Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sardunyam

Φ Süper Üye
  • İçerik Sayısı

    10.565
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    3

Blog Başlıkları gönderen: sardunyam

  1. sardunyam
    Bu ‘Egemen’i ‘Bağışla’ma
     
    Ali Sirmen
     
    AKP’nin İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın AB Başmüzakereciliğine getirilip, Devlet Bakanı da olması, doğrusu pek fazla kişinin dikkatini çekmedi.
     
    Bu ilgisizlikte, Ergenekon Soruşturması ve de Filistin olaylarının etkisi olmuştur kuşkusuz.
     
    Ama kim ne derse desin, ayrıca Türk kamuoyunun AKP’nin AB oyununun, AB’nin de AKP oyununun farkına varmış olması ilgisizliğin en önemli etkeni.
     
    Aslında, Başbakan’ın Brüksel’dan Türkiye’ye dönmesinde havai fişeklerle kutlanan “Avrupa’ya giriş sürecinin başlangıcı!” kabul edilen Aralık 2004’te de AB bize bugünkü kadar uzaktı. 17 Aralık 2004 belgesinde imzası bulunan tarafların ikisi de, AB ve Türkiye, metnin bu işin olmazlığını açık bir biçimde ilan ettiğini gayet iyi bilmekteydiler.
     
    Yine de sonuçtan her iki taraf da, son derecede memnundu. Tayyip Bey memnundu çünkü istediğini elde etmişti.. istediği tam üyelik değil, müzakere süreciydi. Onu da almıştı.
     
    AB son derece memnundu; çünkü istediği, Türkiye’ye tam üyelik vermeden onu kendi çıkarlarına bağlamak, ona Kıbrıs’ta ve diğer konularda istediğini yaptırmaktı, sonu tam üyeliğe varmayan müzakere süreci bir amaca varmanın en elverişli yoluydu.
     
    ***
     
    Gel zaman git zaman, Tayyip Bey’in ve de AKP’sinin gerçek yüzü gittikçe ortaya çıkmaya, bunların Türkiye ile ilgili gerçek niyetleri belli olmaya başlayıp, gündemin ön sıralardaki maddeler değişmeye koyulunca, AB konusu da gerçek yerini aldı. Bu durum Türkiye’deki Avsalaklar (yani Avro salaklar) ve Türkiye’ye dayatmalarının hepsini henüz yaşama geçirememiş olan AB tarafından Türkiye’nin “reform sürecini” gevşetmesi olarak algılandı.
     
    Burada reform süreci üzerinde durmak istiyorum biraz. Reform sürecinin ne olduğunu merak edenlere tavsiyem, bu dört yıl içinde AKP’nin Türkiye’de laiklik karşıtlığının odağı olduğu yolundaki Anayasa Mahkemesi kararını okumalarıdır.
     
    Gerçekler ortaya çıkmaya başlayıp,Tayyip Bey de, dikkatleri içerdeki sivil darbeden bir kez daha başka yere çekmeye niyetlenince, ikinci “sıkı müzakere” dönemi başladı.Yeni “avunma dönemi” için başka bir müzakereci bulundu: Egemen Bağış.
     
    ***
     
    Yeni Başmüzakereci bu koltuğa oturur oturmaz, münasebetsizlik şaheseri bir açıklama yaparak “AB bizim için bir diyetisyen gibi; hepimiz sağlıklı olmak, zayıflamak isteriz ve bunun gerekliliğini biliriz, ama bunu bazen kendi irademizle yapmak zor olur” buyurdu.
     
    Fevkalade hünerli bir Başmüzakereci biçemiyle, Egemen Bağış demek istiyor ki, “Ey ahali, ey Türk halkı, sağlıklı yaşamamız için bazı kurallara uymak zorundayız. Ama bizim gibiler bunu her zaman kendi iradeleriyle yapamazlar, onun için bir uzmandan yardım alırlar, o bize sağlıklı yaşam koşullarını öğretir ve uymamızı sağlar.”
     
    Bu tümcenin kısaca özeti şudur: “Biz adam olmayız, AB bizi adam edecek.”
     
    Bu açıklamayı görünce ne kadar isabetli bir Başmüzakereci seçtiğimizi de anlamış olduk herhalde...
     
    Sevgili Okurlar, “Biz kendi başımıza adam olmayız, AB bizi adam edecek” diyebilen bir zihniyetin Türkiye tarafından Başmüzakereci olmasının anlamını herhalde hepimiz gayet iyi kavrıyoruz.
     
    Şimdi “Zaten müzakereler, uyulacak kriterlerin sıralanmasından başka bir şey değil.. aslında gerçek müzakereler yok” zihniyetinden hareket edersek bir sonuca varamayız. Türkiye ile AB arasında diğer üyelik sürecindeki ülkelerle olmayan müzakere konuları da var. Ve bunlarda Başmüzakereci de, “Biz kendimiz adam olmayız.. AB eder” diyen Egemen Bağış. Ört ki, ölem!
     
    Size bu gözle bakan bu “egemen”i sakın “bağışla”mayın e mi!
     
    27.01.2009 Cumhuriyet
  2. sardunyam
    Sesleniş / Uğur Mumcu
     
    Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız,
    sırtında yük taşı*********** getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
    Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
    bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
     
    Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini
    yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
    Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
    Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
     
    Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler
    takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
    İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren
    birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik,
    doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız,
    arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
    Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi
    verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.
    Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
     
    Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir
    şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında,
    yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin
    acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük
    yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
    Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
    taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven
    gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar
    erkekliklerinden.
    Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
     
    Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
    Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin
    elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin
    ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş
    kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı
    gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık
    sustu.
    Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
     
    Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi
    dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla
    kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik
    kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı
    öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu, omuz başından
    keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak
    fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında
    bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz
    Öldürüldük .
    ey halkim unutma bizi..
     
    Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
    Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki
    topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki,
    Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da,
    paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin
    için öldük.
    Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma
    bizi...
     
    Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
     
    Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
    ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
    Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli
    emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek
    istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak
    ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
     
    Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım,
    unutma bizi...
     
    Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi
    savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil
    dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş
    Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
    bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız.
    Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak
    istemediler.
    Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
     
    Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline
    değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile
    almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga
    vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam
    sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz
    titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı
    gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
    Asıldık ey halkım, unutma bizi...
     
    Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında
    vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu
    düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da
    susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün
    bile, karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri
    önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına,
    demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir
    şafak vakti ipe çektiler.
    Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
     
    Bir gün mezarlarımızda güller açacak
    .Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak
     
    Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep
    birlikteyiz
    ey halkım, unutma bizi,


  3. sardunyam
    Dünya bir oyun bahçesi aslında...
     
    Ve biz insanlar geçimsiz çocuklar, bütün oyuncakları kendimiz için istiyoruz, eğer bir başkasına vermek zorunda kalırsak onu kırıyoruz! Sonra yapıştırıyoruz fakat hiç sağlam olmuyor!
     
    Bu oyun bahçesinde kısıtlı bir zaman geçireceğimizi hep unutuyoruz, oysa burada eğlenmek elimizde, fakat önce ayağımıza batan taşları, dikenleri ve pislikleri temizlemeliyiz, sonra kendi içimize dönmeli ve bu oyunda nerede olduğumuzu ve ne aradığımızı sormalıyız!
     
    Ama nerdeeee?
     
    Yani nerde bizde o soruları sorup o temizliği yapacak istek ve irade! Yok...
     
    Bazılarında var ama o kadar azlar ki, onların temizlemesi diğerlerinin kirletmesini önleyemiyor, azaltamıyor bile!
     
    Diğerleri nelerle uğraşıyor? Kavga ile entrika ile, savaş ile!
     
    Evet çocukken savaş oyunu oynamakta zevkiydi fakat şimdi bu oyunda gerçekten ölüyor insanlar ve hatta canlılar! O yüzden hiç eğlenceli değil bu dünya! Benim için en azından hiç eğlenceli ve sevimli değil!
     
    Ben burada bir şeyler üretebilmek isterdim, resim yapmak, bir balona binip dünyayı dolaşmak, masmavi sularda korkusuzca yüzmek, koşmak, ağaçlara tırmanmak ve ağaç yetiştirmek... Rengarek çiçekler yetiştirip onlara isimler vermek isterdim, ve çiçeklerimi kimsenin hoyratça koparmayacağını bilmek!
     
    Ata binmek isterdim ve o atın sahibi olmak! Bir sürü sokak kedim, köpeğim olsun onlarla oynayayım ve bana güvensinler isterdim... Hiç bir insanın onları zevk için öldürmemesinide!
     
    Akşamları bahçemizde dostlarla meşk etmek isterdim, hiç tanımadığımız insanlar bile çekinmeden gelsinler masamızda, sevgimize eşlik etsinler isterdim...
     
    On odalı bir evim olsun, bir odası tıka basa kitap dolu, bir odasında her türlü enstrüman, bir tanesi düş odası olsun, diğerleride bir sürü güzel şeyle dolsun!
     
    Çocuklarımız okuldan gerçekten öğrenerek gelsinler, onların beyinleri gerçek bilgilerle donatılsın isterdim, sorgulamayı öğretsinler, özgüveni, hoşgörüyü, kardeliği ve paylaşmayı öğretsinler onlara... Okuldan çıktıklarında spor yapacakları alanlar olsun fakat istisnasız her bir çocuğa!
     
    Benim var başkasından banane diyen insanlar olmasın! Gerçek mutluluğun çevrendekilerle paylaştığın güzellikler olduğunu bilen insanlar olsa keşke!
     
    Bizler, ülkemiz elden gidecek mi, işgal edilecek mi, ne zaman edilecek, ne zaman tutuklanacağız korkuları yaşamak yerine:
     
    Hasta olduğumuzda sevgi ile bakan ssk doktorları görsek;
    Spor yapmak istediğimizde bu imkanı bulabilsek;
    Sinemaya ya da tiyatroya gitmek istediğimizde param yeter mi acaba diye düşünmesek;
    Televizyonlarda çiftleştirme ve tıkındırma programları yerine, insanca hazırlanmış ve insana hizmet eden programlar izlesek;
    Bizi hafife almasalar, aldatmasalar, bize ahlaksızlığı normal birşeymiş gibi yansıtmasalar;
    Emekli maaşımızı aldığımızda gelecek ayın sonunu nasıl getireceğim diye düşünmek yerine, istediklerimizi korkusuzca yapsak;
    Kapımız çaldığında hırlımı hırsızmı demek yerine güvenle açabilsek;
    Sokakta karşılaştığımız insanlar bize gülümsediğinde yüzümüzü buruşturup imalı imalı bakmasak;
    Bir kadın ya da bir erkek karşı cinsten birine sadece insan gözü ile bakabilse, içgüdüleri yerine aklı ile hareket edebilse;
    İnsan ayrımı olmasa, din dil, ırk ve mezhep gözetmesek;
    2B yasaları çıkarıp ormanları talan ettirmek yerine memleketin her karışına bol bol ağaç diksek;
    Denizleri kirletmesek, ormanları yakmasak, canlıları vurmasak;
    Yalan söylemesek;
    İhanet etmesek;
    Dünyayı sevsek, birbirimizi sevsek, din ya da çıkar yüzünden kan dökmesek;
    Özgür olsak, özgürlükçü olsak;
    Çocukları öldürmesek, zehirlemesek, sokaklara itmesek, korusak onları kendimizden!
     
    Bizim bunları istemeye hakkımız yok mu?
     
    Bu bahçede kaç gün kalacağımız belli değil ve biz sadece ayağımızı kesen taşlarla yaşıyoruz ve hiç eğlenemiyoruz!
     
    Birileri bize yalanı, talanı, riyayı dayatıyor!
    Ahlaksızlığı bile yutturuyor!
    Ve biz mutluluğu sadece öteki dünyada aramakla avutuluyor ve uyutuluyoruz!
     
    Oysa bu bahçede ayağına diken batmadan yaşayan bir sürü zengin züp-pe var! Onlardan başka hiç kimse bahçenin güzelliğini yaşayamıyor!
     
    Hastane kapılarında biz ölüyoruz, dağlarda biz şehit oluyoruz, açlıktan Sudan'da, Endonezya'da, Nijerya'da biz ölüyoruz, Filistin'de, Afganistan'da, Irak'ta biz tecavüze uğruyor, biz vuruluyoruz, bize dindar olun diyorlar, kendileri dinde boğuluyor fakat biz hayalle yaşatılıyoruz! Borç içinde, kirasını ödeyemeyen, ay sonunu getiremeyen, ekmek alacak parası olmayan biziz... Peki neden diye sormayız! Bu bizim kaderimiz deriz! Öteki alemden medet umarız!
     
    Yakutun, elmasın, incinin zevkini üstümüze basıp geçenler sürer!
     
    İsyan eder birimiz onuda biz alaşağı ederiz! Düzen korunmalı o düzenin düzensizliğinde rüyada yaşarız!
     
    Dışarıda cennet fakat biz kendi cehennemini yaratanlar gibi kaderimiz dediğimize inanırız!
     
    sardunyam
  4. sardunyam
    Medeniyet nedir? Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir
     
     
    Garip bir çağda yaşıyoruz, içinde bulunduğumuz bu zaman çok ilginç ve çelişkili düşüncelerden geçiriyor insanı. Bütün bu olup bitenler ancak anlamak için özel bir çaba gösterirseniz açıyor size kapalı pencerelerini. Eminim insanlık tarihi boyunca daima benzer çelişkiler yaşanmıştır ve muhtemelen bütün gelişmeler bu çelişkilerin beraberinde ortaya çıkmıştır. Fakat insan ancak içinden geçtiği çelişkileri ve içinde yaşadığı toplumun gelişimini gözlemleyebiliyor. Tarih hakkında bildiklerimiz bize anlatılanlardan ibaret ve çoğunluğun gerçek tarihle yüzleşecek cesareti yok.
     
     
    Eğer medeniyete doğru bir yol alınmak isteniyorsa, bütün medeniyetler kıyaslanmalı. Günümüzde teknolojinin sunduğu imkanlarla neredeyse tüm insanlık aynı anda aynı bilgiye ulaşma imkanına sahip. Elbette olanaklar dahilinde.
     
     
    Bir sorun var ki bu konuda, oda insanların ilgi alanlarını, hedeflerini, tercihlerini kendileri yönetmiyorlar. Küresel güçler denilen görünmez sistemin görünmez yöneticileri, tek dil, tek bayrak, tek ulus, tek moda ve tek kültür yaratma çabasıyla herkesi ve her şeyi birbirine benzetme eğiliminde. Buna maruz kalan kitleler asla farkına varamadıkları bir tuzağın sevimli yanıyla o kadar meşguller ki, kendilerine ne yapılmak istendiğini asla fark edemiyorlar.
     
     
    Bugün medeniyetin beşiği kabul edilen Batı, çok uluslu ve çok milletli devletler olmalarına karşın birleşme konusunda son derece özverili ve kararlı adımlar atarlarken, Doğu'ya sürekli siz farklısınız, birbirinizle yaşamamalısınız, ayrılmalısınız telkinlerinde bulunuyorlar. Ortadoğu'da neredeyse heryerde başardılar. Kıbrıs'ta iki farklı milleti tek devletleştirmeye çalışanlar, Türkiye'de bir ulusu on parçaya bölmeyi planlıyorlar.
     
     
    Bu planın nedenlerini elbette anlıyoruz, bunu destekleyenlerin bir kısmı ve itiraz edenlerin bir çoğu elbette anlıyorlar. Anlamayanlar için iki oyuncak var, birinin adı demokrasi, diğerinin adı barış. Bu oyuncakların kendilerini nasıl zehirlediğini asla bilmeyecekler onlar o zehirle ölecekler.
     
     
    Medeniyet kimileri için asıl hedefken, kimileri içinse bir ilüzyon. batının birleşmiş milletlerle medenileştiğini göremeyenler, bölünerek demokratlaşacaklarını ve hatta medenileşeceklerini zannediyorlar. Kıyas çelişkileri gidermek için çok önemli. Sana bir şeyi tavsiye eden ya da emredenlerin söz konusu kendileri olduğunda sana önerdikleri hiç bir şeyi yapmadıklarını anlayabilmen için. Dağılan, birbirine ötekileşen hiç bir toplumun medeniyete ulaşma konusunda şansı yoktur.
     
