Johnydoe
-
İçerik Sayısı
257 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
26
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf Kritikleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm Kritikleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
İletiler gönderen: Johnydoe
-
-
Bazen sadece gitmek istersin...
koyu gri bulutların arasına.
aklında kapatılmamış hesaplar,
cebinde isimsiz fotoğraflar,
kalbinde arkası yarınlara ertelenmiş ağrılarla,
bazen sadece gitmek istersin...
dalgaların sesleri arasında yol alırken,.
hüzün dolu gözler, gelmeyecekleri ararken,
senin gelmeyenin kim?
diye sorarken yakalarsın kendini,
kendine...
kim tutupta bıraktı seni,
kim izin verdi?
kırılacağını bile bile,
susmana...
bazen sadece gitmek istersin...
üzerinde günlük kıyafetlerin,
beğenilmek kaygısında uzak,
elinde fotoğraf makinan,
görenler belki çok beğenecek,
görmesi gereken,
habersizce hayatına devam ederken,
sen gitmek isteyeceksin...
-
tenindeki yangınları söndürebilmek için,
kelimelerimi bırakabilmek isterdim,
en mahrem yerlerine...kurusun diye mürekkebim,
nefesimi bırakırken tenine,
sanki ateşi canlandırır gibi,
alevlendiğinde
tutuştuğunu görmeliyim...tutup saçlarımdan bastırıyorken,
bir girdap bu, bir fırtına,
savruluyorken,
bırakıyorken kendimi derinlerime,
fısıldadığın her kelime,beni istediğin her an,
yankılanırken,
her teslimiyetin,
bedenimde bir iç savaş,
kaybetmek umurumda değil,
yenildiğim sensen!kollarımın arasına gelip öpüyorken,
inkar neyi? inkar neden?
ertelediğimiz hayal hangisi?kaç gerçek gerekecek?
içinde yaşadığım huzuru
bozabilecek?
ısırırken dudaklarını,
seviştiğin,
yalnızca kelimelerim mi?nasıl da istiyorsun şimdi beni.
tenim alev alev,
dokunsan ağlarım belki,
dokunsan,
söndürebilirmisin bu ateşi?alırken beni içine,
nasıl da titriyorsun şimdi...
sanki çok özlemişte,
söylersen,
büyüsü bozulacakmış gibi....o masal hangisi?
ben mi uyandırmaya kıyamadım seni öperken,
sen mi çekindin benden,
bilmiyorum...al beni!
sımsıkı tut içinde...
kimse bilmesin,
nasıl yandığını,
kimse görmesin,
gecelerce seviştiğin adamı... -
sinsi bir iç çekiş peydahlanır göğsüne,
bir çığ kopar yükseklerden,
kulaklarında uğultusu,
korkmak,
kaçıp saklanmaya yeter mi?sevmek?
bir kültablasında sönmeye unutulan bir sigara gibi,
yalnızken üstelik şimdi,
kimin ah'ı?
kimin duası?
hangi tanrı bağışlayacak bizi?telli arabasının ardından köşturan çocukluğum,
dizlerimdeki yaralardan arta kalan,
gözlerimde masumiyetim
düştüğümde yeniden,
gelip kaldırabilir misin beni?büyümüş olsam da,
geçecek deyip,
avutabilir misin?
iyileşmeyecekleri...sarılmaya alıştım sana,
şimdi hangi yastık dolduracak?
sırtının göğsümde açtığı boşluğu...hangi şehvet an'ı öpecek dudaklarımdan?
nefesin gibi,
damağımda hissettiğimde,
yeni bir yangın başlatacak...'geçecek!' diye avut beni,
söz inanacağım...
geçmezse bile,
küçük ellerinden tutup,
yeniden ayağa kalkacağım...şimdi öp beni!
bir çığlık gibi,
bir isyan gibi,
daha önce hiçbir adamı,
öpmemişsin gibi,
öp beni...yorgunluğumu al dudaklarımdan,
uykusuzluğumu.
hırsımı ehlileştir,
yeni baştan başlıyormuş gibi,
yazmaya,
nokta koyduğun yerden,
öp beni!ya da unut gitsin!
en mutlu olduğun yerden... -
susmalarımızın ardına mı saklanıyoruz artık?
söyleyeceklerimiz hangimize daha ağır gelecek?ne zaman giyindik başka'sı maskelerimizi?
oysa hep birlikte değilmiydik?sustun!
bir bıçak gibi kesip attın söylenmeyecekleri.
boşlukları bana bıraktın,
sen yanına ne aldın?
bilmiyorum...
hangimizi cezalandırıyordun?
hangimiz geride kalan olmayı,
yazacaktı satırlarına,
hangimiz,
bekleyecekti gideni,
gelir diye belki
kulak kabartıp sessizliğe,
duyamadık diye
durup durup kapıya bakacğız?
