Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.576
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    5

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Dostlukları...............
  2. 2 üye bugün doğum gününü kutluyor! belkis_ozdemir(29), serbel(29) iyiki dogmuşsunuzzzz,nice yaşlara
  3. Herkese kocaman GÜNAYDINLAR............................... (ben bu haldeyim:) ) hepinize....
  4. Bu forma geleli fazla olmadı ama kayşınızdaki kişideki huzuru,sevgiyi,saygıyı,sıcaklıgı hissetmeniz için yılların geçmesi geyekmiyo diye düşünüyorum....Kendi ifadelerim ile uyaşmakan öte kendi düşüncelerimi savunmaktan öte bir kaygım yok!!!ama ayrı düşüncelerdede olsak meraba demeyi asla sakınmam saygımı,içtenligimi,samimiyetimi v.s sakınmam..Bunları yakalıyabilen arkadaşlar oldu sağolsunlar......Ama 2 yorumu ile ben sevgili DORA!da onu yakaladım içten,sıcacık,samimi dost canlısı..............Teşekkür ederim gösterdigin yardım amaçlı ifadelerin güsel yorumların için...... Zaman geçsede çıkss DORA dan bişeyleri alıp götürmicek yıllay sonrada karşılaşsak ben aynı kişiyi bulacagımdan eminim......Güseliklerinle kal DORA......
  5. CHP kurultay yapacak... Deniyor ki: "Baykal ne derse, delegeler onu yapacak, böyle demokrasi olur mu?" * Kardeşim! Tayyip Erdoğan "Adaydır kardeşim!" diye kestirip atmasa, Çankaya’ya çıkabilir miydi Abdullah Gül? Cumhurbaşkanlığı makamı bile iki dudağın arasındayken, bakanlar bakan olduklarını, hangi bakan olduklarını televizyondan öğreniyorken, hangi delege iradesinden bahsediyorsunuz siz? Bakın, geçenlerde üniversitede hadise çıktı, Devlet Bahçeli’nin kafası bozuldu, cart diye Antalya Teşkilatı’nı kapattı... Hani delege? * 365 gün 24 saat demokrasinin faziletlerinden bahseden partilerimizde, demokrasi memokrasi hikáyedir. * Şimdi sıkı durun... * Türkiye’de demokrasi "sadece" Anayasa Mahkemesi’nde, Yargıtay’da ve Danıştay’da vardır. Seçimle gelir. Geldiği gün, gideceği gün bellidir. Mesela, vadesi doldu, Danıştay Başkanı 20 gün sonra gidiyor... Danıştay üyelerini ayarlayıp, ’’sevdim bu koltuğu, iki sene daha oturayım’’ diyebilir mi? * Asker desen... Oturduğu gün, kalkacağı gün belli. Kazık çakmak yok! * Aslına bakarsınız, siyasilerin hukuktan hoşlanmama sebebi bu... Çünkü, demokrasiye inanan, uygulayan, dolayısıyla demokrasiyi kollayan bi hukuk var. Ve sanırım o yüzden, onca darbeye, höt zöte rağmen, milletin kendi seçtiği vekillerine güvenme oranı yüzde 10’larda sürünürken, askere güveni yüzde 90. * CHP’ye dönersek... Benzeme başkalarına. "Gelmek"ten ibaret değildir demokrasi. "Gitme"yi bilmektir asıl. Yılmaz ÖZDİL/Hürriyet
  6. LİSE yıllarından bu yana ilk kez "takım tutmak" geçti içimden. Muhterem karıma haber verdim: "İşte tutuyorum..." O "Lütfen yapma..." dedi: "Sen duygusalsın, top kenara kaçtı diye aşağı kapanıp keman çalmanı istemem... Ayrıca futboldan anlamıyorsun, durmadan kuzen Atilla’yı arayıp ’Şimdi ne oldu?’ demen hoş olmaz..." * Takım tutmaya karar vermemin sebebi, ilk kez bir futbol camiasına sempati duymam: Galatasaray’a... Fethullahçı Hakan Şükür, dini-imanı futbol ile karıştırıp dinci gazetelere "Kutlu Doğum Haftası vesilesi ile derbi maçının önemi" üzerine demeçler verince, kulübün bilinçli-aklı başında taraftarları tepkilerini yüreklice gösterdiler. Bilgisayarıma gelen genel mesaj ise şöyle: "Galatasaray, Fethullah’ın tarikat evi değil. Laikliğin ve Atatürkçülüğün kalesini yıktırmayız. Atatürk’ü Galatasaray Lisesi’ne geldiğine pişman etmeyiz..." * Türkiye’nin birçok sanatçısı, gazetecisi, işadamı, edebiyatçısı, tarihçisi, akademisyeni dincilerin eteğine yapışmışken... Muhalefet yapan siyaset önderleri dahi eleştirdikleri sofralara koşup otururken... Galatasaray camiasının taraftar duygusallığını bile aşıp kendi futbolcularına tavır alarak Atatürk’e sahip çıkmaları, önce onları yüceltti gözümüzde. Önemli olan; "din-iman" diyen, ama işine geldiğinde "gavur" takımlarının üniformasını giymekte bir sakınca görmeyen... Ya da 270 milyon maaşlı yoksul insanlar kazançlarının yarısını vergi olarak verirken, vergisiz trilyonları cebine indiren bir futbolcunun lafları değil... Önemli olan; Galatasaraylıların kendi futbolcuları olsa dahi, önce laikliğe ve çağdaşlığa sahip çıkmaları. * Yoksa o tarikatçı futbolcuya anlatamazsınız zaten; Müslüman ülkeler içinde, dünya yeşil sahalarında top koşturanın niye sadece Türkiye olduğunu... Ve o futbolcuların, Mustafa Kemal’in kurduğu modern Türkiye’nin yeşil sahalarında yetiştiğini... Ama Galatasaray’ın aklı başında önderleri tüm Türkiye’ye bir şey anlatıyorlar: Önce laik, çağdaş, aydınlık Türkiye... O yoksa... Kimse yok. Bekir ÇOŞKUN/Hürriyet
  7. 1 Mayıs Şehitlerimiz ......................... Yolumuzu açtılar taşınacak bir bayrak, sorulacak bir hesap bıraktılar 1 Mayıs kavgası, dünyada da ülkemizde de zorlu olageldi. Gün geldi, kanımızın döküldüğü, gün geldi zaferlerimizi kutladığımız bir gün oldu. Ezilenlere birlik olmanın, proletaryaya sınıfının bilincini taşıyan bir gündü sonuçta ve böyle olduğu için de hep engellemeye çalıştılar. Gün oldu yasaklarla, gün oldu katliamlarla engellemeye çalıştılar. İşte bu sayfada adı olanları bu saldırılarda şehit verdik. Onlar, kavganın içinde, proleteryanın en özel gününde, kızıl bayrakların en çok yakıştığı bir kavga gününde şehit düştüler. * 1 Mayıs'taki ilk şehitlerimizi 1 Mayıs 1977'de İstanbul Taksim'de verdik. Kontrgerillanın kurşunları aldı onları aramızdan. 