Zıplanacak içerik

Senyour

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Senyour tarafından postalanan herşey

  1. yılmaz erdogan birazdan kudurur deniz "Şimdi bir yeni sevda mı olur Kimsenin kapını çalmadığı bir inziva mı Tutar sıfırdan başlarsın Yoksa bu ilişkiler bu zaaflar Seni yiyip bitirir, seni yiyip bitirir Dirhem dirhem azalırsın."............
  2. Şimdi saat sensizliğin ertesi Yıldız doğmuş gökyüzü ay-aydın Avutulmuş çocuklar çoktan sustu Bir ben kaldım tenhasında gecenin Avutulmamış bir ben... Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim Ki bu yaşlar Utangaç boynunun kolyesi olsun Bu da benden sana Ayrılığın hediyesi olsun......... .......
  3. hımmm hic zekice diil takip etmediginiz tvlerde ne oldugunu nerden biliyorsunuz demekki yuzeysel yaklasıyorsunuz bu bir ikincisi ben ne roj tv ne özgür gündemi takip ediyorum ben turk meydasını ve avrupa medyasını takip ediyorum bu iki Kenan Evren öyle mi demis kessin söylediginde o unv. sizde alkıslamıssınızdır... sonra Bülent Ortakoğlu'na gelince dogu dedi diye hemen yargılanmalı diyorsunuz yani valla siz ve demokrasi anlayısınız iste ne dememi bekliyorsunuz ki ...siz ve cıkarlarınız iste....
  4. bilmezmisiniz Anayasaya öyle maddeler konulduki hicbiri yargılanmıyor görmüyomusuz Kenan Evren mesala ve tabi saz arkdasları kendileri bile demedimi biz hata yaptık die sonra son dönemdeki emekli paşalar cıkıp biz hata yaptık demedilermi... sizde haklısınız basının %70'lik kısmı bu tur olayları hemen örttügü icin peki bi duymadınız sanırım belkide duymak istemediniz...
  5. PKK'yı Yöneten Türkler" Adlı Kitabı Piyasaya Çıkarken Yeni Aktüel'in Sorularını Yanıtlayan Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu'dan Gündeme Bomba! "Öcalan da Ergenekon'un adamı ve bu Görevi sürüyor!" Ergenekon'un içinde devletin çok üst kademesinde insanlar olduğunu ve en tepedekine kadar hepsinin deşifre edildiğini savunan Bülent Orakoğlu'na göre, operasyonun görünmeyen kısmında bu üst düzey isimler sessizce tasfiye edilecek! Basında ismi geçenlerin 1 numara olmadığını kaydeden Orakoğlu, 1 numaranın isminin hiç zikredilmediğini söylüyor. Orakoğlu, Öcalan'ın Ergenekon'un adamı olduğunu belirterek "Birçok üst düzey devlet görevlisi ellerinde belgelerle TBMM'nin Öcalan Komisyonu kurmasını bekliyor" dedi. Bu defa asıl güç odaklarını görebilecek miyiz, yoksa Susurluk'ta olduğu gibi birkaç aktörden kurtulup kendini bir süreliğine de olsa yine temize mi çekecek derin devlet? NATO'nun komünizme karşı kurduğu yerleşik gizli ordular, başlangıçta 16 devleti kapsıyordu. Türkiye 1952'de NATO'ya üye olduktan sonra, 27 Mayıs ihtilalinin ardından bizde de bu yapı kuruldu. Ama bu yapılar komünizm tehlikesine karşı kurulmasına karşın, ülkelerindeki siyasi mekanizmaları, demokrasiyi, insan haklarını hedef alıyor. Ülkelerinde faaliyetleri çok ama bir komünist ülkeye dönük faaliyetleri hiç yok. Demek ki bu örgütler kuruluş amaçlarına hizmet etmiyor ve arka planda gizli ajandaları var. Tümü tek bir merkezden her daim bir ABD'li generalin kontrolünde. Generaller değişiyor ama ABD kontrolü değişmiyor. - Halen bir merkezden yönetilme var mı? Gladio birçok ülkede deşifre edilip dağıtılmadı mı? Var tabii. Birçok Avrupa ülkesi irade gösterdi ve İtalya'nın Gladio operasyonundan sonra 16 ülkeden 14'ünde bu yapılar ortaya çıkarıldı. Bir tek Almanya ve Türkiye'de bu yapılanmalar karar verici devlet mekanizmalarınca kabul edilmemiş ve açıklanmamıştır. Ama tamamen bitirilmeleri, dünyanın bu konjonktüründe normal değil; bitirilmediler, daha kontrollü oldular, milli bedenler kazandılar. Büyük ihtimal yeni misyonları da dünyanın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde şekillendirilmesi. BOP'un anlatıldığı kadarını biliyoruz ama bütün dünya 80, 90 yıl önce başlamış olan BOP çerçevesinde şekillendirilmek isteniyor. - Tekrar Ergenekon Operasyonu'na dönersek Çok büyük, kökü derinlerde bir yapının çok sığ bir kısmıyla karşılaşmış durumdayız. Üstelik karşımızdaki NATO güdümlü Ergenekon değil, 28 Şubat sürecinden önce oluşan yeni Ergenekon! Yeni Ergenekon aslında ABD ve NATO güdümlü asıl Ergenekon'a karşı milli bir örgütlenme gibi ortaya çıkmıştır. Ama eski ve yeni Ergenekon'un aslında farkı yok. Hatta yeni Ergenekon'un içine eski Ergenekon'dan sızmalar da vardır. Tek fark birinin çok profesyonel olması! NATO güdümlü Ergenekon kendini çok iyi saklayan; yeni Ergenekon ise ortaya çıkmak isteyen, varlığını ispat peşinde bir güç. Devlet içerisinde etkinlikleri ve kudretleri olduğunu sanki her fırsatta göstermeye çalışıyorlar. Hrant Dink cinayetini düşünün; adam yakalanıyor, devlet görevlileri yakaladıkları adamla resim çektiriyor. Bilerek iz bırakıyorlar ve işin sığlığı burada! Derin yapıların dünya çapında çok derin konjonktürel hesapları vardır. Mesela Saddam'ın Kuveyt'i işgali, binlerce insanın Türkiye sınırına yığılması, Türkiye'nin mecburen BM'den yardım istemesi ve nihayetinde bugünkü sözde Kürdistan'ın fiili yapısının oluşmasını sağlayacak güvenli bir bölge oluşturulması için Çekiç Güç'ün bölgeye gelişinin sağlanmasıYani kalkıp da Hasdal Kışlası'ndan çıkma bombaları birtakım hedeflerde kullanıp açık delil bırakmak, derin bir yapıdan beklenecek hareket değil! Ama yeni Ergenekon böyle iz bırakarak giderken, gerçek Ergenekon arka planda faaliyette. Hatta yeni Ergenekon'un bu kadar net izler bırakmasını onlar teşvik etmiş, bu yeni yapı harcansın istemiş bile olabilirler! Zira Ergenekon operasyonunun bir milli irade ve refleksle yapılmış olma, Türkiye'nin kendi Gladio'sundan kurtulmak isteme ihtimali zayıf. Sorunuzun