kılsa da; bu basitliğin seviyesinin ayarlanmasına müsade etmektedir. Özellikle bilimin ilerlemesiyle bu daha da fazla mümkün olabilmektedir. Yani çok geri kalmış bir halk ile, az geri kalmış bir halk arasında seçim yapılabilir. Geri kalmışlıkla mücadele sadece eğitim seferberliği ile olmaz. Yapılamaz, başarılamaz. Çünkü geri kalmışlık, bilgi birikiminin azlığı veya çokluğu değil, sağlıklı çalışan beyin ve sağlıksız düşünceler üretebilen beyin farkıdır. O yüzden, salt bilgi yüklenmesiyle, bir insan eğitilemez. Bunu yapmaya çalışmak, bozuk bir otomobili sadece bol bol benzin vererek çalıştırmaya uğraşmaya benzer. Yani harddisk değil, işlemci önemlidir. Halkların basit olma zorunluluğu vardır dedik. Bu basitliğin seviyesi ayarlanabilse bile, halktan halka geri kalmışlığın seviyesi farklı olabilse bile, halklar neticede en azından bir miktar basit olmak mecburiyetindedir. Bu bir istek veya öneri değildir. Ama malesef doğa kanunları gereği, böyle olmak zorundadır. Halkları geri kalmışlıktan uzaklaştırıp, daha aydın bir hale getirmek son derece zordur. Ve hatta neredeyse imkansızdır. Bunu yapmak, okulla, eğitimle de sağlanamaz. Çünkü halklar geri kalmışlığa dört elle sarılırlar. Çünkü geri kalmışlık onlar için mutluluktur, rahatlıktır, kullanması pratik olduğu için çok da kullanışlıdır. İşte bu yüzden halklar sadece okulla, üniversiteyle geri kalmışlıktan kurtulamaz. Halk bilim yapamaz dedim ya! Bilim yapamadığı için demokrasi ve laikliği tam anlayamaz da demiştim. Peki bu bilimi yapanlar kim? Halktan birileri değil mi? Değil. Onlar ayrı bir insan türü. Çok nadir çıkar böyleleri. Halkın dışından, yani toplum dışı insan çeşitleridir bunlar. Mesela bir örnek; Ulu önder Atatürk. Veya üst düzey bilim adamları. Bilim bir yokuştur. Bilimde aşağı doğru iniş yoktur. Zor ve zahmetli bir çıkış vardır. Zaten bilim çıkış değil, yokuş aşağı iniş olsaydı, geri kalmış milletler vitesi boşa attıkları için ileri ülkeleri sollar geçerdi. Bu bilim yokuşunda yukarı doğru çıkmaya çalışan bir at arabası düşün. O at arabasının atları, bilim adamlarıdır, yolcuları ise halktır. Yani o arabanın yokuşu çıkmasında hiçbir emeği yoktur, aksine yüktür. Hatta bir kısım malum afyoncular, bilim gelişip de çağ değişmesin diye, arabayı yokuş aşağı çekmeye uğraşırlar. Bilim işte böyle zar zor gelmiştir bu çağlara. Yani o bahsettiğim ayrı cins insanlar olmasaydı, şu anda biz taş devrinde olurduk. Ara not: Bilim dallarında çalışmak bilim üretmek demek değildir. Örneğin avukat, doktor, mühendis olmak bilim üreticisi olmak demek değildir. Küçük buluşlar yapmak da aşırı önemli bilimler değildir. Bunları göstererek halk için "bilim yapıyor" diyemeyiz. Önemli buluşu yapan da zaten o dediğim ayrı cinslerdir. Önemi düşük buluşlar zaten önemli buluşların ışığında meydana gelir ancak. Bu sebeplerden dolayı, halktan bilim, demokrasi, laiklik adalet gibi şeyler bekleyemeyiz. Bunlar ancak tepeden inme olursa olur. Aynı Ata'mın yaptığı gibi yani. Demokrasi ve laikliği tepeden indiren bir Ata daha gelmediği sürece de bizim halkımız da bunları asla öğrenemeyecek. Çünkü çoğunluk olmanın avantajlarıyla azınlığı sömürmeyi günübirlik kar saymaya devam edecek. İnsanlar sadece işlerine yarayacak şeyleri öğrenmek ister. Diğerlerini gereksiz bularak öğrenmeye üşenir. Çoğunluk olan halkların kendi düşüncelerine göre, işlerine yarayan şey antidemokrasidir. Demokrasi ise ona göre onun aleyhine birşeydir. Bu yüzden antidemokrasinin adını demokrasi takarak yoluna devam etmek ister. Gerçek demokrasiyi kendi aleyhine gördüğü için öğrenmek istemez. Hiçbir insana kendi aleyhine birşeyi öğretip, benimsetemezsiniz. Aslında antidemokrasi başkalarına olduğu gibi, kendisine de çok zararlıdır ama dedim ya, düşünmeye üşendiği için bunu bilemez. Çok küçük bir ümid var. O da şunları yapmak. 1- Alevileri ve gayrımüslümleri desteklemek. 2- Din haricinde bir de azınlık ırkları da desteklemek. (Terörleri hariç) 3- AB'yi desteklemek. Bunları yapmak küçük de olsa bir ümiddir. Çünkü: Eğer bir gün yanlışlıkla AB'ye alınırsak, demokrasi ve laiklik AB sopasıyla tepeden inecektir. AB'nin sopasını göstermesi için ise; bu bahsettiğim dini veya ırki azınlıkların varlığı çok önemlidir. Çünkü hak arayabilecekler onlardır. AB'ye karşı olanlarınız olabilir. Ama halkı bıraktığın zaman gideceği yer bellidir. Nedir bu? Şeriat. Öyleyse rahatlıkla ya AB, ya şeriat diyebiliriz. Halkın şeriata gideceği ne malum? Elbette şeriata gidecek. Şöyle bir örnek vereyim. Diyelim ki ortalıkta bir o tarafa, bir bu tarafa giden bir adam gördünüz. Adam bir yukarı bir aşağı, bir sağa bir sola dolanıp duruyor. Ne düşünürsünüz? Bu adam gezinti yapıyor, etrafı geziyor dersiniz değil mi? Neden çünkü adam hep aynı yerlerde dolanıp duruyor, yukarı çıksa bile sonrdan aşağı dönüyor. sağa gidip tekrar sola geliyor. Ama başka bir adamı örnek verelim. Diyelim ki bu adam sürekli Manisa'ya doğru adımlar atıyor. Hiç geri adım atmıyor, bütün adımları Manisa'ya doğru. O zaman ne düşünürsünüz? "Bu adam Manisa'ya gidiyor" dersiniz değil mi? Bizim halkımız ne yapmış? Ata'mın ölümünden bu yana laiklik adına tek bir adım bile atmış mı? Hayır. Din adına? Onlarca dım atmış. Din adına geri adımlar atmış mı? Hayır. Sürekli din yönüne doğru adımlar atan bir halk nereye gidiyordur sizce? Peki şeriata gitmek istiyor mu? Bunun ne önemi var? Manisaya doğru yürüyen adamın da Manisa'ya gitmeyi isteyip istemmesinin ne önemi var? Manisa'ya yürüyen ve aksine tek bir adım atmayan adamın istese de istemese de eninde sonunda varacağı yer Manisa'dır, dine doğru yürüyeninki de şeriatdır. İstese de istemese de. Düne bak yarın ne olacağını gör, çünkü çarşambadan bellidir perşembenin gelişi. Hala Türkiye'ye şeriat gelmez diyenler varsa; "gelmiş olsa da siz farkına varmazsınız, geldikten sonra ben size haber veririm" diyeceğim. Herkeze saygılar, sevgiler.
-
İmamların Derin Devleti!
