Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Johnydoe

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    257
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    26

İletiler gönderen: Johnydoe

  1. 11210499_10153361572699098_7466851387982

    bazen sebepsiz yere akşam oluyor.

    en güzel anında kızıla dönüyor günün ışıkları.

    bir bardak demli çay kıvamında,

    dirseklerini dayayıp yorgun korkuluklara.

    ne çok ayrılığa tanık oldu İstanbul'um...

    ne çok masaya meze,

    ayrılığa gebe,

    sancılı doğumların ardından,

    yalnız başına çay içilen akşamların oldu senin...

     

    oysa kargaşasında hayatın,

    kaçırdıklarımızı biriktirdik biz.

    dalıp giderken mavi sularına,

    yüzme bilmiyor olmak,

    hep kurtarılmayı umut etmektendi...

    son nefesi bırakırken boğazımızdan dışarı,

    elimizde hissedemeyip,

    o sıcak eli,

    sorgularken bulduk kendimizi...

    hangimiz daha çok sevmedi'yi...

     

    bazen sebepsiz yere,

    yorgunluk çöküyor omuzlara...

    kimse anlamıyor olsa da,

    anlaşılmak sanki çok bir halta yarıyormuş gibi,

    ayrıntısına kapıldık her sevdanın,

    her sevdanın,

    elin, elimin üzerinde olsaydı eğer,

    ayrılmazdık'ı kurduk...

    oysa herkes bilir,

    kalbine giremediğinin avucunda,

    oyuncak olmaktan öteye gidemezdi sevda dediğin...

    onun bir mesajıyla maviye dönen göğün,

    sustuğu anda

    işte o an'da

    kızıl ışıkları çarpardı yüzüne,

    zamansız akşam oluşların...

  2. 11221757_10153355650599098_2349757596670

     

    Bazen sadece gitmek istersin...

    koyu gri bulutların arasına.

    aklında kapatılmamış hesaplar,

    cebinde isimsiz fotoğraflar,

    kalbinde arkası yarınlara ertelenmiş ağrılarla,

    bazen sadece gitmek istersin...

     

    dalgaların sesleri arasında yol alırken,.

    hüzün dolu gözler, gelmeyecekleri ararken,

    senin gelmeyenin kim?

    diye sorarken yakalarsın kendini,

    kendine...

     

    kim tutupta bıraktı seni,

    kim izin verdi?

    kırılacağını bile bile,

    susmana...

     

    bazen sadece gitmek istersin...

    üzerinde günlük kıyafetlerin,

    beğenilmek kaygısında uzak,

    elinde fotoğraf makinan,

    görenler belki çok beğenecek,

    görmesi gereken,

    habersizce hayatına devam ederken,

    sen gitmek isteyeceksin...

  3. tenindeki yangınları söndürebilmek için,
    kelimelerimi bırakabilmek isterdim,
    en mahrem yerlerine...

    kurusun diye mürekkebim,
    nefesimi bırakırken tenine,
    sanki ateşi canlandırır gibi,
    alevlendiğinde
    tutuştuğunu görmeliyim...

    tutup saçlarımdan bastırıyorken,
    bir girdap bu, bir fırtına,
    savruluyorken,
    bırakıyorken kendimi derinlerime,
    fısıldadığın her kelime,

    beni istediğin her an,
    yankılanırken,
    her teslimiyetin,
    bedenimde bir iç savaş,
    kaybetmek umurumda değil,
    yenildiğim sensen!

    kollarımın arasına gelip öpüyorken,
    inkar neyi? inkar neden?
    ertelediğimiz hayal hangisi?

    kaç gerçek gerekecek?
    içinde yaşadığım huzuru
    bozabilecek?
    ısırırken dudaklarını,
    seviştiğin,
    yalnızca kelimelerim mi?

    nasıl da istiyorsun şimdi beni.
    tenim alev alev,
    dokunsan ağlarım belki,
    dokunsan,
    söndürebilirmisin bu ateşi?

    alırken beni içine,
    nasıl da titriyorsun şimdi...
    sanki çok özlemişte,
    söylersen,
    büyüsü bozulacakmış gibi....

    o masal hangisi?
    ben mi uyandırmaya kıyamadım seni öperken,
    sen mi çekindin benden,
    bilmiyorum...

    al beni!
    sımsıkı tut içinde...
    kimse bilmesin,
    nasıl yandığını,
    kimse görmesin,
    gecelerce seviştiğin adamı...

  4. sinsi bir iç çekiş peydahlanır göğsüne,
    bir çığ kopar yükseklerden,
    kulaklarında uğultusu,
    korkmak,
    kaçıp saklanmaya yeter mi?

     

    sevmek?
    bir kültablasında sönmeye unutulan bir sigara gibi,
    yalnızken üstelik şimdi,
    kimin ah'ı?
    kimin duası?
    hangi tanrı bağışlayacak bizi?

     

    telli arabasının ardından köşturan çocukluğum,
    dizlerimdeki yaralardan arta kalan,
    gözlerimde masumiyetim
    düştüğümde yeniden,
    gelip kaldırabilir misin beni?

    büyümüş olsam da,
    geçecek deyip,
    avutabilir misin?
    iyileşmeyecekleri...