35 şehit verdik o gün Taksim Meydanı'nda ve o gün 1 Mayıs Alanı oldu orası. İşte 1 Mayıs Alanı'nı 1 Mayıs Alanı yapan şehitlerimiz: Ali Sidal, Kadir Balcı, Hasan Yıldırım, Hikmet Özkürkçü, Ramazan Sarı, M. Elmas, Mültezim Oltulu, Mahmut Atilla Özbelen, Ömer Narhan, Bayram Çıtak, Kahraman Alsancak, Aleksandros Konteas, Meral Cebren, Kadriye Duman, Leyla Altıparmak, Ahmet Gözükara, Ercüment Gürkut, Garabet Ayhan, Sibel Açıkalan, Nazan Ünaldı, Hatice Altun, Ali Yeşilgül, Niyazi Darı, Mehmet Ali Genç, Hacer İpek Saman, Bayram Sürücü, Hüseyin Kırkın, Nazmi Arı, Jale Yeşilnil, Kenan Çatak, Rasim Elmas, Diran Nigiz, Hamdi Toka, Ziya Baki, Bayram Eyi... Farklı mesleklerden, her milliyetten emekçiler vardı aralarında. Birlikte halktılar. * Cunta yıllarının ardından 1 Mayıs'ı yasaklayanlara karşı mücadelenin her biçimini, tüm araçları kullanarak mücadeleye giriştik. Öztürk ACARİ ve Salih KUL zor yıllarda mücadeleyi sürdüren iki Devrimci Sol militanıydılar. 1 Mayıs 1988'in hazırlıkları içindeyken 30 Nisan'da, İstanbul Okmeydanı'nda katledildiler. Öztürk ve Salih, onlar da 1 Mayıs eylemine hazırlanıyorlardı. 1 Mayıs'ı yasaklayanlara söyleyecek sözleri vardı. İstanbul Okmeydanı Gürsel Mahallesi'nde kaldıkları evde kuşatıldılar. Teslim olmayı reddetti Öztürk ve Salih, ertesi gün 1 Mayıs alanına onların direniş ruhu taşındı... * Yıl 1989'du. Binlerdik Taksim önünde. Bir işçiydi Mehmet Akif DALCI. Binlerden biriydi. Öfkesini, sınıf bilincini kuşanıp gelmişti 1 Mayıs Alanı'na. Çatışmada en öndeydi. Kortej Kasımpaşa'ya yöneldiğinde elinde taşları savaşıyordu Mehmet. İşte tam o anda, elindeki taşı fırlatmaya hazırlanırken vuruldu. 4 Mayıs günü yaklaşık 5 bin kişi katıldı cenazesine. 1 Mayıs'ta savaşandı Mehmet, kavgayı öğretendi... * U. Yaşar KILIÇ ve Şengül YILDIRAN, İYÖ-DER'li iki devrimci öğrenciydiler. Ertesi gün 1 Mayıs'ta taşıyacakları pankartı yazarken, 30 Nisan'da İstanbul Moda'da kaldıkları evde katledildiklerinde, 1993 1 Mayıs'ının arifesiydi. Uğur, İ.Ü.Veteriner Fakültesi öğrencisiydi. 1992-1993 öğretim yılında katıldı mücadeleye. Kısa sürede İYÖ-DER yöneticilerinden biri oldu. 30 Nisan'da infazdan 6-7 saat önce Belediye-İş Sendikası Beyoğlu Şubesi'ndeki işçi temsilcileriyle yapılan 1 Mayıs konulu toplantıda gençliği temsil etti. 6-7 saat sonra "terörist" denilerek katledildi. * Şengül, örgütlü mücadele ile '89-90 yılında İ.Ü.'de tanıştı. Dev-Genç çalışmaları içinde yer aldı. Onları katlederek gençliği yıldırmayı hedefledi düşman. Ertesi gün 1 Mayıs'ta yoldaşları, "Uğurları Şengülleri Tüketemezsiniz" pankartıyla yürüdüler. * 1990'larda 1 Mayıs yasaklarını kırmış, alanları kazanmıştık. Hızla kitleselleşiyordu 1 Mayıslar. Devrim, devrimci hareket kitleselleşiyordu. 1996 1 Mayıs'ında işte bunun için kurşunlar yağdırdılar üzerimize. Gecekondular, İstanbul'un dört bir yanından Kadıköy'e akmıştı o gün. Onbinler toplanmıştı. Yüzbini aşkın emekçinin yürüyüşü başlayacakken saldırdı katiller. Toplanma yerlerinden biri olan Hasanpaşa'da polisin kitlenin üzerine açtığı ateş sonucunda Dursun ODABAŞ ve Hasan ALBAYRAK şehit düştü. Buna rağmen sürdü yürüyüş, buna rağmen kutlandı 1 Mayıs. Ateş altında! Mitingin dağılışında yeniden saldırdı düşman. Kurtuluş okuru Yalçın LEVENT şehit düştü bu saldırıda da. Onlarca kişi gözaltına alındı sonrasında. Onlardan biri olan Akın RENÇBER, kısa süre sonra gördüğü işkenceler sonucunda şehit düştü ve 1996 1 Mayıs şehitlerinin sayısı dört oldu. * Başta dediğimiz gibi; Yolumuzu açtılar. Taşınacak bir bayrak, sorulacak bir hesap bıraktılar. Açtıkları yoldan yürüyeceğiz. Devrettikleri bayrağı taşıyacak, bıraktıkları hesabı soracağız! Kaynak:Yürüyüş
  8. 23 Nisan’da SSGSS hediyesi Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortaları (SSGSS) yasası ile geleceğimiz daha güvensiz hale geldi. 30 Nisan’da yürürlüğe girecek yasa ile “çocuklarınızı 30 Nisan’a kadar sigortalı yaptırın” çağrısı yapan uzmanlar birçok hakkın kaybının yanı sıra emeklilik yaşının 65’e çıkmasıyla 23 Nisan’da bayram yapan çocukların geleceklerinin pek de güvenli olmayacağı uyarısında bulunuyor. Sosyal güvenlik uzmanı Ali Tezel “Bu reformla yeni hiçbir hak gelmiyor, birçok hakkımızı da kaybediyoruz. Çocuklarımızı da feda ediyoruz” dedi. Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de çocuk işçiler köle gibi çalıştırılıyor. Araştırmalara göre çocuk işçilerin yüzde 62’si 14 saat çalışmak zorunda kalırken, yüzde 79’u yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İstanbul Barosu Çocuk Hakları merkezi, tekstil, otosanayi, ayakkabı ve metal sektöründe çalışan 195 çocuk işçiyle, 2008 yılında yaptığı anketin sonuçlarını açıkladı. Baro’nun Orhan Apaydın salonunda, çocuk işçiler çalışma grubu sorumlusu Avukat Seyhan Akşen Paksoy tarafından açıklanan anketin sonuçlarına göre, Türkiye’de çalışan çocuk işçiler köle gibi çalıştırılıyor ve çocukluk hakları ellerinden alınıyor. Uzmanlar küreselleşme ve göçlerle Avrupa’nın da bu problemle karşı karşıya kaldığını belirtti. OZAN BİLİR
  9. Halkta 30 Nisan tedirginliği Halkın yüzde 90'ından fazlasının emeklilik hakkının da içinde bulunduğu sosyal güvenlik ve sağlık hakkını gasp edecek olan ve bu nedenle yoğun eleştirilere sahne olsa da geçtiğimiz günlerde Meclis'ten geçirilerek yasalaşan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) kapsamında bulunan "65 yaşta emeklilik" düzenlemesi 30 Nisan’da yürürlüğe girecek. 30 Nisan’dan önce sigortalı olan çocuklar, gençler ve çalışanlar eski kanuna, yani kadınlarda 58 erkeklerde 60 yaşa göre emekli olacak. 