Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GıLgaMeŞ

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GıLgaMeŞ tarafından postalanan herşey

  1. Düğün Ziyafeti Ve Bir Mu'cîze Evliliklerinde Ashabına düğün ziyafeti tertiplemek, Resûl-i Ekrem Efendimizin bir âdeti idi. Bu âdet, Müslümanlar arasında da günümüze kadar sünnet olarak devam edip gelmiştir. Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Zeynep'le evlendiği gün, Enes bin Mâlik'in annesi Ümmü Süleym, kendilerine yağda kavrulmuş biraz Medine hurması gönderdi. Gönderilen hurma küçük bir kap içinde ancak Peygamber Efendimiz ve Hz. Zeynep'e kâfi gelebilecek kadardı. Hâdiseyi, bu bir avuç hurmayı getiren "Hâdimi Nebevî" ünvaniyle şöhret bulan Hz. Enes bin Mâlik şöyle anlatır: "Nebî (a.s.m.) götürdüğümü kabul etti ve 'Bana, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi (r.a.) çağır' diye emretti. Bu arada daha birçok kimsenin ismini zikretti. Resûlullahın azıcık bir yiyecek için birçok kimseyi çağırmayı bana emretmesine şaştım. Ama emrine aykırı hareket edemezdim. Onların hepsini çağırdım. "Bu sefer, 'Bak, Mescid'de kim varsa, onları da çağır' dedi. Öyle yaptım. Mescid'e gidip, orada namaz kılan kimi buldumsa onlara, 'Resûlullahın düğün ziyafetine buyurunuz' dedim. "Geldiler. Nihayet sofra doldu. Bana, 'Mescid'de kimse kalmadı mı?' diye sordu. 'Hayır' dedim. "Bu sefer, 'Bak, yolda kim varsa, onları da çağır' dedi. "Çağırdım. Odalar da doldu. 'Gelmeyen kimse kaldı mı?' diye sordular. "Hayır, yâ Resûlallah!" dedim. "'Haydi çanağı getir' buyurdu. "Getirip önüne koydum. Elini çanağın üzerine koyup bereket duâsında bulundu. Bundan sonra, 'Onar onar halkalansınlar ve herkes kendi önünden yesin' buyurdu. "Dâvetliler emredilen şekil üzere oturarak doyuncaya kadar yediler. Böylece bütün dâvetliler bölük bölük gelip yiyip gittiler."Ben çanaktaki hurmaya bakıyordum. Sofada ve odalarda bulunanların hepsi ondan doyuncaya kadar yedikleri halde çanaktaki hurma getirdiğim gibi duruyordu. "Resûlullah bana, 'Ey Enes! Kaldır' diye emretti. "Ben de çanağı kaldırdım. Sonra da annemin yanına vardım. Hâdiseyi. olduğu gibi anlattım. Annem de bana, 'Hiç hayret etmene gerek yok! Eğer, Allah ondan bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarlardı' dedi."69 Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) dini, dâveti ve risaleti umumî olduğu için, hemen hemen Kâinatın her nevinden mucîzelere mazhar olmuştur. Duâsıyla yemeklerin bereketlenmesi hususunda da birçok mucîzeler göstermiştir. Mevzu ile ilgisi bakımından bu mucîzeyi burada naklettik. Ve, duâ ediyoruz: "Yâ Rab! Resûl-i Ekremin (a.s.m.) bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan eyle!" Hicâb Âyetinin Nâzil Olması Hz. Zeynep'in düğün yemeğine dâvet edilenler, dağılmış, sadece üç kişi kalmıştı. Bunlar oturup konuşmaya dalmışlardı. Peygamber Efendimiz bu durumdan hoşlanmadı. Kalkıp Hz. Âişe'nin odasına kadar gitti. Sonra birbiri ardınca Ezvâc-ı Tâhiratın da odalarına uğradı. Biraz sonra konuşanlar gitmişlerdir zannıyla döndü. Fakat, onlar hâlâ konuşmalarına devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara birşey diyemedi. Tekrar, Hz. Aişe Vâlidemizin odasına doğru gider gibi davrandı. Bu sırada onlar da kalkıp gittiler. Peygamber Efendimize haber verilince hemen geri döndü. Hücre-i Saâdete girdi. Daha önceleri de Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah! Hanımlarınızı perde arkasına alsanız. Zira, huzurunuza her çeşit insan gelir, gider" derdi. Fakat, Cenâb-ı Hak tarafından herhangi bir emir gelmediğinden Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Ömer'in bu sözüne karşı sükût ederdi. Hattâ bir gün Ezvâc-ı Tâhirattan Hz. Sevde'yi dışarda görmüş ve "Ey Sevde! Biz seni tanıdık" demişti.70 Bu sözü, Hicab hakkında İlâhî emrin gelmesini şiddetle arzu etdiği için sarfetmişti. Hz. Zeyneb'in düğün yemeğinde de yukarıda bahsettiğimiz hâdise meydana gelince, hicâb âyeti nâzil oldu: "Ey îmân edenler! Yemek için dâvet olunmadan Peygamberin evine girip de orada yemek vaktini beklemeyin. Dâvet edildiğinizde ise girin; fakat yemeğinizi yedikten sonra sohbete dalmadan dağılın. Bu hareketleriniz Peygambere eziyet verir; o da size bunu açıklamaktan sıkılır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. Peygamberin hanımlarından birşey istediğinizde de perde arkasından isteyin. Hem sizin kalbiniz, hem de onların kalbi için bu daha temiz bir harekettir. Ne Allah'ın Resûlüne eziyet vermeniz, ne de ölümünden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız size ebediyen câiz değildir. Muhakkak ki bu Allah katında pek büyük bir günahtır."71 Nâzil olan bu âyet-i kerimeyi Peygamber Efendimiz dışarı çıkıp halka okudu. Bunun üzerine Ezvâc-ı Tâhirat da perde arkasına çekildiler.72 Bundan sonra, neseb ve süt emme yönünden akraba olanlarla, hizmetçi ve hürriyetlerine kavuşmak için anlaşma yapmış bulunanlar dışındakilerle Ezvâc-ı Tâhirat gerektiği zaman ancak perde arkasında konuşur görüşürlerdi.73 Bir gün Peygamber Efendimizin yanında Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Meymune bulunuyordu. Bu esnada âmâ olan Abdullah ibni Ümmi Mektum (r.a.) içeri girdi. Peygamberimiz hanımlarına, "Perde arkasına çekiliniz" diye emretti. Onlar, "Yâ Resûlallah, o âmâ değil midir? Gözleri görmez ve bizi tanımaz" dediler. Peygamber Efendimiz, "Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?" buyurdu.74 Müslüman Kadınlara Tesettürün Emredilmesi Bir kısım edepsiz münafıklar, köle kadınlara sataşırlardı. Zaman zaman sâir kadınları da, köle zannıyla rahatsız ederlerdi. Bunların, mü'minlerin hanımlarını da rahatsız ettikleri olurdu. Neden böyle yaptıkları sorulduğunda ise, "Biz onları köle sanmıştık" diyerek mazeret uydururlardı. Bu hâdiseler üzerine Müslüman kadınların örtünmelerini emreden şu âyet-i kerime nâzil oldu: "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların hür ve iffetli hanımlar olarak tanınmaları ve eziyete uğramamaları için daha uygundur."75 62. Tabakât, 8:101. 63. A.g.e., 8:101; Tirmizî, Sünen, 5:354; ibn-i Kesir, Tefsir, 3:491. 64. Ahzab Sûresi, 37-38. 65. Cahiliyye Devrinin bu evlâd edinme âdeti Kur'ân-ı Kerîmin şu mealdeki âyet-i kelimeleriyle ortadan kaldırılmıştır. '... Allah evlâtlıklarınızı, oğullarınız hükmünde kılmamıştır. Bunlar sizin ağzmızdaki mânâsız bir sözden ibarettir. Allah ise hakkı bildiriyor ve kullarını doğru yola iletiyor. 'Onları kendi babalarına nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zâten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bu hususta unutarak veya bilmeyerek yaptığınız hatadan dolayı sizin için bir günah yoktur; siz ancak kasten yaptıklarınızdan mes'ulsünüz. Allah ise çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.' (Ahzab Sûresi, 4-5.) 66. Tirmizî, Sünen, 5:352. 67. Ahzab Sûresi, 40. 68. Mektûbat, s. 28-29. 69. Müslim, 2:1051. 70. A.g.e., 4:151. 71. Ahzab Sûresi, 53. 72. Müslim, 4:151. 73. Tabakât, 8:177. 74. A.g.e., 8:178. 75. Ahzab Sûresi, 59. salih uruç beyefendiden alıntıdır. saygılarımla umarım okursun...