şehvet dolu inlemeleri mi saracağız bundan sonra?
içimizde açılan yaralara,
kanamasın diye,
kanamasın,
yeni kapanmadı mı bu yara?
kimi kandırdık,
şimdi bir özgürlük rüzgarında,
uçurmaya çalışıyoruz kuyruksuz uçurtmaları,
kuyruklu yalanlarımız,
avutacak mı bizi?
yalnız kaldıktan sonra?
sustun...
bir karanlık bıraktın ardından,
kelimelerinin ışığı sönerken,
arkanı dönüp uyudun.
dokunsam uyanacaktın,
kıyamadım.
eski alışkanlıklarımın koynuna sığınıp,
ısırdım dudaklarımı,
geçer diye sabaha...
her sabah geçmeyenleri,
geceye taşırken...
bekledin...
sevilmeyi değilde,
anlaşılmayı...
bekledin...
gelmeyeceğimi bile bile,
sakladın hıçkırıklarını...
iç kırıkların,
iyileşmek yerine,
kangrene dönerken,
kanındaki zehri,
sevmeyi öğrendin,
her dakika canını,
daha çok yakarken...
yeni bir yalnızlık ektim göğsüne,
oysa kelebekler uçarken karnında,
nasıl da bir çocuk gibi,
heyecanla,
annesi tutmuş elinden,
çıkarmış sokağa,
parkında eğlenmek düşüncesi,
büyümüşsün,
zorla alıp koymuş seni bu sevda,
bir kadın bedenine,
itiraz bile etmemişsin...
susmuşsun,
en çok sevdiğin anlar diye seni,
beklemişsin...
-
sen durmaksızın konuşuyorken,
kelimelerinle sevişiyordum ben...
dokunduğumu hissedip,
görmezden geliyorken...bedeninde yayılan sıcaklık,
bir yanardağ patlamış sanki
yakıyorken kasıklarını
nasıl da iç çekişlerine sarıyordun,
kelimelerine sığmayanlarıheyecanın boğazında kurumuş,
yutkunsan canın yanacak,
yutkunmasan,
nefesimin tenindeki etkisi,
kaç gece uykusuzluğa,
neden olacak?kendinden bile saklıyorsun beni,
ne zaman dokunsan,
dudaklarından çıkarıyorsun hıncını...
ne zaman istesen,
tenimde alıyorsun soluğunu...ne çok özledin beni.
her gece yanıp söndün,
her gece yeniden
bir günaha bozdun yeminlerisöyle ey sevgili!
cehenneme girmeye değecek mi?
bu kadar sevmek beni? -
nasıl da bir rüzgar gibi
girdim koynuna.
nasıl da ansızın
beklemiyordun,
beklemediğim yerden soruldum sana
cevapsızlığım
yordu seni.
her gördüğün bende
başka bir karanlığa neden oldu.
oysa nasıl da razıydın
gülümsediğim anda
karşılıksız
bir huzur doğardı içinde
gerçek olamayacak kadar güzeldi
inanmadım
belki de bu yüzden
her inandığında sen
kendimi içime kapattım...
hangimiz hazır değildi?
hangimiz beklemiyordu kurtulmayı?
bu kadar mı hazırdık kaybetmeye?
bu kadar mı?
yolunda gidiyor diye
hep bekledik daha büyük yıkımları.
altından kalkamadıklarımızı büyütürken gözümüzde,
kalkmak istemedik.
öyle alışmıştım ki enkaz altında yaşamaya
kollarında olmayı
hayal sandım
hayal
tutarken ellerimden
nasıl da sıcaktın
aklıma sığmazdı
sığmayanları yok saydım...
sonra gidiyorum dedin
senden sonra
içimdeki boşluğa,
hicbir gerçeği sığdıramadım....
-
yansımalarını görüyorum günlerdir.
senle uyanıp,
uyuduğum geceleri hatırlayıp
martı sesleri nakaratında
bir vapurun yan tarafında
denize dalıp gidiyorum
acemi bir balıkçının
teknesinde yalnızım
kızıyorum balıklara
oysa kimden miras kaldı bana
bu çaresizlik
şimdi kime kifrediyorum
geçse geçerdi şimdiye
geçmiyorsa benimdir
hangi kız çocuğu tutar ellerimden
ellerim,
kırış kırış
bu kadar mı ihtiyarladım ben
kimden saklıyorum
kime saklıyorum aslında?
olmyacakları sıralıyorum önüme,
olacakları çıkarınca
mutlu olmak hoşuma gitmiyor.
oysa bir kız çocuğu
öpse dudaklarımı razı
çeyrek yüzyıllık yalnızlığıma
oysa bir kadın
sevdim desem
tutacak ellerimden
ayağa kaldıracak belki
ayağa kalkmayı kim istiyor ki?
