wherthus tarafından postalanan herşey
-
Cinsel performans 'gurur meselesi' değil
Kısırlık cinsel hayatın sonu değil Toplumda çoğunlukla cinsel fonksiyon eksikliği olarak görülen kısırlığı, tedavi edilebilir bir rahatsızlık olarak nitelendirmek gerekiyor. Cinsel fonksiyonun testosteron seviyesiyle ilgili olduğuna, sperm sayısının belirleyici olamayacağına dikkat çeken uzmanlar; toplumun kısırlık konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini söylüyor: Kısırlık tedavisinde başarı kriteri sadece hamilelik değil Alman Hastanesi Tüp Bebek Direktörü Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, kısırlıkla ilgili sorularımızı yanıtladı: Erkek kısırlığı seks hayatında sorunlara yol açar mı? Cinsel fonksiyon tamamen testosteron seviyesi ile ilişkilidir. Bu nedenle sperm sayısına bağlanamaz. Bu çiftlerin çocuk sahibi olmak için doktora başvurmadan önceki cinsel hayatları özel durumlar dışında tamamen normaldir. Ayrıca sperm azlığına neden olan ağır bir kromozomal bozukluk yoksa, dış cinsel organlar da normal olarak gelişmiştir. Zaten bu çiftlerde psikolojik kökenli cinsel fonksiyon bozuklukları dışında, cinsel hayatın tamamen normal olduğunu görüyoruz. ' ÖNYARGILAR ETKİLİYOR Kısırlık cinsel kimliği zayıflatıyor mu? Öncelikle şu bilinmelidir: Erkekten veya kadından kaynaklanan bu problemin, tedavi edilebilir herhangi bir hastalık olarak kabul edilmesi olumlu sonuçlar verecektir. Kısırlık, bireyin toplum gözünde cinsel kimliğini zayıflatabiliyor. Hatta kişinin cinsel aktifliğinin bitmesi olarak da algılanabiliyor. Bu önyargılar ancak toplumun bu konuda bilinçlendirilmesiyle ortadan kalkabilir. Bazen, kırsal kesimden gelen hastaların tedavide başarı kriteri sadece ama sadece eşinin hamile kalabilmesi olmaktadır. Hatta kaç tane bebek sahibi olabileceğini sorgulayanlar için, bebeğin sağlıklı olup olmayacağı bile bu kadar önem kazanmayabiliyor. TANININ ÖNEMİ Kısırlık teşhisi ve tedavisi cinsel arzuyu hangi nedenlerle etkiliyor? Kısırlığın tamamıyla cinsel bir fonksiyon eksikliği olarak görüldüğü bir toplumda, doğal olarak kısır tanımının en doğru şekilde yapılması gerekiyor. İnfertilite probleminin nedenleri arasında, cinsel fonksiyon bozukluklarının oranı sadece %5'tir. Kısırlığın cinsel hayat üzerinde iki etkisi vardır. Birincisi, teşhis sonucu kişiden kaynaklanan psikolojik nedenler; diğeri ise infertiliteye neden olan etkenin organik olarak cinsel fonksiyon bozukluğu yapması. Bir çifte infertilite teşhisi konulurken birçok test yapılmaktadır. Bu testlerden bazıları basit bir kan almaktan ibaret olurken; bazıları fizik muayene, ultrasonografi uygulanması, röntgen ışınları altında rahim filminin çekilmesi hatta en doskopik cerrahi gibi karmaşık testler olabilmektedir. Bu testler sonucu infertilite teşhisi konulmuş çiftte doğal olarak cinsel isteksizlik görülmektedir. Bunların yanında erkekten tahlil amaçlı meni örneğinin alınması, eğer meni verme şartları elverişsizse daha fazla probleme yol açmaktadır. İnfertilite teşhisi sonrası yaşanan inkar ve korku gibi duygular daha sonraları yerini anksiyeteye bırakabilir. Bu tip duygulanımlar da cinsel fonksiyon bozukluğuna yol açmaktadır. Bu durum tamamen psikolojik olduğu için eşler arasında anlayış önem kazanmaktadır. Ayrıca hekimlere düşen bir görev de bu çiftlere şikayetlerinin sadece çocuk sahibi olamadıkları ve teşhisin de bunu doğruladığı; ancak mevcut durumlarının herhangi bir şekilde cinsel hayatlarını etkilememesi gerektirdiğini iyi bir şekilde anlatılmasıdır. İkincil yol olan organik bozukluklar ise, kadında ve erkekte farklı görülmektedir. Endometriozis, pelvik enflamatuar hastalığı gibi jinekolojik problemlerden dolayı gebe kalmakta zorlanan kadınlarda cinsel ilişki sırasında acı olmaktadır. Böyle durumlarda ağrıdan dolayı bir kısır döngü gelişir ve kadın cinsel birleşmeden uzak kalmayı tercih edebilir. Eğer yeterli tedavi uygulanırsa bu durumlarda cinsel birleşme acısı çok kolay kaybolur. Erkekte ise çeşitli sistemik hastalıklara bağlı olarak ereksiyon bozuklukları olabilir ve erkek kendisini yetersiz hissedebilir. Erektil disfonksiyon olarak tanımlanan bu durumun tedavisi de kesinlikle mümkündür. "Kişide hormonal dengesizlik olması, kadın veya erkekte libido (cinsel arzu) azalmasına neden olur" gibi yanlış inanışlar, bu tip şikayeti olan hastaların temelinde psikolojik nedenler yattığını gösterir. Kısırlık tedavisinde kullanılan ilaçlar cinsel fonksiyonları etkiler mi? Tedavi sürecinde birkaç çeşit ilaç kullanılmaktadır. Bunların en önemlileri, beynin yumurtalıklar üzerindeki kontrolünü yok eden ilaçlar ve yumurtaları büyüten ilaçlardır. İlk grup; bir süre (bir-iki hafta) kadının kendisini menopozda gibi hissetmesine neden olabilir. Daha sonra kullanılan yumurta büyüten ilaçlar ise; yumurtalıkların büyümesi ve buna bağlı olarak şişkinlik, kasık ağrısı ve vajinal akıntı gibi nedenlerle kadınların cinsel fonksiyonlarını etkileyebilir. Ancak tedavinin bitiminde her şey normale döner.
-
Cinsel performans 'gurur meselesi' değil
İyi bir cinsel yaşam için 'cinsel IQ'nuzu yükseltin Düzenli bir cinsel yaşamın, kişisel mutluluğun ve sağlıklı bir ilişkinin temeli olduğuna dikkat çeken uzmanlar; cinsel yaşamın öneminin hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını belirtiyor. Doktorlara göre, seks hakkında öğrenilen birçok şey yanlış ve kişiyi suçluluk duygusuna sürüklüyor. Cinsel hayatın zenginleştirilmesi için, Avrupa'da son dönemde tartışılmaya başlanan 'cinsel IQ'nun geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeken doktorların, çiftlere önemli önerileri var: Cinsel haklarınızı bilin, vücudunuzu tanıyın, partnerinize karşı saygılı olun Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Halim Hattat, cinsel IQ ile ilgili sorularımızı yanıtladı: Cinsel IQ ne demek, cinsel çekicilik ölçülebilir mi? Cinsel IQ'yu yükseltmek mümkün mü? Cinsel IQ son günlerde önem verilen cinsellik kavramlarının başında geliyor. Cinsel IQ, kişinin cinsellik hakkındaki bilgi ve şahsi becerilerini, değerlerini, kendini ve özelliklerini kabullenmesini; cinsellikle ilgili haklarını algılayabilmesini ve bu konuları objektif değerlendirmesini gerektiren ve bütün bunları birleştiren bir kavram. Yani kişinin tercihlerini, duygularını, seks sırasındaki kokusu ve çıkarttığı sesler ile vücudunu; cinsel aktivitede limitlerini, yasak olan ve olmayan noktaları ve yaşamak istediği değişiklikleri muhakeme etmesi ve tüm bu faktörlerle kendini kabullenmesidir. Bu nedenle iyi bir cinsel yaşamda önemi ölçülemez. İnsanlar, cinselliği yaşamaya hakkı olduğunu, kendini iyi hissetmeye hakkı olduğunu, başkalarının hoşlandığı şeylerden hoşlanmamaya hakkı olduğunu, normal olma baskısından kurtulabilmeyi, aşırı performans gösterme baskısından kurtulabilmeyi idrak etmelidir. Seks hakkında öğrenilen birçok şey yanlış, eksik veya utanmaya, suçluluğa ve korkulara dayalı olduğu için bunları kişinin beyninde bir süzgeçten geçirerek doğruyu bulma kabiliyeti cinsellikte çok önemlidir. Bu değerleri analiz ederken cinsel haklarımızla ilgili mesajları da iyi muhakeme etmek gerekir. Bu bakımdan da, cinsel zekanın önemli bir etken olduğunu söyleyebiliriz. CİNSEL HAKLAR Cinsel haklarımız nelerdir? Basite indirgersek: Herkesin seksten zevk almaya hakkı olması, cinsel fanteziler kurmaya hakkı olması ve bunların size veya bir başkasına zararı dokunmaması ve cinselliğe dair her türlü arayışın doğal olmasıdır. Dürüst ve saygılı olduğunuz sürece, zevk aldığınız şeylerin başkasına zarar vermemesidir. Bu mesajların ışığında, insanların seks sırasında kendi vücutlarını kontrol etmeye, cinselliği denemeye, seks başladıktan sonra dahi fikirlerini değiştirmeye, daha önce yaptığı bir şeyi bu defa kabul etmemeye ve teklif etmeye veya etmemeye hakları olduğunu muhakeme edebilmeleri açısından cinsel zeka son derece önemlidir. EVLİLİK SON DEĞİL Cinsel IQ artırılabilir mi? Cinsellikle ilgili becerileri, bilgileri arttırarak, kendine ait olanları, hakları ve cinsel değerleri muhakeme etmeye yönelik geliştirmelerde bulunarak; kişi cinsel IQ'sunu tabii ki arttırabilir. Cinsellikle ilgili beceriler derken, "Vücut nasıl çalışır?", "Yaş ilerledikçe meydana gelen değişiklikler nelerdir?", "Akılvücut ilişkisi nedir?" gibi konuların yanı sıra; cinsel yoldan bulaşan hastalıklar ve cinsel tecrübelerle ilgili konuları özümleme, seksin güzellik veya teknikle değil, fizyolojik tavırlarla ilgili olduğunu kabullenmeyi kast ediyoruz. Kişi uygun doğum kontrol yöntemlerini kullanarak, zevk alma ve partnerine zevk verme konusunda yaşayabileceklerini geliştirerek, cinsellik konusunda kendini ifade etme yollarını araştırarak, cinsellikle ilgili becerilerini geliştirebilir. 3 önemli değeri muhakkak hatırlamak gerekir: Razı olmak, kendine uygun noktalar konusunda dürüstlük ve partnerine karşı sorumluluk. Bu hisleri geliştirmeye yönelik çalışmalar da kişinin cinselliğe bakışını ve cinsel IQ'sunu arttıracaktır. Cinsel çekicilik vücut kimyasıyla mı ilgili, yoksa görsel bir durum mu? Seksin vücut görüntüsü ile hiçbir alakası yoktur. Tatmin edici seksi oluşturan pozitif faktörler seks sırasında cinsel istek, tarafların müsaade yeteneği, haklarını değerlendirme yeteneği, cinsellikle ilgili doğru bilgilere sahip olmaları, yeterli heyecanı hissetmeleri ile karşılıklı tensel kokunun birbirine çekici gelmesi olarak özetlenebilir. Çiftler birbirlerine karşı çekiciliklerini yitirirse bunu tekrar elde etmenin bir yolu var mı? Tabii ki. Çift karşılıklı çekiciliğini yitirirse tekrar elde edebilir. Önemli olan bunu hangi noktada kaybettikleri konusudur. Tensel uyum ve karşılıklı çekicilik tekrar elde edilebilir. Evlilik cinselliği tekdüze hale getirip rutinleştirirse ne yapmalı? Evliliğin kaçıncı yılından sonra bu sorunlar ortaya çıkıyor? Yaş ilerledikçe veya uzun birlikteliklerde cinsel istekte azalma, erkeklerde ereksiyon ve boşalma boşalma problemleri, kadınlarda kuruma problemleri meydana gelebilir. Bu gibi faktörler cinselliği de mecburiyettenmişçesine tekdüze ve rutin hale getirebilir. Bu rutin yaşam, çiftlerin yakın olması, arzularını ve arzulama arzularını muhafaza edebilmeleri, vücutlarıyla barışık olmaları, fantezilerini geliştirebilmeleri, cinsel tercihlerini gözden geçirmeleri gibi hususlarla önlenebilir. FANTEZİNİN ÖNEMİ Fanteziler evlilik hayatı için gerekli mi? Fanteziler, seksle ilgili özgürce düşünmeyi sağladığından, mutlu bir cinsel yaşam için önemlidir. Bu konuda suçluluk hissetmemek gerekir. Cinsellikte hedef 'skor' mu, yoksa hazza ulaşma mı olmalı? Çiftlerin bir arada olması, keyifli bir beraberlikleri olması ve beraber zaman geçirmeleri son derece önemlidir. Çiftlere her beraberliğin mutlaka sonuna kadar cinsel birleşmeyi içine alacak şekilde olmayabileceğini anlatmaya çalışıyoruz. Zaman zaman dokunma ve okşamanın getireceği keyfe de ihtiyaç var. Tavsiyem, bu romantik düşünce tarzını da içeren cinselliktir. İnsan doğası çok eşlilik üzerine kurulu da, toplumsal kurallar mı tek eşliliği zorunlu kılıyor? Bu konunun temelinde de cinsel IQ var. Kişiler cinsel yoldan bulaşan hastalıkları, rahatsızlıkları düşünerek, partnerinin ve kendinin haklarını ve tercihlerini düşünerek kişiler kendileri karar verebilir.