     
    Meziyet ayrışmak olacaksa insanoğlu bunun için milyonlarca neden bulabilir. Hiç kimse düşüncesi, algısı, duyguları ve tercihleri bakımından hiç kimseye benzemez fakat her şeye rağmen bir arada yaşama gayreti içerisindedir. İnsan sosyal bir canlı, bir arada yaşamak sosyalleşmenin bir gereği. Birbirini rahatsız eden, bir diğerinin özgürlüğüne mücahale eden, yaşam alanını kısıtlayan davranışlar için kanunlar geliştirilmiştir, daha özgürlükçü, daha paylaşımcı, daha zenginleştirici, daha eşitlikçi bir yaşam için ortak mücadele şarttır. Hiç kimse tek başına bununla mücadele edemez. Daha olgun olan, farkında olan, bilinçli olan mensubu olduğu toplum adına bu mücadelede öne çıkar. Elinden geldiği kadar bu "kıyası" anlatır. Gerisi o toplumu bir arada tutan kuvvetlerin dayanıklılığına kalmıştır.
     
     
    Bir arada yaşayan herkesin bir diğeri ile ilgili rahatsızlıkları olacaktır. Hangi ailede sorun olmaz? Hangi evde farklı sesler çıkmaz? Medeniyetten ne kadar nasiplendiğiniz, bu konuda yapacaklarınızı şekillendirecektir. Bütün bu sorunları çözmek için önce bireyi, sonra toplumu anlamanın yolu bilimden geçiyor, psikoloji yöntem geliştirmede, savunmada ve ilerlemede çok önemli rol oynuyor. Bilime egemen olan, her şeye ve herkese egemen oluyor. Ayrıştıran da, birleştiren de o bilgiye sahip olandır. Önce öğren sonra öğret yoksa bu emperyalist canavar farkında olmayanlarla birlikte farkında olanları da yutar. Aileyi de, toplumu da, ulusu da güçlü kılan birliktelikten başka şey değil. O birlikteliği sağlayan en önemli etken sevgidir.
     
     
    Ülkemizin ve bizim üstesinden gelemeyeceğimiz sorunları yok, ihtiyacımız olan şey sevgi ile beslenmiş bilgi. Bilime egemen olmak zorundayız.
    http://www.gaziantephaberler.com/sibel-onbasioglu&kiyas-yazisi-6478.html#.USyAEjuDE6l.facebook
  5. sardunyam
    Liberaller ve bir kısım tatlı su solcuları Akp için özgürlükler partisi diye söz ediyorlar.
     
    Bizde Akp'nin hangi konularda özgürlük getirdiğini ve yasaklarını sıralayalım ve bu sözün bir sağlamasını yapalım dedik.
     
    Akp'nin yasakları;
     
    Bir çok sahil şeridinde, şehir merkezlerindeki restoranlara içki servisi ve satışı yasaklandı.
     
    http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1360487152&year=2013&month=02&day=10
     
    Kapalı alanlarda türün mamülleri yasaklandı.
     
    Çalışanların grev hakları kaldırıldı. Grev yasağına uymayanlar işten çıkarıldı.
     
    You tube gibi sosyal video paylaşım sitelerine erişim yasaklandı, uzun zaman sonra bu yasak kaldırıldı.
     
    Sanal alışveriş yasaklandı bknz "07.10.2009 tarihli ve 23955 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2009/15481 sayılı Bakanlar
    Kurulu Kararı eski Gümrük Kanununun Uygulanmasına Dair Kararın 134 üncü maddesinin
    birinci, ikinci ve üçüncü fıkrası hükmü çerçevesinde 19/04/2011 tarihli gümrük GENELGESİ'NİN
    Gerçek kişilerin muafiyet sınırlarındaki kişisel bakım,besin takviyeleri,kozmetik alımlarını yasaklanması,muafiyet içerisindeki elektronik ve diğer alımlara sınırlama getirilmesi ,kişilerin özgür alıveriş hakkını elinden almaktadır."
     
    Tv'lerde tütün içeren sahneler mozaiklendi.
     
    Okullarda kız çocukları ile erkek çocukları 45 cm den fazla yakınlaşması yasaklandı.
     
    etek giyen öğrencilerin önüne tahta yaptırıldı.
     
    Heykeller yasaklandı.
     
    24 yasından küçükler alkollü içki satışının olduğu festival ya da etkinliklere (resepsiyonlar, galalar, fuaye..) katılmaları yasaklandı.
     
    rapidshare ve fileserve yasaklandı.
     
    Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yasaklandı.
     
    19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamaları yasaklandı.
     
    10 Kasım'da Atatürk'ü anmak yasaklandı.
     
    Anıtlara çelenk koymak yasaklandı.
     
    Öğrencilerin parasız eğitim istemeleir yasaklandı.
     
    Gazetecilerin muhalif yazılar yazması ve gerçekleri söylemeleri yasaklandı.
     
    HES ve nükleerlere karşı eylem yasaklandı.
     
    Mayo ve bikini reklamları yasaklandı.
     
    Başbakanı protesto etmek yasaklandı.
     
    Var olan bir şeyin, bir durumun var olduğunu iddia etmek yasaklandı.
     
    Tuz yasaklandı.
     
    Ekmek yasaklandı.
     
    Kürtaj yasaklandı.
     
    Asker olmak yasaklandı. (resmen değilse bile)
     
    Sokak hayvanlarının yaşam hakkı yasaklanmak istendi.(isteniyor halâ)
     
    Ulusalcılık yasaklandı.
     
    İşine gelen yasakları savunup herkes kanunlara uysun diyen, işine gelmeyen yasakları hukuksuz ilan edip kanunları çiğnemeye teşvik eden, çiğneyenleri arayıp teselli eden demokrasi yıldızı RTE.
     
    Birde neleri özgür (serbest) bırakmış bakalım.
     
    18 yaşındakilerin silahlanması serbest bırakıldı.
     
    18 yaşındakilere seçme seçilme hakkı getirildi.
     
    Apo yasallaştı.
     
    Pkk yasallaştı, üyeleri serbest bırakıldı ve davul zurna karşılandı.
     
    Bölücü propaganda yapmak yasallaştı.
     
    Kaçakçılık yasallaştı.
     
    Kamuda türban ve cübbe serbestliği geldi.
     
    4+4+4 ile çocukların imam hatiplere daha erken yaşta gitmesi serbestleşti.
     
    Hizbullah yasallaştı ve üyeleri serbest bırakıldı.
     
    Sivas Madımak katliamı yasallaştı. Zaman aşımı hayırlara vesile oldu.! (zaten hiç yasaklanmamıştı)
     
    HES ile suların satışı yasallaştı.
     
    Çevre katliamı yasallaştı.
     
    Hayvan katliamı yasallaştı.
     
    Kadın cinayetleri yasallaştı.
     
    İşçi ve emekçinin yaşam hakkını gasp eden taşeronluk yasallaştı.
     
    İşçi ölümleri yasallaştı.
     
    Atatürk'e hakaret yasallaştı.
  6. sardunyam
    Kemalizmi hazmedemeyen ve esasında onu anlayamayan pek çok görüşten insan var bu topraklarda.
    Liberallerin tamamı, sağcıların çoğu, dincilerin tümü, solcuların yarısı, ırkçıların hepsi, bir kısım komünistler ve emperyalizmi benimsemiş ve ona sığınmış tüm kitleler.
     
    Çok enteresan bir yelpaze bu, dincilere göre Kemalizm dinsizlik, solculara göre ırkçı, sağcılara göre Osmanlı düşmanı, komünistlere göre emperyalist.
     
    Oysa bilene göre Kemalizm bu topraklara en uygun sistem, ilkelerinin tamamı halkçı ve yüzde yüz bağımsızlıkçı.
    Fakat Kemalizmi gerçek anlamda uygulama imkanı bulunmadı çünkü bunu bir ideoloji olarak benimsemiş bir iktidar hiç olmadı.
    Kemalizmin tüm temel taşlarını oturtan, uygulayan, reformları devam ettiren bir milli hükümet oldu mu?
    1938 den bu yana iktidara gelen tüm siyasi partiler kendi basiretsizliklerinin ve bağımsızlık ruhuna sahip olmayışlarının, dinin, etkisinden kurtulamadılar. Din egemen oldu muhafazakarlık siyasete yön verdi, Amerikancı hükümetler seçimleri kazandı ve bugün yaşadıklarımızdan hala Kemalizmi sorumlu tutanlar var.
     
    Onlar gerçekleri görmeyen ve görmekte istemeyen insanlar bence temelinde hepsi emperyalizme hizmet ediyor.
     
    Kemalizm'i bir ideoloji olarak görmeyen ve benimsemeyen insanlar yüzünden o ideolojinin temelleri oturmadı. Daha doğrusu genç Cumhuriyet'in vatandaşlarının gelişen ve değişen dünya görüleri yeterince gelişmediği için, Osmanlı'dan miras aldıkları pek çok düzeni devam ettirmek istediler. Kemalizm tam anlamıyla bir devrimdir ve bir ideolojidir, devrimin ve ideolojinin bütün gereklerini ortaya koymuştur, pek çok diğer özgürlükçü ideolojiler ya da sistemler gibi kavrayamamış "insan faktörü" yüzünden ve emperyalistlerin devamlı karşı devrim atakları ile özellikle dini ve mezhepsel dayatmalarla sistem dejenere edilmiş ve yerleşmeden bozulmuştur. Bugün yaşadıklarımızı Kemalizm'e mal etmek haksızlık olur çünkü daha öncede söylediğim gibi Atatürk'ten sonra onun çağdaşlaşma ve bağımsızlık yolundaki atılımlarını, sanayileşmeyi, devletin milli ekonomi ve milli eğitim programlarını uygulayan bir yönetim olmamasından kaynaklanıyor. İstendiği gibi gitmeyen sistemdi, gitmedi çünkü benimsenmedi. Çok basit hilafetin kaldırılması, kılık kıyafet devrimi, harf devrimi, sanayileşme devrimi, modernleşme toplumun dini duyguları ön planda olan büyük kesimleri tarafından kabul görmedi. Bunun altında yatan yegane neden insanların akılları ile değil duyguları ve maneviyatları ile düşünüp yargılamasıdır. Marksizm ve komünizm neden uygulanamadıysa Kemalizm'de o nedenle uygulanamamıştır.
     
    Kemalizm'in bir ideoloji olup olmadığını önce ideolojinin ne olup ne olmadığını bilerek değerlendirebiliriz. İdeoloji nedir; İdeoloji, siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütünü.
     
    Kemalizm'in içinde bu değerler bütünü var mıdır? Vardır. Benim şahsi kanaatime göre Atatürk'ün yapmak istediği şey adım adım sosyalizmdi ancak hilafetten cumhuriyete zor geçmiş bir toplumun ve sanayisi sıfır olan bir devletin yönetiminin birden bire sosyalist olması öngörülemez, o yüzden yaptığı bütün devrimler halk için halktan yana olduğu halde sınıf bilinci gelişmemiş kitlelerin yeterince kavrayamaması ve dinci grupların sabotajları nedeniyle doğru bir şekilde algılanamamıştır. Kemalizm'i bile benimsememiş kitlelere komünizmi veya sosyalizmi benimsetmek o günler için ve hatta bugünler için bile ütopyadır.
  7. sardunyam
    “Bir ülkeye kötülük yapmak istiyorsanız, önce onların zanaatkar ve üretken eğitimler almalarını engelleyin.” (Anonim)
     
    Köy Enstitüleri, Tamamen Türkiye'ye özgü olan bu eğitim projesiydi 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı olan Hasan Ali Yücel’in bizzat yönettiği, bir köy kalkınma projesi olarak dünya tarihinde eşi görülmedik bir toplumsal kalkınma girişimiydi. Bugün halkçı ve sosyalist bazı ülkelerde kısmen de olsa bu uygulama sürdürülüyor ancak anavatanı Türkiye bu dahiyane girişimden vazgeçti. (ya da geçirildi)
     
    Şayet o proje uygulanmaya devam etseydi ve son 60 yılın Türkiye’sine zanaatkari üretken, çalışkan bireyler kazandırılmasına destek olunsaydı bugün ülkemiz bölgesinin ve hatta dünyanın en güçlü ekonomisi ve siyasi gücü olarak şekil verecekti. Ancak her yerde ve her zaman olduğu gibi sömürücü batının yerli işbirlikçileri ile birlikte her türlü bağımsızlıkçı proje gibi bu uygulamada çöpe gitti.
     
    Tarih yaşananlardan ders almayanlar için tekerrür eder ve tarih kitaplarını yazanlar bir milletin hafızasını yok etmek için uyduruk bilgiler yazarlar. Kendi geçmişini bilmeyen toplumlar geleceklerini kendileri belirleyemez. Geçmişini yazan geleceğini de belirleyecektir. İşte bu sebeple bu topraklarda ve Ortadoğu’da yaşanan trajediler hiç bitmez. Çünkü eğitim sadece alfabe öğrenmek değildir eğitim hayatı öğrenmektir. Öğrenilmemiş hayat yaşanmamış hayattır aynı zamanda.
     
    Ne yazık ki düşünen, üreten ve sanatkâr beyinler insanlığın kan emici vampiri Batı tarafından daima yok edilmişler. Dünya ekonomisine, sanatına, bilimine, sporuna ve siyasetine yön verenler tek ve süper güç olmak adına tüm ulus milletlerin gelişmemesi ve parçalanması için önce eğitimlerini sonra egemenliklerini esir alıyorlar.
     
    Bununla baş etmenin yegane yolu bağımsız ve % 100 milli üreten eğitim sistemine yani Köy Enstitülerine geri dönmektir. Bağımsızlığın tek yolu budur.
     
    Bu yüzden büyük önder Köylü Milletin Efendisidir demiştir. Çünkü üretim köylerden başlar.
     
     
    Sibel Onbaşıoğlu
     
    http://www.gaziantephaberler.com/sibel-onbasioglu&koy-enstituleri-yazisi-5959.html
  8. sardunyam
    Açlık grevinde pkk talepleri ve bu taleplere Akp'nin sözde karşı çıkışı. Bütün bunlar esasen hazırlanan bölücü anayasanın zeminini meşrulaştırmak için atılan adımlardır. Açlık grevindekiler, pkk, bdp ve akp tamamen danışıklı dövüşmekteler.
     
    Düşman kavgada görsün...
     
    Bülent Arınç'ın açlık grevindekiler hakkında yaptığı açıklama aşağıda, okuyunca anlıyorsunuz ki bütün bunlar bir kumarın hamleleri...:
     
    “Bu grevi yaparken dayandıkları konular, kendi konumlarıyla ilgili değildir. Cezaevi şartlarının iyileştirilmesi, kötü muamele veya fena muamele, işkence... Buna yönelik olumsuzlukların kaldırılması değildir. Üç noktada siyasi talepte bulunuyorlar. Bu siyasi taleplerin hemen hemen ikisi esasen bugün için çözülmüş durumda. Diğer konu ise üzerinde çalışılması ve zaman içerisinde değerlendirilmesi gereken konulardır. Özetle şunu söylemeliyim. Bu üç talebin de karşılığı açlık grevi değildir. Dolayısıyla bu grevi sürdürme niyetinde olan içerideki yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum. Bu grevleri lütfen sona erdirin. Eşleriniz, aileleriniz, sizi sevenler var. Bütün bir Türkiye sizin bu grevleri bir an önce sonlandırmanızı istiyor. Bundan vücut bütünlüğünüz ve sağlığınız zarar görmesin.
     
    BDP’li milletvekili arkadaşlarımıza da açlık grevlerine bırakın kendilerinin başlamasını, mevcutların sona erdirilmesi konusunda girişimlerde bulunmalarını istiyorum. Onlardan beklediğimiz, polisle çatışmak veya sokaklarda kamu malına zarar verecek eylemlerde bulunmak değil. Bu insanların hayatta kalmasını temin etmek için onların yakınları, aileleri ile ilişki kurmaları ve grevleri bir an önce sona erdirmeleridir. Türkiye’de her haklı talebi veya haklı olsun, olmasın her demokratik talebi değerlendirebilecek, sonuçlandırabilecek bir parlamentomuz ve bir hükümetimiz var. Dolayısıyla bu grevlerin hiçbir hukuki, akli, mantıki, makul bir dayanağı yoktur. Lütfen bugün için en azından bu grevlerin sona erdirildiğinin duyurulmasını istiyoruz. Bize ulaşan talepleri konusunda hükümetimiz gereken çalışmaları yapar ve sonuçlarını açıklar.”
     