şimdi seviş benimle sevgili
tenini dayarken tenime
unut çareziliği
başka dünyanın cocukları değildik biz,
başka tanrı affetmeyecek,
çok isteyipte olmayınca
isyan ettiklerimizi.....
sarıl bana sevgili,
kasıklarında hisset ateşimi.
unutabildin mi?
her gece sanki ilk defa gibi,
beni içinde hissettiğini....
şimdi uyuyorsun ya sevgili,
uyandığında,
kokum olmayacak yastığında.
yine de özleyip,
yanında olsaydım diye,
aklına düşürmeyecekmisin beni?
ısırıp dudaklarını,
derin bir nefes alıp,
bu da geçer deyip,
gecesinde soyunup öfkeni,
sanki az önce öpmüşsün gibi,
koynuna almayacakmısın beni?
-
şimdi bir yoksun'luk mevsiminde
yeni bir düş kırığı ekiyorum
hasadında karamsarlığın
açmıyor çiçekleri diye
yorgunluğumu bahane ediyorum
tutarsızlığım diz boyu
ne istediğimi biliyorum
ne de bildiğimi istiyor
ben huzur arıyordum
kime sorsam
sen de diyor...
soyunup geldiğim bu sıcaklık
bu teninin aklımı kavuran ateşi
en iyi bildiğimiz sevişmek mi?
sevmeyi ne zaman öğreneceğiz?
kaç gece daha doyamadan,
açlığımızla terbiye olunup,
başka bedenlere sarkacak
sarılıp uyuma isteklerimiz?
en sıkı sarılan,
en çok hakeden mi?
adalet bunun neresinde?
düş diye kurduğumuz,
düştüğümüz yer değil mi?
kim kaldıracak bizi?
uyandığımızda yatağımızdan,
yalnız olduğumuz gerçekliğine....
kimi kandırıyoruz?
en iyi bahanelerimizi tüketirken
kiminle oynuyoruz?
kaybeden,
üzerimizde iyi durmuyor mu?
oysa sıyrılıp gelmemişmiydik,
korkularımızdan, hırslarımızdan, beklentilerimizden...
şimdi neyi bekliyorduk ki?
bulduklarımız yetmedi bize...
benim bağlanmayı beceremeyen bir içim vardı,
senin içindekiler yarım kaldı..
gitmeme bile razıydın
dokunsan ürkerdim
tutmaya çalışırken beni
sadece var olmamı istedin.
ben yetinemiyorken,
sen öptün dudaklarımdan,
öpmek,
sadece erteliyorken,
korkularımla yüzleşmeyi...
hayal diye kurduklarımı yaşıyorken sen,
farkına varamamıştım.
içini tutuşturup yakarken,
geçer sanmıştım...
geçen,
zamanmış...
-
ağlayarak geldiğimiz dünyada gülümsemeyi amaçlamak,
ütopyanın dibi değildir de nedir?
umutsuzluğumu kelimelerimle süsleyip satışa çıkarıyorum,
okuyanlar şiir sanıyor...
deniz kenarında olmak vardı şimdi,
akşam serinliğinde,
rakı masasında
demlenmek...
kendimizi çok kurtarmışız gibi,
ülkeyi kurtarmaya yeltenmek...
en güzel hangi deniz kenarında içilir?
en güzel hangi şehrin gecesinde,
olmayacaklar düşlenir?
en güzel, güzel midir?
ayılınca kalmıyorsa aklında...sürekli geçmişi yazıyoruz...
yazdığımız her kelime,
yazdığımız an'da geçmişimizdeki yerini alıyor...
neden hayaller kuruyoruz durmadan?tutmak mümkün mü?
akıp giden zamanı...
tuttum dediğin an bile,
arkasından bakmıyor mu?
şimdiki gerçekliğinin...
neden zorluyoruz?paradokslardan yorgun,
paralel gerçeklikler uydururken kendime,
ne çok kapılmışım,
umutsuzlukların hezeyanına...belki de tenime en yakışan parfüm,
teninin kokusudur sevgilim...
her sabah uyanmamı sağlayan,
bunca olmayacaklara rağmen...
-
içince çok konuşmak,
ayıkken çok susmaktan
daha mı kötü?
kahraman olmaya değer mi?
sıradan bir adam olmak varken...
o anlamı yükleme bana!
ansızın çekip gitmek varken...
bir bar taburesi üzerinde
kulaklarımda uğuldamalar
duymuyorum
konuşuyorum yanımdaki kadınla
anlamıyorum
kanımda belli belirsiz yalnızlık emareleri
elime dokunan eli
hissetmiyorum
ten pazarında düş satıyorum...
mutluluk verip karşılığında,
özlenmek alıyorum...
bir gemi kaptanı kadar mutsuzum şimdi,
her 'kimbilir? sorusunun,
cevabının 'ben' olmasından...
sessiz bir isyankarlık geçiyor gözlerinden.
sussan olmayacak,
söylesen,
hiç olmayacak...
hangisi daha mantıklı?
sığmıyorken aklına,
sabaha bırakıyorsun bu hesaplaşmayı...
sanki sabah,
daha iyi bir savunma avukatı olacakmış gibi,
yaptığın hatalar karşısında,
avutacak içindeki serseriyi....
