Zıplanacak içerik

Senyour

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Senyour tarafından postalanan herşey

  1. Zepur Gi Tarnam sözlerin turkce anlamı meltem olurum hafif, essiz daglardan inerim, kapinda otururum sevginden yanmis sovalye gibi kilicimi koyarim baginin kapisina ve sana bekcilik ederim gece gunduz yeter ki tez baga gel yar can bakip sana hasret gidereyim sevginden sarhos oleyim kapinda ilkbahara doneyim, bagina gireyim bulbul gibi sarilayim golune binlerce oyunla yar, senin sahinin´im kapina gelmisim boyuna kurban ...
  2. ''....oysa göremediğine inanmadığından inandığını görmeye başlıyor... binalar içinde ya da binalar dışında ama gördüğünü anlıyor... '' Enel Hak ........ cok etkilendim bu cumleden mest oldum desem yeridir ... I love my mam (ancak anneme saygı duydugum gibi sana saygı sevgi duyarım )
  3. GENÇ SİVİLLER ÖSS SORULARININ BİR KISMINI ELE GEÇİRDİ. İŞTE SORULAR SORU 1. Türkiye’nin en büyük barajı aşağıdakilerden hangisidir? a. Atatürk Barajı b. Keban Barajı c. Çubuk Barajı d. Çankaya Barajı e. %10 Seçim Barajı SORU 2. Ülke yönetimine el koyan ve siyaseti askıya alan darbecilere hayranlık duyma, kendisini onların yanında huzurlu ve güvende hissetme duygusu Ankara Sendromu olarak literatüre girmiştir. Ankara sendromu aşağıdakilerden hangisiyle büyük benzerlik taşır? a. Panik-Atak b. Manik depresif c. Stockholm Sendromu d. Agorafobia e. Anarkofobia SORU 3. “Türkiye’de hayat normalleşmeye, ekonomi iyiye gitmeye başladığında sağda solda bombalar patlar” önermesi, doğruluk bakımından aşağıdaki hangi önermeyle benzerlik göstermektedir. a. Güneş doğudan doğar ve batıdan batar. b. Çimen yeşildir. c. Deniz suyu tuzludur. d. Gök Mavidir e. Hepsi SORU 4. YÖK’ün denklik yönetmeliğine göre aşağıdaki hangi üniversitelerden mezun bir öğrenci YÖK’ten denklik alamayabilir? Harvard Üniversitesi Oxford Üniversitesi Stanford Üniversitesi Sorborne Üniversitesi Hepsi SORU 5. Şu cümledeki boşluğa aşağıdakilerden hangisi gelmelidir? “Ben de bir oy kullanıyorum, dağdaki çoban da. …….. cahil halkın oylarına bırakılamayacak kadar değerlidir.” a. Koyun b. Değnek c. Koltuk d. Saltanat e. Demokrasi SORU 5. Aşağıdakilerden hangisi, bir dil olmayıp Türkçenin dağ Türkleri tarafından konuşulan bir lehçesidir? a. Malayca b. Fince c. Kürtçe d. Sanskritçe e. Hiçbiri SORU 6. Aşağıdakilerden hangisi, demokrasiye aykırıdır? a. C.B., Başbakan ve meclis başkanının üçünün birden eşlerinin başının kapalı olması b. C.B.’nin emekli asker, başbakan ve meclis başkanının CHP’li olması c. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi d. CHP’li Cumhurbaşkanının görev suresi bittikten sonra koltuğundan kalkmaması e. Hepsi SORU 7. Aşağıdakilerden hangisi, Cumhuriyeti yaşatacak olan kişilere örnektir? a. Boğaziçi üniversitesinde peruğu ile okuyan ve iki dil bilen genç kız b. Zeki Trikonun 2007 yaz kreasyonu olan kırmızı-beyaz bikinisiyle kendini Ege’nin serin sularına atan genç kız c. Iğdır’da davar güden çoban d. 15 ülkeye ihracat yapan, kısa boylu, göbekli, kıllı iş adamı e. Hepsi SORU 8. Aşağıdakilerden hangisi, bizi muasır medeniyet seviyesine çıkarır? a. Klasik müzik dinlemek b. Cumhuriyet mitinglerinde bayrak sallamak c. Bale yapmak d. Darbe ve muhtıralara karşı çıkmak e. Türkiye laiktir laik kalacak sloganı SORU 9. “Türküz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi” mısrasının anlamı nedir? a. Türklerin göğsü tunçtan yapılmıştır b. Bütün Türklere cumhuriyetin ilk 10 yılında tunç göğüs nakli yapılmıştır c. Türkler savaşlarda göğüs göğse çarpıştıkları için göğüsleri tunçlaşmıştır d. Kurtuluş savası tunç siperlerle kazanılmıştır e. Bu cümlenin Türkçe’de bir manası yoktur SORU 10. Laiklik nedir? a. Adam olmaktır. b. Devlet yönetiminde dini referans almamaktır c. Tek bir inancın light bir şekilde yaşanmasını amaçlayıp, diğerlerini yok saymaktır d. Kamusal alanlara başörtülü kadın sokmamaktır e. Eşi başörtülü birinin elini sıkarken yüzünü buruşturmaktır SORU 11. Cumhurbaşkanı Sezer’in “Laiklik adam olmaktır” sözü aşağıdaki ideolojilerin hangisiyle çelişmez? a. Feminizm b. Laiklik c. Demokrasi d. Maçoluk e. Liberalizm SORU 12. Süleyman Demirel, kendisini ziyaret edip Cumhurbaşkanlığı teklif eden Baykal’a “kafam Zenith saat gibi çalışıyor” demiştir. Türk Siyaset kültürü içinde bu ifade ne anlama gelmektedir? a. Demirel, Rus saat üreticileri tarafından yapılmış bir robottur. b. Demirel, Zenith saatleri distribütörlüğünü almıştır. c. Serkisof’u sadece demiryolcuların taktığını sanmaktadır. d. Demirel, dijital saatlere karşıdır. e. Demirel’in doymak bilmeyen bir iktidar arzusu vardır. SORU 13. Aşağıda bulunan askeri rütbe sıralamalarından küçükten büyüğe doğru sıralanmış olan hangisidir? a. Teğmen < Oramiral < Onbaşı < Yüzbaşı b. Binbaşı < Çavuş < Orgeneral < Emekli Paşa c. Yarbay < Üsteğmen < Koramiral < Emekli Paşa d. Albay < Korgeneral < Orgeneral < Strateji Uzmanı e. Hepsi SORU 14. “Kalkın ey ehl-i vatan dediler kalktık Bir de baktık oturmuşlar, ayakta kaldık” Mısralarında ayakta kalan ‘Halk’ olduğuna göre oturanlar kimlerdir? a. Sigortacılar b. Çocuklar c. Bilecikliler d. Fındık üreticileri e. Kitlesel refleks göstermemizi isteyenler SORU 15. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde, bitişik yazılması gereken “–de, -da” ayrı yazılmıştır? a. Doğu Perinçek’in de “ulusalcı” olduğunu gördüm ya, ölsem gam yemem. b. Cumhuriyet Mitinglerin de seni niçin göremedik? c. TÜSİAD da, YÖK de Cumhurbaşkanını yeni meclisin seçmesini istedi d. Demirel “sağda da, solda da birlik” istedi e. Hiçbiri PARAGRAF SORULARI Soru 16. Ermeni kimliğinin 'Türk'ten kurtuluş yolu gayet basittir. 'Türk'le uğraşmamak. Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı alan ise artık hazırdır. Gayrı Ermenistan'la uğraşmak. Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun. Bu farkındalığın asıl sorumlusu ise diasporaya yayılmış Ermenilerden ziyade Ermenistan yönetimleridir. Ermenistan hükümetlerinin sorumluluklarının bilincinde olmaları ve gereğini yerine getirmeleri aslolandır. Yukarıdaki sözlerinden dolayı yazar Türklüğe hakaretten mahkum edilmiştir. Bu sözleri Türklüğe hakaret olarak yorumlayanlar hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? Türk olmadıkları için Türkçeleri zayıftır. Kanları zehirlidir. Ermeni Milliyetçisidirler. Önce mahkûmiyete daha sonra yazının incelenmesine karar vermişlerdir. Hepsi Aşağıdaki soruları paragrafa göre cevaplayınız “1. Sayın Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar BÜYÜKANIT, 12 Nisan 2007 tarihinde yapmış olduğu basın toplantısında, terörün Mayıs 2007 tarihinden itibaren tırmanacağını, kamuoyuna açık bir şekilde açıklamıştır. Son günlerde ortaya çıkan terör olayları, bu açıklamaların gerçekçi olduğunu göstermiştir. 2. Bu terör eylemleri, aynı zamanda bölücü ve ırkçı terör örgütünün gerçek niyetini de çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. 3. Her fırsatta, yurt içinde ve yurt dışında barış, özgürlük ve demokrasi gibi insanlığın yüksek değerlerini, terör örgütüne paravan olarak kullanan kişi ve kuruluşların, bu olayların gerçek yüzlerini görme zamanı artık gelmiştir. 4. Türkiye Cumhuriyeti, ulusal ve üniter yapısının, çağ dışı bir yapı olduğunu düşünen bir yaklaşım ile karşı karşıyadır. Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımı fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır. 5. Ortaya çıkan ve giderek artan terör eylemleri, bu tür düşüncelerin ve bunları dolaylı veya doğrudan destekleyenlerin çarpık düşüncelerinin çok açık bir göstergesi olduğu şüphesizdir. 6. Türk Silahlı Kuvvetleri, terörle mücadele konusunda sarsılmaz bir kararlılığa sahiptir ve bu tür saldırılara gereken cevabı vereceği tartışılmaz bir gerçektir. 7. Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.” SORU 17. “söz zincirinde en yakın olanı gösteren bir söz” olarak tanımlanan “bu” sıfatı, 5. maddede yanlış kullanılmıştır. Cümledeki kullanım yanlışının düzeltilmesi için“bu tür düşüncelerin” ifadesi yerine aşağıdakilerden hangisi gelmelidir? bu türlü düşüncelerin 4. maddede dile getirilen düşüncelerin Bir tür düşüncelerin Bu tür fikirlerin Hiçbiri SORU 18. Aşağıdakilerden hangisi metinden çıkarılabilecek yazara ait görüşlerdendir? Yüce Türk Milleti terör olaylarına karşı yeterince ilgili değildir. Bu konuda uyarılması gerekir. Toplumun refleksleri zayıftır. Yüce Türk Milleti kendisi için iyiyi kötüyü ayırt edemez. Barış, özgürlük ve demokrasi kavramları terörü beslemektedir. Hepsi SORU 19. Yazar metinde” açık bir şekilde açıklamak” “açık” , “gerçek”, “gerçekçi” kelimelerini sıklıkla kullanmıştır. Yazarın bu davranışından hangi sonucu çıkarabiliriz? Yazarın yazdığı metindeki görüşleriyle ilgili tereddütleri vardır. Yazar, “açık” ve “gerçek” kelimelerini çok sevmektedir. Yazar, lise eğitimi sırasında kompozisyon becerileri derslerini asmıştır. Yazar bu metni mesai saatinden sonra yazmıştır. Yazar bu metni yazarken evde elektrikler kesmiştir. SORU 20. Dıştan gelen bir uyarım sonucu doğan hareket, salgı gibi iç tepkilere yol açan irade dışı sinir etkinliğine refleks denir. Yukarıdaki yazıda yer alan refleks, toplumsal olarak gösterilmesi durumunda aşağıdakilerden hangisi gerçekleşebilir? Linç girişimi Yağma Anarşi Başkaldırı Hepsi Aşağıdaki soruları paragrafa göre cevaplayınız. 22 nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa'da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur. SORU 21. Paragraf aşağıdakilerden hangisinden alınmış olamaz? Çocuğum Büyüyor- Anneler İçin Bir Anneden Tavsiyeler- İclal Aydın Annenin El Kitabı- Benjamin Spock- (Çev: İhsan Doğramacı) Şanlıurfa ili İlköğretim Öğrencileri Arası Laiklik ve Cumhuriyet konulu kompozisyon yarışması Mansiyon Ödüllü bir Kompozisyondan Şanlıurfa İlköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi Merve Uygun’un Günlüğü 27 Nisan Muhtırası SORU 22. “Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur” cümlesi düşünüldüğünde Atatürk resimleri ve Türk bayraklarını indirenler kimlerdir? Geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetlerini açıkça ortaya koymak isteyenler Menemen’de Kubilay’ı Şehit Eden Mürteciler Türk Sinemasındaki çirkin sakallı cüppeli İmam rollerini Oynayan Figuranlar MOSSAD CIA ajanları ve tüm diğer dış mihraklar Pontus-Ermeni Asıllı Dönmeler Aşağıdaki soruları paragrafa göre cevaplayınız.(Paragraftaki anlatım bozukluklarını dikkate almayınız.) Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. SORU 23. Paragrafa göre yazarın tanımladığı bu geniş yelpazeye neler girebilir? Seçimlerde yazarın beğendiği parti dışındakilere oy vermek Yazarın beğenmediği fikirleri savunan, beğendiği fikrileri sorgulayanlar Devletimizin bağımsızlığını temsil etmeyen bayramlara alternatif kutlamalar tertip edenler 19 Mayıs haftasını Mutlu Doğum Haftası ilan eden Kadıköy Belediyesi Yazarın girmesini istediği her şey ve herkes SORU 24. Yazarın ‘bitmez ve tükenmez bir çaba içinde’ olduklarını söylediği bir kısım çevrelere karşı duygularını aşağıdaki ifadelerden hangisi en iyi şekilde karşılamaktadır. Çok takdir ediyorum bu bitmez tükenmez çabanızı Vallahi kıskanıyorum bizimkilerde yok bu azim Yeter artık, biz bittik usandık, siz usanmadınız Türkiye laiktir laik kalacak Allah belanızı versin, kökünüzü kurutacağız. SORU 25. “Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir.” Yukarıdaki cümleye göre başka bir şeye dönüşen nedir? Siyasi bir söylem ve ideoloji Üzerine yüklenilen kutsal bir inanç Ülkemizde ve ülke dışında görülebilen bir gök cismi ÖSS Türkçe soruları SORU 26. “Son olarak, tekrar belirteyim; kimse kusura bakmasın, başörtülü kadınların okula gitmelerini ve mesleklerini icra etmelerini yasaklayan kararlar, direnişler karşısında 'gerilim yaratmama' siyasetini güdüp, ses çıkarmamakta sakınca görmedikten sonra, Çankaya'ya çıkamadığı için gerilim yaratmaktan kaçınmayanların yanında yer almanın demokratlık gereği olduğunu düşünmüyorum. Kim ne gerilim çıkarırsa çıkarsın, kuşkusuz askeri müdahaleye karşı olduğumun altını çizmeme gerek olmamalıydı, ancak okuduğunu anlamayanların bol olduğu bir ortamda bu gereksiz vurguyu yapmak zorunda hissediyorum.” Yukarıdaki paragrafın yazarı hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? Yazar daha önce darbeye destek gibi görünecek yazılar yazmış, pişman olmuş, günah çıkarmaktadır. Yazar siyasi tartışmayı kişiselleştirmiş, kendi kişisel kavgalarını siyasi tartışmaya eklemleyerek karmaşık bir söylem yakalamıştır. Yazar “tecavüzcü suçlu ama kızım sen de minik etek giymişsin, seni savunamam” tutumunu devam ettirmektedir. Yazar tarihe muhtıraya dolaylı destek vermiş olarak geçmenin telaşı içindedir. Sanki Hepsi SORU 27. "Türk milleti yaşadığı toprakları ve milletini sever. Hiç kimse ama hiç kimse, vatanını ve milletini seven insanları yadırgamasın. Zira bu insanlar yanlış yoldadır" Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt yukarıdaki sözlerine göre yanlış yolda olan kimlerdir? Vatanını ve milletini seven insanlar Türk Milleti Kürt milleti Türkçe dilbilgisi uzmanları Bu tarz sorular sorarak halkı askerlikten soğutmaya çalışan ÖSYM yetkilileri SORU 28. “Eski ile yeni arasındaki en önemli fark, laik kesim ile TSK arasındaki iletişimin, eksiye oranla çok daha sıkılaşması oldu. CHP bu yelpazenin siyasi kanadını oluşturuyor. YÖK üniversiteleri denetiminde tutuyor. Adalet bürokrasisi, savcı ve yargıçlarıyla, pratik önlemleri sürdürüyor. Laik sivil toplum örgütleri kitleleri hareketlendiriyor. Laik medya da iletişimi sağlıyor. TSK, kimi zaman orkestra şefi gibi oluyor, kimi zaman bu kesimden gelen talep ve baskılara yanıt veriyor. 27/4 Açıklaması bu yönden incelenir, öncesi ve sonrasındaki gelişmeler değerlendirilirse, TSK'nın nasıl bir değişim içinde olduğu daha net görülebilir. Son örneğini 27/4 açıklamasının ardından görmedik mi? Washington "taraf tutmayız" derken, Avrupa Birliği'ne üye ülkeler başkentlerinden tek ses çıkmadı. Sadece AB Komisyonu, açıklamaya ters tepki verdi. O da, bunun Kopenhag Kriterleri'ne aykırı olduğunu söylemekle yetindi. Daha ileri gitmedi. 27/4 olayı bir açıklama ile sınırlı kalırsa, AB'den fazla ses çıkmayacağı izlemini doğdu” Bu paragrafın yazarı hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenemez? Bir önceki darbede TSK tarafından hakkında sahte andıç belgesi yapılarak işinden olmuştur. Ankara Sendromuna kapılmış, darbecisine aşık olmuştur Yıllarca AB ve demokrasi konulu programlar yapan biridir Yazar AB’yi Arap Birliği zannetmektedir. Yazar yazamamaktadır. SORU 28.5. “Bir ... Genelkurmay'ın açıklamasıyla mitinglerin daha da coşmuş olması bu mitingleri otomatik olarak militarist yapmaz. Bu coşkunluk şunu gösterir: Halkımızın darbe sonrası sokak korkusunu ancak "meşru mecralardan" gelen mesajlar alt edebiliyor. O mecranın tek meşru kabul edilmesi apayrı bir problem. Ben hâlâ mitinglerin bize bir şey söylediğini düşünüyorum.” Savlarını bu temel üzerine kuran yazar hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? Katıldığı mitinglerde başına güneş geçmiştir. O daha çok toydur, doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edememektedir. Merkez medyada kadrolu solcu olarak görev yapmaktadır. Mitinglerden sesler duymaktadır, mitinglerin sadece onunla konuştuğunu iddia etmektedir. Hepsi de mantıklı. SORU 29. Bir muhtıradan sonra “Askerlerin ülkenin temel değerlerine askerin sahip çıkmasını yadırgamamak gerekir.” diyen bir anamuhalafet partisi yetkilisi hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenemez? Yazıklar Olsun Komşusunun evinin yangınında yumurtasını pişiren Demokrasi bir gün sana da lazım olur Tek Parti Olsun Temiz Olsun Rütbeli bir sivildir SORU 30. “Ne şeriat ne darbe” veya “ne muhtıra ne AKP” diyenler, aslında aşağıdakilerden hangisini söylemiş oluyorlar? Ne kurttan yanayız, ne de kuzudan. Aslında darbeden şikayetçi değilim, ama bi kere “demokratız” da demişiz. N’apıcaz bilmem. Bizim taban biraz militarist de, idare ediverin. Haydi, ben bakmıyorum. Sen rahat rahat işini bitir. Sırtına da vur. Yukarıdakilerin hepsi. SORU 31. Darbe ve muhtıraları nasıl engelleyebiliriz? Eğitimle. Halkı eğiterek, aslında ara rejimlerin pek de fena bir şey olmadığına onları ikna ederiz, engellemeye gerek kalmaz. Özürlü demokrasimizi hepten tatil eder kurtuluruz. Demokrasi olmazsa darbe ve muhtıra da olmaz; olsa da o kadar acıtmaz. Bütün vatandaşları askere alarak. Böylece ortada, kendilerine karşı darbe yapılacak sivil kalmaz. Tek Partili altın çağa geri dönüp, devletin işletme ve kullanım hakkını 150 yıllığına CHP’ye vererek. Hiçbiri. Bu şıkların hepsi birbirinden beter! SAYISAL BÖLÜM SORU 32. Süleyman, Sabih ve Rahşan’ın yaşlarının toplamı 597’dir. Bu gruba İlhan’ın da katılmasıyla grubun yaşlarının toplamı Süleyman’ın yaşının 3 katından 23 fazladır. Buna göre İlhan’ın yaşı kaçtır? 150 13 110 32 367 SORU 33. Denizin 3 mitingi, 6 oku ve 151 milletvekili vardır. Bu sayıları kullanarak Deniz’in ulaşacağı en irrasyonel sayı kaçtır? 1 0 367 276 19081 SORU 34. Deniz’in altı oku var. Bunlardan üçünün ucunu kırıp, öteki üçünün ucuna takarsa ne olur? A. Üç tane iki ucu oklu değneği olur B. Elinde oku gitmiş üç tane sap kalır C. İyi olur D. Darbe olur E. Hiçbiri SORU 35. Aşağıdakilerden hangisi yer çekimsiz bir ortamda en düşük öz kütleye sahiptir? 100 kg pamuk 100 kg soğan Çağlayan mitinginde metrekareye düşen 5 kişi Yalçın Küçük Veli Küçük SORU 36. Cumhuriyet gazetesine göre Tandoğan ve Çağlayan meydanlarında 1 metrekareye 5 kişi düşmektedir. Aynı meydanlara yılda 500 metreküp yağmur yağdığına göre, burada kitlesel karşı koyma refleksi gösterecek emekli subaylar derneği üyelerinin başına bir günde kaç metreküp yağmur yağabilir? Emekli de olsa Türk askerinin başına yağmur yağmaz Dernek üyeleri üstü kapalı kürsü bölümündedirler Çok yağmur yağar Sırılsıklam olurlar 5 metreküp SORU 37. x ve y kesinlikle pozitif tamsayı değillerdir. x=354 milletvekili olduğu düşünülürse, demokratik bir hukuk devletinde x < y koşulunun sağlanabilmesi için y aşağıdaki değerlerden hangisini almalıdır? A. 184 milletvekili B. 1 e-muhtıra C. 3 adet "şeriat ha geldi, geliyor." manşeti D. 9 anayasa mahkemesi üyesi E. Hepsi SORU 38. Cumhurbaşkanı 126 gr. ağırlığındaki anayasa kitabını 135 cm uzaklıktan Başbakan’ın kafasına fırlatmış, dolar 4 kat yükselmiş enflasyon %98 olmuştur. Buna karşılık olarak; Başbakan, 220 gr ağırlığındaki Yeni Başlayanlar İçin Demokrasi kitabını Cumhurbaşkanı’na fırlatsaydı durum ne olurdu? Dolar 1/3 düşer, enflasyon %14 olur Dolar değişmez, enflasyon %17,5 olur Dolar ilk haline döner, enflasyon %9 olur. Dolar ilk halinin de altına düşer, enflasyon %4 olur. Dolar ½ düşer, enflasyon %20 olur SORU 39. 27 Nisan günü 33 D boylamındaki Ankara’da saat 23.20 de batan demokrasi güneşi, 23 Temmuz Sabahı Türkiye’de kaçta doğar? A. Tüm sandıklar açıldığında B. Oy sayımı sonuçlandığında C. Gece yarısına doğru D. Çankaya Köşkü Işıkları erkenden kapandığında E. Hepsi SORU 40. Türkiye’de yapılan askeri darbe ve muhtıraların tarihleri arasındaki ilişki şöyledir. 27 – 12 – 12 – 28 – 27 - ? Buna göre bir sonraki darbe ayın hangi günü olacaktır? 28 12 27 Lüzum olduğunda Hepsi SORU 41. Bugüne kadar yapılan 5 askeri müdahale Mayıs – Mart – Eylül – Şubat – Nisan aylarında yapılmıştır. Aylar arasındaki ilişkiye göre bir sonraki müdahale hangi ayda gerçekleşecektir? Ocak Kasım Ekim Temmuz Ağustos SORU 42. - Deniz'in demokrasi noktasında ki hızı saatte 40 km'dir. Tayyip'in darbe noktasında ki hızı saatte 50 km'dir. - Deniz ile Tayyip aynı anda; Deniz darbe noktasına, Tayyip'te demokrasi noktasına hareket etmektedir. - Hızlı olan Tayyip demokrasi noktasına geldikten 3 saat sonra, yavaş olan Deniz darbe noktasına varıyor. Demokrasi noktasından darbe noktasına hareket eden Deniz; demokrasi - darbe arası mesafeyi kaç saatte alır. a. 1982 b. 1997 c. 1971 d. 15 e. 2007 SORU 43. 12 Eylül darbesinde Kenan Evren 65 yaşındadır. 12 Eylül 1982'de darbe yapan Kenan Evren ile 28 Şubat 1997'de post-modern darbe olduğu zamanki Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel arasındaki yaş farkı 7’dir. AKp’ye karşı darbe girişiminde büyük rol oynayan Süleyman Demirel ile AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki yaş farkı 30 dur. 2007 yılında olduğumuz göz önünde bulundurularak, aşağıdakilerden hangisi doğrudur. a. Kenan Evren 100 yaşındadır. b. Süleyman Demirel 30 yaşında genç bir delikanlıdır. c. 12 Eylül darbesinde Recep Tayyip Erdoğan 28 yaşındadır. d. 28 Şubat 1997 de Kenan Evren ile Süleyman Demirel'in yaşları toplamı 152 dir. e. 2007 yılında darbe olma ihtimali yoktur. SORU 44. 27 Nisan e-muhtırasından sonra Türk Medyasında; Gündüz AKTAN; 90 kglık darbe-demokrasi karışımında darbe konsantresi %100 dür. Murat Yetkin; 60 kglık darbe-demokrasi karışımında demokrasi konsantresi %70 dir. Perihan MAĞDEN; 50 kglık darbe-demokrasi karışımında darbe konsantresi % X tir. Karışımın demokrasi oranı %46 olduğuna göre; aşağıdakilerden hangisi doğrudur. a. Gündüz AKTAN demokrattır. b. Murat Yetkin’in darbe konsantresi 55 kgdır. c. Üç kişide demokrat değildir. d. Perihan Mağden darbeyi desteklemektedir. e. Perihan Mağden’in darbe konsantresi % 0, demokrasi konsantresi %100 dür SORU 45. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için 367 milletvekilinin onun lehinde oy kullanmasına ihtiyaç vardır. DYP’den 2, ANAP’tan 13 ve CHP’den 1 tane demokrasi gönüllüsü milletvekili Abdullah Gül lehine oy kullanırsa AKP milletvekillerinin lehte oy kuullanmaları ile birlikte Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilecektir. DYP, ANAP ve CHP den belirtilen sayıda milletvekilinin oy kullandığını kabul edersek AKP’nin TBMM’de kaç milletvekili vardır? a. 366 b. 351 c. 278 d. 350 e. 359 gencsiviller.net'ten kopyalanmıştır....