  2. PEYGAMBERİMİZİN Hz. ZEYNEP BİNT-İ CAHŞ'LA EVLENMESİ Hicretin 5. senesi, Zilkâde ayı. Hz. Zeynep binti Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme binti Abdülmuttalib'in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin evladlık edindiği Hz. Zeyd bin Hârise ile evlenmişti. Bu evliliğin dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz yapmıştı.62 Hz. Zeynep ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri halde sırf Peygamber Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi. Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeynep'i kendisine mânen küfüv (denk) bulmuyordu. Bu durum mânevî imtizaçsızlığa sebep oluyordu. Nitekim evliliklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber Efendimize gelerek, "Yâ Resûlallah! Ben, âilemden ayrılmak istiyorum" dedi. Peygamberimizin cevaben, "Zevceni tut boşama! Allah'tan kork" buyurdu.63 Fakat Hz. Zeyd, ferasetiyle Hz. Zeynep'in yüksek bir ahlâkta yaratılmış olduğunu ve bir peygamber hanımı olacak fıtratta bulunduğunu hissetmişti. Kendisini de ona zevc olacak fıtratta mânen küfüv bulmadığı için boşadı. Peygamber Efendimiz, mânevî geçimsizlik sebebiyle Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep arasındaki evliliğin son bulmasından son derece üzüldü. Çünkü, bu evliliği kendisi arzu etmişti. Durumun düzeltilmesi, mahzun Zeynep (r.a.) ile hâdiseden dolayı üzülen akrabalarının gönlünün alınması gerekiyordu. Hz. Zeynep'in iddeti (boşandıktan sonra beklemesi gereken müddet) dolmuştu. Resûl-i Ekrem Efendimiz birgün Hz. Âişe Validemizle oturmuş sohbet ediyordu. Bu esnada kendisine vahiy geldi. İnen âyetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyordu: "Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikâhladıktâ ki evlâtlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmayacağı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir. "Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yerine getirmesinde Peygamber için bir vebâl yoktur. Daha önce geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın emri, tâyin edilmiş ve değişmez bir hükümdür."64 Vahiy hali sona erince, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) gülümsedi, "Allah'ın, onu bana gökte nikâhladığını, Zeynep'e, kim gidip müjdeler?" buyurdu. Âyet-i kerimelerden açıkça anlaşılacağı gibi, Cenâb-ı Hak, Hz. Zeynep'i zevceliğe alması için Peygamberimize emir vermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu emre uyarak Hz. Zeynep'i zevceliğe almıştır. Âyet-i kerimedeki "Biz onu sana zevce yaptık" beyanı bu nikâhın bir akdi semavi olduğuna açıkça delâlet ediyor. Demek ki, bu nikâh, harikulâde, örf ve zahiri muâmelelerin üstünde sırf Allah'ın emriyledir ki, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Allah'ın emrine boyun eğmiştir. Nefsî arzularla hiçbir ilgisi yoktur. Bu evliliğin mühim bir hikmeti Cenâb-ı Hakkın emriyle, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) Hz. Zeynep arasında kurulan bu evliliğin ehemmiyetli bir şer'i hükmü olduğu gibi, Bütün mü'minleri ilgilendiren bir hikmet ve fayda tarafı da vardı. Bu da konu ile ilgili gelen vahyin: "Tâ ki, evlâtlıklarını, kendilerinden alâkalarını kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine günah olmasın" meâlindeki kısmında beyan buyurulmuştur. Çünkü, Cahiliyye Devrinde, bir kimse birisini evlât edindiği zaman, halk, evlâtlığı, onun adıyla anar ve evlâtlık, öz evlât gibi o kimsenin mirasından faydalanırdı. Haliyle bu inanca göre, evlâtlığın boşadığı kadını, onu evlât edinen kimse alamazdı, bu haramdı. İşte, Peygamber Efendimizin, Allah Teâlânın emrine uyarak, Hz. Zeynep'i zevceliğe almasıyla Cahiliyye Devrinin bu inanç ve âdetinin bâtıl olduğunu ortaya kondu. Böyle bir durumda mü'minler için de vebâl ve günahın söz konusu olamayacağı belirtildi. Münafıkların Dedikoduları Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hz. Zeynep'le evlenince, her meselede fırsat kollayıp, Müslümanlar arasında fitne ve fesatı çıkarmaya can atan münafıklar, bu meselede de ileri geri konuşmaya başladılar. Cahiliyye Devri inancına göre, evlâtlığın boşadığı karısını almayı haram sayıp, bunu Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) aleyhinde dedikodu vesilesi yapıp, "Muhammed, evlâdın karısıyla evlenmeyi haram kıldı. Kendisi ise oğlu Zeyd'in boşadığı karısıyla evlendi" diyerek yaygaraya başladılar.65 Gelen vahiy bu hususa da açık bir şekilde şöyle cevap veriyordu.66 "Muhammed hiçbirinizin babası değildir; o Allah'ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncudur. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir."67 Peygamberlerin, ümmetlerine bir baba gibi nazar ve hitapları risâlet vazifesi itibariyledir, beşeri şahsiyetleri itibariyle değildir. Bu bakımdan, elbette onlardan zevce almanın uygun olmayacağından bahsedilemez. Kur'ânı Kerim, zihinlerde bu hususta uyanacak herhangi bir istifhamı bertaraf etmek maksadıyla, meâlini aldığımız son âyet-i kerime ile mânen şöyle demektedir: "Peygamber rahmeti İlâhiye hesabıyla size şefkat eder, pederâne muâmele eder ve risâlet namına siz Onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyeti insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin! Ve sizlere 'oğlum' dese, ahkâmı şeriat itibariyle siz onun evlâdı olamazsınız!"68 Böyle bir çok cihetlerden hikmetleri bulunan ve hayırlara vesile olan bu pâk ve nezih evliliğe toz kondurmak ve bununla da Resûl-i Kibriyâ Efendimizin yüce şahsiyetine gölge düşürmek niyetiyle çırpınıp duranların, hüsni niyetten ne kadar uzak ve maksadı hareket ettikleri, elbette ki, bu izahlarımız neticesinde, basiret ve feraset sahibi mü'minlerin gözünden kaçmaz...
