Zıplanacak içerik

Johnydoe

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Johnydoe tarafından postalanan herşey

  1. Johnydoe şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    Kapının koluna dokunduğu anda, dışarı çıkıyor olma düşüncesi aldığı nefesle birlikte içine çekilmişti sanki. Dışarı, ait olmadığı bir mekanda var olma düşüncesi. Daha önce görmediği, duymadığı konuşmadığı, daha sonra bir daha rastlamayacağı, belki rastlasa bile farkına varamayacağı insanlar diyarı... Dışarı, güneşin aydınlattığı, rüzgarın serinlettiği, serinlemek? üşümek? üzerindeki gri renkli ceketin inceliğini düşündü... Gri renginin farkına ilk defa varıyormuş gibi, sanki daha önce görmediği bir nesneye bakıyormuş gibi ceketin kıvrımlarında gözlerini gezdirdi. Aynı zaman aralığında, parmaklarının arasında tuttuğu kapının kolunun soğuk metalik hissini derisinde hissetti. Parmaklarını biraz daha sıkıp, kolu aşağı doğru indirdi. Kilidin yuvasındaki dil yavaşça dışarıya doğru çıkarken sürtünme sesini duydu. İçerisi bu kadar sessiz miydi? Ya dışarısı? o kadar gürültü bir anda yüzüne çarptığında ne hissedecekti? Kapıyı kendine doğru çektiğinde, taze havanın içeriye dolduğunu hissetti. Odasında ki lambanın açık olup olmadığı düşüncesi aklına dolarken, ne çok düşünüyordu? Alt tarafı dışarıya çıkacaktı işte. Dışarısı içine girmeyecekti.... Girmeyecekti... Odanın ışığı açık mı? Tüm o tanımadığı yabancı kategorisine sığabilecek kadar az, tanıdıklar kategorisine girenlerin sayısı daha mı çok? Hayır değil tabi ki, ama tanıdıklar kategorisindeki her bir insan on kaplan gücündeydi, yani süper kahramanların sadece beyaz perde, sarı sayfalarda yer aldığını düşenecek olursak, gerçek hayatımızdaki on kaplan gücündeki tanıdıklarımızın kahramanlarımız olmadığını kim iddia edebilirdi. Başını hafifçe geriye çevirirken, üzerindeki gri ceketin yakasının tenine sürtündüğünü hissetti. Yeterince kalın mıydı? Gözleri dar koridorun ucundaki kapalı kapının, camına yöneldi. Buğulu camın yansımasında ışık belirtisi aradı. Ama ışık yanıyorken ya da yanmıyorken nasıl göründüğü hakkında fikri yoktu. Buğulu ve desenli camın kıvrımlarında ışığın parıltısını seçmeye çalışırken gözlerini kısarak bir süre baktı. Ayırt edemiyordu işte. lanet olsun, odanın ışığı yanıyor mu yanmıyor mu anlayamıyordu. Şimdi eğilip, hayır eğilmesine gerek yoktu. Sağ ayağının ucuyla sol ayağının topuğuna bastırıp, ayakkabıyı sabit tutup ayağını çıkaracaktı. Sonra sol ayağının ucuyla sağ ayakkabısının topuğuna basıp onu çıkaracak, halının üzerine bir adım atacak sonra diğer adımı onun önüne, dar koridorun ucuna kadar yürüyüp, buzlu camlı kapıyı açıp lambanın yanıp yanmadığını kontrol edecek... neden bu düşünceleri bırakıp dışarı çıkamıyordu? Çünkü dışarısının içine girmesini istemiyordu... Teslim olmak, korkularını büyüttüğün için bu kadar korumacısın kendine karşı. 'Büyütmediğim korkuların ne kadar canımı yaktığını bilmiyormuş gibi konuşma! Bari sen söyleme bunu!' 'Tamam...Hala aralanmış kapının önünde duruyorsun farkında mısın?' 'Salak değilim ben, tabi ki farkındayım, zaten dışarının soğukluğu içimi dondurdu, bu gri ceket çok inceymiş, gidip kalın birşeyler giyeyim!' 'Odanın ışığı mazereti zorlamaydı, bakıyorum daha mantıklı bir mazeret uydurdun.' 'Üşüyüp hasta olmam ikimizin de pek yararına olmaz, en az benim kadar sende şikayet ediyorsun ağrıları çekerken' 'İçeride kalıp, saçma sapan düşüncelerle beynini uyuşturup, sonra yalnızlıktan şikayet ederken sızlanmaları dinlemekten daha kötü değil o ağrıları çekmek!' 'Anlamıyorsun değil mi? ben, bizi koruyorum. En son dışarıya çıktığımızda başımıza neler geldi, günlerce seni kendime getirmek için uğraştım.' 'Kendine gelmek için yani... Sonuçta aynı bedeni paylaşıyoruz, her ne kadar, farklı hayallerin peşinden gidiyor olsakta...' 'Biraz sus... Hatta kapat çeneni! tamam umurumda değil, odanın açık kalan ışığı, ya da dışarısının ne kadar soğuk olduğu!' İki adım attıktan sonra başını çevirmeden kolunu arkaya uzatıp, kapının metalik his veren kolunu tutup dışarıya kapattı kendini... Merdivenlerin o soğuk simetrisi gözüne çarptı. Hepsi aynı ölçülerde kesilmiş, yükseklikleri eşit, solmuş desenleri, yukarıya çıkılanlar, aşağıya inilenler, tam ortasında duruyordu düzlemin. Ahşap kapının bir adım ötesinde, kendini dışarıya kapatmış. 'Ne bekliyorsun?' 'ışığın sönmesini...' 'Biraz daha hareketsiz kalırsan sönecek ışık ve sen yeniden yanması için saçma bir hareketle kolunu ileri geri sallayıp yanmasını sağlayacaksın. Oysa bir adım atsan sönmeyecek o ışık.' ... 'Dur biraz, neden ışığın sönmesini bekliyorsun?' 'Dışarısının ne kadar karanlık bir yer olduğunu gözlerimle görüp, yeniden içeriye girmek için...' 'Komiksin!' Işık söndü. Bir kaç saniye karanlıkta hareketsiz durduktan sonra yeniden içeri girmek için kapıya doğru döndüğünde hareketini algılayan ışık yeniden yandı. 'Karanlık sen izin verdiğin zaman sarıyor etrafını, bunu ispat etmiş oldun. Daha ne kadar kandıracaksın kendini?' 'Benden, sanki senden farklı biriymişim gibi bahsetmenden nefret ediyorum!' 'Her neyse, şu karanlık mevzusunu halletiysek gidebilir miyiz?' 'Nereye?' 'Kahrolası dışarıya!' 'Belki aklımdan geçen her düşünceye bu kadar muhalif yaklaşmasan, biraz yapıcı olsan zorlandıklarımızı daha kolay gerçekleştirebiliriz ne dersin?' 'Süslü cümleler kurman benim için yeterince etkili olmuyor ama hala vazgeçmiyorsun kurmaktan.' Merdiven boşluğunun rutubetli serin havasını hissetmeye başlamıştı üzerinde. Sanki tenini saran giysileri zorlayıp, içine işlemek istiyor gibiydi. Daha fazla beklemek istemedi. İçeriye girebilirdi. Cebindeki anahtarların hala orada olduğu bilmek ister gibi elini kumaşın üzerinde gezdirdi. Evet oradaydı. Gri ceketinin yakalarını kaldırıp, önündeki iki düğmeden üsttekini ilikleyip aşağıya inilen merdivenlere doğru bir adım daha attı. Sonra bir adım daha ve bir adım daha. İlk merdivene ulaştığında, sonraki merdivenlere doğru ilerlemek sanki mekanik bir hareket gibiydi. Fazla düşünce gerektirmiyordu bu işlem ve nispeten hoşuna gitmişti. Düşünecek olursa bir an, bir saniye tereddüt ederse düşecekti. Bu korkudan mı bilinmez ama binayı dışarıdan ayıran kalın demir kapının önünde bulduğunda kendini, öyle kolay olmuştu ki oraya gelmek cesaret vericiydi. Kalın demir kapının ince demir parmaklı penceresinden dışarıdaki aydınlık içeriye yansıyordu. O an ışığın yanıyor ya da sönüyor olmasının bir anlamı yoktu. Tek yapması gereken elini uzatıp kapıyı açmaktı. Durdu. 'Şimdi ne oldu?' 'Biliyorsun işte...' 'Evet senin bildiğin herşeyi biliyorum, ama şu an hangi gerekçeyle durduğunu bilmiyorum!' 'İçerideyken özgürlüğümüz vardı. Özgürlüğüm yani. Evet en fazla odalar, tuvalet ve mutfak arasıyla kısıtlı olsa da o kısıtlı alanda özgürdüm. Dilediğimi yapıyordum. Çıplak gezebiliyor, sözlerinin tamamını anımsayamadığım şarkıları sesli söylerken, bilmediğim yerleri uyduruyor ve kendime gülmüyordum. Zayıfım, bedenim şekilsiz, yüzüm biçimsiz ama aynalara bakmadığım sürece bunun bir önemi yoktu. Kimse yüzüme vurmuyor. Saatlerce susup otursam bile kimse gelip neden susuyorsun diye sormuyor. Kimse neden o odaya gittin bu odaya gitmedin diye sorgulamıyor. Özgürdüm yani biliyorsun...' 'Dışarıda da özgürsün, tamam çıplak gezemessin ama zaten dışarı da var olabilmek için yeterli niteliklere sahipsin şu anda.' 