  4. “Tek Parti Olsun, Temiz Olsun”, “Düzgün bir demokrasimiz olamadı bari adam gibi bir totalitarizmimiz olsun”, “Daha da kötü bir Türkiye mümkün”, “Yeter artık olacaksa olsun şu darbe, CHP’nin duygularıyla oynamaya hakkınız yok” sloganlarıyla uzun ve geri dönülmez bir yola çıkmış olan Genç Siviller bu kritik süreçte yine üzerine düşen vazifeyi yerine getiriyor. Ankara’daki istihbarat kaynaklarından “22 Temmuz’daki seçimi iptal edemezsek bari AKP’yi kapatalım” şeklinde konuşmalar yapıldığını öğrenen, kapatma davası ile ilgili ciddi ciddi bir dosya oluşturulduğunu duyan Genç Siviller tüm yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve dış temsilciliklerde hazır ve nazır bulunan ispiyoncu genç sivillere haber saldı ve aşağıda bulunan AKP’yi sadece kapatmaya değil, üzerinden balyozlarla geçilip halı saha yaptırmaya yetecek kadar çok gerekçeyi topladı. Cumhuriyetin emanet edildiği şu çılgın gençler olarak biz vazifemizi yerine getirdik şimdi sıra kapatma dosyasını hazırlayan Cumhuriyet’in savcılarında. Toplanan birbirinden korkunç gerekçelerden oluşan kapatma dosyasını 2 Haziran Cumartesi günü saat:12.30’da Galatasaray Postanesi’nden Cumhuriyet Başsavcılığına postaladık. İşte AKP’yi Kapatma Dosyasından Çarpıcı Gerekçeler AKP’nin gizli anlamı: AKP harflerinin gerçek anlamı ortaya çıktı. AKP’nin kuruluşunda görev almış bir yetkili, elimizde bulunan ses kayıtlarında; harflerin Adalet ve Kalkınma Partisi’ni değil Allah ve Kuran Partisi kelimelerini ifade ettiği, ancak şartlar olgunlaşmadığı için gerçeğin açıklanamadığını itiraf etti.. Bağcılar Lisesi’nde namaz skandalından sonra Hac skandalı: Namaz skandalı yaşanan Bağcılar Lisesinde yapılan incelemelerde kamuoyunu dehşete düşürecek yeni bilgilere ulaşıldı. Bodrum katının da altında olan bir dehlizde, öğrencilerin Kabe maketi etrafında hac farizalarına yerine getirdikleri öğrenildi. Doğan Medya Center’da da namaz skandalı: Doğan Medya Center içinde bulunan yoga ve reiki salonunu saat:05.00’de temizlemek için gelen bir grup temizlikçi kadın başörtülülerini takarak salonda namaz kılmaya teşebbüs etmişler, bir cumhuriyet mitingi dönüşü gazeteye gelmiş bulunan Milliyet Gazetesi çalışanları, namaz kılma eylemini henüz kıyam halindeyken bastırmayı başarmışlardır. Temizlikçilerin AKP iktidarı döneminde işe alındıkları, AKP iktidarından cesaret alarak geçtiğimiz Ramazan ayında da oruç tutma eylemi yaptıkları ortaya çıkarıldı. Lisede gerici ayaklanma: Avcılar Selami Yetişgil İlköğretim Okulu’nun bazı öğrencilerinin, okulun bodrum katında “ALLAH” olarak isimlendirdikleri görünmez bir varlığa ibadet ettikleri tespit edildi. Bir öğrenci babasının kızını ispiyonlaması üzerine ortaya çıkan habere göre; çocukların son zamanlarda davranışlarının değiştiği, bazı öğrencilerin kanatlarının çıkmaya başladığı, duvarlardan geçebildikleri ve hatta gözlerinden ateş çıkarabilenlerin bile olduğu öğrenildi. Havadan konularla bile laikliğin altı oyuluyor: Meteoroloji Meslek Liseleri öğrencilerine 4 adet yağmur duası ezberleme zorunluluğu getirildiği iddia edildi. İnsanları inanan ve inanmayan şeklinde kamplara ayırıyorlar: AKP’li Bakan tarafından atanan Mamak Milli Eğitim Müdürü, ÖSS sınavına girecek öğrencilere yaptığı konuşmada “ Allah hepinize sınavda zihin açıklığı versin” diyerek sadece Allah’ın sevdiği dini bütün öğrencilerin başarılı olmasını istediği, dinle daha limoni bir ilişkisi olan gençlerin ise yerle yeksan olmasını dilediği anlaşıldı. AKP’li seçmen davranışlarında artan irtica eğilimi: 14 Nisan 2006 günü, AKP seçmeni olduğu tespit edilen 67 yaşındaki Hatice Benli, Gaziosmanpaşa – Bakırköy hattında çalışan belediye otobüsüne sağ ayağıyla bindi ve ayağını atarken içten içe “bissmillahirrahmanirrahimm” dedi. AKP’nin Atatürk karşıtı kadrolaşma hareketi: AKP’li bakan tarafından yeni atanan Rize Tapu Kadastro Müdürü’nün odası boyanırken Atatürk resmi duvardan indirildi. Kullanım talimatnamesinde boyanın 12 saatte kuruyacağı belirtilmişken, resim 15,5 saat sonra yani 3,5 saat gecikmeli olarak tekrar eski yerine asıldı. Dolayısıyla söz konusu partinin Atatürk’ü hazmedemeyen kişilerle kadrolaşma yaptığı ispatlanmış oldu. THY’nin başörtülü açık ayrımı yaptığı belgelendi: 25 Şubat 2004 tarihinde Ankara – Urfa uçağında başı açık bir kadına cam kenarı koltuk kalmadığı söylenmişken, daha sonra gelen türbanlı kadına cam kenarından yer verildiği belgelendi. Yolcuların biniş kartları da ekte delil olarak sunulmuştur. Reklam panolarında şeriat provası. Konya Mevlana Müzesi karşısında bulunan reklam panolarına ünlü Amerikan ***** yıldızı Carmen Elektra yeni filmi için reklam vermek istemiş, AKP’ye bağlı Konya Belediyesi bu talebi geri çevirmiştir. İçki yasağında son perde: AKP, içki yasağı politikasını uygulamak için pilot bölge olarak Samsun Devlet Hastanesini seçti. AKP yönetimi tarafından başhekim yapılan imam hatip kökenli, Samsun Devlet Hastanesi başhekimi Kamil Çoban, siroz hastası 59 yaşındaki B.T. isimli hastasına, içki içmeye devam etmesi durumunda tedaviye devam etmesinin bir anlamı kalmayacağını söyleyerek, içki içmemesi konusunda baskı yaptı. Antalya Saime Yahşigil İlköğretim Okulunda skandal: Antalya Saime Yahşigil İlköğretim Okulunda ders programı yapılırken, din derslerinin zihinlerin zinde olduğu sabah saatlerine, İnkılâp Tarihi derslerinin ise hemen öğle yemeğinden sonra, çocuklara rehavet çöktüğü saatlere konması dikkat çekti. Ayrıca, rehaveti arttırmak için İnkılap tarihi derslerinin olduğu günler yemekhanede ayran dağıtıldığı belirlendi. Tüm bunlarla körpecik beyinlerin dini bilgilerle doldurulması, Atatürkçülüğü ise öğrenecek takati kalmaması amaçlanıyor. Odak olma suçu: AKP’de Mustafa çok Tansel az: DONAR araştırma şirketi tarafından yapılan çalışmada; AKP seçmenleri arasında, Mustafa, Ahmet, Ali, Ayşe, Havva gibi İslam kaynaklı isimlerin CHP seçmenlerine göre 3 katı fazla olduğu, buna karşın; Tansel, Çiyse, Berkecan, Sudesu gibi çağdaş isimlerden neredeyse hiç olmadığı tespit edildi. AKP Belediyeleri’nin Yeşil Takıntısı: AKP’li belediyelerin geçmiş dönemlere göre iki kat fazla yeşillendirme çalışması yaptığı belgelendi. Şeriatı temsil eden yeşil ile rejim değişikliğine park, bahçe ve refüjlerden başladıkları açıkça görülmektedir. Halka okunmuş su içiriliyor: AKP’li İstanbul Belediyesi Terkos ve Ömerli barajları kıyısında her Cuma günü 41 imama 41 yasin okutuyor. Okunmuş sular şebekeye veriliyor, bu sayede insanların dini duyguları coşturularak amaçlanan şeriat devleti için taban oluşturuluyor. Ampul Gavur icadı: CHP’nin amblemi bir Türk savaş aleti olan OK, DP’nin amblemi yine bir Türk taşıma aracı olan AT iken AKP’nin sembol olarak Amerikalı Edison tarafından icat edilmiş AMPÜL’ü seçmiş olması Türkiye’yi Batıya peşkeş çekeceğinin en güzel kanıtıdır. AB ile gizli anlaşma: Vatansever Türk Tugayları Konfederasyonunun internet sitesinde yer alan belgeye göre; Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, AB’nin Genişleme sorumlusu Oli Rehn ile gizli bir anlaşma yapmıştır. Anlaşmaya göre, Sinop – Mersin hattının doğusu Sözde Ermenistan ve Kukla Kürdistan devletleri arasında paylaşılacak. Ege bölgesi Helen cumhuriyeti olacak. İstanbul, sıcak sulara açılma emelinden bir türlü vazgeçmeyen Rusya’ya bırakılacak. Abdullah Gül’e jest olarak da Kayseri merkezli Gülistan İslam Cumhuriyeti kurulacaktır. Gül’ün ismi Apo’dan: Yalçın Küçük’ün isabet buyurduğu üzere; Abdullah Gül’ün Kürt olduğu ve babasının da Abdullah Öcalan’a büyük muhabbet duymasından dolayı oğluna Abdullah ismini verdiği anlaşılmıştır. (Gül ile Apo’nun aşağı yukarı aynı yaşlarda olmaları bu gerçeği değiştirmez. Demek ki babası öngörülü bir insandı.) Erdoğan Sabetaist Kızılderili kabilesinden: Yine Yalçın Küçük’ün tespitlerine göre Tayyip Erdoğan’ın Kızılderili Sabetaist Doğan Er kabilesinden geldiği, kimliğini gizlemek için ise soyadını Erdoğan yaptığı öğrenilmiştir. Erdoğan neden Fenerbahçeli? Fenerbahçe’nin bayrağı sarı-laciverttir. Bayrak 15 dakika kezzaplı suda bekletildiğinde iki rengin karışmasından yeşil renk ortaya çıkmaktadır. Erdoğan’ın şeriat özlemi takım tercihinde bile kendini ele vermektedir. Menderes’in köpek davasından sonra Erdoğan’ın kedi davası: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a Van ziyareti sırasında hediye edilen(!) ve adını CANSU koyduğu kedisi yine Başbakan'ın inisiyatifiyle başbakanlık konutuna yerleştirilmiş ve konutun tüm imkanları kedi Cansu'ya seferber edilmiştir. Halkımız sefaletle boğuşurken bununla da yetinilmemiş, bir yabancı misyon şefinin getirdiği pahalı mama 'hill's' ve altın işlemeli tasma memnuniyetle kabul edilmiştir!! Geçtiğimiz yıl mart ayında birkaç günlüğüne konutu terk eden kedi Cansu'ya bu gayri ahlaki davranışından dolayı herhangi bir ceza verilmemiştir! AKP iktidarı dini futbola bile alet etmiştir: AKP döneminde eşi türbanlı olan Ertuğrul Sağlam Beşiktaş teknik direktörü olurken, namaz kıldığı bilinen futbolcular sürekli ilk onbirlerde takımda yer bulmaya başlamışlardır. AKP iktidarı döneminde Anelka ve Aurilio’nun Müslüman olmaya zorlanması ve aynı iktidar döneminde İlhan Mansız’ın (İ.Mansız) ise futbolu bırakmak zorunda kalması da dikkat çekmiştir. gencsiviller.net' ten kopyalanmıstır ...
