Notamatik tarafından postalanan herşey
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Sevgili arkadaşım, Allah Yunus'u kurtarmış ama benim üzerinde durduğum meseleyi bir türlü anlatamıyorum galiba? Ben Allah'ın yunus'u kurtarıp kurtarmamasıyla ilgilenmiyorum, kurtarmışsa kurtarmış, iyi yapmış kurtarmış. Mesele o değil. Mesele şu, tekrar anlatıyorum: 1- Allah diyor ki; "eğer o inananlardan olmasaydı onu kıyamete kadar balığın karnında tutardım." 2- Ben de diyorum ki; "eğer o inananlardan olmasaydı onu kınayıp ıssız bir yere atardım." Böylece, eğer Yunus inananlardan olmasaydı, benim öngördüğüm ceza mantıklı, onunki ise mantıksız ve merhametsiz bir ceza oluyor. Umarım bu defa anlatabilmişimdir. Defalarca anlatmaya çalıştım çünkü. Lütfen artık kimse soruma alakasız cevaplar vermesin. Tekrarlıyorum: "benim öngördüğüm ceza mantıklı, onunki ise mantıksız ve merhametsiz." Olmadı bir de örnek vereyim: Eğer orda Yunus değil de ben olsaydım, Allah beni kıyamete kadar balığın karnında tutacaktı. Çünkü ben bir kafirim. Ve diyorum ki bu çok merhametsizce bir ceza. Ben onun yerinde olsaydım, en fazla beni kınayıp ıssız bir yere atıverirdim. Bunu düşündüğüm için, ben ondan merhametli ve daha akıllıyım. Aynı şey Yunus için de geçerli. Eğer o da Allah'ın ihlaslı kullarından olmasaydı, o da kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı. Ona da yapılsa adaletsizlik, bana da yapılsa adaletsizlik, kime yapılırsa yapılsın, merhametsizlik. Benim önerdiğim ceza ise, makul ve merhametli bir ceza. "Ama hakimiyet kuramaz." diyorsun. Ben de onu diyorum. Niye kuramaz? Çünkü Allah ona demiş zaten "benim ihlaslı kullarım üzerinde bir hakimiyetin yoktur" diye. Benim itirazım da buna işte. Niye ihlasız kullara hakimiyet kurmasına müsade ediyor da, ihlaslı kullara hakimiyet kurmasına müsade etmiyor? Niye adam kayırıyor yani? Saygılar, sevgiler.
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Sevgili Doğan ağbi, Her türlü kanun tartışılabilir. Kamuoyunda yıllardır türban kanunu tartışılmıyor mu? Yıllardır 301 tartışılmadı mı? Devletin de kanunları tartışılabilir Allah'ın da kanunu tartışılabilir. Ayrıca kendimi tanrı yerine filan koymuş olmuyorum, sadece diyorum ki; "ben Allah olsaydım ondan daha güzel ayetler yazardım". Onun ayetleri sakat ve sakıncalı, benim yazdığım ayetlerde ise herhangi bir kusur dahi bulunamaz. Yani onun ayetleri mükemmel olacağına, benim ayetlerim mükemmel. Halbuki tam tersi olması gerekmiyormuydu? Benim kadar bile kusursuz ayet yazamayan biri, nasıl olur da benden mükemmel olabilir? Akıl var mantık var. Bu neyi gösteriyor? demek ki Allah diye bir şey yok, Kuran'daki ayetlerin hepsi insan yapısı. Kaldı ki Allah'ın ayetiyle benim ayetimi yanyana getirdiğimde hiçbiriniz benimkinin daha mükemmel olduğuna itiraz edemediniz. Şimdi ne diyeceğinizi tahmin ediyorum. Diyeceksiniz ki; "Onun ayeti seninkinden daha güzel". Ama sizin daha güzel demeniz, benim ayetimin daha güzel olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü gördüğün gibi ben onun ayetinde kusur buldum ama kimse benim ayetimde kusur bulamadı. Demek ki onun ayetleri sakat, benimkiler ise mükemmel. Göz var, nizam var, akıl var, mantık var. Karşılaştırın bakalım ayetin hangisinde sakatlık bulacaksınız? benimkinde mi? Allah'ınkinde mi? Hodri meydan: Not yukardaki Allah'ın ayeti Sâffât Sûresi/143,144 ayetlerdir. Saygılar, sevgiler
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Sevgili Brain, Elbette beklenmez ama bizim dindarlar malesef bekliyorlar. Onlara Allah'ınkinden bin kat güzel bir ayet yazdım hala benim yazdığım ayet yerine, Allah'ın ayetinin peşinden gidiyorlar. Bu nasıl iştir anlamadım. Bir de derler ki; "Kuran'ın eşi benzeri yazılamaz". Buyursunlar işte ben yazdım, bem de Allah'ınkinden çok daha şahane bir ayet yazdım. Allah kısmet ederse; ilerde daha da güzellerini yazıp, Allah diye bir şey olmadığını ispatlayacağım. Gördüğün gibi cevap verebilen de yok. Demek ki benim ayetler işe yarayacak. Saygılar, sevgiler.
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Doğan abicim benimm. Canım ağbicim. Yazını 2 kere okumuştum, hatırın için seni kırmayıp şimdi tekrar okudum ama malesef gerçekten de yanıtında benim sorduğum soruya cevap yok. Sen diyorsun ki; "Allah kul/Peygamber ayrımı bile yapmıyor, daha ne istiyorsun?". Ben de diyorum ki; "Tamam yapmıyorsa yapmıyor ama benim ilgilendiğim mesele Allah'ın kul/peygamber ayrımı yapıp yapmadığı değil.". Benim ilgilendiğim mesele; Allah'ın öngördüğü cezanın gereğinden aşırı ağır olmasıdır. İster peygamber olsun, ister olmasın farketmez. Öngördüğü ceza peygamber için de fazla, normal kul için de fazla. Ben o yazımda dedim ki; niye bu kadar ağır ve merhametsiz bir ceza veriyor? Benim öngödüğüm ceza daha mantıklı değil mi Daha adil değil mi? Kuran'daki ayeti örnek gösterdim ve "o ayet şu şekilde olamazmıydı?" dedim. "Olsaydı sakıncası ne olurdu?" dedim. Sen cevap vermek istiyorsan lütfen buna cevap ver. Bir daha alıntı yapıyorum: Bir de şeytan ile ilgili bir sorum vardı, ona da değinirsen sevinirim. Sevgili Gülemeftun, "Neyi tartışıyoruz?" demişsin. Bu iletim sanırım senin için de açıklama olmuştur. Sen de sorularıma yanıt verirsen sevinirim. Hepinize saygılar ve sevgiler.
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Sevgili Birvarmışhiçyokmuş, Sen de benim soruma cevap verememişsin. Cevap verirken iki ayrı sorumu birbirine karıştırarak yanıtlamışsın. Adam kayırma meselesi şeytan konusunda, Yunus konusunda değil. Yunus konusunda sadece cezanın ağır ve acımasız bir ceza olması ve benim öngördüğüm cezanın bile onunkinden daha merhametli olması söz konusu, yani Yunus'un peygamber olup olmamasıyla bir alakası yok. Ffoyd'a cevap yazdım, istersen o yazdığıma cevap yazabilirsin. Saygılar, sevgiler.
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Sevgili Ftoyd, **************** Çünkü açıklama diye yazdıklarınız benim sorumun cevabı değil. Siz Allah'ın öngördüğü cezanın doğru karar olduğunu yazmaya çalışmışsınız ama benim öngördüğüm daha merhametli. Cezanın niye ******** olduğuna bir açıklama getirmemişsiniz. Sadece "Allah'ınki değil seninki ***********. Çünkü siz de bal gibi biliyorsunuz ki benim öngördüğüm ceza daha merhametli, daha mantıklı. Buyrun Allahın'ın ayetine bakın: Allah: "Eğer o, Allah’ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı." Gördünüz mü acımasızlığı? Kıyamete kadar hapis. Hem de balığın karnında üstelik. Diyelim ki Yunus Allah'a inanmıyordu, bunun cezası bu kadar acımasız mı olmalıydı? Ben ne demişim? "Ben olsaydım onu kınayıp ıssız bir yere atardım ve bu ceza ona yeterdi." Örneğin ayet şöyle merhametli olamazmıydı?: Notamatik: "Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir halde ıssız bir yere atılacaktı." Ayet Allahın öngördüğü ceza şekliyle değil de şu benim üst satırdaki yazdığım gibi merhametli olsaydı, bunun neresi saçmalık olacaktı? İlla da kıyamete kadar, onbinlerce yıl balığın karnında mı kalması gerekiyor? Sadece "Allah'ınki değil, seninki saçmalık" deyip kaçmışsınız. Bir de derler ki, Allah'ın ayetlerinden daha iyisi yazılamaz. Buyrun görün işte yukarda nasıl da yazmışım. Cevap verememenize şaşmamak lazım, böyle zor sorulara her soruya cevap veren arkadaş bile cevap veremez. Çünkü benim yazdığım değil Allah'ın ayeti *****. Hayır sevgili Ftoyd, Bu adaletsizliktir, acımasızlıktır. Madem ki şeytanı kafirlerin, müşriklerin, münafıkların başına musallat ediyor, kalben inanan ihlaslı kullarının da başına musallat etmesi lazım ki eşitlik olsun. Madem ki ihlaslı kulların kayırılması gerekiyor, bunun da sebebini yazmanız lazım. Yazamazsınız, çünkü bunun geçerli bir adil tarafını bulamazsınız. Saygılar, sevgiler.
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Bakalım inananlar bunlara nasıl cevap verebilecekler merak ediyorum doğrusu. Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi? Sâffât Sûresi/ 139. Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi. 140. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti. 141. Gemidekilerle kur’a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. 142. Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. 143,144. Eğer o, Allah’ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Allah'ın acımasızlığına bakarmısınız? Yûnus inanmayanlardan olsaymış onu kıyamete kadar balığın karnında bırakırmış. Hani bu Allah bağışlayıcıydı? Hani merhametliydi? Ceza verilir de böylesine acımasız ceza verilmez yani. Ben bile ondan daha merhametliyim. Ceza verecek olsam daha insaflı ceza verirdim. Ne demek kıyamete kadar balığın karnında kalmak? Düşünsenize binlerce, onbinlerce yıl hapis cezası. Hem de balığın karnında. İlla ceza mı vereceksin? Ben olsam en fazla onu kınayıp alır ıssız bir yere atardım, ne diye kıyamete kadar balığın karnında tutarsın? Gördüğünüz gibi benim kadar bile merhameti yok. Bu ne hırs, bu ne acımasızlık böyle? Bakınız bir insafsızlık daha. Şimdi bu şeytan ne işe yarıyor? Allah şeytanı niçin yok edemiyor? Yoksa gerçekten gücü yetmiyor mu? Şimdi "imtihan meselesi" diyeceksiniz. "Allah insanı şeytanla deniyor da o yüzden yok etmiyor" diyeceksiniz. Pekiyi, madem ki şeytanı imtihan meselesinden dolayı yok etmiyor, şeytan niçin sadece kalplerinde eğrilik olanları, günahkar yalancıları saptırabiliyor? Allah yolunda giden ihlaslı kulları neden saptıramıyor? Bundan büyük haksızlık mı olur? Bakınız ne demiş?: ŞU'ARÂ SÛRESİ/ 221. Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? 222. Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. 223. Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır. Şimdi bu haksızlık değil mi? Niçin insan ayrımı var? Niçin sadece günahkar yalancılar saptırılabiliyor? Niye şeytanı ihlaslı kullarına da musallat etmiyor? Aksini iddia eden varsa buyursun bunu da okusun: NAHL SÛRESİ/ 99. Gerçek şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hakimiyeti yoktur. 100. Şeytanın hakimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir. Gördünüz değil mi? Burda da sadece inananlar kayırılıyor. "inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hakimiyet" verilmiyor şeytana. Adam kayırma yani. Hala Allah'ın insan ayrımı yaptığını inkar mı edeceksiniz? Buyrun bir tane daha: HİCR SÛRESİ/ 39,40. İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi. 41,42. Allah, “İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur. Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin yoktur” dedi. Evet soruyorum şimdi. Bakalım elini vicdanına koyarak dürüstce cevap verebilen olacak mı? Sorularım şunlar: 1- Allah, "Eğer Yûnus Allah’ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı." diyor. Ben de diyorumki, ben Allah olsaydım o kadar merhametsizlik yapmazdım, ceza verecek bile olsam onu kınayıp ıssız bir yere atardım. Akıl var, mantık var, bunlardan hangisi saçmalık? : a- Benimki. b- Allah'ınki. **** 2- Allah ihlaslı ve ona kalpten inanan kullarını şeytanın saptırmasından koruyor. Bu insan kayırmanın ve adaletsizliğin daniskası değil de nedir? Saygılar, sevgiler.