Merhaba sevgili Demirefe, Bu türban krizinin patlayacağı belliydi. AKP gibi bir partinin bunu eninde sonunda yapacağını hepimiz biliyorduk. Ben bu türban krizinin çıkacağını bunun ardından da "anayasada zorunlu din dersi hiç olur mu yahu? Bu nasıl iş?" sorusunun gündeme geleceğini bildiğim için ne yaptım biliyormusun? Sıkı bir kafir olmam rağmen, seçimlerde genellikle oy kullanmamma rağmen, son seçimde oyumu ısrarla AKP'ye verdim. Çünkü "anayasada zorunlu din dersi hiç olur mu yahu? Bu nasıl iş?" sorusunun gündeme gelmesini istiyordum. Eğer Saadet partisinin kazanabileceğini umsaydım oyumu ona verecektim ama oylar bölünmesin diye AKP'ye verdim. Bir dahaki seçimde de oyumu yine AKP'ye vereceğim. Vereceğim ki; konuşulması gerekip de çoğunluk tarafından "nasıl olsa tuzumuz kuru" diyerek konuşulmayanlar konuşulsun. Oyumu yine AKP'ye vereceğim ki; şu şeriat yavaş yavaş değil, cesaretlenip daha hızlı gelsin. Daha hızlı gelsin ki; şu imamlar bir önce getirdiklerini yeni nesilden saklayıp, ilk defa birşeyler getiriyorlarmış gibi yutturamasın. Dikkat edersen, "şeriat gelmez, ne olacak ki canım bir tek türbanla?" diyen laik(!) kesim genellikle 25-30 yaş altı gruptan oluşuyor. "Şeriat bal gibi de gelir" diyenler ise genellikle orta yaş ve üstünden çıkıyor. Bunun sebebi ne biliyormusun? Şeriatın nesilden nesile yavaş yavaş, farkettirmeden gelmesidir. Çünkü bir nesil şeriatın adımlarını sayarken, yerine başka bir nesil geliyor ve yeni nesil daha önceki adımları görmediği için, şeriatın adımlarını sıfırdan saymaya başlıyor. Her nesil kendinden önceki adımları görmediği için, "bir iki adımdan birşey olmaz" diye düşünüyor. Ben de zaten bu yüzden bu topici açtım ki; millet bu türban konusunu şeriata atılan ilk ve son adım olarak görmesin, önceki adımlardan sonra atılacak adımları da tahmin etsin. Ama gel gör ki ne fayda? Yeni nesile ne kadar anlatsan da kendi yaşayıp görmediği için önceki adımları anlatsan da önemsemiyor. Bunu anlayamamalarının, ve umursamamalarının bir diğer nedeni ise; yeni nesilin biraz daha dindarlaştırılmasıdır. Eskiden yaşlılar dinciydi, şimdi ise yeni nesil yaşlılardan daha dinci. Çünkü devlet eliyle dindarlaştırıldılar. Eskiden sadece yaşlı dedeler, hacılar, hocalar gericiydi, şimdi yeni nesil dedelerinden daha da gerici. 20 yıl sonra şimdiki dinci nesilin nasıl bir nesil yetiştireceğini tahmin etmek zor değil. Onlar da farkında bile olmadan kendilerinden daha da dinci bir nesil yetiştirecekler. Çünkü kendileri dinci oldukları için, şeriata yolunda atılan adımlara karşı daha da vurdumduymaz olacaklar. İşte ben onun için oyumu AKP'ye verdim ki; bir nesil daha değişmeden şu imamlar hızlı hızlı marifetlerini sergilesin de, nesilden nesile milletin gözü alışıp hala vurdumduymazlık yapmasınlar. Şu anda yobaz dedikleri saldırgan dinciler hızlı hızlı şımarsın, cesaretlensin ki; bunların neler yapacaklarını bir nesil daha geçmeden millet görsün dedim. Çünkü yavaş bile olsa; halk dindarlaştırıldıkça bunların zaten mutlaka olacağını biliyordum. Daha hızlı olsun da bari milletin gözü görsün dedim. 35 + KDV kere okunması gereken bir yazı bu üstteki. Bunu yazacak kadar yüksek bir entellektüel seviye, bu kalite nerden geliyor? çok merak etim doğrusu. Çok çok çok doğru söylemişsin tebrik ederim. Esas eleştirilmesi gerekenler; sözde aydınların yobaz olarak nitelendirdikleri şeriatçılar değil, o aydınların ta kendileridir. Çünkü bu şeriatçıların hepsi o aydınların kendi ürünüdür. Bu aydın dediklerinin, hiçbirisi din okumaz, din ile ilgili nadiren bir işleri olsa, "sayın hocam, şu caizmidir? bu caizmidir?" diye danıştıkları ruhbanları var nasıl olsa. Bu ruhbanları varken din okumaya ne gerek vardır ki? Bu aydınların, ruhbanlarıyla araları öyle iyidir ki; kıskanmamak elde değil. Çünkü din çarpıtıcı bu ruhbanlar, onlara onların duymak istedikleri dini anlatır, gerçek dini değil. "Hocam İslamda türban varmıdır yahu? Biz şimdi gavur mu oluyoruz? türban takmıyoruz diye?" Hoca efendi de kem eder, küm eder ama neticede ne vardır, ne yoktur gibisinden lastikli bir cevap verir, kimi hoca ise yoktur der. Ama arkasını dönüp aynı dini bir dindara anlatırken "vardır" der. İstediği cevabı alan aydın ise, türban takmaz, gider Bodrum'da gönül rahatlığıyla tanga(G-String) mayoyla denize girer. Türban olmadığına göre; tanga vardır çünkü. Ya hep ya hiç. Kuranı hayatında tek bir kere bile açıp okumaz. Evinde mutlaka Kuran vardır ama en tepede bir yerde sarıp sarmalanmış bir vaziyette, tozlar içindedir. Açıp okumaz çünkü okuduğu zaman onun içinde onun işine gelmeyecek şeyler olduğunu sağduyusuyla bilir. Onları okuyup da uygulaMaManın daha büyük günah olduğunu düşünür. Bu yüzden okumaz. Yani Allah'ı kandıracak; diyecek ki; "bilmiyordum". Allah ona "neden şunu şunu yaptın?" dediği zaman; "bana ruhban onun yasak olmadığını söyledi, ben de serbest zannetim" diyerek suçu ruhbanın üstüne yıkacak. Bu sözde aydınların, Diyanet gibi bir kurumun varlığını istemelerinin sebebi de budur. Sorarsan; "Diyanet olmasa meydan yobazlara kalır" derler ama esas istedikleri bu söyledikleri değil, Diyanetin bunlara yumoşlu, makyajlanmış çarpık din sunmasıdır. Gerçek dini anlatsa Diyanet'e da yobaz diyecek zaten. Bu bir danışıklı dövüştür. O aydın olmasa Diyanet de kendisinin olamayacağını bilir, onlara karşı ona göre davranır. Halbuki Diyanet bir taraftan da gerçek dini yayarak, şeriatçıları yetiştirir ama onu da o aydın ne görür nede ilgisini çeker. Nereye varacağı belliydi. Türkiye'nin tam laik bir ülke olmasıydı hedef. Ve bu hedefe Ata sayesinde ulaşıldı. Dünyada'ki en laik ülke seviyesine gelmiştik. Ama ne yazıkki Ata'mın ölümünden sonra sürekli laiklikten ödün verile verile laiklik sıralamasında en gerilere kadar düştük. Bakın burda bize ne fırsatı veriyorsunuz biliyormusunuz? Bizim sizin dininize karışma fırsatı veriyorsunuz. Yani sizin dininize dışardan müdehale edilmesine fırsat tanıyorsunuz. Siz kimsiniz derseniz; Biz dinsizler, ateistler, hristiyanlar, yahudileri, aleviler, şiiler, yani sunni müslüman olmayan herkez. Oysaki biz sizin dininize karışmak mecburiyetinde değiliz. Siz gidersiniz kendi paranızla, kendi imkanlarınızla kaç yüzbin tane cami isterseniz yaparsınız, kaç yüzbin tane kuran kursu isterseniz açarsınız. Kendi dininizle alakalı ne istiyorsanız yaparsınız. Bizim sizin sorunlarınızla uğraşma mecburiyetimiz yok. Çoğunluğu değil hiçbirisi istemiyor çünkü isteyenlerin de hiçbiri "istiyorum" demiyor, hepsi "yan cebime koy" diyor. Zira "şeriat devleti istiyorum" demek zaten kanunen suç. Dolayısıyla kaç kişi istiyor? bunun istatistiğini yapmak son derece zor. Ayrıca; şeriat hiçbir yere seçimle gelmemiştir. Daima kanla ve darbeyle gelmiştir. Bu yüzden kaç kişinin şeriat istediği sanıldığı kadar önemli değildir. Halk dindarlaştırıla dindarlaştırıla, bir gün halkın %10'u şeriat istediği zaman, şeriatın gelmesi için bu oran yeter de artar bile. Seçimle gelmediği için. Unutmayın ki; darbe anında 1 şeriatçı 50 laike bedeldir. Çünkü onun topu var, tüfeği var, canlı bombası var. Bunlardan da önemlisi Allah yolunda savaşmanın verdiği bir özgüveni ve cennet mükafatı var. Vicdan ise sıfırın altında. Laik kesimin böyle avantajları olmadığı için, 1 şeriatçı 50 laike bedeldir kavgada. İşte bu yüzden, %10 şeriatçı fazla bile gelir. Halk derken her zaman yapıldığı gibi sadece sunni İslam cemaatini halk sayıyorsunuz. Bu halktan başka halk da var bu ülkede. O Halkın da talepleri var. Bu ülkede sizden başkalarının da olduğunun farkına varın artık. Tebrikler sevgili Cyrano. Halkı idare etmek demek, halk devleti yıkmak istese de devleti yıkmak değildir. Demokratik ve laik bir ülke olabilmek veya kalabilmek adına bazen halka rağmen, halka karşı işler de yapmak gerekebilir. Halkın her hakkı olabilir ama bilerek veya bilmeyerek demokrasiyi ve laikliği yıkma hakkı yoktur.