net yanıtına gelirsek, Ergenekon şeması bu kadar değil. Bu, operasyonun gözüken kısmı. Aslında devletin kurumlarında kimlerin ne kadar gizli, saklı olduğu tespit edildi. "Ergenekon'un tamamını almaya kalkarsanız" - Yani en tepe noktasına kadar biliniyor mu? Öyleyse niye operasyona dahil edilmiyor gerçek Ergenekon'un büyük ağabeyleri, siyaset, emniyet ve iş dünyasındaki uzantıları? Askeri de, polisi de, üniversitesi de, işadamı da tespit edildi. Bunlarla ilgili devletin elinde çok ciddi bilgiler var. Hangi kurumların bu işin içinde olduğu en tepedekine kadar biliniyor ve devletin çok üst kademesinde insanlar var o listede! Mesela Başbakan biliyordur bu isimleri! Ama şimdi bunların açıklanması doğru olmaz. Ergenekon operasyonu basında şu ana kadar çıkan isimler ve cinayet bağlantıları çerçevesinde devam eder. Bunun kurumlar içerisindeki kademeleri zaten bir ölçüde etkisizleşmiştir bu operasyondan sonra. Bakın Genelkurmay Başkanı "Suçlu olan cezasını çeker" diyor. Bu çok önemli ve sadece 'yakalanan cezasını çeker' anlamına gelmiyor. Yani operasyonun görünmeyen kısmında, tıpkı diğer NATO ülkelerinde yapıldığı gibi, üst düzey isimler sessizce tasfiye edilecek, belli mevkilere gelecekken gelemeyecekler, hatta emekli edilecekler ama normal hayatlarına devam etmelerine müsaade edilecek! Çünkü Ergenekon'un tamamını almaya kalkarsanız, devlette çok ciddi sıkıntı ortaya çıkar. Devletin çok üst kademelerinden insanlar var bu yapının planlamasında. Her yerde, en üst noktalara kadarAskeriyeye sızma girişimleri daha fazla ama MİT ve Emniyet içinde de uzantıları var. Emniyet İstihbarat, bu yapılanmaların nerelere kadar sızacağını bilebilecek birtakım donanımlar kurmuştur. Ergenekon yedi, sekiz yıldır takip ediliyordu Emniyet İstihbarat tarafından. Ben göreve geldikten sonra bu işi kimin yaptığı, başında kim olduğu net olarak tespit edildi. Bu yüzden 28 Şubat süreciyle Emniyet İstihbarat'a büyük darbe vurulmak istendi. - Türkiye meşhur '1 numara'yı konuşuyor. Türkiye yine öğrenemeyecek mi kim olduğunu? Öğrenir. Tabii bu 1 numara yeni Ergenekon ile ilgili. Eski Ergenekon'da NATO'nun koyduğu bir konsept ve kurumlar düzeyinde resmilik görüntüsü ve o görüntünün altında illegal işler vardır. - Ne zaman öğrenir? İşte bu operasyonlar, yazdığımız kitaplar bir motor görevi görecek bu süreçte. "İsmi geçenler 1 numara değil!" - Medyada 1 numara olabileceği telaffuz edilen ve ima edilen isimler var Hayır, hiçbiri değil! Kesinlikle! Zaten genelkurmay başkanı seviyesinde olması zor. - 1 numaranın ismi bu tartışmalarda hiç zikredildi mi? İkinci adamın ismi, birinci adam yani 1 numara diye zikredildi. Gerçek 1 numaranın ismi ise hiçbir zaman 1 numara adayları arasında zikredilmedi. Ama 1 numara adayı olarak olmasa da, bilmeden bu süreçlerde elbette ismi geçti, yazılıp çizildi. 1 numaranın isminin öğrenileceği süreç başladı ve çok uzun sürmeyecektir. Şu anda eylemci grup yakalanmışken bir numaranın alınmamasının sebepleri var. - Ergenekon için "Amaç 2009'da darbe yaptırmaktı" deniyor. Amaç buysa, darbeyi yapacak olanlar nerede? Emekli askerlerin kalkıp darbe yapacak halleri olmadığına göre, orduda darbe için hazır kıta bekleyen bir grup mu var? Bu tip ilişkilerin TSK içinde en çok ortaya çıkardığı sendrom "Genç subaylar sendromu"dur ve sürekli kaşınır bu. Kenan Evren anılarında diyor ki, "Genç subaylardan gelen mektup sayısı bin civarına ulaşmışsa bir tehlike var demektir". Genç subaylar lafını duyduğunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin hem başbakanı hem genelkurmay başkanı irkilip rahatsız olur. Çünkü 27 Mayıs'ta dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun tutuklanmış, elleri kelepçelenmiş, askerin arasında bir sürü hakarete uğramış. 'Genç subaylar' psikolojik ağırlığı çok olan bir laf ve Türkiye'de kaos yaratan birtakım güçlerin kullanıp kışkırttığı bir dinamik. JİTEM'ci Cem Ersever'in arşivi emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün çiftliğinde çıktı. Neleri gün ışığına çıkarabilir o arşiv? Cem Ersever, dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis gibi bazı isimler, NATO'nun Güneydoğu ve Ortadoğu politikalarına karşı biraz daha milli politikalar uygulamaya kalktıklarında maalesef enteresan şekilde öldürüldü. Dahası birbirlerini öldürmüşler gibi gösterilmeye çalışıldı! Eşref Bitlis'in uçağını Ersever'in düşürdüğü iddia edildi. Bitlis ve Ersever'i öldüren aynı güç: Ergenekon! Ersever'in Ergenekon ile ilgili çok bilgi sahibi olduğu kanaatinde değilim. Ama o sürece kadar işlenmiş cinayetlerle ilgili çok önemli bilgiler çıkacaktır arşivinden. - Siyasi cinayetlerin hepsinin arkasında Ergenekon mu var? Hepsi için diyemeyiz. Ama Eşref Bitlis ve ekibinin -ki Cem Ersever de içinde- TSK'dan enterne edilmelerindeki en önemli sebeplerden biri Güneydoğu'da ve Kuzey Irak'ta ABD'nin projeleri dışında milli ve bu ülke yararına birtakım projeler yürütmeleriydi. Türkiye'de birçok kurumda milletin iradesini hakim kılacak bir yapıyla, karşı yapı hep mücadele halinde. Ama bu mücadele kamuoyu önünde gerçekleşmiyor. - 'İhanet Çemberi / PKK'yı Yöneten Türkler' adlı yeni kitabınızda çok çarpıcı bir iddia var: Abdullah Öcalan, Ergenekon'un adamı mı? Evet. Ergenekon içindeki görevi bitmedi, hâlâ devam ediyor. Ergenekon gibi yapılarda her düşünceden insan vardır; sağ, sol, Kürt; bir toplumu oluşturan ve kutuplaşma yaratabilecek unsurlar nelerse hemen hepsi. O dönem Ergenekon yapılanması bilinmediği ve dillenmediği için bütün tanıklıklarda MİT diye geçiyor. Ama Öcalan ile görüşen grup Ergenekon'un MİT'teki uzantılarıydı. Yani PKK'yı Ergenekon kurdu! Öcalan'ın Ergenekon'un içine alınması çok örtülü bir operasyondu ama bundan Ergenekon'un o dönem Türkiye'deki tüm üst düzey yöneticilerinin kesin haberi vardır. Ama bu projeye nasıl izin verildi hâlâ anlayamıyorum. Basit bir istihbarat kuralı uygulanmış, Türk solu içinden biri (Öcalan) seçilip kullanılmış. Sonra Ergenekon, Öcalan'ı kendi emelleri doğrultusunda kullanmış. 