     

    sarılmaya alıştım sana,
    şimdi hangi yastık dolduracak?
    sırtının göğsümde açtığı boşluğu...

    hangi şehvet an'ı öpecek dudaklarımdan?
    nefesin gibi,
    damağımda hissettiğimde,
    yeni bir yangın başlatacak...

     

    'geçecek!' diye avut beni,
    söz inanacağım...
    geçmezse bile,
    küçük ellerinden tutup,
    yeniden ayağa kalkacağım...

     

    şimdi öp beni!
    bir çığlık gibi,
    bir isyan gibi,
    daha önce hiçbir adamı,
    öpmemişsin gibi,
    öp beni...

     

    yorgunluğumu al dudaklarımdan,
    uykusuzluğumu.
    hırsımı ehlileştir,
    yeni baştan başlıyormuş gibi,
    yazmaya,
    nokta koyduğun yerden,
    öp beni!

    ya da unut gitsin!
    en mutlu olduğun yerden...

  5. susmalarımızın ardına mı saklanıyoruz artık?
    söyleyeceklerimiz hangimize daha ağır gelecek?

    ne zaman giyindik başka'sı maskelerimizi?
    oysa hep birlikte değilmiydik?

    sustun!

    bir bıçak gibi kesip attın söylenmeyecekleri.

    boşlukları bana bıraktın,

    sen yanına ne aldın?

    bilmiyorum...

     

    hangimizi cezalandırıyordun?

    hangimiz geride kalan olmayı,

    yazacaktı satırlarına,

    hangimiz,

    bekleyecekti gideni,

    gelir diye belki

    kulak kabartıp sessizliğe,

    duyamadık diye

    durup durup kapıya bakacğız?

     

    şehvet dolu inlemeleri mi saracağız bundan sonra?

    içimizde açılan yaralara,

    kanamasın diye,

    kanamasın,

    yeni kapanmadı mı bu yara?

     

    kimi kandırdık,

    şimdi bir özgürlük rüzgarında,

    uçurmaya çalışıyoruz kuyruksuz uçurtmaları,

    kuyruklu yalanlarımız,

    avutacak mı bizi?

    yalnız kaldıktan sonra?

     

    sustun...

    bir karanlık bıraktın ardından,

    kelimelerinin ışığı sönerken,

    arkanı dönüp uyudun.

    dokunsam uyanacaktın,

    kıyamadım.

    eski alışkanlıklarımın koynuna sığınıp,

    ısırdım dudaklarımı,

    geçer diye sabaha...

    her sabah geçmeyenleri,

    geceye taşırken...

     

    bekledin...

    sevilmeyi değilde,

    anlaşılmayı...

    bekledin...

    gelmeyeceğimi bile bile,

    sakladın hıçkırıklarını...

    iç kırıkların,

    iyileşmek yerine,

    kangrene dönerken,

    kanındaki zehri,

    sevmeyi öğrendin,

    her dakika canını,

    daha çok yakarken...

     

    yeni bir yalnızlık ektim göğsüne,

    oysa kelebekler uçarken karnında,

    nasıl da bir çocuk gibi,

    heyecanla,

    annesi tutmuş elinden,

    çıkarmış sokağa,

    parkında eğlenmek düşüncesi,

    büyümüşsün,

    zorla alıp koymuş seni bu sevda,

    bir kadın bedenine,

    itiraz bile etmemişsin...

    susmuşsun,

    en çok sevdiğin anlar diye seni,

    beklemişsin...

  6. sen durmaksızın konuşuyorken,
    kelimelerinle sevişiyordum ben...
    dokunduğumu hissedip,
    görmezden geliyorken...

     

    bedeninde yayılan sıcaklık,
    bir yanardağ patlamış sanki
    yakıyorken kasıklarını
    nasıl da iç çekişlerine sarıyordun,
    kelimelerine sığmayanları

     

    heyecanın boğazında kurumuş,
    yutkunsan canın yanacak,
    yutkunmasan,
    nefesimin tenindeki etkisi,
    kaç gece uykusuzluğa,
    neden olacak?

     

    kendinden bile saklıyorsun beni,
    ne zaman dokunsan,
    dudaklarından çıkarıyorsun hıncını...
    ne zaman istesen,
    tenimde alıyorsun soluğunu...

     

    ne çok özledin beni.
    her gece yanıp söndün,
    her gece yeniden
    bir günaha bozdun yeminleri

    söyle ey sevgili!
    cehenneme girmeye değecek mi?
    bu kadar sevmek beni?

  7. nasıl da bir rüzgar gibi

    girdim koynuna.

    nasıl da ansızın

    beklemiyordun,

    beklemediğim yerden soruldum sana

    cevapsızlığım

    yordu seni.

    her gördüğün bende

    başka bir karanlığa neden oldu.

    oysa nasıl da razıydın

    gülümsediğim anda

    karşılıksız

    bir huzur doğardı içinde

    gerçek olamayacak kadar güzeldi

    inanmadım

    belki de bu yüzden

    her inandığında sen

    kendimi içime kapattım...