  3. arkadaşım sana hakaret eden bir tane ifademi göster! eğer sana hakaret edecek olsam sen yazmadığın halde bak benim yazılarımın sonu hep saygı kelimeleriyle bitiyor.şimdi kimmiş hakaret eden.bilgi yetersizliğine gelince sana verdiğim cevaplar zaten ortada haa yukarda bazı yazılar var müsatakil yazılmış onlarda cabası zaten ben birinin islama fransız olduğunu bu meseleyi ağzına alır almaz anlarım.zeynep binti cahş meselesi hakkında bu forumda kimleri susturdum.çünkü susmaya mecbur kalıyorlar.sonrada ellerinde bişey kalmayıncada yok öyleydi yok böyleydi diyip kıvırmaya başlıyorlar.okumadığın çok belli.onuda kısaca tekrar ederek yazarım okursun. inşallah diyip kendinle tezata düşme! inşallah Allahın izniyle dilemesiyle demektir. ve islami bir temennidir.sen hem islamın peygamberine laf atacaksın hemde bu peygamberin kullanmayı tavsiye buyurduğu bir kelimeyi ağzına dolayacaksın. saygılar
  4. evvela israil oğullarının tarih sayfasından rast gele çıkarıp serdiğin bu meseleyi anlaman lazım bence.Allah israil oğullarına : "Musa milletine şöyle demişti: "Ey milletim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Aranızdan peygamberler çıkardı ve sizi krallar yaptı. Alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönmeyin; yoksa zarar edenler olursunuz." sonra bu millet ne yaptı ayette dendiği gibi zarara uğradı ve dini bozdu...yani Allahın bağışladığı nimetlere sırt döndü...neden Allah onlara bu isyanlarına rağmen iyilikte devam etsin.yani senin çarpıttığın gibi halen vaad edilmişliği devam eden bir toprak üzerinde kıtal olmuyor hem sen hiçmi haritadan çakmıyorsun filistin nerde , beni kurayza toprağı nerde!!!yani mesele kutsal topraklarmış gibi meseleyi tersinden tutup takla attırıyorsun sonrada Allah bu kavimleri vuruşturmuş gibi konuşuyorsun...kronolojidende bi habersin anlaşılan zamanlarada ters takla attırmışsın...neyse yazdıklarını evvela kendin oku bence haa birde zahmet olacak benimkileride oku saygılar
  5. yukarda yazdım açıkladım canım dön oku tekrar edip durma aynı şeyleri...takıldın galiba
  6. ne yazıkki sayende yukarıya yazdığım onca yazıyı bir daha aşağıya taşıma zahmetine giriyorum . sırf kendi okumama tembelliğinin külfetini bana yüklüyorsun...neyse, 1-Safiye: T.Dursun’un dramatik bir tarzda anlattığı ve sanki Yahudilerin toptan kılıçtan geçirildiği izlenimi verdirmeye çalıştığı Beni Kurayza Yahudileri ile olan savaştan önce Hendek savaşından bahsetmek gerekir. Hendek savaşından önce, Benî Kureyza Yahudileri, hiç bir gruba taraf olmamışlardı. Ama Benî Nadîr Yahudileri onları bu savaşa katmaya çalıştı. Safiyye'nin (ra) babası Huyey b. Ahtab kalkıp doğrudan Kureyzâ oğullarının lideri Ka'b b. Esed'in yanına gitti. Ka'b görüşmeyi reddetti. Huyey: "Ben ucu bucağı olmayan deniz gibi bir ordu getirdim. Kureyş ve bütün Araplar ayağa kalkmışlar, hepsi de Muhammed'in kanına susamış durumda­lar. Bu fırsat, elden kaçırılacak gibi değil. Artık İslâm'ın sonu geldi" dedi. Ka'b hâlâ savaşa katılmaya razı değildi. "Muhammed'i daima sözünde duran biri olarak tanı­dım. O'nunla yaptığım anlaşmayı bozmam ve verdiğim sözde durmamam mertliğe sığmaz" dedilerse de savaşa katılarak Müslümanlarla yapılan anlaşmayı “Muhammed kimdir, anlaşma nedir, biz tanımıyoruz” diyerek bozdular, ihanet ettiler. Hendek savaşından sonra geri çekilen Benî Kurayza’lılar, Safiyye'nin (ra) babası Huyey b. Ahtab’ı yanlarında götürdüler. Hz. Peygamber, “Hiç kimse silahını bırakmasın, hedef Kureyza” diyerek, Beni Kureyza’nın anlaşmayı bozmalarının hesabını sormak için yola çıktı. Beni Kureyza’lılar özür dileyip anlaşma zemini hazırlayacaklarına, Peygambere küfürler yağdırdılar. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Sonunda Sa’d b. Muaz’ın vereceği karara razı olacaklarını bildirdiler. Sa’d b. Muaz Tevrat’a göre hüküm verdi ve erkeklerin öldürülmesine karar verdi. Bu yaklaşık savaşa katılan 400 (Bkz. İbni Hişam, Beni Kureyza gazvesi) kişinin öldürülmesi demekti ve Yahudiler buna hiç itiraz etmediler. oku biraz oku...çarptırılmayan yazıları oku! bak anlaşma metni ve bu metne bir ihanet durumu var...sonuçlarınada kendi rızalarıyla katlanma durumları var.bu adamlar Muhammedin kanına susadık deyip saldırırken iyi Muhammed aleyhisselam bunları imha edince kötü...sizin bu zihniyet değişmez zaten.filistinde ırakta çeçenyada rus ayısı israil canavarı ABD çavuşu bir müslümanı drenişçi deyip en hain bir şekilde vurup ırzına geçince yoksunuz ortada ama bir mazlum bu canavarlardan az bir intikam (ki oda meşrudur çünkü vatanını savunuyor) alınca ahada kıyameti koparıyorsunuz.vay efendim vahşet yok efendim bu müslümanlar böyle vs. bir yığın terane...kardeşim terazinizi doğru kurun doğru ölçüp biçin. saygılar...
