sardunyam tarafından postalanan herşey
-
Kıbrıs'ta Rum Katliyamı!
E. Tabib Tuğgeneral Nihat İlhan, Girne Amerikan Üniversitesi'nde konuştu. Daha önceden programında bulunmamasına rağmen Girne Amerikan Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Demiral Doğasal'ın ricası üzerine GAÜ'ye gelen komutan bu teklifi bir üniversiteden yapıldığı için kabul ettiğini ve kendisinin eğitimcilere ve öğrencilere verdiği değerden bahsetti. Üç çocuğunu ve eşini Rum katliamında kaybeden komutan; en küçük oğlu Hakan'ın on buçuk aylık olduğunu ve ona doyamadığını söyledi. Konuşmasını: "Cenazeleri Türkiye Cumhuriyeti'nin gönderdiği uçakla Türkiye'ye götürmek için İngilizlerin tahsis ettiği bir kamyona koyup bende yine İngilizlerin tahsis ettiği zırhlı araca bindim.Eşimi ve çocuklarımı ellerimden alan Rumlar yolda da devamlı olarak konvoyu durdurdu. En sonunda Rum polisinin üçüncü kez bizi durdurması üzerine İngiliz şoförden kapının kilidini açmasını istedim. Yürekli şoför İngilizce olarak Rumlara 'yanımdaki komutan çıldırdı kendisinin belinde silah var ve araçta bir makineli birde piyade tüfeği var, eğer kapıları açarsam sizi parçalarız' demesi üzerine Rumlar kuyruklarını kıstırarak kaçtılar. Bu kadar korkak insanların savunmasız bir kadın ve çocuklara yaptıkları zulüme seyirci kalan Yunanlılar bir de bana iftira atıyorlar, altı ay önce Yunan Gazetesinde yayınlanan bir habere göre sözde ben kafayı yemiş ve ailemi kendim katletmişim... Bunu söyleyen Yunanlı Gazeteci ile randevum var. Kendisinden benden ve ailemin aziz hatırasından özür dilemesini isteyeceğim. Aksi halde hakkımı hukuksal yollardan arayacağım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar yolu var" diye sürdüren komutanın 82 yaşında olmasına rağmen enerjisi ve hafızası ile öğrencileri büyüledi. Nihat İLHAN KKTC'deKomutanın sempatik tavırları öğrencilerden alkış aldı. Konuşmasını: "Hepinizi teker teker öpmek isterim ama bunu yapamam. Süremiz kısıtlı ben hocanızı öpeyim, o derste sizi beşer-onar öper" diye espri ile bitiren Paşa'ya öğrenciler yoğun sevgi gösterisinde bulundu. Elini öpmek isteyen öğrencilere elini öptürmeyen ve gelin ben sizi öpeyim diyen Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan Geldiği gibi sessizce okuldan ayrıldı. Rektör’ün Tavrı Anlaşılmadı Girne Amerikan Üniversitesi Rektörü Hıfzı Doğan'ın Nihat İlhan'ı karşılamaya gelmediği gibi konuşması sırasında da konferans salonunda bulunmaması dikkatlerden kaçmadı. Bunun üzerine konferans salonuna yeniden çağrılan Rektör Hıfzı Doğan;” O benim yanıma gelsin” şeklinde cevap verdi. 82 yaşında ve okula misafir olarak gelen birisini karşılamayan Rektörün bu davranışına bir anlam verilemedi. Çocukları ve eşinin katledilişinden bu yana geçen 44 yıl içerisinde ilk defa Ada’ya gelen Nihat İlhan’ın 20 Martta Türkiye’ye dönmesi bekleniyor.
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
de get neresi solmuş miss gibin laleler işte, bişeyde beğendiremiyoruz yahu... bahçeme diktiğim lalelerin birisi açtı bugün gıss, pembesi onuda sana gönderem mi?