'Hayır anlamıyorsun işte!' 'Ben mi seni anlamıyorum? Güldürme beni, ben de seni anlamıyorsam neyi tartışıyoruz şu anda?' 'Bazen, sırf yanıldığını kanıtlamak için senin istediğin herşeyi yapmak istiyorum.' 'Yap o zaman!' 'Yapacağım ama senin yüzünden, senin o kahrolası merakını tatmin etmek için! içine düştüğüm durumlardan çıkmakla yine ben uğraşıyorum ve bu hoşuma gitmiyor...' Bir süre bekledi. Biraz daha bekledi. Beklerken yalnız hissetti kendini. Karşısında kalın demir kapı, ince parmaklıkları camın önünde. Sanki camı dışarıya hapsetmiş gibi. Uzanıp kapıyı açtı. Çünkü beklemek için bir mazereti yoktu, kafasının içindeki ses vakit kazanmaya çalıştığını farketmiş olmalıydı. Sadece susup onu izliyordu. Kendini izliyordu. Kalın demir kapı önünde durmuş gri yazlık ceket giymiş, şekli bozuk bir bedenin iç hesaplaşmasının karşılıksız çıkması gülünçtü. Az önce onu aşağıya indiren merdivenler, artık yukarıya çıkmak için yapılmış görünüyordu orada dururken. Merdiven boşluğunda yankılanan bir kapının açılma ve kapılma sesini duydu, hemen ardından aşağıya inen adımların sesini. kapana kıstırmıştı kendini. Dışarısı ve o an orada onu görebilecek bir yabancı arasında sıkışıp kalmıştı. Her adımın sesi artıyordu. Bir seçim yapması gerekiyordu artık. Kalbinin daha hızlı çarpması bir halta yaramıyordu, bedenindeki ateşin yükseldiğini ve az önce ince hissettiği ceketin nasıl şimdi kalın bir montmuş gibi bedenin sardığını anlamaya çalışıyorken, cebindeki anahtarları hatırlayıp elini üzerine götürdü. Evet, hala içerisi özgürlüğünü cebinde taşıyordu. Bu kadar yakın. Öksürük sesini duydu. Sanki kendinden başka hiçbir insan öksüremezmiş gibi bu ses, duymasıyla kalın demir kapıyı açması ve dışarıya çıkması aynı anda oldu. Okula giden mavi önlük giymiş, sırtında küçük çantasıyla bir çocuk geçti önünden. Okula gittiğini nereden biliyordu ki? Saat kaçtı? Yolunu kaybetmişti belki, belki çocuk parkından geliyordu. Geldiği yönde çocuk parkı var mıydı? Yolunu kaybetmiş olamayacak kadar yavaş ve kendinden emin yürüyordu en fazla sekiz yaşlarındaki kahverengi saçlı çocuk. Çocuk, ona mı bakmıştı? Neden bakmıştı? Tuhaf mı görünüyordu? Tuhaf? Çocuk önünden geçip giderken arkasından bakmaya devam etti. Çocuk arkasına dönüp tuhaflığına bakacak mıydı tekrar? Çocuğun ardından bakarken arkasındaki kalın demir kapının kapandığını duydu. Bir saniye sonra açıldı kapı. Siyah ceketli, siyah saçlı, kalın kaşlı, üstelik çatık, şişmanca bir adam belirdi. Öksürük sahibi sesi adam bir an gözlerinin içine bakıp yanından geçip gitti. Neden baktı ki şimdi bana? Tuhaf bir şey mi vardı bende? Herkes bana bakıyor işte. 'Sana söylemiştim! Bu iyi bir fikir değildi! Neden dinlemiyorsun beni?' Cevap gelmedi. Cevap beklemenin anlamsızlığını farkettiği anda, içeriye gitmekte özgür olduğunu hissetti. Rahatladı. Gri ceketini yakalarını düzeltti. Çocuk dönüp bir daha bakmamıştı ona. Çatık kaşlı şişman adam da bakmadı. beyaz renkli bir araba önünden geçip gitti. Arabanın söförü de farketmedi onu. Karşı binanın ikinci katındaki camlardan birinden sarkıp elindeki örtüyü silkeleyen kadında. Dışarıdaydı artık. Belki de dışarısı içindeydi ve uyum sağlamıştı bu bilmediği ortama. 'Tamam haklısın, ben abartmışım, çok fazla sorguluyorum ama bana da hak ver biraz. Kolay değil içinde yaşayan bir adamın, dışarıya adım atması...' Yine cevap gelmedi.Bir endişe peydahlanır gibi oldu içinde ama üzerinde çok durmadı. Oysa içinde peydahlananların üzerinde durmak, kendi üzerinde duranların ağırlığı altında ezilmekten kurtulmanın tek yoluydu. Derin bir nefes aldı. Günlerdir soluduğu, beyaz duvarların kokusunu anımsamaya çalıştı. Nasıl nankördü insan, güzellik görmeye görsün anında unuturdu yavanlığı. Unuttu... Duruşunu dikleştirdi. Sanki başı önde doğmuştu anasının karnından, bu da neydi böyle? Etrafına bakmaya başladı. Yolun karşısındaki bakkalın camındaki yazılanları okumaya çalıştı. Bir araba daha geçti önünden. Bir kadın, bir adam, bir kadın daha... uzun etek giymiş başı örtülü. Adam siyah pantalon giymiş. Önceki kadının üzerinde ne vardı? Başını çevirdi kadının gittiği yöne. Kalabalığın arasına karışmış kadın. Kadın ne kadar cesur! Nasıl da girmiş o karmaşaya, parçası olmuş, hangi adam ona bakıyor, kim nasıl hayaller kuruyor umurunda değil. Sadece yürüyor. Saçları uzun ve siyah beline çarpıyor yürüdükçe. Ama köşeyi dönüp kayboldu. 'İncelemelerin ve tesbitlerin bittiyse biraz yürüyebilir miyiz?' 'Sen orada mıydın? bir an bana kızıp gittiğini sandım.' 'Biliyorsun ki senden uzağa gidemem, bu iğneleyici laflarını kendine sakla.' 'İnsanın kendisiyle iğneleyici şekilde konuşamaması ne kadar kötü bir fikrin yok değil mi?' 'İnsanın kendi kendine duygu sömürüsü yapma girişiminde bulunması kadar kötü değil!' 'Çok sıkıcısın...' Az önce gördüğü kadının gittiği yönde yürümeye başladı. Düşündüğü kadar zor değildi dışarıda olmak. Hatta biraz daha yürürse içeriye dönmemeyi bile düşünebilirdi. Hayır düşünemezdi tabi ki. Neyse şimdilik bu kadar uzun vade de planlar kurmayalım. Gözü yolun karşısındaki bakkalın camındaki yazılara takıldı. Okumaya çalıştı. Yürürken aynı anda yazılar sallanıyordu gözlerinin önünde, durdu. Yazılar da durdu.Gözlerini kısıp daha dikkatli baktı. Okuyamıyordu. Dışarıda bakmaya alışkın değildi gözleri. Hep içerisinin sarı ışığının tembelliği olsa gerek diye aklından geçirdi. Nasıl bir aklı varsa, herşey geçiyordu işte. Güneşin beyaz ışığında bakkalın camındaki yazılar okunmuyordu. Belki de o kadar kolay değildi dışarıda olmak. Daha yakına gidersem okuyabilirim yazıları hemen dışarıyı suçlamamak gerek. 'Öyle değil mi?' 'Sana söylüyorum, bak dışarıyı savundum hemde gerekmediği halde!' Yine ses yoktu. Başını önüne eğdi. Kaldırım taşının başladığı ve bittiği simetrik çizgiyi gördü. Bir adım attı. Sonra bir adım daha... Siyah kauçuk lastiklerin durmak için çabalarken asfalta sürtünerek çıkardığı sesi duydu kulaklarında. Bir çığlık gibi. Bir lastik nasıl çığlık atabilirdi ki? Saçma. Dışarısı böyle saçmalıklarla dolu olabilir mi diye geçti aklından yine. Düşünsene çığlık atan lastik, ağlayan lastik, gülen lastik, kahkaha atan lastik... Komikmiş diye geçti aklından. Duygusal tepkiler veriyor diye aklından geçen lastik aynı anda omurgasının üzerinden geçmişti. Asfaltın o soğukluğunu hissedince bedenin altında, gri ceketinin ne kadar ince olduğunu anımsadı. Başını kaldırıp yolun karşısındaki bakkalın camındaki yazılara baktı. Artık okuyabiliyordu. 'Akbil dolumu yapılır'
  2. Hoşbuldum Açıkçası ben de beklemiyordum bu kadarını... hatta bu son kullanıcı hesabımın şifresini bile kaybetmiştim, defterlerimin arasında küçük bir kağıt parçasında buldum. Hala duruyor mu yazdıklarım diye merak ettim... Teşekkür ederim, değerli görüp sakladığınız için... son bir kaç yıldır yazdıklarımı da eklemeye çalışacağım... Artık imla kurallarına daha çok dikkat ediyorum daha önce yazdıklarımdaki imla hataları yüzünden tüm okuyan arkadaşlardan özür dilerim. son yarım saattir eski yazdıklarımı okuyorum. Zamanda yolculuk yapmak gibi... Yeni sözlerim var artık... eskimiş olsam da... Uzun soluklu aralar versem de her geldiğimde sizi burada görmek öyle güzel ki... Umarım çok uzun yıllar burada olmaya devam edersiniz....