-
Cinsel performans 'gurur meselesi' değil
Yapılan araştırmaların sonuçları hep aynı: Türk erkeği cinsel performansından bahsetmeyi seviyor, sıradan görünen birçok ayrıntıyı 'erkeklik meselesi' haline getiriyor, romantizme pek de fazla vakit ayırmıyor. Türk erkeklerinin büyük kısmı, cinselliğini normalden daha ayrıcalıklı bir konuma yerleştirse de, aslında sorunları dünyadaki diğer erkeklerle aynı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil Hattat sorularınız yanıtladı: Türk erkekleri için cinsellik ne kadar önemli? Günümüz Türk erkeği kendisinin ve partnerinin cinsel performansından bahsetmekten büyük zevk alıyor. Cinsel performans bir 'erkeklik meselesi' olarak görülüyor. Yapılan son araştırmalarda Türk erkeklerinin %90'ından fazlasında cinselliğin önemli olduğu sonucuna varılmıştır. Cinsellikte zaman onlar için neyi ifade ediyor? Zaman için bir ayrıcalık yoktur. En uygun zaman karşılıklı elektriklenme, isteğin oluştuğu, çevre faktörlerinin etkilemeyeceği kendi günlük yaşamlarına göre ayıracakları bir zamandır. Değişkenlik gösterebilir. Konsantrasyonlarını etkileyecek dış faktörlerden uzak olabilecekleri bir zaman olması önemlidir. Türk erkekleri, aslında romantik mi? Özellikle gençlerde, ilişkinin romantizmden uzaklaştığını görüyorum. Tavsiyemiz özellikle romantizmin ön planda olmasıdır. Bu, çiftleri daha mutlu kılar, ilişkilerde tatmin duygusunu güçlendirir. Erkekleri cinsellikten uzaklaştıran nedir? Değişik faktörler rol oynamaktadır. Yaşanmış olumsuz bir tecrübeden sonra başarısızlık korkusu, ya da kadının dominant davranışlarından ötürü bir tatmin edememe kaygısı ön plandadır. Sertleşme güçlüğü Türk erkekleri için de bir sorun mu? Tabii. Türkiye'deki çalışmalarımızda tespit ettiğimize göre 40 yaş üzerindeki erkeklerde cinsel fonksiyon bozukluğu oranı yüzde 70'e kadar çıkmaktadır; hafif, orta, ağır olarak... Önemli bir bölümü organik faktörlerden oluşur, ereksiyonu oluşturma ve muhafaza edebilme güçlüğü Türk erkekleri için cinsellikle ilgili en önemli sorunların başındadır. 09-07-2005
-
Dogum Kontrol Hapları Adet Sancılarını Kesıyor
Adet sancısı , kadınların yaklaşık %50 sinde görülen bir rahatsızlıktır. Tıbbi olarak iki çeşidi vardır: Primer dismenore daha çok genç kızlarda görülür. Burada ağrı adetten bir kaç saat önce başlar ve yalnızca 48 - 72 saat kadar sürer . Sekonder dismenore ise daha çok ileri yaştaki kadınlarda görülür ;ağrı adetten birkaç hafta önce başlar ve adet kanaması bittikten birkaç gün sonrasına kadar devam eder. Primer dismenorede, adet sancısının ameliyatla düzeltilebilecek bir nedeni yoktur; yani tedavi genelde ilaçla yapılır. Sekonder dismenorede ise, genellikle genital organlarda ameliyat gerektiren patolojik bir hastalık vardır ve operasyondan sonra çoğu zaman sancı kesilir. Adet sancısının tedavisinde ilk başvurulacak ilaçlar ağrı kesicilerdir. Her ağrı kesicinin etkili olmaması önemlidir .Özellikle prostaglandin sentetaz inhibitörleri (örneğin apranax , cataflam , tilcotil ,aspirin , surgam , etol , vs. gibi ilaçlar ) hastaların % 80 inde etkilidir .Bu ilaçların etkisiz olduğu kanısına varmadan önce , doz yükseltilmesi ve ilacın türünün değiştirilmesi denenmelidir . Mide ülseri ve duyarlılığı olanlarda bu ilaçlar kullanılmamalıdır . Burada asıl üzerinde durulması gereken ve hastarda ''bir genç kıza nasıl önerilir?" sorusunu akla getiren tedavi , doğum kontrol hapı tedavisidir . Biz bu hastalarda , doğum kontrol hapının gebeliği önleyici değil , rahim içerisindeki prostaglandin yapımını azaltıcı etkisinden faydalanıyoruz. Doğum kontrol hapları, kullanması yasak olmayan ya da çocuk istemeyen hastalar için adet sancısı tedavisinde seçkin ilaçtır. Primer dismenoreli hastaların % 90'ından fazlası doğum kontrol haplarından fayda görür. Bunlara, her ay 2-3 gün süreyle (adet döneminde) kodein eklenmesi yararlı olabilir. Akupunktr gibi ağrı tedavileri de bazan etkili olur. Tedaviye dirençli vakalarda nadiren laparoskopik cerrahi tedavide uygulanmaktadır.
-
Kardeş kıskançlığı nasıl önlenir?
Kıskançlık, sevilen birinin başkası ile paylaşılmasına katlanamamaktır. Kıskançlığın içgüdüsel yani doğuştan getirdiğimiz genlerimize şifrelenmiş olduğu ileri sürülmektedir. Yaşamın her döneminde görülebilir ancak çocuklukta biraz daha yoğun yaşanabilir. Bu duyguyla ilk tanışma iki yaş civarındadır. Doğal, evrensel ve insanı oldukça mutsuz eden bir duygudur. Önemli olan ne boyutta yaşandığıdır. Çocuk, herkesin kendisinden daha iyi olduğunu ve kendisinin herkesten daha az sevildiğini düşünmeye başlar. Özellikle küçük çocuklarda yeni doğan kardeşi kıskanma kimi zaman yaşamı etkileyecek ve davranış bozukluğuna neden olacak derecede yoğun yaşanabilen bir duygu olabilmekte ve yardım gerektiren bir hal alabilmektedir. BELİRTİLER: *Çocuk o güne kadar evde kendisi ilgi ve sevgi odağıyken birden ikinci plana itilmiş gibidir. Artık anne babasının ve diğer yakınlarının sevgi ve ilgisini kardeşiyle paylaşmak durumundadır. Sevilmediği düşüncesiyle anneden tamamen uzaklaşır, içe kapanır, yemek yememeye ve zayıflamaya başlayabilir. Kabus gördüklerini, çişlerinin geldiğini bahane ederek ilgiyi kendi üzerlerine çekmeye çalışırlar. Altını ıslatma, parmak emme gibi davranışlarla önceki gelişim evresine gerileme görülebilir. * Hem gün içinde hem de geceleri aşırı sinirli olurlar. Huzursuz bir görünümleri vardır, sakinleşmekte zorlanır ve kimi zaman çevrelerindeki insanlara öfkeli davranabilirler. Kendine ya da eşyalara yönelik saldırgan davranışlarda bulunabilirler. *Evden ayrılmayı reddetmeyle birlikte (Örn: okula gitmek istememe) baş ağrısı, mide bulantısı gibi psikosomatik belirtiler, (emin olmak için fiziki muayene yaptırılmalıdır) huzursuzluk, isteksizlik ve diğer stres belirtileri sık sık gözlenebilir. *Yeni bir kardeşin doğumu çocukta ilgi ve koruyuculuk, sıkıntı ve kıskançlık gibi çelişkili duygular yaşanmasına neden olur. Artık eskisi kadar sevilmeyeceği korkusu daha anne hamileyken başlayabilir. Son aylarda annenin yorgun, isteksiz ve yeni gelecek kardeşin hazırlıkları ile uğraşıyor olması çocuğun huysuzlaşıp, anneden ayrılmak istememesine neden olabilir. *Bazı çocuklar kıskançlık duygularını açıkça ortaya koyarak kardeşine vurma, onun oyuncağını kırma, "ondan nefret ediyorum" deme gibi davranışlar gösterirken bazıları da bu duygularını bastırır ve aşırı sevgi gösterir, bu davranışın altında çoğu zaman ana-babanın sevgisini kaybetme, tepki görme korkusu yatar. *Anne babaya sık sık onu sevip sevmediklerini sorma ve sevgilerinden bir türlü emin olamama yaşanabilir. ÖNERİLER: *Kardeşi doğmadan önce ona anlayabileceği bir dilde aileye yeni bir üyenin geleceği, evdeki ortamın her zamankinden daha heyecanlı ve karışık olabileceği, örneğin eve sık sık misafirlerin gelip gideceği, annenin hem yorgun olacağı hem de bebekle daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağı, çünkü küçük bir bebeğin gereksinimleri olduğu ama aynı şeylerin o doğduğunda da yaşandığı ve her şeyin zamanla tekrar düzene gireceği anlatılabilir. Böylece çocuk psikolojik olarak daha hazırlıklı olacaktır. Bunları anlatmak için son ana kadar beklenmemelidir. Öncelikle rahatlayın, çocuklar etraflarındaki yetişkinlerin davranışlarından etkilenirler. *Çocuğa somutlaştıramayacağı sözler söylemeyin. "Sakın endişelenme seni de bebek kadar seveceğiz" cümlesi iyi niyetli olsa da çocuğun anne babanın sevgisi için kardeşle yarışmasına yol açar. *Hamilelik döneminde babası ya da başka bir aile üyesi (anneanne, babaanne) büyük çocuğun bakımıyla ilgili yemek yedirme, banyo yaptırma, uyutma gibi işlere başlayabilir. Böylece anne hastanedeyken ya da bebekle meşgulken çocuk kendini ihmal edilmiş hissetmez ve yaşantısının değiştiği fikrine kapılmaz. *Anne baba aralarında işbölümü yaparak, anne yeni bebekle ilgilenirken babanın diğer çocukla ilgilenmesi çocukta kendisiyle de ilgilenildiğini hissetmesini sağlar. *Anne babanın çocuğa kardeşin doğdu ama senin dünyanda değişen bir şey yok, sana olan sevgimizde bir azalma yok mesajını sadece sözcüklerle değil davranışlarla da iletmelidirler. Bu da ancak çocuğa zaman ayırmaya devam ederek onunla konuşarak, onunla ortak faaliyetlere girerek ve ona sorumluluk vererek olur. *Kıskanan çocukla mümkün olduğunca nitelikli zaman geçirilmeye çalışılmalı, daha önce yapmaktan hoşlandığı alışkanlıklarını gerçekleştirmesine olanak verilmelidir. Yeni gelen kardeşle birlikte önceden gerçekleşen oyun parkına gitme, akşam yemeğinden sonra hikaye okuma gibi etkinlikler birden bire son bulmamalıdır. Bu sayede çocuk statü kaybına uğramadığını farkederek özgüvenini yitirmeyecektir. * Yeni doğan bebeğe aşırı sevgi gösterisinde bulunmak yerine, var olan sevgiyi ilk andan itibaren paylaştırabilmeyi hedeflemek daha doğru olacaktır. *En iyi niyetli misafirler bile sadece bebekle ilgilenip büyük çocuğu unutma eğilimi içindedirler. Yakınların yalnızca bebekle ilgilenmemelerini, büyük çocuğa da alışık olduğu tarzda ilgi ve sevgi göstermelerini söylemek, "Kardeşin doğunca senin pabucun dama atıldı" gibi sözler söylememeleri konusunda uyarmak işe yarayacaktır. * Bebek için söylenen "Ne kadar yaramaz, sürekli ağlıyor ve beni yoruyor oysa ben seni daha çok seviyorum" gibi bir cümle çocuk tarafından inandırıcı bulunmayıp, tam tersine onu kandırmayı istediğiniz inancı verebilir. Bu da en başta çocuğun size olan güvenini zedeleyecektir. Bebeğe sürekli "bebek" demek yerine doğrudan adını söylemeye başlamak bebeğin bir nesne değil de canlı bir varlık olduğunu anımsatacaktır. · Bebeğe "benim" değil "bizim" diye başlayarak hitap etmek ve "Sessiz ol, kardeşin uyuyor" gibi sözlerle çocuğun yaşantısını bebeğe göre ayarlamak kıskançlığı tırmandıracaktır. *Aşırı kaygı içeren tavırlarla çocuğu bebekten uzaklaştırmaya çalışmak, yapılabilecek en büyük hatalardan biri olacaktır. *Kıskanmasın diye çocuğa aşırı hoşgörü göstermek durumu kötüleştirecektir. Örn: Önceden yalnız yatan çocuğun anne babasıyla yatmasına izin verilmemelidir. Çocuğa kıskanmasın diye gösterilen aşırı ilgi, bu seferde kardeşinin onu kıskanmasına neden olabilir. *Bebeğe zarar vermesine izin verilmeyeceği kesin bir dille anlatılmalıdır. *Çocuk kardeşinin canını yaktıysa, görünüşte