     

    hangimiz hazır değildi?

    hangimiz beklemiyordu kurtulmayı?

    bu kadar mı hazırdık kaybetmeye?

    bu kadar mı?

    yolunda gidiyor diye

    hep bekledik daha büyük yıkımları.

    altından kalkamadıklarımızı büyütürken gözümüzde,

    kalkmak istemedik.

    öyle alışmıştım ki enkaz altında yaşamaya

    kollarında olmayı

    hayal sandım

    hayal

    tutarken ellerimden

    nasıl da sıcaktın

    aklıma sığmazdı

    sığmayanları yok saydım...

    sonra gidiyorum dedin

    senden sonra

    içimdeki boşluğa,

    hicbir gerçeği sığdıramadım....

  8. yansımalarını görüyorum günlerdir.

    senle uyanıp,

    uyuduğum geceleri hatırlayıp

    martı sesleri nakaratında

    bir vapurun yan tarafında

    denize dalıp gidiyorum

    acemi bir balıkçının

    teknesinde yalnızım

    kızıyorum balıklara

    oysa kimden miras kaldı bana

    bu çaresizlik

    şimdi kime kifrediyorum

    geçse geçerdi şimdiye

    geçmiyorsa benimdir

    hangi kız çocuğu tutar ellerimden

    ellerim,

    kırış kırış

    bu kadar mı ihtiyarladım ben

    kimden saklıyorum

    kime saklıyorum aslında?

    olmyacakları sıralıyorum önüme,

    olacakları çıkarınca

    mutlu olmak hoşuma gitmiyor.

    oysa bir kız çocuğu

    öpse dudaklarımı razı

    çeyrek yüzyıllık yalnızlığıma

    oysa bir kadın

    sevdim desem

    tutacak ellerimden

    ayağa kaldıracak belki

    ayağa kalkmayı kim istiyor ki?

     

    şimdi seviş benimle sevgili

    tenini dayarken tenime

    unut çareziliği

    başka dünyanın cocukları değildik biz,

    başka tanrı affetmeyecek,

    çok isteyipte olmayınca

    isyan ettiklerimizi.....

     

    sarıl bana sevgili,

    kasıklarında hisset ateşimi.

    unutabildin mi?

    her gece sanki ilk defa gibi,

    beni içinde hissettiğini....

     

    şimdi uyuyorsun ya sevgili,

    uyandığında,

    kokum olmayacak yastığında.

    yine de özleyip,

    yanında olsaydım diye,

    aklına düşürmeyecekmisin beni?

    ısırıp dudaklarını,

    derin bir nefes alıp,

    bu da geçer deyip,

    gecesinde soyunup öfkeni,

    sanki az önce öpmüşsün gibi,

    koynuna almayacakmısın beni?

  9. şimdi bir yoksun'luk mevsiminde

    yeni bir düş kırığı ekiyorum

    hasadında karamsarlığın

    açmıyor çiçekleri diye

    yorgunluğumu bahane ediyorum

     

    tutarsızlığım diz boyu

    ne istediğimi biliyorum

    ne de bildiğimi istiyor

    ben huzur arıyordum

    kime sorsam

    sen de diyor...

     

    soyunup geldiğim bu sıcaklık

    bu teninin aklımı kavuran ateşi

    en iyi bildiğimiz sevişmek mi?

    sevmeyi ne zaman öğreneceğiz?

     

    kaç gece daha doyamadan,

    açlığımızla terbiye olunup,

    başka bedenlere sarkacak

    sarılıp uyuma isteklerimiz?

    en sıkı sarılan,

    en çok hakeden mi?

     

    adalet bunun neresinde?

    düş diye kurduğumuz,

    düştüğümüz yer değil mi?

    kim kaldıracak bizi?

    uyandığımızda yatağımızdan,

    yalnız olduğumuz gerçekliğine....

     

    kimi kandırıyoruz?

    en iyi bahanelerimizi tüketirken

    kiminle oynuyoruz?

    kaybeden,

    üzerimizde iyi durmuyor mu?

     

    oysa sıyrılıp gelmemişmiydik,

    korkularımızdan, hırslarımızdan, beklentilerimizden...

    şimdi neyi bekliyorduk ki?

    bulduklarımız yetmedi bize...

     

    benim bağlanmayı beceremeyen bir içim vardı,

    senin içindekiler yarım kaldı..

    gitmeme bile razıydın

    dokunsan ürkerdim

    tutmaya çalışırken beni

    sadece var olmamı istedin.

    ben yetinemiyorken,

    sen öptün dudaklarımdan,

    öpmek,

    sadece erteliyorken,

    korkularımla yüzleşmeyi...

    hayal diye kurduklarımı yaşıyorken sen,

    farkına varamamıştım.

    içini tutuşturup yakarken,

    geçer sanmıştım...

    geçen,

    zamanmış...

  10. ağlayarak geldiğimiz dünyada gülümsemeyi amaçlamak,

    ütopyanın dibi değildir de nedir?

     

    umutsuzluğumu kelimelerimle süsleyip satışa çıkarıyorum,

    okuyanlar şiir sanıyor...