30 Nisan’dan sonra sigortalı olanlar ise 65 yaşa tabi tutulacak. ‘O KADAR YAŞAYAMIYORUZ Kİ’ Uzmanlar, 30 Nisan'a kadar herkesin sigortalı olması konusunda çağrısını yinelerken, konuyla ilgili olarak görüşlerini aldığımız vatandaşlar ise yeni düzenlemeye tepki göstererek, 'ortalama yaşam süresinden daha geç bir emekliliğin' hiçbir şey ifade etmediğini bildirdi. Temel bir vatandaşlık hakkı olan sağlığın kendileri için son zamanlarda "yük" haline geldiğine dikkat çeken vatandaş, yeni Sosyal Güvenlik Yasası karşısında ne yapacaklarını bilemediğini söyledi. Necip Karaduman (42, kamu çalışanı): Emeklilikte 65 yaş çok, Türkiye'de insan en fazla 70 yaşına kadar yaşıyor zaten. Sağlıkta ise özel hastanelere karşıyım. Hem benden para talep edecekler hem de devletten para talep edecekler. Bu, devleti sömürmekten başka bir şey değil. Murat Ayaz (33, garson) : SSGSS yasa tasarısı hakkında aslında Türkiye'de kamuoyunun tepkisi belli, herkes buna karşı. Bizim sigortamız var ama çocuklarımızın malesef. Bu yasaya karşı birkaç sendikanın tepkisi ile yasada biraz geri adım atıldı. Sendikalar zaten bizi temsil ediyor. Şu anda herkes ekmek derdine düşmüş eylemi düşünecek fazla vaktimiz olmuyor. Naim Elitok (33, garson): Ben vergisini ödeyen, işimi yapan bir insanım. Devlete karşı hiçbir şeyim olmamış ama devlet bana bunun karşılığında mezarda para ödemeye başlıyacak. Ben o yaşa kadar zaten kendime bakabilsem sigorta yaptırmam, emekli olmam. Bu nasıl iş? Nasıl devlet? Nasıl yasa? Nasıl kanun? Sağlık konusunda ise, benim annem şu an hastanede kalp hastası, SSK önden ödemeyi yapmıyor. SSK benim işimi yapmadıktan sonra ne anladım ben işten. Devletin bana yardımcı olması gerekirken beni çamurun içine atıyor. Bana git hırsızlık yap, git dolandırıcılık yap diyor. Bu yasalarla bana bunları yap diyor. Ben aile geçindiriyorum 500 YTL ile ne yapayım. Bu yasa bana değil zengine parası olanların çıkarına yarıyor. Refiye Tosun (57, ev hanımı) : SSGSS yasa tasarısına karşıyım, özellikle de sağlık konusunda. Benim eşim 6 sene önce özel hastanede ameliyat oldu. Şimdi aynı hastaneye kontrole bile gidemiyor. Ben emekliyim ama çocuklarım olamayacak. Böyle giderse herkes mezarda emekli olacak. Yasaya karşı eylemlere gidiyorum ama herkesin bu konuda duyarlı olması gerekir. Belirli bir kesim ile ses çıkarsak da sonuç alamıyoruz nedense. Hilmi Karaman (32, işletmeci) : Böyle bir yasa tasarısı hayata geçerse mezara yakın bir emeklilik olur. Sanırım hükümet uzun vadede sigorta olayını kardımayı planlıyor. Bana mantıklı gelimiyor. Türkiye'deki yaş ortalamasını ve avrupa standartlarını göz önüne almak gerekir. Bana göre emeklilik yaşının yukarı çekilmesi adil birşey değil. Bugün Meclis'te olanlar yarın Meclis'ten çıkıp emekli olmayacak mı diye düşünüyorum ama onlar kendilerini garanti altına almışlardır. Ömür Aker (19, öğrenci) : Zaten ülkede her şey kötü durumda, dur demek lazım buna ama ne kadar yeterli bilmiyorum. Sağlıkta özellikle çok etkileneceğiz. Ailemizde kalıtsal olarak sağlık problemlerimiz var. Babam astım olduğundan dolayı ilaçları oldukça pahalı. Bunun üzerine bu yasa geçerse bizim için çok kötü olucak. Büşra Sağcak (20, öğrenci) : Ben açıkçası Türkiye'de kalmak istemiyorum. Şu an Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde okuduğumdan Türkiye'de bana iş imkânı sağlamıyor. Ama yasa geçerse birçok kişi etkileneceği için tabii ki karşıyım. * * * SSGSS yasası, kayıt dışı istihdamı körüklüyor Gazİ Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükrü Kızılot, yeni sosyal güvenlik yasasının kayıt dışılığı, kayıt dışılığın da işsizliği körüklediğini ifade etti. Prof. Dr. Şükrü Kızılot, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünce, düzenlenen ''Türkiye'de Kayıt Dışı Ekonominin Boyutları ve Vergi Uygulamaları'' konulu panele katıldı. Konuşmasında, Türkiye ekonomisindeki sorunların görüldüğünden daha ciddi olduğunu savunan Kızılot, şunları kaydetti: ''Yeni Sosyal Güvenlik Yasası kayıt dışı istihdamı körüklüyor. Yeni yasaya göre 18 yaşında sigortalanan biri 20 yıl sonra 38 yaşında emekli oluyor. Ama 65 yaşına kadar beklemek zorunda. Yani devlet 'sen git 27 yıl kaçak çalış' diyor. Kayıt dışılığın bugün Türkiye'deki oranı yüzde 50 civarında.'' ALİ CEMAL KARABUDAK - BESİM SADIKAY
  10. Kadın Devlet Başkanı Michelle Bachelet’nin ülkesi Şili’de kadınlar ayağa kalktı. Ülkede, riskli ilişki sonrasında kullanılan ‘ertesi gün’ doğumkontrol haplarının satışının yasaklanması tepkilere neden oldu. Ulusal basında çıkan bilgilere göre, önceki gün çoğu kadın yaklaşık 10 bin kişi sokağa dökülerek yasağı protesto etti. Hükümet ise yüksek fiyatlı hapların kadınlar arasında ayrımcılığa neden olduğunu savunuyor. Başkent Santiago’da hükümetin doğumkontrol ilacı dağıtımını yasaklayan kararına kadınlar tepki gösterdi ve hükümetin, riskli ilişkisi sonrası gebeliği önlemek için kullanılan hapların dağıtımını yasaklamasını protesto etti. Göstericiler, “Karar verme özgürlüğü istiyoruz” sloganları attı. Göstericiler ayrıca hükümetin kararının kadın haklarına aykırı olduğunu savundu. Bazı göstericiler de hükümetin bu yasağını anlamsız buldu: “Dünyada bu hapların satışını yasaklayan sadece üç ülke var. Mahkemenin niçin kadınların doğum haklarına müdahale ettiğini bir türlü anlayamıyorum.” Göstericilerden bir diğeri olan Sosyalist Parti Kongre Üyesi Coan Pablo da, “Ben bunun insan zekasına ihanet olduğunu düşünüyorum. Eğer paranız varsa ve özel doktora gitme olanağınız varsa doğumkontrol haplarını eczaneden satın alabilirsiniz. Ancak yoksulsanız ve devlet hastanesine gidiyorsanız bu haplara ulaşamazsınız” dedi. Şili hükümeti ise mahkeme kararıyla yürürlüğe giren yasağı savunuyor. Hükümete göre, bu hapların satışı yoksul kadınlara ayrımcılık yapılmasına neden oluyor. Ülkede, paketinde iki hap bulunan ilacın kutusu 25 dolar’a (yaklaşık 34 YTL) satılıyor. Bu da maddi durumu yerinde olmayan ailelerin ilacı satın alamamasını beraberinde getiriyor. Birgün gazetesi....