-
ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!... Bilim ve ilahiyat dünyasını karıştıracak bir araştırmanın çıkardığı sonuç büyük yankı uyandıracak
Böyle bir kesinlik yok. Ama neredeyse yarı yarıya ihtimal var. Ben kendim için ne aydın, nede elit diyebilirim. Ben dinden çıktığımda ne Turhan Dursun'u tanırdım nede İlhan Arsel'i. Zaten bu kişilerin kitapları 100 kitapçıdan ancak birinde satılır. Ben dinden çıktığımda internet bile yoktu birşeyler araştırmak için. Her şeyi kendi kendime düşünüp dinden çıktım. Kuran bile okumamıştım, okumaya da gerek yoktu çünkü bozacının şahidi bozacının kendisi olamazdı. Dinden çıktığımda tek bir ateist dostum yoktu. Daha doğrusu varmış da benim haberim yokmuş çünkü o sıralar kimseyle en ufak bir din konusu konuşmuyordum henüz. Benim yaşadığım çevrede dine inananların bile ancak ramazanda ara sıra din aklına gelir. Oruç tutulmaz, namaz kılınmaz, camilere gidilmez. Din kimsenin umurunda değildir. Bu yüzden din konuşulmaz. Gördüğün gibi, ben aydın elit tabakadan olmadığım halde dinden kendi kendime çıkmışım. Aydın elit tabaka başkalarının fikrine ihtiyaç duymadan benden daha kolay dinden çıkabilir. Ayrıca neden sadece dinden tamamen çıkmayı ele alıyorsun? Bunun ortası yok mu? Yukardaki araştırma sadece dinden tamamen çıkmaktan mı bahsediyor? Çevrende görmüyormusun? Aydın elit tabakanın dini ibadetleri de zayıftır. Hacca gitmezler, namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, içki içerler, kapanmazlar, dinden bihaber yaşarlar. Şimdi diyebilirsin ki; "ben falancayı tanıyorum, o da aydın ama ibadetlerinin hepsini yapıyor." Olabilir, o adam ya istisnadır, yada aydın elit tabakadan değildir, sen onu sevdiğin için sana öyle geliyordur. Çoğunluğa bakmak lazım. Tekrarlıyorum, illa ki dinden tamamen çıkmak olarak düşünme, bunun ortası da var. Git camilere bak bakalım; içersi köylü dolu. Ama 2 tane saf vardır, köylü olmadığı halde camiye gidiyordur, bütün ibadetlerini yapıyordur, onu da bana örnek gösterme. O insan saftır, yani iyi niyetlidir, aldatılmıştır. Bütün şehirliler aydın elit tabakadan mıdır? Hayır ama gördüğün gibi, köylü veya varoş olMaMak bile yetiyor dinden uzaklaşmak için. Bence hiç boşuna zahmet etme. O çocuk eşi benzeri olmayan çok özel bir çocuk. (Çocuk dediğime kızmasın, ben onun genç oluşunu da seviyorum da ondan öyle diyorum) Ben o lep demeden leblebiyi anlarım. Bu foruma girip de onun yazılarını okumadığım da hiçbir zaman olmaz. Bana Tengeriin'in anlattığını anlatmaya çalışıyorum deseydin, baştan beri hiç yorulmana gerek kalmazdı. Evet, alternatif görüşlere ulaşabilme fırsatı. Ben ne demişim, bakalım şurdan: İşte bu yukarda yazdıklarım, alternatif görüşlere ulaşabilme fırsatı oluyor. İnsan çeşitliliğine kavuşuyorsun, görüş alışverişinde bulunabiliyorsun. Ben böyle bir şey yok mu dedim? Blakis unutmamışım onu da yazmışım. Aslında bu manaya gelecek başka şeyler de yazmıştım ama fazla yazı kalabalığına gerek yok, yukardaki yetmesi gerekir. Benim söylediğimle aynı şeyleri söylüyorsun fakat şunu düşünmüyorsun. Alternatif görüşlere ulaşabilen kişilerin bu görüşlere ulaşabildiği için zaten zekaları da gelişmiş oluyor. Üstelik din konusuna gelene kadar, bu kişinin daha önceden alternatif görüşlerden faydalanma alışkanlığını edinecek zekaya da ulaşması lazım. Bu da din konusundan önce, başka konularda alternatif görüşlerden faydalana faydalana olur. Hakkari'nin bir köyündeki Fatma nineye alternatif görüşleri anlat bakalım anlayacak mı? Anlamaz çünkü onun zekası daha önce alternatif görüş görmediği için, gelişmemiştir. Ben seni anlıyorum. Sen diyorsun ki, "Fatma nine de aydın elit tabakanın içinde yetişseydi o da en az onlar kadar olabilirdi." Elbette olabilirdi, bunu söylemeye bile gerek yok. Ama fatma nine aydın elit tabaka içinde yetişseydi ne olurdu? Zeki bir insan olurdu. Çünkü zeka gelişebilen bir şeydir. Yani mesele neticede yine zeka meselesi olmuş oluyor. Kontrol etme amacım yanlış olabilir meselesi filan değildi. Daha önce de söyledim, o bilgileri başka yerden anlık alıp getirdiğini düşündüğüm için, böyle olup olmadığını anlamak amacıyla kontrol ettim. Yazının nerelerinden şüphelendiğimin ve şu anda ne düşündüğümün filan çok detayı var ama uzatmak istemiyorum, çünkü hoş olmayan bir polemik başlamış olur. Onu sana söylemek zorundaydım ve söyledim bitti ve kapattım o konuyu. CYRANO, yani bir insan bir lafı anlamamak için en fazla senin kadar çaba gösterebilir herhalde. Bak ben sana ne söylediğimi bir daha anlatayım, yine anlamazsan benden günah gitti. Din bir insanın zekasını 90'dan alıp 80'e getirmez. 90'a çıkabilecekken 80'de kalmasını sağlar. Yani halihazırdaki zekaya zarar vermez, kazanabileceği zekayı engeller. Böylelikle zekasını düşürmüş olur. Yani kazanabileceği zekasını düşürmüş olur, halihazırdaki zekasını değil. Bir örnek vereyim: Sen mesela şu anda 80'misin? Eğer din olmasaydı 90 olacaktın. Yada ben diyelim ki; 50'miyim. Eğer doğuştan ateist olsaydım 60 olacaktım. Bak şu satırlarıma dikkat et: Ne demişim "olabilecek" zekayı 80'e indirir. Bak bir tane daha: Al bir tane daha: Not: yukardaki "olabildiğinden" sözcüğü de "olabileceğinden" olacaktı. Yazım hatası yapmışım. Gönderdikten sonra farkettim ama 2 dakikayı geçince değiştirilemiyor diye bildiğim için değiştimeye çalışmadım. Gördüğün gibi 3 yerde "olabileceğinden" sözcüğünü telafus etmişim. Aslında hiç de telafus etmeye gerek bile yoktu, onu anlayabilecek kişi zaten anlardı çünkü. Ama ben yurdum insanımı bildiğim için işimi sağlama alıp özellikle 3 kere belirtmişim bunu, ama bin kere de söylesem nafile galiba. Ayrıca şu da var. Dinin insanın "halihazırdaki" zekasını indirmesine zaten imkanı da yok. Çünkü "mevcut" zeka senin de söylediğin gibi, herhangi bir psikolojik hastalık geçirmeden veya bir darbe almadan gerilemez. Gerileyemeyeceği gibi de, bir insan önce dine inanmayıp sonradan inanamaz. Çünkü zeka geriye doğru gelişmez, ileriye doğru gelişir. Aslında bu bile zeki insanların dinden uzaklaştığının bir delilidir. Ateist olup da sonradan dine giren yok. Ama dinli olup da sonradan ateist olan çok. Neden çünkü zeka geriye değil, ileriye doğru çalışır. Hiçbir insan kolay kolay doğruyu bulduktan sonra vazgeçip yanlışa yönelmez. Neden? Çünkü zeka geriye doğru gelişmez, ileriye, daha doğru olana doğru gelişir. Evet, "ben bir zamanlar ateistdim" diyenler olur nadir de olsa. Onlara diyeceğim şey şudur: Ben de bir zamanlar hayvanlarla konuşuyordum, ama sonradan unuttum. O zamanlar hatta uçabiliyordum. Bir de hiçbirinden anlamadığı halde komünist veya rock'çı veya punkçı olmaya özenenler var. Bunlar da bazen "ateistim" diyebilir. Çünkü dilin kemiği yoktur, salla gitsin. Ayrıca bir de ateist olmadığı halde, başına gelen bir olaya kızıp "ben ateistim" diyenler var. Eh yurdum insanım işte. CYRANO seninle tartışmak hoş ama ben bazen vakit bulmakta çok zorlanıyorum. İşlerimin de ne zaman yoğunlaştığı hiç belli olmuyor. O yüzden sen yazarsan da ben sana cevap yazamazsam, şimdiden özür dilerim. Güzel dileklerimle.
-
ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!... Bilim ve ilahiyat dünyasını karıştıracak bir araştırmanın çıkardığı sonuç büyük yankı uyandıracak
CYRANO bu araştırmada "aydın elit" tabakadan bahsediliyor, ırkçılardan değil. Ayrıca konunun ana teması dünyada zeka seviyesinin gitgide yükselip yükselmemesi de değil. Şimdi diyeceksin ki, "dünyadaki zeka seviyesinde artış ile dinden uzaklaşma arasında bir paralellik kuruluyor". Evet kuruluyor ama ana tema yine de bu değil. Burada esas anlatılmak isteden aydın elit tabakanın, yani entellektüel kesimin dine bağlılığının diğerlerinden daha zayıf olmasıdır. İster dünya üzerinde genel zeka seviyesi düşüyor olsun, ister yükseliyor olsun, bu yine de meselenin özünü değiştirmeyecektir. Meselenin özü şudur: Aydın insanların dini bağlılık oranı, tanrıya inanç oranı aydın olmayanlardan az mı? Çok mu? Azmış, onu söylüyor, gerisi teferruat. Yukarda benim anlattıklarımın da özü aynı şey. Dünyada genel anlamda insanların zeka düzeyinin gitgide artıp artmaması değil. Bu da benim yukarda anlattıklarımla alakasız. O senin dediğin iddiada 4-5 yaşında biter diyerek doğuştan gelen fiziksel zeka gelişiminden bahsediliyor. Ben ise yaşayarak edinilen zekadan bahsettim. Ama senin "4-5 yaşından sonra yaşadıkça hiçbir şekilde zeka artmaz" gibi bir iddian varsa o halde tartışmaya gerek yok demektir. Zira bunun manası "6 yaşında bir çocuğu sürücü kursuna gönderip ehliyet verilir" manasına eşit olur. Çünkü eğer zeka yeterliyse sadece bilgi eksik demektir. Bilgi de sürücü kursunda verilir, iş biter. "Boyu yetmez" filan deme, ona göre otomobil yaparlar. Amele konusuna gelince. Sen onu bunu boşver de bana direk olarak şunu söyle. Amelelerin ateist oranı mı yüksektir? Yoksa bilim adamlarının mı ateist oranı yüksektir? Meseleyi dallandırıp budaklandırma lütfen. Sadece tek bir cümle istiyorum. Bir de sana şunu söylemem gerekiyor. Bu yazını okurken sanki bir yerden alınmış taze bilgi gibi geldi bana. Bunun üzerine araştırdım. Bir de baktım ki senin bu anlattıkların farklı cümleler kullanılmış şekilde tıpatıp anlatılıyor. Ben seni böyle bilmiyordum. Anlattıklarının hep kendine has bilgiler olduğunu sanıyordum. Hala da yanılıyor olabilirim. Fakat eğer yanılmıyorsam lütfen artık bana cevap olarak başka yerlerden anlık taze bilgileri getirme, direk olarak kendi fikirlerini yaz. Bu şekilde daha sağlıklı tartışırız. vakit olursa tabi ki. Saygılar, sevgiler.
-
ZEKİ İNSANLARIN TANRI'YA İNANMA İHTİMALİ DAHA AZ!... Bilim ve ilahiyat dünyasını karıştıracak bir araştırmanın çıkardığı sonuç büyük yankı uyandıracak
Zeki insanların tanrıya inanma oranının diğerlerine nazaran az olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Tanrı derken dinlerin anlattığı tanrılardan bahsediyorum. Diğer tanrı inançlarına ise hiç değinmeyeceğim. Din insanların zekasına koyulmuş bir ambargodur. Bir ipotektir, bir sınırlamadır. Zaten dinin ana vazifesi de budur. Çünkü zekasına ihtiyaç olmayan insanlar da gereklidir. Bazılarının zekası mümkün mertebe az olmalıdır, çünkü zekası artarsa bedeninden, yani iş gücünden gerektiği gibi faydalınamaz. Mesela süper zeki bir insana bir fabrikada gece bekçiliği veya çobanlık yaptıramazsınız. Oysa ki böyle insanlara da ihtiyaç vardır. Bunu söylediğim için, şimdi aklınıza din insanın zekasını çoban seviyesine kadar indirir mi? sorusu gelebilir. Aslında aklınıza böyle bir soru gelmemsi lazım ama gelir bilirim sizi. O yüzden, her zaman olduğu gibi gereksiz detayları da açıklamak zorundayım, kısaca yazıp anlatma şansına sahip değilim. Din süper zeki olabilecek bir insanın zekasını çoban seviyesine kadar indirmez. İndirmez ama azaltır. Mesela 100 üzerinden 90 seviyeli olabilecek bir zekayı en iyi ihtimalle 80'e indirir. Peki zekası 90 olabilecek "her insanın" zekasını 80'e mi indirir? Hayır. Bazı 90'lıkları 80'e, bazı 90'lıkları 70'e, bazı 90'lıkları 60'a, bazılarını ise 50'ye indirir. Neden bütün 90'lıklara aynı etkiyi yapmaz? Sebebi gayet basit, doz meselesi. Bir kadeh rakı içenle 2 şişe rakı içen aynı mıdır? Diyelim ki 1 milligram afyon çektin, bunun etkisi 10 milligram çektiğin zamanla aynı mıdır? Değildir değil mi. O halde dinin insan üzerinde yaptığı etki de ne kadar din içtiğine bağlıdır. Yani ne kadar dindar olduğuna, ne kadar dinle yatıp, dinle kalktığına bağlıdır. Bunu da belirleyen çevre faktörüdür. Çevre dindarsa o kişi de dindarlıktan kolay kolay kurtulamaz. Bundan daha da önemlisi, dindarlıktan kurtulsa bile dindar bir çevreden geliyor ise, dinin etkisinden kurtulamaz. Yani dindarlıktan kurtuldu diye, dinin zekasına vurduğu ambargodan tamamen kurtulmuş sayılmaz. Çünkü kültürüne işlemiştir. Belki din kültürü değil ama dinin çevreye yaptığı etki ile, dünyaya bakış açısı etkilenmiştir, düşünme sistematiği etkilenmiştir. Dini bir çevrenin yıllarca havasından suyundan soluduktan sonra dindar olmasanız da çok fazla bir faydası yoktur. Hatta rahatlıkla şunu da söyleyebiliriz; bu kişi ateist bile olsa, dinden payını mutlaka almıştır. Yani din ateistin zekasında bile negatif etki bırakır. İşte tam bu noktada şunu söyleyebiliriz: Din sadece bireyin değil, aynı zamanda toplumun da zeka seviyesini düşürür. Çünkü toplum kültürüne işler. Ve tekrarlarsak; Bundan kimse tamamıyle kurtulamaz, ateist bile olmak ancak hasarı hafifletir, yok etmez. Pekiyi, bütün dinler zekaya aynı şekilde mi hasar verir? Hayır bu dinden dine değişir. Nasıl ki, esrar ile eroinin verdiği hasar aynı değilse, A dini ile B dininin verdiği hasar da aynı değildir. Bunun formulü şudur: Normalde olabilecek zekan + ((okul eğitimi + okul sonrası kendini eğitmen) - ne kadar din eğitimi aldın?)) - (ne kadar dindarsın? + çevrende ne kadar dindar var? + ülken ne kadar dindar? + ailen ne kadar dindar? + dinin ne dini?) = kalan zekan. Etki puanlarını da vererekten tam formülünü de vermek isterdim ama bu fazla detaya inmek olur. Din sadece bireyin değil aynı zamanda da toplumun zekasını da negatif etkiler demiştik değil mi? Demediysek demiş olalım ve bir ülkeyi ne kadar etkiler ona bakalım. Bunu size programlama diliyle anlatacağım, ama anlamak için programlama dili bilmeye gerek kalmayacak. Dinin ülkeyi nasıl etkilediğinin formülü: require "world/ulkeismi.txt"; $egitim_puani = $okul_sayisi - ($din_okulu_sayisi * 10); $tapinak_puani = $nufus / $tapinak_sayisi; $tapinak_puani = $tapinak_puani * 100; $ulke_puani = $egitim_puani - $tapinak_puani; if ($tutulan_meslekler=~ /Papaz|Rahip|Zangoç|Haysurp|Sırpazan|Haham/) { $ulke_puani = $ulke_puani - 10000; } if ($tutulan_meslekler=~ /Hacı|Hoca|İmam|Derviş|Ermiş|Evliya|şeyh|şıh|Ulema/) { $ulke_puani = $ulke_puani - 20000; } if ($halkin_ilgi_alanlari=~ /Cin|Şeytan|Fal|Büyü||Nazar|Ruh|Peri|Ufo|İlah|Silah|Dincilik|Farklı insana kincilik|Komplo teorileri|Piknik yapıp orman yakmak|Hayvanlara eziyet etmek|Cep telefonuyla hava atmak|Kahve köşelerinde politika yapmak|Kendisinde bir şey bulamadığı için, diliyle, diniyle, ırkıyla, cinsiyetiyle gurur duymak|Bir organı korumak için, başka bir organa bez sarmak veya sardırmak|Yatıra yatırım yapmak/) { $ulke_puani = $ulke_puani - 20000; } if ($ulke_puani < 0) { if ($anla == "dı beni") { print "Yanlış yerde doğmuşsun, sana sabırlar dilerim.