     

    deniz kenarında olmak vardı şimdi,

    akşam serinliğinde,

    rakı masasında

    demlenmek...

    kendimizi çok kurtarmışız gibi,

    ülkeyi kurtarmaya yeltenmek...

     

    en güzel hangi deniz kenarında içilir?
    en güzel hangi şehrin gecesinde,
    olmayacaklar düşlenir?
    en güzel, güzel midir?
    ayılınca kalmıyorsa aklında...

     

    sürekli geçmişi yazıyoruz...
    yazdığımız her kelime,
    yazdığımız an'da geçmişimizdeki yerini alıyor...
    neden hayaller kuruyoruz durmadan?

     

    tutmak mümkün mü?
    akıp giden zamanı...
    tuttum dediğin an bile,
    arkasından bakmıyor mu?
    şimdiki gerçekliğinin...
    neden zorluyoruz?

     

    paradokslardan yorgun,
    paralel gerçeklikler uydururken kendime,
    ne çok kapılmışım,
    umutsuzlukların hezeyanına...

     

    belki de tenime en yakışan parfüm,

    teninin kokusudur sevgilim...

    her sabah uyanmamı sağlayan,

    bunca olmayacaklara rağmen...

  11. içince çok konuşmak,

    ayıkken çok susmaktan

    daha mı kötü?

     

    kahraman olmaya değer mi?

    sıradan bir adam olmak varken...

    o anlamı yükleme bana!

    ansızın çekip gitmek varken...

     

    bir bar taburesi üzerinde

    kulaklarımda uğuldamalar

    duymuyorum

    konuşuyorum yanımdaki kadınla

    anlamıyorum

    kanımda belli belirsiz yalnızlık emareleri

    elime dokunan eli

    hissetmiyorum

     

    ten pazarında düş satıyorum...

    mutluluk verip karşılığında,

    özlenmek alıyorum...

    bir gemi kaptanı kadar mutsuzum şimdi,

    her 'kimbilir? sorusunun,

    cevabının 'ben' olmasından...

     

    sessiz bir isyankarlık geçiyor gözlerinden.

    sussan olmayacak,

    söylesen,

    hiç olmayacak...

    hangisi daha mantıklı?

    sığmıyorken aklına,

    sabaha bırakıyorsun bu hesaplaşmayı...

    sanki sabah,

    daha iyi bir savunma avukatı olacakmış gibi,

    yaptığın hatalar karşısında,

    avutacak içindeki serseriyi....

     

    şimdi sensiz bir geceyi avuçluyor ellerim.

    göğüslerinin diriliğini hayal etmek varken

    uzanıp bir sigara daha alıyorum paketinden

    yanmak değil de,

    her gece yanacağımı bilmek

    canımı sıkıyor bu kadar

    sönmek bir kadının teninde

    hafifletir mi günaha girmenin bedelini?

     

    nasıl da bırakıyorsun kendini kollarıma, sözlerime, hayallerime...

    her mutsuzluğumda üstleniyorsun yalnızlığımı,

    her vazgectim dediğimde

    en öne sürüyorsun kendini

    benden de vazgec diyorsun,

    beni de vazgeçir...

    her sorumun cevabı sen olma!

    zaten yeterince tutuyorsun beni,

    ayakta...

     

    bir son daha

    yazılıyor satırlara

    bir yalnızlık daha

    dolduruluyor bardaklara

    sen olmadan da kalabilirim ayakta

    kalabilirim...

    kalmak istemiyorum artık...

    gitmekte olmalı

    kapatır gibi hesabı

    ödeyip

    biraz da bahşiş bırakmalı tanrıya...

     

    bir şehveti avuçluyorum bedeninde

    aklımın almadığı bir sevişmeyi

    gecesinde yanmak umurumda değil

    darmadağın bir hayatı

    üzerime oturmayan takım elbise gibi

    her sabah yeniden giymekten yoruldum

    vazgeçsem diyorum

    geçtiğim yerden tutuyorsun beni

    olur olmaz aklıma düşüp

    sarılıyorsun...

    sanki sarılınca,

    geçecekmiş gibi...

  12. Bu gece sevişmeyelim olmaz mı sevgili?
    ben konuşayım, sen dinle...
    sen dinle, ben ağlıyayım...
    avuçlarınla sil gözlerimi...

     

    bu gece sevişmeyelim

    ilişmeyelim geceye

    sabah olsun

    başım göğsünde uyanayım

    bırak yalanlarımız inkar götürmesin

    inandığımız yerde uyuyakalalım

     

    sevişmeyelim

    tutuşmasın bedenlerimiz

    bu gece de bizden olsun be sevgili

    yazmayalım şehvetini

     

    kollarının arasından başka

    gidecek neresi var?

    neresi sakinleştirir bizi

    yağsa yağmur

    kanar mı içimizdeki susuzluk?

     

    sen tutma beni

    ben vazgeçerim be sevgili

    yokmuşsun gibi yapıp

    sıradan bir güne daha paylaştırırım

    yaşamak ağrısını

    taşırım

    sen yorulma

    varmışsın gibi

    bir sigara daha yakıp

    yalnızlık söndürürüm

    kültabaklarında

     

     

    sen gönderme

    ben yolu biliyorum

    kaybolduğum yerde

    bir ufak daha açar

    takviyeleriyle alışırım

    nelere alışmadık be sevgili?

    bahaneler mi tükenir önce?

    sıradanlaşırmı sevda?

    kim daha önce vazgeçti?

    hangimiz

    sildi ansızın gitmelerin

    etkisini...