-
ATATÜRK'ÜN TABUTUNUN AÇILDIĞI GÜN
Allah gani gani Rahmet eylesin... Nur içinde uyusun... Mekanı Cennet olsun... Sevgili Atamıza sonsuz saygılar... :clover:
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
bişey değil cadım, madem ilk sen aldın sana özel bir çiçeğim var... DOSTUM benim...
-
Nevruz bir Türk Geleneği midir?
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır. Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş îlahî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren binbir renk cümbüşü... Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli... Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış... Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar: "... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!" Bu sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konar göçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikâl etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir. Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir. Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetnâme'sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz. Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü'mîn Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır. Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır. 1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir. Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya'nın , Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun,Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın. Kaynak: Hatice Emel AŞA, Yeni Avrasya Dergisi, Mart-Nisan 2000
-
Pkk neyin mücadelesini veriyor?
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve eski DEP milletvekili Leyla Zana hakkında dün fuar alanındaki Nevruz kutlamaları sırasında yaptıkları konuşma nedeniyle inceleme başlattı. Ahmet Türk, dünkü konuşmasında; terör örgütü başı Öcalan'a ''Sayın'' diye hitap ederken, Leyla Zana, Kürtlerin 3 liderinin bulunduğunu; bunlardan birinin Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, ikincisinin Mesut Barzani, üçüncüsünün ise terör örgütübaşı Öcalan'ın olduğunu söylemişti. Nevruz etkinliğinde yapılan konuşmaları incelemeye alan savcılık, Türk ve Zana hakkında dava açılıp açılmamasına karar verecek. Haklarında dava açılırsa Türk ve Zana, TCK'nın ''Suç ve suçluyu övme'' suçunu içeren 215. maddesi uyarınca yargılanacak. DTP Genel Başkanı Türk, bir süre önce Diyarbakır 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde bir açıklamasında ''Sayın Öcalan'' dediği gerekçesiyle yargılandığı davada 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Diyarbakır'daki Nevruz kutlamalarında, terör örgütü lehine slogan atıp ve örgüt elebaşısının posterini taşıdıkları gerekçesiyle aralarında 7'si çocuk 48 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan göstericilerin Emniyet Müdürlüğü'ndeki sorgulamalarının devam ettiği bildirildi İşte o Konuşma... "Kürtlerin 3 yoldaşı vardır. Bu üçü de çok değerledir. Kürtlerin yüreğinde önemli bir yere sahiptir" dedi. Zana, "Bircinsi Celal amca (Celal Talabani), Irak Devlet Başkanı, bir Kürt lideri ve kardeşliğe inanıyor, hepimizi de kabul ediyor. İkincisi Mesut amcadır. Kürdistan Bölge Başkanı, yani o da bizi kabul ediyor. Üçüncüsü hepimizin dile getirdiği gibi siz ona reber, başkan diyorsunuz. Hepimizin yüreğinde Kürt halkının iradesi olarak anlatıldığı başkan Öcalan’dır. Üçü de yüzümüzün akıdır, kulağı, yüreği ve beynidir. Yüreğimizde yer edinmişlerdir" SİZİ İNANÇSIZ GÜÇSÜZ GÖRDÜM "Hiçbir halk dilsiz, tarihsiz ve kültürsüz millet olmamıştır. Varlığınıza sahip çıkın, özgürlüğünüze sahip çıkın. 