\n"; } else { print "Elhamdürüllah anlamazsın."; exit; } } if ($ulke_puani < -10000) { print "Yavaş yavaş bavulunu hazırlarsan iyi olur.\n"; } if ($ulke_puani < -20000) { $meyva='Muz'; } if ($ulke_puani < -30000) { $meyva='Hurma'; } if ($meyva == "Muz") { print "Acele et biraz bu ülke bir muz cumhuriyetine benziyor.\n"; } if ($meyva == "Hurma") { print "Yok yok bavulu da bırak şimdi. Bu kesinlikle bir hurma ülkesi. Kabe'yi arkana almak şartıyla herhangi bir yöne dön ve 3000 kilometre dinlenmeden kaç.\n"; } Şimdi şu sorulara cevap arayalım: Zeka nedir? Nerden gelir? Kimde azdır? Kimde çoktur? Zeka doğuştan gelebilir. Buna makinenin sağlamlığı ve kapasitesi denir. Fakat doğuştan gelen zeka çok az bir fark oluşturur. Gerçek zeka farkı doğduktan sonra yaşadıkça ortaya çıkar. Bunu şöyle anlatalım: Bir bilgisayar ile insan beyninin çalışma sisteminin farkı insanın bilincinin olmasıdır. Yani bir bilgisayar yaptığı işlemlerin farkına varmaz, insan ise farkına varır. Bilincin ne olduğunun da açıklaması vardır fakat onun da detayına girersem konunun takibi zorlaşır. Bir bilgisayar işlem yükü arttıkça, yani çok düşündükçe ısınır. Beyin'in de işlem yükü arttıkça, yani çok düşündükçe ısınır. Bunların her ikisi de, ısı belirli bir seviyeyi aşmadan çalışmayı, yani düşünmeyi durdururlar. Böyle durumlarda bilgisayar kendini kapatır, beyin ise dinlenmeye geçer. Bunların her ikisi de, ısınma sebebiyle düşünmeyi durdururken, işim yarım kaldı diye düşünmez. Düşünme işi yarım kalınca ne olur? İki şık vardır: 1- Isı düştükten sonra aynı düşünceyi tekrar ele alırsın. 2- Bu yoğun düşünce beyini/bilgisayarı çok ısıtıyor ve dolayısıyla düşünceden sonuç alınamıyor. Yine aynı düşünceyi ele alırsam sistem yine düşünmeyi bitiremeden dinlenmeye geçecek. O yüzden boşu boşuna aynı düşünceyi tekrar tekrar gereksiz yere ele almaya gerek yok. İkinci şık devreye girerse, düşünme devre dışı kaldığından, zeka da devre dışı kalmış olur. Zira düşünmeyen zeka olmaz. Peki birinci şık devreye girerse ne olur? Bunu söylemeden önce birinci şık devreye girer mi? girmez mi? Onu düşünmek lazım. Çünkü bunu yapabilecek bir zekaya sahip olabilmek için, bunun da önceden düşünülüp kararlaştırılması lazım. Yani makinenin daha önceden şunları düşünmüş olması lazım: "Ben bazen yoğun düşünceleri düşünürken aşırı ısınmadan dolayı kapanıyorum. Bu yoğun düşünceler aynı zamanda da önemli konulardır. Bu yüzden, dinlendikten sonra aynı düşünceyi yeniden ele almalıyım. Bu düşüncenin sonucu alınana kadar, kaç kere kapanırsam kapanayım, açıldıktan sonra yeniden ele almalıyım. Bunlardan dolayı, sonsuz döngüye girmemek için, kapanmalarımdan önce nerede kaldığımı hafızama yazmalıyım. Aksi halde, her seferinde yeniden başlarım." Evet, yukarıdaki birinci şıkkı gerçekleştirebilmek için, makinenin ilk önce yukarıda yazdığım düşünceleri düşünüp kabul etmesi, bunu karar ve huy haline getirmesi gerekir. Bu tarza kesin karar vermiş olan makineler zaten bunu huy haline getirmiş demektir, kaç kere kapanırsa kapansın, hiç bir düşüncenin yakasını bırakmayacak demektir. Ya nerde kaldığını hafızaya yazmadan birden bire kapanırsa? Kapanmaz. O makine sık sık yazdığı dosyayı üşenmeden kaydeder. Dolayısıyla aniden kapansa bile en fazla dosyadan bir kaç satır kaybetmiş olur. Ayrıca buna alışmış bir makine ne zaman kapanacağını da bilir. Çünkü beyinde bir uyuşukluk ve/veya uyku hali gelir makineye. Şimdi aşağıda kısaltma olarak kullanmak maksadıyla, bu iki ayrı makineye birer ad verelim. Makinelerden birinin adı, aynı düşünceye defalarca dönme huyundan dolayı Bumerang olsun. Diğerinin adı ise zoru görünce kaçtığı için, Kolaycı olsun. Bilgisayarlar kendilerini aldatacak şekilde programlandırılmamışlardır. Fakat insanların çoğunluğunda bu kendini aldatma programı yüklüdür. Bir bilgisayar yaptığı her işlemin sonucunda 1=true(doğru) veya 0=false(Yanlış) sonuçları çıkarır. Fakat yanlış demek hata demek değildir. Bir şeyin öyle olmadığı anlamına gelir. Ancak, bir bilgisayar bir düşünmeyi tamamlayana kadar, saniyede binlerce işlem yapıp, binlerce true ve false döndürebilir. Burada önemli olan en son neticedir. Eğer sonuçta çıkan false(yanlış) ise bu gerçekten yanlıştır, bir hata oluşmuştur ve bunun neticesinde error, yani gerçek hata döner. Kolaycıda kendini aldatma programı default olarak yüklüdür. Isınıp da düşünme işi yarım kaldığı zaman bu kendini aldatma programı devreye girerek, error mesajını ortadan kaldırır, onun yerine sahte bir true değeri döndürür. Çünkü o aynı düşünceyi tekrar ele almak istemez. Zira ona göre; bin kere de denese aynı makine aynı işin altından kalkamaz. Peki ama ya kolaycının da o düşüncenin neticesini bilmeye ihtiyacı varsa? O zaman ne olacak? Düşünmeyi bitirmeden aldatma programı sayesinde bitirmiş gibi davrandı. Ya o düşüncenin sonucu ona lazımsa? Mesela iki bilgisayar birbirleriyle iletişim kurarken ilk önce kendilerini tanıtırlar. "Merhaba, ben Macintosh'um benim benimle şu şu ve şu dillerde konuşabilirsin." veya "Ben Explorer 7, şunu şunu tanırım". İnsanlar da birbirleriyle iletişim kurarken ilk önce bir tanışma faslından geçerler. Örneğin biri "Hi, my name is Brown. James Brown" der ve öbürü de bunu duyunca, önce adının sonunun sonra da hepsinin söyleneceğini sanarak; "Hi, my name is Tafa. Mus Tafa." şeklinde cevap verir. Sonra da birbirleriyle birbirlerinin cinsine göre anlaşmaya başlarlar. Demek istediğim; toplum içinde diğer insanlarla diyalog kurarken, Kolaycı aslında bilmesi gereken düşünce sonuçlarını bilmiyorsa ne yapacak? Bir problem yok. Aldatma programı o işi ayarlar. Hemen en yakın bilgisayardan aynı düşüncenin sonucunu kopyalar ve Kolaycının makinesine yapıştırır. En yakın makineler de babası, anası, dedesidir. Mesela birisi "senin dinin ne? Sorarsa makineler arasında şöyle bir bağlantı gerçekleşir: Ana makineye bağlanılır ve: "Anneeee bizim dinimiz nee?" "Biz Budistiz oğlum" Döner öbür makineye; "Biz Budistiz. En güzel ve hak din bizimkidir, seni de davet edeyim." Ana makine ordan: "şaka yaptım oğlum. Biz hristiyanız." Döner öbür makineye: "şaka yaptım. Ben hristiyanım. Zaten Budistler putperestdir. Bizimkisi ise dinlerin en alası." Ana makine: "şaka yaptım oğlum. Biz elhamdürüllah müslümanız." Döner öbür makineye: "Yine şaka yaptım. Ben elhamdürüllah müslümanım. Gel seni de hak dine alalım.". İşte böyle, ısı yüzünden makine error verir, kendini kapatır. Bir dahaki açıldığında ise aldatma programı devreye girerek, ona hazır bir düşünce sonucu yapıştırır. Oysa ki anası da aynısını yapmıştır ama onun için bunun bir önemi yoktur, çünkü bunu düşünmek de ısı yayar. Dönelim Bumerang'a. Bu bumerang hep böyle ısına ısına cehennemi mi yaşar? Hayır. Bunu şöyle anlatayım: Bumerang her yoğun düşüncede, tekrar açılır, tekrar kapanır ve neticede o düşüncenin sonucunu bir dinamik kütüphane olarak hafızaya atar. (illa ki din olarak düşünmeyin) Dikkat edin! "Bilgi" demiyorum. "Dinamik kütüphane" diyorum. Dinamiktir çünkü o düşünce onun domestic, yani kendine öz malıdır artık. Emin olmuştur ondan. Dışarıdan kopyalanan bilgi ise sınanmamıştır, o yüzden dinamik değil, statiktir ve yanlış olma ihtimali de vardır. Bumerang başka makinelerden de bilgi alır ama o bilgiyi aynı titizlikle, hangi güvenilir makineden gelirse gelsin, iyice bir virüs taramasından geçirmeden, farklı bilgilerle onu karşılaştırmadan, asla diskine yapıştırmaz. Çünkü Bumerang için, ne Nuh nede ruh, ne anası, ne dedesi, en güvenilir makine kendisidir. Dolayısıyla Bumerang'ın düşünme kütüphanesi büyüdükçe büyür. Bu geniş kütüphane sayesinde, başka konular hakkında düşünürken, hız kazanır. Dolayısıyla sonraki düşünmeleri artık çok hızlıdır. Çok hızlı olduğu için ise, düşünmeleri bilgisayar ısınmadan tamamlanır. Yani hiç bunalmadan, en zor sanılan doğruları bulur, üstelik onları da kütüphane yaparak, bir dahaki sefere daha da hızlanır. Bu hızlara ulaştıktan sonra, artık ciddi ısınma sorunları olmaz, ancak belki keyif için, daha zorlara koşulur, keyif için beyin zorlanır. İşte düşünme hızı bu yüzden çok önemlidir. Hız için ise kütüphane genişliği gereklidir. Kütüphane genişliği için ise, kendini aldatma programını uninstall edip, dedelerinin kendi dedesinden kopyalayıp sana yapıştırdığı virüslü dosyalarını silip, yerine kendi dosyalarını koymak gerekir. Ama bunlardan önce, bunları yapmaya gerçekten karar vermek gerekir, aldatma programı vasıtasıyla verilmiş sahte karar değil. İşte zeki insan budur. Doğuştan değildir bu. Karar meselesidir. Zeki olmaya karar verme meselesidir. Zeki olmayı göze alma meselesidir. Zeki olmaya üşenmeme meselesidir. Eğitimin önemi nedir? 2 çeşit eğitim vardır. Başka makinelerden gelen eğitim. Kendi makinenin kendini eğitimi. Aldatma programı devredeyse, ne yaparsan yap kendini eğitemezsin. Dışardan gelen eğitim ise, tam güvenilir değildir, dikkatli olmak lazımdır. Dışardan gelen dosya virüslü olabilir, dışardan gelen eğitim de dinli olabilir. Bunların farkına varmak lazım. Eğer, eğitim bu şartlarda alınacaksa zekaya birebir pozitif etkilidir. Yani eğitimle zeka artabilir. Zeka doğuştan gelen bir şey değildir. Fakat sadece dışardan gelen eğitimle fazla birşey olunmaz. İçerdeki eğitim çok daha önemlidir. Entellektüel kesimde dinin azlığı gösterilerek, zeki insanların din ve dinin anlattığı tanrılara inanma oranının çok azaldığından bahsedilmiş. Hatta buna dinin anlatmadığı tanrı inancı da katılabilir. Peki entellektüel demek, zeki mi demek ki, entellektüeller örnek gösterilmiş? Elbette zeki demek. En azından toplumun diğer kesiminden çok daha fazla zeki demek. Çünkü entellektüel demek, kendini eğiten insan demektir. Eğitim de zekayı arttırdığına göre, demek ki entellektüeller bu konuda kıstas olabilir. Bu elbette ki kime entellektüel dediğine bağlı. Bu yüzden, kişileri tek tek inceleyemeyiz fakat entellektüelLER dediğin zaman, bu kesiminin diğerlerinden zeki olduğunu inkar etmek ancak kasıtla olur. Zeka gelişiminde nerede yaşadığın da önemlidir. Yaşadığın yerde insan kitlesinin ne olduğu çok önemlidir. Çünkü dışardan aldığın eğitimde makineye yanlış dosyalar gelmemelidir. Ayrıca yaşadığın yerde yeterince çeşitli insan da olması gereklidir. Çünkü bilmek'de gözlemlemek, sınamak ve karşılaştırmak diye bir şey vardır. Bu yüzden ne kadar çok denek olursa o kadar iyidir. İnsanlar birbirlerinin zekalarını geliştirirler. Bu yüzden geniş kitle iletişimi çok önemlidir. Yaşadığın yer her neresiyse, coğrafi olarak dışarıyla iletişimi kolay bir yer olmalıdır. Zaten coğrafi olarak dışarıyla iletişimi zor olan yerler, insan kitlesi olarak da az gelişmiştir. Dolayısıyla zeka seviyeleri, toplum olarak diğerlerinden biraz az olur. Köylüler bu yüzden şehirliye nazaran az gelişmiştir. Dışarıyla iletişimi zor olan, dağlık bölgelerin köylüleri ise, daha da az gelişmiştir. Önü karşı sahile uzak, arkası dağ olan köyler daha da az gelişmiştir, insanı daha da az zekidir. İletişim zorlaştıkça, insan zekası seviyesi de düşer. Aradan istisnalar da çıkabilir ve bunu da yazmasak birisi burdan girer. Eğitimin zekaya etkisini ve sebeplerini anlattım. (kütüphane meselesinden dolayı hızlı düşünebilme ve dolayısıyla ısınmadan düşünmeyi tamamlayabilme.) Peki köylü için şehirliden eğitimli diyebilirmiyiz? Elbette ki diyemeyiz. Çünkü şehirli daha eğitimlidir. Dedik ya, insanlar birbirlerini eğitir diye! Şehirli daha eğitimliyse, o halde köylüden daha zekidir. (Köylü daha kurnazdır ama kurnazlık zaten zekanın değil, zeka eksikliğinin ispatıdır) Şehirlinin köylüden daha zeki olduğunu bitirdik, şimdi geçelim şehirlinin dine ne kadar inandığına, köylünün ne kadar inandığına. Bakalım hakikatten zeki insanlar dinlere, cinlere, ilahlara inanıyormuymuş? İnanıyorsa oranı neymiş? AKP bir din partisi. Oyu kimden? Köylüden ve varoşdan. Refah partisi daha da din partisi. Oyu kimden? daha da köylüden, daha da varoşdan. İmamlar nereden? Köylerden. İmam hatiplerde okuyanlar kim? Köylü ve varoş. Türbanı ezici bir çoğunlukla kim takıyor? Köylü ve varoş. (Başka şehirleri tam bilmiyorum ama türbanlı tek bir İstanbullu yoktur) Kara çarşafı kim giyiyor? İstisnasız köylü ve varoş. Çember sakallı kim? istisnasız köylü ve varoş. Şeyhler, şıhlar nereli? İstisnasız köylü. Bütün bunlar neyi ispatlıyor? Zeka azaldıkça, dinlerin, cinlerin arttığını, zeka arttıkca da azaldığını ispatlıyor. Dinin zaten var olabilme sebebi köylüdür. Hele ki İslam gibi çağ dışı bir din, köylü olmasa asla bir şehirde barınamaz. Niye peki bütün şehirliler dinsizleşmiyor? Hepsinin buna yetecek zekada olması mümkün değil ama köylü olmasa din yine de şehirlerde barınamaz. Hele büyük şehirlerde hiç barınamaz. Şehirlinin dindar olmasa da hala inanıyor olması, köylünün şehirliyi tehdit etmesinden dolayıdır. İmamların yalanlarıyla, dalavereleriyle, sürekli cehennem tehditleriyle. Şehirli dindar olmadığı için dinini araştırmaz, dindar kim ise onun dediğine inanır. Dindar olan da köylü olduğuna göre, köylünün dediğine inanır. Köylü de dini öylesine yalanlarla anlatır, kendi de inandığı için öylesine iyi anlatır ki, şehirli hiç şüphelenmez. Zaten araştıracak olsa dahi ona doğruyu anlatacak birini de bulamaz. Son 10 yıldır internet çıktı ama doğruyu anlatana interntte de nefes aldırmıyor bu köylüler. Ya sitesini kapatırlar yada forumdaysa forumdan kovarlar. Devletin zorla din pompalaması ve dini gerçekmiş gibi sunması da cabası. Bunu da yapan devletin içindeki köylüdür. Diyanet çalışanlarına bakın, din dersi hocalarına bakın. Tamamı köylüdür veya varoşdur. istisnası bile yoktur. Başka bir zeka testi yapalım. Bu seferki testi canlı yapacağız. Bir gününüzü ayırın, bir üniversiteye girin ve "Allah yoktur" diye bağırın, bakalım size saldıran olacak mı? Sonra da o üniversiteden çıkın, herhangi bir inşaata girip, orada "allah yoktur" diye bağırın. Bakalım ameleler sizi sağ bırakacaklar mı? Üniversitelerde sürüyle ateist varken, amelelerin içinden tek bir tane bile ateist çıkmaması bir tesadüf mü? "Ama ben bütün bunlara rağmen zeki insanların inancının daha zayıf olduğuna inanmıyorum." mu diyorsun? Ben de zaten her zeki insan inançsızdır, her zeki olmayan inançlıdır demiyorum. Din zekayı "olabildiğinden" aşağıya çeker diyorum. Zekanın artması ise, dini olabileceğinden aşağı çeker diyorum. Ama sen buna da anlamıyorsan, bilerek anlamıyorsundur. Hepinize saygılar, sevgiler.