  3. Johnydoe şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    tekrarlamak istemediğim hatalardan çağrılar alıyorum sürekli oysa şehri şöyle bir turlasam yetecekti uzaklaşmak için hangi güzel parmaklar tuşlayacak telefon numaramı yanlışlıkla tanımadığı sesimi duyunca duraksayıp sonra başka bir durağa yönelecek... -pardon yanlış oldu -olabilir... -kusuruma bakmayın lütfen bu saatte rahatsız ettim -edebilirsiniz... -kapatayım ben o halde -siz bilirsiniz -nasıl yani? -arayan sizsiniz, dilediğiniz zaman kapatacak olan da sizsiniz. -çok tuhaf konuşuyorsunuz. -bunu söylemek için mi aradınız beni -yok,hayır yanlış anladınız. sizi aramayacaktım ben yanlışlık oldu. -beni aramıyordunuz belki ama bulduğunuzdan rahatsız mı oldunuz? -neyse, yeniden özür dilerim. hoşçakalın... -bu kadar özre gerek yok. ama yine de siz bilirsiniz. -siz hep böyle mi konuşursunuz? -evet -tuhafsınız. şu an sinirlerimi bozuyorsunuz ama konuşmayı bırakamıyorum. -tuhaf olduğumu söylemek için beni arayan sizsiniz, unuttunuz mu? -dalga mı geçiyorsunuz benimle! -dalga geçmem için aradığınızı sanmıyorum. ama isterseniz yaparım. -çok ukalasınız! neden aramışım sizi? -bana tuhaf demek için aradınız. -sanırım ciddi ruhsal sorunlarınız var. yanlışlıkla aradım diyorum! neden anlamıyorsun? -her yanlış aramanızla bu kadar uzun süre konuşur musunuz? -sizi arayan benim, bu konuşmada soruları ben sorarım! -nasıl isterseniz... -kesinlikle beni tanıyan birisin sen, hadi söyle kimsin? -önce siz söyleyin kim olduğunuzu -çattık gece gece! -çatmak için mi aradınız beni? -hala saçma sapan konuşuyorsun! yeter artık söyle kim olduğunu! -bir oyun oynamak ister misin? -manyak mısın? -tıbbi karşılığı nedir manyaklığın? -doktor değilim ben nereden bileyim! -ben de... -buna daha fazla katlanmayacağım kapatıyorum! -nasıl isterseniz... -bak, tamam doğruyu söyle kızmayacağım. sen Nevin'in arkadaşı mısın? ancak onun kafasından çıkar böyle saçma şaka fikirleri -bir arkadaşa sahip değilim. -kimsin ulan sen kimsin! delirttin beni gece gece! -benim tuhaf olduğumu söylemek için aramıştınız. ama delirmek istiyorsanız bu da sizin tercihinizdir. -tamam, yeter kapat şu telefonu artık! ellerim titriyor sinirden... -tamam... ...... ...... ...... -neden telefonu açınca cevap vermiyorsun? -cevap istemediniz ki? beni cevap almak için mi aradınız tekrar? -hala devam ediyorsun ya nasıl bir manyaksın sen? hayır neyin cevabını alacağım senden? -neden cevap vermediğimi sordunuz. -bak medeni insanlar telefonlarını açtıklarında cevap verirler, alo, efendim, evet gibi sözler söylerler ki arayan kişi telefonun açıldığını anlasın! -size alo, efendim, evet gibi sözler söylemem için mi aradınız tekrar? -su katılmamış manyaksın sen biliyorsun değil mi? ulan gecenin yarısı yanlışlıkla seni aradım çektiğim eziyete bak. neyse, ilk aramamın sonunda biraz sert konuşmuş olabilirim. özür dilemek için yeniden aradım. -peki, dileyebilirsiniz. -allah'ım bütün manyak erkekleri bana göndermek zorunda mısın?! -allah mı söyledi size beni aramanızı? -yuh!! peygamber miyim ben vahiy gelsin bana? -bilmiyorum, peygamber misin? -hata bende, ilk ilk defasında yanlış tuşlara bastım, ikincisinde neden arıyorsam artık! -size alo, efendim, evet sözlerinden birini söylemem için aramıştınız. hangisini söyliyeyim? -sus, yalvarırım sadece sus, tek kelime söyleme! -.......... -ulan, hata bende, gecenin üçünde sarhoş kafayla eski sevgilini aramaya kalkarsan işte böyle manyağına çatarsın! ben kaşındım biliyorum. -.......... -tamam, seni tanımıyorum, tanıdıklarımın içinde senin gibi bir manyağı arkadaş edinecek kimse olduğunu da sanmıyorum. ama sırf yanlışlıkla bu saatte seni aradığım için benden bu şekilde intikam aldığını düşünüyorum. yanılıyor muyum? -......... -orada mısın? evet telefon açık hala neden cevap vermiyorsun? -........ -ulan konuşsana, bir şey söyle! -sus demiştiniz. -sen böyle her söyleneni yapar mısın? -yapabileceklerimi yaparım. -çok eğleniyorsun şu an farkındayım. belki güldüğünü anlamıyayım diye telefonu arada bir ağzından uzaklaştırıyorsundur... -hayır, eğlenmiyorum ve telefonu arada ağzımdan uzaklaştırmıyorum. -ben eğlenmeye başladım... bana bir şarkı söyler misin? -şarkı bilmiyorum. söylemeyi de bilmiyorum. -bildiğin kadarıyla mırıldan işte bir şeyler, hadi nazlanma. yaklaşık yarım saattir konuşuyoruz, hatrım kalır bak. -hiç şarkı dinlemedim ben o yüzden şarkı mırıldanmayı da bilmiyorum. -kavanozda falan mı yaşıyorsun sen? nasıl şarkı dinlemezsin? -hayır, evde yaşıyorum. -senin bir çeşit psikolojik rahatsızlığın mı var? bak bana dürüst olabilirsin bu konuda aramızda kalacak hiç doktora gittin mi? -rahatım ben. doktora gitmemi gerektirecek bir rahatsızlığım olmadı hiç. -seninle konuşmaya devam edersem kesin benim rahatsızlığım olacak. ulan içtiğim onca içki boşa gitti, ayıldım sayende.... -ayılmak için mi aramıştınız beni ikinci defasında? oysa cevap almak istediğinizi söylemiştiniz. -tamam pes! yordun beni iki dakikada... kabul ediyorum. yalnızım ben, sevgilim beni terkedeli iki ay oluyor ve hiç aramadı bir daha. ben bir iki defa aramak istedim engellemiş aramalarımı. sosyal medyada da engellemiş hesaplarımı. sahte hesaplar açıp bakıyorum sürekli neler yapıyor diye. başka birini bulmuş. çok mutluydu resimlerinde. bu gece de öyle içince biraz, birilerinin sesini duymak istedim. rastgele tuşladım numaraları. sana denk geldi işte. kusuruma bakma. zaten ben çekilesi, sevilesi bir kadın olmadım hiç bir zaman. yanlış anlama şu an yaptığımı da sürekli yapan biri değilim. yani öyle tanımadığım insanları telefonla arayıp rahatsız eden konuşmaya çalışan biri değilim. sadece, hani bazen kendini çok yalnız hissedersin de, bir ses olsun istersin kulağında, yabancı da olsa biri sana seslensin... tanıdık seslerin o yapay, acıma tınısıyla yüklü kelimelerini duymaktan yorulmuşsundur. öyle işte, sürekli sana manyaksın falan diyordum ya galiba manyak olan benim. ama neden hep terkedilen ben oluyorum çok severken hem de... -terketmek istiyorlarsa terkederler... -bu mudur yani? ben sana kimsenin bilmediklerini anlatıyorum, neler hissettiklerimi söylüyorum, senin yapacağın açıklama bu kadar mı? terketmek istiyorlarsa ederlermişmişmiş.... aslında söylediklerimden bir şey anlamadın değil mi? -anladım. -ne anladın? -yalnızsın... -sen uzun cümleler kuramaz mısın? öyle bir yeminin mi var? bazı manastırlarda yaşayıp sessizlik yemini eden rahibeler gibi misin sen? -rahibe değilim. sessiszlik yemini etmedim. -şu an kendimi telefonda yüklü bir programla konuşuyormuş gibi hissediyorum. neydi o programın adı, siri' mi? hazır kısa ve net cevaplar veren, ama her soruya bir cevabı olan. baksana ne geldi aklıma sanırım ben seni ikinci defa aradığımda senden cevap almak için aradım. haklıydın sen! -haklıydım. -ama bak bu tavrın hem sinir bozucu hem de çok ukalaca. en azından biraz yorum katabilirsin söylediklerine. yani ne bileyim, yalnızlıktan bulandığım için seni aradım ama senle konustukca ne kadar yalnız olduğumu suratıma vuruyor gibisin sürekli. -yalnızsınız. ama suratınıza vurmuyorum sadece söylüyorum. -neyse ilerleme var en azından daha uzun bir cümle kurdun. izninle ben kendime bir kadeh daha şarap doldurup sigara yakacağım. -nasıl isterseniz. -çok konuşmuyorsun belki ama ses tonun çok güzel. insanı rahatlatan bir etkisi var. bence bu sesi esirgeme başkalarından. gerçekten hiç arkadaşın yok mu senin? -sadece geceleri yanlışlıkla arayanlar var. -ne? nasıl yani? esprimi yaptın şimdi? -hayır yapmadım. -ciddisin sen? -evet ciddiyim. -yani seni ilk defa böyle yanlışlıkla arayıp seninle konuşan ben değilim, öyle mi? şimdi anlaşılıyor bu tavrın. sen de haklısın tabi bıkmışsındır... içimi rahatlattın şu an teşekkür ederim. demek