     

    ben vazgecmedim...

    hala kollarımdasın

    kendime sakladım ne varsa

    senden sonra

    gerekli olur diye

    bunu da çok görme be sevgili....

     

    bu gece sevişmeyelim

    dinle sadece

    neresinde tutuldum sana

    neresinde bıraktın beni

    çok sorumluluklara bağlanıp

    hapsettik kendimizi

    oysa ikimizde biliyorduk

    ilk anda beri

    kural tanımazlık

    başka birşeydik biz

    biz olmayı beceremesekte

    sevdik...

  13. en derinine düşüyorum durmadan,

    daha derini olmaz derken üstelik

    beklemediğim yerden geliyor tüm sorular

    hangi son ne zaman beklenirdi?

     

    çok mu mutluyum şimdi?

    mutluluk nasıl birşeydi?

    anımsamıyorum.

    ya sevmek?

    bir kız çocuğunu öpmek

    dudaklarım hissetmezmi bundan sonra

    bir nefesin sıcaklığını üzerinde...

     

    kırılamazmıyım

    bükülüp dururken hayat karşısında

    ne kadarına hazır oluyor insan,

    ne kadar daha yüklenirse üzerine

    vazgeçmeden

    kaçıp gitmek yerine

    yüzleşiyor kendiyle...

     

    nasıl da kızamıyorum sana

    nasıl da hafifetiyorsun her suçunu

    bu kadar mı içime işledin,

    oysa ben daha yeni tanıyorken seni...

     

    iklim bozukluğu,

    zamansız açan çiçekleriyle bir erik ağacı gibiyim

    biraz içim ısınsa

    renkleniyor,

    ardından ayaz yiyiyor yüreğim

    küfrediyorum,

    gelmişime geçmişime,

    bir daha açmayacağım diye

    kapıyorum kollarımı

    uslanmıyor

    yeniden yakıyorum dallarımı

    kimi kandırıyorum?

    kime daha iyi oynuyor?

    kim daha cok seviyor beni?

    bu yalnızlıktan nerden geliyor?

    neden geçmiyor gece

    neden her sabah

    daha yorgun

    daha vazgecmiş

    kimse görmemiş

    diye suçladığım yok

    görünmeyen benim!

    söylediklerimi anlamıyorsun

    sustuklarımdan kaçarken

    yakalandığın benim!

    ne çok konuşmak istedikçe

    seni duyacağımı bilip

    ısrarla uzak duran

    ben...

  14. bağlanmak yok!

    tutunup bir sevdanın kanadına,

    uçmayı hayal etmek yok!

    tutamayacağımız sözler verip,

    ardından kırmak

    kırılmak yok...

     

    bağlanmak yok!

    körü körüne vurulup,

    vazgeçmek

    yorulmak,

    yormak yok birbirimizi

    ne kadar istesekte

    sabah birlikte uyanmak,

    gecesinde sevişsekte

    adını koymak yok bunun!

    söyleme

    nolur...

    söyledikçe kuruyor çiçekler

    susalım

    sonsuza kadar sürmeyecek biliyorum

    en azından şimdi

    sadece tadını çıkaralım...

     

    bağlanmak yok!

    gün boyu ne yapıyor diye,

    meraklanmak,

    tutamayacağını anladığında kendini

    aramamak için

    bir sigara daha yakmak

    yok...

     

    nasıl da hırsından

    deli gibi çarpıyordu kalbin...

    ne yapıyorumlara

    neredeyimleri ekliyordun durmadan

    cevabını bulamadığın soruları

    sormak yok!

    bağlanmak yok!

    özlemek olsa da sonunda,

    özledim diyerek,

    iç çekmek yok...

     

    hem kötüyüm ben,

    hem bencil...

    nasıl da hoşuma gidiyordu,

    dinlerken seni,

    adam sanmak kendimi...

    sahiplenmek yok!

    desekte,

    nereye koyacağız şimdi?

    yokluğumuzda aklımızı kemirip duran,

    gerçekleri...

  15. sustukların büyütüyor beni

    daha iyi oynuyorum artık

    mesela

    beklemiyormuş gibi yapıyorum

    durup durup telefonumu kontrol ederken

    gizlice...

     

    aklından geçenleri sormak yerine

    cevaplarıma inanıyorum

    değişiyoruz yavaşça rollerimizi,

    ben beklediğin oluyorum,

    sen tutunacak bir yer arıyorsun,

    'acaba'ların dehlizinde düşerken...

     

    yine en zoruna yaklaşıyoruz

    doğru kadın,

    yanlış erkeği oynamaktan yoruldum!

    yanlış zaman,

    bütün doğrularıma mezar oluyor şimdi!

     

    ne senin tek kelimelik cevapları olan soruların vardı,

    ne de benim,

    cevap olacak paragraflarım,

    kullanıldıkça eskimemiş...