-
İmamların Derin Devleti!
Hemfikir arkadaşlara çok teşekkür ederim. Fikirleriyle katkılarından dolayı da, bir daha teşekkür ederim. Muhalif ve ayrıca muhalif olmayıp da sorusu olan arkadaşlara cevap vereyim. Sevgili Politika, Yaptığın yorumların diğerlerine katıldığım için, onları alıntılamadım, katkılarına çok teşekkür ederim. Sadece katılmadığım şu üstteki ve alttaki cümlelerini aldım. Biz dinsizler senin bu üstteki cümlenin tam tersini düşünüyoruz. Bana göre, şeyh'ler, şıhlar, cüppeli Ahmet hocalar, İslamın doğrusunu anlatıyor, en çarpıtılmış İslamı da prof.İmamlar (İlahiyatçılar) anlatıyor. Zorunlu din dersleri zaten 1982 yılından bu yana var. Bu imamların şimdi yapmaya çalıştığı şey, seçmeli olarak 2,inci bir din dersi getirmek. Daha sonra yapacakları da şimdiden belli zaten. "Ne yapacaklar?" dersen; getirecekleri seçmeli din dersini de bir süre sonra zorunlu yapacaklar ve böylece zorunlu din dersleri 1'den 2'ye çıkmış olacak. Tayyip bey bir zamanlar "bütün okullar imam hatip okulu olacak" demişti. Zorunlu din dersleri 1,2,3,4 derken bütün okullar imam hatip okulu olmuş olarak, baş imamın projesi gerçekleşmiş olacak. Dertleri bu. Bakınız sevgili Ftoyd, Kendiniz iyi niyetlisiniz ama herkezin de iyi niyetli olmadığını biliyorsunuz değil mi? Yani türbanı şeriata atılan bir adım olarak görüp, bunu bu yüzden üniversitelere sokmak isteyenlerin var olduğunu biliyorsunuz değil mi? Eğer ki böyleleri olmasaydı ve ayrıca türban yasası "bütün" inançlara özgürlüğü içerecek şekilde çıkarılsaydı o zaman sizin türbanınıza dokunmayacaktım. Eğer türban bir inanç özgürlüğü ise; ateizm de dahil olmak üzere bütün inançlara özgürlük getirilmesi gerekir. Siz şahsen iyi niyetli olsanız dahi malesef size de ayrıcalık tanınamaz. Şayet bütün inançlara özgürlük getirilirse ve devlet laikleşirse, ben türbanı yasaklamaya gerek duymuyorum. Sebebini merak ederseniz anlatırım ama bütün inançlara eşit şartlarda özgürlük tanınmadığı sürece ve devlet laikleşmediği sürece türbana malesef kesinlikle karşıyım. Bunu yaparak sizi de koruduğuma inanıyorum. Bu yukarda yazdıklarınız çok güzel. Sizin çok iyi niyetli biri olduğunuzu gösteriyor. Fakat malesef bu lafları ilk defa bir sunni müslümanın ağzından duyuyorum. En azından hepsini bir arada ilk defa duyuyorum. Size bir şey tavsiye edeyim mi? Siz türban karşıtlarıyla değil, türban taraftarları ile mücadele edin. Çünkü size türban yolunu açacak olan biz değiliz onlar. Onlarla nasıl mücadele edeceğinizi de söyleyeyim. Bu yukarda yazdıklarınızı bir türbanlı bayan olarak onları her gördüğünüz yerde yüzlerine haykırmanız gerekiyor. Bizi dinlemiyorlar çünkü. "Devletin parasıyla cami de isterim, mescit de isterim, Kuran kursu da isterim, türban da isterim, zorunlu din dersi de isterim, seçmelisini de isterim, devlet katında hak din sunni İslamı isterim, herşeyi isterim, "rabbena, hep bana"" diyorlar. Kısaca "şeriata karşıyım ama şeriata doğru giden bütün yolları isterim" diyorlar.(Bilerek ve bilmeyerek) Bu yüzden bizle değil, onlarla mücadele etmeniz gerekir. Siz onları yendikten sonra, bana gelin deyin ki; "ben iki tane üstüste türban takmak istiyorum". Ben de size diyeceğim ki; "2 değil 4 tane tak, istediğin yere de gir.". Çünkü o zaman şeriatla ilgili hiçbir endişem kalmayacak. Bakın kendi ağzınızla söylüyorsunuz "Erbakan'a kadar türbanlı bayanlar zaten okullarda,üniversitelerde okuyorlardı" diye. Demek ki türbana karşı kimse düşmanlığından dolayı karşı çıkmıyormuş. Gidişat kötü olmayınca insanlar laiklikten bile ödün verebiliyormuş. Hoşgörü gösterebiliyorlarmış. Hiçbir aşağılama veya hakaret yok. Ve tekrarlıyorum; "türbanlılarla şeriatçı saldırgan dinciler aynı familyadandır". Ama senin sandığın gibi saldırganlık konusunda hepsi aynı familyadan değildir. Dincilik bakımından aynı familyadandır. Bu yüzden hakaret yok. Belki "dincilik başka dindarlık başka şeydir" diyebilirsin. Benim için, dinci, dindar, sofu, muhafazakar vs. hepsi aynıdır. Yobaz diye birşey de yoktur. Bir insan din ile ne kadar iç içe ise, ne kadar her konulara din çerçevesinden bakıyorsa, din onun hayatının içinde ne kadar çok varsa, o insan benim için o kadar dincidir, dindardır, hacıdır, hocadır, bunların hepsi benim için aynı manaya gelir. Dindarların alt kategorileri beni ilgilendirmez, dindarları ilgilendirir. Çünkü bu benim değil, dindarların iç işleridir. Türkiye Cumhuriyetinin. Diyanet gibi bir kurum Türkiye'ye en çok zarar veren kurumdur. Görevi sadece zarar vermektir. Başka bir görevi yoktur. İmamların derin devletinin de başıdır. Evet Ata kurmuştur Diyanet'i. Ama Ata bu Diyaneti değil, buna tamamen ters başka bir Diyanet kurmuştur. Şu anda Ata'mın kurduğu Diyanetten bir iz dahi kalmamıştır. Diyanet Türkiye'nin başının belasıdır ve bence zararı PKK'dan bile fazladır. Faydası ise hiç yoktur. İyi niyette sınıfta kaldınız. "eleştirelim" değil "kaldıralım" demeniz lazımdır. Ayrıca laik bir devletin görevi imamlık yapmak değildir. Laik bir devlet hiçbir din anlayışını öğretemez. Bunlar halkın işidir, sivil işlerdir. Buna düşmanlık demek neyin düşmanlığıdır? Sokakta türbanlı dolu, kimse bunlara karışmıyor. Konuyu türban meselesine indirgememek için devamını yazmıyorum. Diğer saydıklarının ise hiçbiri olmamalıdır. Diyanet ve ilahiyat fakülteleri de dahil olmak üzere, bütün imam hatip okulları acilen kapatılmalıdır. Aksi halde inanç özgürlüğünden bahsedilemez. Ama şunu eklemeliyim; inanç özgürlüğü derken her çeşit inanç özgürlüğünden bahsediyorum. Sizin karşı olduğunuz şey; üst cümledeki her çeşit vurgusudur. Eğer öyle değilse; ben okullarda ateizm dersleri verilmesini de istiyorum. Din dersleri seçmeliyse ateizm dersleri de seçmeli olsun, din dersleri zorunlu olacaksa ateizm dersleri de zorunlu olsun. Din dersleri kalkacaksa, ateizm dersleri de kalksın. İmam hatipler kalacaksa; papaz-hatip, haham-hatip, cem-hatip ve ateist-katip okulları da kurulsun devlet parasıyla. Camilere karşılık, "ateizm'e şükür" evleri istiyoruz. Masraflarını da devlet karşılasın. "O evlerde ne yapacaksınız?" dersen; "seni ilgilendirmez" derim, ister eylence düzenleriz, ister Kuran'ın bizim hakkımızda söylediklerine aynı dille karşılık verme ayinleri yaparız. Biz sizin camilerde neler yaptığınıza karışmıyoruz. Ne dersin? İstemezsin değil mi? Kendininkileri isteyip diğerlerininkini istemiyorsan bırak laikliği, bırak demokrasiyi, bana adaletten bile bahsetme. Siz dindarların hepsini aynı kefeye koyunca da kızıyorsunuz. Sen hangi milletten hangi halktan bahsediyorsun? Benim içinde bulunduğum halk türbana karşı. Senin içinde bulunduğun halk türban istiyor. Neden? Çünkü biz seninle ayrı familyadanız. Ayrı çevrenin, hatta apayrı dünyaların insanıyız. Eğer yine çoğunluk hikayesine girecek olursan, gir. Ama demokrasiden, insan haklarından, azınlık haklarından filan bahsetme. Adaletten ise hiç bahsetme. İletim sığmadı altta devam edecek.