12 Eylül darbesini önceden Öcalan'a haber veren ve Suriye'ye güvenli geçişini sağlayan da darbeyi planlayanlar ve Ergenekon'un MİT'teki unsurlarıydı. Çünkü 12 Eylül tamamen bir NATO organizasyonuydu. CIA'in 20 yıl önce hazırladığı ve geçenlerde gizliliği kaldırılıp kamuoyu ile paylaşılan "Irak, Türkiye, İran: Kürt Ayaklanmaları" raporunun PKK'nın kuruluş ve gelişimini içeren üç sayfalık bölümü neden karartılmıştı? Türk istihbarat birimleri karartılan o üç sayfayı bulmak zorundadır kardeşim. Bu kadar basit! Bu zor bir şey değil; bulacaklar o bölümleri! Askerlerin Öcalan ile görüşmeleri - Kitaptaki iddialarınızdan biri de, 28 Şubat'ta üzerinize gelinmesinin en önemli sebebinin Emniyet İstihbarat olarak bazı üst düzey askerlerin PKK ve Öcalan ile telefon görüşmelerini tespit etmeniz olduğuDevam ediyor mu görüşmeler? Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'na geçtiğimde, Hanefi Avcı (dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı) birtakım konuşmalar getirdi. Bazı askerlerin Öcalan ile görüşmeleriÖnce askerle polis arasında gerginlik yaratmak için kurulan bir tuzak sandık ama o konuşmalar ben İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan ayrıldıktan sonra bir buçuk sene daha, yani 1998 sonuna kadar devam etti. Sonra Öcalan yakalandı. Albay düzeyinde görüşmelerdi bunlar ama bir albayın da kendi başına hareket ettiği düşünülemez! Benim daire başkanlığımdan önce de o konuşmalar takip ediliyordu. TSK'da emir komuta zinciri vardır ama bu faaliyetler kurumsal değildi, aksine bir cunta faaliyetiydi! Bu görüşmeler dönemin Genelkurmay Başkanı ve MGK'nın bilgisi dışında, cunta faaliyeti içinde bir emir komuta zinciriyle yapılmıştır. Sonrasında niçin üzerine gidilmediği de merak konusu! Oysa bazı dergilerde yer alan 2004 yılında darbe planları yapıldığı iddialarıyla, PKK'nın ateşkesi bozduğu dönem kesişiyor. Bunları açıkladık ama hiç kimse ve hiçbir yargı organı tarafından dikkate alınmaması çok düşündürücüydü. Bu da bu ülkede gizli güçlerin ne kadar hakim olduğunu gösteriyor. "Elde belge, 'Öcalan Komisyonu' kurulmasını bekleyenler var!" - Kitapta "Bu işin peşini bırakmayacağım" diyorsunuz. Ne yapacaksınız? Evet, önümüz devamlı kesilmek isteniyor ama devam edeceğiz. Türkiye bir an önce bir 'Öcalan Komisyonu' kurmalı. Kuramıyor! Netameli bir konu olduğu için engelleniyor. Bir 'Öcalan Komisyonu' kurarsanız, belki kendinize en büyük kötülüğü ama bu ülkeye de en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Ama son 30 seneyi çözersiniz! Ben Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı yaptım ve benim bilgilerim o çerçevede geçerli. Benden daha üst mertebede görevli, bildiklerini açıklamak isteyen ama toplumda sıkıntıya düşmekten çekinen insanlar var. - Elde belge, komisyon kurulmasını bekleyenler mi var? Böyle bir komisyon kurduğunuzda belgelerle, bilgilerle gelecek, bildiklerini anlatacak çok görevli var. Bırakın onu; Öcalan yakalanmadan önce bazı askerlerle Öcalan'ın görüşmelerinin kayıtlarının hepsi Emniyet İstihbarat'ın arşivlerinde var! Bir 'Öcalan Komisyonu' kurulursa alır bakarlar. Ama bizim komisyonlarda şöyle bir hata var: Söylediğiniz, siz daha komisyondan çıkmadan medyaya ulaşıyor. Bu iş gizlilik ve ciddiyet içinde olursa, bu insanlar ortaya çıkıp konuşur komisyona. Herkes çağrılmalı ve gitmeli. Bu komisyonlar böyle yıpratıldı. TBMM çağırıyor ama Veli Küçük, Teoman Koman gibi bazı isimler gitmiyor ve götürmeye de kimsenin gücü yetmiyor. Bu komisyonlar zayıf bırakılmış. Güçlendireceksiniz, bu komisyonlarda görev alacak vekiller de dışarıya bilgi sızdırdığında suç işlemiş sayılmalı. "İmralı'daki görüşmeler ortaya çıkacaktır!" - Öcalan'ın çok enteresan bir iddiası var. Yakalandıktan hemen sonra, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nu temsilen bir komutanın İmralı'ya gelip kendisine "Bu işi uzlaşmayla çözelim" dediğini söylüyor. Böyle bir görüşme oldu mu? Öcalan'ın kimlerle konuştuğu meselesi önemli. Öcalan'ın yalan söylemesi için hiçbir sebep yok! Öcalan ile görüşülmüştür. Farklı bir niyet söz konusu değilse, görüşülmesinde de sakınca yok. - Ama dönemin üst düzey komutanlarının hiçbiri böyle bir görüşmeyi kabul etmedi Etmedi ama vardır! Siz belli şeyleri söylemezseniz o şeyler yine ortaya çıkar. Gizli kalma şansı yok. İmralı'da insanlar var, birden fazla görevli var. Siz bunu saklarsanız, "Görüştüm" demezseniz ve bu yarın bir gün ortaya çıkarsa art niyetli şeyler olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Öcalan'ın Ergenekon bağlantılarının İmralı'ya gönderdiği kimse var mı, yok mu? HADEP'in eski yöneticisi ve Öcalan'ın eski avukatlarından Selim Okçuoğlu niye gidip görüşmüştür? Emniyet İstihbarat'taki tespitlerimize göre, Öcalan ile bazı askerlerin irtibatını Selim Okçuoğlu yürütmüştür. Görüştü ve hemen sonra yurtdışına kaçtı. Okçuoğlu'nu Öcalan ile görüştüren kim? Bunu ortaya koyduğunuz zaman görüşenler de ortaya çıkar. Saklamanın anlamı yok. Bunu ileride açıklarız! Ama açıklamak için şimdi iyi zemin değil. Önce Ergenekon operasyonunun nereye varacağını, milli bir süreç haline gelip gelmeyeceğini görmemiz lazım. Haberin devamını Yeni Aktüel dergisinin 135. sayısında bulabilirsiniz!
