Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

kaplan-200

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.083
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

kaplan-200 tarafından postalanan herşey

  1. bunlar sizin beninize empoze edilenler..Siz bunları doğru kabul ediyorsunuz araştırma nedeni duymuyorsunuz ve size hedef gösterilenlerden intikam alma ğaeşindesiniz. Adana 1 nolu askeri mahkemesinin 1984/208 K.sayılı kararında kendi zihniyetlerinizin yaptığı açıkça görülmektedir. tabi siz inanmasınız çünkü size öğretilen bu gerçekler değil. hep sizi öldürmüşler,siz çok masumsunuz vs. Yahu kardeşim atık bunların bir oyun olduğunu kabul edin. ..Aynı namludan çıkmış mermiler hem sağcıyı hem solcuyu öldürdüğü tespit edilmiştir.. Bu davada sağcısıda kullanılmıştır solcusuda bu gerçeği kabullenmek çokmu zor yoksa işinizemi gelmiyor.
  2. Size unutmayın diyen yok Sn dunyahepimiz istediğiniz kadar yaşatın fakat bu olayları bilinçsiz olarak yanlış hedef göstermeyin. Muhsin yazıcıoğlu ile ne alakası var ? varmı bir kanıtınız ordan burdan duyduğunuz yalan yanlış haberlerle kendinize düşman yaratıyorsunuz. Eğer siz ısrarla bu yanlışlarla dava güderseniz bir diğeride size ciğerinden pompalanan gönüldaşını gösterir. Siz bir insanın ciğerinden pompalanarak öldürülmesini doğru buluyormusun? sanırım cevabın hayır olacaktır biz yapmadık onlar yaptı diyeceksiniz. Karşı tarafıda kendi gözüyle görürseniz anlarsınız. Yakılan solcularıda,ciğerinden şişirilerek işkenceyle öldürülen sağcıları da kınadığınızı söyleyin ve bunları yapanları lanetleyinki samimiyetinizi görelim. Eğer siz solculara yapılanları görüp diğerini görmezden gelirseniz samimiyetten uzak olursunuz... Bu yapılanların oyun olduğu farkına varın varmasanız eğer bu oyunun parçası olursunuz.
  3. Evet haklısınız fakat bunu ben ön plana çıkarmıyorum.Her fırsatta alevileri yaktılar yıktılar-kürtleri yaktılar yıktılar diyenlere sorun.ben her ikisinide seviyorum ve sorunumda yok. Bende bunlara karşı örnek verdim her fırsatta kendi düşüncelerini o topluluğa mal etmesinler diye. sorunuzu diğerlerine sorun lütfen.
  4. ****** Kadere inanan Hiç kimse senin verdiğin örneği kabul etmez. İnanmaya bilirsin inanmasanda kaderin anlamını idrak etki bizim kader anlayışımızı gör. Yoksa kendi kafanda verdiğin şekil bizim kader anlayışımız değildir bizlerin adına kader buymuş buna diyorlarmış diye söyleme.
  5. Bumu sizin kader anlayışınız..kimden öğrendiniz bunu?
  6. Yine kör ideolojinin saplantılarından örnek veriyorsunuz Sn gelincik.. Siz o dünemde CİEĞİNDEN POMPA İLE ŞİŞİRLİP İŞKENCE İLE OLDÜRÜLEN DURSUN ÖNKUZU'YU duydunuzmu?Yada evlerinde kafasından çivilenen sağcıları duydunuzmu? Sağcı mahallesinde oturuyor bahanesi ile ailesinin yanında linç edilenleri duydunuzmu?belkide duymamışsınızdır çünkü bunları size öğretmezler. Bakın dostum bunların hepsi oyun,sağcısıda solcusuda yapmıştır belki ama bunu yaşayanlarda artık oyuna geldiğini söylüyorlar...yıl 2009 artık bu tohumları serpiştirmenin bir anlamı yok her fırastta ise bu konuları göndeme getrimeye çelışanlar ise art niyetli beyinleri yıkanmış kendi doğrularından başka doğruları görmeyen zihniyettir. eğer sen sağcılar böyle öldürmüş derseniz diğeride solcularda cğerinden pompa ile şşirerek öldürmüş der ve bu örnekler böyle devam eder. O cehalet dönemi artık geride kaldı. kardeş kardeşi vuracağına çatışmasız, mantığın önde gittiği bir düzenin kurulması için birşeyler yapmın. Çatışmalarla,şiddetle bir yere varılmaz....her iki tarafında kendilerine göre doğruları vardı ve bunu birileri kullandı. Görüldüğü gibi her iki uç inasnı aynı hücreye bırakıyorlar...ve bu insanların bir birini öldürmesi beklenirken birbirlerine yardım ediyorlar.. Bu günde ne alevisiyle nede kürdüyle kimsenin sorunu yok.Sorunu olanlarda bu düzenden rahatsız olanlardır. Benim anlatmaya çalıştığım asıl olay ise sizin kendi gördüğünüz gerçten başaka gerçeğin olmamasıdır. Bugün sağcı-ülkücü-dindar ne derseniz deyin bu gurubun içerisinde milyonlarca alevi-kürt vatandaşlarımız var. Bu gün ülkücülerin temsilcisi olan ozan Osman OZTUNÇ alevi kökenlidir.Ama adam kendisini ülkücü diye tanımlıyor. Yine bugün kendisini ülkücü diye tanımlayan drej ali kürt kökenlidir. Yeşil adlı mahmut yıldırım kürt kökenlidir... *******
  7. MUHSİN YAZICIOĞLU İLE İŞKENCELİ GÜNLER... Tarih: 30.07.2005 Saat: 02:11 ÇEKTİĞİM İŞKENCELERE İSYAN ETMELİYDİM 12 Eylül öncesinde Türkiye’nin her tarafında sıkıyönetim olduğu halde, neden olaylar önlenemedi de 12 Eylül sabahı, ne kadar örgüt varsa hepsi bir gecede yakalandı? Bunların isimleri, adresleri belli olduğuna göre neden o güne kadar beklendi? General Bedrettin Demirel “İhtilale bir yıl önceden karar vermiştik, ama henüz olgunlaşmamıştı.” demişti. O bir yıl içinde sağcı solcu binlerce genç hayatlarını kaybetti, binlercesi de suçlu duruma düştü. Buna neden izin verildi? Cevapları verilmeyen o kadar çok soru, o kadar değişik işkence metotları ve hesabı dürülmeyen o kadar çok işkenceci oldu ki. Sorularımızı unuttuk, bari yaşananları hatırlayalım dedim. İhtilalin kaçıncı günü alındınız? Şubat ayının sonuna kadar teslim olmadım. “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” diye bir dava organize edildi. Bize teslim ol çağrıları yapıldı. Kızılay’da bir büroda kalıyordum. Bir gün kapım çalındı. Ben “Üzerimi giyiyorum” diye seslenince, “Namahrem misin ya!” diye bağırarak kapıyı kırdılar. Zeki Kaman adlı bir komiser, “Yazıcıoğlu, nasıl bulduk seni!” dedi. Kapının önüne çıktık. Her taraf sarılmış. Arabanın oraya geldiğimde, birkaç taraftan vurdular. Arabada darp yapmak istediler, karşı koydum. Dürüst