    Diyor Bülent Arınç, Türkiye dünya tarihinin gördüğü en büyük kumpasları yaşıyor. Tarih bunları yazar mı bilmem ama aklı selim insanlar ve gözleri emperyalist perde tarafından kapatılamayanlar bir çok gerçeği sözde aydınlardan daha net görüyor. Ülkemizin en büyük sıkıntısı insanımızın ve aydınımızın gereksiz duygusallığı belkide. Gereksiz vicdan büyük tuzaklara düşmenize sebep olur. Çünkü ortada vicdan gerektirecek bir gerçeklik yoktur. Her şey büyük bir oyunun sahneye koyuluşudur ve izlediğiniz bir filme ağlamak gibidir.
     
    Açlık grevinde bulunduğu iddia edilen kişilerin talepleri;
    1-Ana dilde eğitim ve savunma.
    2-PKK Terör Örgütü'nün İmralı'da cezaevinde bulunan lideri Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan çıkarılarak ''ev hapsine'' alınması.
    3-Yerel Yönetimlere özerklik verilmesi.
     
    Bu talepleri toplum vicdanını etkileyerek yerine getirmeye çalışacaklar. Belli ki bu da Amerikan emperyalizminin tertibi. Bu vatan evlatlarını 30 yıldır teröre kurban verirken kimse çocuklarının bunlara evet densin diye öldüğünü düşünmek istemez. Ve hiçbir vicdan bu kanlı taleplere boyun eğemez.
     
    Ey sözde aydınlar, bunlar sizin zannettiğiniz gibi ülkede olan bitene tepki göstermiyorlar, bunlar Apo serbest bırakılsın, Kürtçe resmi dil olsun, belediyelere özerklik getirilsin diyorlar, bu ne demek biliyor musunuz? Kürdistan kurulsun ve Türkiye bölünsün demek.Bunun için halkın vicdanını yaralamaya çalışarak göya açlık grevi yapıyorlar, zaten aç değiller ve olsalar bile talepleri hiç vicdani ve ahlaki değil. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum bu sözde Kürt halkı adına ortalıkta görünenler, o bölgede okulları bombalayıp öğretmenleri kaçıranlar, yollara mayın döşeyip çoluk çocuk demeden katledenler, ve güneydoğuda bir çocuğun eğitimi sağlığı için asla ceplerinden bir kuruş harcamayanlar, neredeyse hepsi toprak ağası ve hiç birinin ağzında Güneydoğuda yaşayan insanların ekonomik ve sosyal sıkıntılarını dile getiren bir söylem yok. Kusura bakmayın biz bu oyunda oyuncu da seyirci de olmayacağız bunlar hükümetle danışıklı dövüşüyorlar hepsi bölünme anayasasının zeminini hazırlamak için yapılıyor hepsi bir oyun.
     
    Kusura bakmayın 30 yıldır bu topraklarda Kürt - Türk yaşlı-çocuk demeden insanları öldüren teröristlerin ve onların liderinin ölümü bizi ilgilendirmiyor. İnsanlar ölsün diye kurulmadı bu ülke emperyalist oyunlara gelmeyenler tarafından kuruldu. Dünyanın neresinde 30 yıl boyunca terör yaratıp binlerce insanın ölümüne sebep olanlara acırlar bunu beklemeyin bizden. Hangi insanlardan bahsediyorsunuz Güneydoğu'da töre cinayetlerine, çocuk gelinlere, dağa kaçırılan çocuklara ses çıkarmayan BDP ve pkk lıların insanlığından mı?
     
    Güneydoğu'da sadece Kürtler yaşamıyor ve ekonomik-sosyal sıkıntıları sadece Kürtler çekmiyor. Kürtçe'den başka bütün etnik diller için aynı şey geçerli ama kimse ben lazca konuşacağım Türkçe benim dilim değil demiyor. Kürt halkına karşı devletin bazı hukuksuz ve haksız uygulamaları olmuştur ama bunları bilinçli yaptılar, Kürdü Türkiye Cumhuriyetinden ayrıştırmak için bilinçli kışkırttılar. Emperyalizm bir bölgede ayrılık yaratmak istiyorsa orada önce yasaklar yaratır ki karşıtlık doğsun. Biz ulus devlet ve ulus milletten bahsediyoruz eğer her birimiz ayrı dil kullanmaya kalkarsa bizi millet yapacak ne gibi bir unsur kalır? Dünya da böyle bir uygulama yok yani bir etnik dil hiç bir resmi ülkede ikinci dil olarak kullanılmaz hukuk dili olarak asla kullanılmaz zaten Güneydoğu halkının mahrum bırakıldığı yoksulluk ve yoksunluk sadece dili değil bir bölgeyi kalkındırmak orada eğitimi yaygınlaştırmak iş, aş ve güvenlik sağlamak önemlidir ama BDP ve pkk sizce bunları talep ediyor mu? Hayır tek sıkıntı dil miş gibi konuşuyorlar ki gerçek sıkıntılar konuşulmasın.
  9. sardunyam
    Benimki bir düşünce sadece, biz sanattan nasıl bu kadar uzaklaştık? Her birimizde aynı eksikliği görüyorum. Başta kendimde olmak üzere. Bir dünya klasiğimiz yok mesela, bir dünya klasik müzik piyanistimiz var Fazıl Say. Ama onuda dövmediğimiz kaldı. Bizim toplum olarak bu saldırgan yanımızın altında yatan en önemli neden sanat yoksunluğudur.
     
    Çünkü sanat insanı meşgul eder, eğitir ve olgunlaştırır. Kaslarından daha çok beynin çalışır. Daha çok düşünür daha az konuşursun. Hayata dair soruların artar, seni ve toplumu olumluya dönüştürür.
     
     
    Sanat Türkiye'de elitistlerin elinde bir hobi gibi duruyor. Kendi öz kaynaklarımızı beslemiyoruz ve onlardan beslenmiyoruz.
     
    Dünyada sanatsal yaratıcılık konusunda kendini tekrar etmeye başladı son yüzyılın teknoloji işgali ile birlikte gelen bir girdap. Ancak biz çok uzun zamandır sanatı belli kısır alanlara hapsetmekten başka şey yapmamışız.
     
    Çocukken bir hayalim vardı, çok ünlü bir jimlastikçi olmayı istiyordum. Bunun için çok uygun bir fiziksel yapımda vardı, çok esnektim ancak ne yazık ki ülkemde bu benim için sadece bir hayal olarak kalmak zorundaydı buna ne sosyal imkan vardı ne de başka bir imkan.
     
    Bir sporcu olamadım.
     
    Bir ara gitar çalmaya heveslendim ama oda sadece heves olarak kaldı. Yani bende genelimiz gibi sanatı bir izleyici, dinleyici olarak yaşamaya çalıştım.
     
    Bir sanatçı olamadım.
     
    Şimdi biz büyüdük ama çocuklarımız oldu, aynı imkansızlıklar onlar içinde ne yazık ki devam ediyor.
     
    Ve şimdi düşünüyorum, biz sanattan neden bu kadar yoksunuz?
    Onu neden bu kadar hafife alıyoruz?
    Hayat bizim için çalışmak, kazanmak ve temel ihtiyaçlarımızı karşılamaktan öteye neden geçemiyor?
     
    Bu bizim tercihimiz mi? Bilmiyorum.
     
    Bizi korkunç müziklere, (aslında onlara müzik demek haksızlık gürültü demek daha doğru) kötü bestelere, berbat filmlere, sanattan kopuk felsefesi olmayan gösterilere mahkum eden ne?
     
    Yoksa yeterince olgunlaşamamızın asıl nedeni ruhumuzu doyuramamış olmamız mı?
     
    Sağlıcakla ama en çokta sanatla.
     
    http://www.gaziantephaberler.com/sibel-onbasioglu&sanat-mahrumiyeti-yazisi-6071.html
  10. sardunyam
    Bu ülkede 15 yaşında hamile çocuklar infaz ediliyor, siz hangi gelişmişlikten, demokrasiden, eşitlikten ve barıştan söz ediyorsunuz?
     
     
    Kuzenleri tarafından tecavüze uğrayıp töre cinayetine kurban giden Hatice'nin cenazesini almaya kimse gelmedi.
     
     
    15 yaşındaki Hatice D.'nin cenazesi, Diyarbakır Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü çalışanlarınca defnedildi.
     
     
    Amcası tarafından polis nezaretinde Diyarbakır'a getirilen Hatice D.'nin cenazesi, Bağlar ilçesindeki Yeniköy Mezarlığı'na getirildi. Mezarlıktaki mescitte kılınan cenaze namazının ardından Daşlı'nın cenazesi, belediyeye ait cenaze aracına konularak defnedileceği yere getirildi.
     
     
    Cenaze, aralarında Diyarbakır Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Oktay Taş ve çalışanlarının da bulunduğu bir grup tarafından taşınarak, önceden hazırlanan mezara ceset torbası içinde defnedildi.
     
     
    Cenazeye bazı kadın derneklerinden bir grup da katıldı. Gruptan bazı kadınların defin işlemi sırasında gözyaşlarına hakim olamadığı görülürken mezarlıkta yoğun güvenlik önlemi alındığı dikkati çekti.
     
     
    Öte yandan mezarlığa geldikleri öğrenilen D.'nin amcası, annesi ve eniştesinin basına görüntü vermemek için ortaya çıkmadığı belirtildi.
     
    HATİCE'NİN CENAZESİNİ 20 KADIN KALDIRDI.
     
     
    Devlet bir kefen bile bulamadı, katilleri ve tecavüzcüleri kimse görmedi, adlarını bile söylemediler ki toplum içinde yaşayabilsinler. BDP bunu görmezden geldi. Herkes gözlerini kapattı, kulaklarını tıkadı, ağızlarını mühürledi.
     
     
    15 yaşında bir çocuk kefensiz defin edildi. Üzerine toprağı kepçeyle attılar sanki bir cüzzamlıydı, sanki vebalıydı, sanki günahkardı. Elleriniz Hatice’den daha mı temizdi? Ya yürekleriniz…!
    Katilleri, sapıkları, canileri koruyup kollayan devlet yine bir çocuk/kadını koruyamadı.
     
     
    Yazıklar olsun hepinize, en tepedekinden, ailesine, kaymakamından, muhtarına, komşularından annesine, babasına, belediye başkanına, emniyetine. Yazıklar olsun size insanlığın yüz karaları.Hayatını koruyamadınız, cesedine bile sahip çıkamadınız, orası kesindir ki katillerini, tecavüzcülerini de ödüllendireceksiniz.
     
     
    İsimlerini saklayacaksınız ki, adları lekelenmesin. Tıpkı 13 yaşındaki NÇ de olduğu gibi yine mağduru suçlu, katil ve sapıkları mağdur göstereceksiniz.
     
     
    Bunlar daha uzun zaman değişmeyecek, çünkü kafalar değişmiyor. Devletin başındaki ile Hatice’nin ailesi aynı paralelde yaşıyor ve düşünüyor. Onlar namusu temizlemek deyince 15 yaşındaki çocuğu öldürüyorlar, onlar öldürüyor, devlet katillerini koruyor. Onlar tecavüz ediyor devlet sapıkları koruyor.
     
     
    Hatice’nin çocuk bedenine el uzatanlar insan, ama Hatice insan bile sayılmıyor.
    Bas bas bağırıp hak, kardeşlik, demokrasi, barış, eşitlik diyen bir takım parti, stk, kurum ve kuruluşlarsa bütün bunlar için üç maymun oluyor.
     
     
    Yazıklar olsun sizin insanlığınıza.
     
    http://www.gaziantephaberler.com/sibel-onbasioglu&bakanliklar-ve-devlet-kimleri-korur-yazisi-6185.html
  11. sardunyam
    Bir şeyin basitliğine dem vuracaksak ondan böyle bahsederiz . Sebildir gözümüzde su.
     
    Nereye baksak ulaşılabilirdir. Özellikle bizim ülkemizde nereye dönseniz onunla karşılaşırsınız değil mi? Çok rahat bulunur olduğu için en az onu önemseriz. Çeşmelerimizi açtığımız anda avuçlarımızdadır çünkü. En az onu önemseriz ama en çok ona ihtiyacımız olduğunu her zaman unuturuz.
     
    Bu birazda şey gibidir hani burnunun ucundakini görmez ya insan. Öyle.
     
    Size biraz HES’lerden bahsetmek istiyorum bugün. Aslında en az onu konuşup, en az onu yazıyoruz fakat yaşayabilmek için en çok ihtiyacımız olanı sattılar. SU’yumuzu sattılar. Bugün bazılarımız bunun doğuracağı acıları ve kayıpları taahhül edemiyor ancak yakın gelecekte korkunç acılar yaşanacağı kesin. Yapılanlar akıl dışı uygulamalar, doğa yaşam bulmak için en çok neye ihtiyaç duyuyorsa, insanda en çok ona ihtiyaç duyar. Bunu anlamak için illa büyük acılar çekmek gerekmiyor, mahrum kalmak gerekmiyor farkında olmak yetiyor.
     
    Son yıllarda Karadeniz’de büyük sel felaketleri yaşanıyor farkında mısınız? Bunun nedenleri içinde HES projeleri de var. HES’ler ile küçük büyük demeden derelerin suyunu doğadan bile esirgeyerek devasa borular içinden geçiriyorlar. Ne kuşlar, ne tavşanlar, ne yaban hayatı bu sudan yararlanamıyor. Tabiatın tüm canlılara armağan ettiğini dev şirketlere sattılar. Bunu yapanlar gibi savunanlar da diyorlar ne olacak yahu alt tarafı SU. Her yer SU. Dere biterse deniz suyunu içilebilir yaparız diyen ahmaklar gibi üç kuruşa toprağını ve suyunu satanlarda bundan sorumlular.
     
    Bir avuç insan dışında çoğunluk bunların ve olacakların farkında değil. Kapitalizmin getirdiği ve ruhlara yerleştirdiği en yaşamsal kavram para oldu çünkü. Topraklarında bizimki kadar su bulunmayan insanlar o para ile suyu satın alıyorlar. Çöllerin içine vahalar yaptırıyorlar. Fakat bizim ülkemiz varolanı hızla tüketme çabasında. Buda gösteriyor ki toplum olarak hiç olgunlaşamamış ve hayata dair hiçbir fikir geliştirememişiz.
     
    Yazmakla, söylemekle, anlatmakla olmuyor. Bunu anlamak gerek.
     
    HES projelerini ve bununla mücadele eden bir avuç insanın hikayesini anlatan belgesel bir film var herkesin izlemesini isterim. Adı BİR AVUÇ CESUR İNSAN ve bu mücadeleyi geniş kitlelere anlatmaya çalışan bir platform var adı KARADENİZ İSYANDADIR. Herkesin elinden geldiğinden fazlasını yaparak buna destek olması gerek. Gelecek ellerimizde. Onu ellerimizle ya geri alacağız ya tamamen kaybedeceğiz. Çocuklarımıza, doğamıza ve yaşamı paylaştığımız hayvan dostlarımıza karşı sorumluluğumuz var biz bu gezegene para kazanmaya gelmedik.
     
    Doğa paylaşımcıdır. Doğa zengindir. Doğa verir. Doğa bölüştürür. Doğanın sınırları yoktur. İçinde yaşadığımız gezegeni ve ekolojik sistemi anlamamız gerek üstelik çok acele. Bu bizi gerçek insan yapacak tek formül. Burnumuzun ucunu görmek zamanı geldi artık aynaya bakıp kendimizi yeniden tanımalıyız, artık insan olmalıyız...
     
     
    https://www.facebook.com/karadenizisyandadir
     
    http://www-karadenizisyandadir-org
     
    http://www.gaziantephaberler.com/sibel-onbasioglu&su%E2%80%99dan-sebepler-yazisi-6263.html
  12. sardunyam
    Batının, Anadolu ve Ortadoğu toprakları üzerinde daima gözü olmuş. Yüzyıllardan bu yana kan ve gözyaşının eksik olmadığı bu bölgelerde Bizans oyunları hiç bitmiyor. Bu oyunları, Yugoslavya'da, Afganistan'da, Kıbrıs'ta, Yemen'de, İran'da, Irak'ta, Libya'da, Mısır'da, Filistin'de oynadılar, oynuyorlar, orada yaşayan halkları aynı adamlar aynı metodlarla aldatıyorlar.
     