-
İmamların Derin Devleti!
Türkiye'de hep derin devlet'ten bahsedilir. Derin devlet ne demektir? Devlet içinde yaptırım gücü olan bir grup değil mi? Yada en azından buna benzer bir tanımı vardır kanınca. Yukarıda bahsettiğim türden derin devlet, kimine göre vardır, kimine göre yoktur, kiminin ise derin devleti nitelendirmesi farklıdır. Ama tanımı herkeze göre değişse de; ve derin devletin kimler olduğu kişinin bakış açısına göre değişse de; herkezin ortak görüşü, derin devlet varsa eğer bunun bir illegal yeraltı örgütü olduğudur. Bu türden illegal, yeraltı derin devleti var mıdır, yok mudur tartışmasına girmeyeceğim. Benim burda size bahdedeceğim, yeraltı değil, yerüstü derin devletidir. Yani saklanmaya gerek duymayan, hatta onlara her yerde saygı duyulan yerüstü derin devleti bu. Evet. Nedir bu? İmamların derin devleti. İmamlar derken kim bunlar? Hacılar, hocalar, şıhlar, şeyhler, dervişler, ermişler, evliyalar, imamlar, hafızlar vs. gibi din'in yanına cuk diye oturan kim varsa hepsi. Papazlar, zangoçlar, sırpazanlar, hay surplar, hahamlar, alevi dedeleri hariç. Neden bunları derin devlet olarak nitelendiriyorum? Çünkü bunlar siyasi partilerden de öte, bürokratlardan da öte, iktidarda hangi parti olursa olsun devlete istediğini yaptıran kesimdir. Evet yanlış duymadınız; "iktidarda hangi parti olursa olsun" dedim. İster sağ parti, ister sol parti olsun; bunlar her daim istediklerini yaptırdılar hükümetlere. Hatta darbe zamanında orduya bile istediklerini yaptırdılar. Peki ne istediler de yaptırdılar? Ne isteyecek canım, sadece özgürlük istediler. Ne özgürlüğü istediler? İnanç özgürlüğü mü? Her seferinde yaygarayı böyle kopardılar ama inanç özgürlüğü değil inanma özgürlüğü istediler. Çünkü inanmama özgürlüğü diye bir şey bırakmadılar. Neye inanma özgürlüğü istediler sürekli? Dine inanma mı? Hayır kesinlikle değil. Sadece İslam dinine inanma özgürlğü istediler, diğer dinlere inanma özgürlüğü bırakmadılar çünkü. İslamın bütün mezheplerine inanma özgürlüğü mü istediler? Hayır kesinlikle değil. Sadece "sunni İslam" dinine inanma özgürlüğü istediler sürekli. Diğer mezheplere yine inanma özgürlüğü bırakmadılar. Yok canım bunlar soyut iddialar, dayanak olacak bir şey yok değil mi? Az sonra dayanak olacak şeyleri göstereyim de şaşırın. Peki her istediklerini nasıl alabildiler? Biliyorsunuz bunların hepsi toplumda saygı duyulan tiplerdir. Şeyhlere, şıhlara, dervişlere genelde doğuda saygı duyulur, biraz da başka yörelere de taşmıştır saygıları. Hacılara, hocalara, imamlara, hafızlara ise; bütün köyler ve kırsal başta olmak üzere, bütün mutahasıp yerlerde saygı duyulur. Sözüm ona, üniversite olan, ilahiyat tekkelerinin mezunu olan ve birbirlerini prof. ilan eden modern imamlara ise; sol kesim de dahil olmak üzere, bütün sunni İslam cemaati saygı duyar. Çünkü bu modern kesime; çeşitli katekullilerle dini çarpıtarak, yumuşatıp, yumoşlayıp, çağa uyduran, böylelikle yutturanlar bu modern imamlardır. Modern imamlar bunu yaparlar, çünkü bunu yapmasalar, modern laiklerin, dini değil, çağı tercih edeceklerini bilirler. Bu da onların işine gelmez. Lafın kısası; hangisine daha fazla saygı duyulacağı yer yer değişmekle birlikte, bütün bu imam kesimine toplumun yaklaşık %80'i tarafından saygı duyulur. %80'i diyorum, çünkü bu imamlara saygı duyanlar toplumun sadece sunni İslam cemaatidir. Bu imamların da tamamı sunni İslam mensubudur. Özel bir saygıdır bu. Devletin en üst bürokratları, milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları da dahil olmak üzere en üst düzey yöneticiler dahi bunlara "sayın hocam" şeklinde hitab eder. Bunların prof.İmam olanları tv'lere çıkarılır, en entellektüel aydınlarla yanyana otururtulur ve onlara bu aydınlar tarafından "sayın hocam şu caizmidir, bu caizmidir?" şeklinde sorular sorulurak vaaz ve nasihat alınır. Ara özetle; onlara duyulan bu özel saygıdan dolayı, toplumun ve devletin hemen her yerinde lafları geçer, ricaları yerine getirilir. Ben bu imam çeşitlerinin hepsini "imamlar" adı altında topluyorum. Çünkü bunların hiçbirinin birbirinden pek fazla farkı yoktur. Hepsinin ortak bir amacı vardır: Sunni İslam misyonerliği yaparak, sunni İslamı hem halk arasında hemde devletin her kademesinde hakim kılmak. Bunlar organize mi çalışıyor devlet içinde? Tam bir organizasyondan bahsedemeyiz. Fakat aynı amaca hizmet verdikleri için, fazla bir organizasyona da ihtiyaçları da yok zaten. Amaç Sunni İslam misyonerliği. Yani sunni İslam ticareti. Şimdi ilkönce Ata'mız tarafından bu imam hakimiyeti nasıl geri püskürtüldü biraz ona bakalım, daha sonra imamların Ata'nın hemen ölümünden sonra nasıl karşı atağa geçtiğini göreceğiz. Bu arada bunların istedikleri sadece türban mıymış onu da göreceksiniz. İmamların geri püskürtülmesi: Yıl: 1923: Atatürk tarafından Hilafet yıkılarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Yıl: 1924: 3 Mart 1924 de Şeriye ve Evkaf Vekâleti kapatılarak hilafet kaldırıldı. ?Türkiye devletinin dini İslâm?dır? deyimi kaldırıldı, yerine "Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini yoktur", kanunu getirildi. Diyanet işleri başkanlığı kuruldu, fakat bu başkanlığın şimdiki gibi yetkileri yoktu. Görevi sadece din adamlarının dilencilik yaparak bağış toplamalarını engellemek ve camilerde devlete ve halka zararlı vaazlar verilmesine mani olmaktı. Atatürk'ün emriyle kurulan bu Diyanet'e din eğitimi verme ve/veya dini yayınlar yapma, yani misyonerlik hakkı asla ve asla verilmedi. Başına da başkan olarak, Cumhuriyete karşı olmayan, Atatürk hakkında "katli vaciptir" fetvaları vermeyen tek dini lider olan, hatta cumhuriyetin kurulmasında Atatürk'e destek veren, Rıfat Börekçi getirildi. İster seçmeli, ister seçmesiz olsun, bütün okullardaki her türlü din dersleri Atatürk tarafından, sözlü olmasa da fiilen yasaklandı. Çünkü kapatılanların yerine din eğitimi veren hiçbir kuruluş açılmadı. Ara not: Şu yukarda kalınlaştırdığım yere dikkat ettiniz mi? Bundan hiç bahsedilmez değil mi? Millet de sanar ki; şimdiki Diyanet, Atatürk tarafından şimdiki haliyle devlet eliyle ve parasıyla misyonerlik yapmak üzere kurulmuş. Anlatılmaz, çünkü anlatmak kimsenin işine gelmez. Yıl 1925: 25 Kasım 1925 de, dinsel kıyafetlerle sokakta gezilmesi yasaklandı. 