Oktay adlı başkomiser, “Dokunmayın, biz teslim ettikten sonra ne yaparlarsa yapsınlar” dedi. Atatürk Öğrenci Yurdu’nun önünde gözümü bağlayıp ellerimi kelepçelediler. Başka bir ekibe devrettiler. Ama gerçekte devir miydi, yoksa o süsü mü verdiler, anlayamadım. Bir nizamiyeden geçtiğimi anladım. Kolumdan tutarak indirdiler. Daha orada sağımdan solumdan arkamdan tekme atmaya başladılar. Bağırıyor musunuz o anda? Hayır, yalnız “kolumu bırakın” diye direndim. Arkadan enseme vuruldu, kafam bir yere çarptı ve alnımdan aşağıya doğru ılık ılık kan aktı. Hakaret ede ede, vura vura götürdüler, ayakkabılarımı, çorabımı çıkarttılar. Bir kalasın üzerine sırt üstü yatırıldım ve iple bağlandım. O zamanki, Ülkü Ocakları’da , MHP Gençlik Kolları’nda görev yapmış ama henüz yakalanmamış olan kişileri soruyorlardı. Aklınızdan ne geçiyordu? Kendi vicdanımda doğru kabul ettiklerimin dışında bir şeyi asla kabullenmeyeceğim. Gerekirse bir ülkücü işkence masasında ölür. Böyle bir psikolojiyle karşı koyuyorum. Beni yatırır yatırmaz serçe ve ayak parmaklarımdan devreyi tamamlayacak şekilde cereyan verdiler. Bundan çok etkilenmedim. Sonra bütün çamaşırlarımı çıkarttılar. O zaman haya duygusuyla direnmeye başladım ve orada ilk hatayı yaptım. Çünkü yapılandan etkilenmiş olduğumu anladılar. Eyvah! Kollarım açık olarak, üzerime omuzumdan bir kalas bağladılar, -T- şeklini aldım. Bir sandalyenin üzerine çıkartıldım. Kalas tavanda bir yere çengellere asıldı, sandalye altımdan çekildi, havada sallanarak boşlukta kaldım. O şekildeyken küçük parmağımdan ve tenasül uzvundan elektrik verdiler. İşkenceden ziyade soyundurulmuş olmaktan etkilendiğim anlaşıldığı için, sonraki sorgulara soyundurularak alındım. Bunları yapan asker mi, polis mi? Polis ve askerden oluşan karma bir tim olduğu kanaatindeyim. Zaten askerî savcıların kontrolünde, askerî bir ortamda yapılıyor. Sonra beni askıdan indirip bir demir parmaklığa götürdüler. Bileklerimden panele kelepçelediler. Yan odada da sorgulama yapılıyor, işkence sesleri geliyor. Orada herkese “komutanım” demek zorundaydık.. Onlar size nasıl sesleniyor? Bizim adımız da “lan”. Bir ara omuzuma bir ot yastık kondu. Çok rahatladım. Herhalde birisi bana iyilik yaptı dedim. Ama bir müddet sonra yastık ağırlaştı.. Dedim ki, “Şu yastığı öbür tarafa kor musunuz?” “Yasak lan” dedi. Anladım ki yastık da işkencenin bir parçası. Yemek yok. Su içmek yasak: Bir, psikolojik baskı gerekçesi olarak. Bir de cereyana verildiğimiz için, vücut susuz kalıyor, ani bir su içme halinde iç kanamadan ölümler meydana geliyormuş. Bazı arkadaşlarımızın tuvalet ihtiyacı için gittiğinde, oraya buraya dökülmüş sulardan eliyle alıp yaladıklarını biliyoruz. Bizi soyundurdukları zaman, üzerimizden bir kova su dökülüyor. Vücudumuzda elektrik akımı gezdirildiğinde o su, her tarafımızı birden etkiliyor. Ayaklarımızın altına falaka vuruldu. Bir arkadaşımız, araba lastiğinin içinde sıkıştırılarak döndürüldü. Yüzlerce arkadaşım işkenceyi benden çok daha ağır yaşadı. Bahçelievler katliamından da sorgulandınız mı? Evet. “Konuyla ilgili bilgim yok” dedim. “Haluk Kırcı’yı tanıyor musun?” diye sordular. “İsmini duydum ama ilişkim yok.” dedim. Ağzımı bantladılar, içeriye bir kişi getirip sordular: “Muhsin Yazıcıoğlu’yla nerelerde buluştun?” O da “Ankara’ya geldiğimde Ülkü Ocakları Genel Merkezi’ne gittim, şöyle oldu, böyle oldu” diye anlatmaya başladı. Onu dışarıya çıkarttılar, benim ağzımı açtılar. “Şimdi söyle lan” dediler. Dedim ki: “Bu kişi kim bilmiyorum. Gözlerimi açın. Yüzleşelim. Söyledikleri doğru değil.” İddiası ne? İşte diyor ki “Ben Bahçelievler olayından sonra Muhsin Yazıcıoğlu’nun yanına gittim, kendisi bana ne yapacağımı sordu. “Beyrut’a gitmek istiyorum” dedim. O benim Antalya’ya gitmemi önerdi.” Dolayısıyla beni, o olayla ilişkilendirmiş oluyor. Sonra ikimizi yüzleştirdiler. “İsmi ne bu arkadaşımızın?” dedim. “Haluk Kırcı” dediler. Dedim ki “Haluk bu söylediklerin olmadı. Ben seninle hiç görüşmedim. Niçin bunları söylüyorsun?” Bu sefer benim dizlerime postallarla vurarak, “Yönlendirme” dediler. Sonra ona döndüler, “Evet Haluk sen ne diyorsun?” dediler. Dedi ki: “Ben Muhsin Yazıcıoğlu’nu hiç görmedim.” Bu sefer beni hemen kaptıkları gibi dışarı çıkarttılar, sonra Haluk’un feryatları içerden geldi. Bu defa onu askıya aldılar. Orada yirmi günden fazla kaldım. Geceleri hücrede mi yatıyorsunuz? Hep sandalyede bağlı oturuyoruz. Hiç yatmadık 20 gün. Sonra, Haluk Kırcı ile savcının önünde karşı karşıya geldik, gözlerimiz açık. Beni görür görmez, “Abi özür diliyorum. Bana ısrarla ifadende, Muhsin Yazıcıoğlu’na yer vereceksin dediler. Ben de nasıl olsa yakalanmamıştır, sırf oradan bir an evvel çıkayım diye bunları söyledim.” dedi. Siz onu, Bahçelievler katliamının sorumlusu olarak mı tanıyorsunuz o zaman? Hayır, basında çokça çıktı ama ben onun katil olduğunu düşünmüyorum. Bakın, ben geriye giderek bir olayı daha ifade edeyim. İşkence 12 Eylül öncesinde de yaşandı. 