Taraf ta dün Enver Gülşen in bence harika bir yazısı vardı onu koymak istedim.
Auschwitz’in kurbanları, görüyor musunuz?
ENVER GÜLŞEN
İnsanlığın son çırpınışlarını yaşadığı, vicdan gölünün kuruyup minicik birikintilere dönmeye başladığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlık son nefesini veriyor Gazze’de... Son çırpınışları ile tekrar bir hayat ırmağı yaratmak için kendi canını bile verebilen Rachel Corrie gibi insanlar da var bereket. Kendi celladına gülümserken, başkasının celladına kendi kafasını uzatabilecek kadar yüce gönüllü insanlar.
Adorno “Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz” derken, Auschwitz’de kurban olanların bugün cellat olduğunu görseydi ne hissederdi acaba? Ya Benjamin, Nazilerden kaçarken, yakalanacağını anlayınca intihar eden Benjamin? Öteki ile kurulacak ahlaki ilişki üzerine yazıp durmuş Levinas ne düşünürdü bugün Gazze’yi bombalayan soydaşlarını görseydi? Levinas’ın, İsrail’in 67’deki işgaline hiçbir karşıt şey söylemediğini, bu konuda tek kelime dahi yazmadığını biliyoruz gerçi; ama bugün bombalanan Gazze’de ölenleri canlı yayında görseydi, herhalde yeni bir “ötekilik” teorisi kurması gerekirdi.
Gazze, Auschwitz kurbanlarının torunları tarafından iki yıldır tam anlamıyla bir açık hava hapishanesi haline getirildi. Batı Şeria ve Gazze kırk yıldır işgal altında. İki yıldır susuz, elektriksiz, ilaçsız, yiyeceksiz bırakılan Gazze’nin çektiği acıları tüm dünya naklen izliyor. En büyük zalimlerin, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkacağını söyleyen Cioran’ın söylediklerini kanıtlar mahiyette, İsrail, fütursuzca, insafsızca zulümlerine devam ediyor. Bu zulümlere ses çıkaran, karşı çıkan tek bir ülkenin dahi olmaması insanı daha büyük bir isyana sürüklüyor. Aç kalanlara, ölmek üzere olanlara dahi kapısını açmayan Mısır, oradaki insanlar için kılını dahi kıpırdatmayan benim ülkem dahil dünya ülkeleri, zulme sessiz kalmanın ortak olmakla eşdeğer olacağını görecekleri bir yola giriyorlar hızla.
ZULÜM MEDENİYET OLURSA
Bugün, Hamas’ı bombalama bahanesiyle çocukların okullardan çıktığı saatte Gazze’yi kana bulayan, yüzlerce sivil kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olan İsrail’i düşününce asıl terörizmin devletlerin yaptığı olduğunu daha net anlıyorum. Terörü belirli kişi veya örgütlerin marifeti sayan ve bunun devletçe yapılanına göz yuman BM’yi düşünüyorum. Aynı BM, Bosna’da yüz binlerin ölümünü de böyle bir arlanmaz seyircilikle izlemişti. Türkiye’yi düşünüyorum, büyük ülkelerden onay almadan hiçbir şey yapamayan, İsrail’i doğru düzgün kınamaktan bile aciz ülkemi...
Zulüm, bugün, medeniyet kılığında kapımızı çalıyor. Susan Sontag Başkasının Acısına Bakmak adlı eserinde, savaşlarda acı çeken, ölen insanların görüntülerinin evimizin içine kadar gelmesinin adeta o görüntüleri sıradanlaştırdığını ve bizleri acılara karşı duyarsız yaptığını söyler. Öğle yemeği yerken göz attığım televizyonda parçalanmış cesetleri izlerken, ağzıma attığım lokmayı çiğnediğimi fark ediyorum. Birden boğazıma düğümleniyor lokmam. Demek ki zalim olmak bu kadar basit bir şey! Açlıktan kırılan insanları, tepesine bombalar yağan çocukları seyrederken oturup yemek yiyebilmek! Evimize giren ceset görüntüleri, yaralıların canlı yayında gösterilmesi vicdanları olan insanları da acılara karşı normalleştirip körleştiriyor demek ki!