  5. Zepür gı tarnam meğmig annıman Sarerits içnem nısdem ko tıran Sirutsıt varvadz asbedi nıman Turıs gı tınem ko ayku tıran U kez gı hısgem kişer u tserek Menag te yâr can şud şud aykis yeg Vor nayem yes kez garodıs arnem Etko garodin ah menag mernem Karun gı tarnam mıdnem ko aykin Bılbuli nıman parvem ko vartin Ko Şahenın em yâr hazar kgagerov Yegel em turıt madağ ko gyankin (meali ) Meltem olurum hafif, eşsiz Dağlardan inerim, kapında otururum Sevginden yanmış şövalye gibi Kılıcımı koyarım bağının kapısına Ve sana bekçilik ederim gece gündüz Yeter ki tez bağa gel yar can Bakıp sana hasret gidereyim Sevginden sarhoş öleyim kapında İlkbahara döneyim, bağına gireyim Bülbül gibi sarılayım gölüne Binlerce oyunla yar, senin Şahinin'im Kapına gelmişim boyuna kurban
  6. Etyen Mahçupyan'ın yazdığı ''Kürt meselesi ve hukuk'' yazısını paylasmak istedim.. Türkiye’nin AB yolunda ilerlemek için yapmak zorunda olduğu reformlar, doğrudan toplumun talepleriyle de örtüşüyor. Bugün Türkiye’de hemen herkes kimliksel taleplerin insan hakları alanında değerlendirilmesi gerektiği fikrine gelmiş durumda. Ancak devletin resmi görüşü hala bu gerçeği reddetmek üzere kurgulanıyor. Bu arkaik algılama, toplumsal meseleleri olabildiğince ideolojik hale getirerek ve mümkünse devletler arası ilişkilerin konusu kılarak bastırmayı çare sanıyor. Bu açıdan bakıldığında toplumsal talepleri devlet stratejisinin parçası olarak tanımlamak isteyenlerin, Türkiye’nin reform sürecinden de rahatsız olanlar olduğunu tespit etmek zor değil. Bu kesimin elindeki en önemli koz, bugün için Kürt meselesi… Çünkü PKK gibi şiddet siyaseti güden bir örgütün varlığına ilaveten, Kuzey Irak’da Barzani yönetiminin giderek özerkleşmesi Kürt meselesini uluslar arası pazarlığın parçası haline getiriyor. Kendi içimizde demokrasi sorunları yaşadığımız ancak bunlarla yüzleşmekten kaçındığımız ölçüde, yüzümüzü de Kuzey Irak’a ve PKK’ya çeviriyor; yurt içindeki Kürt partilerini ve temsilcilerini onların uzantısı gibi sunuyoruz. Bu bakış gerçekte Türkiye’yi her geçen gün daha da sıkıştırmakta. Nitekim PKK’ya Irak’ta sıcak takip yapmayı mümkün kılacağı düşünülen ‘Terörle Mücadele İşbirliği Anlaşması’ da sonuçta Kuzey Irak’daki Kürt oluşumunun özerkliğinin kanıtlanmasını ifade etti. Barzani’nin ağırlığını koyması sonucunda, Türkiye’nin girişeceği herhangi bir harekatın ‘önceden haber verilmesi’, ‘yerel güçlerle işbirliği içinde yapılması’ ve ‘yöre halkına zarar vermeyecek şekilde düzenlenmesi’ anlaşmaya kondu. Gerçekçi bir siyaset tahmini yapacaksak, bu maddeler söz konusu ‘sıcak takip’ girişimlerini Barzani ile PKK’nın ilişkisinin bozulmasına bağlamış gözüküyor. Ancak Barzani ahlaki açıdan da Türkiye’yi köşeye sıkıştırma fırsatını kaçırmadı: İşbirliğinin ‘uluslar arası hukuk çerçevesinde’ kalması koşulunu kayda geçirdi. Oysa Türkiye müstakbel müdahalelerinin ‘tartışmasız yasal’ sayılmasını talep ediyor… Diğer bir deyişle henüz bir ‘devlet’ olup olmadığı belirsiz Barzani hükümeti Türkiye’yi hukuka davet etmiş oldu… Görülüyor ki, toplumsal meseleleri çözmektense onları devletler arası bir bilek güreşinin konusu haline getirmek, günümüzde siyasi yenilgiyi ima eden bir arka plan yaratmakta. Türkiye’nin PKK’da somutlaşan bir terörle mücadele sorunu tabii ki var… Ancak bu sorunun nasıl ortaya çıktığını, nasıl beslendiğini de kimse unutmuş değil. Son konuşmasında Genelkurmay Başkanı TSK’ya ‘bölücü’ diyen bir zihniyetle karşı karşıya olmaktan şikayet edip “demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye, bu sorunu hukuk içinde çözmek zorundadır” diye eklemekteydi. Genelkurmay Başkanı’nın bu önermesine katılmamak mümkün değil. Gerçekten de Türkiye’nin hukukun içinde kalması gerek. Geçmişte köyleri boşaltarak, mezraları ve ormanları yakarak, Hacettepe Üniversitesi’nin devletin isteği üzerine yürüttüğü araştırmada ortaya koyduğu üzere yaklaşık bir milyon kişiyi hazırlıksız bir biçimde sokağa bırakarak ‘hukuka uygun’ davranılmış olmamıştı. Diyarbakır Hapishanesinde aylar boyunca insanlara dışkı yedirmekten çeşitli işkencelere uzanan ‘devlet’ muamelesinin de ‘hukuki’ olduğu herhalde söylenemez. Belki de Genelkurmay Başkanı şu an karşımızda duran terör meselesinin bizzat devlet tarafından beslendiğinin ve bu beslenmenin hukuk dışına çıkılmasının sonucu olduğunun farkındadır ve yeni bir stratejiyi ima etmektedir. Ancak iyimser olmak için fazla bir neden de yok… Çünkü Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasının bütünü, tam tersine toplumsal olanın göz ardı edilmeye devam edileceğini gösteriyor. Anlaşılan Türkiye’nin hukuku hazmetmesi ve toplumsal talepleri hukuk içinde algılaması için daha epeyce zamana ihtiyaç var…
  7. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    ALİ BULAÇ Bölgenin küresel güçlerin arzusu doğrultusunda yeniden yapılandırılması için öngörülen "yaratıcı kaos" doktrini iki esasa dayanır. Biri, bölgenin son yapı taşlarına kadar ayrıştırılması; diğeri, ayrıştırılan unsurların önce birbirlerine yabancılaştırılarak ve arkasından çatıştırılarak öngörülen doğrultuda yapılandırılması. Son iki senedir sahneye konan "mezhep çatışması" bu doktrin çerçevesinde sürmektedir. Büyük acılara yol açan mezhep çatışmalarının mahiyetini ve "yaratıcı kaos" adı verilen doktrinin ne olduğunu anlamanın en güvenilir yollarından biri şu sualin cevabında yatmaktadır: Neden 1.400 senedir birbirleriyle çatışmayan mezhepler son iki sene içinde kanlı bir biçimde çatışır hale geldiler? Emevilerin veya Abbasilerin Ehl-i Beyt'e uyguladığı siyasi baskı veya iki Türk hanedanı olan Sünni Osmanlı ile Şii Safeviler arasındaki çatışmayı buna dahil etmiyoruz. Çünkü özünde iktidar mücadelesi olan çatışma biçimlerine her zaman rastlamak mümkün. "Mezhep çatışmasından kastettiğimiz, bir mezhep grubunun, kendisi dışındaki mezhep mensuplarına yaşama hakkı tanımaması veya kendisi gibi amel etmeye mecbur etmesinden dolayı çıkan çatışma halidir. Bunun tarihimizde hiçbir örneğinin olmadığını söylemek gerekir ki, söz konusu çatışmanın en somut ve trajik olanı Avrupa'da vuku bulmuştur. Ancak şimdi Irak'ta "Sünniler" ile "Şiiler" arasında kanlı çatışmalara şahit olabiliyoruz. Irak'taki çatışmaları anlamak için üç önemli hususu göz önünde bulundurmamız gerekir: Yabancı istihbarat birimlerinin provokatif faaliyetleri. Gizli servis elemanları Sünnilerin camiine bomba atıp etrafa 'Şiilerin bombaladığı' söylentisini yayıyor. Ya da Şiilerin bir türbesini bombalıyor, 'Sünniler bombaladı' diyor. Böylelikle neredeyse periyodik olarak her iki tarafı da tetikleyecek uygun bir zemin oluşturuluyor. Radikal, laik, Arap milliyetçileri, Saddam'ın Baas ordusu bu işte belirleyici rol oynamaktadırlar. Şu mesajı vermeye çalışıyorlar: "Irak'ta bizim dışımızda kimse kamu otoritesini kuramaz. Ya biz olacağız veya kimse olmayacak." Kelimenin gerçek anlamıyla terör de yapıyor bunlar. Bunların hiçbir dinî kaygıları yok, sadece iktidar için savaşıyorlar. Daha önemli bir faktör var, bu çatışmalarda rol oynayan kesimlerin lümpen karakteridir. Kaba, eğitimsiz, şehrin varoşlarında büyümüş, işsiz güçsüz, umutsuz, değerlerini yitirmiş insanlar çatışmalarda aktif olarak kullanılıyorlar. Maalesef Türkiye dahil İslam dünyasında bu kesimlerde bir artış var. Bundan dolayı ne Sünni ne Şii ulema bu şiddet yüklü kitlelere söz geçirebiliyorlar. Irak'ta "mezhep çatışması" tanımına yakın sayılacak tek örnek, birtakım "tekfirci gruplar"ın da bu işte rol oynamaya çalışmasıdır; bunlar kendileri dışında kalan bütün İslami grupları tekfir etmekte, kanlarını helal saymaktadırlar. Bunlar "marjinal"dir, asıl çatışmayı sürükleyenler yukarıda saydıklarımızda. Yazık ki İslam dünyasının her tarafından mezhep çatışmalarını tahrim eden ulema, nasıl lümpen takımlar üzerinde etkili olamıyorsa, bu aşırı-tekfirci gruplar üzerinde de etkili olamıyor. Teselli verici tek husus, meşru İslami otoritelerin, alimlerin mezhep çatışmalarını tahrim etmesidir. Benim gözlemlerime göre, "yaratıcı kaos"un ikinci ayağı devreye sokulmak istenmektedir. Bu da benzer derinlikte ve yıkıcılıkta "etnik çatışmaların sahnelenmesi" şeklinde olacaktır. Burada Türk-Kürt, Fars-Arap, Azeri-Fars, Kürt-Türkmen çatışmalarının çıkmasına çalışılmaktadır. Mademki doktrin, mezhep, ırk/etnisite ve coğrafi/yöresel unsurların tecridini, özerkleştirilmesini ve çatıştırılmasını öngörüyor, bölgenin bütün beşeri unsurları son yapı taşlarına varıncaya kadar ayrıştırılacak ve birbiriyle çatıştırılacaktır. Son terör olaylarının yöneldiği hedef budur. Bütün bölge insanları bu tuzağın farkında olmamız lazım, aksi halde "kendimizi kendi ellerimizle yıkıma uğratacağız, hepimiz helak olacağız."