30 Kasım 1925 de, tarikatlar yasaklandı, tekke ve zaaviyeler kapatıldı. Ara not: Bu gün elini sallasan tarikate çarptığının farkındasınız değil mi? Şu Diyanet ve M.E.B misyonerleri sayesinde yani? "Onlar yapmıyor" demeyin, komşuda pişiyor, onlara da düşüyor. Diyanet tarikatları engellemek için varmış mış mış. Tiso sen gülme, bu aralar çok güldün başına bir işler gelecek! Yıl 1926: 17 Şubat 1926 da, şeriat kuralları kaldırılıp, medeni kanun kabül edildi. Yıl 1928: 1 Kasım 1928 de, Arap harfleri kaldırılarak latin alfabesine geçildi. Yıl 1931: Arap'ın hicri takvimi reddedilip, miladi takvime geçildi. İslamda Cuma olan, tatil günü pazara alındı. Yıl 1938: Yüce önder, hayata gözlerini yumdu. DİKKAT!! İMAMLARIN DERİN DEVLET'İ ATA'NIN ÖLÜMÜNÜN HEMEN ARDINDAN HAREKETE GEÇİYOR: (İktidarda ister sağ parti olsun, ister sol parti olsun, ister ordu olsun, imamlar yine de adım adım ilerliyor) Yıl 1945: İmam hatip okullarının açılması. Ara not: Bu da hiç anlatılmaz değil mi? Öyle bir davranılır ki; sanki imam hatip okulları oldum olası varmış, Atatürk zamanından kalmış gibi sanırsınız. Türbanla ilk defa mı bir şey istiyormuş imamlar? "İmam hatip okullarının açılması" ile imamlar neyi katletmiştir biliyormusunuz? Şimdi hala hiç çekinmeden, sıkılmadan sadece kendilerine istedikleri inanç özgürlüğünü katletmiştir. Çünkü imam hatip okullarının açılıp, aynı anda papaz-hatip, haham-hatip, cem-hatip, ateist-katip okullarının açılMaMası, inanç özgürlüğü katliamıdır. Yıl 1945: İlahiyat fakültelerinin açılması. Üstteki ara not'u kopyalayıp, buraya yapıştırın. Yıl 1945: İlk okulların beşinci sınıflarına seçmeli din dersi getirilmesi. Gördünüz değil mi? Akın akın Compela gibi geliyorlar. Laik devlet kendine bir dinin bir mezhebini hak din olarak seçip, okullarda dahi imamlık yapmaya başlıyor, imamların derin devletinin gücü sayesinde. Ata ölmüş nasıl olsa, cüppeye kadar yolun var. Bu seçmeli din dersleri hikayesi de anlatılmaz değil mi? Sanarsınız ki, Atatürk'ün emriyle cumhuriyetin kuruluşundan bu yana seçmeli veya seçmesiz din dersleri vardı. Yıl 1959: Liselere seçmeli din dersleri getirilmesi. Gördünüz değil mi nasıl çalışıyor imamlar? Önce sadece ilkokulların 5,inci sınıflarına, ardından tüm ilkokul ve liselere. Hangi din mi? tabi ki Sunni İslam. Diğerleri din mi? lafa da bak. Bir kere bir dinin din olması için devlet katında din olması lazım. Türkiye'de devlet katında hak din, sunni islam dinidir. Yıl 1965: İmam hatip mezunlarına öğretmen olma hakkı. Evet, burda da yine sunni İslam diniyle, 9 yaşındaki bilimin zoraki evliliği yerine getiriliyor. Böylece imamlar Kuran'dan öğrendikleri, fizik, astronomi, fen, müzik, sanat, matematik vs. gibi her türlü bilimin misyonerliğine de el atmış bulunuyor. Yıl 1965: Diyanet işleri Başkanlığına din eğitimi, kuran kursları ve yayın hakkı verilmesi. Yani laik devletin parasıyla sunni İslam misyonerliği hakkı verilmesi. Bunda bir şey yok canım, Turan Dursun'a da yayın hakkı verilmişti. Verenler de hala yakalanmadı. Laik devlet olduğundan herhalde. Yıl 1967: İmam hatip mezunlarına üniversitelere girme hakkı. O tarihlerde ne diyordu bu imamlar biliyormusunuz? "Biz sadece üniversiteye girmek istiyoruz, başka birşey istemeyeceğiz." Yıl 1982: Sunni İslam din derslerinin alevilere, şiilere, dinsizlere ve ateistlere de verilmesi dahil olmak üzere, tüm okullarda zorunlu hale getirilmesi. Tam bir şeriat uygulaması. Üstelik de devleti şetiattan koruması gereken ordunun generali K.Evren tarafından. Yani şeriat gelecek olursa, bu ordu bizi koruyacak. Yıl 2008: Türbanla üniversitelere girilmesi için kanun. Şiilerin çarşafı, alevi dedelerinin kıyafetleri, hristiyanların rahibe kıyafetleri vs. hepsi yasak. Yaşasın imamların sultasındaki sunni İslama inanma özgürlüğü. İlk defa mı bir şey istemiş bu imamlar? mazlumuymuş bunlar yoksa zalim mi? Kararı siz verin artık. Şöyle devam etmeyeceklerini nerden biliyorsunuz? Yıl: 2014 Türbanla Liselere girilmesi için kanun. Yıl: 2019 Türban ve çember sakalın kamu kurumlarında serbest kalması. Yıl: 2025 Üniversitelerde ve kamu kurumlarında sarık, cüppe ve çember sakalın kabul edilmesi. Yıl: 2031 Bütün okullarda ve kamu kuruluşlarında ve ayrıca toplam kullanım alanı 1000 m2'yi geçen özel sektörde mescit zorunluluğu. Yıl: 2036 İnanç özgürlüğü adına mücadele veren Şeyh Ebu Refik'in, başbakan Altan Ertevfik'i görevden indirerek, şeriat devletini kurma özgürlüğünün gerçekleşmesi. Yıl: 2037 Türbanlı kızların üniversitelerden atılması ve türbansızların da kezzapla kovalanmasıyla birlikte, kadının evindeki yerini alma özgürlüğünün sağlanması. Yıl: 2037 Çarşafsız sokağa çıkma yasağı getirilmesi ve tıpkı İran'daki gibi; reşit olma yaşının 18 den, 9 a indirilerek özgürlük yaşının 9'a indirilmesi. Gördüğünüz gibi; imamların derin devleti Ata'nın ölümünden sonra tıkır tıkır işlemiş ve hala işlemeye devam ediyor. Üstelik de en laik, en Atatürk'çü sol partilerin, hatta ordunun döneminde bile tıkır tıkır işlemiş, ve buna hiçbir Atatürk'çü dur dememiş. Bu Atatürk'çüler(?) zamanında kendileri besledikleri imamlarını şimdi kendileri bile durduramaz hale geldiler. Çünkü Ata'yı anlamayı, bir gravat, bir gömlek, 2 de Atatürk resmi asmak zannettiler. Bu kadar ucuz mu Ata'yı anlamak? Ondan sonra da kendi dininin dindarlarından kork, çık meydanlar "kahrolsun tevrat" diye bağır. (şeriat tevrat demektir) Ata sana hayatta en hakiki rehber bilimdir, bunun dışında herhangi bir rehber aramak gaflettir, vurdumduymaz cahilliktir demiş. Sen de gitmişsin imamı kendine rehber edinmişsin, ondan sonra da "kahrolsun tevrat". Tevratın ne kabahati var? Tevrat mı sana dedi "git hurafelerin peşinden koş" diye? Sen iktidara gel, aşiretlere, şeyhlere, şıhlara dokunma, ondan sonra da tevrat cinayetleri olduğu zaman, yine "tevratınız batsın" diye bağır. (Töre de tevrat demektir) İktidara gel, zorbalı din derslerini kaldırma, şeriatçı yetiştirmekten ve laiklere çarpık din yutturmaktan başka bir vazifesi olmayan Diyanet'i kapatma, ondan sonra da "vay efendim türbanlılar da ne kadar çoğaldı, tevrat gelecek" diye tepin. Laiklik adına tek bir adım bile atma, ondan sonra da sanki Türkiye laikmiş gibi, araziye çıkıp, "Türkiye laiktir laik kalacak" diye bağırarak kendini avut. Çözüm mü? Çözüm çok ama en acil yapılması gereken çözüm, ilk önce sokağa çıkma ve eve girme yasağı ilan edip, okullarda acilen tüm laik Atatürk'çülere zorunlu laiklik dersleri vermek lazım. Daha sonra da hiç ara vermeden "demokrasi nedir?" dersleriyle devam edilmelidir. Not: Sevgili yönetici arkadaşlar. Konuyu türban başlığına göndererek türban konusuna çevirmek istemediğim için ayrı açtım. Ama yine de taşırsanız da saygı duyarım. Herkeze saygılar, sevgiler.