Modernliğin insan ruhunu koyduğu hapishanenin, insan ruhuna ve vicdanına yaptığı en büyük kötülük, hiçbir acının, zulmün anormal kabul edilmeyeceği zalim bir normallik olmalı. Her an tepelerine inebilecek bombanın korkusuyla tir tir titreyen ilkokul öğrencilerini öylece izleyebiliyoruz. Kendi çocuğumuzu, sevdiklerimizi onlardan birisinin yerine koysak aklımızı oynatacağımız bir durumu, film izler gibi izleyebiliyoruz. Dünyanın sümülasyonlarının da simülasyonlarını bize sunan bir iletişim dünyasında, gerçekliğin kapımıza, vicdanımıza uğraması artık imkansız demek ki! Matrix’i seyreder gibi İsrail uçaklarının bombalamalarını izliyor, bir savaş filmi izler gibi canlı yayında ölümleri izlerken yemek yiyebiliyoruz.
“Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz” diyen Adorno, Gazze’yi görseydi ne düşünürdü? Mazlum olanın zalimleşmesini görmek, onun için acıların en büyüğü mü olurdu, yoksa o da “normalleşip” siyasi konjonktürde “taraf”ını mı alırdı?
SIRADANLAŞAN DEVLET TERÖRÜ
Devletlerin yaptığı terörle, ABD’nin, İsrail’in, hatta kendi ülkelerimizin yaptıklarıyla, yüzleşip, lanetlemeyi, reddetmeyi ve ne pahasına olursa olsun mazlumun yanında olmayı beceremezsek bu zulümlerden hepimiz sorumluyuz demektir. İsrail’in yaptığına “orantısız güç kullanma” diyen ve stratejik açıklamalar yapan strateji uzmanlarına, diplomatik dil kullanmaya çalışan devlet ileri gelenlerine, bu ülkenin bir vatandaşı olarak soruyorum: Bir “şeye” terörist demeniz için o şey illa birkaç çapulcudan mı kurulu olmalıdır? İsrail terörist devlet olarak adlandırılmak için daha ne yapmalıdır? “Orantısız güç kullanmak” gibi vicdansız tanımlamalar, aynı zamanda kendinizin de benzer şeyleri yapabilmenize zemin hazırlamak değil midir? Silahsız insanların tepesine bomba yağdırmanın neresi orantısız güç kullanmak? Sivillerin yaşadığı bir bina, sadece Amerika ya da İsrail’de bombalanınca mı o eylem terör oluyor? Bu bombalamayı devletler yaparsa zulüm meşru hale mi geliyor?
Filistinli bir kadın yönetmenin Denizin Tuzu adlı bir filmini izlemiştim bir süre önce. Filmde Gazze’de doğup büyümüş, ama bir kez olsun Yafa’ya, denizi görmeye gidememiş bir gencin hikâyesi anlatılıyordu. Her hareketleri İsrail tarafından kontrol edilen, bir mahalleden başkasına geçmek için bile kontrol noktalarından geçmek zorunda kalan, aşağılamalara maruz kalan, büyükbabalarının evlerini görmek için bir saatlik yollara bile gidemeyen, denizin hemen yanında yaşadığı halde bir kez bile denizi göremeyen insanların ülkesi Filistin. Gazze, kocaman bir açıkhava hapishanesi. Yeni bir Auschwitz! 65 yıl önce Auschwitz’e izin vermiş dünya, bugün soykırım mağdurlarının yaptığı soykırıma seyirci kalıyor. İnsanlık besbelli ki hiçbir şey öğrenmiyor. Özellikle vicdanların parlak ışıkların arkasında hapis edildiği bir dünyada!
İnsanlığın son çırpınışlarını yaşadığı, vicdan gölünün kuruyup minicik birikintilere dönmeye başladığı bir dünyada yaşıyoruz. Böyle devam ederse o minik birikintiler de kaybolup hepten vicdansızlığın çölüne mahkûm olacağız. Son çırpınışları ile tekrar bir hayat ırmağı yaratmak için kendi canını bile verebilen Rachel Corrie gibi insanlar da var bereket. Kendi celladına gülümserken, başkasının celladına kendi kafasını uzatabilecek kadar yüce gönüllü insanlar!..
İnsanlık son nefesini veriyor Gazze’de. Eğer Gazze’yi kurtaramazsak, orada yiten sadece Filistinli insanlar değil, aynı zamanda bizim insanlığımız, vicdanımız olacak.
-----------------------------
Bence başka söze gerek yok.