  8. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Din Felsefesi
    Prof. Dr. Ömer Said GÖNÜLLÜ "İnanmak” kelimesini çeşitli durumlarda kullanırız: Meselâ “başaracağınıza inanıyorum” ifadesinde güven duyma ve temennide bulunma içiçedir. “Üniversiteye ve hukuka inancımı yitirdim” ifadesinde, bir sisteme, bir işleyişe artık güven duymamanın, bir beklentinin kalmamasının yanısıra, biraz da uzaklaşmak ve yabancılaşmak mânâsı vardır. İnanmak fiiline birçok değer konu olabilir. Okulumuza, hocamıza, arkadaşımıza, okuduğumuz herhangi bir kitaba, bir yazara inanırız. Değerli bulduğumuz, benimsediğimiz, hayatımız için esas aldığımız bir düşünceye, bir anlayışa, bir hareket tarzına inanırız. İnsanın hem günlük hâdiselerde yaşadığı yukarıdaki gibi “inanmak”lar vardır, hem de hayatında merkezî yer tutan temel bir inanmak (inanç, itikad, dünya görüşü) vardır. Duygu, düşünce ve davranışlar temelde bu ikinciye göre muhteva kazanır; günlük meseleler, yeni öğrendiğimiz bilgi ve haberler buna göre tartılır; büyük, küçük, kendimizle veya dış dünyayla ilgili değerlendirmelerimiz de buna göre şekillenir. Duyduğumuz bir habere inanırken veya inanmazken, farkında olmadan bu inancımızın tesiri altında tavır alırız. Fakat birinci türdeki bütün “inanmak”lar hep birşeyin karşılığındadır; insan bu tür inanmalarda hep bir beklenti içindedir, ve bu normaldir. Bu beklentilerin ne olduğu, hayatımızda nasıl bir yer tuttuğu ise neye ne kadar inandığımıza göre değişir. Anne-babamızdan beklentilerimiz olmaz; günlük (bâzen daha uzun vâdeli) isteklerimiz olur. Bunlar karşılanmadığında biraz içerleriz, fakat onlara olan inancımız azalmaz. Onların bize karşılıksız bir sevgi ve şefkat duyduklarından emin olduğumuzdan (bunu uzun uzadıya düşünüp hesap ederek biliyor değilizdir; kendimizi bildiğimizden beri böyle hissederiz) inancımız azalmaz. Belki ergenlik ve gençlikte zaman zaman onların bizi yeterince anlamadığından şikâyet ederiz, fakat bundan bize zarar gelmeyeceğini, hayatımızda menfî bir belirleyici olmadığını da biliriz. Ancak ebeveynin dürüst olmaması ve bunu sürekli kılması evlâdın onlara olan inancını sarsar. Öğretmen veya hocamıza olan inancımız ise, bize sadece doğru ve fazla bilgi aktarmalarından dolayı değil, onları örnek alınacak bir şahsiyet modeli, yanıltmayan bir rehber olarak görme beklentimizle de ilgilidir. İnsan hayatında temel belirleyici olan inanmak ise, telâffuzuyla birlikte insanı bir anda maddî âlemden çekip çıkaran, sadece beş duyunun değil, zihin ve sezgi kâbiliyetlerinin de doğrudan ulaşamadığı, kalb ve vicdanın girebildiği bir dünyaya götüren, “Allah’a inanmak”la ilgili bir hususa karşılık gelir, ve kelime bu durumda artık bir kavram hâlini alır. İnanmak, insanın bu yönde bir istek, arayış ve hakikat aşkı göstermesine karşılık Allah’ın onun kalbinde yaktığı ışık olarak târif edilir genellikle. Bu durumda insan Allah’a birşeyin karşılığında mı inanmış olur? Meselâ, ölümden sonraki yokluk ihtimali mi insanı buna zorlar? Hayır! Çünkü bu ihtimali sıkça düşündüğü hâlde bir türlü inanamayanlar vardır. Veya, bu âlemin tesadüfen ortaya çıkmış olamayacağına dair kendisinde gelişen kanaat mi onu buna zorlar? Hayır! Bunu farkettiği hâlde inanamayan insanlar da vardır. Allah’a inanmak Aslında, şuur, akıl ve vicdan sahibi her insanın imanla bir “ilk tanışma” süreci vardır. Eğer çocuk, inanan bir ailede dünyaya gelir, ve onun için iman-merkezli bir mânevî beslenme sözkonusu olursa, Allah’a inanmak cibillî ve tabiî bir durum olur. Yine de bu kişi belli bir yaştan itibaren, mizaç ve karakterine bağlı olarak imanını az-çok sorgulamaya başlar. İşte iman hakkında insan, iradesiyle gerçek mânâda bu safhada bir tercihte bulunur. Fakat burada inanmak aklî bir tercihin konusu değildir. Akıl sadece bir araçtır. Kâinatta Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren aklî deliller, önceden (çocukluktan itibaren) mevcut olan imanı besleyen, tahkikî hâle gelmesine ve artmasına vesile olan işaretlerdir sadece; imanın sebebi değildir. Otuz-kırk yaşına kadar iman konusuna kapalı yaşamış bir insanın, daha sonra iradesiyle imana yönelmesi de Allah ile ilgili aklî bir delillendirmeden dolayı değil, kalbine hidayet ışığının gönderilmesinden, ve onun bunu şuur ve akıl ile hissedip kabul etmesinden dolayıdır (Belki bu kişinin kalbinde iman bir tohum olarak uzun yıllar saklı vaziyette taşınmış da olabilir). Bu ışığın ve bunun mânâsının hissedilmesi için tabii ki akıl gerekmektedir, fakat hidayet aklî bir tercihten dolayı geliyor değildir. Bu son ifade ise, “İman akıl dışıdır” demek de değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi, akıl belli bir yere kadar gerekli bir âlettir sadece [Efendimiz’in (sas) “Aklı olmayanın dini yoktur” beyanı bunun özlü ifadesidir]. İnsan inanıyor olduğunu derinlemesine ve ciddi şekilde farketmeden önce, bu konu üzerinde uzun uzadıya düşünmemiştir; düşünmediğini de ilk defa bu şekilde farkeder. Fakat iman hissedildikten, üzerinde tefekkür ve tahassüs cehdi başladıktan sonra, bunun artık kulun iradesiyle ilgili bir şuur yanı olduğu da farkedilir. İmanla ilgili tercihte akıl, kalb ve rûhun (şuur-altı) beslenme kaynakları, belli bir yaşa kadar muhit, fakat en mühimi de, bir safhadan sonra kişinin kendi irade ve gayreti esas belirleyici olur. Bu süreçte iman tahkikî bir hususiyet kazanıp derinleşebilir veya erozyona uğrar. Farklı bir inanmak Fakat Allah’a olan inanmak yine de diğer bütün inanmaklardan farklıdır; hem insanın kalbinde nasıl doğduğu ve hissedildiği, hem de devam ettirilme, beslenme ve korunma şekli bakımından. Meselâ insan imanını ölünceye kadar koruyacağını garanti edemez. Bu, diğer inanmak fiillerinde olduğu gibi, bizi hayal kırıklığına uğratan hâdiselerden değil, nihâî mânâda tamamen irademizle, istememizle (dualarımızla ve kulluğumuzla) ilgili hususlarda ölünceye kadar ve ölürken ne hâlde olacağımızı asla bilemeyecek olmamızdan dolayıdır. Yine de, hayatı boyunca samimi niyetle Allah’a yönelmeye çalışan, zaman zaman tökezlese hatta düşse de, bundan derin üzüntü duyup iradesini hidayetin tecelli edeceği yönde kullanan bir insan, bu gayretini Cenab-ı Hakk’ın zâyi etmeyeceğine inanabilir. İnsan Allah’a inandıktan, bunu farkettikten, hatta tahkikî bir imanı elde ettikten sonra, bunun karşılığında kendisine verilecekleri öğrenir, düşünür, ama, imanına hassasiyet göstermesinin sebebi bu olamaz. Çünkü iman etmek öyle farklı bir inanmaktır ki, karşılığında birşey verilerek vücuda gelmesi veya yokedilmesi sözkonusu olamaz.1 Belki de, sadece böyle bir inanmak bizatihi ve tek başına itminan verici ve bu yüzden farklıdır; vâdettikleriyle değil, bizzat kendisiyle insana hitap eden bir inanmaktır bu. Çünkü Allah, kendisine birşey karşılığında iman edilecek bir Zât olamaz. Zâten imanları için sürekli hassasiyet taşıyanlar, sabahına uyandıkları her yeni günde onu koruma, kökleştirme ve inkişâf ettirme gayreti gösterenler, imanları karşılığında bir beklentiye girdikleri için değil, hakikat arayışları ve titizliklerinden, yani O’nu tam bulma arzularından dolayı bunu yaparlar. Aslında bu, dünyevî ve uhrevî mânâda bir beklenti değildir. Selim fıtratın aslî yönüdür. İnsanın nefsiyle olan mücadelesi bunu korumak içindir. Dolayısıyla inanmak, sadece Allah’a inanmak sözkonusu olduğunda beklentisizliği ifade eder. İnsan, Allah’a belli şeyler karşılığında iman etmez ve imanında sabit-kadem olması da bu sebepten dolayı değildir. Allah’a, Peygamber’ine (sas), gönderdiği Kitab’a ve bu Din’e inanmak, karşılığı bu dünyada beklenmeyen (fakat Ahiret de henüz gaybdır), vicdanda bir itminan hâlinde hissedilen bir inanmaktır (diğer yandan, insan beklemese de, Allah bu yolun tabiî bir durumu olarak insana, ancak iman edenlerin duyabileceği bir itminan, iç huzur ve saadet lütfeder). İnandığımız diğer herşey, inanmak fiilinin esas muhatabı olan Allah katında bir değer ifade ediyorsa eğer, hakikaten inanmaya değerdir ve lâyıktır. Çünkü insan evvelen ve bizzat Allah’a inanmak, O’nu keşfedip tanımak ve kulluk etmek için yaratılmıştır. İnanmak, neyin karşılığında? Allah Resulü’nün (sas) vaadleri, insanlara, iman etmeleri için bir bedel olarak teklif edilmiyor, Allah’ın âdeti gereği imanın değişmez neticesi olarak zikrediliyor. Zâten insanlar da bundan dolayı iman ediyor değiller. Çünkü aynı vaade muhatap olan birileri iman ederken birileri etmiyor. Demek ki imanın sebebi bu vaad, (muhatapların bu vaadi ciddi bulmaları) değildir. İman, hesabı aşan bir his, bir ışıktır. Yeri, kalb ve vicdandır. Telâffuz edildiğinde, inanmayanlar için yokoluş ve yokluk ürpertisi olan ölüm, iman etmiş olanlar açısından ebedî âleme (gabya) açılan koridora girmek mânâsına gelmektedir bu yüzden. İnanmak, neyin karşılığında? Hiçbirşeyin! Sadece O’na hiçbirşey karşılığında inanılır. Aksi takdirde, O’na olan inancımızı yanlış bir yaklaşımla, yaratılmışlara olan inancımızın durumuna düşürmüş oluruz (Birbirlerini Allah için seven ve bağlananlar müstesna). Yaradan’a olan iman ile yarattıklarına olan inanç arasında