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Sevgili Maraba, Ben komünist değilim ama komünistlerin hepsini çok severim. Kürt de değilim ama Kürtlerin de PKK'lı veya PKK sempatizanı veya ayrılıkçı olanları dışında hepsini çok severim. O bahsetiklerimin aslında meselesi senin de dediğin gibi, komünizm de olamaz. Onların derdi, şeriat ayaklanmasından faydalanıp toprak kapmak. Belki de ateist olmaları bile rol. Saygılar, sevgiler.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Üst not: Aşağıda forum olarak bahsettiğim şey, kesinlikle bu forum sitesi değidir. O forum senin, bu forum benim diye forum forum dolaşırken, bir gün bir de baktım ki; dinlere karşı yazılar yazmaya engel olmayan, hatta moderatörlerin bile bazılarının din karşıtı yazılar yazdığı bir foruma girmişim. Böylesine demokrat bir ülkede böyle bir şeyi görmenin son derece zor olduğunu bildiğim için, ilk önce gözlerime inanmadım tabi ki ama hemen üye oldum. Sitede anlattıklarına göre; o bahsettiğim forumu bir arkadaş grubu kurmuş. Ama tabi ki hangi ideolojiden bir arkadaş grubu olduklarını yazmamışlar tanıtım sayfalarında. Benim için hiç önemli değildi bu. Forumdaki kitle ister makinist olsun, ister satanist, benim yazacağım şeyler aynı olacaktı çünkü. Bir yandan da ağırlıklı kitle nedir diye merak da etmiyor değildim, haliyle. Bu forum gibi çok ziyaretçili bir forum da değildi ama bunu da önemsemedim. Yazdıklarım internette çıksın yeterli dedim kendi kendime. Din konusunda, koyu dinci hariç, her türlüsü vardı hemen hemen. Ağırlık müslümandı ama dindar müslüman hiç yoktu. Sonra yavaş yavaş anladım ki; sitede komünizm ağırlıkta. Bunun da hiç önemi yoktu benim için. Daha da sonrası dikkatimi çeken en önemli şey; sitede Atatürk karşıtlığının hakim olmasıydı. Ne kadar ilginç değil mi? Komünistlerin hakim olduğu, dindarın hiç olmadığı, bazılarının ise dinsiz olduğu vede din karşıtı yazılar yazdığı bir sitede Atatürk karşıtlığı. Biliyorsunuz Türkiye'de Atatürk'ü koruma kanunu var. Bu yüzden Atatürk karşıtları internette dahi olsa, sitelerinin kapatılmaması ve ceza almamları açısından Ata'mız hakkında her istediklerini yazamıyorlar ve/veya hakaret edemiyorlar. Fakat ben o sitede öyle hissettim ki; sanki bu kanun olmasa onu da yapacaklardı. Benim şimdiye kadar bildiğim; ülkede kökten dincilerin dışında Atatürk karşıtı, Atatürk'e düşman olan pek kimsenin olmadığıydı. Dincilerin de Ata'mıza neden düşman olduğunu ise; zaten benim timsah bile biliyor ve "Onların düşmanlığı din sebeplidir" deyip duruyordu bana. Peki ama bunlar dinci de değildi, tam aksine dinden bir hayli uzak bir siteydi o. Sordum timsaha; "bunlar olsa olsa ayrılıkçı Kürt veya PKK'lı olabilir dedi. "Niye?" dedim "timsah efendi? "Kafayı çalıştırsana, dinci olmadığı halde Atatürk'e kim, ne diye düşman olsun?" dedi bana. Sonra forumda bir inceleme yaptıktan sonra baktım ki, timsah haklı, çoğunluk Kürt. Üyelerle türban konusunu tartıştık; durum daha da şaşırtıcı. üyelerin hepsi türbanı destekliyor. Dinlisi dinsizi, hem de öyle bir destekliyor ki; türbanlıların kendi ağlamaları bile onlarınkinin yanında hiç kalıyor. Hele o ateist olanları var ya! Türbanı karşıyım diye bir hırslanıyorlar ki bana, şaşarsınız. Onlara türbanın şeriata atılan bir adım olduğunu delilleriyle öyle güzel anlattım ki, ama nafile, yazdıklarımı okumuyorlar bile. Okumadıklarını da şurdan anlıyorum; bir dolu sayfalık yazı yazıyorum, bir de bakıyorum ki; yazdığım yazıları okumanın mümkün olmadığı süre içinde "illa da türban" dercesine anında cevap geliyor. İşin tuaf ötesi tarafı ise; yazdıklarıma kimsenin itiraz etmemesi ve hatta kabullendiklerini belli eden ifadeler kullanmaları. Türbanın şeriata adım olduğuna itiraz ediliyor, ama şöyle: "türban şeriat getirmez". O kadar. Getireceğine dair delillerime karşı argüman yok. İddialarıma direnme; yok. Türban şeriat getirmez demelerinden sonra; nedenini soruyorum, yine cevap aynı; "türban şeriat getirmez". Hepsi bu. En sonunda anladım ki; bunlar ben ne yazarsam yazayım, "türban şeriat getirmez" diyecekler, peygamber demeyecekler. Yazdıklarımı da okuMaMaya devam edecekler. Dedim ki timsaha; "yahu timsah kardeşim, bunların sanki şeriat ister gibi bir hali var, bu nasıl şey böyle?" Timsah kih kih güldü; "daha yeni mi anladın? be hey yurdum insanı? sen en iyisi beni bırak da ben seni parkta gezdireyim". "Peki" dedim "timsah bey, niye bunlar şeriat ister?" Başladı timsah anlatmaya: Önce şu haberi oku dedi: Haber başlığı: Terör örgütü PKK, Türk subaylara bildiri gönderip, 'Bize katılın, bizde başörtü sorunu yok' demiş: "Emekli subay, bildiride, 'Başörtüsü yüzünden çoğunuz dışlanıyorsunuz. Eğer bize katılırsanız kesinlikle başörtüsü sorun olmayacaktır. Çok özgür çalışırsınız' denildiğini anlattı." -http://www.nethaber.com/Haber/46668/Teror-orgutu-PKK-Turk-subaylara- Ve timsah devam etti anlatmaya: " Bu yukardaki haber; ola ki türban isteyip de takamayan subay eşleri varsa, o subayları devlete karşı kışkırtma amaçlıdır. Onların milli duygularını uyuşturup, dini duygularını harekete geçirmektir. Böylece ordunun içine nifak sokarak, orduyu zayıflatmaktır. Şeriatçıların İslami darbe aşamasına geldiklerinde onlara karşı çıkacak orduyu içten yıkmaktır. Orduya karşı şeriatçıları desteklemektir. Peki PKK neden şeriatçıları destekler neden şeriat ister? Bu PKK'lılar kökten dinci mi ki şeriat istesin? Nedeni şu: Şeriat gelirse Türkiye şimdiki gibi güçlü bir ülke olamayacak. Şimdiki gibi güçlü bir ordusu ve dünya üzerindeki az da olsa siyasi gücü olamayacak. Böylece zayıf bir Türkiye'yi parçalamak çok daha kolay olacak. Evet, gerçekte şeriat Türkiye'si de olsa, onu parçalamak çantada keklik değil. Şimdikinden kolay bile olsa, yine de çocuk oyuncağı değil. Çünkü şeriatçı da az eli sopalı değildir, bunu biliyorlar. Ama bunların zaten ülkeyi parçalama planları şeriat geldikten sonra değil, şeriatın gelirkenki kargaşa zamanıdır. Yani isyan anında şeriatçılar laikleri keserken, bunlar da fırsat bu fırsat, biz de toprakların bir kısmını kaparız, derdindeler. " Timsah bunları anlattıktan sonra; o bahsettiğim forumdakilerin derdini de anladım. Onlar için PKK'lı diyerek zan'da bulunamayacağım ama ayrılıkçı Kürtlerden ve PKK sempatizanı olduklarından hiç şüphem yok. Dinlisi, ateisti, laiki, topyekun türban istiyorlardı, ısrarla. Çünkü türbanın şeriata atılan bir adım olduğunu en az benim timsah kadar iyi biliyorlardı. İşin garip tarafı; bütün laikler ve ayrıca Türkiye'nin bütün düşmanları, ve ayrıca Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen ülkelrin hepsi türbanın şeriata atılmış adımlardan biri olduğunu düşünüyor. Sadece aikler açık açık söylese de, bütün dünya bunu biliyor, böyle düşünüyor. Ama