-
Hotmail'i bulan Hindistanlı bir Müslüman
Bu ülkede yalan haber nasıl da işe yarıyor. İşte böyle böyle aldatılıyorsunuz sevgili Efendi Türkler; yalanlarla dolanlarla. Bu haber büyük bir ihtimalle Zaman veya Vakit gazetesi veya ona benzer gazetelerden birisinden yayılmış, sen de bu yalan habere inanmışsın. Haberin yalan olup olmadığını bilmediğin için seni suçlamıyorum ama sana bu tür haberlerin yalan olup olmadığını kolayca anlayabilmen için bir tüyo vereyim de bundan sonra kanma. Bak, İslamla ilgili haberlerin yalan olup olmadığı şu şekilde anlaşılır. 1- İslamla ilgili iyi bir şey duyduğun zaman kolay kolay inanma, %99 yalandır çünkü. 2- Sinagog baskınları, papazları bıçaklama, hakimleri kurşunlama, orayı burayı bombalama, tavuk keser gibi adam kesme, kol bacak doğrama, kırbaçlama, taşlama, canlı canlı haşlama olayları duyarsan inan. Bu da %99 doğrudur çünkü. İnternette 5 dakikalık bir araştırma yaptım, yalan şak diye ortaya çıktı. Bahise konu şahıs Müslüman filan değil, bir Hindu. Yani Hinduism dinine mensup biri. Ailesi Hindu, kendisi Hindu, doğduğu ve büyüdüğü yer Hindu tapınaklarıyla dolu 900,000 nüfuslu, Chandigarh adında bir Hindu şehri. Kendisiyle ilgili küçük bir reportaj: Bhatia says he is not particularly a religious person. "I was raised a Hindu and in a way, yes, I am a Hindu but I don't believe blindly in destiny. I try to make my own destiny." Türkçesi: Bhatia pek de dindar olmadığını söylüyor. "Bir Hindu olarak mayalanmışım ve "bir şekilde; evet, ben bir Hindu'yum", ama körü körüne kadere inanmam. Kendi kaderimi kendim çizmeyi denerim. Kaynak: -http://www.rediff.com/computer/1999/apr/13sabeer.htm- Evet Müslüman filan olmamış halen bir Hinduymuş fakat dini pek takmayan bir Hinduymuş, yani iş olsun diye Hindu. Yok kaptan Cousteau Müslüman oldu, yok falanca bilim adamı İslam için şöyle dedi vs. gibi yalan haberlerden biz çoktan bıktık ama bu yalan haberleri çıkaranlar hala bıkmadı. "Nasıl olsa kimse araştırmaz, çünkü bu yalanları duymak insanların da hoşuna gidiyor, avunmaya ihtiyaçları var" diyerek yalan üstüne yalan atıyorlar. Nasıl olsa bunlarda küzyamak(*2) diye bir şey de yok. Çünkü bu insanlar için ködabi(1*)/erdem değil günah/sevap önemlidir. Allah için yalan söylemek de günah olmadığına göre; ködabi(1*) olmasının da hiç bir önemi yoktur. İslamın bilime hiçbir katkısı yoktur, tam aksine, İslam bilimin en büyük düşmanıdır. İslam dünyası batı dünyasından en az 2000 yıl geridedir. 100 demiyorum, 200 demiyorum en az 2000 yıl geridedir. Çünkü dünyada diğer dinler olmayıp da sadece İslam olsaydı, şu anda en fazla miladi 8 yılında olacaktık. Develerin sırtında veya at arabalarının üstünde geziyor olacaktık. Şükür ki dünyada İslamdan başka dinler de var da insanlık bu günlere kadar gelebilmiş. Satanizm bile İslamdan bin kat daha insancıl, daha sevecen, daha modern, daha bilimsel. Saygılar, sevgiler. 1: Ködabi: Halk arasında yapılması hoş karşılanmayan davranış biçimi. 2: Küzya: Halk arasında yapılması hoş karşılanmayan davranışlarda bulunduktan sonra, kendini küçülmüş hissederek yoğun bir üzüntü yaşama hali. Not: yukarıdaki kelimeler herhangi bir dile ait değildir. Cümleler içinde kısaltmalar kullanabilmek için ben uydurdum.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Bende de artık pek bir şey yazacak enerji ve istek kalmadı. Yazın sıcaklarından mıdır? Yoksa başka şeyden midir? bilinmez ama zaten artık pek kimse pek birşeyler yazmıyor. Müslümanlık Türk'lükle aynı şeymiş. Ben her zaman söylerim; şu matematik denen şey sadece aritmetik hesap yaparken kullanılmaz matematik mantık demektir, her yerde, her konuşmada, her tartışmada ve her düşünmede elden bırakılmaması gereken bir şeydir.. Haydi biraz matematik öğrenelim öyleyse: Diyelim ki; Türk=Müslüman . Bu durumda matematik kurallarına göre Müslüman=Türk olması gerekir. Ve yine matematik kurallarına göre; bu durumda dünyada'ki bütün müslümanların Türk olması gerekir. Bunun üzerine hala matematik yapmaya devam edersek; geçen gün müslümanlığa giren bir Japon; Türk oldu demektir. Bu kadar vahim bir matematik hatasını yapmak için kasıt gerekir, ben bunda iyi niyet aramam. Zira böyle bir matematik'i Muhammed Arap olduğu halde, bir Arap bile yapamaz. Mesela Arap=Müslüman diyemez. Çünkü Muhammed her ne kadar bir Arap olsa da, halen Müslüman olmayan Arap'lar da vardır dünyada. Kaldı ki dünyadaki bütün Arap'lar Müslüman olmuş dahi olsaydı, yine de böyle bir şey söylenemezdi. Çünkü müslümanlık bir dindir, Türklük ve Araplık ise bir ırktır. ******* Ben de sevgili Boşig kardeşim gibi rica ediyorum; beni de birşeyler yazmaya mecbur etmeyin. Zor oluyor zor, çok zor oluyor. Saygılar, sevgiler.
-
Eşi başörtülü diye otele alınmadı
Düşünün bakalım düşünün. Biraz daha düşünün. Vatan elden gidiyor siz hala biraz daha düşünün. Hiç birşey yapmayın belki yine bir Ata daha gelir vatanı kurtarır Arap'ın elinden. Dinlemeyin Notamatik'i. Kibarlık yapın dincilere. Hatta dinciyi bırakıp Notamatik'i durdurun ki; dinci istediği gibi at koştursun, Atatürk'ün ülkesini Afganistan'a çevirsin. Bişey olmaz dimi? Nasıl olsa gün olur devran döner dimi? Düşünüp taşınmaya ne gerek var şu 3 günlük dünyada? Siz düşünün düşünün. Vatan elden gitsin, siz hala düşünün. Nasıl düşünmekse bu, oturup seyretmekten bir farkı yok. Mucize beklemekten farkı ise hiç yok. Siz hala mucize bekleyin. Sen "1 çocuk yapayımmı acaba?" derken dinci orda 3,4,5,6 çocuk yapıyor. Sen onunla şimdi başa çıkamıyorsun, iyice çoğaldığı zaman mı başa çıkacaksın? Adam çoğaldı çoğaldı imamlarını iktidar yaptı. Biraz daha çoğalınca şeyhlerini şıhlarını getirecek sen hala düşünüyor olacaksın. "Yok canım o kadarını da yapmaz" dimi? Onu yapacak olan şimdiki dinciler değil, şimdiki dincilerin çocukları yapacak. Nasıl ki bundan 30 sene önce şimdiki dinciler yoktuysa, bundan 15 sene sonraki dinciler de şimdikinden daha dinci olacak. O zaman görürsünüz o kadarını yapar mı yapmaz mı? Siz düşünün düşünün biraz daha düşünün. Ata size düşünün dedi çünkü vatan elden giderken. Bakın Ata ne demiş, siz ne yapıyorsunuz?: Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ,memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş, olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, ,iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur! Yok yok siz hala düşünün. Adam adam memleketin bütün kalelerini ele geçirmiş, bütün tersanelerini kuşatmış, ne belediye bırakmış, ne ele geçirmedik makam bırakmış, bütün para piyasalarını ele geçirmiş, yetmemiş seni Bodrum'a kadar peşinden kovalamış siz hala düşünün. Taksim'e çıkıp yalandan bağırın, sonra da kuzu kuzu evinize dönün. Aaa sizin bir de demokrasiniz vardı dimi? Onu da unutmayın en bol tarafından demokrasi verin memleketi işgal edenlere. Ata öyle yaptı çünkü. Yunanlıya "lütfen İzmir'den denize girermisiniz?" dedi, İngiliz'e "lütfen bizim ülkemizden gidermisiniz?" diyerek ülkeyi kurtardı işgalden. Vatana göz dikmiş insanlar çok anlar sizin bu kibarlığınızdan. Bakalım Arap anlayacak mı, bir deneyin. Bırakın dinciyi götürsün Ata'mın ülkesini, siz de bu arada Notamatik'i yıldırıp yardımcı olun. Yoruldum artık, yıldırdınız beni, biraz dinleneceğim. Bakın başınızın çaresine. Kendi düşen ağlamaz. Şimdilik hoşçakalın.
-
Eşi başörtülü diye otele alınmadı
Kim yasak koyuyor? Yok mu öyle otel? Şu yukardaki manzaraya bakın! Elbiselerle Jet ski'ye biniyor. ********** Herşeyin bir adabı vardır. Adabına uyamayacağın yere gidilmez. Çin'e gitsen Çinli'nin adabına, Arabistan'a gitsen Arap'ın adabına uyacaksın. Bodrum'a gideceksen de Bodrum'un adabına uyacaksın. Mecburmusun Bodrum'da denize girmeye? Başka yer mi kalmadı? Biz sizin otellerinize gidip mayoyla denize giriyormuyuz? Sizin kurtarılmış bölgelerinize gelip sizi taciz ediyormuyuz? Siz niye bizim peşimizdesiniz? Nereye kaçtıysak oraya geldiniz. Doğduğumuz, büyüdüğümüz semtlere, şehirlere gelip kendi yerlerimizde bizi doğduğumuza pişman ettiniz. İstanbul'un bütün çay bahçelerini, parklarını ele geçirdiniz, nefes alacak yer bırakmadınız. Demokrasi demek, demokrasi düşmanlarına demokrasi vermek demek değildir. Demokrasi demek; Türk'ün Ata'mdan miras vatanını Arap'a teslim etmek demek değildir. Kısaca; demokrasi demek; ***** demek değildir. İnsanın istenmediğini bildiği yere; bile bile gitmesi çok ayıptır, çoook. Ömrümde böyle bir şey yapmadım. Beni istemeyeni ben hiç istemem. Kapısından bile geçmem.