tek manyak ben değilmişim. -manyaklığın tıbbi karşılığını bilmiyorum. -ben de bilmiyorum ama bir manyak için ortaya örnek konulacaksa en iyisi ben olurum! -sevindim adınıza. -neye sevindin? manyak olduğuma mı? -evet -manyaklık iyi bir şey değil ki? bana hakaret etmeye mi çalışıyorsun? -hayır, manyaklar sizin gibi tatlıysa bu iyi bir şey olmalı. -..... -..... -sen aslında zeki bir adamsın, biliyorsun değil mi? -biliyorum. -normalde de böyle misin, yani sadece telefonda mı böyle konuşuyorsun, yoksa başkalarıyla yüzyüzeyken de mi böylesin? -başkalarıyla konuşmam. -sokağa çıkmıyor musun sen? ne bileyim bakkala markete gitmiyor musun? -sokağa çıkıyorum, bakkala gitmiyorum. markete gidiyorum. -tamam işte sokakta birilerine selam vermiyor musun? birileri seninle konuşmuyor mu? -birilerine selam vermiyorum. birileri benimle konuşmuyor. -peki market? alışveriş yaparkende mi kimseyle konuşmuyorsun. mesela almak istediğini bulamadığında birilerine sormuyor musun? ne bileyim kasiyere kolay gelsin falan demiyor musun? -konuşmuyorum. almak istediğimi bulamazsam yoktur. sormuyorum. kasiyere kolay gelsin demiyorum. -gerçekten yaşıyor musun sen? -yaşıyorum. -şu an bundan emin olamadım. gerçekten bir program gibisin. insan olduğuna dair bir kanıt bulamıyorum senden. -program değilim. insanım ben. -neyse ki yalan söylemediğine inanıyorum. yalan söylüyor musun bana? -hayır. -sevgilin de yoktur senin. -yok -kaç yaşındasın sen? -kırk -hiç sevgilin oldu mu? -hayır -bu yaşına kadar hiç bir kadınla birlikte olmadın yani? -olmadım. -okulda bile mi? -okulda bile -peki ne iş yapıyorsun? bir mesleğin var mı? -yok. mesleksizim ben -nasıl geçiniyorsun peki, evde yaşıyorsun ya kira falan ödemiyor musun? -ödemiyorum, ev babamın. bana bıraktı ölünce. -peki alışveriş için parayı nereden buluyorsun? -param yok. banka kartım var. -tamam sonuçta bankada paran var yani. o parayı nasıl buluyorsun? -bulmuyorum. babam bana bıraktı ölünce. -miras yiyorsun yani? -yemiyorum. alışveriş yapıyorum. -bazen bir çocukla konuştuğumu sanıyorum seninle konuşurken. gerçekten kırk yaşında mısın? -evet -akrabaların falan yok mu senin? -var -neyse ki o kadar yalnız değilmişsin... peki onlarla görüşmüyor musun? -hayır -hiç biri arayıp sormuyor mu seni? ya da sen bayramlarda gitmiyor musun onlara? -arayıp sormuyorlar. bayramlarda gitmiyorum. -seninle konuştuğum her dakika seni daha çok merak ediyorum biliyor musun? -biliyorum. -özellikle mi yapıyorsun? -evet -neden? -beni merak etmek hoşunuza gidiyor. -sadece bu yüzden yani, ben kendimi iyi hissedeyim diye mi böyle yapıyorsun? -evet -amacın ne? benim iyi hissetmemden çıkarın ne? neden bunu yapıyorsun? tamam manyak mısın demiyeceğim bu defa sakinim. -amacım yok. çıkarım yok. sadece yapıyorum. -senin duyguların, hislerin, korkuların ne bileyim hırsların falan yok mu? mesela şimdi benimle konuşurken merak ettiklerin yok mu? beni görmek neye benzediğimi bilmek gibi. -duygularım, hislerim, korkularım ve hırslarım yok. merak etmiyorum. birazdan fotografınızı göndereceksiniz. -özgüvenin tavan yapmış senin, egon da baya bir şişirilmiş. nereden biliyorsun sana fotografımı göndereceğimi? -sizi görmemi istiyorsunuz. -bu arada az önce konusmaya başladığımızdan beri en uzun cümleyi kurdurdum sana. kendimle gurur duyuyorum. -nasıl isterseniz. -tamam madem bu kadar ısrar ettin sana geçen gün çektirdiğim fotoğrafı gönderiyorum ama sen de bana kendi fotoğrafını göndereceksin anlaştık mı? -fotoğrafım yok benim -ne demek fotoğrafım yok? şimdi çekebilirsin telefonunla! -telefonumda fotoğraf makinası yok -ne? -telefonumda fotoğraf makinası yok. -kamerası yok yani telefonunun öyle mi? -kamerası da yok -hangi yüzyılda yaşıyorsun sen? -yirmibirinci yüzyıl -ve hala kamerasız telefon mu kullanıyorsun? -evet -yalan söylemediğini bilmesem şu an yalan söylediğini düşünürdüm. neyse gönderdim fotoğrafımı bakabilirsin şimdi. -baktım -nasıl buldun? -telefonun mesajlar kısmına girerek -offfff! ben onu sormadım yani beni nasıl buldun? güzel mi çirkin mi? -bir kadın -ne demek bir kadın? -bütün kadınlar güzeldir. -laf cambazlığı yapma bana şimdi. beğenmedin değil mi? dürüst ol, ilk beğenmeyen sen olmayacaksın alışkınım buna. zaten güzel değilim ben biliyorum. -kadınlar güzeldir. -lan delirtme beni yine! madem bütün kadınları güzel görüyorsun bugüne kadar neden bir kadınla birlikte olmadın? -güzel görmek ve birlikte olmak farklı kavramlar -beni kavram karmaşasına sokma şimdi! ben de biliyorum farklı olduklarını. dur! yoksa sen erkeklerden mi hoşlanıyorsun? -hoşlanıyorum. -yani kadınlarla ilgilenmiyorsun öyle mi? -ilgileniyorum. -dalga mı geçiyorsun? -hayır -tamam sakin oluyorum şimdi. erkeklerden hoşlanıyor, kadınlar ilgileniyorsun ama hayatında bırak sevgili ya da arkadaşı akrabayı, konuşacağın tek bir insan bile yok -evet -nasıl oluyor bu? -konuşacak bir şey olmayınca, konuşacak kimse de olmuyor. -sen gerçekten var olamazsın biliyorsun değil mi? -hayır, bilmiyorum. - ne sarhoşluk bıraktın ne uyku! her söylediğinde aklımı karıştırıyorsun ve bunu biliyorsun. özellikle yapıyorsun. çünkü benim kendimi iyi hissetmemi istiyorsun. öğrenmişim değil mi? -evet -hangi şehirde yaşıyorsun? -istanbul -ben de öyle. yarın seninle buluşmak istiyorum. -nasıl isterseniz. -sen istemiyor musun? -hayır -ne demek hayır? beğenmedin değil mi beni? -sizinle buluşmak istemiyorum. ama siz isterseniz sizinle buluşabilirim. -neden istemediğin bir kadınla buluşasın ki? -siz istediğiniz için. -yani sırf ben istiyorum diye yapacaksın öyle mi? -evet -neden? -yapabilirim çünkü -şu an kendimi ucuz kadınlar gibi hissetim. sağol bunun için -rica ederim. -gerçekten bir önemi yok mu senin için hiç bir şeyin? yani sırf yapmış olmak için mi yapıyorsun bunları? -evet -yarın saat ikide ortaköy'de buluşalım. senin için de uygunsa -uygun -biliyorsun değil mi ortaköy'ü? -biliyorum. -benimle buluştuğun zaman konuşacak mısın? -evet -kimseyle konuşmuyorsun ya o yüzden sordum. neden benimle konuşacaksın? -konuşmamı ve beni dinlemeyi isteyeceksiniz. -isteyeceğim evet.... inanmıyorum şu an senin gibi cevap verdim. peki ne yapacağız buluşup konuştuktan sonra? -ne isterseniz. -yani ben ne istersem onu yapacağız öyle mi? -evet -seninle sevişmek istersem -olur -senin için sorun olmaz yani -hayır -peki herkesin içinde sevişmek istersem? -tamam -nasıl tamam ya, herkesin içinde benimle nasıl sevişeceksin? -nasıl isterseniz. -hayır onu sormuyorum, yani etraftaki insanlar ne olacak hiç utanmayacak mısın? -hayır. -gerçekten utanmayacaksın... her dakika şaşkınlığımın üzerine koyarak arttırıyorsun. tamam peki, yarın seninle evlenmek istersem ne yapacaksın? -evlenirim. -bir kaç tane de çocuk yaparız? -bir gün de hepsini yapamayız. -neyse ki bunu biliyorsun. senin hakkında ki herşeyi merak ediyorum. nasıl biri olduğunu çocukluğunu, gençliğini, aileni, yaşadıklarını. nasıl böyle kapalı kalabilmişsin? böyle ruhsuz ve duygusuz, umursamaz... neyse... nasıl olsa bu murağımı dindirecek kadar açıklayıcı ve detaylı cümleler kurmayacaksın. yarın görüşünce belki anlatırsın. şimdi izninle uyumak istiyorum -nasıl isterseniz. -sen nasıl istersen! -ben istemiyorum. -biliyorum, istemiyorsun ama ben istiyorum o halde yapacaksın. sen şimdi ne yapmamı istiyorsun söyle -uyuma -tamam -tamam -peki şimdi ne yapmamı istiyorsun? -beni dinle -seni dinlemek? tamam... -daha fazla soru sormanı ve araya girmeni istemiyorum. -peki, seni dinliyorum... -beni ilk aradığında sesindeki kırıklığı, hüznü ve yalnızlığı hissettim. bazı kelimeleri söylerken sonlarına doğru yuvarlıyordun. dikkatini toplayamıyordun alkollüydün çünkü. yanlışlıkla aradığın için özür dilerken ve kapatmak için çabalarken telefonu benim kapatma dememi bekledin. bunu