  7. turanın fikir babası eğer buhari müslim gibi din alimleriyse ne yaman çelişkidirki bu kalkıp bunların hayatlarını bu dine hizmete vermelerine mukabil turan hayatının sonunu bu dinle sözde mücadeleye ayırmıştır.sen ne yazdığını okudunmu arkadaşım ? bir önizleme yapsaydın ya iyi olurdu hz. safiye eğerki zorla alıkonmuş bir kimse olsaydı sana haklı olduğunu söylerdim.oysa o muhayyer bırakılmış ve peygamberi tercih etmiştir.yukarıda yazılanları okumamışsın.bende derim ki ; karşılıklı rıza olduktan sonra sanane!!!aynısı benim başıma gelse benidemi yargılayacaksın.sanane kardeşim özel hayatımdan der sustururum seni.eşim beni seçtikten sonra sanane olandan bitenden. bilmem anlatabildimmi...
  8. [quote name='politika' date='Sep 30 2006, 04:49 AM' post='377729'] Ben Yazimin basinda yapmis oldugum yanlisligi düzeltmesini bilecek kadar medeni cesarete ve kültüre sahibim.Fikirlerimin degerini sizin gibiler ölcemez ölcebilseydiniz,tarihin damgalanmis bir adini Hazret veya bediüzzeman : zamanın harikası demektir.sen şimdi buna uluhiyet ismi demekle ne yaptığının farkında değilsin.ben izah edeyim sana: Allah zamandan münezzehtir.zamanın harikası demek Allahı zamanla kayd altına almaktırki bu küfürdür.ama bir kul zamanın dışına çıkamadığı ve zamana tabi olduğu için ona yaşadığı zamanın harikası demek küfür değildir. , sarıkamışata 90 bin müslüman Türk evladını tek kurşun bile sıkmadan soğukta dondurup öldürmek ne zamandan beri erkeklik diye anılıyor .hele bir anlatta bilelim.üstad vanda bitliste rus ayısına karşı milli mücadele verip esir düşüp kosturmaya götürüldüğünde sen dünyada değildin.
  9. iadeni sana iade ettim gitti hayırlı olsun... dur sana birde çiçek vereyim al ...yaw gerçi marula benziyor ama neyse...
  10. Gardaşım fikir babanıza dünyanın lafını ettik sahip çıkın daa ... taki fikirlerinin ne mal olduğu çıksın ortaya..bizde yenilerini aktaralım.
  11. GıLgaMeŞ şurada cevap verdi: HİMYATA başlık Din Felsefesi
    ezildikçe kaç bir başka inatla atla meyda ohhh ne ala memleket...nerdesiiiiinn .noldu tıkandınmı yoksa ...copy pasteler bittimi.
  12. aslında burda bağırmam lazım ama yapmayacam...cevap veriyorum. kendi varlığı zamana tabi değildir.ve zamanı alemle beraber yarattı...bir daha bana tutup sonramı yarattı deme .!!! ve sen yaklaşık( 100 kere) aynı şeyi sordun ve cevap verdikçede kaçıyorsun.
  13. [/color*****ve ***** konuşup durma lütfen beni düşünmüyorsan kendini düşün...***** bu kadar ya... yukarıdaki son yazdığımın aynen okunmasını zatı şahanenizden rica ediyorum...çünkü mesele fazlaca ( maximum seviyeyle hemdeeee ) ortada... saygılar
  14. sevgili haksöz o bahsi geçen boğa önce seni bir kutsasın sonra biz o boğayı bir kurban günü keser yeriz. gelelim yazdığın simbat hikayesine; bir kere bunca yazdığın şey bir kaynağa dayanmıyor. ikinci olarak Allah nereye ne için yemin edecekse bunu sanamı soracak yeminle ilgili ne kadar izah yaptık kesmedi seni demi... hem bu yazdıklarının aksini ifade eden yazılar dolu ...bir bak istersen. hem bahsi geçen yer olarak zikredilse bile bir müslüman olarak Allah oraya yemin etmişse iş tamamdır ben inanırım çünkü o Allahtır ve yalan söylemez boş iş yapmaz . şimdi sen ve senin gibi olan arkadaşlar neyi dayatıyorsunuz.az düşün be sevgili haksöz!!! tefsirlerde çok detaylı izahlar var...senin dediğin gibi bitmiyor işler. hem dur bakalım senin kafandan bir arkadaş(saklı gerçek) bir zamanlar musa harun yok bunlar masal diye iddia etti ve ilzamda edildi...eh be kardeşim orda bile en kötü iltimali minimalistler savunur onlar bile en fazla demişlerki kutsal kıtablar delil olamaz diye...şimdi tarihi yalanlayıp işinize gelince simbatçılık oynamak hiç yakışıyormu. saygılar-sevgiler
  15. 1-ağzımdan cat stevens lafı çıkmadı (zaten o bir müzisyen ve sanatında deha bir insan bence) onun için uydurup durma. 2-sayın yamyam yukarıya bir bak flew eksenli konuşmuyorum dedim zaten.ayrıca kimsenin dinden çıkıp tekrar girmesi yok ateistlği yok deistliği umurumda değil sadece senden ve diğer dinsiz imansız(ateist) arkadaşlarımızdan konuyla ilgili görüşlerini almaktı maksadım. 3-ateizmin tarihinden az çok haberim var.amaaaaaan gerçi tarihi neki aklı mantığı kim ne zaman kenara koymuş bunu ne zaman yapmış...vs akıl mantık olmadıktan sonra isterse üzerinden mılyon yıl geçsin son aynı...