    Sahte din adamları yetiştiriyor, sahte politikacılar yaratıyor ve sahte sorunlar oluşturuyorlar.
    Tüm bunları anlayabilmek için emperyalizmin yüzyıllık tarihine bir göz atmak yeterli. Nerede kan akıyor ve gözyaşı dökülüyorsa orada Batının parmağı var demektir.
     
    Ulus devletleri oluşturan unsurlar içinde çeşitli din ya da etnik farklılıklar vardır. Devlet yöneticilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasi partilerin bu unsurları kaşıma ve ayrıştırma hakları yoktur. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yok ama ne yazık ki böl parçala yönet ve sömür anlayışıyla dünyanın her yerini kan gölüne çeviren anlayış girdiği her toprakta bunu başarmış görünüyor.
     
    Ülkemizin insan renkliliği, yeraltı ve üstü zenginliği, göz kamaştırıcı ancak bu zenginliklerden halkımız yararlanamıyor. Devletimiz de yararlanamıyor, bize ait olanı bizim kullanmamıza izin vermeyenler çeşitli entrikalarla aklımızı, düşüncelerimizi, geleceğimizi yönlendiriyorlar.
     
    Bizi gerçeklerden haberdar edecek aydınları ya öldürdüler ya da çeşitli bahanelerle tutukladılar. Medya tamamen sermayeye teslim olmuş alçak Ali Kemallerin tekeline bırakılmıştır. Amerika'dan ithal edilen televizyon programları içi saman dolu bir korkuluktan farkları olmayan insanlar yetişmesine neden oluyor. Alt yapısı olmayan, bilimsellikten uzak ve milli olmayan eğitim sistemimiz sorgulama yetisi olmayan, deneyimsiz, sadece ezbere dayalı ve kısa zamanda unutulacak çerez bilgilerle eğitim veriyor.
     
    Bütün bunlar ayrı ayrı alt başlıklarla anlatılması gereken şeyler. Ama benim asıl dikkat çekmek istediğim unsur Kürt milliyetçiliği. Yıllardan beri bizi sosyal, kültürel, etnik, siyasal ve dini konularla ayrıştırıyorlar. Birliğimizi bozmak için şimdi en çok Kürt asıllı yurttaşlarımızın üzerine yükleniyorlar. Televizyonlarda, medyada her yerde bu konuşuluyor. Terör örgütüne genel af isteniyor, terörist başına özgürlük vekillik verilmesi öneriliyor. Ama bütün bunları konuşanlar ya da konuşturanlar Kürt halkının veya Güneydoğu'daki insanların çektikleri sıkıntıları çözme konusunda hiçbir fikir üretmiyor öneri getirmiyorlar.
     
    Zaten bu temel sorunları çözmek gibi bir niyetleri yok amaç Türk-Kürt arasını açmak ve büyük bir savaşa zemin hazırlamak. Bütün bunların ortak adı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi). Amerika Birleşik Devletleri dışişleri eski bakanı Condoleezza Rice çok net bir açıklama yapmıştı, Ortadoğu'da sınırları, rejimi ve yönetimi değişecek 22 ülke var demişti Bush yönetiminden sonrada aynı politika devam ediyor ve bu süre içerisinde bu dediklerini yapmaya başladıklarını hep birlikte gördük görmekteyiz. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu Fas'tan Suriye'ye kadar sınırları, rejimi ve haritası değişecek 22 ülke. Peki ama neden? Bunu araştırıp üzerinde düşünmek gerek.
     
    Benim ülkemizin temel sorunlarından biri olan Güneydoğu ve Kürt sorununu çözmek için bir kaç önerim var. Güneydoğu'da ve ülkemizin genelinde yapılacak toprak reformu sorunun yarısını çözecektir. Halkı çiftçilik ve hayvancılıkta teşvik etmek, fabrikalar kurulması için yatırımcıları teşvik etmek, içinde sağlık birimlerinin, okulların bulunduğu güvenliğin sağlandığı köy-kentler yapmak, eğitim sorununu çözmek, yani yoksulluğu çözmek terörü bitirmek için atılacak en büyük adımdır. Güneydoğulu kadınların üretmesini sağlamak onlar el sanatları yapacakları atölyeler kurmak kooperatifleştirmek ve bunu bir iş kolu haline getirmek. Kültürel sorunların çözümü için bilim kurultayları yapılmalıdır. Bölünmeden söz eden siyasetçilerin, halkın gerçek sorunlarını konuşmayan ve çözmeyenlerin bütün bunların dışında tutulması gerekir.
     
    Terör örgütleri pkk ve hizbullah militanlarına af getirmek hiçbir sorunu çözmediği gibi yeni sorunlarda yaratacaktır. Belli ki amaç zaten çözüm değil bölmektir. Ülkemizin bölünmesi tek çözüm olarak hepimize dayatılıyor, terörist başına millet vekilliği Kürt halkının sorunlarını çözecekmiş gibi bir algı yaratılıyor? Oysa ne terörist başı, ne BDP ne de pkk ülkemizin ezilen yoksul insanları için, geçerli hiçbir çözüm önermiyorlar. Böyle bir şey yapmaları ayrıca mümkün değil çünkü onlar emperyalist oyunların figüranları. Gerçek sorunların konuşulmayıp bizi bölmeye yönelik sahte sorunları gündemde tutarak ekmeğimizi çalmaya devam ediyorlar.
     
    Geleceğimizi konuşmuyoruz. Sahip olduğumuz zenginliklerden neden faydalanamadığımızı, neden bu kadar düşük ücretlerle ve tüm sosyal haklarımız gasp edilerek çalıştırıldığımızı konuşmuyoruz. İşsiz ana babaların çıplak ayakla, sobasız okullarına gitmeye çalışan çocuklarımızın haklarını konuşmuyoruz. Neredeyse tamamının yabancı sermayeye peşkeş çekildiği topraklarımızdan çıkan madenlerin nimetlerinden neden faydalanamadığımızı konuşmuyoruz. Ama terör örgütüne genel af, terör liderine millet vekilliği konuşuyoruz.
     
    Bütün bunlar Kürtlerin sorunlarını, yoksulluğunu, töre cinayetlerini, pkk nın uyuştucuya alıştırdığı çocukları ve gençleri, tecavüz ettikleri kadınların sorunlarını çözecek mi?
    Yazık ki Condoleezza Rice ve onun uşaklığını yaptığı sömürü düzeni galip geliyor. Bunu Ortadoğu'da her yerde başardılar. Bölüp, parçaladıkları ülkeleri yönetiyorlar ve malesef o ülkelerde yaşayan insanlar artık eskisinden daha yoksul, daha çaresiz, daha zor şartlarda yaşıyorlar. Emperyalist askerlerin tecavüzüne uğruyor ama kendi halkını düşman biliyor, hergün yeni cinayetler işlemeye devam ediyorlar. Bu gidişle aydınlanmaları binlerce yıl alacak gibi görünüyor. Fakat bizim halâ kurtuluşumuz mümkün. Bu oyunları görmek, anlamak ve bozmak şimdilik elimizde ancak fazla zamanımız yok.
     
    Halkını özgürleştirmeyen, zenginleştirmeyen, sömürülmesine izin veren ve Nato çizmelerini topraklarına bastıran hiçbir hükümet, hiçbir meclis halkın değildir. Halk onların umurunda da değildir.
     
    http://www.gaziantephaberler.com/sibel-onbasioglu&kurt-sorunu-mu-yazisi-6299.html#.UPzyWin5KTB.facebook
  13. sardunyam
    Uzun bir süredir, kendimi tarihi eser gibi hissediyorum...
     
    "sen gittğinden beri yani"
     
    Hani şu vakıflar müdürlüğüne bağlı olup, yıkılması ya da onarılması mümkün olmayan ve kendiliğinden tarihe karışana kadar göya saklanan antika yapılar gibiyim...
     
    Aynalara küsmüş... Duygusal komaya girmiş... Aşkla mumyalanmış iç organları bağışlanmış...
     
    Şiirler çok acıtıyor atmaya çabalayan kalbimi, elim ne vakit yazmaya gitse bundandır uzak duruşum şairliğimden... Anlamsızım artık bütün bildiklerinden sınıfta kalmış bir öğrenci gibi, karnesinde zayıf notlarla dolu annesinden yiyeceği fırçayı düşünen...
     

     
    Senden önce senden sonra diye ikiye ayırdılar hayatımı, kredilerim tükendi veresiyede vermiyorlar mutluluğu üstelik...
     
    Şimdi ben ne geçmişe dair anılarımı ne de geleceğe dair umutlarımı konuşuyorum... Sadece ve öylece susarak tutunuyorum. Anladım ki, içimde yaşattıklarımı benden daha iyi anlayacak biri yok, bu tıpkı gördüğün rüyanın tesirinde yalnızca senin kalman gibi, başkalarıyla rüyalarını paylaşamadığın gibi aşkını, duygularını, umutlarınıda paylaşamıyorsun... Her aşk gibi klasik, her sevda gibi sıradan sanıyor şahit olduklarını zannedenler...
     
    Oysa bir ben birde sen bilirdin yaşa/ma/dıklarımızı...
     
    Bitkisel hayata girmiş bedenim, hiç bir günahı sevmedi seni sevdiği kadar... Ne de kimseyi affedebildi seni affettiği kadar...! Yıllardır içimdeki mahsende demlenen şarap misali aşkım, gün geçtikçe etkinleşip, beni sarhoş ediyor, Hayyam misali herşeye kafa tutuşum bundan... Rab, Rahman tanımayışımın sebebisin sen! Bütün günahları ve bütün cinayetleri işlemeye niyetli aklım kaybedecek birşeyi olmayan şövalyelere inat, ne şeytana sattım ruhumu ne de meleklerle arkadaşlığım var!
     
    İnsan kalabilmeye çalışıp, gelmiş geçmiş herşeye ha s...... çekiyorum burdan...
     
    Unuttum, unutuldum, avundum, avundun, sustum sustun ve küstüm küstün ki varsa eğer mahşere kadar!
     
    Bir kibritlik canım kaldı onuda sen yak ve al... Köhnemiş bir yapıyım şimdi kalantor, asi ve asil... İçimde ne anılarım var! Kimseye vermem onları miras değil, yandığımda benimle yanacaklar, herkes bir şey sanıcak ama kimse bilmeyecek...
     
    "Asaletimle tarihi eserler müzesindeyim hala"
     
    Sanma ki başka bir kiracı buldum! Uzaktan bakınca imrenilen içine girmeye korkulan bir halde İstanbul'dayım hala!
     
    sardunyam
     
     
  14. sardunyam
    ÂŞIK
    OL, VEFÂ BUL
     
    Haydi ey âb-ı hayat, yani aşk!
     
    Bir nağmeye başla da, beni şevkle, heyecanla değirmen taşı gibi döndür!
     
    Böyle yap! Böyle yap da, hep böyle olsun;
     
    perişan, darmadağın olarak, ben bir tarafta, gönül bir tarafta olsun!
     
    Ağaçların dalları ve yaprakları, rüzgâr olmasa oynamaz;
     
    kehribar olmadan saman çöpü de uçup gitmez!
     
    İnsaf et; saman çöpü bile rüzgâr esmedikçe hareket etmez ise,
     
    dünya nasıl olur da rüzgârsız, rüzgâr olmadan,
     
    bir tesir eden bulunmadan kendi kendine hareket eder?
     
    Aslında, dünyanın her cüz'ü, her şeyi âşıktır;
     
    her şeyin, her zerrenin, her atomun bile içine bir aşk ateşi düşmüştür!
     
    Her şey, sevgili ile buluşmak için çırpınır durur;
     
    her şey buluşma sarhoşudur!
     
    Fakat onlar, kendi sırlarını sana söylemezler!
     
    Çünkü sır, lâyık olandan başkasına söylenmez!
     
    Bütün varlıklar, ev sahibinin,
     
    yani Allah'ın tatlı sofrasından yemekte içmektedirler!
     
    Her şey canlı, her şey yiyor içiyor, konuşuyor!
     
    Böyle olmasaydı, karıncalar Süleyman'a sır söylerler miydi,
     
    dağ Dâvud Peygamber'le beraber ilâhî okur muydu, seslenir miydi?
     
    Şu gökler âşık olmasaydı, göğsü böyle saf, temiz, masmavi olur muydu?
     
    Eğer güneş de âşık olmasaydı, yüzünde bir nur, bir ışık bulunmazdı!
     
    Yerler, dağlar âşık olmasalardı, gönüllerinden bir ot bile bitiremezlerdi!
     
    Deniz aşktan habersiz olsaydı, aşkı anlamasaydı,
     
    böyle çırpınıp durur muydu, köpürüp coşar mıydı?
     
    Ey insan! Sen de âşık ol, aşkı tanı; vefâlı ol da, vefâ bul
     
    Mevlana
  15. sardunyam
    BİR KERE DAHA 1071 FELÂKETİ
     
    Anadolu’da ön-Türkler çok kısa :
     
    Prof.Dr.Afif Erzen : Anadolu’ya - Batının , emperiyalistlerin istediği gibi- 1071’de değil İ.Ö.13binlerde geldik ; (Doğu Anadolu ve Urartular 1984 TTK. Ankara)
     
    * Bu bilgi Ord..Prof. E. Akurgal’ın Anadolu Kültür Tarihi adlı kitabına alınmamıştır.
    * Resmî Türk Tarihi kitaplarımızda da bulunmamaktadır(!?)
     
     
     
    Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir. Kâzım Mirşan :: Göçebe değil GÖÇMEN olarak ileri seviyede düşünen kişilere ve YAZI’ya sahip olarak... gelenler
     
    * ON(hun) ve OQ Türkleridir.Örnekler
    * Kırmanç’lar OQ Türklerindendirler.esas ad OQ-ËRİM UÇ’tur;Lider olan, yöneten OQ(halkı)demektir.
    * Erzurum Cunni mağarası yazıtları ise ON Türkleri HUN Türkleri yazmışlardır . Sonuç :
    * Anadolu DİP kültür ve Tarihi Ön- Atalarımızın, Anadolu’nun tapusu bizimdir. Bu gerçek karşısında, .8bin’de Sat dağında ON-OĞ’lar, Kutsal HUN’lar
    * Mozayik, Türkiyeli, Anayasal Kimlik birer SAFSATA’dır. (Alfabetik Yazı başlangıcı.KM:
     
     
     
    Prof.A Sevin : Hakkâri bölgesinde 13 dikili taş ortaya çıkarmıştır. Üstlerindeki resimler
     
    * Ön-Türk damgaları ve Orta Asyadaki kaya resimleriyle eştirler. İ.Ö.6500.
     
     
     
    Progf. E. Feigl : DİYARBAKIR, İ.Ö. 4bin’de yoğun bir Ön-Türk kültürü Merkezi’dir.
     
    Prof.Abdülhalûk Çay : İ.Ö. 4.000/2.000 yıllarındaki Sümer ve Babil egemenlik bölgesindeki tabletlerden 13’ünde TURUKKU sözü geçmektedir.(Her yönüyle Kürt dosyası 1994.İst.- Sadi Bayram kaynaklara göre Doğu Anadolu’da Proto-Türkçe izleri)
     
    Prof. Kojima : Kürtçe diye başlı başına bir dil yoktur yerel 10 kadar dil vardır: aralarında anlaşma yoktur.
     
    * Kürtçe Türkçe tümce üzerine kurulmuştur.
     
     
     
    Prof. A. Parrot : Kral Sargon döneminde, 3’ncü binde ortaya çıkan, SUBAR/TU’devletinin) SUBAR’lar’ın, İSUB-URA olduğu da ileri sürülmektedir. (A.Parrot.Sumer.,Gallimard,1960
     
    * İsub-Ura, Urartu’nun bir öteki adıdır.Ön-Türkçe konuşurlar.
     