1979’da beni yine evden aldılar. Mamak’ta 2,5 metrekarelik bir hücreye koydular. Mazgalı da kapalı. Dört gün sonra kapı açıldı, biri geldi, gözümü bağladı. Kollarımdan tutup bir yere götürdü. “Evet Yazıcıoğlu, dışarıda ne oldu biliyor musun?” dedi. “Bilmiyorum”, dedim. “İhtilal oldu. Türkeş de başka bir yerde sorgulanıyor, senin gibi. Hepiniz toplandınız” dediler. “Hayırlısı olsun” dedim. “Hasanlar Kıraathanesi diye bir yer hatırlıyor musun?” dediler. “Yok” dedim. “Hani Seyranbağları’nda bir baskın yapıldı” dediler. “Ha evet” dedim, “Hatırlıyorum. Sivas’a giderken Yozgat civarındaydım, arabanın radyosundan Seyranbağları’nda bir kıraathanenin basıldığını ve orada birkaç kişinin öldüğünü dinledim. Hemen Ankara’yı aradım: Bu neyin nesi, bizimle bir ilgisi var mı? Onlar da hayır bizimle bir alakası yok dediler” dedim. “Sen bu olayla ilgili birisine görev verdin mi?” dediler. “Hayır”, dedim. “Çağırın şu vatandaşı” dediler. İçeriye birisi alındı. “Anlat bakayım oğlum” dedi birisi. O dedi ki: “Ben bir gün genel merkeze geldim, genel başkan seni çağırıyor dediler, Muhsin Yazıcıoğlu’nun yanına çıktım. ‘Şu anda solcuların lideri Hasanlar Kıraathanesi’nde oturuyor. Gidin onu halledin’ dedi bana. Ben de yanıma bir arkadaşı aldım, gittim. Masadakilerin hepsini vurdum. Sonra da geri döndük, Yazıcıoğlu’na görevimizi yaptığımızı söyledik.” Onu dışarı çıkarttılar. Sorguyu yapan “Şimdi söyle bana Muhsin” diye sordu. Ben de “Böyle bir şey söz konusu değil. Neye dayanarak bunları söylüyor. Beni yüzleştirin” dedim. Beni epey zorladılar. Sonra beni Ankara Emniyeti’ne götürürlerken kelepçe vuran bir görevli, bana bir sempati gösterdi. Ondan cesaretlenerek, “Dün beni nereye götürdüler?” diye sordum. “Cezaevi müdürünün odasına götürdüler”. “Kim vardı?” dedim, “Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden bir baş komiser vardı” dedi. Kim o? Dürüst Oktay. 12 Eylül’de de sizi alan kişi Evet. Emniyette beni bir hücreye koydular. Orada da askıya alındım, işkence gördüm, cereyana verildim. Sonra savcılığa götürülürken benden emir aldığını söyleyen delikanlı ile göz göze geldik. Mehmet Ali Aksümer diye bir genç. “Abi çok özür diliyorum. Benim bacağımda yaram var. Kangren ederiz yaranı dediler, yaramı sıktılar. Bana işkence yaptılar. Seninle ilgili ifade vermem için zorladılar. Önüme birkaç tane olay koydular. Bu olaylardan birisini üstlenmemi ve seni suçlamamı istediler. Ben de bu olayı kabul ettim” dedi. “Ne biliyorsan söylersin savcıya” dedim. “Ben” dedi, “O olay olduğu tarihte cezaevindeyim.” Ha onun için onu seçmiş ki, daha sonra kanıtlayabilsin. Evet. Hamdi Sevinç diye bir askeri savcının karşısına çıktık. Çocuk söylediklerini savcıya anlatmasına rağmen dikkate almayıp tutukladılar beni. 38 gün, Mamak Askeri Cezaevi’nde tecrit hücresinde kaldım. Sonra, yüksek mahkeme dosyamı inceledi, bu çocuğun o tarihlerde cezaevinde olduğuna dair belgeler geldi, beni bıraktılar. Burada önemli bir ayrıntı daha var. O arada simit satan bir çocuk, bu Mehmet Ali Aksümer’i teşhis ediyor, “Katliamı bu yaptı” diyor. Sonradan onun da bir emniyet piyonu olduğu anlaşıldı. Ancak, düşünüyorum da bu Mehmet Ali Aksümer olay tarihinde cezaevinde olmasaydı, ortada bir tanıklık olduğu için Muhsin Yazıcıoğlu idam edilmişti. Sizin bir de kafes hikayeniz vardı. Mamak Cezaevi’nde kafes diye bir yer var. Üç tarafı demir parmaklıklarla çevrili. Biz de girdik o kafese. Her hareket için izin almak zorundasınız. İzinsiz oturduğunuz için coplanıyorsunuz. İster bir kişi ol, ister yirmi kişi, belli saatlerce kalk, rahat, hazır ol, yerinde say, uygun adım marş. Kafesin içinde dört dönüyorsunuz. Ayağını şaşırttın. “Gel bakayım”, dayak. “Niye gözüme baktın? Tavana bakacaksın” dayak. Solcular da, ülkücüler de aynı kafeste. Konuşmak yasak. Kesinlikle, sağına soluna bakamıyorsun. Sadece önüne bakacaksın. Çağrıldığın zaman tavana bakarak gideceksin. Kafeste marş söyletiliyor mu? Evet. İzmir Marşı, Eskişehir Marşı. Saat 16’da İstiklal Marşı söylettiriliyor. Tuvalet ihtiyacınız oldu, uygun adım marşla gidiyorsunuz. Ben bunu yaşamamak için hiç tuvalete gitmek istemedim. Sonra koğuşa gönderildim. 51 kişiyiz, 7’si ülkücü, gerisi sol gruba mensup. Nöbetleşe karavana almaya gidiliyor. Orada sorular soruyorlar. Cevap veremeyenler ve bağırarak söylemeyenler dayak yiyor. Zemin 1-2-3 diye bir koğuş var Mamak’ta. Orada kalanlardan birinde tetanos çıktı, birine verem teşhisi kondu. Dilekçeler yazdırıyorlar diyorlar ki: “Bu koğuş sağlıksızdır, kapatılsın.” Hiç cevap verilmiyor. Bir gün, Kenan Evren, Erzurum’da konuşma yapıyor. Megafondan da cezaevine dinletiyorlar. Evren diyor ki, “Bizi denetlemeye hakları yok. Biz bağımsız bir devletiz.” Halbuki o konuşma sırasında cezaevi içinde Avrupa’dan gelen İnsan Hakları Komitesi dolaşıyor. Ülkücüler, “Kendi devletimizi yabancı birisine şikayet etmeyiz” diyorlar. “İşkence oldu mu?” deyince, “Türk devleti işkence yapmaz. Bu bizim iç sorunumuzdur” diye milli bir duyarlılıkla konuşuyorlar. Bunun adı milli duyarlılık değil ki. Suça ortak olmak. Yabancılara şikayeti onurumuza yediremiyoruz. Bu milli gururumuzu incitiyor. Uzun süre şikayet etmemekte direndik. Ama bir gün, İnsan Hakları Komitesi koridordan geçerken bizim çocuklardan birisi, Almanca olarak “Zemin 1-2-3’ü kontrol edin” diye bağırdı. Heyet duruyor, kapıyı açtırıyor. O koğuşa giriyorlar, sadece bir kokluyorlar ve diyorlar ki: “Bu koğuşta insan yaşayamaz, kapatılsın.” 45 dakikada koğuş kapatıldı. Ondan sonra başka bir psikolojiye kapıldık. Yani kendi devletimize, hukukumuzu koruması için yaptığımız müracaatlara cevap verilmiyor, ama dışarıdan biri geliyor ve bunu kapattırıyor. O olay, yaşadığımız işkencelerin mutlaka anlatılması gerektiğini ortaya çıkarttı. Ama biz yine de ailelerimize işkence gördüğümüzü söylemedik. Üzmemek için mi? Üzmeyelim diye. Ama sol grup, böyle değil. Annesiyle görüş kabinine girdiği anda feryadı basıyor. Onlar da hemen oradan çıkıyor, Başbakanlık’ın önüne gidiyorlar. Aileleriyle ellerini arkada tutarak görüşüyordu arkadaşlarımız, şişlikleri görmesinler diye. Ben hiç ailemi ziyarete istemedim. Sadece açık görüşte, bayramlarda benim ailem geldi. Bizde yaşadıklarımızı abartma değil de, azaltma gibi bir özellik var. Genel olarak bir ülkücü karakteri bu. Ben cezaevinde arkadaşlara yazı yazın, şiir yazın dedim. Bir kompozisyon yarışması verdim. Orada kader konusunu inceleyeceksiniz dedim. Cezaevindeki arkadaşlarımız içersinden edebiyatçı, şair, roman yazarı çıkmalı. Bunları yalnız onlar yazabilir. Ancak, tevekküle sahip olan birisinin acılarını dışarıya yansıtabilmesi, o acılarından şikayet ederek bir roman, bir hikaye, bir şiir çıkartması son derece zordur. Bunu bir eksiklik olarak görüyor musunuz? Biz elbette kaderimize değil ama yaşadıklarımıza isyan etmeliydik. Bu kadere isyan değildi ki. Kadere karşı gelmek değildi. NURİYE AKMAN -ZAMAN Tarih: 30.07.2005