şimdi sensiz bir geceyi avuçluyor ellerim.
göğüslerinin diriliğini hayal etmek varken
uzanıp bir sigara daha alıyorum paketinden
yanmak değil de,
her gece yanacağımı bilmek
canımı sıkıyor bu kadar
sönmek bir kadının teninde
hafifletir mi günaha girmenin bedelini?
nasıl da bırakıyorsun kendini kollarıma, sözlerime, hayallerime...
her mutsuzluğumda üstleniyorsun yalnızlığımı,
her vazgectim dediğimde
en öne sürüyorsun kendini
benden de vazgec diyorsun,
beni de vazgeçir...
her sorumun cevabı sen olma!
zaten yeterince tutuyorsun beni,
ayakta...
bir son daha
yazılıyor satırlara
bir yalnızlık daha
dolduruluyor bardaklara
sen olmadan da kalabilirim ayakta
kalabilirim...
kalmak istemiyorum artık...
gitmekte olmalı
kapatır gibi hesabı
ödeyip
biraz da bahşiş bırakmalı tanrıya...
bir şehveti avuçluyorum bedeninde
aklımın almadığı bir sevişmeyi
gecesinde yanmak umurumda değil
darmadağın bir hayatı
üzerime oturmayan takım elbise gibi
her sabah yeniden giymekten yoruldum
vazgeçsem diyorum
geçtiğim yerden tutuyorsun beni
olur olmaz aklıma düşüp
sarılıyorsun...
sanki sarılınca,
geçecekmiş gibi...
-
Bu gece sevişmeyelim olmaz mı sevgili?
ben konuşayım, sen dinle...
sen dinle, ben ağlıyayım...
avuçlarınla sil gözlerimi...bu gece sevişmeyelim
ilişmeyelim geceye
sabah olsun
başım göğsünde uyanayım
bırak yalanlarımız inkar götürmesin
inandığımız yerde uyuyakalalım
sevişmeyelim
tutuşmasın bedenlerimiz
bu gece de bizden olsun be sevgili
yazmayalım şehvetini
kollarının arasından başka
gidecek neresi var?
neresi sakinleştirir bizi
yağsa yağmur
kanar mı içimizdeki susuzluk?
sen tutma beni
ben vazgeçerim be sevgili
yokmuşsun gibi yapıp
sıradan bir güne daha paylaştırırım
yaşamak ağrısını
taşırım
sen yorulma
varmışsın gibi
bir sigara daha yakıp
yalnızlık söndürürüm
kültabaklarında
sen gönderme
ben yolu biliyorum
kaybolduğum yerde
bir ufak daha açar
takviyeleriyle alışırım
nelere alışmadık be sevgili?
bahaneler mi tükenir önce?
sıradanlaşırmı sevda?
kim daha önce vazgeçti?
hangimiz
sildi ansızın gitmelerin
etkisini...
ben vazgecmedim...
hala kollarımdasın
kendime sakladım ne varsa
senden sonra
gerekli olur diye
bunu da çok görme be sevgili....
bu gece sevişmeyelim
dinle sadece
neresinde tutuldum sana
neresinde bıraktın beni
çok sorumluluklara bağlanıp
hapsettik kendimizi
oysa ikimizde biliyorduk
ilk anda beri
kural tanımazlık
başka birşeydik biz
biz olmayı beceremesekte
sevdik...
-
en derinine düşüyorum durmadan,
daha derini olmaz derken üstelik
beklemediğim yerden geliyor tüm sorular
hangi son ne zaman beklenirdi?
çok mu mutluyum şimdi?
mutluluk nasıl birşeydi?
anımsamıyorum.
ya sevmek?
bir kız çocuğunu öpmek
dudaklarım hissetmezmi bundan sonra
bir nefesin sıcaklığını üzerinde...
kırılamazmıyım
bükülüp dururken hayat karşısında
ne kadarına hazır oluyor insan,
ne kadar daha yüklenirse üzerine
vazgeçmeden
kaçıp gitmek yerine
yüzleşiyor kendiyle...
nasıl da kızamıyorum sana
nasıl da hafifetiyorsun her suçunu
bu kadar mı içime işledin,
oysa ben daha yeni tanıyorken seni...
iklim bozukluğu,
zamansız açan çiçekleriyle bir erik ağacı gibiyim
biraz içim ısınsa
renkleniyor,
ardından ayaz yiyiyor yüreğim
küfrediyorum,
gelmişime geçmişime,
bir daha açmayacağım diye
kapıyorum kollarımı
uslanmıyor
yeniden yakıyorum dallarımı
kimi kandırıyorum?
kime daha iyi oynuyor?
kim daha cok seviyor beni?
bu yalnızlıktan nerden geliyor?
neden geçmiyor gece
neden her sabah
daha yorgun
daha vazgecmiş
kimse görmemiş
diye suçladığım yok
görünmeyen benim!
söylediklerimi anlamıyorsun
sustuklarımdan kaçarken
yakalandığın benim!
ne çok konuşmak istedikçe
seni duyacağımı bilip
ısrarla uzak duran
ben...