     

    akıl oyunlarının yazarı ben değilim,

    tam ortasına düşmüş,

    kırıp dökmemek için,

    billur güzelliğini,

    sesini bile çıkaramayan,

    bir figüran...

     

    bunun için mi bu kadar kontrollüsün?

    bunun için mi?

    özenle seçiyorsun her kelimeni,

    içime işliyorsun sınırlarını,

    çarpmaktan korktuğun yer,

    kalbim mi?

     

    aklına her düştüğümde gülümsetebiliyorsam seni,
    tutup hiç görmediğim ellerinden,
    götürebiliyorsam seni,
    denizin mavisine

    ve saçlarının kokusu siniyorsa satırlarıma

    yanlış bunun neresinde?

    nasıl açıklayabilirim ki sana,

    uzak durmak,

    daha çok canın yanmasın diye,

    senden daha iyi,

    kim bilebilir ki?

     

    ne çok beklemek sıkıştırıyoruz artık,

    söylemek istediklerimizin arasına,

    susarak haykırdıklarımızın altında kalıyoruz,

    oysa gel desen,

    gelirdim...

     

    saklandığımız yerleri bilirken,

    gözlerimizi yummak neye yarıyor?

    kimi kandırıyorduk?

    bulduğumuzda birbirimizi,

    yeniden kaçmayacakmıydık?

    yeniden

    başlamak yerine

    bitmesin istemek,

    belki son baharı olacak ömrümün,

    son defa yumduğumda gözlerimi

    bir daha açmayacağım...

    bu yüzden belki de,

    bilsemde saklandığın yerleri,

    gelip tutmuyorum ellerini...

  16. seviştik ya deliler gibi

    söndürdük bir bir ateşleri

    saate 62 bin defa çarpardı kalbimiz

    biz nefes nefese

    yığılır kalırdık

    terden ıslanmış çarşafların üzerine...

     

    sonra şüpheler filizlenir

    iççekişlerin gölgesinde

    çok sormamak gerek belkide

    çok mutlu olmak için

    elindekiyle mutlu ol derken

    elimde ne vardı?

    sonra küfürler mırıldanırsın

    gelmişine geçmişine geleceğine

    elindekine

    elinin değmediğine

  17. kime yazıyoruz bu gece?

    kimi yazıyoruz ya da...

    sığ düşünceler batağında,

    nefes alsak,

    dibe iniyoruz...

    kımıldamadan dur diyordu birileri,

    gözümüzü bile kırpmıyorduk oysa,

    biri seslenene kadar...

     

    kimi tutuyoruz bu gece?

    alkol kokulu satırlara.

    uyku kimlere rehnedildi?

    hancının keyfi yerinde,

    ya yolcu?

    yorulmadı mı hala,

    sürüklenmekten,

    kayalıklar beğen kendine,

    sonra hazzına var çığlıklarının.

    en son olmaz dediğin...

    kimi kandırdın

    kendinden başka...

     

    sığmadığın dünya neresi?

    kimin hayatında dümendin?

    kime hayatına yöne verdin...

    şimdi ucuz bir riyakarlık,

    nasılda köşeye sıkıştıkça

    sevdim dediğin

    kafiyende süs

    yazıp boşaldıktan sonra

    titremelerini hangi bedene saracaksın?

     

    gözlerindeki dalgınlık,

    gülümseye zoluyorsun ya dudaklarını

    ellerin geçiştirmek ister gibi

    boşlukta sallanıyor

    canın nasıl yanmış,

    sesin zor çıkıyor...

    tahmin edememişmiydin bu yıkımı?

    beklememişmiydin

    son bir gayretle sokağa atmışsın kendini

    ayakların yolu bilmiyor

    hangi kapı seni anlar?

    hangi insan açılır?

    nasılda vazgeçmişsin,

    dokunuyorsun ama hissetmiyorsun,

    reflekslerden ibaret artık yaşamak

    öyle boşalmış ki için,

    kim yanına gelse,

    gelmese,

    kimin umurunda...




  18. Esen her rüzgar başımı kaldırdığımda,


    yüzüme düşen her kar tanesi,


    bana beni hissettiriyor...





     


    Hele kollarını açıp,


    başını yukarı kaldırdığında,


    kirpiğine düşen kar tanesi mutluluğunun,


    tarifi yok...





     


    Şarkı söyleyecek kadar güzel bir sesin olmasada,


    bağıra bağıra şarkı söylemenin,


    gecenin karanlığında,


    tarifi yok...





     


    Üşüdüğün halde rüzgarı karşına alıp,


    onun üstüne yürümenin,


    tarifi yok...





     


    birgün sana her şey bedava,


    bugün bana her şey tarifsiz...


     





    Her zaman yanında olacak biriyle


    üstüne yağan karda yürümek,


    üsümek


    tarifi yok...





     


    Tat almayı öğrenmek lazım


    bunu öğrenince


    içtiğin sudan bile alacağın zevkin,


    tarifi yok...


     






















  19. Büyüklerimiz yasakladıysa doğrudur, bizde kullanmayız diyen insanların seçtiği bir iktidar; sosyal medyaya ve internete sansür uyguluyorsa, bu muhaliflerinin susturmak için değil, yandaşları uyanmasın diyedir...