  11. 61. festivalin ‘Compétition officielle-Resmi Yarışma’ jürisinin başkanlığını Amerikalı muhalif oyuncu ve yönetmen Sean Penn’in yapacağı, ocak ayının ilk günlerinde açıklanmıştı. Penn’e bu görevinde eşlik edecek diğer jüri üyeleri İtalyalı oyuncu, yönetmen, senaryo yazarı Sergio Castellito, İsrail kökenli Amerikalı oyuncu Nathalie Portman, Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron, Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul, Almanyalı oyuncu Alexandra Maria Lara ve Fransız yönetmen Rachid Bouchareb’den oluşuyor. Öte yandan festivalin ikinci en önemli resmi bölümü olan ‘Un Certain Regard-Belli Bir Bakış’ta yarışan filmleri bu yıl Fatih Akın başkanlığındaki jüri seçecek. Akın’ın jürisinin kimlerden oluşacağı henüz açıklanmadı. Cannes’da resmi yarışma tam dört ayrı seçkiden oluşuyor. İlk ikisi, yani ‘resmi yarışma’ ve ‘Belli Bir Bakış’, uzun metrajlı filmlerin gösterildiği bölümler. Diğer ikisi ise kısa metrajlı filmlere ayrılmış. Önce dünyanın dört bir yanındaki sinema okullarından kısa filmlerin yarıştığı Cinéfondation, ardından da Kısa Metraj Resmi Yarışması var. Seçici kurul bu yıl yarışmaya alınacak uzun ve kısa metrajlı filmleri belirlemek için toplam 107 ülkeden 4025 film izlemiş. Toplam izlenen 1792 uzun film 96 farklı ülke sinemasının örneklerinden oluşurken, 80 ülkeden de 2233 kısa film elemeden geçmiş. Sonuçta aralarında 8 tanesi birer ilk film olan 54 uzun metraj ve 26 kısa metrajlı eser yarışmaya değer görülmüş. Yöneticiler festivalde tüm resmi seçkiyi izlemenin zorluğunu anlayarak bu yıl toplam yarışma filmi sayısını azaltmaya karar vermişler. Bu sene 100 yaşını dolduran dünya sinemasının hâlâ film çekmeye devam eden ‘duayeni’ Portekizli yönetmen Manoel de Oliveira’nın sessiz film döneminde yaptığı ilk filmi 19 Mayıs’ta özel seansta gösterilecek. Yarışmalara ilkesel olarak katılmayan Woody Allen, her zaman olduğu gibi yarışma dışı bir filmle Cannes’da. Büyük usta İngiltere’de art arda çektiği üç filmden sonra Avrupa turunu sürdürüyor. Festivalde sunacağı eser adından da belli olacağı üzere İspanya’da geçiyor: Barselona. MAYIS 68’E SAYGI Bu sene malum ‘68 Mayısı’nın 40. yıldönümü. Kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse, 10 Mayıs 1968 tarihinde açılan festival, 13 Mayıs’tan itibaren öğrencilerin istilasına uğramıştı. 18 Mayıs günü, İspanyol yönetmen Carlos Saura’nın ‘Peppermint Frappé’ filminin gösterimi başlamak üzereyken, François Truffaut ve Jean-Luc Goddard’ın öncülüğündeki Fransız Yeni Dalga akımı yönetmenleri ‘ülkedeki toplumsal hareketlerle dayanışma’ adına sahneye fırlayıp, perdelere asılmışlardı. 19 Mayıs’ta ise Festivalin iptal edilerek sonladırıldığı açıklanıyordu. André Chamson başkanlığındaki jüri, ödüllerini hiçbir zaman veremeyecekti. Festival yönetimi bu yıldönümüne saygı olarak ‘Cannes Classic’ kapsamında 68’de iptal edilen bazı filmleri yeniden göstermeye karar vermiş. “Mayıs 68’den Festival 08’e” adlı bu bölüm, Saura’nın Peppermint Frappé’siyle açılacak. Bu bölümde ayrıca Dominique Delouche’un 24 heures de la vie d’une femme (Bir kadının yaşamında 24 saat), Peter Collinson’un The Long Day’s Dying (Uzun Günün Ölümü), Alain Resnais’nin Je t’aime, je t’aime (Seni seviyorum, seni seviyorum), Alexandre Zarkhi’nin Anna Karenina, ve Claude Lelouch’unTreize jours en France (Fransa’da on üç gün (adlı eserleri yer alacak. Yarışacak filmler • Üç Maymun, Nuri Bilge Ceylan • Le Silence de Lorna/Lorna’nın Sessizliği, Jean-Pierre et Luc Dardenne • Un conte de Noël/Bir Noel Masalı, Arnaud Desplechin • Changeling, Clint Eastwood • Adoration/Tapınma, Atom Egoyan • Waltz with Bashir/Bashir ile Vals, Ari Folman • La frontière de l'aube/Şafağın Sınırı, Philippe Garrel • Gomorra, Matteo Garrone • Synecdoche, New York, Charlie Kaufman • My Magic/Benim Büyüm, Eric Khoo • La Mujer sin Cabeza-Başsız Kadın, Lucrecia Martel • Serbis, Brillante Mendoza • Delta, Kornel Mundruczo • Linha de Passe, Walter Salles • Il Divo, Paolo Sorrentino • Leonera, Pablo Trapero • The Palermo Shooting/Palermo Çatışması, Wim Wenders • 24 City/24 Kent, Jia Zhangke Not: Gelecek günlerde bu seçkiye bir üçüncü Fransa filmi eklenecek. DEFNE GÜRSOY PARİS
  12. İstanbul Avcılar’da Kaymakamlığın düzenlediği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı töreninde Kaymakam, Belediye Başkanı ve Garnizon komutanının huzurunda şarkı söylemesi için getirilen, yaşları 8 ile 12 arasında değişen çocuklara ilk söyletilen marş tüyleri diken diken etti. Çünkü marş; oyun yaşındaki çocukların aylaklık yapmayı bırakarak, erkek çocuklarının Fatih Sultan Mehmet gibi olmalarını, kız çocuklarının ise derhal Fatihler doğurmaya başlamasını emreden, ‘Fetih Marşı’ydı. BUGÜN 23 NİSAN KAHROLUYOR İNSAN Başbakan ağzından söylemleriyle kadına ‘evinin kölesi’ misyonunu biçen AKP İktidarı, bu zihniyetini dünya devletleri arasında çocuklara armağan edilmiş tek bayram olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda da ilkokul çağındaki kız çocuklarına ‘Fatihler doğuracak yaştasın’ vecizesini söyleyerek gösterdi. Avcılar'da Kaymakamlık Makamının organize ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla yapılan çelenk koyma töreninde ilkokul çocuklarından oluşturulan koro, şarkılarına ‘Fetih Marşı’yla başladı. Avcılar İlçe Kaymakamı Hasan Duruer, Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci’nin yanı sıra garnizon komutanı, siyasi parti, dernek,vakıf vb. kurum temsilcilerinin de katıldığı törende çelenk koyulmasının ardından çocuklar marşı okumaya başladı. HAYDİ KIZLAR DOĞUMA Törende hazır bulunan yetkililer, yaşları 8 ile 12 arasında değişen Denizköşkü İlköğretim Okulu çocuk korosunun söylediği, ‘Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın’ gibi sözleriyle savaş ve monarşiyi öven marşı keyifle dinlediler. Sağduyulu öğretmenler ise milliyetçi çizgisiyle tanınan Adana ve Eskişehir milletvekilliği yapmış Arif Nihat Asya’nın bestekarı olduğu ‘Fetih Marşı’ okutulan çocukların ağzından, ‘Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın’ sözleri duymaktan ötürü çok üzüldüklerini belirttiler. ‘AVCILARIN MAKAMLARI FETHULLAHÇI’ Eğitim- Sen İstanbul 7 No’lu Şube Başkanı Azim Şamiloğlu, yaşananların gerici zihniyetin yansımaları olduğu tespitini yaptı. 