-
bağlanmak yok!
tutunup bir sevdanın kanadına,
uçmayı hayal etmek yok!
tutamayacağımız sözler verip,
ardından kırmak
kırılmak yok...
bağlanmak yok!
körü körüne vurulup,
vazgeçmek
yorulmak,
yormak yok birbirimizi
ne kadar istesekte
sabah birlikte uyanmak,
gecesinde sevişsekte
adını koymak yok bunun!
söyleme
nolur...
söyledikçe kuruyor çiçekler
susalım
sonsuza kadar sürmeyecek biliyorum
en azından şimdi
sadece tadını çıkaralım...
bağlanmak yok!
gün boyu ne yapıyor diye,
meraklanmak,
tutamayacağını anladığında kendini
aramamak için
bir sigara daha yakmak
yok...
nasıl da hırsından
deli gibi çarpıyordu kalbin...
ne yapıyorumlara
neredeyimleri ekliyordun durmadan
cevabını bulamadığın soruları
sormak yok!
bağlanmak yok!
özlemek olsa da sonunda,
özledim diyerek,
iç çekmek yok...
hem kötüyüm ben,
hem bencil...
nasıl da hoşuma gidiyordu,
dinlerken seni,
adam sanmak kendimi...
sahiplenmek yok!
desekte,
nereye koyacağız şimdi?
yokluğumuzda aklımızı kemirip duran,
gerçekleri...
-
sustukların büyütüyor beni
daha iyi oynuyorum artık
mesela
beklemiyormuş gibi yapıyorum
durup durup telefonumu kontrol ederken
gizlice...
aklından geçenleri sormak yerine
cevaplarıma inanıyorum
değişiyoruz yavaşça rollerimizi,
ben beklediğin oluyorum,
sen tutunacak bir yer arıyorsun,
'acaba'ların dehlizinde düşerken...
yine en zoruna yaklaşıyoruz
doğru kadın,
yanlış erkeği oynamaktan yoruldum!
yanlış zaman,
bütün doğrularıma mezar oluyor şimdi!
ne senin tek kelimelik cevapları olan soruların vardı,
ne de benim,
cevap olacak paragraflarım,
kullanıldıkça eskimemiş...
akıl oyunlarının yazarı ben değilim,
tam ortasına düşmüş,
kırıp dökmemek için,
billur güzelliğini,
sesini bile çıkaramayan,
bir figüran...
bunun için mi bu kadar kontrollüsün?
bunun için mi?
özenle seçiyorsun her kelimeni,
içime işliyorsun sınırlarını,
çarpmaktan korktuğun yer,
kalbim mi?
aklına her düştüğümde gülümsetebiliyorsam seni,
tutup hiç görmediğim ellerinden,
götürebiliyorsam seni,
denizin mavisineve saçlarının kokusu siniyorsa satırlarıma
yanlış bunun neresinde?
nasıl açıklayabilirim ki sana,
uzak durmak,
daha çok canın yanmasın diye,
senden daha iyi,
kim bilebilir ki?
ne çok beklemek sıkıştırıyoruz artık,
söylemek istediklerimizin arasına,
susarak haykırdıklarımızın altında kalıyoruz,
oysa gel desen,
gelirdim...
saklandığımız yerleri bilirken,
gözlerimizi yummak neye yarıyor?
kimi kandırıyorduk?
bulduğumuzda birbirimizi,
yeniden kaçmayacakmıydık?
yeniden
başlamak yerine
bitmesin istemek,
belki son baharı olacak ömrümün,
son defa yumduğumda gözlerimi
bir daha açmayacağım...
bu yüzden belki de,
bilsemde saklandığın yerleri,
gelip tutmuyorum ellerini...
-
seviştik ya deliler gibi
söndürdük bir bir ateşleri
saate 62 bin defa çarpardı kalbimiz
biz nefes nefese
yığılır kalırdık
terden ıslanmış çarşafların üzerine...
sonra şüpheler filizlenir
iççekişlerin gölgesinde
çok sormamak gerek belkide
çok mutlu olmak için
elindekiyle mutlu ol derken
elimde ne vardı?
sonra küfürler mırıldanırsın
gelmişine geçmişine geleceğine
elindekine
elinin değmediğine
-
kime yazıyoruz bu gece?
kimi yazıyoruz ya da...
sığ düşünceler batağında,
nefes alsak,
dibe iniyoruz...
kımıldamadan dur diyordu birileri,
gözümüzü bile kırpmıyorduk oysa,
biri seslenene kadar...
kimi tutuyoruz bu gece?
alkol kokulu satırlara.
uyku kimlere rehnedildi?
hancının keyfi yerinde,
ya yolcu?
yorulmadı mı hala,
sürüklenmekten,
kayalıklar beğen kendine,
sonra hazzına var çığlıklarının.
en son olmaz dediğin...
kimi kandırdın
kendinden başka...
sığmadığın dünya neresi?
kimin hayatında dümendin?
kime hayatına yöne verdin...