çok kötü olan bu davranışın gerçekte bebeğe zarar vermek için değil, bir parça düşmanlık içeren bir incelemeden başka bir şey olmadığını bilin. Burada önemli olan aşırı tepki göstermemek, kibarca reaksiyon gösterip sinirlenmeden (yoksa sizi sinirlendirmek için bu davranışı tekrarlayabilir) uyarıda bulunmaktır. Çocuk mesajı alsa da almasa da iki kardeşi yalnız bırakmamak doğru olacaktır. (Beş yaşına gelene kadar çocuklar zarar verip vermediklerini kavrayamazlar.) *Kardeşe yönelik olumsuz duyguları reddedip, önemsememek yerine, onları kabul edip, tanımaya çalışın; "Anne, hep bebekle ilgileniyorsun." "Hiç de değil, daha biraz önce sana kitap okumadım mı?" demek yerine "Bebeğe bu kadar zaman ayırmam pek hoşuna gitmiyor." diyerek "Hayır, hiç hoşuma gitmiyor." diyerek duygularını ifade etmesini sağlayabilirsiniz. *Kardeşler arasındaki karşılaştırmalardan kaçının. Ancak çocuğunda bir zamanlar küçük bir bebek olduğu, aynı bakım ve özenin kendisine de gösterildiği çocuğa anlatılabilir. Çocuğun küçülmüş giysileri, bebeklik fotoğrafları gösterilerek, o bebekken yaşanan anılardan ve onun sevimli hallerinden bahsedilerek kendini daha iyi hissetmesi sağlanabilir. *Kardeşiyle ilgili karışık duyguları olan çocukların konu edildiği öyküler anlatmak, anne ya da babanın kendi kardeşiyle ilgili ilk hislerini paylaşması, çocuğun duygularını anlaması ve ifade etmesinde fayda sağlayabilir. Kardeşini sevmek zorunda olduğu söylenmemeli, "Sen artık ablasın" diyerek, yaşının üzerinde olgunluk bekleyip onun da hala çocuk olduğu unutulmamalıdır. *Bebeğin gelişiyle birlikte 4-5 yaşlarındaki çocuğu ana okuluna göndermek doğru değildir. Bu durum kardeş kıskançlığını körüklediği gibi çocukta okul sendromunun gelişmesine ve çocuğun içine kapanık ya da saldırgan olmasına yol açabilir. *Sevginizin eşit olduğunu göstermeye çalışmak yerine; her çocuğa, birbirinden ayrı olarak, sadece kendisine özel bir sevgi duyulduğunu göstermek daha doğru olacaktır. *Her şeyin eşit olmasına değil, adil olmasına çalışılmalıdır. Örneğin, üç kardeşten ortanca çocuğun "Ahmet'lere kardeşim gidiyor, ama ben gidemiyorum, bu adil değil" şeklinde gösterdiği tepkiye "Kız kardeşinle geçimsizliği sürdürdüğün ve ona vurduğun için Ahmet'lere sadece ağbin gidebilir" biçiminde bir yaklaşım uygun olabilir. *Kardeşinin giyebileceği, ona küçük gelen giysileri ve oynayabileceği oyuncakları beraber ayırmak işe yarayabilir, fakat vermek istemediği şeyler konusunda onu zorlanmamalıdır. *Ailenin bütün olduğu duygusu herkes tarafından hissedilmelidir. Bunun için bütün ailenin birlikte yapabileceği, gezinti, piknik, alışveriş, film izleme gibi etkinliklere yer verilmelidir. *Anne-baba çocukla mümkün olduğu her fırsatta birebir iletişime geçerse, birlikte ortak faaliyetlerde bulunurlarsa, çocuğa kardeşiyle ilgili ve evle ilgili küçük sorumluluklar verilirse çocuk kendini hala güvende ve hala sevilen, önem verilen bir kişi olarak hissedecektir. *Kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın. Çocukların kavgalarında hakem rolünü almayın. Fiziksel şiddetin olmadığı durumlarda ana babanın araya girmemesi sorunun çözümünü kolaylaştırır. *Dikkatinizi hemen, sorun çıkaran çocuğa yönetmek yerine, zarar gören çocukla ilgilenmek, kardeşi "mağdur, ezilen" olarak nitelendirmemek gerekir. * Kim başlattı sorusunu sormaktan kaçınılmalıdır. Çünkü olayı kimin başlattığını öğrenmeye çalışmak çocukların birbirini suçlamasına neden olur. Her bir çocuğun kavganın çıkmasında aynı derecede suçlu olmasından yola çıkarak sonuçlarına eşit şekilde katlanmaları sağlanmalıdır. * Çocukların kavga etmelerine mümkün olduğunca izin verilmemelidir. Çünkü çocuklar kavga ettikçe deneyim kazanırlar. Kavga ettiklerinde de seçenekler sunulabilir yada iyi geçinme kuralları koyulabilir. *Kardeş çatışmasına engel olmanın tek yolu tek çocuk sahibi olmaktır. Çünkü iki yada daha çok çocuğun aynı ortamı paylaşması kaçınılmaz olarak çatışma yaratır. * Kardeşler arasındaki kıskançlık ve geçimsizlik ne kadar yoğun olursa olsun birbirlerinden ayrı kaldıklarında çok özlerler. Bu durum, ilişkilerinin bazen çok bozuk olduğunu düşünseniz de aslında birbirlerini çok sevdiklerini açıklar.
-
Anne sütü zekayı olumlu etkiliyor
Anne sütünün, yeni doğan bebekler için aşı niteliğinde olduğu ve anne sütüyle beslenen bebeklerin daha zeki olduğu bildirildi. Nizip Devlet Hastanesi Çocuk Hekimi İdris Yıldırım, yeni doğan bebeklerin mutlaka anne sütüyle beslenmesi gerektiğini belirtti. Bebeğin anneden aldığı ilk sütün, bebeğin aşısı olduğunu kaydeden Yıldırım, "Anne sütü ile beslenen bebeklerin solunum yolu, ishal ve alerjik hastalıklara yakalanma riskleri çok azdır. Anne sütünde bulunan demir sayesinde bebeğin sarılık hastalığına yakalanma riski de çok azdır. Ayrıca anne sütüyle beslenen bebekler daha zeki olurlar. Emzirme, anne ile bebek arasındaki sevgi bağını güçlendirerek, anne ile bebeğe manevi bir huzur kazandırır" dedi. Bebeği emziren annelerin loğusalık dönemlerini daha hızlı atlattığını, emzirmenin aynı zamanda annenin meme ve rahim kanserine yakalanma riskini azalttığı ifade eden Dr. İdris Yıldırım, bebeğiyle aynı odada kalan annelerin süt miktarının, ayrı kalan annelere oranla daha fazla olduğunu belirtti. Bebeğin anne memesini emmesiyle anne vücuduna salgıladığı "prolaktin" hormonunun süt oluşumunu artırdığını dile getiren Yıldırım, annelerin bebeklerini ilk yarım saatte emzirmeye başlaması gerektiğini belirterek, erken emzirilen bebeklerde emme güçlüğü görülmediğinin altını çizdi. Annelerin bebeklerini, bebek emdiği sürece emzirmesi gerektiğini vurgulayan Yıldırım, "Bebek emdikten sonra uyuyorsa, 3-4 saat uyumasına izin verilmeli. Bu süre sonunda eğer bebek uyanmıyorsa, bebek uyandırılarak yeniden emzirilmeli. Bebeğin emdikten sonra ağlaması ve huzursuzluğu da doymadığı anlama gelmez. Hemen ek gıdaya başvurulmamalı. Eğer bebek günde 5-6 kez idrar yapıyor ve haftada 150-200 gram alıyorsa, anne sütü yeterli demektir" şeklinde konuştu.
-
Bebeklerde Zeka Gelişimi
Zeka Ve Zekayı Etkileyen Faktörler Zekayla ilgili olarak bilim adamları tarafından yapılan pek çok farklı tanımlamalar var. Buna karşın zekaya ilişkin tüm kuramlar zekanın genetik, biyolojik ve çevresel etkilerinin olduğunu ve zekanın geliştirilebilir olduğunu vurgular. Çeşitli görüşlerden yararlanılarak zekayı şu şekilde tanımlamak mümkün: "Zeka soyut ya da somut nesneler arasındaki ilişkiyi kavrama, akıl yürütme, problem çözme, karmaşık fikirleri kavrama , çabuk öğrenme gibi birçok işlevi içeren zihinsel bir kapasitedir." Zekayı Etkileyen Faktörler • Genetik (Biyolojik): Zeka yeteneği genellikle benimsenen görüşe göre ana ve babadan gelen çok değişik etkenlerin rastlantısal birleşiminden oluşur. Ana babanın döl gözelerinde gen adı verilen ve kalıtımı belirleyen özellikler rastlantısal yolla çocuğa geçer. Ancak zeka üzerinde anne ve babadan aldığı genlerin önemi olduğu gibi çevrenin de çok önemli bir etkisi var. • Çevre: İnsan döllenmeden başlayarak ölüme kadar bir çevre içinde yaşar. Çocuğun döl yatağında uygun beslenmesi , oksijen alımının yolunda gitmesi gerekir. Örneğin güç bir doğum sırasında çocuğun soluğu uzun süre kesilirse beyin gözleri ölür ve sonuçta zekası etkilenir. Doğumdan sonra insanın içinde yaşadığı dış çevresi zekayı etkileyen en önemli faktördür. Çevre çocuğunuzun toplumsal gelişimi yani başkalarıyla olan ilişkileri, tutum ve davranışları üzerinde oldukça etkilidir. Çocuğunuzun yaşadığı yer, içinde bulunduğu her varlık , karıştırdığı bir kitap, dinlediği müzik , izlediği film, beslenme şekli , ısı, ışık gibi ihtiyaçları onun fiziksel ve sosyal çevresini oluşturur. Çocuğunuza uygun fiziksel ve sosyal çevre ortamı sağlamak, çocuğun gelişimini olumlu yönde etkiler. Çocuğun gelişiminin çok hızlı olduğu ve kişilik özelliklerinin oluştuğu okul öncesi dönemde aile ortamı çocuğun hem sosyalleşmesi, hem de eğitimi açısından çok önemlidir. İlk yaşlarda uygun beslenme, ana babanın uyarması, ilgisi zekayı geliştirir. İlgi ve uyarılmanın yetersiz olduğu bir evde zeka kolay gelişemez . Bu bakımdan ilk yıllarda eksik uyarılma ve ilgi yokluğu sonraki çabalarla giderilemez. Zeka gelişmesi yavaşlar. Okul çağına geldiğinde öğrenime hazır hale gelmeyebilir. Çevresel tüm etkenler çocuğun zihinsel gelişimini geliştirir ya da köreltir. Çocuğunuzun doğumdan okul çağına kadar olan zaman içerisinde kaliteli uyarıcılar tarafından uyarılması onun zihinsel gelişimini oldukça olumlu yönde etkiler.
-
Bebeklerde Zeka Gelişimi
Zihinsel Gelişim Projesi "Dahi Bebek" "Dahi Bebek" 6-48 ay dönemindeki çocukların zihinsel gelişimlerini (mantık- yaratıcılık) seçilmiş uyarıcılar ile destekleyen, VCD olarak TV ekranında anne-baba-çocuk ya da bir eğitici ile beraber izlenen özel bir zihinsel gelişim programıdır. Modern beyin kuramlarına göre beynin sağ tarafı yaratıcılık yetilerini, beynin sol tarafı ise mantık yetilerini yönetir. Beynin her iki bölümü koordinasyon içerisinde her zaman birlikte çalışır. Yaratıcı taraf mantıksal taraf, mantıksal taraf ise yaratıcı tarafı destekler. "Dahi Bebek" yaratıcılık ve mantık olmak üzere 2 bölümden oluşur. Uzmanlar tarafından seçilmiş uyarıcılar ile beynin her iki bölümünü uyarır. Film aralıklarla pek çok kez izlenir. Bu da bebeğin beyninde yeni bağlantıların oluşmasını ve bunların kalıcı hale gelmesini sağlar. "Dahi Bebek" modern beyin kuramlarına göre hazırlanmış pedagojik değeri olan çok önemli yardımcı bir araçtır. Psikolog ve pedagoglar tarafından özenle seçilmiş gerçek görüntüler ve klasik müzik, çocuğunuzun zihinsel gelişimini destekleyecek bir uyarıcı özelliği taşır. Dahi Bebek içerisinde hiçbir gerçek dışı kahraman ve yaratık yer almaz. Sakin ve neşeli bir atmosferi vardır. Küçük bebeğinizle bile rahatlıkla izlemeniz mümkün. Dahi Bebek Yaratıcılık bölümünde : renkler – desenler – formlar, çizimler, bebek yüzleri, üç boyutlu düşünme, iç içe geçen elemanlar, basit mekanizmalar, mürekkep lekesi desenleri, şekil eşleştirme – tamamlama, sesler, kafiyeler yer alıyor. Dahi Bebek Mantık bölümünde: siyah – beyaz kontrastları, parça – bütün ilişkileri, geometrik formlar, sıralama, harfler, sayılar, yabancı diller, mantıksal formlar ve bebek yüzleri yer alıyor.