300 yıl öncesinin mantığını bugün yaşatılmaya çalışılmasının ve gerici kadroların makamları kapışmasının böyle sonuçlar doğurmasının beklendik bir durum olduğunu söyleyen Şamiloğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Avcılar Milli Eğitim Bakanlığı ve Kaymakamlığı’nın Fettullah Gülen taraftarı oldukları ve alenen beyin yıkamaya çalıştığına dair sürekli duyumlar alıyoruz. Tepkimizi göstereceğiz.” ‘BU CEMAAT ÇOCUKLARI SÜRÜKLÜYOR’ Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer ise yaşanan olayın pedegojik olarak da sansasyonel olduğuna değinerek, “Çocukları bu gerici zihniyetten uzak tutmak zorundayız. Üstteki makamlar bu tip olaylara göz yumuyor ve belli cemaatin mensupları, eğitimin tüm kadrosuna üşüşüyor. Bu da bizim mücadelemizin haklılığını ispatlıyor” dedi. Marştan bir alıntı: Bu kitaplar Fatih'tir; Selim'dir; Süleyman'dır Şu mihrap Sinanüddin; şu minare Sinan'dır Haydi artık uyuyan destanım uyandır. Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın? Kızım sen de Fatih'ler doğuracak yaştasın. Delikanlım, işaret aldığın gün atandan, Yürüyeceksin; Millet yürüyecek arkandan Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan'dan. Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın; Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın... Arif Nihat Asya ONURKAN AVCI
  13. Faşizmin bir gün kapımızı çalmasını beklemeden, güçlerimizi birleştirmeli ve Hitler'in ülkemizdeki uzantısı faşist düzenin, sivil faşistler ve her türlü gericiliğin egemenliğine karşı mücadele etmeliyiz. Bir dönemdir devrimci öğrencilere yönelik sivil faşistler ve gerici kesimler tarafından sürdürülen saldırılar, Akdeniz Üniversitesi'nde yaşanan son örnekle birlikte daha fazla gündeme geldi. Fakat, bu saldırıların burjuva basın yayın organlarında gerek haber yapılış ve gerekse de yorumlanış tarzı, gerçekleri çarpıtan bir içerikte oldu. Çarpıtma noktalarından birisi, olayların "sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında çatışma" yüzeyselliğinde yansıtılması idi. Kuşkusuz, görünürde çatışmanın bir tarafında faşistler, diğer tarafında devrimci demokrat öğrencilerin olması yanıyla sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında bir çatışma olduğu da söylenebilir. Fakat, bu tanım "çatışmanın neden çıktığını", "kimin hangi amaçlar ve kimlerin yönlendirmesi ile saldırdığını" gizlemektedir. Oysa, gerçeklerin ortaya çıkarılması, yaşananların tam olarak kavranabilmesi için bunun üzerinde durulması gerekir. Çarpıtma noktalarından birisi de, çatışmanın muhtevası idi. Yaşanan, faşistlerin okullarda devrimci-demokrat öğrencileri sindirerek egemenlik kurma saldırısıdır. Ve bunun karşısında devrimci-demokrat öğrenciler direnmektedir. Fakat, faşizmin ve gericiliğin egemenlik kurma çabası, yaratacağı sonuçlar açısından salt orada bulunan devrimci demokrat öğrencileri ilgilendiren değil, tüm öğrenci gençliği ve daha geniş açıdan bakarsak, tüm halkımızı ilgilendiren bir sorundur. Her iki açıdan saldırıların kavranması, halk olarak faşizme ve gericiliğe karşı vereceğimiz mücadelemiz açısından önemlidir. Bu noktaların kavranması, birincisi, faşizme ve gericiliğe karşı mücadelenin, faşist düzene karşı mücadeleden koparılamayacağı gerçeğini, ikincisi ise, bu mücadelenin, tüm gençliğin ve tüm halkın ortak mücadelesi olduğunu gösterir. Sivil Faşist Hareket, Faşist Devletin Bir Parçasıdır Ülkemizde sivil faşist ve gerici saldırılar ilk kez yaşanmamaktadır. Yakın tarihimizde, sivil faşistlerin devrimci-demokrat kesimlere ve Kürtler'e yönelik linç saldırılarını yaşadık, ırkçılık zemininde, aydınları, diğer inançlardan halkları katlettiklerini gördük. Biraz daha geçmişe gittiğimizde, aynı kesimlerin, Madımaklar'da, Maraş, Sivas, Çorum'da Alevi aydınları ve halkı hedef aldığını, 16 Martlar'da, "kanlı pazar"larda ve onlarca örnekte devrimci-demokrat öğrencilere saldırdığını gördük. Ve tüm bu saldırılar, oligarşik düzen tarafından birkaç gericinin, faşistin ya da bağlı oldukları hareketin, partilerin işi olarak gösterilmek istendi. Oysa, hiçbir zaman sivil faşist hareketin örgütlenmesi, halkın üzerine salınması bu ifadelerdeki yüzeysellikte olmamıştır. Sivil faşist hareket ve ülkemizdeki gericilik, her zaman faşist düzenin, kapitalist sömürü mekanizmasının bir parçası olmuştur. Anlattığımız örneklerden de görüleceği gibi, siyasal arenada düzenin bir parçası olarak yer almıştır. Gerek örgütlenmeleri, gerekse de saldırıları, her dönem oligarşinin politikalarına paralel olarak şekillenmiştir. Oligarşi nereye, kimlere, nasıl yönelecekse, sivil faşist harekete o çerçevede görevler verilmiştir. Bugün de aynısı geçerlidir. Linç saldırılarında da, üniversitelerdeki saldırılarda da devletin kullandığı asıl güç faşist hareket ve gericiliktir. Saldırıların düzenin saldırısı olduğu öyle açıktır ki, Akdeniz Üniversitesi'ndeki faşist saldırı sonrasında, polis ve mahkemeler de saldırıyı sürdürdüler. Kameralara görüntüleri takılan faşistleri gözaltına alıp tutuklamak zorunda kalan düzen, bu zemini fırsat olarak değerlendirip asıl olarak yine devrimci-demokrat öğrencilere yöneldi. Saldıran, silah, satır, bıçak kullanan faşistlerdi, fakat tek suçu faşist ve gerici saldırılar karşısında sinmeyerek, mücadele etmek olan devrimci demokrat öğrenciler gözaltına alınarak