  6. Kurmanci (Kırdasi), Orta Kurmanci (Sorani), Kırmancki (Kırdki, Zazaki-Gorani),Lorani. Türkiye’de sadece Kurmanci ve Zazaki lehçeleri var...
  7. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Bilim Tarihi
    SİBERNETİĞİN ÖNCÜSÜ: Tıb denince akla nasıl İbn-i Sina geliyorsa, matematik denince Harizmi, felsefe denince Farabi akla geliyorsa Sibernetik denince de akla ilk gelen kişi Bediuzzaman Ebul İz İsmail er-Rezzaz el-Cezeri el-Kurdî’dir. Sibernetik ilmi çağımıza adını veren bir ilimdir. Kökenini eski yunanca "Kübernetes" veya Latince "Gobernare" sözcüğünden alan ilme, ismini 1948 yılında Norbert Wiener vermiştir. Wiener sibernetiğin; "Tüm organize sistemlerin (canlı veya cansız) makine ve hayvanların haberleşme ve kontrol sistemlerini" incelediğini belirtmektedir… Yani Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim, zamanla gelişerek bugün hayatımızın vazgeçilmezleri arasına giren bilgisayarların ortaya çıkmasına imkân tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda; Fransızlar, Descartes ve Pascal'ı; Almanlar, Leibniz'i, İngilizler, Bacon'ı ileri sürerler. Oysa Bediuzzaman Ebul İz İsmail el-Cezeri el-Kurdî, rakiplerinden tam '600 yıl önce' sibernetiğin ilkelerini bilim dünyasına sunan ilk kişiydi. Bediuzzaman Ebu`l İz el-Cezeri el-Kurdî, sadece otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştır. Aradan 800 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra sibernetiğin babalarından kabul edilen İngiliz Nöroloji Profesörü Dr. Ross Ashby, ancak 1951'de "Üstün Denge Durumu"nu ortaya atabilmiştir. Ve ancak ilk defa o zaman otomatik olarak işleyen sistemlerin üstünde bunları kontrol eden sistemlerden söz edebilmiştir. Ayrıca günümüz fizik ve mekanikçileri, "Isı Etkisiyle Haberleşerek Denge Kurma" sisteminin, ilk olarak J. Watt'ın 1780'de regülâtörü keşfiyle başladığını söylerler. Fakat bunun da yine Cezerî'ye dayandığını; 1780 senesinde James Watt'ın geliştirdiği watt guvernörüne çok benzer bir ayarlama sistemini, Watt'tan 500 sene evvel bir robot kuşun hareketiyle ayarlanan bir düzende kullandığını kitabının 171. sayfasında görmekteyiz. Bu sayfada regülâtörün şekli, bir kuşun hareketiyle karşılıklı haberleşerek ayarlanmaktadır. Gene Bediuzzaman El-Cezeri, Leonardo da Vinci'den 300 sene evvel dişli çarklar ve esaslarına dair, Da Vinci'nin bilip bilmediği temel kaideleri kitabında neşretmiştir. Tüm bunlar günümüzün bazı bilim adamlarının hayalini dahi kuramadığı hayretler uyandırıcı vakıalardır. ROBOTİK BİLİMİNİN BABASI: Bediuzzaman Ebul İz İsmail el-Rezzaz el-Cezeri el-Kurdî'nin robot teknolojisi konusunda çok sayıda ve zamanına göre çok ileri düzeyde öneri ve uygulamaları bulunmaktadır. Ortaçağ’da henüz Amerika keşfedilmemişken ve Avrupa karanlık çağını yaşarken; Kürdistan, bilimin zirvesine ulaşmıştı. O dönemde akla hayale dahi gelemeyecek bir teknoloji Kürdistan'da kullanılıyordu. Tarihin ilk üniversitesi olan Harran Üniversitesi buna öncülük ederken Kürdistan'ın birçok kenti de bilimin ışığıyla aydınlanmış durumdaydı. Özellikle dönemin başkenti olan Amid'de İçkale Saray’da bugün bile tahayyül edemeyeceğimiz bir teknoloji kullanılıyordu. Sarayda birçok iş El-Cezeri El-Kurdî'nin yapmış olduğu robotlar aracılığıyla yapılıyordu. Hatta hükümdara abdest alması için su döken bir otomat bile mevcuttu. Şunu rahatlıkla diyebiliriz ki; robotikle ilgili bilinen en eski kayıt Kürdistan'a aittir. Ve dünyanın ilk robotunun Amed'de yapılmış ve kullanılmış olması gurur duyabileceğimiz, oldukça önemli bir olaydır. Hükümdara ve konuklara içecek sunan kadın robotlar, hükümdarı ve konukları eğlendirmek için saz, zil ve tef çalan robotlar, sarayın salonlarında gezen tavus kuşu makineleri, değişik 24 şifre ile açılabilen kilitler, su saatleri, sarayın bahçesindeki havuzda gezinen kayık ve içine su dolan kayığı, bir yandan boşaltırken bir yandan da borusunu öttürerek yardım isteyen kayıkçı robot, otomatik abdest alma makinesi ve buna benzer birçok otomatik aygıt, Amed'in ünlü surlarının içinde kullanılıyordu. Bu üstün buluşlarıyla sadece dönemindeki insanları değil, bugün yaşayan bilim adamlarını dahi hayrete düşüren El-Cezeri El-Kurdî, bilişim tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Eseri ve kendisi hala büyük bir ilgi konusudur. Birçok bilişim dergisinde "ROBOTLARIN VE OTOMASYONUN ATASI EBUL-İZ EL CEZERİ" başlığı altında anlatılan Bediuzzaman El-Cezeri El-Kurdî, sadece Amedlilerin değil özelde tüm Kürt halkının genelde tüm İslam dünyasının gurur kaynağıdır. İLK MEKANİKÇİ: Aynı zamanda Ebul-İz El-Cezeri El-Kurdî, tarihte otomatik makinelerin yapımıyla uğraşan ilk mekanikçilerden biri olarak da kabul edilir. Teorik çalışmalardan çok, pratik ve el yordamıyla ampirik çalışmalar yapan Cezeri'nin kullandığı oldukça önemli bir yöntem; yapacağı cihazların önceden kağıttan maketlerini inşa edip geometri kurallarından yararlanmaktı. İlk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle çalışan benzer bir mekanizmayı, geliştirdiği saatte kullanan Cezeri, sadece otomatik sistemler kurmakla kalmamış; otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştı. Cezeri, Jacquard'ın otomatik kontrollü makinelerin ilki sayılan otomatik dokuma tezgâhından 600 yıl önce değişik haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçiyi geliştirdi. Bazı makinelerinde hidro mekanik etkilerle denge kurma ve harekette bulunma sistemine yönelen Cezeri, bazılarında ise şamandıra