-
Bebeklerde Zeka Gelişimi
Zihinsel Gelişimde Anne Ve Babanın Rolü Çocuğun zihinsel gelişimini desteklemek, onu hayata hazırlamak anlamındadır. "Daha şimdiden mi?" diye yanlış bir soruya takılmanız ileride çocuğunuzu sorunlara itebilir. Bebek 6 aydan itibaren izleme ve takip etme becerisine sahip olur . Bu dönemden sonra bebek ne kadar kaliteli uyarıcılarla karşı karşıya kalırsa, zihinsel gelişimi o kadar iyi olacaktır. Bu uyarıcılar ne kadar tekrar ederse o kadar kalıcı hale gelir. Çalışan anne - babalar çocuklarıyla ilgilenmekte ve onlara uyarıcılar vermekte eksik kalabilirler. Bu görevi televizyona yüklemiş olabilirler. Ama ne yazık ki, görsel ve işitsel uyarıcılar bakımından televizyon ne kadar iyi bir teknolojik alet olsa da içerik ve dozu bakımından çocuklarınıza zararı dokunmaktadır. Çocukların 0-4 yaş döneminde beynin iki yarımküresini de faaliyete geçirecek görsel işitsel uyarıcılar alması gerekir. Bu nedenden yola çıkılarak anne – baba ya da eğitimcilere yardım sağlamak amacıyla, çocukların zihinsel gelişimlerinin desteklemek amacıyla görsel-işitsel uyarıcılar içeren bir "zihinsel gelişim" projesi hazırlanmıştır.
-
Bebeklerde Zeka Gelişimi
Beynin Zihinsel Faaliyetlerdeki Rolü Uzmanlar göre insan beyni 2 yarım küreye ayrılmakla beraber her yarımkürenin ayrı fonksiyonları olmaktadır. Dil becerileri, mantık, sayılar, analiz, sıralama, doğrusallık gibi fonksiyonlar sol yarımkürenin yerine getirdiği görevlerdir. Ritm, renk, hayal gücü, yaratıcılık, uzaysal farkındalık gibi fonksiyonlar sağ yarımkürenin yüklendiği görevlerdir. Beyindeki zihinsel gelişlim, bu her 2 yarımküreyi çalıştıracak uyarıların alınmasıyla oluşmaktadır. Bebeklerin genç beyinlerinde binlerce sinir hücresi kullanım için hazırdır. Her uyarıcı (sesler, dokunuşlar, renkler, tatlar vb) sinir hücreleri arasında yeni bağlar kurulmasını sağlar. Tekrarlarla bu bağlar kalıcı hale gelir. Böylece sağ ve sol beynin hücrelerinin kurduğu dev bir ağ oluşur . Çocuğun genetik altyapısı ve çevreden aldığı bu uyarıcılar zeka gelişimi için belirleyici olur. Çocuk için; anne baba, oyuncaklar, müzik vb. birer uyarıcıdır. Her uyarıcı çocuğun beyninde yer alan sinir hücreleri arasında yeni bağlar oluşturur. Uyarıcılar arttıkça çeşitlendikçe ve tekrarlandıkça pek çok yeni bağ daha kurulur, kalıcı hale gelir ve kocaman bir ağa dönüşür. İşte bu ağı bireyler tüm yaşamları boyunca zihinsel faaliyetleri için kullanırlar. Yeni oluşan ve tekrarlanmayan bağlar ise yok olurlar. Dolayısıyla kritik dönem adıyla adlandırılan 0-4 yaş grubu çocukların anne- babalarına, çocuklarının zihinsel gelişimlerine katkıda bulunmaları yönünde çok büyük görevler düşmektedir.
-
Bebeklerde Zeka Gelişimi
Zihinsel Gelişim Nedir? Uzmanlar , çocuğun doğumdan ergenliğe kadar olan zihinsel gelişimini ayrıntılı araştırmalarla incelemişler ve zihinsel gelişimin (bebeklik ve ilk çocukluk) döneminde çok hızlı geliştiğini belirlemişlerdir. Bir bebek beyninde 180 milyar hücreyle dünyaya gelir. Bu hücreler nöronlarla birbirine bağlanmıştır. Ana babadan kalıtım yoluyla bebeğe geçen genlerin belirlediği bağlantı sayısı 50 milyon civarındadır. Bu sayı çevrenin de etkisiyle trilyonlarca bağlantıyı geliştirebilir. Bireyin hayatı boyunca gerçekleştireceği zihinsel gelişimin % 50 si 4 yaşına kadar tamamlanmaktadır. Dolayısıyla 4 yaşında kadar olan dönem çok kritik bir dönemdir. Bu dönemdeki yaşantılar tüm hayatı boyunca kullanılacak nöronları belirler. Uzmanlar 5 yaşına kadar olan müdahalelerin IQ'yu arttırmasına karşın, 5 yaşından sonra ise işe yaramayacağını söylemektedir. Unutmayın ki, çocuğunuzun gelişimi için en önemli yıllar okul öncesi yıllarıdır ve bu yıllar çocuğunuzun "kişilik gelişimi"nin temelini oluşturduğu yıllardır
-
Bebeklerde Zeka Gelişimi
Bebeğinizin Zekasını Böyle Geliştirin! Psikolojik Danışman Hilal Üsküdar beynin işleyişi ile ilgili en son araştırmaların sonuçları doğrultusunda bebeğinizin zekasını geliştirmenin ip uçlarını veriyor. Unutmayın; küçük Einstein’lar yetiştirmek sizin elinizde! Sağ Ve Sol Beyin Beyin için, zekanın vücutta konumlandığı organ diyebiliriz. Beyin, hala pek çok bilinmeyenle dolu. Ancak, özellikle son yıllarda yapılan beyin araştırmaları; beynin yapısı, bölümleri ve bu bölümlerin fonksiyonları ile ilgili olarak bizi çok daha fazla bilgilendirdi. Beyinle ilgili olarak edindiğimiz bilgiler; beynin nasıl öğrendiği, sağ ve sol beynin fonksiyonlarının neler olduğu ve beyin kapasitesini nasıl destekleyebileceğimiz gibi konularda bizi daha donanımlı kılıyor. Anne –babalar ve eğitimciler için bu bilgiler hazine değerinde. Peki bebeğinizin beyninde neler oluyor? Bebek, beyni milyarlarca sinir hücresi ile donatılmış olarak dünyaya gelir. Sinir hücreleri, bebeğin karşı karşıya kaldığı her deneyim ve uyarıcı karşısında birbirleri arasında bağlantı kurarlar. Bu bağlantılar tekrarlanırsa kalıcı hale gelir ve kocaman bir ağa dönüşür. Bu ağ bir ömür boyunca kullanılacak olan zihinsel kapasiteyi barındırır. Bu, bebeklik döneminin zihinsel gelişim konusunda ne kadar belirleyici ve önemli bir dönem olduğunu bize gösteriyor.Bebeğinizin sizden aldığı genetik mirası ve doğumdan sonraki ilk yıllarda karşı karşıya kaldığı uyarıcılar ve deneyimler onun zekasının şekillenmesini sağlıyor. Sağ ve Sol beynin görevleri nelerdir? Bebeğimizin beyninin her iki tarafını da etkin bir biçimde kullanması ona neler sağlar? Yapılan araştırmalar, bir bütün olarak çalışmasına rağmen beynin sağ ve sol yarım kürelerinin görevlerini ve özelliklerini ayrı ayrı ortaya koymaktadır. Bu görevler genel hatları ile şöyle sıralanabilir; Sağ Beyin; Bilgiyi bir bütün olarak ve resimle işler.Tasvir ve semboller kullanır;resimlere şekillere ve renklere tepki verir. Sözel ifadeler dışında; müziğe vücut diline, dokunmaya tepki verir. Sezgicidir, önsezilerini ve hislerini takip eder. Nesnelerle soyut değil, duygusal olarak ilişki kurar.Uzaysal ilişkileri kullanır. Duygusal ve yaratıcı taraftır.Görerek ve duyarak öğrenir. Fanteziye, şiire, mecaza meraklıdır. Ayrıca vücudun sol bölümündeki duyusal organları ve vücut hareketlerini kontrol eder. Sol Beyin; Konuşma ve dil merkezidir.Analitik (adım adım ) düşünür.Mantıklı( akılcı yaklaşım) ve sistematiktir. Bilgiyi ardışık ve doğrusal işler. Ayrıntıcıdır. Sayısal işlemlerde üstündür. Sebep- sonuç ilişkilerini kullanır. Ayrıca vücudun sağ tarafındaki duyu organlarını ve vücut hareketlerini kontrol eder. Sağ ve sol beyin, ilk zamanlarda zannedildiğinden çok daha bütünsel olarak işler. Beynin her iki tarafını da etkin bir biçimde kullanabilen bireyler zihinsel kapasitelerini iki kat değil kat kat arttırmış olurlar. Bu nedenle çocuklarımızın hem yaratıcılıklarını ( sağ beyin ) hem de mantıksal düşünme güçlerini ( sol beyin ), ilk yıllardan itibaren desteklemeliyiz. Klasik eğitimler, daha çok sol beyin kullanımını desteklediği için pek çok yaratıcı yetenek yetişkin yaşlara aktarılamadan körelmektedir. Klasik IQ testleri de daha çok sol beynin işlevlerine ilişkin verileri değerlendirir. Yıllar önce beyinle ilgili araştırmalar sırasında konuşma ve dil’in merkezi olarak sol beyin keşfedilmiş ve bu özelliğinden dolayı yıllarca sağ beyinden çok daha fazla itibar görmüştür.Eğitim sistemleri sol beyni kullandıran, mantıklı ve analitik düşünmeyi geliştiren temeller üzerine oturtulmuştur. Ancak son yıllarda sağ beynin aslında ne kadar önemli işlevleri üstlendiği görülmüştür. Örneğin bir hukuk metni ya da kullanma kılavuzunu okurken sol beyin bece-rilerine ihtiyaç duyulur. Ancak mizahi bir metin ya da roman okuduğunuzda, tüm geçmiş deneyimlerimizden anlamı çekip çıkaran sağ beyne başvururuz. Büyük matematikçilerin sağ beyinlerini başta hayal güçleri olmak üzere ustaca kullandıkları bilinmektedir. Çocuklarımıza, mantıksak düşünme güçlerini destekleyecek ve yaratıcı çözümler geliştirmelerine yardımcı olacak bir ortamı daha okul öncesinde sunmalıyız. Kaynak: Alder, Harry. Yaratıcı Zeka, İstanbul, Ocak 2004
-
Bebeğimin Geleceği
BEBEĞİNİZİN GELECEĞİNİ PLANLAYIN! Anne ve baba olmak dünyanın en güzel duygusu! Bebeğiniz ilk günden itibaren hayatınıza yeni bir heyecan, yeni bir mutluluk kattı değil mi? İlk bakış, ilk gülüş, ilk kucağa alış… Hepsi sanki sihirli bir dünyanın kapılarını açıyor. Onu sadece sevmek yeterli değil, onun geleceğini güvence altına almak da gerekiyor. Her şeyden önce ona iyi bir eğitim vermek her anne ve babanın isteği. Eğitimin yanısıra sosyal ve kültürel faaliyetler de bir çocuğun sağlıklı gelişimi için vazgeçilmez. Bunu sağlamanın yolu ise maddi koşulların yeterli düzeyde olmasından geçiyor. Vakit kaybetmeyin Bebek bezleri, doktor kontrolleri, mamalar, aşılar... Bebeğin ne kadar çok masrafı var değil mi? Büyüdüğü zaman da şartlar değişmiyor. Okul, forma, kırtasiye, oyuncak, kıyafet... Bu masraflarla başa çıkmanın tek bir yolu var: Para biriktirmek! “En sağlıklı para biriktirme yolu nedir?” sorusunun yanıtı çok açık: Bebeğinizin adına ona özel bir hesap açtırmak! Banka hesabı ne kadar erken açılırsa elde edilecek birikim o kadar fazla oluyor.