tutuklandı. Çünkü, oligarşik düzenin çıkarı, devrimci demokrat öğrencilerin üniversitelerden ve yurtlardan uzaklaştırılmasında, buralarda faşizmin ve gericiliğin (başka açıdan söylersek; şovenizmin ve dinciliğin) egemenliğinin kurulmasındadır. Ki bu politika, soruşturmalar, okuldan atmalarla üniversite yönetimleri tarafından geçmişten günümüze sürdürülüyor. Bu nedenlerledir ki, sivil faşist harekete ve gericiliğe karşı mücadelemiz, oligarşik düzene karşı mücadeledir, tersinden düzene karşı mücadele de, faşizme ve gericiliğe karşı mücadeledir. Sömürü düzenlerinin olmadığı yerde, faşizm ve gericilik de olmayacaktır. Saldırıların Hedefinde Tüm Gençlik Vardır Düzenin, "sağa sola bulaşma, sen okulunu bitir" cümlesinde ifadesini bulan politikası, gençliğin önemli bir bölümünü etkilemiştir. Gerçekte ise, bu söylem, faşizm ve gericiliğin saldırıları karşısında, devrimci-demokrat öğrencileri yalnızlaştırmayı, kitleleri mücadelenin uzağında tutmayı amaçlar. Oysa, faşizm ve gericilik doğası gereği, sadece devrimcileri değil, tüm gençliği tehdit etmektedir. Çünkü, faşizm ve gericilik, ilerici düşüncelerin, hak ve özgürlüklerin düşmanıdır. Halkın her türlü ilerici demokratik örgütlenmesi ve hakları için mücadelesinin karşısındadır. Değişik inançlara, milliyetlere düşmandır, her türlü terörle halkın taleplerini baskı altına almak ister. Ülkemizdeki resmisi, siviliyle faşizmin ve gericiliğin, geçmişten günümüze yaptığı da budur. Örneğin, ülkemizde 12 Eylül öncesi yaşananlar, sivil faşist hareketin giderek tüm gençliği ve halkı hedef alacağının da önümüzdeki örnekleriyle doludur. Faşizm, işgali altındaki okullarda, salt devrimci demokrat öğrencileri değil, kendilerinin dışında kalan tüm öğrencileri tehdit etmekteydi. Ve, ancak devrimci demokrat öğrencilerin denetimi altına aldığı üniversitelerde öğrenci gençliğin can güvenliği olabiliyordu. Ve faşizmin gençliğe düşman yüzünü gösteren en iyi örneklerden birisi de 12 Eylül'ün kendisidir. 12 Eylül faşist cuntasının öncelikli hedeflerinden birisi gençlik olmuştur. Gençliğin teslim alınması için işkencehaneler, hapishaneler, sınırsız çalıştırılmıştır. Fakat, daha önemlisi, apolitik, faşizme, zulme, sömürüye, emperyalizme, işbirlikçiliğe, adaletsizliğe karşı çıkmayan, halkı düşünmeyen, bencil bir gençlik hedeflenmiştir. Bu faşizmin gençliğe yönelik en büyük saldırısıdır. Çünkü, bu doğrudan gençliğin beynini hedef alan bir saldırıdır. Yine Hitler dönemi Almanyası da bizlere faşizmin, tüm halkı hedef aldığını gösteren en belirgin tarihsel örneklerdendir. Alman halkının büyük bölümü, faşizmin ideolojik etkisi altında, dünya halklarına karşı düşmanlaştırılmış, böylesi bir ülke tablosu içinde, faşizme karşı olanların sesleri kısılmış, bilim, düşünce, üretim her şey emperyalist tekellerin ve faşizmin hizmetine sokulmuştur. İtaat eden, sorgulamayan, düşünmeyen bir gençlik yaratılmış, robotlar gibi, tekellerin çıkarları doğrultusunda dünya halklarına karşı savaştırılmıştır. Ve Hitler faşizmine ilişkin hep bir örnek anlatılır. Hitler faşizmi de, öncelikle komünistleri, devrimcileri hedef alır, örnekteki kişi gözünün önünde yaşanan bu olaylara karşı duyarsızdır, komünistlerden sonra sırada başkaları vardır ve en nihayetinde sıra, örneğimizdeki kişiye gelmiştir. Bir gün, Hitler faşizmi onun da kapısı çalar. Ve bu kişi kendisini sahiplenecek kimseyi bulamaz, çünkü artık müdahale edecek kimse kalmamıştır. Çıkarılması gereken sonuç şu olmalıdır; faşizmin bir gün kapımızı çalmasını beklemeden, henüz birlikte mücadele edebileceğimiz bir çoğunluğu oluşturuyor iken, güçlerimizi birleştirmeli ve Hitler'in ülkemizdeki uzantısı faşist düzenin, sivil faşistler ve her türlü gericiliğin egemenliğine karşı mücadele etmeliyiz. Saldırılara Karşı Mücadele, Tüm Gençliğin Omuzlarındaki Görevdir Bunların anlamı, faşizm ve gericiliğin tüm gençliğe de düşman olduğudur. Bu nedenlerledir ki, "sağa sola bulaşmadan okulu bitirme" düşüncesi, sadece üniversitelerin, yurtların bu kesimlere terk edilmesi anlamına gelmez, aynı zamanda tüm hak ve özgürlüklerden vazgeçmek anlamına da gelir. Gençliğin, bu politikaların etkisinden kendisini korumasının tek yolu, direnmek ve mücadele etmektir. Düzenin, "12 Eylül öncesine dönmek" sözleriyle ifade ettiği korkularından birisi de, faşizme karşı mücadele eden gençlikten duyduğu korkudur. 12 Eylül öncesinin anlamı, sivil ve resmi faşizmin saldırıları karşısında gençliğin apolitik bir tutum içinde olmamasıdır. Bu yanıyla, 12 Eylül öncesi halk ve gençlik olarak bizim değil, faşist düzenin korkusudur. Bizim yapmamız gereken ise, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, faşizme karşı mücadeleyi kitleselleştirmek, büyütmektir. 12 Eylül faşist cuntasının önemli oranda elimizden aldığı, duyarlı, politik, vatanını ve halkını seven gençliği yeniden yaratmaktır. Ki, düzen, bir yandan gençliği mücadelenin dışında tutmaya çalışırken, kendisi sürekli olarak egemenliğini pekiştirmeye çalışmakta, bu amaçla ihtiyaca göre çeşitli kesimleri kullanmakta ve değişik politikaları uygulamaya koymaktadır. Yani, oligarşi bir yandan gençliğe saldırılarını sürdürürken, diğer yandan saldırılar karşısında sessiz kalmasını, tepki göstermemesini öğütlemektedir. Gençlik, üniversitelerinde yaşanan faşist saldırılar, gerici örgütlenmeler karşısında izleyici konumda olmamalıdır. Mücadelenin dışında kalmak, kavgalara karışmamak bir erdem değildir, apolitiklik, duyarsızlık ve bencilliktir. Gençlik, düzenin kendisine yönelttiği apolitikleştirme saldırısına teslim olmamalı, faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadelenin tüm gençliğin ortak mücadelesi olduğu bilinciyle, devrimci-demokrat saflardaki yerini almalıdır. Kaynak:Yürüyüş
  14. 2 üye bugün doğum gününü kutluyor! mdk(26), benkim(2) ....nice yıllara.....