ve palangalar arasında dişli çarklar kullanarak karşılıklı etkileme sistemini kurmaya çalıştı. Kendiliğinden çalışan otomatik sistemlerden sonra su gücü ve basınç etkisinden yararlanarak kendi kendine denge kuran ve ayarlama yapan dengeyi oluşturması, Cezeri'nin otomasyon konusundaki en önemli katkısıdır. Otomatik Kontrol Bilimi’nin en zirvesine ulaşan, tüm dünyanın kabul ettiği alim, deha ve erişilmez bir Kürt mucit olan El-Cezeri'nin, suyun kinetik ve potansiyel enerjisi ile ağırlıkların etkileşiminden faydalanarak yaptığı çok çeşitli makineleri de vardır. Kitabında: "Yapmak istediğim makineleri evvela "Arşimet" kanunlarına göre tasarladım, lakin bu prensiplerle o makineleri çalıştırmak mümkün olmadığı için; kendi geliştirdiğim prensiplerle bu makineleri yaptım." diyor. Cezeri'nin yaşadığı çağda elektrik gücü, magnetik güç, foton etkisi veya elektromagnetik güçler bulunmadığı için, o, elindeki imkânları değerlendirmesini bilmiş; su gücü ve basınç tesirinden faydalanma yoluna gitmiştir. Başka imkânlar bulunmadığı, su da kıt olduğu halde, bu derece muhteşem hidro mekanik sistemle çalışan makineler yapabilmiş olması, onun sibernetik ilmi alanındaki yerini ve değerini göstermeye yetmektedir. Cezeri'nin tarif ettiği bazı makinelerin pratik faydaları oldukça büyüktür. Bunlardan bir kısmı, bir mil (eksen) boyunca yer alan dişlilerle çalışan bir nevi tulumbadır. Tulumba, bir sürü kepçeyi sırayla hareket ettirerek suyu çıkarmaktadır. Bazı makinelerinin ise yalnızca eğlendirici tarafı vardır. Mesela, içinde su varmış gibi görünmesine rağmen suyu boşaltılamayan su kapları ve içi boş gibi görünüp, su akıtan kaplar gibi. Günümüzde bu kaplarda kullanılan prensiplerden faydalanılarak bir kısım oyuncaklar yapılmaktadır. Hem eğlendirici, hem de faydalı olan bu cihazlara, çeşme ve su saati örnek gösterilebilir. Yaşadığı devri düşünürsek; buhar makinesi, elektrik, içten patlamalı motorlar vs.. gibi güç kaynaklarının elinin altında olmadığını kestirebiliriz… Lakin Cezeri, kuvvetli bir imanın sonucu olsa gerek bu makineler olmadan da tarihe adını yazdırmayı, kendi devrinden 800 sene sonra kitabını okutmayı bilmiştir. BÜYÜK MÜHENDİS: Nature Dergisi, Donald Hill'in yazmış olduğu esere dayanarak Ebul-İz için şöyle söylemektedir: "12. YÜZYIL MÜSLÜMAN MÜHENDİSLİĞİNİN DORUĞUNA ERİŞMİŞ BİR KİŞİ." Gerçekten de El-Cezeri El-Kurdî, insanlık tarihi açısından öylesine önemli bir insandır ki bugün günlük yaşamımızda hayatımızı kolaylaştıran ve artık hayatımızın bir parçası haline gelen bir çok teknik aletin ilk temellerini atmıştır: Otomatik kapılar; kuyulardan suyu çeken aygıtlar; demir, kalay ve kurşun gibi metallerin hassas belirlenmiş yoğunluklarını ölçen pnomatik aletler, otomatik kontrol sistemleri... Tüm bunlar, 800 yüzyıl önce "Cezeri" tarafından bulunmuştu! Özellikle metal döküm tekniğine ait bilgiler, ileri bir mühendislik seviyesini ifade etmektedir. Cezeri'nin birçok aleti yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu kuvvet; düşürülen bir ağırlık, boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle elde edilir. Cezeri, kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince ayrıntılarına kadar tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri; konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansıdır. Ayrıca günümüzde tüm motorlu taşıtlarda kullanılan "krank mili"nin mucidi de gene El-Cezeri El-Kurdî’dir. Cezeri'nin mühendislik harikaları olan kâğıttan maketlerinin yapılması, su akıtan savakların ayar edilmesi, çarpılmayı en aza indirmek için ahşabın tabakalar halinde kullanılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman aralığı ile boşaltan kaplar ve daire sektörü dişliler… Bunların büyük bir kısmının yüzyıllar sonra Avrupa'da adeta yeniden keşfedildiği, bilinen tarihi bir gerçektir. Mesela, kapalı kum kutuları ile döküm, Avrupa'da 1500 yıllarında başlamıştır. Konik vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti, İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır. Cezeri'nin makinelerinden sadece biri bile, su çarkı ile işleyen tulumba, modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan doğruya katkıda bulunmuştur. Bu makine; a) Çift etki ilkesinin uygulanması, Dönme hareketinin ileri-geri hareketle çevrilmesi, c) Emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından dolayı çok önemlidir. Dolayısıyla, buhar makinesinin ve emme- basma tulumbanın ilk örneği sayılabilir. Söz konusu makinede, akan suyun çevirdiği çark, düşey düzlemde bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay dişlinin çevresine yakın bir yerde düşey bir pim bulunmaktadır. Bu pime ortası yarık ve diğer ucu yine bir pimle sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da tulumbaların piston kolları bağlanmıştır. Yatay diş dönünce yarık çubuk açısal bir hareket yapmakta, piston kolları da ileri-geri gidip gelerek tulumbaları çalıştırmaktadır. Bununla beraber sadece suyun kaldırma ve basınç gücünü kullanarak, tamamen yeni bir teknik ve sistem kurmuş, çok yönlü otomatik hareketler elde edebilmiştir. Kurmuş olduğu otomatik sistemlerde ses (kuş, davul, zurna, ıslık vs) ya da çığlık çıkması gerektiği anda bu sesleri de sağlayabilmiştir. El-Cezeri El-Kurdî'nin imzasını attığı diğer bir alan ise yatay eksenli yel değirmenleridir… Yatay eksenli yel değirmenlerinin ilk olarak Hollanda, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde ortaya çıktığı sanılır. Hatta