  16. Şimdi size 29 Aralık 2004′de Richard Carrier’a gönderdiği mektupta yazıklarını göstermek istiyorum(mustafa. A.) “I now realize that I have made a fool of myself by believing that there were no presentable theories of the development of inanimate matter up to the first living creature capable of reproduction.” Yani aşağı yukarı şöyle diyo Flew: “Üreme yeteneğine sahip ilk canlı hücrenin cansız maddeler tarafından oluşturulmasını açıklayan düzgün bir teori olmadığına inanarak aptallık yaptığımı şimdi anlıyorum.” sayın bilimselci adamı zorla hacı hoca yapacaksınız be kardeşim adam bağırıyor resmen ateistim diyor ne deisti...ayrıca adamın bu haberi medyada gümbür gümbür ses getirdi.siz haber saatlerinde sanıyorum ya uyuyordunuz yada sokakta sek sek oynuyordunuz.
  17. İşime gelmiyor desene sayın yamyam...konunun neresi saçma...flew müslüman oldu demıyorum. sizden istifa etti diyorum...bizim içinde önemli değil zaten acaba sizin oralarda havalar nasıl bunu merak etmiştim.sağol hava durumunu gayet iyi anlattın bize... haa sayın yamyam senin ateistliği nerden öğrendiğine bu konuda kime baktığına gelince ...okuyup bocaladığınız eserleri yazan büyük karizma isimlerinden biri flew... adam diyorki; aman dostlar bir yalandı attım ortaya içinden çıkamadım lafımı geri alıyorum...siz diyorsunuzki; yoo olurmu hiç bu saatten sonra dönülürmü pilavdan dönenin kaşığı kırılsın. oki sen vaz geçtin bırak biz devam ederiz...yahu adam konuyu size anlatan bir bilim adamı yorumlarınız onun buluşlarıyla vs...lere dayanıyor siz onun lafına ondan çok sahip çıkıyor kraldan çok kralcı oluyorsunuz... sayın yamyam ben sadece bu adam(flew)eksenli konuşmuyorum... selametle
  18. sevgili bilimseci bazıları ne zamanki t. dursunu buraya taşıyıp durmaktan vaz geçerse bende o zaman vazgeçerim aslında şöyle; konuyu alıntı olarak belirtiyorum zaten yeni bir şey bulmuş edasıyla bana yapacağımı öğretmeye kalkma istersen.ama link verildiğinde ziyaret edilmeme olasılığına karşılık buraya bazı şekiller verip yapıştırabiliyorum. ama alıntılarımın unuttuğum olmuşsa bilmiyorum tamamında bu alıntıdır demişimdir. selametle
  19. sitedeki sayın ateist arkadaşlar nerdesiniz sesiniz soluğunuz çıkmıyor yorumlarınızı bekliyorum. yoksa sizce flew önemli değilmiydi.bakın ben onun müslüman olduğunu ifade edip övünmüyorum.sadece tanrı tanımazlığın ne kadar saçma olduğunu gören sizin bilim adamlarınızdan biri... haaa şuda var flew bence önemli değil bununda altını çiziyorum olsa ne olmasa ne ...ben sizin adınıza üzüldüm , zira en çok bu neselelere takan takılan sizlersiziniz... selametle
  20. Arap Dilinin Temel Özellikleri Kuran, insanları başka insanlara kul olmaktan kurtarmak için "insanların Maliki {sahip ve başkanı} Allah'tır" {Nas, 2} diyor. Onlara manen şöyle bir mesaj veriyor; "nasıl her yerin, her memleketin bir yöneticisi varsa, dünyanın da, kainatın da öyle bir yöneticisi vardır. Evrensel yasalar diye ifade edilen İlahi hukuka tecavüz yapıldığı zaman, O bu tecavüzü cezalandırır. Yani yaratılmışların, haksızlığa uğramışların intikamını alır. Allah, bütün yüce değerlere sahip, maddi olmayan bir varlıktır. Kainattaki bütün yüce değerler O'ndan kaynaklanmaktadır" Bu mecaz ve benzetmeler yanında; Arapça'da bir şeyin önemini, büyük bir değere sahip olduğunu bildirmek için onunla "yemin edilir". Bir şeyin adiliğini, *********liğini bildirmek için de "o şeye beddua edilir" {Bir nesnenin önemini belirtmek veya bir konunun doğruluğunu göstermek için yemin edilebilir; kanım üzerine, ekmek üzerine gibi!.. Yine birinin kötülüğünü belirtmek üzere "körolasıca" deriz!..} Evet, Kuran insanoğlunun üstün, mükerrem bir yaratık olduğunu vurgulamakla beraber {17/70}, hiçbir değere inanmayan, hayvanlar gibi yaşamak isteyen, insanlığı alçaltan insanların da aşağı olduklarını bildirmek ve onların bu özelliklerini vurgulamak için Allah Kuran'da "onlara beddua ediyor" Beddua ifadelerinin esas amacı budur. Yoksa Allah isterse, hepsini bir emir ile yok edebilirdi. Kuran'ın yaptığı yüzlerce yeminlerden örnek olarak birkaç tanesinin yorumunu sunuyoruz; {29. Mektuptan} "Yüce Allah, Kuran'da çok şeylere yemin etmiştir. Kuran yeminlerinde birçok incelik ve sırlar vardır. Mesela "Güneşe ve aydınlığa and olsun" mealindeki yemin, evreni mükemmel bir saray, bir şehir niteliğinde bize gösterir. Yani evrende mükemmel bir düzen ve ahengin hakim olduğunu bildirir. "Hikmetli {ilim ve ahenk dolu} Kuran'a and olsun" yemini, Kuran'ın mucizeliğini, yüceliğini, onunla yemin edilecek bir saygınlıkta olduğunu hatırlatır. "Yıldıza ve düştüğü zamana and olsun", "Yıldız mevkilerine and olsun, eğer bilseydiniz bunun büyük bir yemin olduğunu, anlardınız" yemini, yıldızların muazzam büyüklüklerini ve son derece ahenkli bir düzen içinde yerleştirilmelerini ve gezegenlerin, hayret verici bir tarzda döndürülmelerindeki yararlılığı hatırlatıyor. "Zerrelere {atomlara} and olsun", "Salıverilen havaya and olsun" yeminleri ise, hava moleküllerinin dalgalanmaları ve dolaştırılması ile içindeki yararları hatırlatıyor. Manen diyor ki; tesadüfi, rastgele sanılan unsurların ve elementlerin ince faydaları, görevleri vardır... Hem mesela; "İncire ve zeytine and olsun" mealindeki ayetin bir inceliği şudur; Yüce Yaratan incir ve zeytine yemin ederek kudretinin büyüklüğünü, rahmetinin mükemmelliğini, insanlara verdiği büyük nimetleri hatırlatıyor. Ümitsizliğe, hayatın saçmalığı düşüncesine kapılan insanın yüzünü olumluya çevirip ibadet, düşünme ve iman ile olgunlaşabileceğini bildiriyor. Nimetler içinde özellikle incir ve zeytinin anılmasının sebebi; o iki meyvenin çok nitelikli ve faydalı olması, yaradılışlarında harikalık bulunmasıdır. Çünkü zeytin çok yönlü bir kullanım niteliğine sahiptir. İncirin anılması ise zerre gibi bir çekirdeğinde incir ağacının her birimini {kökünü, gövdesini, dalını, meyvesini} şifre olarak taşımasındaki olağanüstülüğü anlatmak içindir. Yenilmesinde, vücuda yararlılığında, muhafaza edilmesindeki nitelik ve faydaları hatırlatmak için Kuran onunla yemin ediyor. Böylece insanı ilahi sevgiye yöneltip onu iman ve ibadetle yüceltmek, yüce değerlere ulaştırmak istiyor" alıntı... aslında bu yazılanların belki daha detaylıcasını sizde biliyorsununz ama anlamak işinize gelmiyor... selametle