2.5 yıldır sizin içinizde dolaşıyorum, sizi inançsız, güçsüz gördüm. Gün be gün inancınızı güçlü tutun. Özgürlük, barış, eşitlik ve büyük umutlarınızı kaybetmeyin. Büyük umutlarımıza mutlaka kavuşacağız, bu konuda inancınızı yitirmemenizi istiyorum” Zana, Kürtçe yaptığı konuşmasının sonunda ise Türkçe hitap ederek şunları söyledi: KÜRTLER KORKULU RÜYA DEĞİLDİR “Türkçe konuşacağım şimdi de, biliyorum, siz de biliyorsunuz ki benim Türkçem çok kıttır. Ama Türk yetkililerine bir mesajım var, bundan dolayı Türkçe konuşacağım. Nevruz coşkudur kardeşliktir kim bayram olarak görmek istemiyorsa, onun bayramı değildir. Nevruz, kendine bayram olarak gören herkese kutlu olsun. Bu ülkenin geleceğini düşünen her insan bilmelidir ki Kürtler, halkların kardeşliğini istiyor. Yani Kürtler, korkulu bir rüya değildir. Kürt halkı, Çanakkale ve Kıbrıs’ta bunu ispatlamışlardır. Hiçbir zaman sırtını Türklere dönmemiştir ama her zaman sırtından vurulmuşlardır. Önemli ve dürüst bir halktır. Kimseyi incitmeye asla izin vermeyiz. KÜRTLERİN YÜZDE 90’I BİRLİKTEN YANA Ve istediği, sizden küçük bir parça olarak diliyorum onun için barışı söylüyorum ve Türkiye’deki akademisyenlere, aydınlara, hükümet yetkililerine sesleniyorum. Bir anket yapsınlar ve Kürtlere şöyle sorsunlar: Sizler tek başınıza yaşamak istiyor musunuz, yoksa eşit koşullarda, birlikte özgür mü olmak istiyorsunuz? Bunu araştırsınlar. Hiç kimse halkın üstünde değildir. Bu iradeye inanmak lazım. Hiç kimse korkuların esiri olmaz. İnanıyorum ki halkın yüzde 90’ı birlikte yaşamaktan yana olduğunu açıklayacaktır. Bölünme sanal bir bölünmedir."
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Dostlarıma ve arkadaşlarıma gelsin bu çiçek... hepinizi seviyorum ard niyetsiz...
-
BAYAN ve ERKEK dost olabılırler mi?
offfff offfff mesele nereye geldi... ilericilik, gericilik ve hatta gerçekçilik... demek ki biz gerçekçi değiliz siz gerçekçisiniz... sen bunu cinsiyete göre ayırıyorsun ben ise insana göre ayırıyorum, yanında bulunmaktan rahatsız olacağım, içinde kötülük var diye düşüneceğim insanlarla arkadaşlık kurmam... onların cinsiyeti ne olursa olsun... kültür çatışması diyorsan peki, sen bir hanım arkadaşınla bir cafede karşılaşsan ve bir bardak çay içsen aklına türlü şey gelecek demek ki galiba tuhaflık bizde aklımıza kötü bir şey gelmiyor... arkadaşlarımın içinde kötülük olduğunu düşünüyorsam zaten arkadaşlık etmem... bir hanım arkadaşım tek başına evime gelse ve eşimde yanımda olsa ben tedirgin mi olmalıyım mutfağa giderken yada odadan çıkarken acaba içlerinde kötülük varmı acaba ben çıkınca akıllarına bişey gelirmi diye mi düşünmeliyim? buna kültür çatışması denmez güvensizlik ve ard niyet arama denir... neyse siz dilediğiniz gibi yaşayın ama dostumuzu seçmemize de müsade edin... gerçi sizin buna hoş görü ile bakmanızı beklemiyorum demek ki size göre bizler potansiyel şüphelileriz... bu sizin düşünceniz ben bu kadar kötü niyetle bakamıyorum... insanlara karşı bu kadar güvensiz olmak kültürel bir fark değil sadece görüştür...