  15. Cehaletle deha arasındaki gerçek fark nedir biliyor musunuz? Dehanın sınırları var cehaletinse hiçbir sınırı yoktur. Whoopi Goldberg
  16. Uyku perisi
  17. Duygularımı................
  18. Tutsak! ! ! Nedir bu yaşadıklarım Çözmek istesem, çözülür mü? ki Anlamaya çalışsam imkân var mı? Neyim ben, kimim ya da? Sahibi miyim kendimin? Yoksa emanet mi aldım bedenimi? Teslim edebilecek miyim? Aldığım gibi Kim söyleyecek bana. Soru sorabilir miyim? Kırkımda kendim olabilir miyim? Tutsaklık mı? yaşadıklarım... Kendi hayatım mı? Tutsak. Neden ağlıyor gözlerim. Durdurmalıyım... Susmalı. Susmalı mı? Söz geçirmeliyim durmaları için Ama susmuyor yüreğim Durmuyor gözyaşlarım. Yaşamaksa eğer nedir bu? Ağlamalar nedensizlik mi? Nedenler anlamsızlık mı? Nedir? Özgürlük uzak mı? Uzaklarda özgürlük var mı? Gitmeli miyim? Gitmek o kadar kolay mı? ki... Bu olsa olsa firar... Özgürlüğe, yaşamaya, kurtuluşa. Kırkından sonra kendini bulmaya Bedeninin, ruhunun, beyninin sahibi olmaya Yüreğini anlamına göre yaşamaya tespihboncuğu İnsan olarak görülmenin mücadelesidir bu.. nü-ans
  19. Dünyanın her yerinde kadınlar çeşitli biçim ve boyutlarda şiddete maruz kalıyorlar. Koca dayağı; sokakta, işyerinde, evde, gözaltında, emperyalist savaşlarda şiddet, cinsel taciz ve tecavüz bize her gün, her saat erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü bir sistemde yaşadığımızı hatırlatıyor. Kimi ülkelerde "bakireliği koruma" adı altında çocuk yaşta kızlar zorla evlendiriliyor, kimi ülkelerde evlilik öncesi ilişkiye girmelerini engellemek için 7-8 yaşında sünnet ediliyor ve cinsel organları evlenince açmak üzere dikiliyor. Ülkemizde de yaygın olduğu gibi bir dizi ülkede erkeklere kayıtsız şartsız itaat etmeyen ve erkek egemen toplumun törelerine uymayan kadınlar namus ve töre cinayetlerine kurban gidiyor. Bunun basına yansıyan son örneği Naile Erdaş oldu. Van’ın Başkale ilçesinde yaşayan Naile, komşusunun tecavüzü sonrası hamile kaldı. Baş ağrısı şikayeti ile hastaneye kaldırılan Naile’nin 9 aylık hamile olduğu anlaşıldı. Ailesinin haberi olmadan doğum yaptırılan Naile ardından çıkarıldığı savcılık tarafından öldürülebileceği bilindiği halde ailesine teslim edildi. Nitekim ailenin namusunun kirlendiği gerekçesiyle abisi tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Erkek egemenliğinin bu en barbar yüzü olan töre ve namus cinayetleri, henüz 15 yaşında olan ve hiçbir suçu olmayan Naile’yi ve daha nice Naile’leri hayattan koparıp alıyor. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi’nin 1997-2006 yılları arası hazırladığı raporda, kadınlara yönelik devlet şiddetinin tüm hızıyla devam ettiğini, bu alanda özde hiçbir şeyin değişmediğini gözler önüne seriyor. Projenin yürütücülerinden Avukat Eren Keskin ve Fatma Karakaşın hazırladıkları raporda, cinsel şiddetin sistemli ve bilinçli bir işkence yöntemi olarak kullanıldığı belirtilirken, 1997 ile 2005 yılının sonlarına kadar toplam başvuru sayısı 221 iken 2006’nın Ekim ayına kadar, yani son 10 ay içerisinde bu sayı 236’ya çıkıyor. Siyasi nedenlerden dolayı işkenceye maruz kalan kadınların sayısı 206. Raporda cinsel işkence nedeniyle 8 kadının bebeğini kaybettiği, 7 kadının ise küçük çocuklarının gözleri önünde cinsel işkenceye maruz kaldığı belirtiliyor. Bu cinsel işkenceler sonucunda; 4 kadın hamile kalmış, 2 kadın uğradığı tecavüz sonrasında intihar etmiş ve 14 yaşında bir kadın ise maruz kaldığı tecavüz sonrası akrabaları tarafından "namus" adına katledilmiş. Raporda projeye başvuran kadınların uyrukları şöyle: 187’si Kürt, 41’i Türk, 4’ü Roman, 1’i Alman, 1’i Bulgar, 1’i Romen ve 1’i Avusturyalı............... nü-ans..............
  20. , Aile içi şiddet , kadına yönelik şiddet , töre cinayetleri kavramları 1980 sonrası dayağa karşı kampanyalar ve özellikle 1990 ların 2. yarısından itibaren yeni(neo)liberal feminist akım tarafından Türkiye Gündemine taşınmış, pozitif ayrımcılık vs. kavramlarla , mücadele kadın kimliği üzerinden, hatta cinsel tercih özgürlüğü kavramları ile birlikte ittifak halinde yürütülmeye başlanmıştır ..(emperyalist kurumlarla ittifakını ise aşağıda belirtiyorum) Sistemi sorgulamayan , emperyalizmin küresel saldırısına karşı ulusal mücadele vermeyen , salt kadın kimliği , kadına pozitif ayrımcılık , kadına seçilmede kota talebi adıyla yürütülen ve bu çalışmalarla , Cia -NED-NDI , Soros ve AB fonları sponsorluğu ile desteklenen bu kampanyalarla kadının insan hakları mücadelesi yürütülebilir mi? Meselenin sistem olduğu gözden çıkarılarak , kadın erkek birlikte emperyalizme ve sömürgecilğe karşı mücadeleyi, cinsiyet kimliğinde ayrıştırarak başarı sağlanabilir mi? Ortaçağ karanlığı feodal yapıyı göz ardı ederek, Ortaçağ kurumları tarikat ve cemaatleri göz ardı ederek, hatta bu tarikat ve cemaatlerin kadına dayattığı türbanı, kadının özgürlüğü olarak destekleyerek, Özelleştirme adıyla kapatılan fabrikalardan kadını eve gönderen yapıyı sorgulamadan , kadının sosyal ve ekonomik haklarını bitiren sisteme karşı mücadele etmeden salt kadın kimliğinde mücadele nereye kadar? kme faydası var kimin zararına??? Feodal ağalık düzeninde, Tarikat ve cemaatler baskısı altında daha zordur.. Sömürge toplumlar daha zordur. Kadın olmak.. İşgal altında kadın olmak en zorudur.. Kotaların , kadına pozitif ayrımcılığın, vs. vs nin hiç birinin hükmü yoktur, bu durumlarda... Sömürge Ruanda da pozitif ayrımcılıkla kadın meclisde %47 ile temsil edilmektedir. İşgal altında Afganistanda da öyle..ABD Afganistana girerken kadını özgürleştiriyor propagandaları yapılıyordu.. Afganistanda Kadın meclisde temsil ediliyor ama , hala burkalar içinde düşman çizmesi altında.. İşgal altında, işgalcinin ırzına tasalludu altında Irak ta