-
Oyuncak Rehberi
Şekilli Kutular: Birbirinden farklı boyut ve şekillerdeki kutularla oynamak çocuğunuzun el becerisini geliştirme, nesne-boşluk uydurma, ayırt edebilme yeteneklerini destekleme açısından çok yararlıdır (6 Ay) -------------------------------------------------------------------------------- İç içe Geçebilen Kaplar: İç içe geçebilen kaplarla oynama, çocuğun birçok becerisini geliştirir. Kapları birbirine vurabilir, iç içe koyabilir, kuleler yapabilir, renklerine göre ayırabilir, altlarına bir şeyler saklayabilir. Böylece hem el becerileri, hem de hayal gücü gelişir. (6 Ay +) -------------------------------------------------------------------------------- Müzikli ve Sesli Oyuncaklar: Bütün çocuklar müzik sever! Üstelik müzik çalan ve farklı sesler çıkaran oyuncaklar, bebeğin dinleme ve belleğini kullanma yeteneklerini geliştirir. İlk başlarda gelişigüzel basıp sesler çıkarabildiği düğmelere daha sonra bilinçli olarak basarak yaratıcılığı da gelişecektir. (6 Ay +) (10 Ay +) -------------------------------------------------------------------------------- Hareketli Oyuncaklar Bebekler için emeklemeye ve yürümeye başlamak özgürlüklerine kavuşmanın ilk adımıdır. Hareket yetenekleri arttıkça, gördükleri her hareketli nesneyi yakalamak ve incelemek için istek duyarlar. Bu dönemde, peşinden emekleyebileceği ya da minik adımlarıyla yetişmeye çalışacağı hareketli oyuncaklar, bebeğiniz için teşvik edici bir rol üstlenerek onun daha kısa bir sürede başarıyla emeklemeyi ve daha sonra da yürümeyi öğrenmesini sağlayacaktır. (12 Ay +) (18 Ay +) -------------------------------------------------------------------------------- Şekillendirme Malzemeleri: Kil ya da hamur ile çocuğunuzun yaratıcı deneyimler yaşamasını sağlayabilirsiniz. Bu malzemelerle çeşitli şekiller yaparken çocuğunuzun yaratıcılığı gelişir, el kasları güçlenir, renkleri ve şekilleri öğrenir. (2 Yaş +) Play-Doh Oyun Hamurları -------------------------------------------------------------------------------- Banyo Oyuncakları: Bebeğinizin sudan korkmasını ve yıkanmaktan kaçmasını önlemek için banyoyu onun için keyifli bir hale getirmelisiniz. Suyla oyunlar oynamasına izin vererek ve ona sadece banyoda kullanabileceği çeşitli su oyuncakları alarak bebeğinizin yıkanmayı bir oyun olarak görmesini sağlayabilirsiniz. (12 Ay +) (18 Ay +)
-
Oyuncak Rehberi
Egzersiz Oyuncakları Yetişkinlerin olduğu gibi bebeklerin de sağlıklı bir bedene sahip olmak için bazı egzersizlere ihtiyaçları vardır. Egzersiz oyuncakları, sağlıklı bir şekilde bebeğinizin, kollarını, bacaklarını ya da tüm vücudunu hareket ettirmesini sağlar. Böylece bebeğiniz, eğlenirken bir yandan da fiziksel gelişimini destekleyici hareketler yapabilir. (0 ay +) Jimnastik oyuncaklari
-
Oyuncak Rehberi
Oyuncakların Önemi Bebeğiniz doğar doğmaz dış dünyayı duyu organları aracılığı ile tanımaya başlar. Çevresinde bulunan her nesne onun için uyarıcı ve öğretici niteliğindedir. Hızla büyüdüğü ve değiştiği ilk yıllarda oyun ve oyuncaklar, bebeğinizin neredeyse tüm zamanını alır. Duygusal ve fiziksel gelişim açısından, en doğal ve en aktif öğrenme ortamı oyun sırasında oluşmaktadır. Oyun, bebeğin hayal gücünü ve yaratıcılık yeteneğini geliştirir, düşünmeyi ve keşfetmeyi öğrenmesini, kendisine güven kazanmasını ve sosyalleşmesini sağlar. Oyunların vazgeçilmez öğeleri olan oyuncaklar, onun zihinsel, bedensel ve psiko-sosyal gelişimine yardımcı olur. Bir yandan bebek için eğlenceli anlar yaratırken diğer yandan da etkili bir eğitimsel görev üstlenir. Oyuncak, bebeği oyalayarak annenin rahat etmesini sağlayacak bir nesne olarak değil, önemli bir eğitim aracı olarak görülmelidir. Bebeğinizin gelişiminde bu derece önemli bir rol oynayan oyuncakların seçimini özenle yapmalı, alacağınız oyuncağın onun yaşına, gelişim dönemine, beceri ve ilgilerine uygun olmasına dikkat etmeli ve her zaman güvenilirliğini kanıtlamış markaları tercih etmelisiniz. Pedagoglar bebeğinizin ilk oyuncakları arasında bulunması faydalı olanları şöyle sıralıyor: Peluş Oyuncaklar Sarılıp uyuyabileceği yumuşacık bir peluş oyuncak, bebeğinizin yatağında kendisini güvende hissetmesini sağlayacaktır. Aynı zamanda onun için bir arkadaş görevi görecek ve belki de ileride ilk sohbetlerini onunla edecektir. Ayrıca, yumuşak bir oyuncağın bebeğinizin tenine değmesi onu uyaracak ve dokunma duyusunu geliştirecektir.
-
Çocuklara cep telefonu uyarısı
Metin Güneş/CNN TÜRK/Londra İngiltere’nin ünlü bilim adamlarından Sir William Stewart, çocukların cep telefonu kullanmalarına sadece gerekli olduğu zamanlarda izin verilmesi gerektiğini söyledi. Sir William Stewart tarafından yapılan en son araştırmada cep telefonlarının güvenli olmadığını gösteren herhangi bir kanıt bulunamadı ancak, önlem alınması gerektiği sonucuna varıldı. Beş yıl önce de çocukların cep telefonlarını sadece acil durumlarda kullanmaları gerektiğini belirten İngiltere Ulusal Radyolojik Koruma Kurulu üyesi olan Sir William Stewart, uyarının gözardı edilmesi nedeniyle endişe duyduğunu söyledi. "En çok etkilenenler çocuklar olacak" Sir William raporunda, "cep telefonlarının sağlık riski taşıdığı ortaya çıkarsa bundan en çok etkilenenler çocuklar olacaktır" dedi. Raporda ayrıca cep telefon vericilerinin uygun yerlere konulması için planlama yapılması gerektiği de belirtildi. İngiltere’de cep telefonlarının sağlık risklerini araştırmak için kurulan Cep Telefonu Telekomünikasyon ve Sağlık Araştırma Programı Başkanı Profesör Lawrie Challis ise "ben torunlarımın cep telefonunu gerekenden fazla kullanmasını kesinlikle istemem" dedi. Challis, "çocukların cep telefonlarından etkilendiğine dair elimizde kesin bir kanıt yok ama eğer sağlık bakımından bir sakınca varsa çocukların bundan daha kolay etkilenmiş olacağına dair nedenler mevcut" dedi. Callis: "Çocuklarımızın riske girmesini önlemek bizim sorumluluğumuz" Profesör Lawrie Callis, "bu konuda belirsizlik olması nedeniyle anne babalar olarak çocuklarımızın riske girmesini önlemek bizim sorumluluğumuzdur" diye konuştu. Geçtiğimiz yıl İsveç’in Karolinska Enstitütüsü tarafından 750 kişi üzerinde yapılan araştırmada, 10 yıl ve üzerinde bir süre boyunca cep telefonu kullananlarda, kulak tümörü oluşması riskinin diğerlerine kıyasla dört kat daha fazla olduğu ortaya çıkmıştı.
-
Beslenme çantası sütsüz olmaz
Süt sağlık için her yaşta düzenli olarak içilmeli ama süt içmenin okul çağındaki çocukların beslenmesinde ayrı bir önemi var. Ankara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Ruhi Selçuk Tabak, insan vücudunun ihtiyaç duyduğu protein, karbonhidrat, B ve D vitaminleri, mineraller, potasyum ve kalsiyumu alması için sütün en önemli besin kaynaklarından biri olduğunu belirtti. Tabak konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Özellikle 2004-2005 öğretim yılı ikinci yarısı başlarken sütün çocuk beslenmesindeki önemini yeniden hatırlatma gereği duyuyoruz. Çünkü süt protein, karbonhidrat, yağ gibi makro besin öğelerini ile mikro besin öğeleri vitaminler, mineralleri içeriyor. İlk altı ay bebeğe sadece anne sütü verilmesi gerekiyor. Sonrasında bebeğe verilen besinler bedensel ve zihinsel gelişim açısından önem taşıyor. Günde iki bardak süt 6 yaşında bir çocuğun kalsiyum ve fosfor ihtiyacının tümünü, B2 ve B12 vitamin ihtiyacının tamamına yakınını, günlük protein gereksiniminin ise yüzde 70’ini karşılıyor. Bu nedenle çocukların beslenme çantalarından sütü eksik etmemekte fayda var.” SÜT BEDENSEL VE ZİHİNSEL GELİŞİMDE ÖNEMLİ ROL OYNUYOR Doç.Dr. Ruhi Selçuk Tabak yapılan uluslararası araştırmalarda süt içerek alınan protein ve vitaminlerin çocuklarda boy uzaması ve gelişime olumlu etki yaptığı kanıtlandığını belirterek, sütün, çocuk gelişimine ve yetişkinlerin sağlıklı bir kemik yapısına sahip olmalarına olumlu etki ettiğinin altını çizdi. Sütün bileşiminde bulunan laktoz, vücudun aç kaldığında değerlendirdiği glikojen depolarına destek sağlayarak, enerji ihtiyacının karşılanmasına yardımcı oluyor. Süt, bileşimindeki yağ sayesinde tokluk duygusunun uzun sürmesini sağlayabiliyor. Sütün yapısında yer alan kaliteli, biyolojik değeri yüksek protein, yağ ve laktoz ile tüm mineral ve vitaminler, bağışıklık sisteminin korunması açısından büyük önem taşıyor. Kanser, kalp-damar hastalıkları ve osteoporoz gibi kronik hastalıklardan korunmak için de süt içmek gerekiyor.
-
Çocukların Yapmayacakları çok şey var
Ateş yaşamımızda önemli bir yer tutar. Ateşi hemen her alanda, yemek yaparken, ısınırken kullanırız. Ancak denetim altında tutamazsak ateş felaketleri de beraberinde getirir. Yanıklar, yaralanmalar ve hatta ölüm bile bu hallerde sizin ve en sevdiklerinizin çok yakınındadır. Akıllı ve yangın güvenliğini bilen çocuklar şu kuralları hep anımsamalıdırlar: •Asla kibrit, çakmak ya da benzeri ateş çıkartan aletlerle oynamayın. Bunları kardeşlerinizden, arkadaşlarınızdan da uzak tutun ve onların da oynamalarına izin vermeyin. •Evinizde yangın söndürücüle- ri, yangın korunma ve yanık ilk yardım malzemeleri olup olmadığını büyüklerinize sorun. Bunların ne zaman ve nasıl kullanılması gerektiği konusunda sizi eğitmelerini isteyin. •Bir yangın ya da acil durum durumunda evi ne biçimde ve nereden boşaltacağınıza dair bir planları olup olmadığını anne babalarınızdan öğrenin. Eğer böyle bir plan varsa mutlaka öğrenin ve belirli aralarla onlarla birlikte tekrar edin ve hatta uygulayın. Böyle bir plan yoksa, bunun yapılması gerektiğini onlara anımsatın. •Asla evinizde bulunan soba, ısıtıcı ya da benzeri ateşle çalışan gereçlerle oyun oynamayın. Bu gereçleri yakmaya ya da söndürmeye çalışmayın. Sıradışı bir durumda mutlaka büyüklerinize haber verin. •Eğer evinizde bir yangın çıktığını fark ederseniz, hiçbir şey yapmadan hemen anne ve babanıza haber verin. Eğer evde yalnızsanız hemen güvenli bir yoldan dışarı çıkın ve bir yetişkine durumu haber verin. •Eğer bulunduğunuz yerde yoğun duman varsa ağzınızı ve burnunuzu bir bezle kapatın, yere yüzüstü uzanın ve kapı ya da pencereden çıkmaya çalışın. Kardeşleriniz varsa onların da aynı şeyleri yapmalarına yardımcı olun. •Evden çıkarken her kapalı ka pıyı önce elinizin tersiyle yoklayın. Eğer sıcaksa kapıyı açmayın ve başka bir çıkış yolu arayın. Kapı soğuksa siper alarak dikkatlice açın ve dışarısının güvenli olup olmadığını anlamaya çalışın. •Elbiseleriniz tutuştuysa koşmak yerine yere uzanın ve alevler sönene dek sağa sola yuvarlanın ve ellerinizle yüzünüzü koruyun. •Evi bir kez terk ettikten sonra asla geri dönmeyin ve dışarıda önceden belirlenmiş bir buluşma noktasında anne ve babanızı bekleyin. •Anne babanızdan acil bir durumda polis ya da itfaiyenin nasıl aranacağını mutlaka öğrenin.•
-
Çocuklarda Kansızlık Sorununu Önemseyin!