     
     
    POSTA GAZETESİ 10.08.2009
     
    Gazetenin 12’nci sahifesi haberine göre Avşarlar Kürt aşiretiymiş…
     
    ELAZIĞ Fırat Üni.İletişim Fakültesinden , Avşarelleri Dergisi Yönetim Kurulu Adına Öğr.Gör.MemduhYAĞMUR
     
    * Posta Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rifat ABABAY’a şu yanıtı vermektedir:
     
     
     
    Bugün gazeteniz 12. sayfasında Avşarlı Birlik Dersi konulu yazıda,
     
    * "Baykal AKP'nin Kürt açılımını eleştirirken bir Kürt Aşireti olan Avşarları örnek gösterdi" ve sonra da ,
    * “En Ünlü Avşar başlıklı yazıda" Aşiretin en ünlü isimlerinden birisi de Hülya Avşar. Babası Celal Avşar, Avşar Pirebat Kürt aşiretine mensup "dendi diye yazılmaktadır..
    * “…mensubu olduğum ve Türkoğlu Türk, Oğuz-Türkmen-Yörük boyu olan Avşarlar, sanki bir Kürt aşireti gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
    * Fırat Ünv. İletişim Fakültesinde ders veren ve Fırat TV'nin Haber Koordinatörlüğü görevini de yapan, aynı zamanda AVŞARLAR konusunda yüksek lisans tezi hazırlayan (Avşarlar ve Avşar Düğünü Belgeseli- İst.Ünv.Sosyal Bil.Ens. RadyoTV Böl.1993) ve çeşitli yazıları ve belgesel programları olan birisi olarak yazılan haberde
    * çarpıtma ve milyonlarca Türkmeni zan altında bırakacak türden bir provakasyona sebep olabileceği görülmektedir
     
     
     
    * Türkiyedeki sayısı 5-6 milyon olarak ifade edilen (Yusuf HALAÇOĞLU-Türk tarihinde ve Kültüründe Avşarlar Sempozyumu-Kayseri 2007) Türkmen boyunu Kürt gibi göstermesi art niyetli olduklarını göstermektedir.
     
     
     
    * Avşarların, Oğuz-Türkmen-Yörük boyu olduğu ile ilgili her yerden bilgi edinmeniz mümkündür. Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı sayın Yusuf HALAÇOĞLU'nun Türkiye'deki Aşiretleri anlatacak olan 6 cilt ve 3000 sayfalık kitabı şu an baskıdadır. Çıktığı zaman alıp okumanızı isterim.
    * Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir. Kaşgarlı Mahmut, Reşidüddin, Ebülgazi bahadır Han'ın kitaplarında 24 boydan birisi olarak Avşarların damgalarını da göstermektedir ; bir avşar damgası:
    * onu, sadece bey’ler kullanabilirler.Damga, 2 kere, ters/yüz
     
    (AT-AT) yani Ad, nam diye okunur..AD’ı, NAM hâline gelmiş,yâni, NAM yapmış, tanınan , bilinen demektir.
     
    * Konu ile ilgili en büyük uzman Prof.Dr.Faruk Sümer’in OĞUZLAR adlı kitabında Avşarların en büyük Türkmen boyu olduğu görülür.
     
     
     
    * Ardahan Avşar gençleri, kendilerinin Avşar olduğunu, klasik ve klişe tabirle "24 Oğuz boyundan biriyiz" gerçeğine sahipler. Ardahanlı Avşarların, uzun yıllar ihmal edilmiş olmalarına rağmen, bir istisna dışında, hiçbirinin devletle sorunu olmamıştır.
     
     
     
    HÜRRİYET GAZETESİ 18.10.2002
     
    * Van 100’cü yıl üniversitesi
    * Malatya İnönü Üniversitesi
    * Amerikan National İnstitues Healt işbirliği ile
    * Van MURADİYE ilçesi , İtalya’da Floransa yöresindeki MURLU ilçesi halkından alınan DNA örnekleri arasında eşlik araması yapıldı.
    * Murlu’lular Etrüsk olduklarını biliyorlardı.Fakat, o sıralarda Etrüsklerin Türk olmadığı iddia ediliyordu. Amaç,
    * Kürtlerin Türk olmadığını ispat etmekti.
    * Gerçekten, her iki ilçe halkının DNA örnekleri eş çıktı. Bu sonuca göre Kürtler – politika gereği istendiği gibi- Türk değildiler..
     
     
     
    Fakat, Hürriyet’in bu haberinde bir süre sonra
     
    * Stanford, Kembriç ve ilgili İtalyan üniversitelerinin katılımıyla yapılan DNA testleri sonucu
    * Etrüsklerin TÜRK Oldukları bilimsel sonucuna varıldı.
    * Bundan da varılan öteki BİLİMSEL SONUÇ:
    * KÜRTLER , TÜRKTÜRLER…Ortaya çıkan emperiyalist gerçek :
    * Kardeş , kardeşe kırdırılmaktadır!…
     
     
     
    Halûk Tarcan CNRS. Bilimsel araştırmacı(araştırmacı yazar değil)
     
    12.08.2009 Mecidiyeköy
  16. sardunyam
    TEGET GECTİ HAMDOLSUN
     
    Amerika'da kriz çıktı
    Avrupa'da dalga yaptı
    Dünya'da tsunami yarattı
    Ülkemizi teğet geçti hamdolsun!
    Sus dediler, höt dediler
    Yumağa dolaştı kediler
    Ananı da al-git dediler
    Alıp gittiler hamdolsun!
    Okunmuyor kitap, diziler revaç
    Çarklar dönmeyince, çalışanlar aç
    Simdi ekranlarda desti-izdivaç
    Özelimiz genel oldu hamdolsun!
    Amerikan krizi ekonomiktir
    Avrupa'nın derdi sosyolojiktir
    Türkiye'nin krizi psikolojiktir
    Hastalığımız komik çıktı hamdolsun!
    Egemenlik bağımsızlık geride kaldı
    Emperyalist işgal silahsız geldi
    Ayarlı aydınlar özür diledi
    Efendice teslim olduk hamdolsun!
    Yeşil alanları imara açtık
    Toprağı Batıya-Arap'a sattık
    Fabrikayı- işletmeyi kapattık
    Alış-veriş merkezleri açtık hamdolsun!
    Kredi kartıyla meşgul vatandaş
    Halkımız uyurken büyüdü yandaş
    Birbirine düştü kardeş, arkadaş
    Borcumuz beş yüzü aştı hamdolsun!
    Tas tas çorba verdik Ramazanlarda
    Torba torba kömür verdik soğukta karda
    İşler tıkırında oylar sandıkta
    Gene işimizi gördük hamdolsun!
    Bir şeyimiz yoktu gemicik aldık
    Garip gurebanin umudu olduk
    İnançlı insanları kaz gibi yolduk
    Uçmadılar, kaçmadılar hamdolsun!
    Dişli-Dengir-Gökçek rahmetlik oldu
    Milleti uyardı Kılıçdaroğlu
    Amerika'dan simsiyah bir güneş doğdu
    Yıkılmadık ayaktayız hamdolsun!
    Söyledik millete üç çocuk yaptı
    Partilim yandaşım ihale kaptı
    Altı milyon seçmen bir yılda arttı
    Ölüler de seçmen oldu hamdolsun!
    Yola devam dedik yoldan çıkıldı
    En pahalı benzin bizde satıldı
    Oy veren yurttaşa kazık atıldı
    Daha uyanmadı millet hamdolsun!
    IMF'eyse Standbaylar yapıldı
    Çaktırmadan ümüğümüz sıkıldı
    Türkiye'ye Washington'dan bakıldı
    Oğul-damat zengin oldu hamdolsun!
    Ordu-yargı tartışıldı yıprandı
    Her alanda bölünmeler hızlandı
    Haşim Başkan istifaya zorlandı
    Yargıçlar da ayrı düştü hamdolsun
    Büyük Ortadoğu Projesine Eş-başkan olduk
    Filistin'de Irak'ta istikrar bulduk
    Amerika-İsrail el ele verdik
    Orantısız güç kullandık hamdolsun
    İhaleler birer birer kapıldı
    Gazeteler yandaşlara satıldı
    Bush'un üzerine pabuç atıldı
    Kafasını teğet geçti hamdolsun!
    Çok konuştuk laf olsun torba dolsun
    Nabza göre şerbet verdik seçmenin gönlü olsun
    Oylar bizim, para bizim, iktidar bizim olsun
    Millet bize duacıdır hamdolsun!
    İspanya'da Tayip-Zapo öpüştü
    Filistin'de uygarlıklar çatıştı!!!
    Katil Amerika insanlıkla savaştı
    Dünya bu gerçeği gördü hamdolsun!
    Atma Recep seni kardeş belledik
    Sana uyup Çankaya'yı Gülledik
    Mustafa'yız böyle gördük, belledik
    Özümüz sağlamdır, haberin olsun!!!
     
    MUSTAFA DURNA
    ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
    ANTALYA ŞUBE BAŞKANI
     
     
  17. sardunyam
    Medeniyet ve uygarlık; bir takım toplumların gurupların kişilerin zenginliği refahı ve yüksek teknolojisi demek değildir.
     
    Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaş baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.
     
    Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.
     
    Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
    Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.
     
     
    Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur ise,
     
    Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten ve yok etmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse,
     
    Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse,
     
     
    Ne zaman ki İnsanoğlu geçmiş binyılların acı hesaplarını kapatır, sınırları yüreğinde eritir, yürüdüğü yolların çıkmaz sokaklarından dönebilirse,
     
    Ve Hazret der ki “halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Halkların ayrılığı manaya ulaşıldığında, insan kendisi olduğunda kaybolur. Çünkü Birlik ve hakikat Güneş gibi bilenlerin görenlerin kalbinde parlamaya başlar.
     
    İşte o zaman, İnsanoğlu medenileşir.
    Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.
     
    İnsanoğlu için bundan sonra;
    Bir gün daha hayatta kalmak yetmez, gözlerini sonsuzluğa çevirmesi gerekir.
    Bir adımlık nefes kesmez, bin adımlık bir nefes çekmesi gerek
    Bir damla su kandırmaz, okyanusun sevginin sularına dalması gerek
    Önünü görmek yetmez, başını kaldırıp dimdik, özlemle uzayda kaybolan ufuk çizgisine bakmak gerek.
    Dört duvara ve bir avuç toprağa ait olmak da yetmez, kendini hesapsızca bilinmezin kucağına savurması gerek.
     
    Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım! Der Mevlana. Kendini okumak, kendini bilmektir.
    Ve sizler yüreğinizden okumaya başladığınızda; bütün insan kardeşlerinize sevgiyi okursunuz. Sevgi olursunuz.
     
    Ve siz dünyada bir fark yaratırsınız. Daha güzel bir dünyada insan tadında yaşamak için Fikirleriniz eylemleriniz fark yaratır
    “Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler k; bir hakikate ulaştırsın.”
     
    Ne mutlu gören gözlere bilen kalplere, ne mutlu kendini bilenlere.
    Ne kutlu ölmeden önce ölenlere ve gerçek insanoğlu olarak doğanlara.
     
    Ölmeden önce ölebildiğinizde ve gerçeği cümle görünüşte, yüreğinizde bildiğinizde Mevlana ‘yıda yüreğinizde bulursunuz. Mevlana’nın sizi çağırdığı yer gönlündeki koşulsuz sevgisidir. Gönlündeki ebedi dergahıdır. Ve gönül dergahlarımızda yalnızca sevgi vardır.
     
    “Gelmez san bir ziyan ilahi aşktan gönlüm, can gitse de korkma başka bir candır ölüm.”
    “Öldüğüm zaman beni toprakta aramayın. Benim mezarım ariflerin gönüllerindedir.” Mevlana
  18. sardunyam
    Ne güzeldir benim Anadolum. Benzeri timsali yoktur dünyada. Dağları kekik, ovaları alagözlü nergis, mor sümbül kokar. Kızları ıtır kokulu, gelinleri keklik sekişlidir.
     
    Analar erkek evlatlarını ellerine kınalar yakarak gönderir askere, vatanına kurban osun diye. Ak perçemli nineler, beyaz sakallı dedeler torunlarını duayla uğurlar vatan yolculuğuna...
     
    Antalya’da bu sabah oldukça güzeldi. Yüreğimde yükselen 18 Mart Çanakkale Zefari’nin yıldönümünün yarattığı heyecanla sokağa çıktım. Niyetim bir demet papatya toplayıp, papatyaları gönül bahçemdeki tüm çiçeklerle birlikte Akdeniz’in serin sularına bırakmaktı. Çiçeklerim Çanakkale Boğazı’na ulaşacaklar ve “Çanakkale Geçilmez” dedirten tüm şehitlerimizi selamlayacaklardı.
     
    Fakat, o ne? Yol kıyısında açmış kıpkırmızı bir gelincik gördüm. Taç yapraklarının üzerinde çiy taneleri, pırıl pırıl şarlıyordu. Gözyaşlarına benzettiğim bu çiy tanelerini silmek için elimi uzattım. Bir taraftarda “Ey şehidimin kanı al bayrağımın rengiyle bezenmiş güzel gelincik, gözyaşları sana hiç yakışmıyor” diye yüksek sesle mırıldandım.
    Birden bire derinden anza çok derinden gelen bir sesle irkildim.
     
    “Dur dokunma, o benim gözyaşımdır” Durakladım, sağıma soluma baktım hiç kimse yoktu. Tekrar gelinciğe uzandım, o derinden gelen ses, daha öfkeli, daha yüksek beni bir kez daha durdurdu.
    “Dur dedim sana, dokunma ona”
     
    Sen kimsin diye sordum, çekinerek...Aynı ses “Ben PKK’lı bölücülerin roketatarla vurulup, düşürdükleri helikopterdeki Yüzbaşı Barlas Gürtepe’yim” diye cevap verdi bana, sonra devam etti.
     
    “Ben Bİnbaşı RamazanArmutçuoğlu’yum, Ben yarbay Gülova, Binbaşı Özyalçın’ım. Ben Üsteğmen Çağlar’ım. Gavur İzmir’de vatana katıldığın topraklarda nöbet tutmaktayım. Ben Teğmen Muzaffer Gümüş, Üsteğmen Yavuz, Yüzbaşı Sinan Eroğlu’yum.
     
    Biz vatanın bölünmez bütünlüğü için, PKK ile savaşırken can verdik. Ben Bİnbaşı Ercüment Türkmen’im. Onlar kahpece saldırdılar, biz mertçe karşılık verdik. Yaralı askerim Ahmet’i kucağımda taşırken, sırtımdan vurdular beni. Ben Sıhhiye Astsubay Emin ,yaralı PKK’lıya yardım ederken kurşunlandım.
     
    Binbaşı Fikret Aksungur, Üstteğmen Serkan Gencer, Yarbay Mikdat Şamancı, Üstteğmen Murat Ergül benim...
     
    Ben Yüzbaşı Süleyman Can’ım. Oğlumu, Onur’umu size, Türk Milletine emanet ettim. Oğlum beni cennete uğurlarken arkamdan seslendi.
    “Güle güle baba. Üzülme baba, bir SÜleyman ölür, bin Süleyman gelir”
    Ben Antalya, Manavgat Çardak Köyünden Uzman Çavuş Mustafa Uysal’ım. Dağlarca’daki ***** pusuda göğsüme saplanan kurşunla şehit oldum. Son nefesimi verirken dudaklarımda kelime-i şehadet, avuçlarımda vatan toprağı vardı.
     
    Ben Alim Yarbay’ım. Cennette gene roketlerimin başındayım. Baş komutan Mustafa Kemal’in arkasında sıralandık, O’nun emirlerini bekleyip, aynı türküyü hep bir ağızdan söylüyoruz.
     
    “Ölürüm Türkiyem”
    Adını saydığım tüm şehitler, 2007-2008 yıllarında vatana katıldılar. Unutma bunu...
     
    Benim bu seslenişim “Allaha çok şükrediyorum ki Türkiye bunları zamanında savaşa falan girmemiş” diyenleredir.
    Türk ordusu, dün olduğu gibi bugünde cephededir.
    Ses kesilmişti.
     
    Korkarak sordum
    “Peki, niçin bu kadar öfkelisin? Ses bu sefer gürleyerek cevap verdi.
    “Farkındamısın be ey ******? Uğruna can verdiğimiz ülke bölünüyor.
    CIA, Clinton’un Türkiye’ye gelişinden önce şu üç isimle bir araya geldi. Şerafettin Elçi, Esat Canan, Orhan Miroğlu. PKK’yı silahtan arındırmak için af çıkarılacak ve sorunun aşılması içinde Öcalan bilirkişi olacakmış. PKK siyasi parti, affedilen Öcalan’da lider olacakmış.
     
    Ey işbirlikçiler, Obama’yı iyice alkışlayın. Cebinde işte bu paket var.
    Sizler ordumuza saldırıp, “Öcalan’a af” emrivakileri için kolu kanadı kırıldı sanıp, Türkleri reflekssiz bırakamazsınız.
    Gücünüz yetmez buna...
    Talabani’yi Çankaya’da ağırladınız.
    Barzani ile aynı masada oturdunuz.
    Nevirçan barzani isetidi diye PKK ile savaşan subaylarımızı cezalandırdınız.
    Ama yeter, durun burda yeter...
     