istediğini biliyordum. sana verdiğim her kısa ve net cevaptan sonra sana seninle ilgili sorular sormayışım yüzünden sinirleniyordun. üzerime geliyordun, seni düşünmemi hayal kurmamı ve istememi bekliyordun. ama bu bekleyişin yanıtsız kaldıkça zaten içine düştüğün umutsuzluk büsbütün arttı. kendi kendine dedin ki ben istenecek bir kadın değilim, telefonun ucundaki yabancı bile beni istemiyor. ne kadar değersizim diyerek kendini daha kötü hissettin. bir yanın seni düşürdüğüm bu durumdan kurtuluşun yine bende olacağını söyledi sana. elinde kalan tek umut gibi göründü sana. benim de en az senin kadar yalnız ve çaresiz olduğumu, seni sadece benim anlayabileceğimi düşündün. bu ikinci umut oldu sana. telefonu kapattıktan sonra sessizliğinde bu umutlar artmaya başladı. kendi kendine dedin ki şimdi onu ararsam hemen cevap verecek ve benimle ilgilenecek. bu düşünceyle yeniden beni aradın ama arar aramaz benim sessizliğime gömüldü bu umutların. yine de vazgeçmedin. çünkü kaybedecek birşeyin yoktu. yine üzerime geldin. hakkımda ipuçları toplayarak beni tanıyacağını sandın. duydukların kafanı karıştırdı, seni karıştırdı. karıştıkça daha çok meraklandın. üzerime gelmeye çalıştın, anlam vermeye çalıştın. oysa anlaşılmak için aramıştın beni. amacından uzaklaştın. bir süre sonra kendine yepyeni bir amaç edindin. beni... görünüşümü merak ettin, yaşadığım yeri, hayatımı... kafanın içinde bana bir beden beğendin, onu karşına alıp konuşmaya başladın. konuştukca bir yüz çizdin, en sevdiğin yüzü. aldığın cevaplar beceriksizçe yapılmış bir dublaj çalışması gibi olsa da bunu görmezden geldin. bana her yaklaştığını düşündüğünde kendini hep aynı yerde buldun. hayalindeki benle, gerçeğimi bir araya getiremiyordun sürekli. yeni edindiğin amacı kaybetmemek için, en azından zaman kazanmak için, belki bir gece olsun hayal kurarak uyumak için benimle buluşmayı istedin. ne çok gece geçmişti bir hayale tutunmadan uyumaya çalışırken kadehlerin yanında sızıp kalmayalı. sesimin tınısını unutmamak için içinden benim söylediklerimi tekrar ediyordun sürekli ve bu öyle kolaydı ki... bu yüzden kısa cevaplar veriyor sonra susup, verdiğim cevabı içinden tekrarlamana izin verdim. içine alıyordun beni. verdiğim cevaplar beklediklerin değildi, zaten ben de beklenen değildim. ama umurunda bile değildi. yeni bir sahoşluğa kapılıyordun. kendine tutunacak bir şey bulmuştun ve kaybetmemek için direnecektin. direndin. bunu yaparken verdiğim cevapların aslında senin sorduklarının aynısı olduğunu bile farkedemedin. sadece soru eklerini kaldırıyordum cümlelerindeki, bugüne kadar karşılaşmadığın belki yarın bile karşılaşamayacağın bir insan profili çizdim sana. sadece romanlarda var olabilecek bir karakter sundum. kendini bir roman kahramanı gibi hissettin farkında olmadan. bugüne kadar hayatının gerçeğinde yalnız bırakılmış, kendisi tarafından bile beğenilmemiş biri için masalsı bir dünya yarattım. seni gerçeklikten uzaklaştırdıkça bana yaklaştın. bana yaklaştıkça tutundun. ne zamandır ilk defa tutunabilmek hoşuna gitti. belki birazdan yatağına uzandığında, bu tutunduğun her neyse kollarının arasına alıp huzur duyacaksın... yarın uyanınca içindeyken kendini en güzel hissettiğin giysini giyip makyajını yapacaksın. buluşma yerine gelene dek kalbin her zamankinden daha hızlı çarpacak, belki daha hızlı yürüyeceksin, belki buluşma yerine gelince önce uzaktan durup bakacaksın beni görme umuduyla. beni göremeyince bekleyeceksin. beklediğin her dakika saat gibi geçecek ama en acısı, gelmediğim her saniye gelmeyeceğim düşüncesini aklından uzak tutabilmek için savaşmaya başlayacaksın. zamana karşı savaşacaksın ta ki yorulup pes edinceye dek. ne kadar süre geç kalmış önemli değil, sonunda gelmemiş olmam canını yakacak. üzerine giydiğin o elbiseden nefret edeceksin, bir daha giymeyeceksin, eve gider gitmez makyajını sileceksin, hırsla. kendine kızacaksın. şu an konuştuklarımızı düşüneceksin. nerede yanlış yaptığını nasıl aldandığını düşüneceksin. aldanmak istediğin gerçeğini aklına bile getirmeyeceksin çünkü insan bazen aldanmak istese bile bunu kabul etmek yerine kendisini aldatanın zekasını yüceltir. sen de öyle yapacaksın. belki ileride bir gün bir arkadasınla dertleşirken çok zeki bir adamla böyle bir konuşma yaptım. o da beni aldattı diyeceksin. zaten ben sevilecek kadın değilim diyeceksin, gözlerin dalacak herhangi bir şarkıyı dinlerken. bu geceyi düşündükçe geçmişindeki yaraların kabuklarını yolacaksın farkında olmadan. oysa beni ilk aradığında aklından geçen o yaraları unutmak değil miydi? bunu anımsadıkça kapatacaksın kendini. önce hislerinden vazgeçeceksin, sonra isteklerinden. amaçlarını erteleyeceksin bir süre sonra zaten son kullanma tarihi geçmiş olacak hepsinin. daha az konuşacaksın, daha az delil bırakacaksın yaşarken. arkadaşlarının aramalarına dönmeyeceksin, ısrarcı olanlar için geçerli bahaneler üretmeyi öğreneceksin zaten bir süre sonra onlarda vazgeçecek aramaktan. arayıp hatrını soran akrabaların da sen onlara geri dönmediğin zaman azalmaya başlayacaklar. sanki sırf sen onları aradığın için seni arıyorlarmış gibi hissedeceksin. bayram günlerinin anlam ve önemi de azalacak. aile toplantılarına bir süre daha katılıp onlarla birlikte iyiymiş gibi yapacaksın. onlar gibi konuşacaksın, onlar gibi gülecek geçmişte hayatınızda olan ama şimdi isimleri mezar taşlarına kazılı insanları hatırlayıp iç çekeceksin. bu sohbetlerin seni yorduğunu her gece uyumak için yatağına uzandığında daha çok hissedeceksin. sabah ezanlarını daha fazla dinleyeceksin. uyandığında akşam olacak. telefonundaki cevapsız aramaları kimlere ait olduğuna bakmadan sileceksin. öğünlerin sayısı azalacak gün içinde, alkol oranı her gece daha da artacak. ertesi günlerinde daha halsiz daha hasta çıkacaksın yatağında, bir süre sonra çıkmayacaksın. belki biraz daha alkol almak için gideceksin markete, ama aradığını bulamazsan sorma gereği duymayacaksın. ödemeyi yaptığın kasiyerle gözgöze gelmemeye çalışıp sana uzattığı beyaz poşeti alıp içini doldurup uzaklaşacaksın 'kolay gelsin' bile demeden. sokakta yürürken tanıdıklar geçecek yanından, selam vermesinler diye başını önünden kaldırmadan sanki dalgın dalgınmışsın gibi yürüyüp geçeceksin. bir süre sonra onlar da görmeyecek zaten seni. hayata bir anlam vermekten, beklenti içine girmekten, tutunmaya çalışmaktan vazgeçeceksin. sonra bir gece bilmediğin bir numara arayacak seni ısrarla, cevap vereceksin. telefonun diğer ucunda, senin bu gece ki sesin olacak, hissedeceksin... bu söylediklerimi aklına gelecek. o telefonu o an kapatmak ve kapatmamak senin seçimin olacak. gerçek yalnızlığın ne demek olduğunu bilmeyip yalnızmış gibi yapan biri olacak karşında... ona bu mikrobu bulaştırmak ya da bulaştırmamak senin elinde olacak... bu gece benim elimde olduğu gibi... -bunu bana neden yaptın! en başından beri oynadın bana biliyordum! zaten dipteydim daha derine gömdün beni şu an! -hayır... sen tercih ettiğin bir yalnızlığı yaşıyordun, ben kaçınılmaz yalnızlığı anlattım sana... -anlamıyorum... -anlıyorsun... kabul etmek hoşuna gitmiyor... -neyi kabul etmek hoşuma gitmiyor? -yalnız olmakla yalnız hissetmenin arasında ki farkı.... -inan şu an kelime oyunlarına dayanacak gücüm kalmadı lütfen...yalvarırım anlayacağım şekilde söyle bana... neyi kabul etmiyorum? -bu gece, son bir kaç ay hissettiklerin her neyse bunların hepsini sen seçtin... bir arayış içindesin, belki bir çıkış yolu... ama gözlerini açmadığın sürece o yolu asla göremeyeceksin... yalnız değilsin sen! yalnızlığı seçiyorsun sadece, ne olduğunu bile bilmeden... ama artık biliyorsun.... -çok yorgunum... yarın gelmeyeceksin değil mi? -hayır... -rahatsız ettiğim için özür dilerim. hoşçakal... -sen de...