-
Din Nedir
"DİN"İN TEMEL GERÇEKLERİ İslam dinini bildiren Hazreti Muhammed kudsal kitap Kurân-ı Kerim ile “TANRI” kavramını reddeder; “tanrı” nın varolmayıp “sadece ALLAH'ın mevcud” olduğunu vurgular!. Bu gerçeğin farkında mıyız? Ne yazık ki günümüzde “ÖLÜM” olayı gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ÖLÜM'ün bir “son” olduğu zannedilmektedir!.. Oysa, “ÖLÜM, bir son” olmayıp; madde âlemden, maddeötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!.. İnsan, ÖLÜM denen olayla, madde bedeni terkederek, “RUH” denilen “hologramik dalga” yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder! Yani ÖLÜM, Madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir. “Müslümanlık” ile “İslâm Dini” arasındaki çok önemli farka gelince...”İslâm Dini”, Allah indindeki zamanüstü evrensel SİSTEM ve DÜZEN'dir! Allah, yaratmış olduğu bu zamanüstü evrensel sistem ve düzeni, Rasûlü diliyle insanlığa açıklamıştır.. “Müslümanlık”, Allah Rasûlü’nün bildirdiklerini kendi kapasiteleri kadarıyla anlayıp yorumlayan insanların genel kabulüdür!. “Peygamber” kelimesi İranlıların konuştuğu Farsça kökenli bir kelimedir; Perslerin “tanrı” anlayışıyla beraber kullanageldikleri çok eski bir kelimedir... Bu kelime Farsçada, Kurân’da geçen hem “nebi” hem de “rasûl” kelimeleri yerine kullanılmaktadır. “Tanrının elçisi” = “peygamber” anlamında olarak kullanılan bir kelimedir bu kelime.. Öyle ise, anlamamız gerekir ki, “Allah” ismiyle işaret edilen, tüm boyutlarda esma ve sıfatlarıyla açığa çıkan; yanısıra da bunlardan münezzeh ve “Ganî” olan, olarak “nebi”, “rasûl” ve “veli”nin hakikatidir... Bu isimlerle vasıflarına işaret edilenler de, kendi varlıklarında, boyutsal olarak eriştikleri mertebenin hakikatini dillendirmektedirler. Yani bunlar, ötedekinin postacısı değil; hakikatlerindekinin dilleridir!. Kurân-ı Kerîmin “RUHU”nu anlayanlara göre, bu Kitap, insanlık yaşadıkça, onlara ışık tutacak ve âhıret saâdetini sağlayacak bilgileri ihtiva etmektedir!. Kurân, insanları asırlar öncesi ilkel yaşama döndürme ve insanları geriye dönük yaşama sabitleyip, kilitlemeye dönük olarak mı bize tebliğ edilmiş bir kitaptır... Yoksa... İnsanları geleceğe hazırlanmaya, insanlara tekâmül-gelişme yollarını göstermeye, en mükemmele yönlenmeye mi teşvik etmektedir... Kurân, “RUHU” itibariyle, eskide kalmayı önlemek, geriye dönüşü durdurtmak, haksızlıkları ortadan kaldırmak, insanları sürekli ileriye dönük değerlendirme yapmaya teşvik amacıyla hükümler getirmiştir!. Ahmet Hulusi
-
Din Nedir
Sevgili arkadaşlar, bu konu inançlılar için yorum yapılması gereken bir konu ancak inancı olmayanlarda kendi fikirlerini ifade edebilirler... bunu belirtiyorum çünkü din her şeyden önce kendi mensupları için düşünülmesi gereken bir olgudur... nedenleri, nasılları, sorgulamaları mensuplarına hitap eder... umuyorum güzel bir tartışma ortamı oluşturacağız... meselenin kişilere göre bakış açılarını ve algılamalarını görmek için uygun bir başlık olacak... hepinize şimdiden teşekkürler... Din: (diyanet açıklaması)Hür iradeleriyle inanan akıl sahibi insanları, en iyiye, en doğruya, en güzele ve ebedî mutluluğa ulaştıran ilahî kanunlar bütünüdür. Niye dine ihtiyaç duyulur? insanlar niye dine inanır? din onlara ne kazandırır? inanmazlarsa ne kaybedeceklerini düşündüklerinden mi acaba? dinler niye birbirlerini hoş görmez? niye bir sonraki dinler bir öncekileri kabul ederken, kendinden sonrakileri kabul etmez? kendilerine meşru bir zemin aradıklarından mı? dini inancı olanlar, niçin dini ahlakla aynı tutarlar? inançsızlar kötü huylu mu olacaktı? niçin din insanları korkutarak eğitmeye çalışır? görünmez şeylerle korkutulmasalar hizaya gelemeyecekler miydi? vicdan ne işe yarar? evrensel ahlak diye bir şeyin varlığı mümkün mü? neden tüm yer yüzünde, farklı coğrafya, farklı iklim, farklı genel-kültür, farklı örf-adet, farklı dünya görüşü, farklı zamanlarda yaşamış olan insanları aynılaştırmaya çalışılır? 'duyduk itiat ettik' cümlesinde aklın yeri var mıdır? selamlar
-
Pkk neyin mücadelesini veriyor?