  8. ÇEKTİĞİM İŞKENCELERE İSYAN ETMELİYDİM 12 Eylül öncesinde Türkiye’nin her tarafında sıkıyönetim olduğu halde, neden olaylar önlenemedi de 12 Eylül sabahı, ne kadar örgüt varsa hepsi bir gecede yakalandı? Bunların isimleri, adresleri belli olduğuna göre neden o güne kadar beklendi? General Bedrettin Demirel “İhtilale bir yıl önceden karar vermiştik, ama henüz olgunlaşmamıştı.” demişti. O bir yıl içinde sağcı solcu binlerce genç hayatlarını kaybetti, binlercesi de suçlu duruma düştü. Buna neden izin verildi? Cevapları verilmeyen o kadar çok soru, o kadar değişik işkence metotları ve hesabı dürülmeyen o kadar çok işkenceci oldu ki. Sorularımızı unuttuk, bari yaşananları hatırlayalım dedim. İhtilalin kaçıncı günü alındınız? Şubat ayının sonuna kadar teslim olmadım. “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” diye bir dava organize edildi. Bize teslim ol çağrıları yapıldı. Kızılay’da bir büroda kalıyordum. Bir gün kapım çalındı. Ben “Üzerimi giyiyorum” diye seslenince, “Namahrem misin ya!” diye bağırarak kapıyı kırdılar. Zeki Kaman adlı bir komiser, “Yazıcıoğlu, nasıl bulduk seni!” dedi. Kapının önüne çıktık. Her taraf sarılmış. Arabanın oraya geldiğimde, birkaç taraftan vurdular. Arabada darp yapmak istediler, karşı koydum. Dürüst Oktay adlı başkomiser, “Dokunmayın, biz teslim ettikten sonra ne yaparlarsa yapsınlar” dedi. Atatürk Öğrenci Yurdu’nun önünde gözümü bağlayıp ellerimi kelepçelediler. Başka bir ekibe devrettiler. Ama gerçekte devir miydi, yoksa o süsü mü verdiler, anlayamadım. Bir nizamiyeden geçtiğimi anladım. Kolumdan tutarak indirdiler. Daha orada sağımdan solumdan arkamdan tekme atmaya başladılar. Bağırıyor musunuz o anda? Hayır, yalnız “kolumu bırakın” diye direndim. Arkadan enseme vuruldu, kafam bir yere çarptı ve alnımdan aşağıya doğru ılık ılık kan aktı. Hakaret ede ede, vura vura götürdüler, ayakkabılarımı, çorabımı çıkarttılar. Bir kalasın üzerine sırt üstü yatırıldım ve iple bağlandım. O zamanki, Ülkü Ocakları’da , MHP Gençlik Kolları’nda görev yapmış ama henüz yakalanmamış olan kişileri soruyorlardı. Aklınızdan ne geçiyordu? Kendi vicdanımda doğru kabul ettiklerimin dışında bir şeyi asla kabullenmeyeceğim. Gerekirse bir ülkücü işkence masasında ölür. Böyle bir psikolojiyle karşı koyuyorum. Beni yatırır yatırmaz serçe ve ayak parmaklarımdan devreyi tamamlayacak şekilde cereyan verdiler. Bundan çok etkilenmedim. Sonra bütün çamaşırlarımı çıkarttılar. O zaman haya duygusuyla direnmeye başladım ve orada ilk hatayı yaptım. Çünkü yapılandan etkilenmiş olduğumu anladılar. Eyvah! Kollarım açık olarak, üzerime omuzumdan bir kalas bağladılar, -T- şeklini aldım. Bir sandalyenin üzerine çıkartıldım. Kalas tavanda bir yere çengellere asıldı, sandalye altımdan çekildi, havada sallanarak boşlukta kaldım. O şekildeyken küçük parmağımdan ve tenasül uzvundan elektrik verdiler. İşkenceden ziyade soyundurulmuş olmaktan etkilendiğim anlaşıldığı için, sonraki sorgulara soyundurularak alındım. Bunları yapan asker mi, polis mi? Polis ve askerden oluşan karma bir tim olduğu kanaatindeyim. Zaten askerî savcıların kontrolünde, askerî bir ortamda yapılıyor. Sonra beni askıdan indirip bir demir parmaklığa götürdüler. Bileklerimden panele kelepçelediler. Yan odada da sorgulama yapılıyor, işkence sesleri geliyor. Orada herkese “komutanım” demek zorundaydık.. Onlar size nasıl sesleniyor? Bizim adımız da “lan”. Bir ara omuzuma bir ot yastık kondu. Çok rahatladım. Herhalde birisi bana iyilik yaptı dedim. Ama bir müddet sonra yastık ağırlaştı.. Dedim ki, “Şu yastığı öbür tarafa kor musunuz?” “Yasak lan” dedi. Anladım ki yastık da işkencenin bir parçası. Yemek yok. Su içmek yasak: Bir, psikolojik baskı gerekçesi olarak. Bir de cereyana verildiğimiz için, vücut susuz kalıyor, ani bir su içme halinde iç kanamadan ölümler meydana geliyormuş. Bazı arkadaşlarımızın tuvalet ihtiyacı için gittiğinde, oraya buraya dökülmüş sulardan eliyle alıp yaladıklarını biliyoruz. Bizi soyundurdukları zaman, üzerimizden bir kova su dökülüyor. Vücudumuzda elektrik akımı gezdirildiğinde o su, her tarafımızı birden etkiliyor. Ayaklarımızın altına falaka vuruldu. Bir arkadaşımız, araba lastiğinin içinde sıkıştırılarak döndürüldü. Yüzlerce arkadaşım işkenceyi benden çok daha ağır yaşadı. Bahçelievler katliamından da sorgulandınız mı? Evet. “Konuyla ilgili bilgim yok” dedim. “Haluk Kırcı’yı tanıyor musun?” diye sordular. “İsmini duydum ama ilişkim yok.” dedim. Ağzımı bantladılar, içeriye bir kişi getirip sordular: “Muhsin Yazıcıoğlu’yla nerelerde buluştun?” O da “Ankara’ya geldiğimde Ülkü Ocakları Genel Merkezi’ne gittim, şöyle oldu, böyle oldu” diye anlatmaya başladı. Onu dışarıya çıkarttılar, benim ağzımı açtılar. “Şimdi söyle lan” dediler. Dedim ki: “Bu kişi kim bilmiyorum. Gözlerimi açın. Yüzleşelim. Söyledikleri doğru değil.” İddiası ne? İşte diyor ki “Ben Bahçelievler olayından sonra Muhsin Yazıcıoğlu’nun yanına gittim, kendisi bana ne yapacağımı sordu. “Beyrut’a gitmek istiyorum” dedim. O benim Antalya’ya gitmemi önerdi.” Dolayısıyla beni, o olayla ilişkilendirmiş