    Sorgulamasınlar, düşünmesinler, bilmesinler diyedir...

     

    Korku büyüyor içlerinde. Ellerindeki kemikleşmiş desteği kaybetmek istemiyorlar. Çok fazla hata yapıyorlar artık, yaptıkça gözleri kararıyor... En yakındakileri bile şaşırıyorlar artık, şüpheler büyüyor içlerinde. Bunun farkındalar. Ellerindeki medya, ellerindeki güç, şüphe tohumlarının yeşermesine engel olamıyor. Ellerinden geleni yapıyorlar. Elektrik şalterleri iniyor bürgün, diğer gün adalete saldırı oluyor... Sonra aralarında husumet doğabilecek iki kulüp seçiliyor, tamda Trabzon sınırında, tamda Fenerbahçe otobüsüne ateş ediliyor... Kör göze parmak misali, o kadar bariz oynanıyorki oyunlar.... Neden Beşiktaş, Galatasaray, Bursaspor değil.. Neden Fenerbahçe ve neden Trabzon'da? Ve neden vali ilk açıklamasında, taş attılar diyor, kameralar herşeyi kayıt altın almışken üstelik...

     

    Savcımız şehit ediliyor. Yetkililerimiz çok başarılı operasyon için kutlama konuşmaları yapıyor... Neyi kutluyorlar? En kötü polisiye filmlerde bile, rehine operasyonlarında, rehineyi bırak sağ kurtarmak, teröristler öldürülürse bile başarısız kabul edilmiyor mu? Başarı ne aslında? Kimi kurtardık biz? O operasyonda amaç neydi aslında? Hükümeti kurtarmak mı?

     

    Operasyondan sonra yapılan konuşmalar suçlamalar... Hiçbirinin inandırıcılığı olmadığı öyle açıktı ki... En büyük destekçileri olan insanların bile içinde şüphe tohumları büyüdü. Ne oluyoruz demeye başladılar... Bu yüzden mi şimdi internete erişim sansürlendi?

    Evet bir süre internet kapatılacak, ünkü halkın hafızasının zayıflığına güveniyorlar. Nasıl olsa bunu da unutacaklar diyorlar... Gerçekten unutulacak mı?

     

    Ellerinden geldiğince, tüm güçleriyle şüphe tohumları yeşermesin diye uğraşıyorlar. Çünkü o tohumlar filizlenip büyümeye başlarsa, yakmak zorunda kalacaklar... Bundan çekinirler mi? Amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayınca, bu ülkeyi ateşe atarlar mı? Ülke gerçekten umurlarında mı?

     

    Yarın cumhurbaşkanı çıkıp tamam dese, bir hata yaptım halkı ayrıştırdım, yanlış konuştum, bütün halkımdan özür dilerim, bundan sonra hep birlikte bu ülke için çalışalım dese, ben siyaset üstüyüm, anayasa'mızın belirttiği gibi ben tarafsızım dese samimiyetle, çıkıp meydanlarda bir parti için oy istemese, bu halk onun heykelini dikmez mi? Bu halk onu bağrına basmaz mı?

     

    Neden peki hergün daha çok gerilip, birbirimize düşman ediliyoruz? Neden insanlarımızın birbirine tahammülü kalmıyor? Bu kadar zor mu, bütünleştirici olmak... Amaç ne? neden yaraları kapatmak yerine sürekli kaşıyıp kanatıyoruz? Ve bunu en yukarıdakiler özellikle yapıyor? Bu hırs niye?

     

    Bu gemi batarsa, kim zararlı çıkacak? Kimin yanına kar kalacak? Kim daha çok sevinecek? Kim kaybettiklerinin ardından, daha çok kinlenecek... Bilmiyor muyuz?

     

    Bu bir başkanlık seçimi değil... Bu var olmak ve olmamak seçimi...

     

    Dün elektrik, bugün internet..Yarın neyi kapatacaklar?

     

    Gerçekten onların düşündükleri kadar kolay unutuyor muyuz?

     

    Ya çocuklarımıza ne diyeceğiz bir gün?

     

    Farkettim ama, elektrikler kesikti çalışmadım mı?

  20. hayat böyedir işte,

    gün gelir, seviştiğin değilde

    sevişmek istedigin kadına yazdırır adama...

     

    sonra vicdan azapları başlar,
    gecelerine yenisi eklenir
    yanındakini değilde
    bekledigini özlersin...

     

    sanırsın ki dokunsan geçecek,
    sonra yalnız uyanırsın
    yanında şeftali kokulu bir kadın varken,
    sabaha....

     

    öpsen silinecek tadı sanırsın
    başka bir kadını,
    öpersin
    geçmez...
    kendine ihanetlerin olur,
    aldırmazsın
    onu kırdığın an
    baştan yaşayamazsın

     

    ve bu kahrolası gri şehri
    bir başkasıya değişemezsin
    canın çok yanar belki
    özledim
    diyemezsin...

     

    susarsın sonra
    susmak çok bir halta yarıyormuş gibi
    bilirsin o'da özler seni
    özlemek
    dokunmaya yetiyormuş gibi...