inanmak açısından böyle bir fark olmalıdır zâten; tıpkı namazı hiçbirşey karşılığında, sadece O emrettiği için kılmamız gerektiği gibi. Fakat, insan namazını sadece Allah’ın rızasını gözeterek, O emrettiği için, yani karşılığında hiçbirşey beklemeden, bir kulluk vazifesi ve O’nun da hakkı olarak kemâl-i dikkatle eda etmeye çalıştığında, Cenab-ı Hakk değişmeyen âdeti olarak, insanı muhafaza eder2 (İnsan bunu bilse de, namaza niyetlenirken bu beklentiye girmemesi Allah karşısındaki kulluk şuuru ve ciddiyeti açısından daha doğru olsa gerektir). Kulluk imtihanı İnanmak kavramının insan fıtratının derinindeki hakiki yeri ve karşılığına hemen ulaşılamadığını, bunun ancak Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in (sas) rehberliğinde hissedilebileceğini insan, zaman içinde farkedebilir. Zaman zaman gaflete düşse de, kendine gelip şuuru uyandığında bunu tekrar hisseder. İman insana, O’nun rızasına niyetle yaşamayı gâye edinme ufkunu gösterir, hissettirir. Fakat oraya ulaşmak ve bir ömür boyu koruma cehdi içinde bulunmak çok zordur. İnsan nefes alıp verdikçe, şuur ve iradesi varoldukça devam edecek bir mücadeleyi gerektirir bu. İman eden insan anlar ki, Kâinat’ta Allah’ın varlığının, birliğinin ilan edilmesi, her şeyin O’na ait olduğunun ifade edilmesi gerekir. Çünkü Allah’ın Zâtı buna lâyıktır. O’nun buna ihtiyacı yoktur fakat “Zât-ı Vâcibû’l-Vücud” hakikati tabiatında bunu gerektirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in başında Besmele’den sonraki ikinci âyet olan Elhamdu lillahi Rabbi’l-Âlemin bir yönüyle bunu da ifade eder. Bunu, Yaratıcı’nın bahşettiği hür bir iradeyle ve karşılığında hiçbir şey beklemeden yerine getirmek insanın varlık sebebi olsa gerektir, ve sadece ona mahsus kılınmıştır. İnsana şeref olarak, bu görev için yaratılmış olmak yeter. Namazın ilâhî emir ile farz kılınması (bilemediğimiz hikmetlerinin yanı sıra) belki bundan da dolayıdır. İman etmiş bir insanın ilk ve en önemli farz olan namazı hür iradesiyle hissederek ikame etmesi, Tevhid’i Allah’ın takdir ettiği muhteva ve şekilde Kâinat’a duyurması mânâsına da gelir. Fakat insanın, Yaratıcı’sından müstağni gibi hareket etmesi de doğru değildir. Zayıf, âciz ve ölümlü varlıklarız. Her an, her hususta, en önemlisi de vâdettiği ebedî saadet için O’na muhtacız. O (cc) lütfetmezse bunu biz temin edemeyiz; hatta bildirmese kalbimizde de hissedemeyiz. O’nun ve Peygamberi’nin (sas) beyanlarından ve bunların doğruluğunu vicdanımızın -sezip yaşadıklarımızla- tasdik etmesinden hareketle rahmetinden ümit ediyoruz. Bu durumda O’ndan (cc) neyi, neden, nasıl ve hangi âdab ölçüsüyle bekleyebiliriz? Burada duyulacak beklentinin amel karşılığında olmaması gerektiğini Hz. Peygamber (sas) kendisinin bile amelleriyle değil, ancak Allah’ın rahmetiyle Cennet’e girebileceğini buyurmakla ders veriyor. Dolayısıyla, bizim cihetimizden baktığımızda, iman ve amelin karşılığını beklemek iman hakikatinin saflığını bozmak mânâsına geliyor. Fakat Cenab-ı Hakk değer verdiği hususlara değer veren insanlara ve onların yaptıklarına değer veriyor. O hâlde, O’nun takdiri üstüne söz söylememek, ve bir şey isteyeceksek, bunu da Kur’ân’da buyurulan, “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver, ve bizi ateşin azabından koru!” duasıyla yerine getirmek gerekiyor. Burada Allah, gazabının önüne geçmiş olan Rahmetiyle, istemeyeceğimiz ateşten korunmayı isteyebileceğimizi buyuruyor. Karşılık açısından bakacak olsak bile, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin belirttiği gibi, Cenab-ı Hakk’ın bize zâten baştan herşeyi vermiş olduğunu, isteyecek birşeyin ve de istemeye hakkımızın kalmadığını, daha doğrusu hiçbir zaman olmadığını görüyoruz. Fakat O’nun vâdinde Sâdık olduğuna tam olarak inanıyor, bizi yoktan (ve de vermiş olduklarının hiçbirini önceden hakedecek birşey yapmamış iken) yarattığına ve vaadde bulunduğuna göre, Âhiret’te de mükâfat vereceğinden şüphe etmiyoruz. Gayba iman İnanç konusu bahis mevzu olduğunda “Ben gördüğüme inanırım” der bazı insanlar. Aslında görmediğimize, yani gayba inanırız. Gördüğümüze inanmamıza gerek kalmaz. Zâten görüyor, şahit oluyoruzdur. İnanç konusu olan âlem şehadet değil, gayb âlemidir. İnanmak (veya inanmamak) görünmeyenler içindir, görünmeyenlerle ilgilidir. Muhterem Hocaefendi’nin önemle vurguladığı gibi, Allah’ın varlığının delilleri, O’na olan imanımızın sebebi değildir (mealen). İnsan önce bir şekilde inanır, daha doğrusu inanıyor olduğunu farkeder (bu inançta iradesinin ne kadar payı olduğunu da tam çözemez), daha sonra O’nun varlığının âfakî ve enfusî delilleriyle karşılaşınca, hak(iki) bir inanca sahip olduğunu hisseder, daha bir itminan duyar. Zâten Kur’an’ın başında, bu Kitab’ın ancak muttaki vasfıyla iman edenler, O’nun Zâtı’nın gerektirdiği saygıyı duymaya çalışarak ve koyduğu bütün ölçüleri dikkate alarak yaşamak isteyenler için hidayet kaynağı olduğu (olabileceği) ve muttakilerin de en başta gayba iman ettiği buyuruluyor. Diğer yandan, insanın belli bir yaştan sonra iman konusunu şuurlu şekilde düşünme ihtiyacı duyması, kendisini yokladığında iman ediyor olduğunu fark etmesi, bilhassa gençlik döneminde çevresiyle olan muhaverelerinde bunun ağırlıklı bir yer kazanması, toplumumuzda çok normal ve tabiî bir husustur. Dış görünüşleri, konuşma ve davranış tarzları çok geniş bir yelpazeye yayılsa da, çok farklı eğitim, kültür ve muhitten insanlarımız imanlarını rahatlıkla dile getirmektedirler. Bu, tarihten beri böyle olmuştur. Milletimiz “iman”ı hiçbir zaman mesele yapmamış; hep inanan bir toplum olmuş, iman hakikatlerine çok açık, dâima benimsemeye hazır ve uyum içinde yaşamıştır. Cibilli olarak milletimizin bünyesi “iman” hakikatiyle ve bunun gerektirdiği hassasiyetle tam kaynaşmıştır. İman, milletimizin (hemen bütün fertleriyle) sanki doğuştan getirdiği tabiî ve ayrılmaz bir yanı gibidir. İnsan, imanıyla imtihan olduğunda bir işaret bekleyebilir; kırıntı miktarda bile olsa niyet ve iradesini iman yönünde ortaya koyduğunda işaret de gelir. İmanın şuurda meydana getirdiği uyanıklık ve kalbde hâsıl ettiği itminan da bir işarettir. Hz. İbrahim’in (as), Cenab-ı Hakk’tan ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini istemesi ise insanlığın fıtratına ve itminan ihtiyacına tercüman olmasıdır belki de. Yoksa Hz. İbrahim (as) Zât-ı Ulûhiyet’in huzurunda, O’na muhatab olduğunun şuurundadır zâten. Efendimiz’e (sas) verilen Mi’rac mû’cizesiyle ilgili olarak Hz. Ebubekir’in (ra) gösterdiği tam inanmışlık ise, hem İlâhî Kudret’e, hem Nübüvvete, hem Efendimiz’in (sas) şahsına, hem de gayba olan yüksek imanını ortaya koymaktadır. Dipnotlar 1. Efendimiz’in (sas) risâlet ve tebliğle vazifelendirildiği dönemde, İslâm’â ve imana dâvet edilenler arasından bu dini seçenler, iman ettikleri takdirde en yakın zamanda sadece kurulu düzenlerinin değil, hayatlarının da büyük tehlike altına gireceğini biliyor ve saflarını belirledikten sonra da bunu görüyorlardı. Efendimiz (sas) ise, vazifesinin gereği olarak, insanlara fert ve toplum olarak imanlarının dünya ve Âhiret’teki mükâfatını açıkça bildiriyordu. 2. “Sana vahyedilen kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et. Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allah’ı namazla anmak, elbette en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.” (Ankebut, 29/45) 3. Bakara sûresinin başında, gayba ve Âhiret’e iman muttakilerin vasıfları arasında zikredilir: “İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir muttakîlere! O muttakiler ki görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler. Hem sana indirilen kitabı, hem de senden önce indirilen kitapları tasdik ederler. Âhirete de kesin olarak onlar inanırlar.” (Bakara, 2/2-4) 4. “Bir vakit de İbrâhim: ‘Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?’ demişti. Allah: ‘Ne o, yoksa buna inanmadın mı?’ dedi. İbrâhim: ‘Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim’ diye cevap verdi. Allah ona: ‘Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).’” (Bakara, 2/260)
  9. hep aynı seyler hep aynı sorular ve hep aynı teselli...sadece imzam anlatıyo sanırım
  10. 40 Yasindasin Bedir Habibullahı sevmek Mekkenin Fethi
  11. AKP çok güzel işler yaptı 2002 den bu güne kadar dikkat ederseniz DTP nin kale olarak gördügü Şehirlerde bile AKP enaz DTP kadar oy aldı... Bu yabana atılmamalı, kürtler bölücü diyenlere ii bi cevap bence. ordaki halk kim hizmet getirirse ona oy verir ki AKP öyle yaptı... Geçenlerde memleketim D.bakıra gittim kara yoluyla Urfaya Büyük bir hava alanı yapılmıstı otoban yapımlarına hala devam ediliyor..Yollar büyütülüyor,Gidiş dunusler çift şeritli hale geliyor D.bakırda özel hastaneler cok fazlalastı her semtte enaz iki tane var bunlar yabana atılmamalı ve insallah D.bakır buyuk sehir belediyesinide AKP alır alırki daha cok hizmet verir... Bu arada Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gülün Doğu ve Göneydoğu yapacağı ziyaret bölge halkı tarafından buyuk bir sevincle karsılandı...