Çocuklarda Kansızlık Sorununu Önemseyin! Bebeklik ve çocukluk döneminde demir eksikliğine bağlı kansızlık sorunu bazı hastalıkların habercisi olabiliyor. Bu nedenle ailelerin bebeklerde ve çocuklarda sık görülen kansızlığının belirtilerini iyi bilmesi ve zamanında uzmana başvurması gerekiyor. Kansızlık her yaşta görülebilen bir sorun. Ancak özellikle bebeklik ve çocukluk çağında daha sık rastlanıyor. Bunun temel sebebi bebeğin anne sütü almaması ve demirden eksik gıdalarla beslenmesi. Demir eksikliğine bağlı kansızlık basit bir sorun değil. Sadece fiziksel rahatsızlıklara neden olmakla kalmayıp bebeklerde zeka düzeyini de etkiliyor. Anne ve babaların kansızlık konusunda dikkatli olması belirtilerini ve etkilerini iyi bilmesi gerekiyor. Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat anemiyi şöyle tarif ediyor: "Anemi hemoglobin konsantrasyonunun veya kırmızı kan hücrelerinin (alyuvarların) sayısının beraber veya ayrı olarak o yaşa uygun normal değerlerin altına düşmesi sonucu oluşan bir klinik tablodur. Bu azalma sonucu kanın oksijen taşıma kapasitesi ve dokulara giden oksijen miktarı azalır. Kansızlık çocuklarda kendini çok değişik biçimde gösterir. Bu klinik tablo hiçbir bulgu olmamasından çok, hasta bir çocuğa kadar geniş bir yelpaze içerir." Çocuklarda aneminin nedenleri Prof. Dr. Canpolat çocuklarda aneminin oluşmasında diyetin çok büyük bir önemi olduğuna dikkati çekerek şöyle diyor: "Diyetin en önemli olduğu yaş grupları 6 ay ile 2 yaş arası, ve bir de adolesan dönemdir. Büyümenin çok hızlı olduğu bu iki dönemde demirden fakir yiyeceklerle beslenilmesi sonucunda demir eksikliği anemisi meydana gelebilir. Adolesan, kızlarda adet kanamalarının düzensiz ve fazla olması da demir eksikliğine katkıda bulunan bir faktördür. Kan yapımında önemli rol oynayan diğer iki besinsel faktör B12 vitamini ve folik asittir. Ancak bu iki besinin eksikliğine bağlı anemiler çocuklarda demir eksikliğine bağlı anemi kadar sık görülmezler." Sadece diyet değil bazı ilaçların kullanımı da çocuklarda anemiye neden oluyor. İlaçlar ya alyuvarların yıkımına katkıda bulunarak veya kemik iliğine doğrudan toksik etki göstererek alyuvar yapımını baskılamak suretiyle anemi meydana getiriyor. Çocuklarda kronik hastalıkların ve sık geçirilen enfeksiyonların anemiye neden olduğu bilinen bir gerçek Prof. Dr. Canpolat sebebini şöyle açıklıyor: "Kronik hastalıklarda alyuvarların yaşam süresi kısalmıştır ve kemik iliği ise yetersiz çalışmaktadır. Ayrıca demir kullanılmasındaki bozukluk ve böbrek hastalıklarında kanda toksik maddelerin birikmesi de alyuvar yapımını baskılayan faktörlerdir." Kansızlık nasıl anlaşılır? Süt çocuklarında huzursuzluk, davranış değişiklikleri, iştahsızlık, uykusuzluk veya normalin üzerinde uyuma gibi belirtiler görülürken daha büyük çocuklarda ve adolesanlarda yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, çabuk yorulma ve nefes darlığı gibi yakınmalar ile ortaya çıkıyor. Prof. Dr. Canpolat bu noktada bir uyarıda bulunarak şunları söylüyor: "Anemiyle birlikte lenf bezelerinin ve karaciğer ve dalağın da büyük olması durumunda çocuk hemolitik anemiler ve lösemi açısından mutlaka değerlendirilmelidir." Demir eksikliği anemisine dikkat! Çocuklarda en sık görülen anemi, demir eksikliği anemisi. Anne sütü ile beslenen bebeklerde ilk 6 ay demir eksikliği görülmüyor. Anne sütündeki demir çok kolay emilebildiği için büyüyen süt çocuğuna miktar olarak yeterli geliyor. Ancak altı aydan sonra ek gıdalar ile yetersiz demir alan bebek demir eksikliği tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor. Demir en çok kırmızı ette, yumurta sarısında, yeşil sebzelerde ve hububatta bulunuyor. Demir eksikliğinin gelişmemesi için etten ve sebzelerden gelen demirin dengeli alınması gerekiyor. Demir eksikliği anemisinin engellenmesi için diyete önem verilmeli, demirden zengin ek gıdaların zamanında ve uygun şekilde başlanmalı. Prof. Dr. Canpolat, "Prematüre bebeklere erken koruyucu demir preparatları başlanması gerektiğini hatırlatarak şöyle devam ediyor: "Anneden bebeğe demir transferi hamileliğin sonlarında yoğunluk kazandığı için bu bebekler demir depoları tam dolmadan doğarlar ve çoğu zaman yoğun bakımda kaldıklarından tetkikler için bebeklerden fazla kan alınmak zorunda kalınır." Tanı ve Tetkikler Demir eksikliği gelişen bebekler huzursuz, iştahsız oluyor ve uyku bozuklukları yaşıyor. Büyümesi ve gelişmesi duraklama gösteriyor. Hemoglobini çok düşerse cilt rengi de soluyor. Bunu anlamak zor değil. Bu solukluk en çok göz kapaklarının içine, ağız mukozasına, avuç içlerine ve tırnak yataklarına bakıldığında anlaşılıyor. Demir eksikliğine erken tanı konup tedavi edilmesi durumunda bu bozuklukların büyük bir kısmı düzelme şansına sahip. Prof. Dr. Canpolat tanı ve tetkikler konusunda şunları söylüyor: "Demir eksikliği anemisi saptanan çocukta dışkı ve idrar ile kan kaybı olup olmadığı araştırılmalıdır. Dışkı ile kan kaybı meydana getiren en önemli durumlar arasında peptik ülserler ve inek sütü alerjisi sayılabilir. Ayrıca bağırsakta bulunan polipler ve anüste mukoza çatlakları da kan kaybına neden olabilirler. Gaitada gizli kan testi birkaç kez tekrarlanmalıdır, zira kanama aralıklı olarak meydana geliyor olabilir." Tedavisi Tedavi ise çoğunlukla ağızdan verilen demir preparatları ile yapılıyor ve 3 ay kadar sürüyor. Tedavide ilk 2 ay hemoglobinin yükseltilmesi, 3 ay ise demir depolarının doldurulması amaçlanıyor.
-
Çocuklarda şaşılık problemi
Çocuklarda şaşılık problemi Estetik bir kusur olarak algılanan şaşılığın yarattığı en büyük sorun zamanla göz tembelliğine yol açması. Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Esra Üçbaşaran “Erken tanı konulmadığında kalıcı olabilen göz tembelliğinden şüphelenildiği anda çocuğun belirli bir yaşa gelmesi beklenmeden bir göz doktoruna götürülmesi gerekiyor!” diyor. Normal şartlarda her iki göz daima aynı anda aynı objeyi görüyor. Göz kaymasında ise bir göz düz bakarken diğeri içe, dışa, yukarı ya da aşağı doğru kayıyor. Genellikle tek gözde oluşan bu sorun, bazen her iki gözü de etkileyebiliyor. Bunun sonucunda çocukta; göz yorgunluğu, baş ağrısı, çift görme, görme bulanıklığı ve okuma zorluğu gibi yakınmalar görülüyor. Göz kaymasının en büyük özelliği tedavi dilmezse göz tembelliğine yol açması. Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi’nden Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Esra Üçbaşaran, erken tanı konulmadığı takdirde göz tembelliğinin kalıcı hale dönüştüğüne dikkat çekerek, “Bu sorun da görme yeteneğini yitirmeye başlayan çocuğun okul performansının düşmesine yol açtığı gibi ileride bazı meslekleri seçmesine engel teşkil edebiliyor” uyarısında bulunuyor. Yalancı şaşılık sizi korkutmasın Kimi bebeklerin gözleri genellikle sanki paralel bakmıyormuş gibi durabiliyor. Bunun nedeni, bebeklerin burun kökünün geniş olması. Bir başka sebebi ise gözlerde epikantus denilen burun kısmında bir cilt katmanının bulunması. İşte bu nedenlerden dolayı bebeğin gözlerinde şaşılık varmış gibi bir görünüm oluşabiliyor. Çocuk büyümeye başladığında ise paralelinde burun büyüyor, deri kıvrımları geriliyor ve yüz normal bir görünüm kazanıyor. Bunun sonucunda yalancı şaşılık durumu da kendiliğinden kayboluyor. Ancak bazı çocuklarda göz kayması gelişme çağında da devam ediyor. Dolayısıyla göz kaymasının gerçek olup olmadığını ancak bir göz doktoru ayırt edebileceği için bebeğin mutlaka bir göz muayenesinden geçmesi gerekiyor. Genellikle 3 – 4 yaşında ortaya çıkıyor Göz kayması genellikle doğuştan oluyor. Ancak büyüme çağında da ortaya çıkıyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Esra Üçbaşaran, doğuştan gelişen göz kaymasının altında çok çeşitli faktörlerin yattığına dikkat çekiyor. Bakın neler diyor: “Her gözün hareketini kontrol eden 6 kas mevcut. Bu kaslar gözü sağa, sola, yukarı ve aşağı doğru hareket ettiriyor. Gözlerin paralel kalıp belli bir noktaya odaklanabilmeleri için de kasların koordinasyon içinde çalışmaları gerekiyor. Kasların birinin ya da birkaçının işlevini yerine getirememesi durumunda ise bu denge bozuluyor ve göz kayması oluşuyor. Ayrıca doğuştan katarakt vakalarında göz gitgide görme fonksiyonunu yitiriyor. Bunun sonucunda da görmeyen göz arayış içine girerek içe ya da dışa doğru kaymaya başlıyor.” Göz kayması aslında genellikle büyüme çağında, yani 3-4 yaşlarında ortaya çıkıyor. Gelişme çağındaki çocuklarda görülen göz kaymalarının altında ise genellikle miyop ve hipermetrop sorunu yatıyor. Yüksek hipermetropide içe, yüksek miyopide ise dışa doğru kayma gelişiyor. Aileden kalıtsal geçiş, kafa travması ve ateşli hastalıklar da göz kaymasına yol açan diğer faktörleri oluşturuyor. Göz tembelliğine çözümler Peki göz tembelliği sorununda nasıl bir yöntem izleniyor? Op. Dr. Esra Üçbaşaran soruyu şöyle yanıtlıyor: “Sağlıklı gören göz bir bandajla kapatılarak tembel gözdeki görmenin güçlenmesi sağlanıyor. Göz tembelliğinde aynı zamanda gözlük ve egzersizlerden de yararlanılıyor.”Göz tembelliği ile ve çocuk tarafından fark edilmeyebilir. Çünkü tek göz görüyordur. Ancak gözleri tek tek kapatarak muayenede ortaya çıkar. Tedaviye erken başlanması göz tembelliğinin önlenmesi ve üç boyutlu görmenin sağlanması açısından büyük önem taşıyor. Bu nedenle şaşılık şüphesi olan her çocuğun belirli bir yaşa gelmesi beklenmeden göz hekimine götürülmesi gerekiyor. Op. Dr. Esra Üçbaşaran, hiçbir sorun olmasa bile her çocuğun gözlerinin doğar doğmaz ve 3 yaşındayken mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Soruna erken tanı konulduğunda görme kaybına yönelik tedavi uygulanıyor ve bu sayede gözde kayma oluşmuyor. Okul çağından itibaren de bu muayenelerin 18 yaşına kadar belli periyotlarda devam etmesi öneriliyor. Özellikle ailede göz tembelliği sorunu yaşayanlar ya da gözlük kullananlar varsa, bu rutin muayeneler çocuğun göz sağlığı açısından çok daha önem kazanıyor. Günümüzde göz kaymasına yönelik tedavi yöntemi altta yatan nedene göre değişiyor. Örneğin miyopi sorunlarında gözlük tedavisi uygulandığında göz paralel duruma geliyor. Peki ya çocuk gözlüğünü çıkardıktan sonra kayma devam ediyorsa? Op. Dr. Esra Üçbaşaran sorumuzu yanıtlanıyor: “Gözlük taktığında çocuğun gözü tekrar paralel duruma geliyorsa, cerrahi yönteme başvurmak gerekmiyor. Çocuğa gözlük takma alışkanlığının kazandırılması gerekiyor. Gözlüğe rağmen göz içe ya da dışarı doğru kayma devam ediyorsa çocuk bir süre takibe alınıyor. Bu süreçte sorun devam ederse, gözlük tedavisinin yanı sıra cerrahi yöntemden de yararlanmak gerekiyor
-
Bebeğim ne zaman konuşmaya başlayacak?