-
Eşi başörtülü diye otele alınmadı
Bodrum'da otele alınmamış he? Geçenlerde de türbanlı bir aile İspanya'daki bir çıplaklar kampına rezervasyon yapmış ama ne çağdışılık ki; aileyi kapıdan geri çevirmişler. Vah vah vah. Otelin sahibini kutluyorum. Ülke Arap'ın işgalinden ancak böyle sağduyulu vatandaşlar olduğu sürece kurtulabilirse kurtulabilir. Provokasyona bak sen! Bodruma tatile gidecekmiş de otele almamışlar! Vah vah vah çok üzüldüm, yazık olmuş gerçekten. Ne güzel Bordum'da tanga mayoluların, üstsüz turistlerin arasında kardeş kardeş havuza gireceklerdi ama olmadı ne yazıkki. Gece de disco'da sabahlara kadar köpük partisi yapacaklardı o iş de suya düştü. Gidecek yer mi bulamamış da Bodrum'a gidiyormuş cemaati müslüm? Şalvarlarla, türbanlarla? Ne işi varmış Bodrumda? Başka gidecek yer kalmamış mı? Eğer bunu yapanlar Zaman gazetesinin eşi dostu, akrabası vs. bilmemnesi değilse namerdim. Maksat provakasyon. Maksat düzmece haber yapıp mazlum edebiyatı yapmak. Maksat gidip ordaki vatandaşları ve turistleri rahatsız etmek. Neymiş efendim? Bodrum'da otele alınmamış, çağdışılıkmış! Sanki türban çağ içi. Çağa bak sen 1400 öncesinin çağı.. Antik çağ. Evet türbanla Bodrumda otele alınmamak çağ dışı, doğru. Antik çağın dışı. Onu demek istiyorlar herhalde. Millet sizden kaçıp Bodrum'a yerleşti bir de peşinden mi kovalıyorsunuz? Meydan okumaya başladınız değil mi? Bana İstanbul'da da gidecek yer bırakmadınız, İzmirli'ye de İzmir'de gidecek yer bırakmadınız, Ankaralı'ya da Ankara'da gidecek yer bırakmadınız, bütün şehirleri bitirdiniz, sıra şimdi Bodrum'a geldi. İstanbul'da eskiden belli başlı kurtarılmış bölgeleriniz vardı, o bölgelerin dışına çıkmaya çekiniyordunuz 1400 yıl öncesinin kreaksiyonlarıyla. Şimdi imamlarınızı iktidara getirdiniz, iyice cesaretlendiniz. Ne Kadıköy bıraktınız, ne Bağdat Caddesi, ne Nişantaşı, ne Bebek, girmediğiniz çıkmadığınız yer kalmadı. Yurtdışından yabancı misafirlerim geldiğinde sizi görmesinler diye onları nereye götüreceğimi şaşırmaya başladım artık. Sizi görünce bizi de Arap sanıyorlar çünkü. O Bodrum'daki Atatürkçü çağdaş kız bikiniyle senin yazlık sitenin 300 metre yakınına, saldırıya uğramadan yaklaşabilir mi? Sen dua et ki seni Bodrum'a sokmuşlar o kıyafetlerle. Yok bir de otelin içine kadar gir bari. Daha neler artık. ******* Yazıklar olsun, yazıklar olsun. Ama kime biliyormusunuz? İktidara gelemeyen, gelse de geldiği zaman bu işgalci Arapların kökünü kazıyamayan güya çağdaş, güya Atatürkçülere. Muhalefet dahi yapamayan pasif siyasetçilere. Yazıklar olsun o Baykal'a. Onlara yazıklar olsun. Yazıklar olsun Ata'mın size bıraktığı emanete. Gittiniz Arap'a teslim ettiniz memleketi. O kadar okudunuz okudunuz yine de varoşlar kadar olamadınız, onlar sizi gelip olmayan cehennemle tehdit edip, korkuttular, sindirdiler. Hala da cinlerden perilerden, ruhlar aleminden korkuyorsunuz. Varoş size 1400 yıl önceki antik insanlarının masallarını anlatınca tir tir titriyorsunuz . "Aman ne olur ne olmaz yanarız belki" deyip, Arapın dinine yol verdikçe yol veriyorsunuz. 100,000 tane cami, 10,000 tane tekke açtılar hiçbiriniz gıkını bile çıkaramadı varoşa. Ne diyeyim ben size artık? Ne desem boş. Siz gidin yine varoşu dinleyin. Ruhları perileri, cinleri anlatsın size. Alaaddin'in lambasını anlatsın. Cehennemi anlatıp, sizi yola getirsin. Ondan sonra da tepenize çıksın işte böyle. Ben doğruyu anlata anlata dizlerimde derman, kandilimde yağ bitti. Ama anlatamadım gitti. Saygılar, sevgiler. (Hak edenlere)
-
KADIN VE PARFÜM... Burnumuzun dibindeki ... kokular...
Sevgili i'tezele, Diyanete sataşarak değil, Diyaneti yok ederek bir yere varılır. Diyaneti açan kişi Mustafa kemal Atatürk'dür ve Atatürk asla İslam kültürünü elinde bulundurmak istememiştir. Eğer bunu isteseydi, en azından İslam ülkeleri tarafından kendisine teklif edilen halifeliği reddetmezdi. "islam kültürünü tekelinde bulundurmak isteyenlerce" demişsin. Bunu şöyle düzeltebiliriz: "İslam kültürünü tekelinde bulundurmak isteyenler tarafından ele geçirilmiştir.". Çünkü yukarda da belirttiğim gibi; Diyanet'i kuran kişi Atatürk'tür ve Atatürk İslam kültürünü değil, çağdaş batı kültürünü(*1) hedef göstermiştir. Bu günkü Diyanet'in Atatürk'ün kurduğu Diyanet ile uzaktan yakından alakası kalmamıştır. Örneğin şu aşağıdakilerin hepsi Atatürk'ün ölümünden sonra getirilmiştir: Yıl 1945: İmam hatip okullarının açılması. Yıl 1945: İlahiyat fakültelerinin açılması. Yıl 1945: İlk okulların beşinci sınıflarına seçmeli din dersi getirilmesi. Yıl 1959: Liselere seçmeli din dersleri getirilmesi. Yıl 1965: İmam hatip mezunlarına öğretmen olma hakkı. Yıl 1965: Diyanet işleri Başkanlığına din eğitimi, kuran kursları ve yayın hakkı verilmesi. Yıl 1967: İmam hatip mezunlarına üniversitelere girme hakkı. Yıl 1982: Sunni İslam din derslerinin alevilere, şiilere, dinsizlere ve ateistlere de verilmesi dahil olmak üzere, tüm okullarda zorunlu hale getirilmesi. Atatürk'ün kurduğu Diyanet'le şimdiki Diyanet'in birbiriyle hiç ama hiç alakası olmadığını gördün değil mi? Peki o zamanki Diyanet'in görevleri neydi? Dinleri ve dincileri kontrol altında tutmak ve halkı-devleti onların zararlı etkilerinden korumak. Şimdiki Diyanet'in görevleri nedir? 1- Halka zorla din pompalamak, din aşılamak. Hangi dini? Bütün dinleri mi? Hayır sadece sunni İslam dinini aşılamak, dayatmak. 2- İsteyerek ve istemeyerek Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk düşmanı şeriatçılar yetiştirmek. 3- İslam dinini makyajlama, kamufle etme yoluyla halka cici göstermeye çalışmak ve böylece de modern görüşlü laik Atatürkçüleri din altında tutabilmek. 4- Aleviden, sunniden, hristiyandan, yahudiden, laikten, antilaikten, dinliden, dinsizden, ateistden, satanisten alınan vergilerden haraç kesmek ve bu haracı sunni İslam dinini ayakta tutmaya yönelik harcamak. Yok olmasını engellemek. Yani; kısaca ve özetle; bir mafya. Devletin içine kadar girmiş vede Diyanet adını ele geçirmiş bir mafya. Halkı da cennet ve cehennem yoluyla korkutup sindirmiş bir mafya. Ne mafyası mı? Arap emevi devletinin mafyası. Türkleri kesip, kılıçtan geçirerek, kadınlarımıza kızlarımıza tecavüzler ederek zorla müslümanlaştırmış, Araplaştırmış olan Arap emevi devletinin uzantısı. O Arap emevileri Türkleri zorla müslümanlaştırdıktan sonra bu topraklardan gitmediler. Arkalarında Araplaştırdıkları Türkleri ve Türkleşmiş Arapları mirasçı olarak bıraktılar. Bu mirasçılar Türk milletini yüzyıllardır sömürdüler ve hala sömürmekteler. Bu mafyanın mirasçıları osmanlı zamanında faaliyetlerini çeşitli adlar altında sürdürdüler. Ancak Atatürk onları geri püskürttü ve şimdikinden çok daha laik ve hatta şu anda dünyanın en laik ülkelerinden bile daha laik bir ülke kurdu. Atatürk'ün ölümünden sonra ise, yukardaki listelemede de gördüğün gibi; yıl yıl bu mafya geri döndü. Daha doğrusu zaten var olup gizlenmiş olan mafya; Ata'nın ölümünden sonra yüzünü göstermeye başladı. İlk önce Diyanet'i ele geçirdi daha sonra ise Diyanet sayesinde tarikatlar ve dinci siyasi partiler kurmaya başladı. Üstelik halktan kestikleri haraçla büyüdüler. Hani bir bankaya para yatırmaya giderken arkandan biri gelip, silah olup olmadığı belli olmayan bir cismi sırtına dayayarak; "kıpırdama yakarım" der ya! Bunlar da aynen öyle halkın haracını kesitiler yüzyıllardır. Var olup olmadığını halkın anlayamayacağı bir cehennemi halkın sırtına dayayarak; "kıpırdama yanarsın" dediler ve haracı böylece kestiler. Hala da devam ediyorlar. 1: Kimilerine göre batı çağdaş değildir. Bence de "yeterince" çağdaş değildir ama en azından "batı çağdaş değildir" diyenlerden ve İslam aleminden çok daha fazla çağdaştır. Laikliğin en büyük düşmanıdır Diyanet. Laikliğin Diyanetten daha büyük bir düşmanı yoktur. Ne tarikatler, ne hacılar, ne hocalar, ne şeyhler nede şıhlar, nede cüppeli Ahmet hocalar. Bunların hepsi Diyanet'in ürünüdür. Çünkü diyanet; 1- Devlet eliyle kestiği resmi haracını cami ihaleleri, hac organizasyonu, imamlara ödenen maaşlar vs. gibi yüzlerce yoldan bu kesime aktarak tarikatleri güçlendirdi. 2- Diyanet, devletin aydın vatandaş yetiştirmesini engelleyerek Arap'ın putuna kul yetiştirmesini sağladı ve böylece de kullaştırılmış beyinlerin bu tarikatlerin eline düşmesi kolaylaştırdı. Bu yüzden, Diyanet laikliğin en büyük düşmanıdır. AKP, ve diğer dinci partilerin bile hepsi Diyanet'in ürünüdür. Hepsi birbirleriyle hala oğlu, amca kızı, vs. akrabadır. Hepsi de taşranın ve varoşların Araplaştırılmış insanlarıdır. Hayır artmayacak, azalacak ve zamanla yok olacak. Çünkü o tarikatler Diyanet olduğu için varlar. Diyanetin içi bile o tarikatlerin müridleriyle dolu. Diyanet olmayınca para muslukları kesilecek, böylece de beyin yıkama merkezlerini ayakta tutamayacaklar. Böylece de parasızlıktan yok olacaklar. Halk onlara para mı verir? Halkın onlara vereceği para onların dişinin kovuğuna bile gitmez. Devlet para musluklarını kestimi yok olur giderler. zayıflamaya başladıkları anda zaten kendilerine para verecek kadar saf bir halkı karşılarında bulamazlar. Zira o saf halkı da onlar yaratmak zorunda. Eğitim hakkı mı? Ne eğitimi? Fizik mi? Tarih mi? Jeoloji mi? Tıp mı? Yoksa cinler, periler ve ruhlar aleminin eğitimi mi? Peki ya biri de çıkıp "ben de fal eğitimi istiyorum" derse ne olacak? Bu da mı eğitim hakkı olacak? Biri de çıkıp; "ben de medyum olmak istiyorum, büyü eğitimi istiyorum" derse? Satanizm eğitimi? Hristiyanlık eğitimi? Musevilik eğitimi? Ateizm eğitimi? Bunlar ne olacak? Sadece sunni islam dininin eğitimi mi eğitim sayılacak? Şimdi olduğu gibi sadece İslamın sunni mezhebinin eğitimi verilip, diğer dinler dinden sayılmayacak mı? Laik bir devlet kendine bir din seçip; "hak din budur, bunun eğitimini size vereceğim" diyebilir mi? Laikliği de boşver, bu davranış hukuk devletine yakışır mı? Yoksa laikliği boşverip, hukuk devleti olabilme adına bütün dinlere mi eğitim vereceğiz? Bu teknik olarak ve maddi olarak mümkün mü? Haydi bunu da yaptın diyelim; din olmayıp da, diğer ruhlu, perili, cinli, fallı, büyülü inanışlar ne olacak? Devlet falcıya fal eğitimi verebilir mi? Haydi diyelim ki; din eğitimi gerekli, diğerleri değil. Bunu laik bir devlet söyleyebilir mi? Kaldı ki; Diyanetin, imamhatiplerin ve din derslerinin kalkması demek, din eğitimi hakkının alınması demek değildir. Din eğitim hakkının alınması demek, halkın din eğitimi almasını "yasaklamak" demektir. Halklar her aklına geleni kendine hak sayıp, bunu da devletten bekleyemez. Benim de otomobil sahibi olma hakkım var değil mi? Bu hak elimden alınamaz değil mi? O halde devlet bana otomobil alsın. Yurt dışında tatil yapma hakkım var değil mi? O halde devlet beni yurt dışına tatile göndersin. Daha da abartalım; benim 50 metrelik bir yat alma hakkım var değil mi? Devlet bana 50 metrelik bir yat alsın. Yoksa yaygarayı koparırım. Birileriyle birleşip ayaklanırım. Geniş çaplı hareketler başlatırım. Saygılar, sevgiler.
-
YÜZ AKePe gerçeği..
Sevgili Cenk, boşuna bas bas bağırıyorsun. Çünkü bize "şu ülkenin veya şu partinin veya şu kesimden insanların İslamla alakası var" demediğin sürece hiç bir parti veya grup veya kesim için, "bunların İslamla alakası yok" diyemezsin. Alakası yoksa; alakası olanları göstereceksin. Yok eğer dünyada hiçbir ülkenin, hiçbir partinin veya hiçbir kesimin İslamla alakası yoksa, demekki sizin Allah'ınız bu dini boşuna göndermiş. Sizler Atatürk'ün getirdiği laiklik sayesinde gerçek İslamla henüz tanışmadınız. O laikliği de 80 yıldır dinciler yiye yiye bitirdiler, geriye posası kaldı. Onlar laikliği yerken siz de "aman ne olur ne olmaz, karşı çıkmayayım, bakarsın kafir olurum" diyerek seyrettiniz. Laikliğin kalan posasını da AKP bitirebilirse eğer; o zaman gerçek İslamla sizi AKP bir güzel tanıştıracak. Siz de o zaman "bu AKP'nin İslamla alakası yok" diye bas bas bağırmaya devam edemeyeceksiniz, çünkü sizi çoktan bir hal yoluna sokmuş olacaklar. O günler geldiğinde ki umarım gelemez; laikliğin değerini anlayacaksınız ama iş işten geçmiş olacak. Laikliğin değerini biliyormusunuz? Hayır bilmiyorsunuz? Neden bilmiyorsunuz? Çünkü şu yarım yamalak kalmış laiklikde bile sizin emeğiniz yok. O kadarı bile sadece 1 kişiden; Mustafa Kemal Atatürk'ten mirastır. Türk halkı bu mirası yiye yiye bitirmiştir. Laikliğin değerini bilen insanlar "Türkiye laiktir, böyle kalacak" diye meydanlara çıkıp bağırmaz. Laikliğin değerini bilen insanlar "Türkiye laik değildir, laik olmalı" diye bağırmalı. Çünkü "Türkiye laiktir, böyle kalacak" demek; "Türkiye laik olmasın, böyle kalsın" demektir. "Türkiye laik olmasın, böyle kalsın" demek ise; AKP gelsin kalan laikliğimizi de yesin ve bize İslamın ne olduğunu bir güzel göstersin demektir. Hangi İslamı mı? Dünyanın her müslüman ülkesinde hangi İslam varsa onu. Hayal dünyasının olmayan İslamını değil, olan İslamı. Saygılar, sevgiler.
-
Muhammed'in Rahip Bahira ve Rahip Nastura ile Görüsmesi..