  12. cok tskler arkdaslar cok mutlu ettiniz beni teker teker tskler yine
  13. Senyour şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    RAHMÂN ve RAHÎM OLAN ALLAH’IN ADIYLA... 1–Battığı zaman yıldıza andolsun ki... 2–Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı... 3–O hevâdan (arzusuna göre) konuşmaz... 4–O[nun tebliğ ettiği Kur'ân] kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir... 5–Çünkü onu, güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri olan (Cebrâil) öğretti... 6–Sonra en yüksek ufukta iken... 7–Asıl şekliyle doğruldu... 8–Sonra (Muhammed'e) yaklaştı. (Yere doğru) sarktı... 9–(Muhammed ile arasındaki mesafe) iki yay uzunluğu kadar, hatta daha az kaldı... 10–Kuluna vahyettiğini vahyetti... 11–(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı... 12–Onun gördüğünde kuşku mu duyuyorsunuz?.. 13–Onu Sidretü'l–müntehâ'nın yanında... 14–Önceden bir defa daha görmüştü... 15–Cennetü'l–me'vâ (oturulacak bahçe) da onun yanındadır... 16–Sidre'yi kaplayan kaplamıştı... 17–(Muhammed'in) göz[ü] şaşmadı ve sınırı aşmadı... 18–Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü... 19–Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı?.. 20–Ve üçüncü[leri olan] öteki (put) Menât'ı?.. 21–Demek erkek size, dişi O'na öyle mi?.. 22–O zaman bu insafsızca bir taksim!.. 23–Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlara hiçbir güç (tanrı olduklarına dair hiçbir delil) indirmemiştir. O[putlara tapa]nlar zanna ve nefislerin[in] arzusuna uyuyorlar... 24–Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacak?.. 25–Son da ilk de (âhiret de dünya da) Allah'ındır... 26–Göklerde nice melek var ki onların şefâati hiçbir işe yaramaz. Ancak Allah'ın dilediği ve râzı olduğu kimselere yarar sağlar... 27–Âhirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar... 28–Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur.Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından hiçbir şey ifade etmez... 29–Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir!.. 30–İşte onların erişebilecekleri bilgi (sınırı) budur (bundan ötesine akılları ermez). Şüphesiz Rabbin, evet O, yolundan sapanı da iyi bilir; O, hidayette olanı da iyi bilir... 31–Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir... 32–Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir. KASEMİN KENDİSİNE YEMİN EDİLENLE İLGİSİ Yüce Allah, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in dalâletten, günah[a dalmak]dan ve hevâ[sına uymak]dan berî olduğu hususunda, 'niçin düştüğü zaman yıldıza' yemin etmiştir? Bu soruyu cevaplamadan önce, İslâm davetinin, Allah, melekler, Allah'ın melekler ve yaratıklarla olan ilişkisi konusunda, yanlarında ciddî olarak yanlış bilgiler bulunan bir toplumla karşı karşıya olduğunu açıkl[amak ist]iyorum. Nitekim onlar, vahiy olayını hiç bilmiyorlardı; bunun için Elçi'nin sadece, kendisine şeytanların fısıldadıklarını konuşan bir kâhin olduğu yönünde onu itham etmişlerdi. Bundan dolayı Yüce Allah onların bakışlarını, gözleriyle gördükleri zâhir[dış âlem]e çevirip, gökyüzünde parlayarak yere düştükleri görünen bu yıldızların (alevlerin/parlak taş parçalarının), Allah'ın, Elçisi'ne vahyettiği Kur'ân'ın bir kısmını gizlice dinlemeye ve kapmaya ya da Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kalbine kötü ve yanlış (düşünceler/bilgiler) fısıldamak/ilkâ etmek sûretiyle vahye müdahale etmeye çalışan şeytanlara attığı silahlar olduğunu beyanla, 'düştüğü zaman yıldıza' yemin etmiştir. Dolayısı ile Elçi, son derece sıkı olan bu ilâhî himaye sayesinde şeytanların saptırmalarından, iğvalarından ve ayartmalarından korunmuştur. Böylece kasemle, kendisine yemin edilen arasındaki irtibat ortaya çıkmıştır. VAHYİN KORUNMASININ SEBEBİ Bilinmektedir ki Yüce Allah, nebisini gönderdiği zaman cinleri, Kur'ân âyetlerini kapmaktan menetmek için semavî haberlere karşı son derece sıkı bir güvenlik tedbiri almıştır. O, cinlerin diliyle şöyle buyurmuştur: "Biz (cinler) göğe dokunduk, fakat onu sert bekçi ve ışınlarla/alev hüzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Halbuki (daha önce) biz onun dinlenmeğe mahsus olan oturma yerlerinde oturur[ğayb haberlerini dinlemeye çalışır]dık. Artık şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir ışın/alev hüzmesi buluyor."(1) Bu yasağın sebebi şudur: Eğer cinler, Resûl'e inmeden önce Kur'ân sûrelerinden birini öğrenme imkanı elde etselerdi onu, insanlar arasında yayacak olan kâhinlere ulaştırırlar ve o zaman da (ilâhî mesaja karşı) direnen müşrikler Resûl'e şöyle derledi: "Bak ey Muhammed! Sana inen bu sûreyi senden önce filan kâhin almıştır. Bundan dolayı sen de, kâhinlerden bir kâhinsin ve şeytanların sana ilettiklerini alıyorsun..." Bunun için vahyi, bütün iniş merhalelerinde, şeytanların müdahalesinden koruyacak bir (bir dizi ciddî) önlem almakla Kur'ân'ın nüzulünün, sıkı bir şekilde korunması gerekmekteydi. Bu koruma için Yüce Allah Cibrîl[as]'ı görevlendirmıştır. Nitekim Allah Cibrîl'i, vahiy konusunda güvenilir, güçlü–kuvvetli, kusursuz ve heybetli olarak tavsîf etmiştir. İdaresine de, sefere melekleri ve (son derece) delici ve yakıcı ışığı olan yıldızlardan (alevlerden/parlak taş parçalarından) meydana gelen bir grubu vermiştir. Cibrîl'in nurları/ışınları, ordusu ve yıldızları (alev hüzmeleri/parlak taş parçaları kendilerine doğru) yönel[ip gel]ince şeytanlar korkarak kaçarlar. Bütün bunlardan sonra Elçi'nin, şeytanların saptırma ve doğru yoldan çıkarma çabalarına maruz kalmasına ve (dolayısıyla) hevâ[sın]dan (yani canın istediği gibi) konuşmasına hiç imkan var mıdır? ŞEYTANLAR DELALETİN VE YOLDAN ÇIKMANIN SEBEBİDİR... Şeytanların, sapıklığa, yoldan çıkmaya ve hevâya düşmeye sebep oldukları gerçek[bir hâdise]dir. Bu itibarla Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bu, şeytanın işindendir. O gerçekten apaçık saptırıcı bir düşmandır."(2) "Onlara şu adamın haberini de oku: Kendisine âyetlerimizi verdik de (o) onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan onu peşine taktı ve sonunda azgınlardan oldu."(3) "(İblis) dedi: "Senin izzet ve şerefine andolsun ki, onların tümünü azdıracağım."(4) "Şeytanların saptırıp şaşkın bir şekilde çöle düşürmek istediği kimse gibi..."(5) SÜRENİN KONULARI ARASINDAKİ MANTİKÎ ZİNCİR Sûrenin mevzûları, mantıkî olarak güzel bir şekilde birbirine bağlıdır. Bunlar da, önce müşriklerin bozuk itikatlarının teşhis edilmesi, sonra da aklın kabul ettiği ve önceki semâvî kitapların onayladığı hakîkatlerle o bâtıl inançların düzeltilmesidir. Bu gerçekler, akıl yoluyla onların itikatlarının asılsız olduğunu ortaya koyar; bazen o[akıl metodu]na, fikirlerinin birbirleriyle uyuşmamasından dolayı alay edilme hususu eklenir. Böylece, onların İslâm davetine karşı direnmelerinin ve çürük akidelerine yapışmalarının sebebi ortaya çıktığı gibi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere inanmaktan ibaret olan ve Yüce Allah'ın birliğini, büyük melekler ve diğer mahlûkâtından hiçbirinin (en ufak bir) ortaklığı olmayacak şekilde bütünüyle kâinatın mutlak hâkimi olduğunu te'kîd[ed]en temel iman esasları ortaya çıkmıştır. Sonra sûre, –önceki azgınlara yapıldığı gibi– müşrikleri, Allah'ın dünyada vereceği âcil cezâ ile kıyâmet gününün o en büyük cezâsından korkutmakla sona erer. Şimdi de bu konuların tafsîlâtına geçelim. VAHİY OLAYI Yüce Allah sûrenin başında, büyük melek Cibrîl'i, vahyi Resûl'e ulaştırmak ve onu şeytanların saçmalıklarından muhâfaza etmekle görevlendirerek vahyin korunmasını garanti altına almıştır. Cibrîl'in, cismi ufku dolduran, devâsa yaratılışlı bir melek olduğunu beyan etmiştir: "O en yüksek ufuktadır." Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, isrâ ve mirâc gecesi, kalbinin karşısında en ufak bir sarsılma olmaksızın durduğu ve hiç sendelemediği açık âyetler (hârika olaylar) görmüştür: "(Muhammed'in) göz[ü] şaşmadı ve sınırı aşmadı." O, yanında Cennetü'l–Me'vâ bulunan Sidretü'l–Müntehâ'daki bu hârika olaylara (âyetlere şöyle) misâl verir: "Sidre'yi kaplayan kaplamıştı." Allah sanki şöyle buyurmuştur: Şimdi Muhammed'in kalbi, bu büyük ve yüce muccizelerin (âyetlerin) karşısında sarsılmadığına göre, aşağılık şeytanların desîseleri karşısında hiç sarsılır mı? Bu şeytânî dürtülerin ona gâlip gelmesi ve bu şekilde onu saptırması ve doğru yoldan ayırması hiç mümkün müdür? MELEK KONUSU Cibrîl Aleyhisselam, vahiy konusunda, Allah'ın zikrettiği dört büyük melekten biri olduğuna göre, Allah'ın melek konusunu ve bu hususta müşriklerin (bozuk) akîdelerini ele alması ve onları düzeltmesi yerindedir. Müşriklerin, yüce gayb âlemine dair biraz bilgileri vardı. Yüce Allah'ın, kâinatın yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu biliyorlardı. Bunu Allah'ın –başka bir sûredeki– şu sözü te'yîd etmektedir: "Andolsun ki onlara, gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı (sizin yararınıza olmak üzere) boyun eğdiren kimdir? desen, mutlaka, ‘Allah’ derler. O halde nasıl Allah'ın (birliğinden) döndürülüyorsunuz?... Onlara, gökten suyu indirip de ölmüş olan yeri onunla kim diriltti? diye sorsan, ‘Allah’ derler..."(6) Nitekim onlar, Yüce Allah'ın peygamberler, özellikle de, Kabe'yi bina eden, onun yanında makamı olan –ki onlar onu (orada) makamı olmakla tanıyorlardı– ve Eski Ev'in çevresini Allah'tan gelen vahiyle güvenli bir yasak bölge (koru) yapan İbrâhîm[Aleyhisselam]'ı gönderdiğini biliyorlardı; bütün bunlar hakkında bilgi sahibi idiler. Ancak, (aradan) uzun zaman geçmesi nedeniyle İbrâhîm[Aleyhisselam]'ın dînini babalarından tahrîf edilmiş ve çarpıtılmış olarak almışlardır. MÜŞRİKLERİN MELEK KONUSUNU TAHRİF ETMELERİ Şunlar, onların melekler konusundaki bozuk düşüncelerindendir: a. Meleklerin Allah'ın kızları olduklarını iddia etmeleri. Bunu Yüce Allah'ın şu sözü te'yîd etmektedir: "Rabbiniz, oğulları size seçti de kendisine meleklerden kadınlar mı edindi? Gerçekten siz çok büyük (tehlikesi olan) bir söz söylüyorsunuz!"