oluyor. Sonra ikimizi yüzleştirdiler. “İsmi ne bu arkadaşımızın?” dedim. “Haluk Kırcı” dediler. Dedim ki “Haluk bu söylediklerin olmadı. Ben seninle hiç görüşmedim. Niçin bunları söylüyorsun?” Bu sefer benim dizlerime postallarla vurarak, “Yönlendirme” dediler. Sonra ona döndüler, “Evet Haluk sen ne diyorsun?” dediler. Dedi ki: “Ben Muhsin Yazıcıoğlu’nu hiç görmedim.” Bu sefer beni hemen kaptıkları gibi dışarı çıkarttılar, sonra Haluk’un feryatları içerden geldi. Bu defa onu askıya aldılar. Orada yirmi günden fazla kaldım. Geceleri hücrede mi yatıyorsunuz? Hep sandalyede bağlı oturuyoruz. Hiç yatmadık 20 gün. Sonra, Haluk Kırcı ile savcının önünde karşı karşıya geldik, gözlerimiz açık. Beni görür görmez, “Abi özür diliyorum. Bana ısrarla ifadende, Muhsin Yazıcıoğlu’na yer vereceksin dediler. Ben de nasıl olsa yakalanmamıştır, sırf oradan bir an evvel çıkayım diye bunları söyledim.” dedi. Siz onu, Bahçelievler katliamının sorumlusu olarak mı tanıyorsunuz o zaman? Hayır, basında çokça çıktı ama ben onun katil olduğunu düşünmüyorum. Bakın, ben geriye giderek bir olayı daha ifade edeyim. İşkence 12 Eylül öncesinde de yaşandı. 1979’da beni yine evden aldılar. Mamak’ta 2,5 metrekarelik bir hücreye koydular. Mazgalı da kapalı. Dört gün sonra kapı açıldı, biri geldi, gözümü bağladı. Kollarımdan tutup bir yere götürdü. “Evet Yazıcıoğlu, dışarıda ne oldu biliyor musun?” dedi. “Bilmiyorum”, dedim. “İhtilal oldu. Türkeş de başka bir yerde sorgulanıyor, senin gibi. Hepiniz toplandınız” dediler. “Hayırlısı olsun” dedim. “Hasanlar Kıraathanesi diye bir yer hatırlıyor musun?” dediler. “Yok” dedim. “Hani Seyranbağları’nda bir baskın yapıldı” dediler. “Ha evet” dedim, “Hatırlıyorum. Sivas’a giderken Yozgat civarındaydım, arabanın radyosundan Seyranbağları’nda bir kıraathanenin basıldığını ve orada birkaç kişinin öldüğünü dinledim. Hemen Ankara’yı aradım: Bu neyin nesi, bizimle bir ilgisi var mı? Onlar da hayır bizimle bir alakası yok dediler” dedim. “Sen bu olayla ilgili birisine görev verdin mi?” dediler. “Hayır”, dedim. “Çağırın şu vatandaşı” dediler. İçeriye birisi alındı. “Anlat bakayım oğlum” dedi birisi. O dedi ki: “Ben bir gün genel merkeze geldim, genel başkan seni çağırıyor dediler, Muhsin Yazıcıoğlu’nun yanına çıktım. ‘Şu anda solcuların lideri Hasanlar Kıraathanesi’nde oturuyor. Gidin onu halledin’ dedi bana. Ben de yanıma bir arkadaşı aldım, gittim. Masadakilerin hepsini vurdum. Sonra da geri döndük, Yazıcıoğlu’na görevimizi yaptığımızı söyledik.” Onu dışarı çıkarttılar. Sorguyu yapan “Şimdi söyle bana Muhsin” diye sordu. Ben de “Böyle bir şey söz konusu değil. Neye dayanarak bunları söylüyor. Beni yüzleştirin” dedim. Beni epey zorladılar. Sonra beni Ankara Emniyeti’ne götürürlerken kelepçe vuran bir görevli, bana bir sempati gösterdi. Ondan cesaretlenerek, “Dün beni nereye götürdüler?” diye sordum. “Cezaevi müdürünün odasına götürdüler”. “Kim vardı?” dedim, “Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden bir baş komiser vardı” dedi. Kim o? Dürüst Oktay. 12 Eylül’de de sizi alan kişi Evet. Emniyette beni bir hücreye koydular. Orada da askıya alındım, işkence gördüm, cereyana verildim. Sonra savcılığa götürülürken benden emir aldığını söyleyen delikanlı ile göz göze geldik. Mehmet Ali Aksümer diye bir genç. “Abi çok özür diliyorum. Benim bacağımda yaram var. Kangren ederiz yaranı dediler, yaramı sıktılar. Bana işkence yaptılar. Seninle ilgili ifade vermem için zorladılar. Önüme birkaç tane olay koydular. Bu olaylardan birisini üstlenmemi ve seni suçlamamı istediler. Ben de bu olayı kabul ettim” dedi. “Ne biliyorsan söylersin savcıya” dedim. “Ben” dedi, “O olay olduğu tarihte cezaevindeyim.” Ha onun için onu seçmiş ki, daha sonra kanıtlayabilsin. Evet. Hamdi Sevinç diye bir askeri savcının karşısına çıktık. Çocuk söylediklerini savcıya anlatmasına rağmen dikkate almayıp tutukladılar beni. 38 gün, Mamak Askeri Cezaevi’nde tecrit hücresinde kaldım. Sonra, yüksek mahkeme dosyamı inceledi, bu çocuğun o tarihlerde cezaevinde olduğuna dair belgeler geldi, beni bıraktılar. Burada önemli bir ayrıntı daha var. O arada simit satan bir çocuk, bu Mehmet Ali Aksümer’i teşhis ediyor, “Katliamı bu yaptı” diyor. Sonradan onun da bir emniyet piyonu olduğu anlaşıldı. Ancak, düşünüyorum da bu Mehmet Ali Aksümer olay tarihinde cezaevinde olmasaydı, ortada bir tanıklık olduğu için Muhsin Yazıcıoğlu idam edilmişti. Sizin bir de kafes hikayeniz vardı. Mamak Cezaevi’nde kafes diye bir yer var. Üç tarafı demir parmaklıklarla çevrili. Biz de girdik o kafese. Her hareket için izin almak zorundasınız. İzinsiz oturduğunuz için coplanıyorsunuz. İster bir kişi ol, ister yirmi kişi, belli saatlerce kalk, rahat, hazır ol, yerinde say, uygun adım marş. Kafesin içinde dört dönüyorsunuz. Ayağını şaşırttın. “Gel bakayım”, dayak. “Niye gözüme baktın? Tavana bakacaksın” dayak. Solcular da, ülkücüler de aynı kafeste. Konuşmak yasak. Kesinlikle, sağına soluna bakamıyorsun. Sadece önüne bakacaksın. Çağrıldığın zaman tavana bakarak gideceksin. Kafeste marş söyletiliyor mu? Evet. İzmir Marşı, Eskişehir Marşı. Saat 16’da İstiklal Marşı söylettiriliyor. Tuvalet ihtiyacınız oldu, uygun adım marşla gidiyorsunuz. Ben bunu yaşamamak için hiç tuvalete gitmek istemedim. Sonra koğuşa gönderildim. 