Kuran asla ve asla dünyasal bir kitap olamaz mı? Sevgili Ftoyd, elbette ki Kuran dünyasal bir kitap olamaz çünkü dünyada Kuran'dan başka artık öyle bir kitap kalmadı. Çünkü öyle kitap yazmaya kalkanları muhtelif suçlardan tutuklayıp direk olarak hapise atıyorlar. Mesela; böyle bir kitap yazmaya kalkan bir kişi, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun; insanları kin ve nefrete sevketmekten, işkenceye teşvikten, kan davalarına teşvikten, kadınlara dayak atmaya teşvikten, köleliği normal göstermeye çalışmaktan, çok evliliğe teşvikten en az 30 yıl yer. Kaldı ki kuranda daha bunlara benzer ne suçlar var. Siz bu suçların hepsini görmezden geliyorsunuz, "vardır bir hikmeti, ben anlamıyorumdur" diyorsunuz. Ama böyle bir kitap yazacak bir kişi hakimin karşısına çıktığı zaman hakim "vardır adamın bir bildiği, ben anlamıyorumdur" demez; dese bile onu en yakın hastahaneye sevk edip, malulen emekli yaparlar. Demek Kuran sizi okurken ürpertilere düşürecek kadar etkiliyor? Hangi ayetleri sizi ürpertecek kadar etkiliyor? Bütün ayetleri mi? Okudukça "bunları bir insan akıl edip yazmış olamaz" diyorsunuz değil mi? Peki öyleyse; önce şu ayeti bir okuyun daha sonra size bir soru daha soracağım: Nisâ/34 - Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah çok yücedir, çok büyüktür. Not: parantez içindeki yazılar, Diyanetin makyajlarıdır. Not2: Yukardaki ayete dikkat edin! "Eğer itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın." diyor. Dayak bile attıktan sonra hala itaat etmezlerse artık onlara dilediğinizi yapabilirsiniz demek istiyor. Şimdi de benim ayetime bakalım: Notamatik/34: Kadınlar ve erkekler birbirleriyle her hak bakımından eşittir. Çünkü Allah kimini kiminden üstün yaratMamıştır. Erkekler kadınları koruyup kollarlar, evlerin geçimini sağlarlar fakat bunların hiçbiri erkeği hak ve hukuk bakımından veya başka hususlarda kadından zerre kadar üstün kılamaz. Kadınlar erkeklere itaat etmeseler dahi, erkekler yine de kadınları en hafif bir şekilde de olsa dövemez ve hiçbir ceza da veremez. Hangi ayet daha tüyler ürpertici? Benimki mi Kuran'ınki mi? Şu anda siz elbette ki "Kuran'ınki daha güzel" diyeceksiniz, başka çareniz yok çünkü. Ama Nisa/34'ün yerinde benim şu yukardaki ayetim olsaydı siz o zaman övüne övüne her yerde benim ayetimi gösterip; "okuyunca tüylerim ürperiyor" diyecektiniz. "Bakın işte görün, Kuran böyle herkesi eşit sayan, kadınları koruyan bir kitap" diyecektiniz. "Böyle bir ayeti bir insan yazmış olamaz" diyecektiniz. Şimdi yaptığınız gibi; "ayette bir kusur yoktur, bende bir kusur vardır, ben anlamıyorumdur" demek zorunda kalmayacaktınız. Her yerde "Görmüyormusunuz? Sizin okuma yazmanız yok mu? apaçık kadınları dövmeyin diyor, daha ne desin? Niye yazdığı gibi okumuyorsunuz da başka anlamlara çekiyorsunuz?" diyecektiniz. Yani şu anda bizim size söylediğimizi, o zaman siz bize söyleyecektiniz. Şimdi biz; "niçin yazdığı gibi okumuyorsunuz da başka anlamlar yüklüyorsunuz? diyoruz; Kuran'da yukarda yazdığım gibi ayetler olsaydı, o zaman da siz bize bunu söyleyecektiniz. Şimdi ben size tekrar soruyorum, lütfen cevabımı verin. Kuran'daki Nisa/34 niçin benim yazdığım ayetden güzel? Sebebi nedir? Çok rica ediyorum; bana "Çünkü o Allah'tandır, o mutlaka daha doğrudur" gibi akıl almaz cevaplar vermeyin. Ben size mantıken bir soru soruyorum, siz de bana mantıken bir cevap verin. Her iki ayetin de içeriğine bakın; mantıken hangisi daha doğru ve niçin? Saygılar, sevgiler.
-
Yeni Kurallar ve Uyarı Sıfırlama...
Ben galiba biraz iki ruhluyum. Bazen delleniyorum; haksızlık gördüğüm zaman sinirimden çılgına dönüyorum, sonra da yazdığım bazı yazılarda ondan bundan hırsımı alıyorum. Kişilere veya üyelere değil ama dine ve dincilerin geneline çok yükleniyorum. O yıldızlanan kelimelerim var ya! onların hepsini bilinçli yazdım. İşte o delirdiğim zamanlarda. Hepsi de yıldızlandı, hepsini de iyi ki yıldızlamışlar. Yönetim haklıdır, ben yönetici olsam benim yazılarımı daha fazla yıldızlardım. Herşeye karşı hoşgörülü olabiliyorum, hatta benim kendime direk olarak yapılan her türlü haksızlığa gülüp geçiyorum; ama her nedense şu din yoluyla insanların birbirlerini sömürmesine, din bahanesiyle çıkar peşinde koşmasına, din uğruna demokrasiyi, çağdaşlığı, bilimi, insan haklarını ve özellikle hayvan haklarını, medeniyeti ve hatta ülkesini hiçe saymasına katlanamıyorum. Çünkü bu herkese kötülük yapmak demektir. Üstelik de bizden sonraki hayatta da insanların birbirlerine ve hayvanlara kötülük yapmalarını sağlamak demektir. Dini, bütün kötülüklerin anası olarak gördüğüm için, onu savunanı da kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen insanlar olarak görüyorum. Irkçılığa da deliriyorum, Türkçülüğe de deliriyorum, Kürt'çülüğe de deliriyorum ama Arap'çılığa hiç dayanamıyorum. Fakat bunları yapmamam lazım, çünkü bu böyle gelmiş, böyle gidecek gibi gözüküyor. Dolayısıyla ne benim hoşgörüm nede hoşgörüsüzlüğüm hiç bir işe yaramayacak. Biliyorum, ben bu insanlara güzellikle de bir şey anlatamayacağım, zaten bunu da hep yapıyorum. Ama ne bileyim ben? ikisi de bir işe yaramıyor işte! Adam takmış kafaya; kendi çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Dünya münya umurunda değil, basmış gaza gidiyor. Sevgili Boşig, Boşver hiç aldırma, ara sıra yazıların yıldızlansın. Yıldızlanmayan yok, sadece seninkiler yıldızlanmıyor nasıl olsa. Bazılarını haksız yıldızlandığını düşünüyorsan, onu da boşver gitsin. Benim forum tecrübem çok. Bu forum diğer forumların arasında en dengeli forum. Ufak tefek yanlışlıklar olsa dahi yine de boşver, aldırmayalım. Yahu bir de ne var biliyormusunuz? Bir kelime yıldızlanırken bunu yıldızlayan acaba "ulan şu kelimeni yıldızlayayım da gör gününü, ne sinir bir adam bu yahu" diye hırslanarak mı yıldızladı? Yoksa "seni gidi Boşig! alem adamsın yahu! bunu da mı yazdın?" diyerek, gülümseyerek mi yıldızladı? Yada ne şekilde yıldızladı? İnsan onu bilemiyor. Çünkü bu forumda yöneticiler kendileri de yazılar yazarak üyelerle kaynaşamıyor. Dolayısıyla insan ister istemez; "beni yıldızlayan kişi aynı zamanda da beni sevmeyen bir kişi mi acaba?" demeden edemiyor. Yönetim üyelerle kaynaşmayınca biz üyeler; yönetimi ister istemez yöneticiden çok, sitenin sahipleri olarak görüyoruz. Dolayısıyla yıldızlandığımız zaman veya ceza puanı aldığımız zaman; "acaba burada istenmiyormuyum? Bu ceza puanlarını ve bu yıldızları aldığım halde acaba hala burada kalarak y.zsüzlük mü yapıyorum?" demeden edemiyoruz. Çünkü karşımızdakileri tanımıyoruz. Mesela Boşig'in yazılarını ben yıldızlasam bir de ceza puanı göndersem; ceza puanını gönderirken de; "hiç kusura bakma valla, bu kelimeni yıldızladım, bu kelime yüzünden şikayetlerle uğraşamam" deyip yanına da bir gülücük kondursam; ne bana kızacağını, ne alınacağını zannetmiyorum. Çünkü o beni yazılarımdan tanıyor ve onu sevdiğimi biliyor. Hatta o ceza puanı ve yıldızlamamın üzerine bana geri dönüp; "yuh sana be! bütün yazılarımı yıldızladın, gökyüzündeki mehtaplı gecelere benzettin, bıktım senden hee!" deyip benimle şakalaşabilir. Yöneticilerin de tıpkı diğer üyeler gibi yazılar yazması, diğer üyelerle kaynaşmasına sebep olur ve böyle avantajları olur. Ama tabi ki bunun başka sakıncaları da olur. Mesela yöneticilerin siyasi görüşleri açığa çıkar ve diğer siyasi görüşten olanlar devamlı yöneticileri taraf tutmakla suçlar. Aşağı tükürsen sakal, yukarda da bıyık gibi birşey bu. Velhasıl; üyelik de zor, yöneticilik ondan on kat daha zor. Yanlız geçen gün bir şey gördüm çok hoşuma gitti. Her kim yaptıysa yazımdaki bir kelimeyi yıldızlamak yerine daha uygun bir kelimeyle değiştirmiş. Bu harika bir şey, kim yaptıysa çok teşekkür ederim. Saygılar, sevgiler.
-
Dini Konular
Çare var; "Kuran'daki küfürlü ayetleri Kuran'dan kaldırmak". Sanırım bunu Microsoft yapamaz. Saygılar, sevgiler.
-
Dini Konular
Ayetler forum tarafından filtrelenen kelime listesinden dolayı otomatik olarak yıldızlanıyorsa yapacak bir şey yok. Ama bazen de küfürlü ayetler yönetim tarafından yıldızlanıyorsa bu konudaki fikirlerim aşağıdakilerdir. (Yönetim hiç yıldızlamıyorsa bu yazımı okumaya gerek yok) Aslında herkese eşit olabilmek açısından ve demokrasi icabı ayetleri yıldızlamaya gerek var. Örneğin ben forumda nasıl birine küfür edemiyorsam, ayet de bana küfür edemez. Hele ki ayet vasıtasıyla; yani ayeti destekleme yoluyla kimse kimseye küfür edemez. Mesela ben kalkıp da "benim bir tanrım var ve siz şöyle olduğunuz için size ana şöyle şöyle küfürler ediyor" desem ve de o deyişin haklılığını savunsam o ayeti alet edip; ben küfür etmiş olurum. Esasen adalet gereği, sadece ayeti yıldızlamak değil, ayeti getirip; "bu ayet size şöyle küfür ediyor ve bu ayet doğrudur" diyene de ceza puanı vermek lazım. Çünkü bunu yapan, o ayeti haklı bulmayanlara açıkça küfür ediyor demektir. Ha "Hasan diye biri var, senin için ... .... diyor" deyip, Hasan'ı alet ederek kendin küfretmişsin, ha "bir tane ayet var senin için ... ... diyor" diyerek ayeti alet ederek küfretmişsin. Arada hiçbir fark yok. Fakat bütün bunlara rağmen, ben olsam ayetleri yıldızlamam. Yıldızlamam ki; millet o ayetlerin nasıl ayetler olduğunu görsün. Benim oyum yıldızlanmamasından yana. Sanırım dinci arkadaşların da hepsi yıldızlanmamasını isterler. Diğer dinsiz arkadaşlara da sormak lazım. Eğer onların da çoğunluğu "yıldızlanmasın" derse; yıldızlanmaması daha uygun olur gibime geliyor. Yanlız bir de şu da var! Ayetlerin yıldızlanmaması üzerine karar alınırsa, kimsenin "ayet bana küfür ediyor, ben de ayetlere küfür edeyim" dememesi lazım. Zira ayet küfür ediyorsa; küfür zaten küfür edene aittir. Sen kalkıp o sana küfür edene küfür edersen, sen kendin esas o zaman küfürü hak etmiş olursun. Yıldızlanmasın diyecek dinsiz arkadaşlar bunu böylece bilerek kabul edecekse etsinler. Hatta gerekiyorsa; bu kararın; "ayete veya ayeti yazana küfür etmeyeceğini kabul ederek" üyelerin isteği üzerine alındığını yazmak lazım ki yeni gelenler de ona göre davransın. Eğrisi, büğrüsü olmasın diye ben tekrar deklare ediyorum; "Ayet bana küfür ediyor diye, ben de ayete veya ayeti yazana veya herhangi bir kimseye küfür etmeyeceğim, etme hakkım da yoktur. Ayetlerdeki küfürlerden şikayetçi olmayacağım. Ayetlerin yıldızlanMaMasından yana oyumu kullanıyorum." Eğer bu topice bir anket eklerseniz bu yukardaki cümlemi de eklerseniz iyi olur diye düşünüyorum. Saygılar, sevgiler
-
Yeni Kurallar ve Uyarı Sıfırlama...