(7) b. Meleklerin dişi olduklarına inanmaları. Bunu da Yüce Allah'ın şu sözü te'yîd etmektedir: "Âhirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar." c. Onların, meleklerin, –Allah'ın kızları olması nedeniyle– Allah katında müşriklere şefâat etmeleri için ibadete lâyık olduklarına inanmaları. Bunu ise Yüce Allah'ın şu sözü te'yîd etmektedir: "O gün, onların hepsini mahşere toplar, sonra meleklere: Bunlar size mi tapıyorlardı? deriz."(8) Bu sebeplerden dolayı, Arapların taptıkları Lât, Uzzâ ve Menât'ın, onların iddialarına göre bazı melekler için birer rumuz oldukları benimsenmiştir. Sûre, bu ilahların dişi olduklarına şu sözlerle işaret etmiştir: "Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? Ve üçüncü[leri olan] öteki (put) Menât'ı? Demek erkek size, dişi O'na öyle mi (onun için mi meleklere Allah'ın kızları diyorsunuz)?" Sonra o (sûre), müşriklerin, meleklerin Allah'ın kızları olduklarına inandıklarına işaret etmektedir. Bu da Yüce Allah'ın şu sözünde[geçmekte]dir: "Âhirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar." ONLARIN İDDİALARINA CEVAP Yüce Allah, onların (bu geçek dışı) iddialarına şu aşağıdaki hakîkatlerle cevap vermektedir: a. Müşriklerin bu (asılsız) iddiaları/(bozuk) inançları, zan ve hevâdan kaynaklanmaktadır; fıtrat ve akıl onları desteklememektedir. Onları, Allah'ın indirdiği hiçbir kitap ve gönderdiği hiçbir elçi de söylememiştir: "Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlara hiçbir güç (tanrı olduklarına dair hiçbir delil) indirmemiştir. O[putlara tapa]nlar zanna ve nefislerin[in] arzusuna uyuyorlar." b. Kızları çirkin gören ve bir kız çocuğu doğduğu zaman yüzleri siyahlaşan Arap müşriklerin, Allah'ın kızları kendine ayırdığını iddiâ etmeleri kesinlikle hakşinaslık (insaflılık) değildir: "O halde bu insafsızca bir taksimdir!" Yani, adâletsiz[ce bir taksim]dir. Bu, müşriklerin tenâkuzunu ortaya koyan acımasız[ca] bir alaydır. c. Melekler, Allah'ın yaratılmış olan kullarından başka bir şey değildir. Güç ve kuvvetleri ne kadar fazla olursa olsun Allah'ın izni olmadan O'nun nezdinde onların şefâatleri (hiç bir) fayda vermez: "Göklerde nice melek var ki onların şefâati hiçbir işe yaramaz. Ancak Allah'ın dilediği ve râzı olduğu kimselere yarar sağlar." DÜNYA VE ÂHİRET KONUSU Sûre, müşriklerin çürük inançlarından şunları ortaya koymaktadır: Bu dünya hayatı, yaşam[an]ın sonudur; insan, öldüğü zaman bir daha dirilmez ve amellerine göre de hesâba çekilmez: "Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir! İşte onların erişebilecekleri bilgi (sınırı) budur, (Bundan ötesine akılları ermez)." İşte bu âyet, müşriklerin, İslâm davetine karşı direnmelerinin ve bâtıl olan câhiliyye inançlarına sarılmalarının sebebini de açıklamaktadır. Çünkü onların, geçici ve fânî olan dünya hayatına, onun şehvet ve lezzetlerine tutunmaları kendilerini, bu aşırı şehvetleri törpüleyecek, onları, aşırılıktan uzak ve makûl bir çerçeveye yerleştirecek, ferdin bazı hürriyetlerini, topluma vermek üzere ondan alacak ve buna mukabil, fertten alınanların kat kat fazlasını toplumdan alıp kendisine (ferde) verecek olan yeni dînî yoldan kaçınır hale getirmiştir. İşte bu, tam bir ictimâî sorumluluk ve himâye ile olmaktadır. Nitekim fert, iyiliğinin karşılığı olarak âhirette dâimî nimetlere kavuşacaktır. âdil abdullah el-kalkîlî ter; doç.dr. bahattin dartma Notlar: 1–Cin Süresi;72/8–9 2–Kasas Süresi;28/15 3–A'raf Süresi;7/175 4–Sad Süres;38/82 5–En'm Süresi;6/71 6–Ankebut Süresi; 29/61–63 7–İsra Süresi; 17/40 8–Sebe Süresi;34/40
  14. cadı seni GS severken bile yıldız cıkarttıyorsun en buyuk cimbom gerisi yalan
  15. muziksiz dogum günü mü olur (du) sardunyam ablam icin
  16. sardunyam ablam bak bu visneli senin aha buda meyveler yaw kusura bakmin ancak getirebilidim özel insanalara özel icecekler gider nati seni hec kırarmıyım sardunyam ablamı hayatta kırmam
  17. Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... 'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı... Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin. Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı... ''Can Dündar''ın dedigi gibi..
  18. İnsan bukadar görmezden gelir insan bukadar carpıtır... sizin icinde dua ediyorum sizde allahın kulusunuz insallah cehennemlik olmassınız..
  19. Senyour şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde İtiraf Köşesi
    Aşk tan ziyade neye Aşk diyoruz... Acı çekmekmi dir Aşk yoksa mutluluk mudur... Ama hersey yolunda gidiyorsa ozaman Aşk bitmiyor mu giden demiyormu sıkıldım ki acık demiyordur bahaneler öretiyordur... Aşk yoksa emekmidir ama emekte bu dunyada karsılık bulmuyor bir sekilde hakkın gasp ediliyor yoksa Aşk bile bile ateşemi atlamaktır... belkide Aşk kafa karışıklıgıdır mantıksızdır... itraf etmeliyim bundan dolayı seviyorum Aşkı....
  20. İslâmiyet kadına pek büyük bir mevki ve şerefli bir makam vermiştir. Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerime de “Ana-babanıza öf bile demeyin” (İsra Sûresi, 28) buyurmuştur. Efendimiz Hazretleri de, “Cennet anaların ayakları altındadır,” (Suyûtî, el-Camiü’s-sağir, 3642) buyurmakla validelere çok büyük bir makam vermiştir. Bu münasebetle, İslâm’da kadın-erkek eşitliği olmadığı şeklindeki itirazlara kısaca temas edelim: Cenab-ı Hakk sonsuz hikmetler sahibidir. Mahlukatını, hikmetinin iktizasına göre, istediği gibi yaratır. Bazısına diğerinden farklı kabiliyetler ve meziyetler verir. Hiçbir mahlukun, bu hüküm ve iradeye müdahale etmeye hakkı yoktur. Allah, erkekler ile kadınları her yönden eşit yaratmamıştır. Bu iki cinsi her cihetle eşit kılmaya çalışmak ancak fıtratı değişmekle mümkündür, bu ise muhaldir. Erkeğin ve kadının mahiyetleri bir çok cihetle farklılık gösterir. “Hüküm çoğunluğa göre verilir” kaidesinden hareketle şöyle diyebiliriz: Erkekler, “güç ve kuvvette, teşebbüs kabiliyetinde, cesarette”, kadınlar ise, “şefkatte, hassasiyette, vefa ve sadakatte” daha ileridirler. Gerek kadının gerek erkeğin birbirinden üstün tarafları vardır. Aile çatısı altında, her iki tarafın üstün meziyetleri birleştirilir ve böylelikle ailenin ihtiyaçları yanında, saadeti de temin edilmiş olur. Erkeklerin güç ve kuvvet yönünden daha ileri olmaları sebebiyle, Cenab-ı Hakk, ailenin sorumluluğunu, birinci derecede, erkeklere yüklemiştir. Erkekleri, kadınların ihtiyaçlarını yerine getirmek, onları maddî ve manevî her tehlikeden koruyup gözetmekle mükellef kılmıştır. Bu hakikat şu ayet-i kerimede açıkça beyan buyurulmuştur; “Erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar. Çünkü bir kere Allah bazılarını diğerlerinden üstün kılmıştır. Bir de erkekler mallarından (kadınlarına) nafaka verirler. Onun için iyi kadınlar, itaatkardır. Allah onları (kocalarının himayesine vermekle) koruduğu gibi, onlar da gaybı (namuslarını ve kocalarının mallarını) korurlar.” ( Nisa Sûresi, 34) İslâmiyet erkeğin kadına karşı yaptığı bu ihsanlara karşı kadına da kocasına karşı itaati vacip kılmış ve bu itaati ibadet saymıştır. Bu ayet-i kerime bir taraftan erkeklerin hakimiyetini, diğer taraftan da kadınların kıymet ve faziletini ders veriyor. Şu var ki, aile reisi olmak başkadır, Allah katında üstün olmak daha başkadır. Kur’an-ı Kerime göre, üstünlüğün ölçüsü cinsiyet değil takvadır. Takva ise en kısa ifadesiyle, Allah’tan korkmak, günahlardan sakınmak, Onun razı olmadığı hareket, tavır, hal ve sözlerden uzak durmak, Onun rızasına ermeyi en büyük maksat bilip, bunu kaybetmekten son derece korkmaktır. Aile içindeki nizam ve ahengin devamı için erkeğin aile reisi olması ve kadının da ona itaat ile mükellef kılınması zarurîdir. Mutlak eşitlik bu itaati kırmakla ailedeki nizamı bozar; huzur ve saadeti mahveder ve çoğu zaman boşanmalara yol açar. Kadının erkeğine itaati ne kadar lazım ise, erkeğin de kadının hak ve hukukunu gözetmesi o kadar vaciptir. Buna göre İslâmiyet’te “kadınların erkeklere esir oldukları” iddiası tamamen batıldır. Aksine İslâm’da kadın erkekten daha fazla zevk ve sefa imkanına sahiptir. Zira İslâm, erkeği kadının nafakasını temin ile mükellef kılarken, kadını bundan muaf tutmuş, bunun yerine kadına en zevkli bir vazife olarak “çocuk terbiyesini” vermiştir. Bunun içindir ki, Allah, şefkat hissini kadınlara, erkeklerden çok daha fazla lütfetmiştir. Bugün kadın hürriyeti diye ortaya atılan şeyler, kadınların ancak sefahate düşmelerini ve sefaletlerini netice vermiş, izzetlerini zillete çevirmiştir. İslâmiyet ise onların iffet ve namuslarını muhafaza altına almakla, şeref ve haysiyetlerini korumuştur. Bazı çevreler, İslâm’ın örtünme emrini kadının hürriyetinin kısıtlanması şeklinde takdim ediyorlar. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir: Kadınların örtünmeleri bütün semavi dinlerin ortak hükmüdür. Rahibelerin örtünmeleri bunun açık bir delilidir. Öte yandan, örtünme sadece kadınlar için değil, bütün insanlar için fıtrî bir vazifedir. Hiçbir millette erkeklerin veya kadınların çıplak olarak gezdikleri görülmez. Ancak örtünmenin sınırında münakaşa vardır. İslâmiyet’e göre kadın, yabancı erkeklerin şehvetlerini tahrik edecek bütün azalarını örtmekle yükümlüdür. Böylece, dünyada haysiyet ve şerefini, ahirette ise ebedi saadetini kurtarmış olur. Öte yandan, kadınlar, İslâm’ın men ettiği şekilde açılıp saçılmakla, erkekleri günaha sokmakta ve “sebep olan işleyen gibidir,” hükmünce, onların günahlarının bir katı da kendilerine yazılmaktadır. İslâm, örtünme emriyle kadınları bu tehlikeden de muhafaza etmiş olur.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.