Sayın aslan34 alıntıladığınız yazımda açıkça ifade etmiştim laikliğin kimler için yetersiz olduğunu aslında onlar için yetersizlik değildir bu, ancak bazı yaptırımlar için engeldir... Türkiye'de dini inancını yaşayamama gibi bir problem mi var, inanç adına tek engel türbandır... Türbanla kamusal alanda görev yapamaz ve askeri alan içine giremezler... Bununda nedenleri belli türban üzerinden siyaset yapanlar ve türbanlı insanları buna malzeme yapanlardır... Bundan bir kaç yıl öncesine kadar Beyazıt Meydanı hemen her Cuma türban eylemine şahit olurdu... Şimdi olmuyor ama türban sorunu halledilmiş değil nereye gitti bu sorunu olanlar belli değil... ben kendi adıma başörtüsü kullanan arkadaşlarımın yanındayım onlar bu tercihi yapıyorlarsa ben buna saygı duyarım herkes duyar... Ancak mesele türbanlılar değildi türbanı din adına kullananlardı... bu sorun aşıldığında demokratik çerçevede bir engel kalmayacaktır... laikliğin uygulandığı Cumhuriyette insanlar dini siyasete, çıkara, iktidar olmaya kullanmadıklarında ve halk bunu kullananlara malzeme olmadığında sıkıntılar giderilir... Hoca misali halka verir talkını kendi yutar salkımı durumunda olanlar laikliğinde uygulamasınında her zaman karşısında olacaklar... Türkiye'de şahsına münhasır laiklik uygulaması olmasının nedenleri bu insanlardır... tüm dünyada laikliğin uygulandığı ülkelerde kendi sıkıntı yaratan durumlarına göre şekillendirirler... selamlar
-
İçindeki nakaratı yaz...
adresim aynı, kaderim aynı günlerim aynı geceler aynı sarı saçlım hasretimsin sen kara dantel sokağında ben kapımda akşam gülleri matemimle tutuşurken dumanım aynı ateşim aynı bulutlar aynı gözyaşım aynı sarı saçlım hasretimsin sen kara dantel sokağında ben kapımda akşam gülleri matemimle tutuşurken kan kırmızı gözlerimden sancılarım gelip geçer kim üzülür kim bekler seni ben tabiki ben bir tanem ter içinde içim bileylenir kan kırmızı gözlerimden sancılarım gelip geçer kim üşütür kim yakar beni sen tabiki sen birtanem ter içinde içim bileylenir şiir bu kaçıncı çalınışı kapımın bu kaçıncı sen değilsin başkası peşimde mazinin ayak sesleri nelerden vazgeçiriyoz bir düşünsene kırık kalpler üstüne kuruyoruz herşeyi bu kalleşlik belki bana yakışmıyor ama sarı saçlarından sen suçlusun
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
Bu son buluşmamız, bu son görüşmemiz Kimbilir bir daha karşılaşmayız Belki de bir daha görüşemeyiz Ayrılmalıyız, ayrılmalıyız Bir gül sevdim, bir seni sevdim Bir mevsimlik senle aşkımız "Gel etme" desem, "kal gitme" desem Hiç faydası yoki ayrılmalıyız Senin gözlerin yaşlı, benim yüreğim yaslı Bu aşkta bir umut kalmadı yazık Seni bir başkası bekliyor artık Ayrılmalıyız, ayrılmalıyız Bir gül sevdim, bir seni sevdim Bir mevsimlik senle aşkımız "Gel etme" desem, "kal gitme" desem Hiç faydası yokki ayrılmalıyız Zerrin Özer
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
Her şey seninle güzel yolda yürümek bile Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile İçimdeki bu korku gözümdeki bu yaş bile Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa Seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana Her şey seninle güzel duyduğum bu ses bile Yalnız içtiğim su değil aldığım nefes bile Her şey seninle güzel bu yağmur bu kar bile Yüzümdeki gözyaşının izleri onlar bile Zerrin Özer