51 kişiyiz, 7’si ülkücü, gerisi sol gruba mensup. Nöbetleşe karavana almaya gidiliyor. Orada sorular soruyorlar. Cevap veremeyenler ve bağırarak söylemeyenler dayak yiyor. Zemin 1-2-3 diye bir koğuş var Mamak’ta. Orada kalanlardan birinde tetanos çıktı, birine verem teşhisi kondu. Dilekçeler yazdırıyorlar diyorlar ki: “Bu koğuş sağlıksızdır, kapatılsın.” Hiç cevap verilmiyor. Bir gün, Kenan Evren, Erzurum’da konuşma yapıyor. Megafondan da cezaevine dinletiyorlar. Evren diyor ki, “Bizi denetlemeye hakları yok. Biz bağımsız bir devletiz.” Halbuki o konuşma sırasında cezaevi içinde Avrupa’dan gelen İnsan Hakları Komitesi dolaşıyor. Ülkücüler, “Kendi devletimizi yabancı birisine şikayet etmeyiz” diyorlar. “İşkence oldu mu?” deyince, “Türk devleti işkence yapmaz. Bu bizim iç sorunumuzdur” diye milli bir duyarlılıkla konuşuyorlar. Bunun adı milli duyarlılık değil ki. Suça ortak olmak. Yabancılara şikayeti onurumuza yediremiyoruz. Bu milli gururumuzu incitiyor. Uzun süre şikayet etmemekte direndik. Ama bir gün, İnsan Hakları Komitesi koridordan geçerken bizim çocuklardan birisi, Almanca olarak “Zemin 1-2-3’ü kontrol edin” diye bağırdı. Heyet duruyor, kapıyı açtırıyor. O koğuşa giriyorlar, sadece bir kokluyorlar ve diyorlar ki: “Bu koğuşta insan yaşayamaz, kapatılsın.” 45 dakikada koğuş kapatıldı. Ondan sonra başka bir psikolojiye kapıldık. Yani kendi devletimize, hukukumuzu koruması için yaptığımız müracaatlara cevap verilmiyor, ama dışarıdan biri geliyor ve bunu kapattırıyor. O olay, yaşadığımız işkencelerin mutlaka anlatılması gerektiğini ortaya çıkarttı. Ama biz yine de ailelerimize işkence gördüğümüzü söylemedik. Üzmemek için mi? Üzmeyelim diye. Ama sol grup, böyle değil. Annesiyle görüş kabinine girdiği anda feryadı basıyor. Onlar da hemen oradan çıkıyor, Başbakanlık’ın önüne gidiyorlar. Aileleriyle ellerini arkada tutarak görüşüyordu arkadaşlarımız, şişlikleri görmesinler diye. Ben hiç ailemi ziyarete istemedim. Sadece açık görüşte, bayramlarda benim ailem geldi. Bizde yaşadıklarımızı abartma değil de, azaltma gibi bir özellik var. Genel olarak bir ülkücü karakteri bu. Ben cezaevinde arkadaşlara yazı yazın, şiir yazın dedim. Bir kompozisyon yarışması verdim. Orada kader konusunu inceleyeceksiniz dedim. Cezaevindeki arkadaşlarımız içersinden edebiyatçı, şair, roman yazarı çıkmalı. Bunları yalnız onlar yazabilir. Ancak, tevekküle sahip olan birisinin acılarını dışarıya yansıtabilmesi, o acılarından şikayet ederek bir roman, bir hikaye, bir şiir çıkartması son derece zordur. Bunu bir eksiklik olarak görüyor musunuz? Biz elbette kaderimize değil ama yaşadıklarımıza isyan etmeliydik. Bu kadere isyan değildi ki. Kadere karşı gelmek değildi.
  9. Siz önce maraş katliamını kabul edin...Sağcı-miliyetci-ülkücü vs kesimin yapmadığına inabilecekmisin ? önce buna cevap verin. maraş katliamını kabul ediyormusunuz..Bahçeli evler konusunu tekrar yazarız.
  10. Sn cyrano neye dayanarak maraş balgat ve hrand dink katliamını bu insanla bağdaştırıyorsunuz?dayanağınız ne? sol sanalın yorumlarımı yoksa mılar mişlermi? Meydanı boş bulunca herkes birşeyler anlatmaya çalışıyor ama ne belge var ne kanıt....idda ise adı geçmiş,böyle söylenmiş vs ! Sizki onca konuları araştıran her konuda bilgisi olan birisiniz ! aşağda yazdığım konuyu hiçmi duymadınız hiçmi görmediz...yoksa işinizemi gelmedide görmezden duymazdan geliyorsunuz. Maraş olaylarında yine Bülent Ecevit başbakan’dı. Olaydan sonra CHP’nin iç işleri bakanı İrfan Özaydınlı(Emekli orgeneral) yaptığı açıklamada olayların sebebinin –sol örgütler- olduğunu söylemiş, partisinden büyük tepki almıştı. Sonrasında da İç işleri bakanlığından istifade etmek zorunda bırakılmış, yerine sansasyonel davaların adamı Hasan Fehmi Güneş getirilmişti. Hâlbuki bugünün PKK’sı neyse dünün DEV-SOL’u, TİKKO’su, THKO’su, DHKP-C’si, de odur. İrfan Özaydınlı’dan sonra iç işleri bakanlığına atanan Hasan Fehmi Güneş çok uğraşmasına, elindeki imkânları sonuna kadar kullanmasına rağmen, olayı Ülkücü-Milliyetçi kesimle irtibatlandıracak tek bir belge çıkaramamıştır. Aksine Adana Synt. Mahkemelerinde yapılan yargılamalarda olayın Ermeni Garbis Altınoğlu’nun örgütü Devrimci halkın birliği ile öteki sol örgütlerin tezgâhladığı mahkeme kararlarıyla kesinleşmiştir. Adana 1 nolu askeri mahkemesinin 1984/208 K.sayılı kararında hem çiçek sinemasının bombalanmasının hem de iki solcu öğretmenin öldürülmesinin devrimci savaş örgütü tarafından icra edildiği ortaya çıkmıştır. Aynı olaylardan Halkın Kurtuluşu örgütü 1984/150,PKK ise 1986/104 sayılı kararla mahkûm edilmişlerdir. Maraş olaylarında suçu sabit görülerek hüküm giyen tek bir ülkücü veya daha genel bir ifadeyle tek bir sağcı yoktur. Ancak medya militanlarının çarpıtması ile olay ülkücü-milliyetçi kesimlerin üzerine yıkılmıştır. Ortada kapı gibi mahkeme kararları dururken 30 yıl sonra Maraş olayları aydınlansın demek, bu mahkeme kararlarını yok sayın, 30–40 yıldır bu ülkenin kanını emenleri aklayıp, başkalarını mahkûm edin demektir. Elbette hiçbir olay gizli kalmamalı, hiçbir insanımızın kanı heder edilmemelidir. Örgütlerin kim bilir hangi derin güçlerle iş birliği yaparak, Aleviliği kullanmak isteyenlerin fideliği haline getirmek için yaptıkları bu çirkin olay, aydınlatılmalı, ama bu olayı Muhsin Yazıcıoğlu'nun öldüğü gün provokasyon yapılmaya çalışılması üzüntü verici ve vicdana danışılması gereken bir konudur. Şimdi Sn cyrano bu ülkede ne katliamlar, ne ölümler oldu ve oluyor... Sizce bunlar bir tesadüf mü yoksa düşmanlarımız tarafından belirlenen stratejini ürünü mü?? Siz değerli araştırmacı her konuda bilgisi olan ! cyrano ABD de 1949 yılında 100 yıllık bir zamanı planlayan Stratejiyi araştırmanızı rica ediyorum.. Amerikanın Strateji Plan Toplantısı..fakat toplantıda İngiltere ve İsrailli develt yetkilileri bulunuyor?? Ve her devlet için ayrı ayrı planlar yapılıyor.. Bınlardan en önemliside Türkiye. Diğer araştırmalarınızıda bizimle paylaşırsanız aydınlanmış oluruz. Saygılar.