Hollanda`nın adı, yel değirmenleriyle özdeşleşmiştir. Gerçekten de rüzgâr gücü, Ortaçağ`da Endüstri Devrimi’ne kadar Avrupa`daki temel enerji kaynaklarının başında gelmekteydi. Ve bu tip yatay eksenli rüzgâr değirmenleri, Avrupa ve Amerika'da ancak 19. yüzyılın sonundan itibaren su pompalanması ve depolanmasında kullanılmaya başlanmıştır. Oysa Kürdistan'da bunlar o tarihten 700 yıl önce kullanılmaktaydı. Şüphesiz ki bu tip rüzgâr değirmenlerinin mucidi, Kürdistan'ın gururu ‘Bediuzzaman Ebu`l İz İsmail el-Rezzaz el-Cezeri el-Kurdî'dir. Kitabının beşinci bölümünde, derin olmayan bir kuyudan veya akan bir nehirden suyu yükselten aletler hakkında beş şekil vardır. Bu aletlerde, kaldırma gücü olarak yatay eksenli rüzgâr türbinlerinden yararlanılmaktadır. Büyük su mühendisi Bediuzzaman Ebu`l İz İsmail el-Rezzaz el-Cezeri el-Kurdî'nin yaptıkları bunlarla da sınırlı değil. O, Kürdistan'ın farklı şehirlerinde de izini bırakmıştır. Mesela Onun Hasankeyf'te öğretim görevliliği ile mühendislik yaptığı ve Hasankeyf'teki muazzam su sisteminin onun tarafından yapıldığı kaynaklarda belirtilir. Hasankeyf'te öylesine çok iz bırakmıştır ki Hasankeyfliler onun Hasankeyfli olduğunu dahi ileri sürerler. Zaten Hasankeyf'teki su sisteminin muhteşemliği bile onun ne kadar büyük bir Su Mühendisi olduğunun bir kanıtıdır. Diğer yandan "Cizre Ejderleri" de onun başka bir eseridir. Meşhur Cizre Ejderleri, El-Cezeri El-Kurdî tarafından XII. yüzyılda kazıma tekniği ile tunçtan Cizre Ulu Camii iç kapısının tokmakları olarak yapılmıştır. Sfenks ejderler; badem gözlü, sivri kulaklı, kanatlı yaratıklara benzetilmiş ve birbirlerinin kanatlarını ısırır şekilde yapılmışlardır. Gövdeleri yılan derisine benzetilmiştir. Ejderlerden biri Dicle, diğeri Fırat Nehri’ni, ortadaki aslan başı Cizre insanını, alt bölümdeki kartallar ise savaş gücünü simgeler. Cizre Ejderleri Ulu Camii kapısında kapı tokmağı şeklinde sağlı ve sollu olmak üzere iki adet iken, Ejderlerden bir tanesi 1969 yılında Danimarka'ya kaçırılmış olup diğeri ise "İstanbul Türk İslam Eserleri" Müzesi’nde sergilenmektedir. Fizikçi ve Mekanikçi Bediuzzaman El-Cezeri El-Kurdî'nin diğer bir eseri de Amed(Diyarbakır) Ulu Camii’nin ünlü Güneş Saati’dir. Evet, Amed'in(Diyarbakır) ünlü Ulu Camii’nin bahçesindeki meşhur taş saat, onun bize bıraktığı manidar bir hatıradır. Alıntıdır....
  8. Senyour şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
    Çok güzeldi... paylaşımın için tsk ederim
  9. inan hic turk olmaya meraklıyım diye bi cevap vermicem yoksa bölücü olcam size göre ... ha bide en cok beni tanıyan siz sardunyam, beni roj tv pkk ye aynı (ozaman sayın Savcıda aynı yanda yani sözüm ona biz bölücülerler beraber) söyleyişte diye elestiriyorsanız.ideolojileri icin herseyin mubah diyen ulusalcılardan derim... hala diyorum butun kurtleri aynı görürseniz hicbisi basaramassınız ki zaten istemiyorsunuz,izin vermiyorsunuz bir seylerin basarılmasına ....
  10. hicte komik diilsin... seni babanı dövecek kadar aciz olmadı benim babam... neyse hic tarih okumamıssın dicem yalan olur inan senin yazdıklarının cogu yalan.... bi daha da bu mezuda konusmicam cunku kolay yoldan cevap veriyosn ...yalan diyosun nasıl anlasbilirzki ya da nasıl paylasabiliriz dogrularımızı ....
  11. çoğu yazılarınızda Kürtler diye yazarsınız biraz da siz öyle dusunun....kimler die
  12. ya carpıtmakta supersiniz benim hicbir yazımda öyle bisi yok.... Ulus kelimesine bukadar önem veriyorsanız neden Ataturkun Halkcılık inkilabına da sahip cıkmıyonuz diilmisiniz bu halk herseyi hakediyo die akkılı diil die nasıl akp ye oy verir die..ne bicim bu bu halkta Ataturkun döneminde yasıyanların torunları diilmi ya samimi olun ya...
  13. Yalan mı ''Kurt sorunu'' Kurtleri Turklestirmek ten dolayı cıkmadımı bende diyorum ki Kurt sorunu yok Turk sorunu var Turklestirmek sorunu var hic te anlamamıssın... yalanmı hesabınıza gelmiyor cunku ulusalcıların var olma sebebi bu kaos ortamları.. hayır ben sizin gibi demiyorum seriat gelcek ya da bölünecek bakın ulusalcılar ne yaptı bakın gazetelere Savcılıgın acıklamasına bakın yani sizin dedikleriniz hep teori komplo ama bakın benim dedigimi gazeteler tvler Savcılık bile dio sizde bana ispatlayın ne zaman bölündü bu ülke ne zaman şeriat geldi ne zaman laiklik elden gitti hadi..... buda ikinci defa anlayana.............
  14. Ben nereden bileyim bana sorma Aklım kendime zor yetiyor Hal ve gidiş sıfırın altında İnsan kendini zor tutuyor Ben nereden bileyim beni yorma Kimileri talihi kuş sanıyor Fazla güvenme döner diye dünya Kalleş durdumu tam duruyor Dayan dayan kul tuzaktan kurtulmaz Uyan uyan gül uzaktan koklanmaz...
  15. inadına bu vatanda yasayacaz inadına bu vatan altında tek olcaz inadına kurdum diip turkiyede bayragın altında yasicaz inadına istenilsede istenilmesede biz bu vatanın bi parçasıolcaz... hala aynı mevzuda kıvranıp duruluyor hala kurt milliyetcileri yok bölmeye calısıyo... brakın onları biz kurtler aramızda halledelim brakın biz o kurt milliyetcileri asimile edelim ama abi izin verilmiyor ki cunku butun kurtleri bir görülüyo anlamak istenilmiyor unce bize bi inanın... e tabi ulusalcıların hesabına gelmez niye gelsinki dusmanını yasatki yasayasın yeter artık ya asıl vatanı bu ulusalcılar parcalıyor kendi menfaatları icin gerektiginde kaos ortamı yaratmak icin pkk'le bile is birligi yapan onlar diilmi inanmayan biraz tv haber gazete okusun.... anlayana...