şimdi ucuz bir riyakarlık,
nasılda köşeye sıkıştıkça
sevdim dediğin
kafiyende süs
yazıp boşaldıktan sonra
titremelerini hangi bedene saracaksın?
gözlerindeki dalgınlık,
gülümseye zoluyorsun ya dudaklarını
ellerin geçiştirmek ister gibi
boşlukta sallanıyor
canın nasıl yanmış,
sesin zor çıkıyor...
tahmin edememişmiydin bu yıkımı?
beklememişmiydin
son bir gayretle sokağa atmışsın kendini
ayakların yolu bilmiyor
hangi kapı seni anlar?
hangi insan açılır?
nasılda vazgeçmişsin,
dokunuyorsun ama hissetmiyorsun,
reflekslerden ibaret artık yaşamak
öyle boşalmış ki için,
kim yanına gelse,
gelmese,
kimin umurunda...
-
Esen her rüzgar başımı kaldırdığımda,
yüzüme düşen her kar tanesi,
bana beni hissettiriyor...
Hele kollarını açıp,
başını yukarı kaldırdığında,
kirpiğine düşen kar tanesi mutluluğunun,
tarifi yok...
Şarkı söyleyecek kadar güzel bir sesin olmasada,
bağıra bağıra şarkı söylemenin,
gecenin karanlığında,
tarifi yok...
Üşüdüğün halde rüzgarı karşına alıp,
onun üstüne yürümenin,
tarifi yok...
birgün sana her şey bedava,
bugün bana her şey tarifsiz...
Her zaman yanında olacak biriyle
üstüne yağan karda yürümek,
üsümek
tarifi yok...
Tat almayı öğrenmek lazım
bunu öğrenince
içtiğin sudan bile alacağın zevkin,
tarifi yok...
-
Büyüklerimiz yasakladıysa doğrudur, bizde kullanmayız diyen insanların seçtiği bir iktidar; sosyal medyaya ve internete sansür uyguluyorsa, bu muhaliflerinin susturmak için değil, yandaşları uyanmasın diyedir...
Sorgulamasınlar, düşünmesinler, bilmesinler diyedir...
Korku büyüyor içlerinde. Ellerindeki kemikleşmiş desteği kaybetmek istemiyorlar. Çok fazla hata yapıyorlar artık, yaptıkça gözleri kararıyor... En yakındakileri bile şaşırıyorlar artık, şüpheler büyüyor içlerinde. Bunun farkındalar. Ellerindeki medya, ellerindeki güç, şüphe tohumlarının yeşermesine engel olamıyor. Ellerinden geleni yapıyorlar. Elektrik şalterleri iniyor bürgün, diğer gün adalete saldırı oluyor... Sonra aralarında husumet doğabilecek iki kulüp seçiliyor, tamda Trabzon sınırında, tamda Fenerbahçe otobüsüne ateş ediliyor... Kör göze parmak misali, o kadar bariz oynanıyorki oyunlar.... Neden Beşiktaş, Galatasaray, Bursaspor değil.. Neden Fenerbahçe ve neden Trabzon'da? Ve neden vali ilk açıklamasında, taş attılar diyor, kameralar herşeyi kayıt altın almışken üstelik...
Savcımız şehit ediliyor. Yetkililerimiz çok başarılı operasyon için kutlama konuşmaları yapıyor... Neyi kutluyorlar? En kötü polisiye filmlerde bile, rehine operasyonlarında, rehineyi bırak sağ kurtarmak, teröristler öldürülürse bile başarısız kabul edilmiyor mu? Başarı ne aslında? Kimi kurtardık biz? O operasyonda amaç neydi aslında? Hükümeti kurtarmak mı?
Operasyondan sonra yapılan konuşmalar suçlamalar... Hiçbirinin inandırıcılığı olmadığı öyle açıktı ki... En büyük destekçileri olan insanların bile içinde şüphe tohumları büyüdü. Ne oluyoruz demeye başladılar... Bu yüzden mi şimdi internete erişim sansürlendi?
Evet bir süre internet kapatılacak, ünkü halkın hafızasının zayıflığına güveniyorlar. Nasıl olsa bunu da unutacaklar diyorlar... Gerçekten unutulacak mı?