  11. Sn rua ;Bu kazadan sonra bir çok yerde karalama kampanyaları başlatılmıştır bu durumda'da ağzı olan konuşuyor,bilende konuşuyor bilmeyende. Her zaman söylediğim gibi, insanlarımız kör ideolojinin saplantısından çıkamıyor bir türlü. Elinde hiç bir belge olmadan bilgi sahibi olduğunu sanıyor. Yok efendim Maraş cinayetini işlemiş,madımak otelini yaktırmış! neye dayanarak söylüyorsun? ...gazetelerde,mahkeme tutanaklarında adı geçmiş !. Hrand dink cinayetini işleyenlerden birİde BBP üyesiymiş. Bunu biliyor fakat o şahsın daha öncesinden partiden ihraç edildiğini bilmiyor ! Siyasi Olaylar sırasında sadece solcuların canı yandı , sadece solcular Öldü sadece solcu masum sevgi pıtırcıkLarı idam edildi ,sağcılara hiçbir şey olmadı ! olaylara tek taraflı bakmaya devam edin. Alevi katliamlarının sorumlusu olan ve ergenkondan yargılananların ifadelerini görmezden gelerek ve onları oynatan gizli servisleri göremeyip hala oyuna geliyorsunuz. Nasıl bir düşünce(sizliktir) anlaşılır gibi değil. Bu söylenenlerin delini gösterbilecekmisiniz?mışları mişleri yazarak insanları yanlış bilgi vermeyin ve vatanına milletine büyüyük bedeller ödemiş insanın arkasından konuşmayın...varsa belgeniz koyun ortaya..mışlarla mişlerle değil. Devlet Muhsin yazıcıoğlunu kullanmış deniliyor,o nedenledir ki, MUHSİN YAZICIOĞLU 5 yılı hücrede olmak üzere 7.5 yıl tutuklu olarak yargılanmış ve yüzünde sigaralar söndürülerek çeşitli işkencelere maruz kalmış. Hadi biz burada yalan söylüyoruz ya sizlerin(lider sayanlar için) dev-yol lideriniz Nasuh Mitap'da bunu söylüyor odamı yalan söylüyor. Önce bu kör idelojinin etkisinden kurtulalım.elimizi vicdanımıza koyalım ve her iki tarafında gerçeüini ve yanlışını görelim.Nasıl ouna geldiğimizi Rahmetli yazıcı oğlu ile Nasuh Mitap örneğinden görelim ve bu iki uç insanların söylediklerinden birşeyler anlayalım.
  12. Ve Muhsin Yazıcıoğlu... Ebu Cehil devrinin eylül uzantısında bir gece ânsızın isyanlı sükût işitilmişti: “Katlimize ferman verenler utansın!” Medrese-i Yusufiye mezunu, kayıp kuşaktandı o da. Ötelerden bir mektup gelmişti: “Ben seni bu çağda hiç düşünmedim zaten. Hep ötelere söyledim durmadan türkülerimi.” Üşüyen bedeni işkencehanelerden geçti... “Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koymayı” ülkü edinenlerdendi. Çağın çilesini sırtına saran beşinci mevsim yolcularındandı. “Kavgamız vurguncu düzenedir” diyenlerdendi. Sonra, çok sonra; birbirini halen daha öteleyenlere ve ötekileştirenlere rağmen, şöyle demişti: “Birbirimizi mahallelere sığdıramadık, okullara sığdıramadık, köylere sığdıramadık, Türkiye’ye sığdırmadık. Birimizi Moskova’ya gönderdik, birini başka yere. Hep kahrolsun dedik. Sonunda iki buçuk metrekare hücreleri paylaştık.” Yazıcıoğlu, diğergâm kuşağın son mağlûplarındandı. Fakat galibini taklit etmeyen bir mağlûptu. Kimisi için başkan, kimisi için reis, kimisi için ağbi, kimisi için “Bizim Muhsin” di. Lâkin her şeyden evvel insandı. Bilhassa mütedeyyin cenah tarafından sevilmesi ve saygı duyulması, sandıklara rey olarak sirayet etmese de; çokluk-azlık bahsinde şu düsturu şiar edinmişti: “Mandacı olmaktansa, marjinal olarak tanımlanmayı tercih ediyorum.” Yerli idi. Onu, diğerlerinden ayıran en mühim şey, bir medeniyet tasavvurundan süzülen cihanşümul bir idrake sahip olmasıydı. Türk’ün İslâm ülküsüne müdavimdi. Köhnemiş sistemin kapıkullarınca, gün geldi “dinci” şucu bucu diye aşağılandı. Çünkü fincancı katırlarını ürkütüyordu. Her daim Türk ve İslâm coğrafyasının, mazlum ve mağdur halkların derdini dert edindi. Reel şartlar denilen ucube şeye mahkûm olmadı! Belki de bu sebeple, “aşırı” geliyordu bazılarına. “Ötelerden habersiz” değildi çünkü. Bir nizam özlüyordu! Devlet adına milleti ezen, jakoben, şovenist, tepeden inmeci, kökü dışarıda bir posa milliyetçiliğini benimsemedi. Keza İslâm’ın müsaade ettiği nisbette bir mensûbiyet duygusu güdüyordu milletine. Kendisi için istediğini, başkası için de isteyen bir milliyetçilik anlayışıydı bu. Türkiye’yi bir ebruya benzetiyordu: Renkleri birbirine karışmış bir ebru’ya... Son katıldığı miting esnasında, “Allah, ülkemizin birliğini ve beraberliğini bozmasın” demişti. Ve Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte beş kişinin içinde bulunduğu helikopterin Kahramanmaraş’ta düştüğü iletildi ajanslardan. Müthiş bir bilgi kirliliği istilâ etmeye başlamıştı dimağları. Bu ülkenin ayıp kontenjanına bir yenisi daha eklenmişti! Zira kazazede muhabirle, dakikalarca sürecek olan irtibat sağlanmıştı: “Hanımefendi hâlâ bulamadınız mı yerimizi? Burada donacağız, diğer insanlar öldü herhalde. Yerimizi ne zaman tespit edeceksiniz hanımefendi?” Çağ, çokça övünülen teknoloji çağıydı güya! Biri şöyle yazmıştı bir kâğıda: “Üşüyoruz reis.” Upuzun bekleyişin ardından “bir grup köylü” tarafından bulundular. Malûm son hepimizi bir gün bir yerlerde bekliyordu esasında: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi / 35) Kılıçların gölgesi altında buluşmak dileğiyle... AFŞİN SELİM...
  13. Yazdıklarımdan bunumu anlayabildiniz
  14. Olayı saptırıp nerelere getirmişsiniz. Konu Kader değil .Sizin verdiğiniziz örneklerinde kaderle uzaktan yakından alakası yok. ******
  15. AYNI ŞEYLERİ ARTIK YAZMAK İSTEMİYORUM. Kısaca,tekmelenen bedelenen ve ötekileşenlere bakın...Meclisin neredyse yarısı millet vekili olmuş,bakan olmuş ,bir çok önemli kademelerde yer almış vs. Nasıl bedelenmek,nasıl ötekileşmek bu? Ne yapsınlar yani berileştirmek için amudamı kalksınlar,özerklikmi versinler? Evet ötekileşiyor, aslında bu gün teröre çanak tutanlara 4 çocuğa kadar para vererek,kalkınmada öncelik adına geri ödemesiz krediler vererek ötekileştiriliyor!
  16. MHP aldığı kararla vekillerinin imzasınında bulunduğunu diğerleiyle tam oy kullanıldığını biliyordum... yukarıdaki listede akp vekillerini görünce şaşırmadım dersemde yalan olur.