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde İşte bir sabah erken, masal böyle başlamış Delikanlı genç kıza, iskelede rastlamış Bakışmışlar göz göze, gören kimse olmamış Fakat denizde dalga, oynamaya başlamış Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde Delikanlı yaklaşmış, ne kadar güzelsiniz Güzel kız uzaklaşmış, fakat siz de kimsiniz Ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim Ellerimi sürmeden, gözlerimle seveyim Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde Olamaz hayır hayır, annem çok kızar buna Beni kenara ayır, git takıl şuna, buna Şayet istersen beni, bize yolla anneni Söz veriyorum sana, olacağım gelini Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde İlham Gencer
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
Kan ve gül, gülle diken, sevgimle sen Birbirine dönük sırt, sen ve ben Bilmem anlatabiliyor muyum Sarılıp öpen, ağlayıp gülen Sonra kaçıp giden Fırtınayla sakin gece Bir bilmece Bilmem anlatabiliyor muyum Seviyorum seviyor musun Ağlıyorum gülüyor musun Özlüyorum gidiyor musun Sevdikçe itiyor musun Peki öyle olsun İskender Doğan
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
Benden başka bana dost yok Hayatım yıkık şimdi Bir cana hasret baktım Aynalar kırık şimdi Aynalar kırık şimdi Varsa dostlar nerede Uzatayım elimi Gördüğüm aynalar gibi Gönlümde kırık şimdi Gönlümde kırık şimdi Nerde benim sevdiceğim Dost bilip de sevdiğim Gördüğüm aynalar gibi Gözlerim kırık şimdi Gözlerim kırık şimdi Gülerken yanımda olan Ağlarken nerde şimdi Bir hayalmiş o da benim Baktığım aynalar gibi Kırdığım aynalar gibi Bora Ayanoğlu
-
NOSTALJİK ŞARKILAR TOPİCİ
Leylacıma armağan olsun... Dertliyim ruhuma hicranını sardında yine inlerim şimdi uzaklarda solan gül gibiyim gecenin rengini kattın içimin matemine sönen ümid ile günden güne ölgün gibiyim bahtımın yıldızı sanmıştım seni sensiz karanlıktır her günüm leyla her günüm leyla, her günüm leyla... ayrılık, ayrılık, ayrılık mecnuna döndürdü beni dertliyim, dertliyim yürekten... üzgünüm leyla, üzgünüm leyla, üzgünüm leyla... ahhhhh ahhhhh leylaaaaaaaa.... sevda yaman bir çile çekenler düşer dile ayrıldık ölüm gibi giden gelmiyor leyla... gülün yaprağı soldu gönlüme hazan doldu bir ömür haram oldu onu bilmiyor leyla... Zeki Müren
-
BAYAN ve ERKEK dost olabılırler mi?
ben polyanna gibi bakmıyorum hadi diyelim öyle bakıyorum o zaman sizde bay karamsar gibi bakıyorsunuz sevgili arkadaşım... hayat eskisi gibi değil bunun farkındayız hepimiz... ama biz kendimize dost buluyorsak bunu yalanlayamazsın ki, ya da bunda ard niyet arayamazsın... tv dizileri ile karıştırılacak bir durum yok ortada... çocukkende erkek arkadaşlarım vardı birlikte oynardık şimdi de dostlarım var yanlarındayken hiç tedirginlik ve rahatsızlık duymuyorum... adam ve madam benzetmeniz ise çok abes... insan kendini bilir... karşısındakinin niyetini anlamakta çok zor değil... zaten burda kimse bütün erkeklerle kadınlar dost olur demiyor ama dostlarımızı seçme şansına da hepimiz sahibiz... siz olamaz diyorsunuz ve böyle tercih ediyorsunuz, biz olabilir diyoruz ve şükür öyle dostlarımızda var... hiç biride madam değil... hepsi kişilik sahibi, kendisini eğitmiş ve olgun insanlar...