    Ses kesildi. Esen sert rüzgar gelinciğin taç yapraklarını savurdu. Taç yaprakları, kan damlacıkları misali, gene toprağa döndüler.
    Duyduklarım gerçek miydi, hayalmiydi bilemiyorum. Belkide vicdanımın, vicdanlarımızın sesiydi.
     
    Siz ne dersiniz?
     
    Not: Bu yazı, “gözü olup görmeyenlere, kulağı olup duymayanlara, dili olup söylemeyenlere” ithaf olunur

  19. sardunyam
    Herkese selam ve sevgiler değerli dostlar,
     
    Geçen hafta ,fethullah gülen'e ait bir gazetenin genel yayın yönetmeni Bakırköy’de bir soru sormuştu sizce Gülen, bir din otoritesi değil mi diye..Ben de " o, bir din otoritesi değildir, olsa olsa siyasi bir otoritedir”.
     
    Din de otorite olmaz bu otoritelik Yahudilik ve Hıristiyanlıkta geçerlidir. Çünkü Allah adına kimse insanlar için bir yetkili, aracı ve otorite olamaz. İslam dininde buradan da şu noktaya varalım: laiklik ve sekülerlik iki farklı ama içi içe olan iki kavram ilki yani laiklik, devletin kurumlar ve toplum ile ilişkilerinde herhangi bir dini referans olarak almamasıdır. devlet tüzel bir kişilik olduğu için herhangi bir dini yoktur, olamaz da tarihte de olmamıştır. laiklik, din ile devlet arasındaki sınırları belirleyen siyasi bir tavırdır. Sekülerlik ise, toplumsal ve kültürel yaşamdaki dünyevileşme yaşam koşulları ve kalıplarının dünyanın kuralları doğrultusunda belirlenmesidir. Üçüncü aşamada din ancak bireysel ve içten içe yaşanana ahlaki bir tavır bireysel bir davranış kriteridir. Herkes, ne kadar istiyorsa o derece bu tavrı kendisine uyarlar tarihte ve günümüzde din, belli bir toplum, grup ya da tek tek kişilerce hep öznel açıdan yorumlanmaya müsait olduğu için yüzlerce farklı din yorumları ortaya çıkar bu, ayrılığı değil zenginliği toplumsallık ve siyasallığı değil bireyselliği başkasının din yorumuna bağlı ve mahkum kalmayı değil din özgürlüğünü garanti eder.
     
    Bunun dışında eğer din, belli bir grup, cemaat ya da kesimin tayin etmiş olduğu yorum ve ilkelerin sınırları içinde belirlenmişse, bunların dışında kalan herkes her kesim o yorumun faşist baskısı altında kalır. İşte laiklik, hem din adına başkalarına hem de dindar olmak isteyenlere yönelik her türlü dinden kaynaklanana baskıyı devlet eliyle önlemek demektir. Sekülerlik ise, dinin tüm yaşamımızda sanılanın aksine kodifikasyon ifade etmediğini gösterir.
     
    Örneğin şurada nasıl burada nasıl davranacağımıza ilişkin sayır-sız kodları içeren bir din yoktur. İslam dini genel geçer ahlak ilkeleri koyar ve bireyin bu ilkerli içine sindirip seçkin, dürüst ve tutarlı bir insan olmasını salık -verir. Bu noktada cumhuriyetle elde ettiğimiz büyük değerler daha da anlam kazanmaktadır. Osmanlı devletinde din, bir devlet modeli olmamıştı daha önce olmadığı gibi ve devlet dini istediği zaman istediği gibi yorumluyor ve bazı kitlelere bunu dayatabiliyordu.
     
    Örneğin Fatih Sultan Mehmet’ten sonra özellikle gazali İslam yorumu Osmanlıların Anadolu halkını baskı altında tuttuğu bir din yorumu idi bu baskıyı Osmanlıların Enderun mekteplerinden yetişen devşirme yöneticileriyle yine zamanla devşirme ve eskiden Hıristiyan olan yeniçeriler eliyle yapıyordu. Bu şu demektir. Belli bir dini kabulden önce eski inanç ve töreleri vardır. Anadolu Türklerinin de İslam öncesi döneme ait bir takım inanç ve gelenekleri vardı bunların çoğu hala yaşıyor. işte Osmanlı Arap-İslam yorumuyla Anadolu’da bu adetleri yaşatanları heterodoks (yani sapkın) olarak adlandırdı. Ne zaman bunları söylesek bize de sapkın diyorlar ama Anadolu’da Osmanlı sipahilerinin Türk kitlelere reva gördükleri katliam ve baskıları kimse sapkınlık olarak nitelendirmiyor.
     
     
    İşte Atatürk cumhuriyet'i kurarak bu ulusun kendi bireyselliğini garanti altına almış oldu. Yani İslam dinini siyasetten ayrı onun kirinden pasından istismarından uzak saygın yerine koydu. Bunun adı laikliktir. Hiç bir mezhep, şeyh din adamı ya da grubun din adına egemenlik erkini eline almasına fırsat tanımayan bir ulus-devlet düzeni kuruldu. Bağımsızlığın, anti-emperyalizmin ve ulus olmanın en temel koşullarından birisi olarak laiklik bu sebepten dolayı korunmalıdır.
     
    Ziya Gökalp İngilizlerin İstanbul’u işgal altında tuttuğu yılarda yani 1918-19 damat Ferit hükümetinin ve artin Kemal'in ispiyonlarıyla Limni'ye, ve Malta’ya sürülmüştü, Oradan eşi ve çocuklarına yazdığı yaklaşık 500 adet mektupta bile şifreli yazılarında; Bir güneş doğuyor, Türk ulusu bahar görecek işgalcilerin elinde önce içerdeki hainlerden sonra da onların efendilerinden kurtulacak ben umutla yaşarım o kişi sarışın bir kurt yani Mustafa kemal paşa diyecektir.
     
    ilk onu Cağaloğlu'nda tanımıştır ve bu ulus mutlaka ayağa kalkacak sahtekar ve işgalcilerle hareket eden din yobazlarından kendisi dinci diyor mutlaka kurtulacak diyordu o günlerden bugüne aktörler değişti ancak şartlar yinelendi. bu şartların yinelenmesi merhum Akif'in dediği gibi tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir yani tekrarlanmasından başka bir şey değildir.
     
    O halde biz Ziya Gökalp’in yaşadığı sürgün ve mahkumiyet yokluk ve darlık hayatındaki kadar ümit var olamazsak Atatürk gibi bir lider önümüze bu kadar çetin ve metin model koymuşken yine de umutsuzluğu 24 saatlik azığımız gibi gıda saymayı sürdürürsek kim bilir Limni ve Malta’daki istikbalin kuvvecilerine ne hesap verebiliriz?
     
    Cumhuriyet eğer, işgalci içteki ve dıştaki çetelere karşı kurulmasaydı bağımsızlık Türk milletinin karakteri olabilir miydi? Çetecilik ve aşiretçilik bugün din maskesini çok kullanmakta. işin çözümü zor görünen tarafı burada bunu da bence çok kolay çözeriz şuradan hareket etmeliyiz: Osmanlı tarihini baştan sona tekrar gözden geçirmeliyiz.
     
    Arkadaşlar bu bir akademisyenin klasik lafı gibi görülmemeli nerden nereye ve nasıl geldik onu burada keşfedebiliriz. Eğer cumhuriyet kurulmasaydı her şey kendi doğal seyrinde sürüp gitseydi sonuç ne olurdu?
     
    Bunu özellikle dincilerin kandırdığı kesimlere sormak lazım şöyle Osmanlı yıkılırken Müslüman toplumlar da çok zayıflamıştı. Yeni bir diriliş bekliyorlardı ve nitekim Atatürk onlar için eşsiz bir model oldu ama bu arada İngilizlerin kışkırttığı bir takım Arap unsurlarla, Hindistan da ki İngiliz kuklası ağa han Atatürk 'ün başarılarına karşı sözüm ona bir dini muhalefet başlattılar. Kendileri Sünni olmadıkları halde Atatürk devrimlerini Sünnilere karşı yapıldı diye küfürle bir tuttular ne kadar kökten dinci iç ve dış hareketlenmeler varsa gidip bakın mutlaka açıktan bir emperyalist destek vardır. Günümüzdeki fotoğraf da bunu açıkça gösteriyor. Sonra Türk milletinin kendi kaderini kendisi tayin etmek fırsatını tam yakaladığı sırada hilafetin ilgası yaygaralarını içerde ve dışarıda sürekli yayan gruplar cumhuriyete tavır almışlardır.
    Bugüne gelelim size soruyorum… Hangi cemaat tarikat ya da dini bir topluluk cumhuriyeti Atatürk ilk ve devrimlerini içine sindirebilmiştir? Sindiremez, çünkü Atatürk dinin hiçbir şekilde kullanılmamasını en temel düsturları arasında özellikle vurgulamıştır. Ve çok önemli bir vurgusu vardır:
     
    Atatürk diyor ki;
     
    İslam dini temelleri çok sağlam bir yapıdır. Ancak yüzyıllar boyunca bu sağlam temelin üstüne çürük bir bina yapılmıştır. Bu bina yıkılıp yenilenmediği sürece İslam aleminin mağlubiyeti perişanlığı ve yoksunluğu devam edecektir.
     
    Yalan mı? Olmadı mı? Olmuyor mu?
     
    Nerde tecavüze fukaralığa işkence ve katliama maruz bir topluluk varsa çoğunluğu Müslüman dünyaya ait. Gericilik bu mahkumiyet ve mahrumiyetin devamından yana olmasaydı hiç, Atatürk ün İslam dinini bir gonca gibi korumasına karşı çıkarlar mıydı? Kötüye kullanılması mümkün olmayan çağdaş, bilim ve akılla uzlaşan bir din yerine hurafeye, yalan ve dolana üfürük ve tütsücülüğe itibar ederler miydi? Ne kadar aptallaşılırsa o kadar dindar olunur safsatasına kulak verirler miydi? İngiliz işgalini Türk inkılabının onuruna tercih ederler miydi? Atatürk’ün yerine Humeyni yi severler miydi? Demek ki dincilik gericilikle özdeştir.
     
    Demek ki dincilik en başta dindarlığın önündeki din kılıfına bürünmüş din-sizliktir. Ve bu dinsizlik Allah’ın koskoca evreni yaratıp güzelliklerle bezemesini yeterli görmeyip onu siyasi bir lider olarak tahta çıkarmayı düşleyen post-modern bir paganizmdir.
     
    Nitekim dincilik Hz. peygamber yerine peygamber uydurmaktır. O hayattayken vefatından sonra da müseylemetul kezzap yani yalancı müselleme gibi bir çok yalancı peygamberler türemiştir ve bunlara karşı zamanın halifeleri cihat ilan etmişlerdir peki, bugünün peygamberlerini yaratanlarla o günün, yalancılarını peygamber olarak piyasaya sürenler arasında fark var mıdır? fark pek yok. Sadece bugünkü peygamberler ya siyası ya da cemaat lideri olmak gibi bir ayrıcalığa sahip biliyorsunuz.fethullah gülen i the economist peygamber ilan etmişti. Kendisi ve taraftarları "yan cebimize koy" anlamında bunu sessiz bir tavırla onaylamışlardı.
     
    Son günlerde de Sn. Başbakanı peygamberdir o diye öven taraftarlara rastlıyoruz işte bu dinciliktir. eğer Hz. peygamber hayatta olsaydı bunlara ne ilan ederdi varın siz düşünün.
     
    Değerli dostlar, Hz. peygamber peygamberliğini öncelikle birbirleriyle çarpışan kan davalı Arap aşiretlerini birleştirme yolunda kullandı. Doğal olan buydu. Yani o bir Arap milleti yarattı ulus yaptı onları. Sonra bu çekirdek millet İslam dünyasında etkin oldu. İslam öncelikle Arap birliğinin sağlanmasıyla yaşayabilirdi.
     
     
    İşte Atatürk eğer Türk ulusunun derlenip toplanması yeniden dirilişe uyanmasına liderlik etmeseydi ortada ne din, ne ulusal birlik beraberlik ne de bağımsızlık kalırdı. Karşılaştırın Hz. peygamber vefatından sonra Arap aşiretleri birbirine düştü ve en kötüsü emeviler yanlış politikalarından dolayı yaklaşık 40-50 yıl Bizanslıların egemenliğinde kaldı. Onların parasını kullandı.
     
    Bir fark var, Atatürk milliyetçiliği ırk, aşiret ve ya da kabile tutuculuğuna dayanmaz kendini bu ulusun onurlu ferdi sayan herkese kendini bu ulusun onurlu ferdi sayan herkese Türklük gibi imtiyazlı bir paye verilmiştir. Bu bir kültürel, tarihsel bir kimliktir. Din, bu kimliği, dokusuna uygun yorumlandığı sürece besleyici bir işlev görür. Araplara ya da başka milletlere benzeyen bir din yorumu milli birliğe aykırıdır ve hem de onlardan bile geri kalmamıza yol açar.
     
    bir örnek: tüp bebek konusunda pek de beğenmediğimiz ezher üniversitesi fetva kurulu 1980de bir fetva yayınladı. Arapçası da elimde tüp bebek çocuğu olmayan eşler için caizdir diye bakın, Araplar bile dünyanın sorunları karşısında ağır aksak da olsa kendi dini tutumlarını ve yorumlarını sergilerken o yıllarda ülkemizde bunun adı bile anılmıyordu.. Neden? Çünkü hala 1000 yıl önceki fetvalarla sürekli çağdaş din yorum ve fetvalarının önünü kesiyoruz. Arapları bile izleyemiyoruz. İşte bu, dinde Araplara bilim ve teknolojide de batıya bağlı kalmaya kendimizi programlamış olmamızdan ileri gelmektedir.
     
    Oysa Atatürk çağdaş medeniyet seviyesinin ötesine işaret etmişti. Bu husus din işleri için de geçerlidir. Örnek TÜBİTAK skandalını hatırlayın Darvin konusu bilim e aittir ve bu konuda İslam dininin herhangi bir açık ve kesin bir tavrı olmamasına karşın dinden fazla dinci kesilen siyasi irade ona da el atmış; engizisyon uygulamıştır.
     
    Oysa Darvin' den çok önce yani 9-13. Yüzyıllarda doğal seleksiyon İslam filozoflarınca tartışılmış; evrimin olasılığı üzerine eserler yazılmıştır. el-biruni, caiz bunlardandır. Mevlana, Erzurumlu İbrahim hakkı safa kardeşler (10. yüzyıl) daha hangilerini sayayım. Bunları söyleyince bazı aklı evveller hemen saldırıya geçiyor. Gazoz satan, tost satan, işportacılık yapan ne kadar insan varsa müftü kesilip bilgiyi mahkum ediyorlar. bir not düşeyim burada meslekleri kınamıyorum yanlış anlaşılmasın.
     
    Kuranda Allah’ın sıfatlarından söz edilir bakın der ki Allah alimdir bu bir ikincisi hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu yani onu iyi anlar bilgiye değer verir dört ilk ayet "oku" "yaz" değildir okumadan yazılmaz çünkü, şimdi bu dört ayet bize tarihsel bir ders veriyor bence ilme bilgiye akıl ve düşünceye değer veren ülkeler uluslar ne derseniz deyin yükselir egemen olur zenginleşir iki, tam tersini yapanlar rezil olurlar mahkum , mağdur ve mahrum olurlar hele oku" dendiği halde bir gazete bile okumayan kişi ya da toplum söz konusuysa Allah böylelerini battıkları cehalet içinde bırakır bırakıyor mu evet tarihte hangi millet vardır ki bilime, akıl ve düşünceye okuma ve yazmaya önem verdiği halde ezilsin, yoksullaşsın sömürülsün. ve metafizik bir deneme yapalım Allah için bence en büyük cürüm (kabahat) bilgiye değer vermemektir. Bence bütün sorunların başında bu geliyor. Atatürk’ün okuduğu kitaplardan nutkundan söz ederiz, ama onları okumayı denemeyiz. Bu Cumhuriyet; akıl, bilim ve düşünceyle kuruldu. Aynen İslam dininin ancak akıl, bilim, okuma ve düşünmeyle yaşayabileceğini Atatürk’ün sözlerinden anladığımız gibi.
     