     

    söversin gelmişine geçmişine
    sövmek
    çaresizliğini gideriyor sanki
    beklersin
    beklemek
    o kanamayı durdurmuyor belki...

     

    sonra o kirli siyah yalanlar gelir aklına
    çok bilmek
    yalnızlığını gidermiyor...
    çok sevmek
    hala literatüründe yok tanrının
    beni affetmeyecek

     

    yoruldum anlıyormusun?
    tutunamamaktan bir sözüne
    ve durmadan
    aynı yerden kırılmaktan....

     

    yoruldum
    sana bütün bir ömrü taşıyıp
    kapında kalmaktan...

     

    neyse siktiret...
    en güzeli ne biliyormusun sevgili,
    en azından birimiz,
    uyuyor şimdi....

  21. git diyorsun bana

    ateşini söndür öyle gel

    başka bir tende

    başka bir bedende kaybol

    sonra beni bul

    oluyormu öyle?

    aklına düşürdüklerin

    yazınca geçiyormu

    yoksa erteleniyormu

    başka gecelere

    sustukların büyümüyormu içinde?

    neresine saklanıyorsun

    geçmişinden biriktirdilerinin

    yoksa olmamış gibi kabullenip

    aldanıyormusun

    aldatıyormusun kendini?

    kurallarımız yoktu bizim,

    bu yaptığımı hafifletir mi?

    çırılçıplak iki yalnız gibi

    soyunmuşken birbirimize,

    hangi maske saklayabilirdi

    şehvetimizi?

     

    kızgınlığın

    kendine itiraf edemeyip

    sustuğun...

    bu kadar zormuydu,

    bu kadarmı bağlıydın kalıplarına

    bana bağlanmamak için

    gitmeme izin verdin

    ne bekliyordun

    bilmiyordum...

    bulduğun beklediğinmiydi?

    sanmıyorum...

    kime oynuyoruz bu çaresizliği,

    önce kim vazgeçecek,

    önce hangimiz

    umrumda değildi diyecek

    ve diğeri

    inanacak

    gitmek için...

     

    uyumuyorsun...

    aklındaki varlığım

    tahminlerimizin ötesinde

    az önce hissettiğin,

    aşk değilse,

    neden şimdi

    sana yazıyorum?

    neden şimdi,

    aklından ne geçiyor diye,

    ölesiye merak ediyorum.....

  22. bir şarkı seç

    kulaklarında çınlasın

    bırak kendini,

    adımların boşluğa atılsın

    her attığın adımda elbisendeki çiçekler açsın

    bakışlarını bakışlarımın üzerine bırak

    bir elim belinde,

    diğer elim avucunda,

    bedenin salınsın

    kendi etrafında dön,

    elbisenden renkler etrafımıza dagılsın

    saçların yüzüne çarpsın

    koluma sarılıp yaklaşırken bedenime

    tut kendini

    müziğin ritmiyle

    uzaklaş benden

    her adımın bana doğru,

    her adımın benden uzağa

    sarılmak isterken sana

    kapat gözlerini

    sadece çiçekleri düşün

    bir kır bahçesinde

    yalın ayak toprağa basarken

    yeşil çimenler, ıslaklığından belli

    nefesim boynunda, rüzgar gibi

    ve aç gözlerini

    bir elim belinde

    diğer elim avucunda

    bir adım uzağımda tut kendini

    eteğin dönüp kıvrılsın bacaklarına

    saçların gözlerinin önünde

    aralığından bana bakıyorsun

    nefes nefesesin

    tutabilirmisin kendini?

    müzik içinde yol alırken

    bir adım daha atıp

    içime girmeden?

    bir dizimi yere koyup,

    eğilip önünde,

    elimi tuttuğun elinden öpüyorum

    teşekkür ederim...

    bu dansı bana lütfettiğin için...

     

  23. blöf yaptığımı göremeyecek kadar kaptırmıştın kendini,
    beni aldatma zevkine...

    öyle güveniyordun ki,
    seni terketmeyeceğime,
    kapıyı dışarıdan çekerken bile,
    sanki içerideymişim gibi,
    konuşuyordun benimle...

    en son ne söyledin hatırlamıyorum,
    ama bir 'hoşçakal' bile,
    çoktu sana...

     

    anılarımı bıraktım o evde,
    kabuslarımı ve rüyalarımı...
    nasıl vazgectim bilmiyorsun,
    sadece ceketini alıp çıkmak,
    nasıl birşey,
    bilmiyorsun!

     

    benden sonra ne yapacaksın,
    nasıl canın yanacak,
    uzanıp avutamayacağım seni mesela,
    çaresizliğin aklını başından alacak,
    bilmiyorsun!

     

    çok yorulduğunda,
    durup soluklanamamak,
    tek başınayken,
    bir ses aramak boş odalarda,
    ağlarken,
    sarılıp yastığına
    o el olmayacak sırtında!

     

    umudu ekip durma aklma,
    senden sonra alışkanlığım,
    seninle yorgunluğuma değer!
    seni bırakırken,
    olduğum herşeyden vazgectim ben...

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.