  17. Gerçekten kabul edilecek bir durum değil. AKSİ İSTİKAMET ne demek,bu koordintları kim ve nasıl verdi. İç işleri bakanı Beşir Atalay neye dayanarak enkaz bulundu diye açıklama yaptı. Eğer bu açıklamayı yapmasaydı olay yine aynı olurmuydu. Bu arada bu ilgisizliğide anlamış değilim..Önüne gelen yanlış haber veriyor..Enkaz bulundu,hastaneye kaldırıldıdılar vs. Bu olayda terörist çanakçıları dtp gibi partinin vekilleri olsaydı sizce olay yine bu boyuttamı olurdu? Ne derin devlet kalırdı,ne insan hakkı ortalık çoktan yağmalnmıştı.
  18. ARKADAŞIMIN BANA GÖNDERDİĞİ DÜNÜNCE METNİNİ BURADAN PAYLAŞMAK İSTTEDİM.. Sn Muhsin YAZICIOĞLU İmanlı ve cesaretli yüreğiyle yıllarca Türk islam davsına hizmet etmiş ender kanaat önderlerinden birisidir Muhsin Yazıcıoğlu. Neyle suçlandığını bilmeden yıllarca cezaevlerinde çile çekmiş, sevdası bir serap olmuş belkide ama hiç yılmamış , dava adamı Muhsin Yazıcıoğlu'ndan,bakın haber alamıyoruz. İnşallah aramıza dönecektir,inşallah Allah onu büyük Türk Milletine bağışlayacaktır, ancak çok gariptirki henüz helikopterin düştüğü yer bile tesbit edilememiştir.Bu acı hatıra önünde, mutlaka hesap vermesi gereken birilerinin olduğunu düşünüyorum.Bu ülkede,milletin geleceğinden kaygı duyan insanlar neden çok garip olumsuzluklarla karşılaşıyor, bunu anlamak veya anlatmak bizim açımızdan çok güç.Birileri çıkıp diyorlardıki PKK'lı teröristleri "biri bizi gözetliyor" programındaki gibi, biz bu teröristleri gözetliyoruz. Öyle'ya bu teknoloji o zaman ülkemizde var demektir.Neden bu teknolojik cihazlar bölgeye gönderilmiyor,yoksa biz PKK'ya psikolojik açıdanmı bunları söylüyorduk. Bu koskoca bir yalanmıydı,şayet teknolojik anlamda gerçekten yetersiz bir durum sözkonusu ise,çıkıp teröristleri mağaralarda izleyen,bununlada kalmayıp bu hususta dalga geçen kurumlar, bu cihazlar konusunda tatmin edici bir açıklama yapmalıdır. Hükümet derhal böyle bir teknik altyapımızın olup olmadığı konusunda Türk Milletini aydınlatmalıdır.Unutulmasınki bu harekete yıllarca ağır bedeller ödeten ve sayın Muhsin Yazıcıoğlu'nu her türlü işkencelere tabi tutan zihniyete karşı artık tek yumruk olmuş koskoca Türk Milleti vardır. ALLAH YAR VE YARDIMCILARI OLSUN İNŞALLAH.
  19. Geçmişi ve diğer kurumları es geçiyorum. TBMM vekillerine ve Bakanlarına bakın....Geçmişteki MİT gibi bir kurumun başında kimler vardı birde ona bakın... Sonrada ötekileşenlere bakın !
  20. Öncelikle hoş geldiniz. O kadarını anlayabildimde dostum anlayamadığım diğer partilerin içinde chp li millet vekilleri yokmuydu? Örn o dönemde akp'de yoktu ama bugünki akp vekilleri diğer partilerdeydi.
  21. İnsanın inanası gelmiyor gerçekten..ABD istediği noktayı uydudan canlı yayınla izliyor. Biz daha koca helikopterin yerini bulamıyoruz. Umut fakirin ekmeğidir.Benim hala umudum var .inşallah kurtulur çünkü memleketin onun gibi insanlara ihtiyacı var.
  22. Ben burada düşüncelerimi her zaman ifade ederim. Terörün olduğu yerde hiç kimse demokrasiden ve insan hakkından bahsedemez... Aşağıdaki linke bakın, sözde topluma kazandırmak adına serbest bırakılan teröristler tekrar çatışmalarda öldürülüyor ve belkide kaç ailenin canını yakmış,kaç cocuk basaız kalmıştır... -http://www.youtube.com/watch?v=A8dTDdodqfk- Bu cinayetleri işlerken neden hiçkimse insan olduğunu hatırlamıyor,insan hayatından ve hakkından bahs etmiyor. insana insan muamelesi yapılır ve insan gibi davranılır. Demokrasi-insan hakkı diye teröre çanak tutanların sayesinde bu demokrasıyi yaşıyoruz unutmayın.
  23. SN Mavi bu duygu istem dışıdır istesede istemesede bu duyguyu yaşıyor insan.Sizde başka bir gözle bakın yazılarınıza bunu göreceksiniz....ne kadar yok desenizde mantığınız bunu kabul etmesede o duyguyu yaşıyorsunuz .Siz yok desenizde yazılarınız sizi ele veriyor. yanlız şunu bilinki benim milliyetçilik anlayışım ırkçılığa dayalaı değildir, benim tahammülsüzlüğüm isteyrek yada istemeyerek teröre çanak tutanlaradır. Onca güzellikleri görmezden gelip teröristlerin propagandalarını burada gerçekmiş gibi anlatmalarına ve Kendi anrşist düşüncelerini özgürlük, demokrasi, insan hakları ve bütün kürtlerin adına kullanmalarınadır. Tüekiye Cumhuriyetinde yaşayan bütün ırkların bu vatan bayrak benşmdir diyen milletin NİLLİYETÇİSİYİM. Kritik coğrafyamızda Emperyalist Batılı Devletlerin, Rusya`nın ve ABD`nin destek ve yardımlarıyla Ermeni okullarında türk düşmanlığı aşılanırken ve Misyonerlik faliyetleri bir virüs gibi gittikçe bizi yokederken MİLLİYETÇİ olmalıyız GÜÇLÜ OLMALIYIZ. Milliyetçilik derken ırkıçılığı anlamayın etkinin olduğu yerde tepki olur.İşte o tepki benim,benim Milliyetçiliğim. Bu günkü modren dünyanın red ettiği kavramları ırak örneğinde görüyoruz....Kendileri red eder görünür fakat en alasını yapar o red'i bizden ister.....
  24. Öncelikle Hoş geldiniz. Eşinize sordunuzmu hiç hangi seneden beri kutluyorsunuz bu bayramı ve nasıl kutluyorsunuz diye. Ayrıca AZERBEYCAN-ÖZBEKİSTAN-KIRGIZİSTAN gibi devletler asırlardır bu bayramı kutluyorlar,bunlarda demirci kavayımı kutluyor...Yoksa bu ülkelerde kürt ırkından olduğundanmı kutluyor.
  25. Diyarbakırlı gazeteci albayın kod adını nerden biliyor kendiside o dönemlerde kendi halkını satan ayganlardan olmasın? Ayrıca O dönemlerde Öldürülenlerin hepsi pkk teröristleri yada o teröristlere yataklık yapan lojistik sağlayan lardır. Hiç kimse suçsuz bir insanı devlet adına öldürmez. Benim memleketimde neden böyle cinayetler olmuyor? Bu uygulamayı tam olarak yapamadılar eğer gerçekten bu tür insanların hepsini temizlemiş olsalardı bu gün bu şekilde olmazdı. Bilindiği gibi Terörün ve teröristin dini imanı yoktur terörün insanlıklada alakası yoktur. o nedenle teröre ve destekçilerine insaca yaklaşırsan olacağıda bu olur .
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.