  16. ooo kimler gelmis hosgeldin
  17. güzelim calsın kapıyı spices hala okdar
  18. Senyour şurada cevap verdi: TaTLiB3L4-- başlık Forum Oyunları
    dostlarımla sinemaya gitmek icin bir kac bilet
  19. ......... Hz.yuşa tepesinde Senli benli hayaller kurdum Afaroz edilmiş bir istanbul Bir de nankör martılar dostum Birden sen geldin aklıma Düşlerimi sattım rüzgara Ne kalırsa kalsın yarına ..................
  20. YUŞA TEPESİ .... Haluk Levent
  21. Din ile ilim çatışır mı çatışmaz mı; bunlar, birbirinin sahasına girmemesi gereken bağımsız disiplinler midir, yoksa aynı hakikatin iki değişik ifade biçimi midir? Bu mesele, birkaç asırdır hemen hemen bütün dünyada tartışılan ve son yıllarda da Müslümanların gündeminde ciddi bir yer işgal eden önemli konulardan biri olarak karşımızda durmaktadır. Batı’da Hıristiyanlığın tevhidden teslise sapması, Hz. İsa’nın bir kul-peygamber olmaktan, Allah’ın -hâşâ- kendinde tezahür ettiği bir ilâh mertebesine çıkarılması neticesinde nihaî kurtuluşun İsa'yı sevmeye bağlanması, Hz. İsa'dan sonra onun 'bedeni' kabul edilen kiliseyi tartışılmaz bir yere oturmuştur. Temelinde bu şekilde sözde bir İsa sevgisi konan ve bu sevginin aracı ‘prizması’ olarak da kiliseye vücut veren Hıristiyanlık, tabiatı ve tabiatın bilgisini kişiyi Allah’tan alıkoyan bir perde olarak görmüş; ne var ki, Rönesans’la birlikte antikiteye ve tabiata uyanan Batı insanı, bu noktada kilisenin temsil etliği Hıristiyanlığı sorgulamaya başlamış, daha sonra bu sorgulama natüralizm, pozitivizm ve materyalizm gibi akımlarla doğrudan dine ve Allah’a yönelmiştir. Son iki asırdır, Batı’dan mal ithal eder gibi fikir ve düşünce ithal eden Müslüman dünyasının aydını aynı sorgulamayı kendi dünyasına taşımış ve İslâm’a da Hıristiyanlık gibi bir din olarak bakılmasının neticesinde, İslâm ile ilim birbirine zıt iki disiplin gibi takdim edilir olmuştur. Oysa gerçek, tamamen başkadır. Üzerinde çok yazılıp konuşulan bu mevzuyu bir benzetme ile İslâm’ın ve bütün İlâhî dinlerin temeli olan tevhid çerçevesinde kısaca değerlendirmeğe çalışacağız. İlim adamları, kâinatın ömrünü 10-15 milyar yıl olarak tahmin etmektedirler. Kâinat bu kadar yıldır hiç bozulmadan sürüp gelmektedir. Oysa, gerek kâinatın teşekkülü, gerekse varlığının devam etmesi ihtimal hesaplarına göre adetâ mümkün değildir. Çok basit bir gerçek olarak, aşılanmış bir yumurta olarak tek hücre hâlinde anne karnına düştüğü andan itibaren insan, annenin temelde topraktan aldığı gıdalarla beslenir. Bu gıdaların anne karnında itina ile ayrılan bir kısmı, zerreler hâlinde onun ‘yapı taşları’nı oluşturur. Her geçen gün binlerce zerre cenine eklenir ve zamanla ortaya mükemmel bir vücut çıkar. İşte bu oluşum safhalarında, insan ceninine ‘yapı taşları’ olarak ulaşan sayısız zerreden bir veya birkaçı yanlış bir yere gitse, göze gidecek bir zerre kulağa gitse, ayak parmağına gidecek bir tanesi beyne gitse, bir ‘anomali’ ortaya çıkar. Aynı gerçek, doğduktan sonra insanın tüm hayatı için de söz konusudur. Çünkü insan, yine genellikle topraktan aldığı gıdalarla beslenmekte ve bu gıdalar onun vücudunun yapı veya tamir taşlarını oluşturmaktadır, ikinci olarak her insan aynı topraktan alınan aynı gıdalarla beslendiği hâlde, simadan karaktere, kaderinden parmak izlerine varıncaya kadar tamamen kendine has bir yapıdadır. Aynı malzeme, her akımdan farklı milyarlarca varlığa yapı taşı olmaktadır. Üçüncü olarak, insan hayatının sürmesi de, insanın meydana gelmesi gibi âdeta mümkün değildir. Düşünün ki, mikroskobik varlıklar olan hücrelerde her zaman herhangi bir arızanın meydana gelmemesi, kılcallardan birinde her an bir tıkanmanın olmaması için görünür hiçbir sebep yoktur. Hz. Ali’nin ifadeleriyle, “Her yudumda ve her lokmada -hatta teneffüs edilen her nefes havada- ölüm vardır.” Yani insan, bir yudumla, bir lokma ile ölebilir. Öyleyse, insanın da, makro-insan kabul edilen kâinatın da meydana gelmesi ve varlığını devam ettirmesi tam bir mucizedir ve sınırsız bir ilim, sınırsız bir kudret ve sınırsız seçme gücü olan bir iradeyi gerektirmektedir. Bu ilim, kudret ve irade tek bir varlıkta olmalıdır ki, bu sistem, bu muhteşem âhengiyle meydana gelsin ve o varlığın istediği ana kadar devam etsin. İşte, adına “Allah” dediğimiz bu sınırsız ilim, kudret ve irade sahibi varlık, dinin de, ilmin de asıl kaynağıdır. “Göklerde ve yerde en büyük temsil Allah’ındır” düsturu çerçevesinde, bunu bir misalle izah etmeğe çalışalım: Bir insan olarak meydana getirdiğimiz her şeyin, meselâ bir binanın beş türlü varlığı vardır: İlmî varlık, kaderi varlık, kitabî varlık, maddî-aktüel varlık ve uhrevî varlık. Diyelim ki, bir mimar-mühendissiniz ve bir bina yapmak istiyorsunuz. Önce şekli, genel hatları ve detayları, kat ve odalarının sayısı, fonksiyonları, kısaca bütün özellikleriyle binayı zihninizde tasarlar ve ona bir ancak dışta görülmesi için zihninizdeki yapıya hariçte, toprak üzerinde maddî bir elbise giydirmeniz gerekir. Bunun için önce, bütün detaylarıyla bir plân yapar; yani, binanın zihninizdeki ilmî varlığına kâğıt üzerinde şekil verirsiniz ki, bu onun kaderî varlığıdır. Daha sonra, elinizdeki malzeme ile bu plânı maddî varlığa taşır, yani onu taş, tuğla, çimento, demir, tahta vasıtasıyla şu kadar katlı, şu kadar odalı bir bina hâline getirirsiniz. İşte bu da onun maddî-aktüel varlığıdır. Sonra, çok güzel yaptığınız ve büyük emek sarf ettiğiniz