Ellerinden geldiğince, tüm güçleriyle şüphe tohumları yeşermesin diye uğraşıyorlar. Çünkü o tohumlar filizlenip büyümeye başlarsa, yakmak zorunda kalacaklar... Bundan çekinirler mi? Amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayınca, bu ülkeyi ateşe atarlar mı? Ülke gerçekten umurlarında mı?
Yarın cumhurbaşkanı çıkıp tamam dese, bir hata yaptım halkı ayrıştırdım, yanlış konuştum, bütün halkımdan özür dilerim, bundan sonra hep birlikte bu ülke için çalışalım dese, ben siyaset üstüyüm, anayasa'mızın belirttiği gibi ben tarafsızım dese samimiyetle, çıkıp meydanlarda bir parti için oy istemese, bu halk onun heykelini dikmez mi? Bu halk onu bağrına basmaz mı?
Neden peki hergün daha çok gerilip, birbirimize düşman ediliyoruz? Neden insanlarımızın birbirine tahammülü kalmıyor? Bu kadar zor mu, bütünleştirici olmak... Amaç ne? neden yaraları kapatmak yerine sürekli kaşıyıp kanatıyoruz? Ve bunu en yukarıdakiler özellikle yapıyor? Bu hırs niye?
Bu gemi batarsa, kim zararlı çıkacak? Kimin yanına kar kalacak? Kim daha çok sevinecek? Kim kaybettiklerinin ardından, daha çok kinlenecek... Bilmiyor muyuz?
Bu bir başkanlık seçimi değil... Bu var olmak ve olmamak seçimi...
Dün elektrik, bugün internet..Yarın neyi kapatacaklar?
Gerçekten onların düşündükleri kadar kolay unutuyor muyuz?
Ya çocuklarımıza ne diyeceğiz bir gün?
Farkettim ama, elektrikler kesikti çalışmadım mı?
-
hayat böyedir işte,
gün gelir, seviştiğin değilde
sevişmek istedigin kadına yazdırır adama...
sonra vicdan azapları başlar,
gecelerine yenisi eklenir
yanındakini değilde
bekledigini özlersin...sanırsın ki dokunsan geçecek,
sonra yalnız uyanırsın
yanında şeftali kokulu bir kadın varken,
sabaha....öpsen silinecek tadı sanırsın
başka bir kadını,
öpersin
geçmez...
kendine ihanetlerin olur,
aldırmazsın
onu kırdığın an
baştan yaşayamazsınve bu kahrolası gri şehri
bir başkasıya değişemezsin
canın çok yanar belki
özledim
diyemezsin...susarsın sonra
susmak çok bir halta yarıyormuş gibi
bilirsin o'da özler seni
özlemek
dokunmaya yetiyormuş gibi...söversin gelmişine geçmişine
sövmek
çaresizliğini gideriyor sanki
beklersin
beklemek
o kanamayı durdurmuyor belki...sonra o kirli siyah yalanlar gelir aklına
çok bilmek
yalnızlığını gidermiyor...
çok sevmek
hala literatüründe yok tanrının
beni affetmeyecekyoruldum anlıyormusun?
tutunamamaktan bir sözüne
ve durmadan
aynı yerden kırılmaktan....yoruldum
sana bütün bir ömrü taşıyıp
kapında kalmaktan...neyse siktiret...
en güzeli ne biliyormusun sevgili,
en azından birimiz,
uyuyor şimdi.... -
git diyorsun bana
ateşini söndür öyle gel
başka bir tende
başka bir bedende kaybol
sonra beni bul
oluyormu öyle?
aklına düşürdüklerin
yazınca geçiyormu
yoksa erteleniyormu
başka gecelere
sustukların büyümüyormu içinde?
neresine saklanıyorsun
geçmişinden biriktirdilerinin
yoksa olmamış gibi kabullenip
aldanıyormusun
aldatıyormusun kendini?
kurallarımız yoktu bizim,
bu yaptığımı hafifletir mi?
çırılçıplak iki yalnız gibi
soyunmuşken birbirimize,
hangi maske saklayabilirdi
şehvetimizi?
kızgınlığın
kendine itiraf edemeyip
sustuğun...
bu kadar zormuydu,
bu kadarmı bağlıydın kalıplarına
bana bağlanmamak için
gitmeme izin verdin
ne bekliyordun
bilmiyordum...
bulduğun beklediğinmiydi?
sanmıyorum...
kime oynuyoruz bu çaresizliği,
önce kim vazgeçecek,
önce hangimiz
umrumda değildi diyecek
ve diğeri
inanacak
gitmek için...
uyumuyorsun...
aklındaki varlığım
tahminlerimizin ötesinde
az önce hissettiğin,
aşk değilse,
neden şimdi
sana yazıyorum?
neden şimdi,
aklından ne geçiyor diye,
ölesiye merak ediyorum.....