her ne hikmetse sadece türbanı takanlar ve taktıranlar böyle düşünmüyor. Türbanı takan tabiki "türban şeriat getirir" diyemez. Çünkü bunu bilip de şeriat istemiyosa zaten takmazdı, biliyor sa da zaten bunu söylemek suç olduğu için söyleyemez. Dolayısıyla, türbanlıların "türban şeriat getirmez demesi" beyhudedir, kimse dinlemez. Çünkü bozacının şahidi bozacı olamaz. Türbanlı (Yada türbansız türbanlı) elbette ki; "türban şeriat getirmez" diyecek. Sen geri kalanına bak neler düşünüyor. PKK'sı bile dahil. Özgür kız önceki soruma cevap vermeme özgürlüğünü kullanmış. Şimdi de ben kadın erkek ayrımı yapmadan, hem Özgür'e hem de Özgüre'ye soruyorum: PKK neden türban ister? Bunlar komplo teorisi mi? Öyleyse soruyu değiştireyim; PKK neden türban istemesin? Komünist ayrılıkçı Kürtler neden türban ister? Ateist ayrılıkçı Kürtler neden türban ister? Vah zavallı timsahım. Aylardır tuvalete bile çıkaramıyorum hayvancağızı. Sıkıntıdan patladı hüngür hüngür ağlıyor. Timsah gözyaşları diyorlar, halden anlamıyorlar. 4 metre oldu ama gün yüzü göremedi gariban. Hep imam'a ögürlük, bize özür bile yok. Haydi Tiso gidelim, bize de gün doğar elbet. Herkeze saygılar, sevgiler.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Çok güzel, çok güzel. Gelişmeler çok iyi. Bu işi nasıl çözeceğiz derken Allah türbanlılar için üniversite kurdu. Yasak masak da yok. Cüppeyle, türbanla, sarıkla, kavuk'la, tavuk'la, ne ile isterseniz girebiliyorsunuz. Üstelik dünya kadar eğitim masraflarına da gerek yok, birkaç yüz dolar'a mezun oluyormuşsunuz. Kendini "Efendi Hazretleri İmam Dr.Iskender Ali Mihr" olarak tanıtan ve Allah'la konuşup, bu üniversiteyi onun emri üzerine kurduğunu söyleyen hz.Ali Mihr(sa.v); onun yoluna girmezseniz bütün İslam aleminin cehennemlik ilan edildiğini söylüyor. "Allah'la konuşamaz" filan da demeyin, çünkü Kuran'a göre; Allah'la konuşmak için peygamber olmak veya vahy almak şart değildir; çünkü Allah insanlarla ya vahy yoluyla yada perde arkasından konuşur. Bu hazret de herhalde perde arkasından konuştu. -http://www.universityofallah.org- Evet, başlık konusuna dönelim; Özgürlüğün ne olduğunu anlatacak bir özgür kız yok mu? Saygılar, sevgiler.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
************* Biraz emrivaki ve ******** oldu ama Ata'mdan aldığım emaneti kolay kolay elin Arap'ına ülke teslim edecek göz yok bende, bunu yapmak zorundayım, zira çok geç olmadan birileri bu yazacaklarımı okumalı. Evet şimdi sizlere şu soruyu soruyorum; Özgürlük nedir? Malumunuz yine türban konusu malesef. Biz şu sıralar kime özgürlük veriyoruz? Devamlı özgürlük verdiğimiz birilerine mi? Yoksa ilk defa özgürlük isteyen birilerine mi? Dur şu soruyu bir daha sorayım da kafalara kazınsın, çünkü kasten veya teknik bir arızadan dolayı anlamayanlar oluyor malesef. Özgürlük nedir? Nereye kadar olmalıdır? Sınırlı mı olacak? Yoksa sınırsız mı? Ağrısız mı olacak, sızısız mı? Benim bildiğim özgürlük başkalarının rahatsız olabileceği yere kadardı. Yanlışmış bu yahu. Kim öğretti bana bunu? Meğer çoğunluk olana özgürlük sınırsız olmalıymış. Mesela ben üniversiteye türbanla girilmesinden rahatsız oluyorum ama tınlayan yok. Haklı bir nedenim olması gerekir değil mi? "Rahatsız oluyorum" diyebilmek için? Korkuyorum arkadaş. Korku rahatsızlık değil mi? Korku rahatsızlık değilse ben sokakta istediğim her insanı korkutabilirmiyim başka bir eyleme geçmediğim sürece? Mesela otomobilimi şu türbanlıların üstüne üstüne sürebilirmiyim çarpmadığım sürece? Yada geceleri hortlak kıyafetiyle dolaşıp, milleti ıssız yerlerde sessizce takip edebilirmiyim, üstüne atlamadığım sürece? "Bunları mı yapmak istiyorsun?" diyeceksiniz. Hayır kesinlikle değil. Ben sadece evcil timsah'ımı alıp parkta gezdirme özgürlüğü istiyorum kimseyi yutmadığı sürece. Çok mu şey istiyorum? Millet korkuyormuş bana ne? Korkmasın, benim timsahım kime ne yapmış şimdiye kadar? Yapsın ondan sonra konuşun. Sen benim timsahımdan korkuyorsan, ben de senin türbanından korkuyorum, korkamazmıyım? Sen timsahların insanların yutabileceğini düşünüp korkuyorsun değil mi? Ben de türbanların şeriat getireceğini düşünüp korkuyorum. Ne fark var arada? Benimkisi saçma değil mi? Bana göre de seninkisi saçma? Kim karar verecek hangisinin saçma olduğuna? Çoğunluk sensin diye sen mi? Buna karar verme fırsatı sende diye sen mi karar vereceksin? Timsahların insanlara saldırdığının örnekleri var değil mi? Dincilerin insanlara saldırdığının örnekleri yok mu? O dinciler senin değil değil mi? Timsah da benim değil, bir arkadaşımın. İnsanlara saldıran dinciler nasıl ki türbanlıların, halasının oğlu, amcasının oğlu, yakın komşusu, veya imam hatip'ten arkadaşı ise, timsah da benim uzaktan arkadaş pet'i oluyor. Benim neden bir tane türbanlı arkadaşım yok? Neden tek bir arkadaşımın bile eşi kapalı değil? Neden benim tek bir tane bile, evinin içi Kuran ayetleriyle dolu akrabam veya arkadaşım yok? Çünkü biz onlardan başka familyayız da ondan. Siz türbanlılar; "biz insanlara saldıran dincilerden başka familyayız" diyebiliyormusunuz? Ben türban için aykırı karar verdi diye mahkemeleri basıp; hakimleri, savcıları öldürenin ailesinin türbanlı olduğunu gözlerimle gördüm. Sen benim timsahımın kimseye saldırdığını gözlerinle gördün mü? Saldırırsa zaten beni ilgilendirmez çünkü insanlara saldıran timsah bizden değildir, kendini bilmez timsahın biridir o. 3-5 kendini bilmez timsahın yaptığını bütün timsah camiasına mal edemezsin. 1: Sokak ortasında Ermeniyi kurşunlayanın ailesi türbanlı değil mi? 2: Daha hala nasıl "biz ayrı familyayız" deyip gerçeği inkar edeceksiniz? 3,4,5: Papazları bıçaklayanların ailesi türbanlı değil mi? 6: Daha hala nasıl "biz ayrı familyayız" deyip gerçeği inkar edeceksiniz? 7: "McDonald's'ı doluyken bombalamamın sebebi içinde oruç tutmayanların olmasıydı" diyenin ailesi türbanlı değil mi? Değilse itiraz edin de size ailelerinin resimlerini de göstereyim. 8: Daha hala nasıl "biz ayrı familyayız" deyip gerçeği inkar edeceksiniz? 9: "İslamda türban yoktur" dedi diye Gonca Kuriş'i domuz bağlarıyla öldürüp evin bahçesine gömenlerin ailesi türbanlı değil mi? 10,11: Daha hala nasıl "biz ayrı familyayız" deyip gerçeği inkar edeceksiniz? 12: Ufacık kızların bacaklarına kezzap atanların aileleri türbanlı değil mi? 13: Daha hala nasıl "biz ayrı familyayız" deyip gerçeği inkar edeceksiniz? 