bu binanın en rantabl biçimde kullanılması ve başkaları tarafından tanınması için bir broşür hazırlar ve bu broşürde bina hakkında detaylı bilgi verir, ayrıca onun nasıl kullanılması gerektiğini anlatırsınız. Bu broşür, onun kitabî varlığıdır. Bu bina, zamanla hafızalara nakşolur, kâinatın hatırasına işlenir; aynı plân üzerinde kendisine göre daha başka binalar yapılabilir. Böylece bina, binlerce ‘uhrevî’ varlık kazanmış olur. Eğer bu bir bina değil de, bir ağaç olmuş olsaydı, o zaman binlerce hafızada ve kâinatın hatırasında kalmasının yanı sıra, yüzlerce, belki binlerce çekirdeğinde varlığını devam ettirecekti, işte bu bina, sizin hem ilminizi, hem plânlamacılığınızı ve iradenizi, hem kudret ve ustalığınızı ortaya koyar. Şimdi, zihninizde, plânınızda, toprak üzerinde aynı olan ve yazdığınız broşürde de nasılsa öyle tanıtılan ve hafızalara nakşolan bu binanın bu beş çeşit varlığı arasında bir çelişkiden söz edilebilir mi? Çelişki ancak şurada olabilir ki, binayı, söz gelimi, beş katlı, 30 odalı, dış boyaları yeşil, iç boyaları beyaz olarak tahayyül etmiş ve taş kullanmayı kararlaştırmışsınız. Fakat plânınızda biraz değişiklik yapmışsınız. Asıl yapıyı, ne zihninizdeki şekle, ne de plânınıza göre kurma imkânı bulmamışsınız. Yazdığınız kitapta binayı olduğundan başka tanıtmışsınız. İşte o zaman, binanın değişik varlık biçimleri hakkında bir çelişkiden söz edilebilir. Fakat böyle bir çelişki, olsa olsa bir beşer olarak eksikliğinizden, aczinizden veya imkân bulamamanızdan kaynaklanır ve arızî bir durumdur. İşte, kâinatı da, normo-kâinat olan insanı da böyle bir binaya benzetebiliriz. Onlar, varlık âlemine çıkmadan önce Allah’ın ilminde vardılar ve bu onların ilmî varlığı idi. Allah, onların bu ilmî varlığı üzerine iradesiyle ve “Mukaddir”, yani takdir edici, kader verici ismiyle tecelli edince, onların kaderi varlığı, sonra kendilerine maddî varlık giydirince de maddî-aktüel varlıkları ortaya çıktı. Daha sonra, hem bu kâinatı ve minyatür kâinat olan insanı, hem onlar vasıtasıyla Kendini tanıtmak, hem de irade sahibi kıldığı insanın kâinatta nasıl davranması gerektiğini ona anlatmak için bir Kitap gönderdi ve böylece onlara kitabî varlık kazandırdı. İnsan da, kâinat da dünyevî hayatlarıyla uhrevî varlıklarını yazmakta ve zaman şeridinde geçen her anları uhrevî varlıklarına bir nakış daha işlemektedir ki, bu da bütün endamıyla Ahiret’te ortaya çıkacaktır. Kâinatta, mümkün görülmemekle birlikte, mucizevî olarak milyarlarca yıldır devam edegelen muhteşem denge ve insan hayatının aynı şekildeki mucizevî varlığı ve devamı, hem insanın hem de kâinatın sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi aynı varlık, yani Allah tarafından yaratılıp yaşatıldığını ortaya koyan en reddedilmez bir delildir. Bu gerçek, Allah’ta ve O’nun isim ve sıfatları arasında zerre kadar bir çelişkinin olmadığını ve olamayacağını da kör gözlere bile göstermektedir. Aksi hâlde, Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere, bir fesat çıkar ve kâinat yıkılır giderdi. Nitekim, kıyamet anı geldiğinde, kâinatın büyüklüğü içinde kendi büyüklüğüne nispetle bir kum tanesi kadar bile olmayan yer kürenin yörüngesinden -Allah’ın dilemesi ile-sapması, bu muhteşem sistemin tarrakalarla çökmesine sebep olacak ve yerine daha muhteşem bir sistem kurulacaktır. İşte ilim dediğimiz şey, fiziği kimyası, astronomisi ve biyolojisiyle, Allah’ın yaratma ve yaşatma, yani içindeki zerrelerden kürelere, mikroskobik varlıklardan en büyük yaratıklara kadar bütün kâinatın meydana geliş ve işleyiş kanunlarını inceleyen bir disiplindir ki, ele aldığı her mevzu, Allah’ın ilim, irade, kudret ve takdirinin neticesidir. Din ise, insanın yeryüzündeki hayatını tanzim eden aynı İlâh’ın, yani Allah’ın Kelâm sıfatından gelen kanunlar manzumesidir. Kur’an, bunların hepsini kendinde barındıran İlâhî Kitaptır ve yine Kelâm sıfatının tecellisi olarak, kâinatın da insanın da kitabî varlığını teşkil eder. Şimdi, Kendi’nde asla çelişki olmayan ve olmadığı kâinattaki muhteşem ve akıllar üstü denge ile ispatlanan Allah’ın tecellileri arasında herhangi bir çatışmadan bahsetmek mümkün müdür? Demek oluyor ki, din, daha doğrusu, tahrife uğramamış din olarak İslâm ile ilim, aynı gerçeğin iki farklı düzlemdeki ifadesinden, hatta birbirini tamamlayan iki yüzünden ibarettir. Dolayısıyla, aralarında en ufak bir çelişki ve çatışma olamaz. Çatışma, ilim adamının zihninde olur; onun henüz gerçekleri kavrayamamış, henüz teorilerden hakikatlere geçememiş veya yanlış bir din anlayışına sapmış olmasındandır. Şu hâlde, gerçek ilim adamına, bilhassa günümüzde gerçek Müslüman ilim adamına düşen, Kur’an’a bakarak kâinatı, kâinata bakarak Kur’an’ı okumaya çalışmak olmalı ve o, bu iki kitabı dinî ve ilmî çalışmalarında iki kaynak olarak kullanmalıdır. Allah, okuma, yazma bilmeyen ve henüz elinde okuyacak bir şey olmayan son Nebi Hz. Muhammed Mustafa (sav)’ya ilk defa “oku!” derken, herhalde bu hususu kastediyor ve “Kur’an’la birlikte kâinatı oku!” diye emrediyordu. Bu emir, her ilim adamı ve Kur’an ‘okuyucusu’, hakikatin ve insanlığa hizmetin peşinde koşan her fizikçi, kimyacı, biyolog, astronom ve her Kur’an talebesi için geçerlidir ve geçerli olmaya devam edecektir. Ubeydullah Akyüz
  22. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    Tatil
  23. zeyneo hala okadar

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.