-
nasıl da gelip,
birşey olmamış gibi,
dokunuyorsun tenime...
ve tenim nasıl da hazır,
bekliyor gibi seni,
özlemiş,
teslimiyetinden belli...aklımdan uzak tutmaya çalıştıkça,
içine düşüyorum,
sımsıkı kapıyorsun dudaklarını,
esir etmek istermiş gibi
bedenimi... -
bir şarkı seç
kulaklarında çınlasın
bırak kendini,
adımların boşluğa atılsın
her attığın adımda elbisendeki çiçekler açsın
bakışlarını bakışlarımın üzerine bırak
bir elim belinde,
diğer elim avucunda,
bedenin salınsın
kendi etrafında dön,
elbisenden renkler etrafımıza dagılsın
saçların yüzüne çarpsın
koluma sarılıp yaklaşırken bedenime
tut kendini
müziğin ritmiyle
uzaklaş benden
her adımın bana doğru,
her adımın benden uzağa
sarılmak isterken sana
kapat gözlerini
sadece çiçekleri düşün
bir kır bahçesinde
yalın ayak toprağa basarken
yeşil çimenler, ıslaklığından belli
nefesim boynunda, rüzgar gibi
ve aç gözlerini
bir elim belinde
diğer elim avucunda
bir adım uzağımda tut kendini
eteğin dönüp kıvrılsın bacaklarına
saçların gözlerinin önünde
aralığından bana bakıyorsun
nefes nefesesin
tutabilirmisin kendini?
müzik içinde yol alırken
bir adım daha atıp
içime girmeden?
bir dizimi yere koyup,
eğilip önünde,
elimi tuttuğun elinden öpüyorum
teşekkür ederim...
bu dansı bana lütfettiğin için...
-
engel dediklerimiz aklımızın bize oyunlarından ibaret degil mi?
sana açık kapı göstermiyorum...
buraya kadar kendin geldin...
dizlerinin dibinde duruyorum...
nefesin kadar yakın...
sana nasıl kapıyı gösterebilirim ki?
direndiğim yerleri anlıyorsun
belki zorlamaman bundan...
-
blöf yaptığımı göremeyecek kadar kaptırmıştın kendini,
beni aldatma zevkine...öyle güveniyordun ki,
seni terketmeyeceğime,
kapıyı dışarıdan çekerken bile,
sanki içerideymişim gibi,
konuşuyordun benimle...en son ne söyledin hatırlamıyorum,
ama bir 'hoşçakal' bile,
çoktu sana...anılarımı bıraktım o evde,
kabuslarımı ve rüyalarımı...
nasıl vazgectim bilmiyorsun,
sadece ceketini alıp çıkmak,
nasıl birşey,
bilmiyorsun!benden sonra ne yapacaksın,
nasıl canın yanacak,
uzanıp avutamayacağım seni mesela,
çaresizliğin aklını başından alacak,
bilmiyorsun!çok yorulduğunda,
durup soluklanamamak,
tek başınayken,
bir ses aramak boş odalarda,
ağlarken,
sarılıp yastığına
o el olmayacak sırtında!umudu ekip durma aklma,
senden sonra alışkanlığım,
seninle yorgunluğuma değer!
seni bırakırken,
olduğum herşeyden vazgectim ben...
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
- Bunun Bir Anlamı Olması Gerekmiyor - LostsouL
Gönderi tarihi:
bazen sebepsiz yere akşam oluyor.
en güzel anında kızıla dönüyor günün ışıkları.
bir bardak demli çay kıvamında,
dirseklerini dayayıp yorgun korkuluklara.
ne çok ayrılığa tanık oldu İstanbul'um...
ne çok masaya meze,
ayrılığa gebe,
sancılı doğumların ardından,
yalnız başına çay içilen akşamların oldu senin...
oysa kargaşasında hayatın,
kaçırdıklarımızı biriktirdik biz.
dalıp giderken mavi sularına,
yüzme bilmiyor olmak,
hep kurtarılmayı umut etmektendi...
son nefesi bırakırken boğazımızdan dışarı,
elimizde hissedemeyip,
o sıcak eli,
sorgularken bulduk kendimizi...
hangimiz daha çok sevmedi'yi...
bazen sebepsiz yere,
yorgunluk çöküyor omuzlara...
kimse anlamıyor olsa da,
anlaşılmak sanki çok bir halta yarıyormuş gibi,
ayrıntısına kapıldık her sevdanın,
her sevdanın,
elin, elimin üzerinde olsaydı eğer,
ayrılmazdık'ı kurduk...
oysa herkes bilir,
kalbine giremediğinin avucunda,
oyuncak olmaktan öteye gidemezdi sevda dediğin...
onun bir mesajıyla maviye dönen göğün,
sustuğu anda
işte o an'da
kızıl ışıkları çarpardı yüzüne,
zamansız akşam oluşların...