  21. Arap Dilinin Temel Özellikleri Kuran, insanları başka insanlara kul olmaktan kurtarmak için "insanların Maliki {sahip ve başkanı} Allah'tır" {Nas, 2} diyor. Onlara manen şöyle bir mesaj veriyor; "nasıl her yerin, her memleketin bir yöneticisi varsa, dünyanın da, kainatın da öyle bir yöneticisi vardır. Evrensel yasalar diye ifade edilen İlahi hukuka tecavüz yapıldığı zaman, O bu tecavüzü cezalandırır. Yani yaratılmışların, haksızlığa uğramışların intikamını alır. Allah, bütün yüce değerlere sahip, maddi olmayan bir varlıktır. Kainattaki bütün yüce değerler O'ndan kaynaklanmaktadır" Bu mecaz ve benzetmeler yanında; Arapça'da bir şeyin önemini, büyük bir değere sahip olduğunu bildirmek için onunla "yemin edilir". Bir şeyin adiliğini, *********liğini bildirmek için de "o şeye beddua edilir" {Bir nesnenin önemini belirtmek veya bir konunun doğruluğunu göstermek için yemin edilebilir; kanım üzerine, ekmek üzerine gibi!.. Yine birinin kötülüğünü belirtmek üzere "körolasıca" deriz!..} Evet, Kuran insanoğlunun üstün, mükerrem bir yaratık olduğunu vurgulamakla beraber {17/70}, hiçbir değere inanmayan, hayvanlar gibi yaşamak isteyen, insanlığı alçaltan insanların da aşağı olduklarını bildirmek ve onların bu özelliklerini vurgulamak için Allah Kuran'da "onlara beddua ediyor" Beddua ifadelerinin esas amacı budur. Yoksa Allah isterse, hepsini bir emir ile yok edebilirdi. Kuran'ın yaptığı yüzlerce yeminlerden örnek olarak birkaç tanesinin yorumunu sunuyoruz; {29. Mektuptan} "Yüce Allah, Kuran'da çok şeylere yemin etmiştir. Kuran yeminlerinde birçok incelik ve sırlar vardır. Mesela "Güneşe ve aydınlığa and olsun" mealindeki yemin, evreni mükemmel bir saray, bir şehir niteliğinde bize gösterir. Yani evrende mükemmel bir düzen ve ahengin hakim olduğunu bildirir. "Hikmetli {ilim ve ahenk dolu} Kuran'a and olsun" yemini, Kuran'ın mucizeliğini, yüceliğini, onunla yemin edilecek bir saygınlıkta olduğunu hatırlatır. "Yıldıza ve düştüğü zamana and olsun", "Yıldız mevkilerine and olsun, eğer bilseydiniz bunun büyük bir yemin olduğunu, anlardınız" yemini, yıldızların muazzam büyüklüklerini ve son derece ahenkli bir düzen içinde yerleştirilmelerini ve gezegenlerin, hayret verici bir tarzda döndürülmelerindeki yararlılığı hatırlatıyor. "Zerrelere {atomlara} and olsun", "Salıverilen havaya and olsun" yeminleri ise, hava moleküllerinin dalgalanmaları ve dolaştırılması ile içindeki yararları hatırlatıyor. Manen diyor ki; tesadüfi, rastgele sanılan unsurların ve elementlerin ince faydaları, görevleri vardır... Hem mesela; "İncire ve zeytine and olsun" mealindeki ayetin bir inceliği şudur; Yüce Yaratan incir ve zeytine yemin ederek kudretinin büyüklüğünü, rahmetinin mükemmelliğini, insanlara verdiği büyük nimetleri hatırlatıyor. Ümitsizliğe, hayatın saçmalığı düşüncesine kapılan insanın yüzünü olumluya çevirip ibadet, düşünme ve iman ile olgunlaşabileceğini bildiriyor. Nimetler içinde özellikle incir ve zeytinin anılmasının sebebi; o iki meyvenin çok nitelikli ve faydalı olması, yaradılışlarında harikalık bulunmasıdır. Çünkü zeytin çok yönlü bir kullanım niteliğine sahiptir. İncirin anılması ise zerre gibi bir çekirdeğinde incir ağacının her birimini {kökünü, gövdesini, dalını, meyvesini} şifre olarak taşımasındaki olağanüstülüğü anlatmak içindir. Yenilmesinde, vücuda yararlılığında, muhafaza edilmesindeki nitelik ve faydaları hatırlatmak için Kuran onunla yemin ediyor. Böylece insanı ilahi sevgiye yöneltip onu iman ve ibadetle yüceltmek, yüce değerlere ulaştırmak istiyor"
  22. Tepki mi, Metod mu? T. Dursun'un yazıları bir metoda mı dayanıyor? Yoksa (Don Kişotça) bazı itilimlerden doğan tepkiler midir? İslami kaynakları değerlendirmede hiçbir metoda dayanmayışı, İslam'ın temelinden olmayan (İslam’ın temeli Kuran ve ona uygun rivayetlerdir) kitaplardan eleştirebileceği parçaları alışı; buna karşın işine gelmeyen bölümlere gözünü kapayışı onun tepkisel olduğunu gösteriyor. Buna birkaç örnek vermek istiyoruz; 1) Şeytan ayetleri masalını anlatırken; "Olayın kalan bölümü, sayılamayacak kadar çok hadis ve tefsir kitaplarında var" (Din Bu I: s101) diyor. Halbuki sayılamayacak kadar çok dediği 3-4 kitabı geçmiyor. T.Dursun ayrıca bu rivayetleri reddeden (Kadı Iyaz, Fahreddin Razi, Alusi, Kadı Beyzavi, Muhyiddin Arabi, İzmirli İsmail Hakkı, Muhammed Abduh, Muhammed b. İshak b. Huzeyme, Beyhaki, Şevkani, Kurtubi, Ayni vs.) birçok alimi yok saymıştır. 2) Ayetlerin geliş tarihine ilişkin kesin bir bilgi ileri sürülemez (s104) diyerek şeytan ayetleri masalını ispatlamaya çalışırken her nedense ayetlerin tarihine ilişkin kesin bilgi veren kaynakları unutuveiyor! 3) Arap dilindeki mecazi (benzetme, sembolik) kavramları, sanki anlamlarını bilmiyormuş gibi kasıtlı çevirmektedir. Mesela Allah'ın gözetlemesi demek olan "Allah'ın gözü" deyimini "insanın gözü gibi göz" diye tercüme etmiştir. 4) Eş kelimesini karı diye çevirerek okuyucunun zihninde olumsuz anlamlar uyandırıyor. Mekr kelimesini düzen yerine kasten tuzak olarak çevirerek yine aynı anlam saptırmasına başvuruyor. 