  4. ve ben yine gideceğim bırakıp seni kendi halinde kendi halime kapanıp kafamı gömdüğüm kum yığınları arasında mutlu mesut, mesut kimin umrundaysa artık işte öyle yaşayacağız birlikte sen geleceğim günü bekleyeceksin ben geldiğimde gideceğim anı bir hayal kırıklığına teslim olacaksın sonunda bile bile heyecanlancaksın defalarca izlediğin bir filmi yeniden izlerken sanki sonunu bilmiyormuş gibi sanki bu defa seslensen sonunu değiştirecekmişsin gibi merakla bekleyeceksin dur biraz diyeceksin soluk ekrandaki adama biraz daha bekle sustuklarını söyle şimdi erteleme dinlemeyecek seni ama yine de umut işte sesleneceksin adam duymayacak bırakıp gidecek yine sevgilisini yıllar sonra karşılaştıklarında sevgilisi başkasının annesi adam ihtiyarlamış güzel günlerdi... diyecekler evet diye onaylarken bakamayacaklar gözlerinin içine yaşamadık çünkü diye bahaneler hazır yıllarca çalışmışlar bu konuya ikisi de belli senin beklentilerin farklıydı diyecek kadın senin beklediğin ben değildim diyecek adam tabiat kanununa aykırı bir karşılaşmaydı bizimkisi onaylayacak kadın bir gözü kızında uzaklaşmasın diye adamın bakışları yerde ayrıldıkları gündeki gibi kadın anlayacak her şeyi anlamamazlıktan gelecek artık çok geç dönebilmek için geri adam ayağa kalkıp hoşçakal derken sus diyeceksin içinden söyleme bir şans daha olmalı olacak biraz daha kal kalmayacak adam kadın kızının yanına gidip kucağına alırken adam uzaklaşacak biliyorsun işte kaç defa izledin zamanında söylenmemiş sevgi sözleri uzun vadede suskunluklara yol açarken ikimizden başka kim daha iyi bilir bunu? ve ben yine gideceğim tıpkı izlediğin o filmdeki adam gibi sen sustuklarımı merak ederken ben belki bir gün diye ertelerken umutlarımı doğru zaman, doğru mekan kavramını bu kadar ıskalamışken üstelik sen üstüne çekip yorganını içini çekerken ben bir şişe daha açıp yenisini eklerken çok bilmişliğimin yanılgılarına yalnız kalınca bir şişe daha sonrası doldurmaya çalışmak dipsiz bir kuyuyu unutmak her hatırladığında bir şişe daha açıp...
  5. sustukların büyütüyor beni daha iyi oynuyorum artık mesela beklemiyormuş gibi yapıyorum durup durup telefonumu kontrol ederken gizlice... aklından geçenleri sormak yerine cevaplarıma inanıyorum değişiyoruz yavaşça rollerimizi, ben beklediğin oluyorum, sen tutunacak bir yer arıyorsun, 'acaba'ların dehlizinde düşerken... yine en zoruna yaklaşıyoruz doğru kadın, yanlış erkeği oynamaktan yoruldum! yanlış zaman, bütün doğrularıma mezar oluyor şimdi! ne senin tek kelimelik cevapları olan soruların vardı, ne de benim, cevap olacak paragraflarım, kullanıldıkça eskimemiş... akıl oyunlarının yazarı ben değilim, tam ortasına düşmüş, kırıp dökmemek için, billur güzelliğini, sesini bile çıkaramayan, bir figüran... bunun için mi bu kadar kontrollüsün? bunun için mi? özenle seçiyorsun her kelimeni, içime işliyorsun sınırlarını, çarpmaktan korktuğun yer, kalbim mi? aklına her düştüğümde gülümsetebiliyorsam seni, tutup hiç görmediğim ellerinden, götürebiliyorsam seni, denizin mavisine ve saçlarının kokusu siniyorsa satırlarıma yanlış bunun neresinde? nasıl açıklayabilirim ki sana, uzak durmak, daha çok canın yanmasın diye, senden daha iyi, kim bilebilir ki? ne çok beklemek sıkıştırıyoruz artık, söylemek istediklerimizin arasına, susarak haykırdıklarımızın altında kalıyoruz, oysa gel desen, gelirdim... saklandığımız yerleri bilirken, gözlerimizi yummak neye yarıyor? kimi kandırıyorduk? bulduğumuzda birbirimizi, yeniden kaçmayacakmıydık? yeniden başlamak yerine bitmesin istemek, belki son baharı olacak ömrümün, son defa yumduğumda gözlerimi bir daha açmayacağım... bu yüzden belki de, bilsemde saklandığın yerleri, gelip tutmuyorum ellerini... bir kırlangıç süzülüyor. nasıl da hüzünle, kırılganlığa gebe, sonbahar dökülüyor yaprak yaprak, boktan sabahlara uyanıyor bedenim, oysa sev desen, bir varmış olacaktı düşlerim, bir yokla kararmayacak... salınmayacak düşlerim var benim, üzerine sonbahar yağmış, kim görse yakıştırmayacak, hüzün, hangi adam da iyi dururdu ki?
  6. bazen sebepsiz yere akşam oluyor. en güzel anında kızıla dönüyor günün ışıkları. bir bardak demli çay kıvamında, dirseklerini dayayıp yorgun korkuluklara. ne çok ayrılığa tanık oldu İstanbul'um... ne çok masaya meze, ayrılığa gebe, sancılı doğumların ardından, yalnız başına çay içilen akşamların oldu senin... oysa kargaşasında hayatın, kaçırdıklarımızı biriktirdik biz. dalıp giderken mavi sularına, yüzme bilmiyor olmak, hep kurtarılmayı umut etmektendi... son nefesi bırakırken boğazımızdan dışarı, elimizde hissedemeyip, o sıcak eli, sorgularken bulduk kendimizi... hangimiz daha çok sevmedi'yi... bazen sebepsiz yere, yorgunluk çöküyor omuzlara... kimse anlamıyor olsa da, anlaşılmak sanki çok bir halta yarıyormuş gibi, ayrıntısına kapıldık her sevdanın, her sevdanın, elin, elimin üzerinde olsaydı eğer, ayrılmazdık'ı kurduk... oysa herkes bilir, kalbine giremediğinin avucunda, oyuncak olmaktan öteye gidemezdi sevda dediğin... onun bir mesajıyla maviye dönen göğün, sustuğu anda işte o an'da kızıl ışıkları çarpardı yüzüne, zamansız akşam oluşların...
  7. Bazen sadece gitmek istersin... koyu gri bulutların arasına. aklında kapatılmamış hesaplar, cebinde isimsiz fotoğraflar, kalbinde arkası yarınlara ertelenmiş ağrılarla, bazen sadece gitmek istersin... dalgaların sesleri arasında yol alırken,. hüzün dolu gözler, gelmeyecekleri ararken, senin gelmeyenin kim? diye sorarken yakalarsın kendini, kendine... kim tutupta bıraktı seni, kim izin verdi? kırılacağını bile bile, susmana... bazen sadece gitmek istersin... üzerinde günlük kıyafetlerin, beğenilmek kaygısında uzak, elinde fotoğraf makinan, görenler belki çok beğenecek, görmesi gereken, habersizce hayatına devam ederken, sen gitmek isteyeceksin...
  8. tenindeki yangınları söndürebilmek için, kelimelerimi bırakabilmek isterdim, en mahrem yerlerine... kurusun diye mürekkebim, nefesimi bırakırken tenine, sanki ateşi canlandırır gibi, alevlendiğinde tutuştuğunu görmeliyim... tutup saçlarımdan bastırıyorken, bir girdap bu, bir fırtına, savruluyorken, bırakıyorken kendimi derinlerime, fısıldadığın her kelime, beni istediğin her an, yankılanırken, her teslimiyetin, bedenimde bir iç savaş, kaybetmek umurumda değil, yenildiğim sensen! kollarımın arasına gelip öpüyorken, inkar neyi? inkar neden? ertelediğimiz hayal hangisi? kaç gerçek gerekecek? içinde yaşadığım huzuru bozabilecek? ısırırken dudaklarını, seviştiğin, yalnızca kelimelerim mi? nasıl da istiyorsun şimdi beni. tenim alev alev, dokunsan ağlarım belki, dokunsan, söndürebilirmisin bu ateşi? alırken beni içine, nasıl da titriyorsun şimdi... sanki çok özlemişte, söylersen, büyüsü bozulacakmış gibi.... o masal hangisi? ben mi uyandırmaya kıyamadım seni öperken, sen mi çekindin benden, bilmiyorum... al beni! sımsıkı tut içinde... kimse bilmesin, nasıl yandığını, kimse görmesin, gecelerce seviştiğin adamı...