Kuralsız forum olmaz. Sadece kural da yetmez, o kuralları uygulatacak yöneticilerin de olması şarttır. Forum popülerliğine gelince; popülerliği ne ile ölçtüğünüze bağlı. Forumu dışardan ziyaret eden kişi sayısı mı yoksa aynı anda online olan kişi sayısı mı? Bence bunların ikisi de kriterdir. Bu forumda aynı anda online olan üye sayısı az ama dışardan giren ziyaretçi sayısı bir hayli fazla. Bir forumda ziyaretçi sayısının fazla oluşu üyelerin yazılarının niteliğindendir. Örneğin çoluk çocuğun gelişigüzel yazılar yazdığı veya ordan burdan kopyala yapıştırcıların fazla olduğu bir forumun ziyaretçisi az olur. Az olmasının sebebi ise; o tür forumların arama makinelerinde arka sıralarda çıkmasıdır. Arama makinesi çoluk çocuk forumlarını ve/veya kopyala yapıştırcıların çok olduğu forumları anlar ve onları geri atar. Nereden anlar? Ziyaretçilerin o forumda kalma süresinden anlar. Bunu nereden anlar? Toolbarlardan anlar. Google tollbar var ya!! Çoğunuzun kullandığı! İşte oradan anlar. Ziyaretçiler basit yazıları, her önüne gelen yerde bulunabilecek uyutucu yazıları ve kopyala yapıştır yazıları sevmezler. Sevmeyince de o sitede durmazlar, durmayınca da toolbar ziyaretçinin o siteden çabuk çıktığını arama makinesine bildirir, bildirince de arama makinesi o siteyi aramalarda geriye atar, geriye atınca da o sitenin ziyaretçisi az olur, az olunca da o site bu manada popülerliğini kazanamamış olur. Ziyaretçilerin bir sitede uzun süre geçirmesi o sitenin PR değerini bile arttırır. Bu sitede hakikatten aktif üye sayısı çok az. Genellikle online üye sayısı 10 kişiyi geçmiyor. Fakat ziyaretçi sayısı forum sitelerinin çoğundan fazla. Bu da gösteriyor ki; aktif üye sayısı az ama ziyaretçiyi burada tutacak kadar öz. Forumlarda içerik önemlidir, bazen tek bir ileti başka bir forumun tüm iletilerine bedel olacak kadar ziyaretçi çekebilir, Ziyaretçiyi sitede tutabilir. Peki popülerlik bakımından aktif üye sayısı önemli değilmidir? Elbette ki önemlidir fakat forumların doğası gereği üye sayısı belirli bir yere kadar artar ve sonra durur. Bu forumun cinsine, konularına, kurallarına, yönetimine vs. gibi bir takım kriterlere bağlıdır. Ancak kriterler ne olursa olsun, aktif üye sayısı bir yerde mutlaka duracaktır. Bunun en önemli nedeni ise; aktif üyenin aşırı artması durumunda bazı üyelerin yazmaktan vazgeçmesidir. Mesela bir ileti yazdığınız düşünün, aşırı aktif üye olan bir forumda daha siz o iletiyi gönderir göndermez, arkasından 4-5 tane daha ileti gelecek ve kısa zaman içinde sizin o gönderdiğiniz ileti okunamadan aralarda kaybolup gidecektir. Öyle bir sitede de yazasınız gelmez. Zira çoğu zaman tüm emeğiniz boşa gider. O yüzden bir forum çıksa çıksa maksimum anlık 250-300 aktif üyeye kadar çıkabilir, fazlası geldimi üye kaybı mecburen olur. Konu başlıklarının çokluğu bir avantajdır, böylece üyeler forumda dağılarak birbirlerinin iletilerini kısa sürede aralara gömmemiş olurlar. Fakat yine de bu yeterli değiidir, zira siz ne kadar çok konu başlığı açsanız da yine de en çok ilgi çeken başlıklar bellidir. Mesela, Siyaset, Din, Müzik, Felsefe topicleri en yoğun konu başlıklarından biri olduğu için, üyeler genelde oralarda yoğunlaşır. Aktif üye sayısının artamamasının bir başka sebebi daha vardır. Bu sebep bütün forumlar için geçerlidir ki, o da şudur. Aktif üye arttığı zaman mecburen yönetici sayısı da artmak zorunda. Aksi halde az bir yönetici çok üyeyi yönetemez. Yazıları kontrol edemez. Yönetici sayısı çok arttığında ise o forumda yazı yazmak zorlaşır. Bildiğiniz gibi her forumun kendine has kuralları vardır. Mesela bir forumda bir kelime hakaret kelimesi sayılırken, diğer bir forumda o kelime değil de, başka bir kelime hakaret kelimesi sayılır. Ama kurallar ne olursa olsun, üye bir süre sonra o forumu iyice tanır ve yazılarını o forumun kurallarına göre yazmaya başlar. Fakat bir de şunu unutmamak lazım ki; kurallarda kanaat önemlidir. Zira yüzlerce sayfa kural yazamazsınız, yazamayacağınız için ise çoğu zaman kanaat devreye girer. Kurallar sabittir ama kanaat yöneticiden yöneticeye değişebilir. Hal böyle onunca da; yönetici sayısı arttıkça yazdığınız iletilerin yönetinin onayından geçmesi zorlaşır. Bir yönetici iletinizin uygun olduğuna kanaat getirerek öylece bırakır. Arkasından başka bir yönetici o aynı iletinizi okuyup, tasdikleyemeyebilir. Haydi ikinci okuyan yönetici de tasdikledi diyelim, üçüncü, dördüncü, beşinci, onuncu yönetici filan derken, iletiniz mutlaka birinden birine takılır. Tamamı takılmadı diyelim, yöneticinin biri gelir bir kelimenizi veya cümlenizi yıldızlar, diğerlerini bırakır, ötekiler de gelir iletinizin başka yerlerini yıldızlar. Yönetici çoğaldımı yöneticinin biri uyarı puanı cezası vermezse, öbürü gelir verir. Böylece de en sonunda ya üye bıkıp gider, yada üye çeşitli yöneticilerden çeşitli ayrı uyarılar alarak kovulmuş olur. Böylece de üye sayısı bir türlü artamaz. Zira dedim ya! Üye sayısının artması demek, yönetici sayısının da artması demektir. Yönetici sayısının artması demek ise, üye firesi demektir. Ben bu forumda yönetim eleştirisine girmeyeceğim. Zaten bildiğim kadarıyla yönetimi eleştirmek yasak. Fakat size başka bir forumdan kısa bir örnek vermek istiyorum. Bir keresinde çok büyük bir foruma üye olmuştum. Anlık aktif üye sayısı 250 cicarlarında oluyordu. Bazen fazlası bile oluyordu. Bu bahsettiğim forumda her ana başlığın moderatörü ayRıydı. Her ana başlıkta 3-5 tane ayrı moderatör vardı. Sanırım belki de alt başlıklarda da ayrı moderatörler de vardı. O kadarına dikkat etmedim. Bir gün bir baktım; tee bilmem nerenin moderatörü gelmiş benim onunla hiç alakası bile olmayan, 10 gündür o forumda duran, o konunun moderatörlerinin hepsinin okumuş olduğu, hatta kendilerinin de oraya cevap yazdığı iletimi silmiş, bir de üstelik bana 1 yerine 3 ceza puanı vermiş. O sıralar o forumda yeniydim, daha sonraları ise biraz eskiyince genellikle yazdığım topicten hariç, başka topiclerin moderatörleri de sık sık yazılarımı okumaya başladı. Dolayısıyla başımda onlarca modaratör birikti. Öyle olunca da artık yazılarımın yönetimden geçmesine imkan kalmadı. Zira her iletimde onlarca moderatörün onayını almak zorunda kalıyordum. Bu da neredeyse imkansızdı. En sonunda bunun böyle gitmeyeceğini anlayıp tam son yazımı yazarak o forumu terk edeceğim sırada bir de baktım ki, yine alakasız topicin birinden bir moderatörün biri gelmiş beni zaten kovmuş. Ne gariptir ki; aynı iletimde moderatörün birinden hediye puanı diğerinden ise ceza puanı aldığım bile oldu. Anlatmak istediğim; kurallar ne olursa olsun, kanaat en az kurallar kadar önemlidir. kanaat ise kişiden kişiye değişir. Aslında bu bir yazılım hatasıdır. Çünkü eğer bir moderatör bir yazıyı okuduysa, başka bir moderatörün o yazıyı bir daha silememesi, yıldızlayamaması ve ceza puanı verememesi gerekir. Aksi halde durum bir insanın suçlu düşene kadar defalarca yargılanmasına benziyor. Bir mahkemeden beraat ediyorsun, bir de bakıyorsun ki kapına polis gelmiş, aynı olaydan seni başka bir mahkemeye çağırıyor. Beraat ettikçe tekrar yargılanıyorsun. Taa ki kodesi boylayana kadar. Ama dediğim gibi, sanırım bunu önleyecek tip özellik hiçbir forum yazılımında yok. Bu yüzden bunu yöneticiler de istese yapamaz. Ama bu bence her forumda olması şart bir özelliktir. Saygılar, sevgiler.
-
İslam'da ikinci sınıf insanlar...
Brain'ciğim eline sağlık, tam isabetli bir konuyu açmışsın. Birvarmış arkadaşın dediği bir ölçüde doğru. Kölelik aniden kalktığı zaman bazı köleler ne yapacağını şaşıracak hale gelebilir. Nitekim; ABD'de de kölelik kaldırılacağı zaman buna en çok itiraz edenlerin başında önemli bir kısım köleler gelmekteydi. Yani köle olarak kalmak istiyorlardı. Bu konuya aşağıda yine değineceğim ama hemen belirtmek isterim ki; böyle şeyler köleliğin kalması için maazeret olamaz. Hele ki sonsuz kudretli denilen bir tanrı için hiç maazeret olamaz. Nasıl ki "ol" deyince herşey oluyorsa; bir "ol" demeyle koskoca kainati yaratabiliyorsa; köleliğe de bir "kalk" demesi, köleliği toptan kaldırmaya yeterli olmalıydı. Hatta köleliğe en baştan "olma" diyerek meydana gelmesini bile engelleyebilirdi. Şimdi buna da imtihan deyip kestirip atarlar, ama böyle saçma sapan imtihan olamayacağını da içten içe bilirler. Zira; bir imrihan herkese karşı eşitse imtihandır. Eşit değilse o bir imtihan değil, zulümdür. Hiçbir okulda öğrencilerin herbiri ayrı şartlarda imtihan edilmez. Adamın biri prens olarak imtihan ediliyor, diğeri ise köle olarak. Buna adalet denemez. İmtihan konusu başlıbaşına bir tirajikomedi ama konumuz değil, imtihandan çıkalım. Diyelim ki; Allah gerçekten de köleliği kaldırmaya çalıştı ama birdenbire kaldırmaya gücü yetmedi. Peki ama kölelik binlerce yıl sürdü ve bu binlerce yıl içinde güya aynı Allah çeşitli dinler gönderdi. Bu kadar süre ve bu kadar din göndermeyle bile köleliği kaldıramamış. Bunun birdenbire kaldırmayla bir alakası kaldı mı şimdi? Demek ki ne binlerce yılda, ne onlarca dinde, ne 124,000 peygamber gücüyle köleliği bir türlü kaldırmamış veya kaldıramamış. Diyelim ki kaldırmak istedi ama binlerce yılda ve 123.999 peygamberle kaldıramadı ve 124.000'inci peygamberle kaldırmaya çalıştı. Bu yine olmuyor çünkü İslamla da kaldıramamış. Diyelim ki; 123.999 peygamberle aniden kaldıramadı, sonuncu peygamberle de aniden kaldıramadı, yavaş yavaş kaldırmaya çalıştı. Peki bu nasıl bir yavaşlık oluyor? İslamdan sonra 100 yıl geçtikten sonra kaldıramadı. 200 yıl geçtikten sonra da kaldıramadı. Bu nasıl yavaşlık böyle? İslamdan 500 yıl sonra da kaldıramadı, 1000 yıl sonra da kaldıramadı, 1300 yıl sonra da kaldıramadı. Bu sırada köle doğup ölenler ne olacak? Onu da bırak; hala kaldıramadı. Hala İslam ülkelerinde kölelik var. Hem de öyle illegal yoldan, mafyaların kadınları kaçırıp seks kölesi gibi kullanması gibi filan değil, o dünyanın her yerinde var. Bu benim bahsettiğim gerçek kölelik, bildiğimiz kölelik yani. Apaçık alınıp satılabilen, miras kalınabilen kölelik. Bırakın İslamla köleliği kaldırmayı, kölelik özellikle İslamla devam ediyor. Burası "Moritanya İslam Cumhuriyeti", Aşağıdaki de Moritanya İslam Cumhuriyeti'inde gerçek bir köle: Bu da "firar ettikten" sonraki reportajı: "One escaped Mauritanian woman slave (pictured) said: "I was tied up all night and all day. They only untied me so I could do my chores. In the end I could barely move my limbs. All those years, and I don't even own a goat. They raped me often. At night, when everyone was asleep, they came for me and I couldn't stop them. If I had been free I would never have let this happen to me. My master is the father of my first child, my master's son is the father of my second child and my baby girl's father was my master's nephew." Türkçesi: "Firar etmiş bir Moritanya'lı köle kadın (resimdeki) anlattı: "Gece gündüz bağlıydım. Beni sadece günlük işlerimi yapmam için çözüyorlardı. Sonunda (Çalışma sonunda) ancak kol ve bacaklarımı oynatabiliyordum. (Bağlı olduğu için). Bütün bu yıllar geçti, şu anda kendime ait bir keçim bile yok. Bana sık sık tecavüz ettiler. Gece herkez uyuduğunda bana geliyorlardı ve ben onları durduramıyordum. Eğer serbest olsaydım(Bağlı olmasaydım) onların bana bunları yapmasına asla müsade etmezdim (savaşırdım). Sahibim ilk çocuğumun babasıdır, sahibimin oğlu ikinci çocuğumun babasıdır ve benim bebek kızımın babası sahibimin yeğenidir." Başka bir Moritanya'lı köle anlatıyor: A male slave told the BBC in 2004: "I don't know how I became a slave. I was just born one. My family were slaves. We did all the hard work for our master and all we received in return was beatings." Türkçesi: 2004 yılında bir erkek köle BBC'ye anlattı: "Nasıl köle olduğumu bilmiyorum. Kölenin biri olarak doğmuşum. Benim ailem köleydi. Sahibimiz için bütün ağır işleri yapıyorduk, karşılığı ise bize dayak olarak geri geliyordu." -http://www.westernresistance.com/blog/archives/003671.html- Moritanya'da güya kölelik yasaktır ama göz yumulur. Bunlar da Sudan köleleri: (Kuzey Sudan'da 200,000 köle var): Sudan'da kölelerin durumu: Hiçbir karşılık ödemeden çalıştırma: 96.9% İslama girmeye zorlama: 25.8% Düzenli dayak: 96.9% Irkını aşağılama: 97.9% Tecavüz: 79.3% Grup tecavüz: 77.0% Anal sakatlama: 40.2% -http://www.warriorsfortruth.com/slavery-sudan-islamic-fundamentalists.html- Bu da Nijerya'da bir köle: Evet, Allah köleliği 124,000 peygamber ve aradan geçen binlerce yıla rağmen hala durduramamış. Hiç deneyimi olmayan insana bile 124,000 yardımcı, binlerce yıl da süre verin, o bile köleliği kaldırabilir ama Allah hala kaldırmıyor. "Ol" deyince herşey oluyor ama ne hikmetse bu bir türlü olmuyor. Dönelim tekrar insanoğlunun köleliğe alışmasına. Bu doğrudur. Fakat doğuştan köle olanlar için doğrudur. Sonradan köleleştirilmiş hiç kimse köle olarak kalmak istemez. Doğuştan kölelerin de çoğu istemez, sadece bir kısmı ister. Köle olarak kalmak istemenin sebebi şunlardır: Yeni bir hayata ayak uydurmak için kafa yormak istemeyecek kadar zihin tembelidir. Kölelik hayatında da zaten nasıl yaşanacağını doğuştan ezberlemiştir, o yüzden kafa yormasına gerek yoktur. O kafa yormadığı sürece mutludur. Çünkü zihin tembelidir. Düşünmek ona işkencedir. Çok ama çoktur böyle insanlar. O köleyken de mutludur. Zira hür olmanın nasıl bir şey olduğunu hissetmemiştir. Bu aynı doğuştan kör olan birine tavuğun nasıl bir şey olduğunu anlatmaya benzer. Veya doğuştan sağır birisine uçağın sesini anlatmaya benzer. Şimdi doğuştan kör olan birini düşünün. O kişi kör olduğu için mutlaka mutsuzdur diyebilirmiyiz? Diyemeyiz, çünkü onun mutluluk kriterleri bir köre göre belirlenmiştir. Onun dünyası bizimkinden farklıdır. Arasıra aklına "görmek nasıl birşeydir acaba" diye bir soru gelir, bazen de "keşke ben de görebiliyor olsaydım" diyebilir ama bunu çok fazla önemsemez. Esasen kulluk da kölelikle aynı şeydir. İkisinin de sahibi vardır. Birinin sahibi yerde, öbürününkü gökte değil; İkisinin de sahibi yerdedir. Tanrı denilen şey sadece gökteki uydudur. Nasıl ki gökteki uyduları yerden birileri kumanda ediyorsa; tanrıyı da yerden birileri idare eder. Bu idareciler kimi zaman kendini peygamber ilan edenlerdir, kimi zaman ise, aynı günümüzdeki gibi; hacı-hoca takımıdır. Hac-hoca takımı dini şekillendirerek tanrıyı yönetir, tanrı da o hacı-hoca takımının çıkarları doğrultusunda kulları yönetir. Aynı uydu vasıtasıyla, yerdeki cihazları yönetmek gibi yani. Kölenin 1 veya birden fazla sahibi vardır, kulun ise cinsiyetine göre 2 veya 3 sahibi vardır. Eğer erkekse sahipleri hacı-hoca takımı ve devlet idarecileridir. Kulun getirisini aralarında paylaşırlar. Eğer kul kadınsa 3 sahibi vardır. Evlenene kadar babası, evledikten sonra ise; kocası sahipler arasına katılır. Kadın evlendikten sonra tam bir kölenin kölesi, kulun kulu olur. Zira eğer hacı-hoca takımının önde gelenlerinden biri değilse, kocası da bir kul, bir köledir. "Bazı köleler köleliğe alıştığı için, kölelikten başka hayat bilmediği için, kölelikten vazgeçmez" demiştik değil mi? İşte aynı bu şekilde; bazı kullar da kulluğa alıştığı için kulluktan vazgeçmez. Köle de, kul da; her ikisi de köledir ve her ikisinin de kölelik işine gelir. Her ikisi de hür olmaktan korkar. Her ikisi de hür olmanın getirdiği bireysel sorumluluklardan korkar. Bireysel sorumluluk olmadan hür olmak olmaz. Bireysel sorululuk alınca da o kişi mutlu olmaz. Zira bireysel sorumluluk demek, ek düşünce demektir. Oysaki o kişi basit düşüncelerden başka düşüncelerden nefret eder. Her ikisi de hür olmanın ne olduğunu bilmediği için, sırf bir merak uğruna "hürlük nasıl bir şeymiş acaba? Bir denesem mi? " demez, o riske girmez. Hem kul, hem köle; (Her köle değil) kendisini hür olarak görür, daha fazla hürlüğü ise, tehlikeli ve zahmetli bulur. Ayetin sonucu: Sudan'da kölelerin durumu: Tecavüz: 79.3% Grup tecavüz: 77.0% Anal sakatlama: 40.2% Ne mutlu, hür olduğunu sanana değil, gerçekten hür olana. Saygılar, sevgiler.