kadının özgürleşmesinden bahsedilebilir mi? Irak'ın kuzeyinde , emperyalizmin Kuklası aşiret "devletinde" kadının özgürleşmesinden bahsedilebilir mi? Velhasıl, ÖNCE VATAN demeden , Tam Bağımsızlık demeden , Emperyalizme ve işbirlikçileri , emperyalizmin müttefikleri ağalık ve tarikat cemaat düzenine karşı çıkmadan, kadın -erkek topyekün mücadele etmeden, kadının hakları ve hukukundan bahsetmek , emperyalistlerin bize dar alanda kurduğu top çevirme oyunundan başka bir şey değildir. Kurtuluş savaşını kadın erkek birlikte yaptı .. Ve kadınlar bu emeğinin karşılığını , haklarını , hukukunu Cumhuriyet Devrimiyle , yani Kemalist Devrimle alnının teriyle kazandı.. Ancak Kemalist Devrim tamamlanamadığı , karşı devrim tarafından bastırıldığı , feodal ağalık sistemi , cemaat tarikat düzeni tasfiye edilemediği , hatta daha güçlü bir şekilde emperyalizm tarafından hortlatıldığı ve desteklendiği içindir ki, bugün kadın olmak bu denli zordur ülkemizde.. işgal altında Irak ta...Afganistanda Kadın olmak en zorudur. Bir şeye daha dikkat çekmek isterim , Batıda , ABD de , yani Afganistana , Ruandaya kadınlara özgürlük(!) götürdüğü söylenen ABD de, dakikada kaç kadın şiddete uğruyor , öldürülüyor? aile içi şiddete ve sokakta şiddete kaç kadın maruz kalıyor? Avrupanın gelişmiş ülkelerinde , öldürmeyle sonuçlanan kaç aile içi şiddet vakası var bunları biliyormusunuz? Ensest vakaları batıda neden doğal ve kabul edilir bulunuyor? tv. lerinde bu konuda filmler neden gösterilip, özendiriliyor? Kadın hakları konusunda çalışmalar yapan STK lar neden Cia nın NED projelerinden , Soros kaynaklarından , AB fonlarından parasal destek alıyor.(Mustafa Yıldırım -"Sivil Örümceğin Ağında " kitabında hangi kadın STK nerden kaç para aldı, hepsi var kitapta) Batı kendi toplumunda şiddete uğrayan kadınlarına göstermediği parasal desteği neden bizim kadınlarımıza gösteriyor. Batı bizim kadınlarımızı daha çok mu düşünüyor Batının ezberlettiklerinin dışına çıkma ve farkındalık yaratması dileği ile.. Fatma Seher
  21. Afganistan'da kadın olmak Bilgisayar postama takılan, yüzlerce kişi tarafından imzalanmış bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum: "Afgan hükümeti kadınlara savaş açtı.. Taliban'ın yönetime geçtiği 1996'dan beri kadınlar 'burka' giymek zorunda. Uygun giyinmediklerinde (bu, gözlerini peçeyle örtmemek de olabilir) dayak yiyorlar veya kitle tarafından taşlanıyorlar. Bir kadın, araba kullanırken yanlışlıkla kolunu gösterdiği için kızgın şeriatçı kitlesi tarafından dövülerek öldürüldü. Bir diğeri, akrabası olmayan bir erkekle ülkeyi terk etmek istediği için taşlanarak öldürüldü. Kadınlar, yanlarında erkek bir akrabaları olmadan sokağa çıkamazlar. Ev dışında çalışmaları yasaklanmıştır. Profesör, çevirmen, doktor, avukat, sanatçı ve yazar olan meslek sahibi kadınlar işlerini bırakmaya zorlanmış ve evlerine tıkılmışlardır. Depresyon vakaları endişe uyandıracak düzeye ulaşmış bulunuyor... Sosyal çalışma yapanlar, depresyonda olan, uygun ilaç bulamayan ve tedavi göremeyen kadınlar arasında, böyle yaşamaktansa kendisini öldürenlerin oranında çok büyük bir artış olduğunu söylüyorlar. Kadınlar, doktora dereceleri bile olsa, çalışamadıkları için, erkek akrabaları ve kocaları da yoksa, ya açlıktan ölüyorlar, ya da sokaklarda dilencilik ediyorlar. Bir evde kadın varsa, pencereler, kadının dışarıdan görülmeyeceği biçimde yapılmalıdır. Kadınlar, dikkati çekmemek için ses çıkarmayan ayakkabı giymelidir. En küçük bir hatanın hayatlarına mal olacağını bilerek yaşarlar. Kadınlar için hemen hiçbir tıbbi kurum yoktur. Sosyal hizmet görenler, bunu protesto etmek için, kadınlarda hızla artan depresyonda yararlı olacak ilaçları ve psikologları da alarak ülkeyi terk ettiler. Kadınlara ayrılmış ender hastanelerden birinde, bir gazeteci, 'burka'larına sarılmış, konuşamayan, yiyemeyen, hiçbir şey yapamayan, yavaş yavaş yok olup giden hareketsiz kadın yığınları gördü yatakların üzerinde. Diğerleri çıldırmıştı, korku içinde sallanıp, ağlayıp duruyorlardı. Doktorlardan birisi, elinde kalan az sayıdaki ilaçları da bitirdikten sonra, bu kadınları, barışçıl bir protesto olsun diye, Başkan'ın konutunun önüne götürüp bırakmayı düşünüyor. Bu noktada, 'insan hakları'nın ihlalinden söz etmek yetersiz kalıyor. Erkeklerin, kadın akrabaları üzerinde, özellikle de kocaların karıları üzerinde, öldürme veya yaşatma yetkileri var. Fakat, kızgın bir kalabalığın da, vücudunun bir santimini gösteren ya da kendilerini rahatsız eden bir kadını taşlayarak veya döverek öldürme hakkı var. 1996'ya kadar, kadınların, çalışma, istediği gibi giyinme, araba kullanma, sokağa çıkma konularında göreli bir özgürlüğü vardı. Bu değişimin son derece hızlı olması, depresyonun ve intiharın nedenlerinden birisidir. Bir zamanlar eğitmen veya doktor olan veya temel insan haklarını kullanan kadınlara, şimdi sağcı İslami şeriatçılık adına insan değilmiş gibi davranılıyor. Bu durum, onların geleneği ve 'kültürü' değil, onlara yabancı, şeriatın geçerli olduğu kültürler için bile aşırıdır. Müslüman bir ülkede kadın da olsa, herkesin hoşgörülü bir insani varoluşa hakkı vardır." Toplumdaki insanların yarısı, diğer yarısına köle gibi davranıyorsa, bu durum, din adına meşrulaştırılabilir mi? TÜRKER ALKAN
  22. LUCİFER kendimi bısdık yerine koydum ve kabul ettim gitti sağolasın(zorla oldu biyas ama olsun )
  23. Nekadar renkli çiçekler bunlay denis kısı sağolasın..............umarım hayatın hep böyle renkli geçer...............
  24. Teşekkürler düşüncen için..ama ben kendim için aldım içimdeki çocuk istedi de buda benden sana
  25. Çokkkk teşekkürler ......nefis bişey ya.......sağol...............
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.