    Son olarak diyebiliriz ki cumhuriyetimiz, milli birlik ve bütünlüğümüzü, sömürgenlere karşı tam bağımsızlığımızı bağımsız bir akıl bağımsız bir bilimle ve nihayet sömürgenlerin dikte ettiği dinilikle değil ulusal ve bağımsız din yorumu ve felsefesiyle kurabiliriz ve ilelebet yaşatabiliriz.
     
     
    Prof. Dr. Şahin FİLİZ
    Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
    Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
  20. sardunyam
    EN HUMANİST YAZARLARIN İNANILMAZ MÜCADELESİ ve PKK YA KARŞI ÇIKANA FAŞİZT DİYEN ZİHNİYET
    BÖLÜM -2
     
    4.anne ben hümanist oldum kişisinin mücadelesi.
     
    şimdi ve burada, kişisel sorumluluk, bireyin fenomolojisi falan durumları. ne? bunlardan haberin yok mu? neyse..
    carl rogers :psikolojide hümanistik akımın öncülerinden olan, insanın hayatından sadece kendinin sorumlu olduğu görüşünü savunan ünlü freud un insan doğuştan kötüdür savına karşılık insanın doğasında iyilik vardır tezini savunmuştur.
    maslow'la birlikte eğitime yeni bir bakış açısı getirmiş hümanist eğitimci psikologdur. insancıl kuramın önde gelenlerindendir.
     
    kişi merkezli(hümanistik) yaklaşımıyla öğrenci merkezli eğitimin oluşumunda büyük rol oynamıştır.her insanın farklı ve biricik olduğunu savunmuştur.
     
    5.hümanist felsefesini kopyaladığımız avrupa fransız ihtilali'nden 1950 lere kadar milliyetçi/aşırı milliyetçi tutumlarını sergiledi de bunun binde birini kendi yandaşlarımızda görünce ne oluyor diye soru geliyor akla.
    Derdimiz ne ? başta ekonomi olmak üzere her alanda ilerlemek. falan filan... bildiğimiz şeyler... bunun için ister ulusalcı deyin ister milliyetçi birbirimizi anlayıp milli çıkarlara destek vermemiz lazım. milliyetçi olmak şart bunun başka yolu yok. ha milliyetçi deyince aklına faşitleri ya da herhangi bir siyasi parti desteklendiğini düşünen varsa, tek algıladığı buysa lütfen gölge etmek gibi önemli bir işi yapadursun yeter !
     
    6.Ugur mumcu'da bunlardan biriydi.. mücadelesi gerçekten inanılmazdı.
     
    7.Hümanist: insancıl olarak küçük bir çeviri ile hümanist kimliği taşıdığını iddia eden herhangi bir kişinin savunduğu "insan" kavramına zarar veren herhangi birşeyi savunması söz kousu değildir.
    Bu kavramı içselleştirmiş insanlar yaşam hakkı elinden alınan hrant dink için de gereken yerde durmuş yaşam hakkını savunmuştur, şehitlerinde, haa şimdi şimdi şehitlerle hrant dinki bir kefeye mi koyuyorsun diyecekler vardır ki, kavramda insan kelimesi geçiyordur, toprak altına girdikten sonraki sürece müdaale şansı olmayanlar olarak saygı, sevgi harici konularında konuşmasın, tartışmasındır, saygı duyuluyordur.
     
    Emekten yana olan insanların girdiği uzun ve emek isteyen entryler için ise gerçekten öyledir keşke bu emeğe saygı gösterecek kadar sabırlı olunabilse beğenilmediği taktirde tez-antitez şeklinde yine emek harcayarak cevap verilebilse ve nihayetinde gelişime bir nebze de katkıda bulunulabilse, işin tuhafı bu da hümanistlikten geliyor ki, temel kavramı insan olan bir kavramın yine insan merkezli bir şekilde gelişimi düşünmesi kadar doğal bir durum yoktur.
     
    8.11 eylül saldırılarından sonra amerikan televizyonlarında ''bütün müslümanları keselim.'', ''ırak'ı bombalayalım'', ''pis araplar'' gibi cümlelerle savaş çığırtkanlığı yapan -ki bunun zamanımızın türkiyesine yansıması da mhp ve bbp sempatizanlarıdır- beyinsiz, savaşın ne olduğundan haberi bile olmayan, savaşı sadece rambo filmleri'nde görmüş boş kafalı amerikalılardan ve şimdilerde ülkemizde bunun bir benzerini yapan ırkçı -millyetçi değil- kesimden çok daha anlamlı bir mücadelenin içinde olan insanlardır.
     
    Terör hiçbir zaman kendi kendine hortlamaz. insanlar canları sıkıldığı için dağa çıkıp, yollara mayın döşemez. masum insanların bulunduğu kalabalık ortamlarda intihar saldırıları düzenlemez. terörün en büyük tetikleyicisi sosyal ve ekonomik adaletsizlik ve yabancı devletlerin teröristlere verdiği desteklerdir. bugün ortadoğu'da yaşananları da bölüclüğe bağlayamazsınız sanırım. sırf amerika daha fazla tüketebilsin, israil gece rahat uyuyabilsin diye ortadoğu halklarına çektirilen zulüm değil midir islami terörü tetikleyen? ve ortadoğu'da bu ortam varken iran gibi, suriye gibi devletlerin terör örgütlerini desteklemesi çok mu acayip?
     
    Burada bir soru soralım. peki ortadoğuda bu ortam yaratılmamış olsaydı... insaların yiyecek yemekleri, içecek suları, hayatlarını sürdürebilmeleri için gereken bir işleri ve sosyal güvenceleri olsaydı. eğitim görebilselerdi ya da demokrasileri olsaydı ortadoğu'da teröre destek verilecek bir ortam oluşur muydu? karnı tok olan adam neden kendini havaya uçursun ki?
     
    Şimdi ortadoğu'daki bu durum türkiye ile hiç benzeşmiyor mu? bir düşünün bakalım. marmara bölgesi'nde kişi başına düşen yıllık gelir ile güneydoğu anadolu bölgesi'nde kişi başınadüşen milli geliri bir karşılaştırın bakalım. öğrenci başına düşen okul sayısını, öğrenci başına düşen öğretmen sayısını, kişi başına düşen doktor sayısını, kişi başına düşen hastane yatağı sayısını araştırın mesela.
     
    Hatta size bir kaynak vereyim. açın bakın oradan bakalım uçurum ne kadar derin.
     
    http://www.ilemod.gov.tr
    ya da http://www.tuik.gov.tr
     
    Kısacası insanın, insanlığın gelişimini engelleyen, buna zarar veren herkese karşı olan hümanist yazarların arasında "en" diye bir derece düşünülmeksizin yaptığı uğraşdır verilen mücadele.
     
    Ayrıca; ülkemizdeki sayın savaş yanlıları! yineliyorum ki o hayatında savaşı sadece rambo filmlerinde görmüş olan amerikalılardan hiç mi hiç farkınız yok. alın size basit bir istatistik;11 eylül de ikiz kulelerin yıkıntıların altında kalıp ölenlerin sayısı beş bin civarında idi. ve aynı gün birleşmiş milletler gıda ve tarım örgütü verilerine göre dünyada açlıktan ölen çocuk sayısı 35.615 idi ve bununla ilgili ne bir televizyon programı, ne bir gazete makalesi ne de bir basın açıklaması yapıldı.
     
    Şimdi diyeceksiniz ki ''ne alaka?'' ve sorunuza bir soruyla cevap veriyorum. kim terörist? o insanları açlıktan ölüme terkeden ensesi kalınlar mı? yoksa usame bin ladin mi? ve o çocuklar için kim ağladı? kim ''hesabı sorulacak'', ''kana kan isteriz'' diye haykırdı?
     
    Tayyip erdoğan zamanında ''türkiye'de kürt sorunu var.'' dediği zaman da bizim ultramega vatansever, milliyetçi arkadaşlar buna şiddetle karşı çıkmışlardı. ve görüyorum ki hala da karşı çıkmaktalar. ama ne kadar karşı çıkılrsa çıkılsın bu ülkede bir kürt sorunu vardır ve sorunun tek çözümü kesinlikle savaş değildir.
    Doğuya yatırım yapılmalıdır. evet bu kadar basit. doğu kalkındırılmalıdır. şimdi diyeceksiniz ki ''devletin güvenliğini sağlayamadığı bir bölgeye kim yatırım yapsın ki?'' evet özel sektör yatırım yapmayacaktır ve yapması da beklenemze. işte bu yüzden bizzat devlet yapacaktır bu yatırımları. yeni merkezler yaratılmalıdır mesela. adana gibi, gaziantep gibi. göç olacaksa bile bu merkezlere yönlendirilmelidir.
     
    Neyse yine zavallı bir hümanistten bekleneceği üzere uzun uzun yazdım ve bilmediğiniz hiç bir şey söylemedim sanırım. neyse...
     
    9.( bu maç yapılmak zorunda mı)
    bu mac yapilmak zorunda mi
    kapat
    sözlük'te yok!
     
    ama aşağıdakiler belki işinize yarar.
    bu ulkede herkes kemalist olmak zorunda mi
    her yazar musluman olmak zorunda mi
    bu kadar tatli olmak zorunda misin
    tanri yla aramda bir din olmak zorunda mi dusuncesi
    bu meret devlet dairesi mi dukkan mi
    bu ne be bu kadar uzun yazi mi olur kardesim
    bu duvari badanalamali mi badanalamamali mi
    bu mac kacmaz
    aksama mac var mi
    dostum mac demissin ama bu bildigin tecavuz
     
    10.Bunun bir yanı daha var; milliyetçilik uğruna diyarbakır cezaevinde yapılanları savunan, maraş katliamını savunan sevgili vatan haini, zamanının amerikancısı şimdikinin imfcisi vatanseverler. bu ülkeye en az pkk kadar zaara veren bu kişiler kalkmışlar bu ülkenin değerli beyinlerini öldürmekten söz ediyorlar. yalnız değerli beyinlerden kasıt neoliberalden bozma entel magandalar değil, gerçek anlamda değerli ve bilgili kişiler. vatan uğruna sömürüyü savunan, üstüne üstelik bu sömürü düzeninde ancak tok bir karna sahip olabilecekler bunu söylüyor ya içim acıyor. varsın vatan sağolsun ama abd daha çok sağolsun!
     
    11.*hacı yeni filmi izledin mi?
    -ne o?
    *en hümanist yazarların inanılmaz mücadelesi
    -konusu neymiş?
    *ne bilim t.şak muhabbeti filan diolar.
     
    12.Humanizm,fransizca humanisme kelimesinden gelip en basit anlamiyla insan merkezli ,insani sevme ulkusunu tariflemek icin kullanilir.
    Gelelim birinci entrydeki kara hilal tanimina
    humanizm = paravan(humanizm kisvesi altinda) arkasi turk dusmanligi,kurt savunuculugu halklarin kardesligi karsitligi oyle mi ?
     
    Şu an icin kavramlar ve kavramlarin arkasinda saklananlarin karistirilmamasini dilemekten baska birsey gelmiyor elimden .
    1980 darbeside ataturkculuk kisvesi altinda yapilmisti ve sonuclarini gorduk goruyoruz. Kendi yaptigim tarife gore humanistim .Gayette mutluyum bu durumumdan.
     
    13. Efendim bu yazarlar öyle bir mücadele verirler ki, öyle başlıklar açarlar ki hümanizmin dibine sokasınız gelir
    ( pkk lı da olsa insan insandır)
    ( kazanan barış olacaksa pkk ile masaya otururum)
    ( ahmet turk un sozleri sucsa biz de katiliyoruz)
     
    14.tavşanda tapirde buldum
    sizde bulamadığım sevgiyi
    ennn hümanist yazar neredersin
    yaz kaç yakışırmı
    o güzel narin
    alade bünyene
     
    bir dirhem okşamadın saçımı anamgibi
    bir ıslak ekmek atmadın hayvanat bahçesinde gövel öredeklere atar gibi
    nerede
    humanizmin
    nerede ısladığın kuru ekmek
     
    .
    .
    .
    .
    sende uzaksın bana en az bir tapir gibi
    kendine yakıştırdığın bir sıfat sadece
    onu gördüm değil mi sence de
     
    Bülent Kızıl
  21. sardunyam
    EN HUMANİST YAZARLARIN İNANILMAZ MÜCADELESİ ve PKK YA KARŞI ÇIKANA FAŞİZT DİYEN ZİHNİYET
    BÖLÜM -1
     
    Şimdi sıkı durun, şeklen de olsa, bir hümanist yazar gibi tanım yapıyorum, tanım yok diyen gammaz vicdansızdır. Biliyorsunuzki son bir kaç gündür bu polimiklerle uğraşmaktayım beni anlamayan zihniyet beni sildi gitti umurumda bile olmadı ama bu şekilde bir araştırma yapmak zamanının geldiğini gördüm , yaptığım bu araştırmayı ve bu yazdığım bu yazıyı siz sevgili dostlarımla paylaşmak istedim...
     
    Tanim: son 7-8 yıldır ülkemizde dönemin ağırlıklı olarak gençlerinden oluşan bir topluluğun, kendi hayatlarında kayda değer bir yer verdikleri, gelişmesi, daha çok okuyucu sayısına ulaşması, daha geniş kitlelere ulaşması, kişisel fikirlerin toplumsal bazda yankılanması, ülke meselelerine dair genç ve dinamik nufus ve buna ek olarak apolitik ülke gençliğinin de bir kısmının muhalif sesinin duyulması,iletişimin psikolojik bir ihtiyaç olduğundan hareketle, kişisel gelişimin psikolojik yanını geliştirmesi, değerlerin tartışılarak daha geniş kitlelerce eleştirilerek daha kabul edilebilir bir noktaya gelmesi, karşıt çözüm önerileri getiren ve/veya getirdiklerini iddia eden görüşlerin, sahipleri tarafından ortaya konularak benzerliklerinin önplana çıkartılarak bir birlik ve dayanışma ruhu ile gençliğin ülke gündemine el ele , omuz omuza, yürek yüreğe el koyması zamanının geldiğinin işaretlerini vermesi , yıllardır ülkeyi sun'i gündem maddeleri ile oyalayarak, kişisel hırs, haset ve menfi duyguların tatminin yolunu tercih eden muktedir görünümlü hükümetlerin foyalarının ortaya çıkartılması, ülkenin temel sorununun edinazor ruhlu bir kesimin gül goncası formundaki milyonları temsil edememe kaabiliyetsizliği olduğunun ayan beyan görülmesi ve gösterilemsi açısından önemli bir rol oynayan sanal sözlük oluşumlarındaki en asil duygunun insanı olan humanist yazarların kendi gerçeklerini ortaya koyarken bir paravanın arkasından başarıya ulaşmak yolunda sarfettikleri gayretlerin birikimi ve toplamı olan mücadelelerdir. * *
     
    Kendi tarzımıza dönelim de rahat rahat yazalım artık. nasılsa kapı gibi tanımı diktim tepeye.
     
    Efendim bu yazarlarımızın gözle görülen en önemli özelliği ciddi bir emek sarfederek takdir edilesi uzunlukta entryler girmeleridir ki, huzurunuzda itiraf ediyorum hayranım bu özelliklerine. ama sol emekten yanadir derken sanırım bahsettikleri emek kıyısından bucağından burada da kendi yansımasını bulmuştur.
    16 haziran 1976 soweta katliamini rahatlıkla türkiyenin belli bir kesimine havale edebilirken, diğer yandan da 15 haziran 2007 diyarbakir da patlamayı önce devletin sırtına ödenmesi gereken bir adisyon fişi kılığına sokmuş, sonra da hümanizmin engin denizlerinde durmadan tepiklediği "türk" hissiyatı ile durmadan "mazlum ve mağdur" elbisesi giydirdiği "kürt" toplumunu, artık hoş bir seda olarak yankılanan "halkların kardeşliği" sloganının içerisinde yoğurmaya çalışmıştır. okurken haz alınan birçok yazının okunduktan sonra bünyede en ufak bir "milli" his uyandırmıyor olması, aksine insanın içinden "vay beee, ulan ne kadar çok ırkçılık yapmış bu devlet" fikrini uyandırması yasadışı sol terör örgütlerinin en bilinen klişelerinden "faşist türkiye devleti" tamlamasının yandan yemiş haliyle sizi başbaşa bırakması, "humanist yazarı" şahsi olarak ve fikirsel bazda ciddi biçimde eleştirmeme neden olmaktadır. insana verilen değerin bir yansıması olarak yazar isim vermiyor ve devam ediyorum.
    Kızıl bayrak org ve benzeri sitelerin ifşaatlarını savunmanın bir siyasal düşünce olarak zihinlerde yer etmesine engel olmak gibi bir düşüncem olmamakla birlikte, bu görüş sahiplerinin sozde halk mahkemelerinin yılmaz bir savunucusu olduklarını düşünmem beni hangi sıfata müstahak gördürüyor onu da bilmiyorum.
    Bir tabir vardır lise cografyasında; "karadeniz ereğlisi" şeklinde , duymuşsunuzdur muhakkak. burada bize anlatılmak istene şey "ereğli" adlı yerleşim yerinin başka bir bölgede de olduğu ama o an için kastedilenin zonguldak-ereğli olduğudur.
     