14,15,16: Mayoyla denize girdiler diye genç kızlarımıza anasının yanında sopa atanların ailesi türbanlı değil mi? Siz hiç saldırma huyu olup da sadece mayoyla denize girenlere saldıran, diğerlerine dokunmayan, antideomokrat bir timsah gördünüz mü? 17: Daha hala nasıl "biz ayrı familyayız" deyip gerçeği inkar edeceksiniz? (Üstteki paragraf biraz özenti gibi oldu ama bu yolla bazıları daha iyi anlıyormuş, öyle diyolar) Siz nasıl benim timsahımdan korkuyorsanız, ben de sizin saldırgan bile değil saldıran dincilerinizden korkuyorum. Haydi ben delinin tekiyim de korkuyorum, milyonlarca laik insan da mı akılsız da korkuyor? Bu ülkeyi İslam ülkelerinin en ileri ülkesi haline getiren kişiler, o üniversiteleri kuran laikler midir? Yoksa sizin saldırgan dincileriniz midir? Yoksa benim timsahım mıdır? Bunu başarabilen milyonlarca laikler akılsız olduğu için korkuyor öyle mi? Ortada hiç bir olay yok yani? Siz mazlum ki ne mazlum, sütten daha çıkmamış ak kaşıksınız ve bütün bu üniversiteleri kurmuş, ülkeyi İslam ülkelerinin en ileri ülkesi haline getirmiş laikler akılsızlıklarından korkuyorlar. Dur şu korkmayı da bir açıklayayım da boşuna sevinmeyin korkuttuk diye. Bu korku öyle sizin anladığınız türden bir korku değildir. İnsanlığın yok olup, orta çağa dönüş korkusudur. Yani tam tersine türbanla mücadele etmemiz için, cesaretimizi arttıran bir korkudur. Evet aranızda şeriat istemeyen, sadece masumca türban isteyen başka da birşey istemeyecek olanlar olabilir. Ama aranızda böyleleri de var diye biz ateşle oynayıp, sizin saldırgan dincilerinizle birlikte hepinizi devletin tüm kademelerine alamayız. Nasıl ki siz beni timsahımla birlikte parkta istemiyorsanız, bizde sizi saldırgan dincilerinizle birlikte devletin içinde istemiyoruz. Çünkü onların bize devlet gücüyle saldırmalarını istemiyoruz. Ben nasıl ki benim timsahımın size saldırmayacağı konusunda garanti veremiyorsam, siz de bana sizin saldırgan dincilerinizin bize saldırmayacağının garantisini veremiyorsunuz. Siz bana saldırgan dincilerinizin bana saldırmayacağına dair garanti verin, ben de size benim timsahımın size saldırmayacağına dair garanti vereyim, böylelikle siz dincilerinizle birlikte istediğiniz yere girin, bende timsahımla istediğim yere gireyim. Şartlar eşit olsun yani. Siz o saldırgan dincilerinizle aynı familya değilmisiniz? Yine mi aynı laf? Tanışmıyorsunuz bile değil mi? Kuran kurslarında, imam-hatip okullarında, camilerde hiç karşılaşmıyorsunuz değil mi? karşılaşsanız bile onları şak diye anlıyorsunuz, tek kelime bile konuşmuyorsunuz onlarla değil mi? Hiçbirinizin onlarla ortak akrabası bile yok değil mi? Düğünlerinizde onlardan tek bir tanesi bile yok değil mi? Onların da evleri ve otomobilleri Kuran ayetleriye dolu, onlarında eşlerinin başları türbanlı, onların da okuduğu gazeteler, tv'ler aynı ama her nasıl oluyorsa sizin onlarla uzaktan yakından alakanız bile yok değil mi? Yeğenimin okulunda, anası türbanlı, kendi adı da bu çağda Ebu-Bekir olan, 8 yaşındaki Atatürk'e g.t diye hitap eden çocuğu hiç görmediniz bile değil mi? Tanımazsınız siz onları? Onlar sürekli ateistlerle görüşür çünkü. Evet soruyorum arkadaşlar. Özgürlük nereye kadar? Ben korkuyorum ve bu da benim özgürlük alanımı ihlal demektir. Ben korkmadan yaşama özgürlüğü istiyorum. Buna hiçkimse korkaklık da diyemez. Aynı timsahla parkta masumhane gezintiye karşı çıkana korkak denilemeyeceği gibi. Eğer bu inadına korkaklıksa, bende inadına korkağım ve korkak olabilme özgürlüğü istiyorum. Üstelik türbana özgürlük demek sürekli aynı kişiye özgürlük vermek ve diğerlerininkini de sürekli kısıtlamak demektir. Bunu da daha sonra "İmamların derin devleti" başlıklı bir yazımda açıklayacağım. Sevgili arkadaşlar. Türban konusu alt tarafı bir bez meselesine ingirgenemez. "Alt tarafı bir bez ne olacak ki?" diyenlerin ya yanılgısına yada tuzağına düşmeyin. Bunu diyenler ya türbanlı ya ailesinde türbanlılar olan kişiler ya türbanlılarla yakın ilişki içinde olan türbansız türbanlıdır. Yani bunlar türbansız çevrenin insanları değildir. Bu yüzden "ben türbansızım ama türbanı destekliyorum" diyenlere kulak asmayın. Onların da yakın çevresine veya ailesine bakın, en az bir veya birkaç türbanlı mutlaka göreceksiniz. Bütün bunlardan hariç, türbanı destekleyenler arasında tamamen kötü niyetliler de var. PKK bile türbanı destekliyor, yakında bunu da açıklayacağım. Bizim üniveritelere sokmak istemediğimiz şey o bez değil, o bezin içindeki de değil, o bezin sayesinde şimdiye kadar her istediği yerine getirilmiş olan, saldırgan dincilerdir. "Mesele sadece bez" diyorsanız, gönderin bize 100 milyon tane türban, üniversitelerin en ücra köşesine kadar sokalım. Mesele bezin içindeki de değil, "mesele bezin içindeki" diyorsanız gönderin bize bezin içindekinden üniversitenin her yerine sokalım. Ama kepek yapsa dahi, reJoice gibi ikisini bir arada sokamayız. Çünkü reJoice'la yıkarsın çıkarsın ama o bez sayesinde şeriat gelince yıkasanda çıkamazsın. Çıkarın türbanınızı girin içeri, sizi bekliyoruz. Günah mı? Maazeretiniz var; "ben takacaktım, laikler engel oldu" dersiniz. Bu yazdığım yazıyı da kanıt gösterirsiniz, ben de itiraz edememiş olurum. "Alt tarafı bir bez ne olacak ki"? diyen varsa; ben o alt tarafı bezden korkuyorum arkadaş ben korkağım. Korkaklık özgürlüğü istiyorum. "Korkaklık özgürlüğü" yok derseniz, siz söyleyin; sizin özgürlüğünüz nereye kadar sürecek? Okullarda hiç olmayan din derslerinden, zorunlu din derslerine kadar geldiniz, oradan türbana geçtiniz, daha sonra cüppe'de duracakmısınız yoksa, herkezi çarşafa sokma özgürlü de isteyecekmisiniz? Nereye kadar devam edecek sizin şu sadece kendinize istediğiniz özgürlük? Bu forumdaki sevgili birkaç özel dostlarım! Kim olduğumu anladınız. Size ulaşamıyorum. Bana verdiğiniz mail adreslerinizi kaybettim. Özel nedenden dolayı ÖM de kullanmak istemiyorum. mail adresim okd @ gencmail . com İnternette sansürlenme sorunuma bir çözüm buldum ama birkaç ay sürecek. Bu süre zarfında burdayım, karşılaşırız. Her isteyene kucak dolusu sevgiler. Evet konu gümbürtüye gitmesin diye en alta bir daha yazalım; özgürlük nedir? Nereye kadar olmalıdır?
-
''Atatürk şimdi ölüyor''
Bu yeni birşey değil. ************ Şimdilik çıkarsınlar bakalım bu satışın keyfini. Kiminin oğlu devlet kapısında yağlı koltuğu kaptı, kimisi imamların belediye başkanı olduğu belediyelerden çay bahçesi ihalesini kaptı, kimisi de cami ihalesini kaptı. Yine de halimize şükür ki; Ata'yı satın alanlar sadece dinci. Ya bir de Satanist olsalardı ne olacaktı acaba? Bu seçim yardımlarını dağıtanlar, kendisine oy verenlere seçim sonrası rant dağıtanlar, acaba satanist olsalardı şimdi biz bu kadar satanistle nasıl baş ederdik bilmem. Neyse.. Çalsın sevdiğiniz şarkılar.