  9. sinsi bir iç çekiş peydahlanır göğsüne, bir çığ kopar yükseklerden, kulaklarında uğultusu, korkmak, kaçıp saklanmaya yeter mi? sevmek? bir kültablasında sönmeye unutulan bir sigara gibi, yalnızken üstelik şimdi, kimin ah'ı? kimin duası? hangi tanrı bağışlayacak bizi? telli arabasının ardından köşturan çocukluğum, dizlerimdeki yaralardan arta kalan, gözlerimde masumiyetim düştüğümde yeniden, gelip kaldırabilir misin beni? büyümüş olsam da, geçecek deyip, avutabilir misin? iyileşmeyecekleri... sarılmaya alıştım sana, şimdi hangi yastık dolduracak? sırtının göğsümde açtığı boşluğu... hangi şehvet an'ı öpecek dudaklarımdan? nefesin gibi, damağımda hissettiğimde, yeni bir yangın başlatacak... 'geçecek!' diye avut beni, söz inanacağım... geçmezse bile, küçük ellerinden tutup, yeniden ayağa kalkacağım... şimdi öp beni! bir çığlık gibi, bir isyan gibi, daha önce hiçbir adamı, öpmemişsin gibi, öp beni... yorgunluğumu al dudaklarımdan, uykusuzluğumu. hırsımı ehlileştir, yeni baştan başlıyormuş gibi, yazmaya, nokta koyduğun yerden, öp beni! ya da unut gitsin! en mutlu olduğun yerden...
  10. susmalarımızın ardına mı saklanıyoruz artık? söyleyeceklerimiz hangimize daha ağır gelecek? ne zaman giyindik başka'sı maskelerimizi? oysa hep birlikte değilmiydik? sustun! bir bıçak gibi kesip attın söylenmeyecekleri. boşlukları bana bıraktın, sen yanına ne aldın? bilmiyorum... hangimizi cezalandırıyordun? hangimiz geride kalan olmayı, yazacaktı satırlarına, hangimiz, bekleyecekti gideni, gelir diye belki kulak kabartıp sessizliğe, duyamadık diye durup durup kapıya bakacğız? şehvet dolu inlemeleri mi saracağız bundan sonra? içimizde açılan yaralara, kanamasın diye, kanamasın, yeni kapanmadı mı bu yara? kimi kandırdık, şimdi bir özgürlük rüzgarında, uçurmaya çalışıyoruz kuyruksuz uçurtmaları, kuyruklu yalanlarımız, avutacak mı bizi? yalnız kaldıktan sonra? sustun... bir karanlık bıraktın ardından, kelimelerinin ışığı sönerken, arkanı dönüp uyudun. dokunsam uyanacaktın, kıyamadım. eski alışkanlıklarımın koynuna sığınıp, ısırdım dudaklarımı, geçer diye sabaha... her sabah geçmeyenleri, geceye taşırken... bekledin... sevilmeyi değilde, anlaşılmayı... bekledin... gelmeyeceğimi bile bile, sakladın hıçkırıklarını... iç kırıkların, iyileşmek yerine, kangrene dönerken, kanındaki zehri, sevmeyi öğrendin, her dakika canını, daha çok yakarken... yeni bir yalnızlık ektim göğsüne, oysa kelebekler uçarken karnında, nasıl da bir çocuk gibi, heyecanla, annesi tutmuş elinden, çıkarmış sokağa, parkında eğlenmek düşüncesi, büyümüşsün, zorla alıp koymuş seni bu sevda, bir kadın bedenine, itiraz bile etmemişsin... susmuşsun, en çok sevdiğin anlar diye seni, beklemişsin...
  11. sen durmaksızın konuşuyorken, kelimelerinle sevişiyordum ben... dokunduğumu hissedip, görmezden geliyorken... bedeninde yayılan sıcaklık, bir yanardağ patlamış sanki yakıyorken kasıklarını nasıl da iç çekişlerine sarıyordun, kelimelerine sığmayanları heyecanın boğazında kurumuş, yutkunsan canın yanacak, yutkunmasan, nefesimin tenindeki etkisi, kaç gece uykusuzluğa, neden olacak? kendinden bile saklıyorsun beni, ne zaman dokunsan, dudaklarından çıkarıyorsun hıncını... ne zaman istesen, tenimde alıyorsun soluğunu... ne çok özledin beni. her gece yanıp söndün, her gece yeniden bir günaha bozdun yeminleri söyle ey sevgili! cehenneme girmeye değecek mi? bu kadar sevmek beni?
  12. nasıl da bir rüzgar gibi girdim koynuna. nasıl da ansızın beklemiyordun, beklemediğim yerden soruldum sana cevapsızlığım yordu seni. her gördüğün bende başka bir karanlığa neden oldu. oysa nasıl da razıydın gülümsediğim anda karşılıksız bir huzur doğardı içinde gerçek olamayacak kadar güzeldi inanmadım belki de bu yüzden her inandığında sen kendimi içime kapattım... hangimiz hazır değildi? hangimiz beklemiyordu kurtulmayı? bu kadar mı hazırdık kaybetmeye? bu kadar mı? yolunda gidiyor diye hep bekledik daha büyük yıkımları. altından kalkamadıklarımızı büyütürken gözümüzde, kalkmak istemedik. öyle alışmıştım ki enkaz altında yaşamaya kollarında olmayı hayal sandım hayal tutarken ellerimden nasıl da sıcaktın aklıma sığmazdı sığmayanları yok saydım... sonra gidiyorum dedin senden sonra içimdeki boşluğa, hicbir gerçeği sığdıramadım....
  13. yansımalarını görüyorum günlerdir. senle uyanıp, uyuduğum geceleri hatırlayıp martı sesleri nakaratında bir vapurun yan tarafında denize dalıp gidiyorum acemi bir balıkçının teknesinde yalnızım kızıyorum balıklara oysa kimden miras kaldı bana bu çaresizlik şimdi kime kifrediyorum geçse geçerdi şimdiye geçmiyorsa benimdir hangi kız çocuğu tutar ellerimden ellerim, kırış kırış bu kadar mı ihtiyarladım ben kimden saklıyorum kime saklıyorum aslında? olmyacakları sıralıyorum önüme, olacakları çıkarınca mutlu olmak hoşuma gitmiyor. oysa bir kız çocuğu öpse dudaklarımı razı çeyrek yüzyıllık yalnızlığıma oysa bir kadın sevdim desem tutacak ellerimden ayağa kaldıracak belki ayağa kalkmayı kim istiyor ki? şimdi seviş benimle sevgili tenini dayarken tenime unut çareziliği başka dünyanın cocukları değildik biz, başka tanrı affetmeyecek, çok isteyipte olmayınca isyan ettiklerimizi..... sarıl bana sevgili, kasıklarında hisset ateşimi. unutabildin mi? her gece sanki ilk defa gibi, beni içinde hissettiğini.... şimdi uyuyorsun ya sevgili, uyandığında, kokum olmayacak yastığında. yine de özleyip, yanında olsaydım diye, aklına düşürmeyecekmisin beni? ısırıp dudaklarını, derin bir nefes alıp, bu da geçer deyip, gecesinde soyunup öfkeni, sanki az önce öpmüşsün gibi, koynuna almayacakmısın beni?
  14. şimdi bir yoksun'luk mevsiminde yeni bir düş kırığı ekiyorum hasadında karamsarlığın açmıyor çiçekleri diye yorgunluğumu bahane ediyorum tutarsızlığım diz boyu ne istediğimi biliyorum ne de bildiğimi istiyor ben huzur arıyordum kime sorsam sen de diyor... soyunup geldiğim bu sıcaklık bu teninin aklımı kavuran ateşi en iyi bildiğimiz sevişmek mi? sevmeyi ne zaman öğreneceğiz? kaç gece daha doyamadan, açlığımızla terbiye olunup, başka bedenlere sarkacak sarılıp uyuma isteklerimiz? en sıkı sarılan, en çok hakeden mi? adalet bunun neresinde? düş diye kurduğumuz, düştüğümüz yer değil mi? kim kaldıracak bizi? uyandığımızda yatağımızdan, yalnız olduğumuz gerçekliğine.... kimi kandırıyoruz? en iyi bahanelerimizi tüketirken kiminle oynuyoruz? kaybeden, üzerimizde iyi durmuyor mu? oysa sıyrılıp gelmemişmiydik, korkularımızdan, hırslarımızdan, beklentilerimizden... şimdi neyi bekliyorduk ki? bulduklarımız yetmedi bize... benim bağlanmayı beceremeyen bir içim vardı, senin içindekiler yarım kaldı.. gitmeme bile razıydın dokunsan ürkerdim tutmaya çalışırken beni sadece var olmamı istedin. ben yetinemiyorken, sen öptün dudaklarımdan, öpmek, sadece erteliyorken, korkularımla yüzleşmeyi... hayal diye kurduklarımı yaşıyorken sen, farkına varamamıştım. içini tutuşturup yakarken, geçer sanmıştım... geçen, zamanmış...