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Bak arkadaş, ben sana doğrusunu son bir defa daha anlatayım da sen artık ondan sonra neye inanırsn inan. Müslümanların çoğu Kuran'ın olduğu şekliyle gökten indiğini sanar. Bir yerlerde de onun, yani gökten inen Kuran'ın orijinali olduğunu sanar. Zira din adamları bu konudan hiç bahsetmezler. Çünkü onların böyle sanması din adamlarının işine gelir. Neden? Çünkü gökten inen bir kitaba inandırmak çok daha kolaydır, bunu bilirler ve bu yüzden hiç o konulara girmezler, deşelemezzer. Ben de bir zamanlar çoğu müslüman gibi; Kuran'ın gökten indiğini ve bir yerlerde orijinalinin bulunduğunu sanıyordum. Hatta inanmamaya başladığım bir dönemde, dincinin biriyle bir iddialaşmaya girmiştim. Ona "Ben bu Kuran'ın uydurma olduğunu sana ispatlayacağım. Sen yeter ki bana onun orijinalinin fotokopi çekilmiş resmini bul" dedim. O da bana; "Orijinalinin nerede olduğunu bilmiyorum ama bulsam bile nasıl ispatlayacaksın?" dedi. Ben de ona "Elle yazılmış yazıların baristik inceleme sonucunda elle yazıldığı anlaşılıyor. Kendim inceleyeceğim, anlayamazsam inceleteceğim" dedim. Niyetim; gökten indiği iddia edildiğini sandığım kitabın sayfalarını bilgisayarda yüksek çözünürlükte taratıp; sonra da 100 kat kadar büyütüp, yazıların üzerinde kalp atışı ritimleri olup olmadığına bakmaktı. Çünkü baristik incelemelerde sahte yazıların ve imzaların bu şekilde anlaşıldığını duymuştum. Beceremeseydim, bir baristik uzmanına parayla da olsa kontrol ettirecektim. Sonra da o kişi bana onun gökten inmediğini, vahy katipleri tarafından elle yazıldığını söyleyince durumu öğrendim. Bu sadece bana mahsus bir sanı değildi. Bak Ata'm da halkın Kuran'ın gökten indiğini sandığını söylemiş : Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. M.K.Atatürk -http://www.tsk.mil.tr/anitkabir/atasoz.htm- (Kaynak da TSK , çok ilginç) Burada acaip olan ne biliyormusun? Din adamlarının böyle bir iddiası olmamasına rağmen, halkın çoğunluğunun Kuran'ın gökten indiğini sanmasıdır. Bu sanı nerden geliyor? Bunun 3 sebebi var: 1- Mantıken bir din kitabının tanrıdan olduğununun inandırıcı olması için, onun hakikatten gökten inmiş olması gerekir. Mantık kullandıkları için öyle sanıyorlar. 2- Bu sanı İslamın ilk anından bu yana insandan insana geçerek, bu güne ulaşmıştır. Zira Kuran'ı okuyan kişi de böyle bir izlenime kapılıyor. Hatta senin gösterdiğin ayette de "elle yazdıkları halde, bu da Allah'dandır diyorlar." diyerek bunu yapanlara lanet okuyor. Yanlış hatırlamıyorsam Kuran'da gökten indiği izlemini veren başka ayetler de vardı, bir ara boş vaktim olursa bir daha inceleyeceğim. Bütün bunlar gösteriyor ki; Muhammed Hira Dağı'na çekildiğinde orada gizli gizli okuma yazma öğrendi ve o kitabı orada yazdı ve sonra da kitapla birlikte geri dönerek; "bakın Allah bana gökten kitap indirdi" dedi. Ve bu inanış da o günlerden bu güne kadar halklar arasında süregeldi. 3- Halkın Kuran'ı gökten inmiş olarak bilmesi din adamlarının da işine geliyor, bu yüzden bu meselelere hiç değinmiyorlar, soran olursa da ağızlarında geveliyorlar. Evet bu sanının 3 sebebini saydım. Bu arada şuna da dikkatini çekerim. Kuran'ın ilk ayetlerinde Muhammed'e "oku" diyor. "Yaz" demiyor. Bu da gösteriyor ki; kitap kendi kendisinin gökten indiğini ima ediyor. Aksi halde, "oku" değil, "bir yerlerden bir şeyler bul, bir de kalem bul, yazmaya başla" demesi gerekirdi. Peki vahy katipleri yokmuydu? Vardı ama Kuran'a ilaveler yapılırken vardı. Sanırım Muhammed elinde Kuran'la Hira dağından döndüğünde, elindeki Kuran birkaç yapraklı bir şeydi. Sonradan 22 yıl boyunca eklene eklene kalınlaştı. Bütün bunları sana niye anlattım? Allah'a göre Kuran gökten indiğinde yeryüzünde daha önce gökten inmiş birer veya belki birkaçar gerçek İncil ve Tevrat vardı. Bu yüzden onları onaylıyor, Kuranla onları tastikliyor. İncil ve Tevrat diyerek de onlardan bahsediyor. Eğer sen Kuran'ın lafı icabı gerçek denilen İncil ve Tevrat'a da iman etmek istiyorsan, yapman gereken şey, o kitapların orijinalini bulmandır. Eğer sen bulamazsan, Yahudiler ve hristiyanlar da bulamayabilirler. Çünkü zaten o kitapların da ilk hali yok ortada. Dolayısıyla o insanlar kitapsız kalmıştır. Şu halde herkese din vaad eden Allah, onlara yeni bir kitap göndermesi gerekir. Hatta şimdi değil, yüzyıllardır göndermesi gerekirdi, zira o kitapların orijinali yüzyıllardır ortada yok. Aslında Kuran'ın da orijinali ortada yok. Ne Muhammed zamanındaki Kuran, nede Muhammed zamanından sonraki ilk Kuran. İkisi de kayıp, yakılmış. Ama siz mutlaka birşey bulup inanacaksınız ya! Annenizin dini ya! O yüzden ona da bir kılıf bulursunuz. Bütün bunların yanında; "İncil ve Tevrat insanlar tarafından değiştirildi" dersiniz, "Kuran'ı kimse değiştiremez, onu Allah koruyor" dersiniz. Ama "Allah Kuran'ı koruduğu gibi; İncil ve Tevrat'ı niye korumadı?" denilince de cevap vermeme hakkınızı kullanırsınız. Artık sana yazacaklarım bu kadar. Karar senin, neye istiyorsan ona inan. Artık bana da bu konuda cevap yazma lütfen. Siz dincilerin fena bir huyu var. Mutlaka en son yazan siz olacaksınız. Bıkmıyorsunuz, ben buraya sana 200 kere cevap yazsam sen de bana 201 kere cevap yazacaksın. ******* Saygılar, sevgiler.
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Sen 79 u vermişsin, ben de ilk önce bir üst ayet olan 78'i vereyim, sonra 79 'a geliriz. 78. Aralarında ümmiler var ki kuruntu ve söylentilerin dışında kitabı bilmezler; bildiklerini zannederler. Ne diyor? "Kitabı bilmezler" diyor. "Bildiklerini zannederler" diyor. Yani; kitabı tastikliyor. Değiştirilmiş kitabı tastiklemez herhalde. "Kitap doğru ama onlar kitabı bilmezler, bildiklerini zannederler" diyor. Yukarıda "elleriyle kitap yazarlar ve bu kitap Allah'dandır derler" diyor. "elleriyle" kelimesine çok dikkat et. Elleriyle yazmışlar. Bir insan bir kitabı ayaklarıyla yazmaz ya, tabi ki elleriyle yazacak. Ne kitabı olursa olsun mutlaka elleriyle yazmak zorunda. Ama buna rağmen üzerine basa basa "elleriyle yazmışlar" diyor. Elleriyle yazdıkları halde, "bu da allahtandır" diyorlarmış. Bu ne demek oluyor? "Kendi elleriyle yazılmış bir kitap Allah'dan olur mu hiç?" demek oluyor. Kısaca demek istiyor ki; "Allah'tan olan kitap; gökten iner". Evet, mantıklısı da bu zaten; gökten inecek ki; insanlar mucize diye sarılsın, inandırıcı olsun. Senin o ilk ayeti biliyorsun değil mi? "Oku" diye başlayan? Orada kime oku diyor? Ve neyi oku diyor? Elbette ki; Muhammed'e oku diyor. Peki neyi oku diyor? Ortada okunacak bir şey yokken oku denir mi? Nedenini söyleyeyim mi? O orada Muhammed'e Kuranı okumasını söylüyor. Zira o anda güya gökten kitap iniyor. İlk ayetler: 1. Yaratan Rabbinin adıyla oku! 2. O, insanı pıhtılaşmış kandan (alak'tan) yarattı. 3,4,5. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir. Kalemle öğreten diyor bak. Kitapları kendi yazıp, aşağıya indiriyormuş. O yüzden senin dedğin ayetde "kendi elleriyle yazdıkları kitaba Allah'tandır diyorlar" diyor. Yani onun tanımlamasına göre; Gerçek bir Tevrat var, bir de gerçek İncil var. Bunları kendi elleriyle yazıp indirmiş. Ve bu kitaplar değiştirilmemiş, ama bazıları değişik kitapları "Allahtandır" diyerek satıyormuş. mesele bu. Şu anda gidip Allah'a sorsan; Kuran için de aynı şeyi söyleyecek; "elleriyle kitap yazıp" bu da Allahtandır. diyorlar" diyecek. Zira o hala kendi elleriyle yazıp indirdiği, Muhammed'e "oku" dediği Kuran'ı tanır, başka da Kuran tanımaz. O Kuran'ın ortalıktan yok olduğundan haberi yok tabi ki. O hala o kitabı duruyor sanıyor. Bu yukarda "kelimeleri tafrif ederler" diyerek kimlerden bahsediyor biliyormusun? Sen ve senin gibilerden. Birileri çıkıp Allah'ın ayetlerini değiştiriyor, sen de onlara bir güzel yardımcı oluyorsun. Bu yukardaki ayetin orijinalinde Tevrat kelimesi geçmiyor. Buyur: Abdülbaki Gölpınarlı meali: 13. Ahitlerini bozdukları, verdikleri sözden döndükleri için lanet ettik onlara ve kalplerini katılaştırdık. Onlar, sözlerin yerini değiştirirler, kendilerine verilen öğütten bir hisse de almazlar. Pek azı müstesna daima hainliklerini duyarsın, gene de bağışla onları, geç suçlarından. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever. Yani "lafı saptırırlar" diyor. Edip Yüksel Meali: 13. Sözlerini bozdukları için onları lanetledik, kalplerini katılaştırdık. Sözlerin anlamını bağlamından kaydırırlar. Uyarıldıkları şeylerin bir kısmını unuttular. Onların çoğundan sürekli ihanet göreceksin. Onları affet ve aldırma. ALLAH güzel davrananları sever. Yani "sözlerin manalarını saptırırlar" diyor. "Tevratı değiştirdiler" demiyor. Tevrat'ın adı bile geçmiyor. Yukarıdaki ayetin de orijinalinde Tevrat kelimesi geçmiyor. o kelime oraya sıkıştırılmış. Allah'ın ayetleriyle oynanmış, sen de yardım etmişsin. Bak diyanet meali: 41. Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla ?İnandık? diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: ?Eğer size şu hüküm verilirse onu tutun. O verilmezse sakının.? Allah kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah?a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah?ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir.15 Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır. Yani "kitapta yazanı saptırırlar" diyor. Yine kitabı doğruluyor, değiştirildi demiyor. Bak aşağıda senin getirdiğin ayetde de aynı durum var: Sen bu ayetleri buraya okumadan getiriyorsun, ben buna emin oldum artık. Ne diyor? "Önceki kitapları doğrulayıcı olarak Kuranı indirdim" diyor. Kuran değiştirilmiş Kitapları mı doğrulayıcı olarak indi sence? Yahu bir de dikkatimi çekti de, sen sorulara da cevap vermeden tıkır mıkır gidiyorsun. Şu üst satırdaki sorumu atlamadan cevap verme bana. Dur bir daha sorayım da anlamamazlıktan geleme: Kuran değiştirilmiş kitapları mı doğrulayıcı olarak indi? Son olarak; sen şu aşağıdaki kendi getirdiğin ayeti yüzbin kere okuyup, yüzbin kere sevaba gir. Ehl-i İncil, yani İncil'e inananlar, Allah'ın onun içinde indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, onlar dinden çıkmış günahkarlardır. Sana da önünde bulunan kitapları doğrulayıcı ve onlara bir şahit olmak üzere bu hak kitabı indirdik; onun için sen de aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, sana gelen gerçekten ayrılıp da onların arzuları arkasından gitme!.." (Maide, 47-48) Saygılar, sevgiler.