5) Tefsirlerdeki bilgilerden işine geleni alarak farklı yorumları gözardı etmekte, hatalı bir tefsirde gördüğü hatayı, İslam’ın görüşüymüş gibi vermektedir. Mesela: Ayın yarılması konusunda (s217) İbnül Cevzi'nin tefsirini kendi yorumuna ters düştüğü için reddetmektedir. s230'da ise İbnül Cevzi'yi güvenilir bir müfessir olarak kabul etmektedir. Biz T. Dursun un bu "bilimsel!" yöntemli uygulamalarını objektif düşünme ve değerlendirme hassasiyetine zıt buluyor ve reddediyoruz. 6) Bazı konularda tefsirleri kanıt olarak bir hünermiş gibi sıralarken nedense Arapların kızlarını öldürmesi konusunda "güvenilir" dediği tüm tefsirleri bir çırpıda arkasına atıyor, reddediyor ve şöyle diyor: “Tefsirler Ferezdak'ın iki dizesi üzerinde durur. Ne var ki tefsirlerde bu iki dize hep aynı sözcüklerden oluşmuyor. İki dize de değişik biçimde yer alıyor, dizelerin değişik olması göz önünde tutulursa sonradan uydurulduğu bile düşünülebilir (s204)” Aynı akıl yürütmeyi şeytan ayetleri konusunda nedense yapmıyor. Halbuki şeytan ayetleri denen uydurma dizeler 20 değişik şekilde aktarılmıştır. Şeytan ayetleri bu yüzden uydurmadır deseydi T.Dursun'un samimiyetine inanabilirdik. Şu durumda ise tepkiselciliğine ve sübjektifliğine şahit oluyoruz. 7) Nefislerinizi öldürün ayetini mecburi anlayış istikameti gibi kendinizi (birbirinizi) öldürün diye anlamak gerektiğini söylerken nefsi, insanın eğilimleri olarak anlayanları bilgisizlikle ve Arapçayı bilmemekle suçluyor (s222). Halbuki aynı kitabın 254. sayfasında Şerif Cürcani'nin Tarifat'ından aldığı tanımda nefsin doğal eğilim anlamına geldiğini söylüyor. Göstermek bizden, takdir sizden, çarpıtma T.Dursun'dan... 8) Aslında kendisinin de güvenilirliğinden şüphe ettiği bazı hadisleri delil olarak öne sürüyor. Halbuki kendisi bunların uydurma olduğunu kabul ediyor. İşte itirafı: "Gerçekten de hadis kitaplarının en güçlü sayılanları bile uydurma hadislerle doldurulmuştur" (2.Kitap, s158) Bazı yerlerde sorduğu sorular ise saçmalığın doruğunu zorlar nitelikte; işte ilginç soruları: "Neden son peygamber bir Arabi. Muhammedi seçmiş hem neden son Peygamber?" Bu soruda neye itiraz ettiği anlaşılmıyor. Son peygamber kavramına mı? Onun Arap (ki başka bir milletten olsa idi yine aynı şekilde soracaktı) oluşuna mı? Adının Muhammed oluşuna mı? (Aslında son Peygamber bir Türk de olabilirdi, hatta adı T.Dursun da olabilirdi!) Ama Allah kime katından bir rahmet (Peygamberlik) indireceğini bilir. (bkz. İbrahim, 11) Allah teala, Hz. Muhammed'e vahiy gelmesi karşısında o dönemdeki insanların itirazlarını aynen şöyle aktarıyor: "Onlara bir ayet gelince Allah'ın elçilerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe katiyyen inanmayız dediler. Allah elçiliğini kime vereceğini daha iyi bilir." (Enam:124) Görülüyor ki 1400 yıl evvelinin inkarcılarıyla T.Dursun’un mantığı ve itirazı arasında pek fark yok. "Onlar kendilerinden bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler ve o kafirler dediler ki; bu yalancı bir sihirbazdır." (Sad: 4) Neden son peygamber sorusuna ise şu kısa cevabı vermekle yetineceğiz. Kuran'dan sonra gerek olmadığından (İlahi öğreti korunduğundan dolayı) yeni bir peygamberin gönderilmesine ihtiyaç kalmamıştır. Dolayısıyla Hz. Muhammed doğal olarak son peygamber olarak kalmıştır. Görülüyor ki, T.Dursun'un kitapları bir metoddan yoksundur. Sadece İslam'a duyduğu tepkiden doğan kimi yerde duygusal, kimi yerde muhakemesiz yargılardır. T.Dursun iyi niyetli olsaydı ve din kavramına şu iki açıdan bakabilseydi böyle bir bataklığa sürüklenmezdi: A - Din tarih boyunca özbirliğe sahiptir. Bununla beraber dinin pratikleri geldiği toplumun düşünsel, kültürel ve sosyal yapısına göre farklılık gösterir. Bu farklılık (ve değişim) kainattaki diyalektiğin gereğidir. Gönderilen her dinde inanç esasları (Allah'ın varlığı ve birliği, iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağı vs) birdir. İbadet ve insanlar arasındaki ilişkiler ve bunlarla ilgili hükümler ise toplumdan topluma değişirler. B - Din tarih boyunca karşı din (karşı devrim) taraftarlarınca ya yok edilmeye çalışılmış ya da çarpıtılmıştır. Bu çarpıtmanın dinamiğini üç grup oluşturmaktadır: a) Kuran'da Firavun ile özdeşleştirilen iktidar sahipleri, Karun ile örneklendirilen sermaye sahipleri (burjuvazi), c) Bel'am ile tarihsel örneği verilen sahte, özünden uzak, şekilci oportünist, revizyonist din adamları. Bu dinamiklerin tarihte çok örnekleri vardır. İşte birkaçı: -Sabiilikteki ruhanilik (aşkınlık), Mezopotamya astrolojisi tarafından materyalize edildi. -Hz.İbrahim'in Tevhid dini, Arapların tabiatperestlik ve putperestliği ile örtüldü. -Musevilik dini, Yahudi ırkçılığı ile evrenselliğini yitirdi. -Hıristiyanlık, Aziz Pavlos tarafından Roma'nın hukuki ve sosyal yapısı ile neo-platonizme adapte edildi. -İslamiyet (uygulama ve uydurma rivayetler ile) Emeviler'in kabileci (milliyetçi), müşrik ruhlu materyalist saltanatları tarafından çarpıtılmaya çalışıldı. -T.Dursun'un kullandığı tarih ve tefsirlerdeki rivayetlerin ve israiliyatın çoğu Emevilerin döneminde uyduruldu ve yazıldı. İslam savaş ve ceza hukukunu (uygulamada ve uydurma rivayetlerle) zulüm kanunlarına dönüştürmeye çalıştılar. Bu noktada akıl ve vicdan sahibi her insan İslam'ı bulanık olmayan kaynaktan (Kuran'dan ve ona uygun rivayetlerden) alarak ilahi tekamül yolunda ilerlemeli, uydurma ve çarpıtmalara karşı uyanık olmalıdır. Allah doğru olanların yardımcısıdır. (29:69)alıntı bu konuda yapılan tenkitlerin mantığını ortaya koyması bakımından güzel tespitler selametle...