-
Frozen......
kahvaltın çok mu uzun sürdü cadım yuksam ortalığı düzenlemeye mi karar verdin? ben sana demedimmi bırak dağınık kalsın, topla topla nereye kadar mucks
-
ஐ๑((-_-))๑ஐ๑ LEYLA ๑ஐ๑((-_-))ஐ๑
canım benim... seni tanımak ve seni anlamak çok güzel inan buna... emin ol sen çok değerlisin... bizler için yerin ayrı, her birinizin yeri ayrı... sizi siz yapan özelliklerinizi sevdim ben... birbirinize benzeyen ve benzemeyen güzel yanlarınızla... işte en güzel olanda bu, birbizimizin birer kopyası değiliz ama o kadar çok benzer yanımız var ki ve o yanlarımız birbirimizi o kadar çok etkiliyor ki... bende seni seviyorum...
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
çiçek veren arkadaşlarıma teşekkür ederim, ilyada, murti san, natalia, lilac aldım çiçeklerinizden başka varmı göremedim ama eğer varsa onlarada teşekkürler... mersiii şikerler...
-
*N O S T A L J İ K Ö Ş E S İ *
sorma leylacım annelerimiz üstümüzü başımızı yıkamaktan helak olurdu, tabi o zamanlar çamaşır makinaları otomatik değildi, merdaneliydi... önce beyazları yıkarlar, sonra renklileri yıkarlar, sonra beyazları durularlar, sonra renklileri durularlar, sonra beyazları sıkarlar, sonra renklileri sıkarlar.... bu böyle sabaha kadar sürerdi... Böğürtlenler içine dalarmıydınız sizde, onlarda fena acıtırdı ellerimizi, arılarda bizim kadar severdi böğürtlenleri toplarken arı saldırısına maruz kalırdık... böğürtlenin lekesi ellerimize, yüzümüze, giysilerimize bulaşırdı ama o ne saadetti... geçtiğimiz yıl Çanakkale'ye şehitliğe gitmiştik... Yol boyu böğürtlen doluydu, arabadan indik dalış o dalış böğürtlenlere, birimiz Allah Allah nidalarıyla koşun burada daha çok var diye bağırıyordu, diğerleri hurraaa oraya, sonra başka bölgelere... Çanakkale'ye varana kadar belki 20 defa durduk tabi o yol bitmedi... Karanlık bastı biz ancak vardık... Gece Şehitlik gezmekte pek rahat olmuyor, duaların biri bitiyor diğeri başlıyor ama çoğu tırsmaktan... Ve Çanakkale'de çok enteresan durumlar yaşadık... bunları başka bir zaman anlatırım size... canım leylam özledim seni... ve hepinizi...
-
SARDUNYAM.... (Günlük... kendisini fark ettirebilen çok az şey vardır günlük yaşamımızda... )
aman yarabbi, ne diyosun olmazmı? gidelim bir köye yerleşelim kendimiz gözleme yapalım, satıp parada kazanırız canem, gerçi yaptıklarımızın çoğunu kendimiz yerdik ama olsun... hadi sanada başbaş afiyet olsun, sıhhat olsun bideneme
-
Frozen......
bende şimcilik gideyim kahvaltı hazılayayım canem, acıktım sanırsam... öpüyorum seni o güzel yanaklarından görüşürüz bidenem, cadım, en birinç akıllım... Erol Evgin diyor ki, bende bitip tükenmeyen umut olmasa, birde canacan katan o sevdan olmasa, Ahhhh bu hayat çekilmez, sen olmasan canım, ahhh bu çile çekilmez....