Bebeğim ne zaman konuşmaya başlayacak? Her anne ve baba bebeğinin bir an önce konuşmasını ister değil mi? Ancak bazı çocuklar için konuşmaya başlamak zaman alabiliyor. International Hospital Konuşma ve Lisan Patolojisi Uzmanı Burcu Ardaman konuşma ile ilgili merak edilen tüm soruların yanıtlarını veriyor. Bir çocuk hangi yaşta konuşmaya başlar? Uzm. Burcu Ardaman : Bebeğin hayatının ilk birkaç haftası yemek yemek ve uyumak gibi biyolojik olaylardan oluşsa da, çok geçmeden anne babalar ikili iletişime şahit olmaya başlarlar. Bebeğin anneye bakıp gülümsemesiyle tek taraflı olan iletişim bebeğin bir tepki vermesiyle çift taraflı hale dönüşür. İlk aylardaki bu sözsüz iletişim bebek büyüdükçe şekil değiştirerek sözlü bir hal alır. Üçüncü aylarında bebekler daha çok sesli harflerin duyulduğu agulamalara başlarlar. Seslerinden aç mı ya da kızgın mı oldukları rahatça anlaşılır. 5-6 aylık bebekler sesli oyuna başlar. 9-12 ay arası bebekler ses mekanizmalarını daha iyi kontrol edebildiklerinden hisleriyle sesleri arasındaki paralellik artar. İlk senenin sonuna doğru bebekler lisanın vurgularını, sesleri ve bunu iletişim aracı olarak kullanmayı öğrenir. İlk anlaşılır kelimeler 12-18 ay arası ortaya çıkar. Ancak bu dönemde bebek daha önce kullandığı anlamsız lisanı tamamen elden bırakmaz, kelime haznesi genişleyene kadar bu sistemden yararlanmaya devam eder. Şunu da unutmamak gerekir ki bebekler bireysel farklılıklar gösterir. Birinin belli ayda yaptığını diğeri de aynı zamanda yapacak diye bir şart yoktur. Sahip olduğunuz kitabi bilgiler uygulamayla birebir paralellik göstermeyebilir. Unutmayın ki aklınızda bir soru işareti oluştuğunda en sağlıklı yol bir uzmana danışıp bilgi almaktır. Çocuğun hangi yaşta hangi sesleri söyleyebilmesi gerekir? Uzm. Burcu Ardaman : Bir bebeğin seslerle olan yolculuğu doğumla başlar. İlk 6 haftada öksürmek, ağlamak gibi refleksif sesler çıkarır. Sonraki 6 ay agulamalar ve ses oyunlarıyla geçer. 7-10 ay arası ba-ba-ba, ma-ma-ma, de-de-de gibi hece tekrarları ve daha sonrasında da-ba-ma gibi farklı hecelerin birleştirilmesiyle geçer. Bu dönem pek çok anne baba tarafından gerçek kelimelerin ortaya çıkışıyla karıştırılabilir. Çoğu zaman bu tekrarlar bebek tarafından anlamlı kullanılan kelimeler değildir. Bebeklerin erken dönemde en rahat çıkardığı sesler /a/, /b/, /m/ ve /y/ sesleridir. Yaklaşık 2 yaş civarı bunlara diğer sesli harfler ve /k/, /g/, /p/, /d/, /f/, /n/ gibi sessizler eklenmeye başlar. 3 yaş ve sonrasında da sessiz harflerin kalanları yerine oturur. Seslerin ortaya çıkmaları erken yaşlara denk gelse de bu seslerin günlük konuşmada çocuklar tarafından doğru kullanılmaları daha uzun bir zamana yayılır. Örneğin /r/ sesinin normal gelişen 4 yaşındaki bir çocuk tarafından dönem dönem yanlış kullanılması şaşırtıcı değildir. Ne zaman bir problemden söz edilir? Uzm. Burcu Ardaman : Problemler değişik zamanlarda karşımıza çıkabilir. Konjenital yani doğuştan olan problemler mevcut olabilir (örneğin işitme engeli) veya bebeklikte geçirilen bir hastalık sonrasında normal gelişen bebekler geri kalabilir. Üçüncü bir grup ise herhangi bir genetik ya da organik nedene bağlı olmadan, sadece stimülasyon eksikliği veya oral-motor gelişimin yavaş tamamlanmasından dolayı konuşma ve lisan gelişimi yaşıtlarına göre geriden gelen çocuklardır. Burada her ne kadar genetik veya organik bir sebep yok desek de bu, bu problemlerin kendiliğinden çözüleceği ve ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Bir konuşma ve lisan patoloğu olmadıkları sürece anne babalar için neyin ne zaman problem olduğuna karar vermek çok zordur. Eğer çocuğunuz söylediği birkaç kelime dışında yeni kelime öğrenmiyor, söyledikleri çevresindekiler tarafından anlaşılmıyor veya bir takım ses ve lisan hataları zaman içinde düzeleceğine hiçbir değişiklik göstermiyorsa bir uzman görüş almakta fayda vardır. Bazen bu durum evde anne babaların uygulayacağı birkaç taktikle çözülecek kadar basittir. Bazen de erken teşhis ve tedaviyle çocuğunuzun iletişim zorluğu daha kısa sürede ortadan kalkmış olacak ve ilerleyen yaşın beraberinde getireceği sosyal, akademik veya duygusal zorluklar en aza indirilmiş olacaktır. Konuşma ve Lisan açısında gelişebilecek problemlerin nedenleri nelerdir? Uzm. Burcu Ardaman : Konuşma ve lisan sistemleri çok daha geniş bir sistemin, merkezi sinir sisteminin bir parçası olduğundan bu sistemde meydana gelen herhangi bir aksaklık konuşma ve lisana da yansıyabilir. İşitme kaybı, öğrenme bozukluğu, oral deformiteler, doğuştan olan beyin hasarları veya damak/dudak yarıkları çocuklarda değişik seviyelerde iletişim problemleri yaratabilir. Bunların haricinde tamamen gelişimsel kaynaklı geç konuşmalar ve telaffuz hataları da mevcuttur. Sebebi ne olursa olsun hiç unutulmaması gereken nokta bir uzmana danışmak için beklememek ve gereken tedavinin gecikmeden başlamasıdır. Her çocuğun birbirinden farklı olduğu, gelişimlerinin farklılık gösterebileceği ve biri için doğru olanın diğeri için geçerli olmayabileceği unutulmamalıdır. Aile tedavi için kime başvurmalıdır? Uzm. Burcu Ardaman : Konuşma ve lisan bozukluklarının tedavisinde en önemli nokta doğru uzmanı bulmaktır. İster çocuk ister yetişkinlerde olsun konuşma, lisan ve yutma bozukluklarını tedavi eden uzman konuşma ve lisan patoloğudur. Konuşma ve lisan patolojisi, psikoloji, pedagoji veya odyolojiden farklı, başlı başına bir bilim dalıdır. Buna bağlı olarak eğitimi de bu saydığım dalların eğitiminden farklıdır.Şu anda dünyaca kabul edilen altın standart Amerikan Konuşma Lisan ve İşitme Derneği tarafından akredite olmuş bir üniversitede iletişim bozuklukları üzerine lisans ve master eğitimini tamamlamış ve yine bu dernek tarafından, gerekli sınav ve stajları tamamladıktan sonra, klinik yeterlilik belgesi verilmiş olan konuşma ve lisan patologlarıdır. Konuşma ve lisan bozukluklarının tedavisinde yetkisi ve bilgisi olmayan pedagog, psikolog gibi uzmanlardan sonuç beklemek tedavi sürecini uzatacak ve bazı sorunların kalıcı olmasına sebep olacaktır. Konuşma terapisi her çocuğa uygulanır mı? Uzm. Burcu Ardaman Herhangi bir nedenle iletişim problemi çeken her çocuk (ve yetişkin) konuşma ve lisan terapisinden fayda görür. Ancak her çocuk aynı yöntemle öğrenecek ve aynı şekilde motive olacak diye bir şart yoktur. Burada o çocuk için işe yarayan, yaratıcı metotlar bulmak konuşma velisan patoloğunun işidir. Ayrıca tedaviye zamanında başlamak ve aksattırmadan devam etmek de terapiden sağlanacak faydayı maksimum seviyeye çıkaracaktır. Konuşmaya geç başlama dışında çocukluk çağında sık görülen konuşma ve lisan bozuklukları nelerdir? Uzm. Burcu Ardaman : Küçük yaşlarda bebeklerden beklediğimiz en önemli iki atılım konuşmaya ve yürümeye başlamalarıdır. Bu nedenle çocuğumuzun konuşmaya başlamasındaki gecikme dikkatimizi çekerken konuşma başladıktan sonra ortaya çıkabilecek aksaklıklara aynı derecede dikkat etmeyebiliriz. Bir konuşma ve lisan patoloğu olarak çocuklarda sıklıkla görüdğüm iletişim problemlerini doğuşta olan ve sonradan gelişen bozukluklar olarak ikiye ayırmam mümkün. Doğuştan bir probleme bağlı olarak gelişen bozukluklar doğal olarak anne babaların da çoğu zaman hemen dikkatini çeker. Örneğin damak/dudak yarığıyla doğan bir çocukta bunu atlamak mümkün değildir. Ancak burada önemli olan gerekli cerrahi müdahalelerden sonra çocuğun düzenli olarak bir konuşma ve lisan patoloğu tarafından takip edilmesi ve bu doğumsal anomaliye bağlı sonradan gelişebilecek konuşma ve lisan komplikasyonlarına karşı gerekli önlemlerin alınmasıdır. Doğuştan olan veya sonradan bir hastalığa bağlı gelişen işitme kaybına karşı da annne babalar tetikte olmalıdır. Zira çocuğun duyduğunu anlamaması konuşma gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir. İşitme kaybı erken saptanıp, erken dönemde gerekli amplifikasyon ve tedavi sağlanan çocukların konuşmalarının da o kadar normal gelişen yaşıtlarınınkine yakın olduğu görülmüştür. Artikülasyon bozuklukları sık karşılaştığımız başka bir ana gruptur. Bu bozukluklar daha geniş bir sendromun bir parçası olabilecekleri gibi basit bir gelişimsel sorundan da kaynaklanabilirler. Özellikle gelişimsel artikülasyon bozuklukları anne babaların sevimli bulmaları veya bir uzmana danışmakta yeterince erken davranmamaları sonucu gereğinden büyük problemler haline gelebilir. Artikülasyon bozuklukları çoğu zaman erken dönemde, doğru uzman görüşüyle basit ve çabuk çözümlenir. İletişim bozuklukları ayrıca otizm spektrumunun bir parçası olarak de kendilerini gösterir. Gerek alışılmış gerek alternatif iletişim sistemleri bu çocuklara çevreleriyle iletişim kurmayı başarılı bir şekilde öğretir. Ayrıca lisan bozuklukları öğrenme bozukluklarının bir parçası olarak karşımıza çıkabilir. Konuşma ve lisan patologları öğrenme bozukluğunu tedavi etmez ama bunun parçası olarak lisan geriliği gösteren çocuklara gramer, okuma ve yazma gibi lisanın bazı komponentlerinde yardımcı olur. Günümüzde tedavisinde çok çelişkili yöntemler olan kekemelik de bir iletişim problemidir ve rehabilitasyonu konuşma ve lisan patologları tarafından yapılır. Bu konuda ticari amaçla pazarlanan pek çok alet ve yöntemin uzun vadede etkili olmadığı görülmüştür. Bugün çocuklarda hakettiği ilgiyi göremeyen bir konu da ses hastalıklarıdır. Bu yaşta ortaya çıkan ses kısıklıkları, vokal patolojiler veya sesin kalitesindeki bozukluklar çocuğunuzun ileriki yıllardaki sesini etkileyebilir ve kalıcı hasar bırakabilir. Bunların erken tedavisinde de vokal rehabilitasyon için bir konuşma ve lisan patoloğuna başvurmak çok önemlidir.
-
En Uygun Doğum Yaşı
En Uygun Doğum Yaşı En uygun yaşlar 20 ile 30 arasıdır. Doğum aralıklarının en az 2 yıl olmasını sağlayarak hem kendinizi hem de bebeğin sağlığını daha iyi koruyabilirsiniz. 35 yaş üzerindeki annelerde problemli gebelik riski yüksektir, ancak sağlıklı ve kendine dikkat eden annelerde bu risk azalır. 18 yaşından küçük kadınlarda ise ölü doğum ve düşük kilolu bebek doğurma riski yüksektir. Fertilite (doğurganlık) her kadın için farklıdır. Eğer anneniz erken bir yaşta menopoza girip doğurganlığını kaybettiyse,bunun sizin içinde böyle olması muhtemeldir.Hatta ailede ki diğer kadınlarda da benzer durumlar söz konusudur.Tıpta bilinen bir gerçek erken menopozun kalıtsal olduğu ve kız ile annenin bu konuda aynı kaderi paylaştığıdır. Ayrıca doğurganlık yaşla birlikte azalmaktadır.20 yaşında doğum kontrol yöntemi kullanmayan, düzenli ilişkiye giren ve bir çocuk isteyenlerin %20’si başarıya ulaşıyor. Bu oran 30 yaşında %15’e ve 35 yaşında %10’a iniyor. 40 yaşında ise bu oran %5. 35 yaşından sonra anne olmak Hamilelik hangi yaşta olursa olsun risksiz değildir ama yaşın ilerlemesi ile bu riskler artar. Bu risklerin en önemlisi Down sendromlu bir çocuk doğurmaktır. Down sendromlu görülme sıklığı annenin yaşı ile beraber artar. Bu risk anne 20 yaşındayken 10000 de 1; anne 35 yaşındayken 1000 de 3, anne 40 yaşındayken ise 100 de 1’dir. Down sedromu ve başka kromozomsal anormalliklerin yaşlı annelerde daha sık olmasının nedeni annenin yumurtalarının yaşlanması ve zaman içinde zararlı madde, kimyasal, röntgen ve enfeksiyonlara daha çok maruz kalmasından olduğu düşünülmektedir. Down sendromunun tedavisi olmamakla beraber doğum öncesi tanı yöntemleri ile rahim içinde tanısı konabilmekte ve gerekirse gebelik sonlandırılmaktadır. Yaşı 35’in üzerinde olan annelerde yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kalp damar hastalığı gelişme riski artmıştır. Ayrıca düşük, erken doğum ve doğum sonrası kanama daha sıktır. İlerlemiş yaş, anne adayını tek başına yüksek riskliler kategorisine sokmaz.Ama bir çok bireysel riskin toplamı bunu yapar. Yaşı ileri anne risk etmenlerini en aza indirmek için çaba gösterir ve doktoru ile işbirliği içerisinde olursa sağlıklı bebek doğurma şansı çok artar. Geç yaşta anne olmanın artılarıda vardır. Bu kadınlar iyi eğitimlidir, işleri, mevkileri vardır ve daha olgundurlar; bu da onları iyi anne yapar. Daha ileri yaşta ve görmüş geçirmiş olduklarından; genç annelere göre, bebeğe bağlanıp kalmaktan daha az yakınırlar.