  23. sayın yamyam bakın bu konuda forumun başlarında yazılan yazılar var ya siz okumadınız bunları sade muhalefet ile ortaya atılıyorsunuz yada okuyup anlamadınız...ki tekrar yazsak anlarmısınız bilmiyorum. islamda yeminin tavsiye edilmediği hatta durup durup yemin edenleri kınayan ifadeler vardır...buraya kadar doğru sayın yamyam ama siz bilmiyormusunuzki insanlar bir birbirleriyle alış veriş vs. gibi karşılıklı ilişkilerde bulunurlar ve burda yeminle yapılacak yalan bir konuşma bir çok kişinin fikrinin değişmesine neden olabilecektir islam bunun önünü kesiyor. gelelim Allah neden yemin ediyor hem insanlara etme diyor hem kendi ediyor; çok kısa ve net Allahın yalan söylemesi muhaldir...Allah ile birlikte alışverişte bulanacağı ,mahkemerde yargılanacağı vs... (haşa) başka ilahlar yoktur. ki yemin ederken yarattıklarına verdiği kıymeti ifade ediyor veya dikkatleri bir yerlere çekmek adına vs...onca şey yazılmış şimdi burada senin için ayrıntıya girecek değilim.maksatlı ve yanlısınız...zira ben konuyu anlayamayacağınıza inanmıyorum.
  24. saklı gerçek arkadaşım; kurana konan harekelerin nasıl ve ne maksatla konduğu bellidir.maksat fetihlerle genişleyen sınırlarda farklı kültürlerle karşılaşıldığında bu farklı kültürlerin insanlarınca okuyuş farkını kaldırmak ortak ve tek bir okuyuş meydana getirmektirki buda kafadan atma tekniğiyle değil bilhassa aslına sadık kalınarak yapılmıştır.şu verdiğiiniz Allah isminin değiştirildiğiyle alakalı örnek için sadece şunu diyorum; onca alim bu şeddeyle gelen lamın okuyuşunu bilgisizliklerinden yanlış harekelendirdi ve bu zamana kadar kimse farkedemedide t. dursun ve halefleri tespit etti öylemi.hem Allah isminin değişmesinin kime ne karı olurki bahsini ettiğiniz kelimeyle uğraşılsın.yani değiştiripte emevilerin Allahımı yazdılar oraya hem bahsini ettiğiniz manada bir değişme söz konusuda olmamıştır bu konuda delil getiremezsin bana. ayrıca sizi mod kontrolüne ben almadım herhalde...
  25. DİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE MÜRTED KONUSU Kuran’da mürtedin (İslam'ı terkedip başka bir dine girenin) öldürülmesini emreden bir ayet yoktur. Tersine Kuran bunun cezai müeyyidesinin ahirette verileceğini birçok ayette ifade etmiştir. Şöyle ki: 3/90. İnandıktan sonra inkar edip, inkarda aşırı gidenler var ya, onların tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte sapıklar onlardır. 4/137. Doğrusu inanıp sonra inkar edenleri,sonra inanıp tekrar inkar edenleri, sonra da inkarları artmış olanları Allah bağışlamaz; onları doğru yola eriştirmez. 5/54. Ey İnananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsin ki, Allah, sevdiği ve onların O'nu sevdiği, inananlara karşı alçakgönüllü, inkarcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihad eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah her şeyi kaplar ve bilir. Görülüyor ki, bu ayetlerde iman ettikten sonra küfre sapanlara dünyevi herhangi bir ceza yoktur... İslamda mürtedin öldürülmesi ancak Müslümanlarla savaşması şartına bağlıdır. Açıkçası öldürülme nedeni İslamdan dönmesi değil, Müslümanlarla savaşmasıdır. (İslam'dan dönenler eğer fiili mücadelede bulunmazlarsa öldürülmezler. Çünkü "Dinde zorlama yoktur" Bakara 256) Hz.Ebubekir'in mürtedlerle savaşması dinden dönmelerinden dolayı değil, İslam toplumunu parçalamaya ve düzenlerini bozmaya çalışmalarındandı... "Dinini değiştireni öldürünüz" rivayetine gelince: İslam dininden dönen eski Arap müşrikleri direkt olarak Müslümanlarla savaş haline geçiyorlardı (Yani sadece İslam'dan dönmekle kalmıyorlardı). Ayrıca bazı Yahudiler insanların Müslüman olmalarını önlemek için şöyle bir yol bulmuşlardı: Önce Müslüman olduklarını ilan ediyor, bir süre sonra da dönüyorlardı. Ki bu yolla Müslümanlar aleyhine konuştukları şeyler inandırıcı olsun. İşte yukardaki öldürme emri savaşan bu müşriklere ve bu Yahudilere karsı bir tedbirdir. Unutulmamalıdır ki bazı Müslüman ailelerin çocuklarına İslam'ı zorla kabul ettirme girişimlerini Hz.Peygamber menetmistir. Öyle ki, İslamın kuvvetinin zirvesinde bulunduğu bir dönemde " Dinde zorlama yoktur " ayeti nazil olmuştur. S. Sevri, Ebu Hanife ve arkadaşları kadın mürtedin öldürülmemesinde müttefiktirler. İbnü Aliyle, Ata, el-Hasan da bu görüştedir. Bunların delili İbnu Abbas'ın mürted olduğu halde bir kadını öldürtmemesidir. alıntı

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.