    şimdilerde sıkça lafzedilen bir beyan olarak "kürdistan" ibaresinin peşmerge ağalarından duymuştuk lakin onlar dahi bulundukları bölgeye ırak kürdistan'ı deme cüretini gösterememişlerdi. ama icimizdeki irlandaliların humanist gönüllerine olan kat'i güvencimiz artık yıkılıyor. zira kuzey ırak'a yönelik bir operasyonu eleştirirken dahi benzeri onlarca ifadeyi bir kenara bırakarak irak kurdistani ni isgal etmek tercih ediliyorsa bunula da yetinmeyip sevgi, barış, dostluk, kardeşlik kelimelerinin arkasından elde sopalarla bekleyerek köşeden dönen her zıt görüşlüyü, her terörist karşıtını ve hatta bu devletin anayasal düzeninin -iyi veya kötü- temsilcilerini faşistlikle suçlayarak hatta bir devlet görevlisinin tüm konuşmasının içerisinden tek cümleyi cımbızlayarak tüm sözlüğe "elazig valisi buyurdu pkk li buldun mu keseceksin dedi...işte ben buna karşıyım, sonuçta terörist de olsa bir can taşıyor. benim humanist felsefem buna izin vermiyor" demek en hafif anlamıyla gerçekleri saptırmaktır. serbesti ağzıyla konuşmaktır.
     
    2.Pkk'yı öven süperdemokrathümanistler arasında da yaşanan inanılmaz mücadelenin de içine dahil olabileceği inanılmaz mücadeleler bütünü. hangimiz daha hümanistiz diye iddiaya girip insanlık suçlularını korumaları, buna karşılık görevi silahsızları savunmak olan bir kurumu bazen içindeki bir kaç çürük yumurtayı örnek gösterip kötülemeleri, bazen de "antimilitarist" ayağına yatarak bunu yapmaları demurgirasimize yapılmış büyük bir katkıdır.
     
    3.bölücülere ve teröristlere kim daha çok destek çıkabilecek mücadelesi. gerekli araç gereçler;
    1 adet humanist söylem
    1 adet demokrat maskesi
    1 adet insan hakları özlü sözü
     
    yapılışı;
     
    önce vatanını seven ve korumaya çalışanlara faşist deyiniz. bunu yaparken hümanist söylemle destekelyiniz ve ardından demokrat maskesini takınız. son darbeyi vurmak için de arka cebinizdeki insan hakları özlü sözünü yapıştırınız. işte oldu artık siz de bir hümanizm micadelesi insanısız. faşistler size tepki gözterebilir, vatan diyerek bayrak diyerek sizi susturmaya çalışabilir. olsun pkk da insanlardan oluşmakta onları öldürmeyeleim, soyları tükenmesin koruyalım.
     
    Bülent Kızıl
  22. sardunyam
    Ayetlerde Kişisel Gelişim mesajları
     
    Binlerce yıllık insanlık birikiminin, tüm kişisel gelişim kitaplarının toplamının zerresi bile olamayacağı muhteşem kitap, Kur'an-ı Kerim'den, kişisel gelişime yönelik (bazı) notlar:
     
    İsra 37: Kibirli olma, alçak gönüllü davran.
     
    Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.
     
    Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.
     
    Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.
     
    Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.
     
    Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.
     
    Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.
     
    Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.
     
    Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.
     
    Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.
     
    Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.
     
    İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.
     
    Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.
     
    Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.
     
    Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.
     
    Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.
     
    Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.
     
    Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.
     
    Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.
     
    Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme.
     
    Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.
     
    Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.
     
    Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.
     
    Saff 2: Yalandan uzak dur.
     
    Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.
     
    Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.
     
    Al-i İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.
     
    En'am 50: Ön yargılarla hayatı kendine zehir etme.
     
    En'am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.
     
    Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.
     
    Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.
     
    İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.
     
    İsra 23: Anne ve babana 'off' bile deme.
     
    Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.
     
    Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabul et.
     
    Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
     
    Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.
     
    Necm 3: İnanma duygunu diri tut.
     
    Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme.
  23. sardunyam
    ''Derin Okyanusların sessizliği büyüler beni. İçimi bir heybet hissi kaplar. Kalbim fırtınalarla dolar...''
     
    İnsanların ve toplumların karakteri ya düşerlerken ya da yükselirlerken belli olur…
     
    Bilgelerin, şairlerin, yazarların tüm öğretileri benliğimizi bulmamıza yardımcı olan öğretilerdir.
     
    Su, kendine sırdaş arıyordu.
    Önce buluta verdi sırrını.
    Ağır geldi sır buluta.
    Sağnak sağnak döktü suyun tüm sırlarını…
    Sonra göle gitti su.
    Ona anlattı derdini.
    Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp,dolu yapıp,kar yapıp savurduğu için,zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa çıkıyordu.
    Sonra nehre verdi su sırrını…
    Nehir aldı suyun sırrını çekti gitti.
    Dereye verdi, dere biraz daha yavaş olsa da nehirden,o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze…
    Çağlayanlar, şelaler, akarsular…
    Hepsi kayboluyordu bir anda.
    Sonra bir gün su takip etti dereyi…
    Dereye okyanusa ulaşınca fark etti su, bütün sırlarının akarsularla,
    Çağlayanlarla,ırmaklarla…okyanusa taşındığını…
    Karar verdi su,sırrını okyanusa verecekti.
    Öyle de yaptı zaten.
    Tüm sırlarını okyanusa verdi…
    Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu.
    Ne taştı okyanus,ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını,nede kurudu…
    Geçen karşılaştım suyla,bir bardaktaydı.
    Suskundu.
    Çok uğraştım konuşturamadım.
    Ben tam giderken ”Dur!” dedi su.
    Durdum! ”Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!
    Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar…” dedi”
    Akvaryum yüreklilerin dostluk muhabbetinden dem vuramayacağını bildiğimden geçip gitmek daha evla geldi bana…
    Tatlı su sazanları yorumlarına devam etsinler…
    Değil mi ki,”Okyanus yağmuru hissetmez...''
     
    Dalgalı okyanuslar, durgun Okyanuslar kadar heybetli gelmez bana... Gök gürlemeleri, mavi Okyanusların heybetini silemez diye düşünüyorum... Durgun Okyanus her zaman dana manalı, daha derindir.
     
    alıntı
  24. sardunyam
    gözleri bir kara delik,
    baktıkça içinde kaybolduğun!
    neresinde duracağını bilmediğin!
    savrulup durduğun,
    tuhaf bir haz alarak,
    mahvolduğun...
     
    gözleri bir kara delik,
    simsiyah...
    siyahtan daha siyah...
    kör edercesine,
    içine çekercesine,
    kendini teslim edercesine,
    tutulduğun...
     
    kozmik bir aşk
    içinde her şey var,
    acı, ihtiras, kaçış, kavga
    savaş, barış, vefa,
    ve mezar...
     
    mabeti bile var,
    ibadet edercesine tapındığın!
    tanıyacak zaman yoktur üstelik...
     
    gözleri bir kara delik
    bir kere kapılmaya gör
     
     
    gözleri ve sen
    evren ve sen
    seni çıkar aradan
    gözlerindesin, sen!
     
    sardunyam
  25. sardunyam
    İnsanlardaki ruhi ve ahlâki kirlenmeye bağlı olarak, insanlığın her kıymeti gittikçe infisaha uğruyor, her nimet kirlenip kokuşup bozuluyor. Her değer tefessüh ediyor. Hava, su, toprak, gıda; çevre, zaman, mekan; cemiyet, müzik ve lisan... Ufkumuzu bir dud-i muannid sarmış sanki... Kara, uğursuz inatçı bir sis... Göklerimizin mavi ve dinlendirici berraklığını örten, dağılmaya hiç niyeti yokmuş gibi gözüken bir inatçı duman altında yaşıyoruz.
     
    Atmosferdeki bin bir çeşit atık gazlar, şehirlerin üstüne bir kâbus gibi çullanmış. Derinliklerinde incilerin gülümsediği okyanuslar bile kirlendi. Bulutlar artık yağmur değil, asit yüklü...
     
    Altında yaşama savaşı verdiğimiz gök kubbemizde baki kalacak hoş sedamız, şiir musikimiz bile bulanıp gitti. O da hasta ruhların imal ettiği edebiyatımız gibi, makinelerden çıkan metalik seslerin istilasına uğradı. Artık bu çağda müzik ve şiir bir kakafoni, bir tenafur-i huruf mahşeri!... Seslerin kakışıp çatıştığı bir arena! Her metalik çalgıdan tiz bir avaz yükseliyor. Kliplerdeki rakslar, sara illetine tutulmuş hasta çırpınışları! Tam bir pornografi... Ekranlar bütün renkliliklerine rağmen kirli, bulanık, muziç ve müstekreh!...
     
    Artık içine düştüğümüz bu kirli ve vahim manzaradan rahatsızlık duymak bir yana, bu berbat hâle ünsiyet bile peyda ettik. Artık çok bayağı şeylerden haz duyar olduk. İnsanlığın güçlü haykırışları olarak bilinen şairler bile suskun, şaşkın, biçâre endişeli. Eli kalem tutan irfan ehlinin bile sesi kısık. İnsanlık âlemini bu kabil tehlikeler karşısında uyarmaya çalışanlar, şamatada vaaz edenleri andırıyorlar. Kimin için yazıp, kime sesleneceksin? Şairlerimiz de, yazarlarımız da kendileri içi yazıp, kendileri için okuyorlar. Eserini hayran hayran seyreden yine ressamın kendisi... 'Yakalarsam çap çup' varken 'suzi dilara'yı, hüzzam'ı kim dinler?
     
    ''Neye yarar dillerde dolaşır Arif Nihad adı / Okur Arif Nihad, Arif Nihad'ı...'' diyor Arif Nihat Asya. Kısaca, o eski mükemmel şairlere, o deha çapındaki mütefekkir yazarlara kulak asan kalmadı. Bu yüzden de içindeki hâlin kötülüğüne aldırış eden, o halden rahatsızlık duyan yok. Fakat yine de, bizim gibi, eli kalem tutan, hassas bir iki zat arada bir zuhur edip duygularını yazabiliyor.
     
    Şair Zarifoğlu, çevre kirliliğinin artmasıyla mavi göğü kaybetmekten korkuyor. Esrarengiz bir şiirinde Mavi Gök Orada mı? Diyor... O da bu bulanıklık altında mavi göğü yokluyor arada bir... Onu kaybetmekten korkuyor.
     
    Bense yazarken ve anlatırken sis bombası patlatan kalemlerin metinlerinde mavi, sonsuz, derin ve berrak lisanımızı, mavi lisanımızı arıyorum. Onu yokluyorum arada bir. Çünkü global dedikleri şu çok yönlü kirlenmelerden en büyük zararı dilimiz gördü. Nehirlerden daha çok lisanımız ve dolayısıyla da zihnimiz bulandı.
     
    Türkçe'deki tasfiyecilik harekatının arkasından boş kalan zihnimizi, çoğu uydurma, birazı hortlak, epey bir miktarı da hangi diyardan ve hangi derdimize derman olmak için geldiği meçhul bir yığın ecnebi kelime istila etti.
     
    Zarif ve ince kâtibimin yerine man, azman, dızman gibi kocaman şeyleri çağrıştıran yazmanı getirmeye çalıştık. Fakat kâtibime yakıştığı kadar, yazmanımıza kolalı gömlek yakışmadı.
     
    Aritmetiksel, geometrik bir dil icat ettik. Üstelik, bir de gibi tatlı ifadeler yerine artı; menfi taraflarımıza eksi, mükemmel insanlarımıza 4x4, yani dört dörtlük diyoruz. Sanki bir motor gücünü ifade etmeye çalışıyoruz. Vurgulamıyor, dikkat çekmiyor, altını çiziyoruz. İzah etmek gibi bir kelimemizin varlığını unutunca da deşelesek mi, eşelesek mi? Diyoruz. Kısaca mütalaa etmeyi unuttuk. Tartışıyoruz, yani tattaraveli oynuyoruz.
     
    Dâussıla bizim için artık nostalji... Bu çok eski bir kelime diye, onu ne kadar dil darağacımızdan kovmaya çalışşsak da, Süleyman Nazif'in Dâussıla'sı bize bu kelimeyi hatırlatır sanırım.Sıla hasreti demek... Fakat nostalji bu kelimeyi ne kadar karşılıyor? Bu kelimenin mazimiz ve edebiyatımızla alakası ne kadar güçlü? Dâussıla yerine nostalji demektense hiç olmazsa tahassür, daha güzeli, sıla hasreti, diyemez miyiz? Ama ben Dâussıla derken kelimedeki dâ sesinin içimi yaktığını hissederim. Çünkü Dâ dağlanmayı, yürek dağlamayı tedai eder. Zaten hasret, sıla, gurbet gibi kelimeler bize hep vatandan, anneden, yardan ve arkadaştan ayrılığı hatırlatmaz mı? Bir gönül sızısını çağrıştırmaz mı?
     
    Evet... Bu kelimeler, aslen nereli olurlarsa olsunlar, yalnız bize mahsusturlar. Çünkü Hiçbir millet, Yemen çöllerini, Sarıkamış'ı yaşayışımızı; Semerkand'ı, Buhara'yı, Türkistan'ın o tasavvufi, o uhrevi muhitini yüzyıllardır özleyişimizi düşünürsek, bizim kadar gurbet acısını, sıla hasretini gönlünde duya duya yaşamamıştır. Bu dünyada hasretin, sılanın, gurbetin ne demek olduğunu yalnız biz biliriz, biz anlarız.
     
    Evet şair ikide bir neyi soruyor, neyi yoklayıp duruyordu? Mavi göğü... O, şimdi kurşuni bulutlarla örtülü mavi göğü kaybetmekten korkuyor. Bense öz yurdumda, dükkan levhalarında Body Reform Shop, Haute Coiffıre İsmail, Blue Butique, fast food, sandwich waffle ve daha bilmem color gibi kelimelerin atıldığı lisan çöplüğüne feda edilmiş annemin köpüklü çağlayan suları kadar temiz, pınar suları kadar berrak ve ak, insana hayat ve hayal güzü veren mavi lisanını arıyorum.
     
    Onun, ''Evde ışıklar söner ninni / Gökte yıldızlar yanar ninni... Yum gözlerini... Gökte yıldızlar çiçek, rüyanı süsleyecek ninni...'' diye şakıyan saf ve temiz mısralarındaki ak lisanı arıyorum. Ana vatanımda anamın dilini arıyorum. Ben annemin bu saf, bu arı, bu duru ve berrak Türkçe kelimelerle yavrusuna sessiz, kirden ve pastan uzak, masum bir dünya sunduğu dili arıyorum.
     
    Ne yapalım? Çevre kirlendi. Ona bağlı olarak da her şey... Zarifoğlu, ''mavi gök orada mı?'' diyor. Onun mavi göğü şimdi kirlenmiş kurşuni bulutlarla örtülü... Bir rüzgar dağıtınca bulutları, o, mavi göğüne kavuşabilir. Bense mavi ve berrak lisanıma Yunus'un:
     
    ''Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü / Yaratılanı hoş gördük / Yaratandan ötürü''; Karacaoğlan'ın: ''Bir ben değil, cümle alem perişan''; Ahmet Yesevi'nin, ''Başım tofrak, cismim tofrak, özim tofrak / Köydüm, yandım, olamadım hergiz apak'' gibi yüzyıllar ötesinden günümüze ulaşan feyiz dolu, ak ve berrak mısralarında, annemin ninnilerinde kavuşabiliyorum...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.