-
Kızlar & Erkekler Ve Farkları
Kızlar & Erkekler Ve Farkları Bebek bekleyen anne adaylarının kimi oğlu olsun ister, kimi kızı. Oysa onlar arasındaki minik farklılıkları bildiğiniz takdirde cinsiyeti ne olursa olsun harika ilişkiler kurmanız mümkün. İşte, size bazı ipuçları. Bir bebeğiniz olduğunda çevrenizdeki herkesin ilk sorduğu soru şudur: Kız mı yoksa erkek mi? Siz de bu cinsiyete göre oda takımının renkleri belirlersiniz, oğlunuza mavi tulumlar, kızınıza pembe elbiseler seçersiniz, oyuncak seçimindeki kriterleriniz ise bellidir: Kızsa bebek, erkekse araba. Sadece sizin değil, hepimizin farkında olmadan yaptığı tüm bu tercihler akıllara şu soruyu getiriyor: Çocukların karakteristik özellikleri doğuştan mı yoksa bizim yönlendirmemiz sonucu mu oluşuyor? Birçok uzman her iki etmenin de bu konuda etken olduğunu belirtiyor. Yapılan araştırmalar da bu görüşü destekliyor. Örneğin, bebeklerin anne karnındaki gelişimi sırasında erkeklerde beynin sağ tarafı, kızlarda ise sol tarafı öncelikli olarak gelişiyor. Bu durum şu anlama geliyor: Beynin sağ tarafının önce gelişimi sonucu erkekler fiziksel aktivitelerde başarılı olurken, sol tarafı öncelikli gelişen kızlar yazı yazma ve konuşmada başarılı oluyorlar. Bununla birlikte ailelerin ve toplumun yetiştirme biçimi de karakter oluşumunda önemli bir rol oynuyor. Erkek çocukların kızlara oranla daha yaramaz oldukları bir gerçek. Ancak yapılan araştırmalar şunu gösteriyor: Anneler erkeklerin daha yaramaz olduğuna baştan kendileri inandırdıkları için, onlara karşı daha toleranslı oluyorlar. Hiç şüphe yok ki, doğdukları andan itibaren kız çocukları ile erkekler arasında gerek fiziksel, gerekse ruhsal birçok farklılık var. Erkekler hastalığa yatkın Bebekliklerinden itibaren erkekler kızlara oranla fiziksel olarak daha çabuk incinebiliyor. Zaman geçtikçe de bu durum değişmiyor. Erkekler kızlara göre çok daha çabuk hastalıklara yakalanıyor ve ölüm oranları daha yüksek oluyor. Uzmanlar, testesteron hormonunun bu durumu yarattığı görüşünde birleşiyorlar. Boy ve kilo Ortalama olarak erkekler kızlara oranla daha ağır ve uzun oluyorlar. Bu şu anlama geliyor: Erkekler daha kilolu olduğu için oturmayı daha yavaş gerçekleştiriyorlar. Ama, onlara destek olan daha ağır bacakları sayesinde çok çabuk yürümeyi öğreniyorlar. Bu adımdan sonra gelişim süreci eşit seviyede devam ediyor. Sosyal davranış Yenidoğan kızlar, erkeklere oranla daha sosyal ve konuşmaya yatkın olurlar. Yaşamların ilk haftalarında kız çocukları erkeklerden 2 misli fazla gülümserler. Tabi ki bu farklılığın sebebi sizin kendi davranış biçiminizden kaynaklanıyor olabilir çünkü kız çocuklarla konuşmaya dayalı ve yumuşak bir ilişki kurulur. İlk tepkiler Amerika Birleşik Devletleri´nde yapılan bir araştırma bebeklikten itibaren erkeklerin, annelerinin negatif davranışlarına daha sert tepki verdiklerini ortaya koyuyor. Özellikle bir istekleri rededildiği takdirde bunu kızlara göre daha zor kabulleniyorlar. Yaramaz erkekler Ebeveynler erkek çocuklarla daha çok bedensel güce dayalı, hareketli oyunlar oynadıkları için erkekler genellikle fiziksel aktivite gerektiren oyunları tercih ediyorlar. Bu durum da onların daha yaramaz olmalarına neden oluyor. Oysa kız çocukları daha çok hayal gücüne yönelik oyunları benimsiyorlar. Bağımsız kızlar Çocuklar 2 yaşa doğru yürüme, konuşma, beslenme ve tuvalet alışkanlığını edinme ile birlikte bağımsız davranışlar geliştirirler. Annelerin erkek çocuklarına daha toleranslı ve daha koruyucu davranmaları, kız çocuklarının ise anneleri tarafından daha çok eğitilmesi bu durumu yaratan etmenlerin başında geliyor. Kızlar ayrıca okul öncesi döneme oldukça yatkın bir yapıya sahipler ve sosyal ilişkilerin kurallarını daha çabuk öğrenebiliyorlar. Oyuncak seçimleri Bu konuyla ilgili yapılan bir çalışmaya göre kızlar erkeklere ait oyuncaklar ile rahatlıkla oynamayı kabullenirken, erkekler kızlara ait oyuncaklarla oynamayı kabul etmiyorlar. Uzmanlar bu durumu şöyle açıklıyor: Ebeveynler, kızların erkeklere ait oyuncak ile oynamasına ses çıkarmazken, erkeklerin kızlara ait oyuncaklarla oynamasına tepki gösterirler. Dil öğrenme Kızlar normal olarak erkeklere göre çok daha çabuk ve uzun cümlelerle konuşmaya başlarlar. Erkekler ise genellikle geç konuşmaya başlarlar. Bu farklılığın sebebi muhtemelen kızların beyinlerin sol tarafının erken gelişimi ve özellikle babaların kız çocuklarıyla erkeklere göre 2 misli çok konuşmaları ile açıklanıyor.
-
Çocukluk Astımını Tanıyor Musunuz? (ınternational
Çocukluk Astımını Tanıyor Musunuz? (ınternational Hospital) Çocukluk astımı hakkında bilinmesi gereken en önemli noktalar… 1-)Astım nedir, belirtileri nelerdir? Bilimsel adı “bromşial astma” olan ve halk arasında astım adı verilen hastalıkta hava yollarında sürekli bir iltihap ve aşırı bir hassasiyet olur. Bu iltihap ve aşırı - hassasiyet nedeniyle hava yolları zaman zaman daralır, bunun sonucunda hastalarda nefes darlığı, hırıltı (nefes alıp verirken göğüsten ıslık gibi ses gelmesi), öksürük, balgam çıkarma, kokulara ve soğuk havaya karşı aşırı hassasiyete hassasiyet ortaya çıkar. Bu belirtilerin zaman zaman görülmesi ve arada hastaların bir süre iyi olması astımın en önemli özelliklerinden biridir. Bu belirtilerin aniden ve çok şiddetli bir şekilde ortaya çıkmasına akut astım atağı adı verilir. 2-)Astımın sebebi nedir? Astımın kesin sebebi bilinmemekle beraber temelde doğuştan gelen bir yatkınlığın bulunduğu ve bazı faktörlerin bu yatkınlığı hastalığa dönüştürdüğü biliniyor. Astımın ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler bunlardır: a) Ailevi ve bünyesel yatkınlık (atopi), Ev içi ve ev dışı allerjenler, c) Çocukluk döneminde geçirilen bazı akciğer hastalıkları, d) Hava kirliliği, e) Evde sigara içilmesi, f) Çocuğun erken doğması (prematüre olması). 3-)Anne veya babada astım olması çocuklarda da astım oluşmasına yol açar mı? Allerjik hastalıklar ve astımda ailevi bir yatkınlık olduğu tartışmasız bir şekilde ortaya konuluyor. Bugünkü bilgilere göre anne veya babadan biri allerjikse çocuğun allerjik olma ihtimali yaklaşık %25 - 30, hem anne hem de baba allerjikse bu ihtimal yaklaşık % 50 - 60’lara kadar çıkıyor. Ancak bu bilgilerden allerjik hastalıkların mutlaka ailevi olacağı sonucunu çıkarmamak gerekir. Ailesinin hiç bir bireyinde allerjik hastalık olmayan çocuklarda da allerjik hastalıklar görülebilir. 4-)Astımın yer, iklim ve mevsimle ilşkisi var mıdır? Astımı sıcak ve nemli iklimlerde daha sık görülür. Ayrıca doğal yaşam koşullarının ortadan kaldırılıp yerlerine büyük kentlerin kurulduğu, hava kirliliğinin arttığı ve ev içi allerjenlere yoğun maruz kalınan durumlarda da astım sıklığını artırmaktadır. Ülkemizde astım en sık Karadeniz, Çukurova ve Marmara bölgelerinde görülmektedir. Mevsimler içinde de astım belirtileri en sık kışın ve ilk baharda artmaktadır. Bunda hava kirliliğinin ve solunum yolu enfeksiyonlarının kışın, polenlerin ise ilk baharda artmasının çok önemli rolü vardır. 5-)Deri testleri niçin yapılır? Deri testlerinin yapılmasındaki amaç allerjiden şüphelenilen bir kişinin neye karşı allerjisi olduğunu saptamaktır. Bunun için deriye çok azz miktarda allerjen verilerek oluşan tepki değerlendirilir. Deri testleri ile en çok şu maddelere karşı allerji araştırılır: besinler, ağaç, çayır ve ot polenlei, ev tozu akarları, hayvan tüuleri, böcekler ve mantarlar. 6-)Çocukluk astımı tam olarak tedavi edilebir mi? Çocukluk dönemindeki astım ne kadar şiddetli ise erişkin yaşlara kalıcılığı da o oranda fazla olmaktadır. Özellikle hafif olan vakalar başta olmak üzere kendi haline bırakılan çocukların yaklaşık %30 - 50’ sinde gençlik döneminde belirtiler kaybolmakla beraber tam olarak silinme çok az vakada olmaktadır. Bu durum sıklıkla hastalığın tedavisinde bir aksamaya yol açmaktdrı. Yapılan araştırmalar hastalığın çocukluk döneminde önemsiz gibi göründüğü vakaların %5 - 10‘ unda ileri yaşlarda ciddi astım tablosu ortaya çıkmaktadır. Burada verilen oranların hastalığın tedavi tedavi edilmemesi durumunda geçerli olduğunu, günümüzde çok etkili tedavbi yöntemleri ile astımın -özellikle çocuklarda- çok yüksek oranlarda tedavi edilebildiğini biliyoruz. 7-)İmmünıterapi (Aşı tedavisi) nedir? Allerjik hastalıkların bazılarında (astım, saman nezlesi gibi) allerjiden sorumlu maddenin küçük miktarlarda hastaya verilmesi ve bunun giderek arttırılması ile hastanın ilgili allerjenlere duyarlılığı azaltılabilir. Bu tedaviye immünoterapi veya halk arasındaki adı ile “aşı tedavisi” denir. Bu tedavi günümüzde bir kaç ülke dışında bütün dünyada uygulanmakta ve doğru uygulandığı taktirde de etkiki olduğu kabul edilmektedir. Ancak immünoterapinin uygulanabilmesi için hastanın mutlaka allerjik olduğunun gösterilmesi ve ilaç tedavisine rağmen düzelmemiş olması gereklidir. 8-)Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar zararlı mıdır? Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar astımı edavi eden ve astım belirtilerini kontrol eden ilaçlar olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Diğer bütün ilaçlar gibi bu ilaçlar da insan vücuduna yabancı kimyasal maddeler oldukları için az da olsa yan etkileri ihmal etmenin bir sakıncası yoktur. Bu yan etkilerin hiç biri hayati bir tehlike yaratmaz ve çoğunlukla ilaçlar bırakılınca kaybolur. Astım ilaçlarının bağımlılık yapması söz konusu değildi. 9-)Astımda uygulanan bilimsel olmayan (alternatif) tedavi yöntemleri nelerdir? Astımın bütün dünyada yaygın olması ve çok eski zamanlardan beri bilinmesinden dolayı bu hastalıkları ortadan kaldırmak için çok çeşitli tedavi yöntemleri kullanılmıştır. Bugünki bilimin ışığında kesin olarak etkili olmadıkları gösterilen bu tedavi yöntemlerinin bir kısmı ne yazık ki ülkemiz dahil birçok yerde halen uygulanmaktadır. Bunlar arasında sayabileceğimiz mağaraya inme, nötralizasyon tedavisi, homeopati, eliminasyon diyetleri, bıldırcın yumurtası yeme, bal ve polen yeme, laser veya akupunktur uygulaması gibi yöntemlerin astımdan tamamen veya önemli ölçüde kurtulmak mümkündür. Bir kısmı tehlikeli de olan bu tedavi yöntemleri ne yazık ki genellikle ticari gayelerle uygulanmakta ve hastaların maddi kayıplarının yanısıra çağdaş tedavi yöntemlerine geç yönelmelerine de yol açmaktadırlar.