  15. ağlayarak geldiğimiz dünyada gülümsemeyi amaçlamak, ütopyanın dibi değildir de nedir? umutsuzluğumu kelimelerimle süsleyip satışa çıkarıyorum, okuyanlar şiir sanıyor... deniz kenarında olmak vardı şimdi, akşam serinliğinde, rakı masasında demlenmek... kendimizi çok kurtarmışız gibi, ülkeyi kurtarmaya yeltenmek... en güzel hangi deniz kenarında içilir? en güzel hangi şehrin gecesinde, olmayacaklar düşlenir? en güzel, güzel midir? ayılınca kalmıyorsa aklında... sürekli geçmişi yazıyoruz... yazdığımız her kelime, yazdığımız an'da geçmişimizdeki yerini alıyor... neden hayaller kuruyoruz durmadan? tutmak mümkün mü? akıp giden zamanı... tuttum dediğin an bile, arkasından bakmıyor mu? şimdiki gerçekliğinin... neden zorluyoruz? paradokslardan yorgun, paralel gerçeklikler uydururken kendime, ne çok kapılmışım, umutsuzlukların hezeyanına... belki de tenime en yakışan parfüm, teninin kokusudur sevgilim... her sabah uyanmamı sağlayan, bunca olmayacaklara rağmen...
  16. içince çok konuşmak, ayıkken çok susmaktan daha mı kötü? kahraman olmaya değer mi? sıradan bir adam olmak varken... o anlamı yükleme bana! ansızın çekip gitmek varken... bir bar taburesi üzerinde kulaklarımda uğuldamalar duymuyorum konuşuyorum yanımdaki kadınla anlamıyorum kanımda belli belirsiz yalnızlık emareleri elime dokunan eli hissetmiyorum ten pazarında düş satıyorum... mutluluk verip karşılığında, özlenmek alıyorum... bir gemi kaptanı kadar mutsuzum şimdi, her 'kimbilir? sorusunun, cevabının 'ben' olmasından... sessiz bir isyankarlık geçiyor gözlerinden. sussan olmayacak, söylesen, hiç olmayacak... hangisi daha mantıklı? sığmıyorken aklına, sabaha bırakıyorsun bu hesaplaşmayı... sanki sabah, daha iyi bir savunma avukatı olacakmış gibi, yaptığın hatalar karşısında, avutacak içindeki serseriyi.... şimdi sensiz bir geceyi avuçluyor ellerim. göğüslerinin diriliğini hayal etmek varken uzanıp bir sigara daha alıyorum paketinden yanmak değil de, her gece yanacağımı bilmek canımı sıkıyor bu kadar sönmek bir kadının teninde hafifletir mi günaha girmenin bedelini? nasıl da bırakıyorsun kendini kollarıma, sözlerime, hayallerime... her mutsuzluğumda üstleniyorsun yalnızlığımı, her vazgectim dediğimde en öne sürüyorsun kendini benden de vazgec diyorsun, beni de vazgeçir... her sorumun cevabı sen olma! zaten yeterince tutuyorsun beni, ayakta... bir son daha yazılıyor satırlara bir yalnızlık daha dolduruluyor bardaklara sen olmadan da kalabilirim ayakta kalabilirim... kalmak istemiyorum artık... gitmekte olmalı kapatır gibi hesabı ödeyip biraz da bahşiş bırakmalı tanrıya... bir şehveti avuçluyorum bedeninde aklımın almadığı bir sevişmeyi gecesinde yanmak umurumda değil darmadağın bir hayatı üzerime oturmayan takım elbise gibi her sabah yeniden giymekten yoruldum vazgeçsem diyorum geçtiğim yerden tutuyorsun beni olur olmaz aklıma düşüp sarılıyorsun... sanki sarılınca, geçecekmiş gibi...
  17. Bu gece sevişmeyelim olmaz mı sevgili? ben konuşayım, sen dinle... sen dinle, ben ağlıyayım... avuçlarınla sil gözlerimi... bu gece sevişmeyelim ilişmeyelim geceye sabah olsun başım göğsünde uyanayım bırak yalanlarımız inkar götürmesin inandığımız yerde uyuyakalalım sevişmeyelim tutuşmasın bedenlerimiz bu gece de bizden olsun be sevgili yazmayalım şehvetini kollarının arasından başka gidecek neresi var? neresi sakinleştirir bizi yağsa yağmur kanar mı içimizdeki susuzluk? sen tutma beni ben vazgeçerim be sevgili yokmuşsun gibi yapıp sıradan bir güne daha paylaştırırım yaşamak ağrısını taşırım sen yorulma varmışsın gibi bir sigara daha yakıp yalnızlık söndürürüm kültabaklarında sen gönderme ben yolu biliyorum kaybolduğum yerde bir ufak daha açar takviyeleriyle alışırım nelere alışmadık be sevgili? bahaneler mi tükenir önce? sıradanlaşırmı sevda? kim daha önce vazgeçti? hangimiz sildi ansızın gitmelerin etkisini... ben vazgecmedim... hala kollarımdasın kendime sakladım ne varsa senden sonra gerekli olur diye bunu da çok görme be sevgili.... bu gece sevişmeyelim dinle sadece neresinde tutuldum sana neresinde bıraktın beni çok sorumluluklara bağlanıp hapsettik kendimizi oysa ikimizde biliyorduk ilk anda beri kural tanımazlık başka birşeydik biz biz olmayı beceremesekte sevdik...
  18. en derinine düşüyorum durmadan, daha derini olmaz derken üstelik beklemediğim yerden geliyor tüm sorular hangi son ne zaman beklenirdi? çok mu mutluyum şimdi? mutluluk nasıl birşeydi? anımsamıyorum. ya sevmek? bir kız çocuğunu öpmek dudaklarım hissetmezmi bundan sonra bir nefesin sıcaklığını üzerinde... kırılamazmıyım bükülüp dururken hayat karşısında ne kadarına hazır oluyor insan, ne kadar daha yüklenirse üzerine vazgeçmeden kaçıp gitmek yerine yüzleşiyor kendiyle... nasıl da kızamıyorum sana nasıl da hafifetiyorsun her suçunu bu kadar mı içime işledin, oysa ben daha yeni tanıyorken seni... iklim bozukluğu, zamansız açan çiçekleriyle bir erik ağacı gibiyim biraz içim ısınsa renkleniyor, ardından ayaz yiyiyor yüreğim küfrediyorum, gelmişime geçmişime, bir daha açmayacağım diye kapıyorum kollarımı uslanmıyor yeniden yakıyorum dallarımı kimi kandırıyorum? kime daha iyi oynuyor? kim daha cok seviyor beni? bu yalnızlıktan nerden geliyor? neden geçmiyor gece neden her sabah daha yorgun daha vazgecmiş kimse görmemiş diye suçladığım yok görünmeyen benim! söylediklerimi anlamıyorsun sustuklarımdan kaçarken yakalandığın benim! ne çok konuşmak istedikçe seni duyacağımı bilip ısrarla uzak duran ben...
  19. bağlanmak yok! tutunup bir sevdanın kanadına, uçmayı hayal etmek yok! tutamayacağımız sözler verip, ardından kırmak kırılmak yok... bağlanmak yok! körü körüne vurulup, vazgeçmek yorulmak, yormak yok birbirimizi ne kadar istesekte sabah birlikte uyanmak, gecesinde sevişsekte adını koymak yok bunun! söyleme nolur... söyledikçe kuruyor çiçekler susalım sonsuza kadar sürmeyecek biliyorum en azından şimdi sadece tadını çıkaralım... bağlanmak yok! gün boyu ne yapıyor diye, meraklanmak, tutamayacağını anladığında kendini aramamak için bir sigara daha yakmak yok... nasıl da hırsından deli gibi çarpıyordu kalbin... ne yapıyorumlara neredeyimleri ekliyordun durmadan cevabını bulamadığın soruları sormak yok! bağlanmak yok! özlemek olsa da sonunda, özledim diyerek, iç çekmek yok... hem kötüyüm ben, hem bencil... nasıl da hoşuma gidiyordu, dinlerken seni, adam sanmak kendimi... sahiplenmek yok! desekte, nereye koyacağız şimdi? yokluğumuzda aklımızı kemirip duran, gerçekleri...
  20. sustukların büyütüyor beni daha iyi oynuyorum artık mesela beklemiyormuş gibi yapıyorum durup durup telefonumu kontrol ederken gizlice... aklından geçenleri sormak yerine cevaplarıma inanıyorum değişiyoruz yavaşça rollerimizi, ben beklediğin oluyorum, sen tutunacak bir yer arıyorsun, 'acaba'ların dehlizinde düşerken... yine en zoruna yaklaşıyoruz doğru kadın, yanlış erkeği oynamaktan yoruldum! yanlış zaman, bütün doğrularıma mezar oluyor şimdi! ne senin tek kelimelik cevapları olan soruların vardı, ne de benim, cevap olacak paragraflarım, kullanıldıkça eskimemiş... akıl oyunlarının yazarı ben değilim, tam ortasına düşmüş, kırıp dökmemek için, billur güzelliğini, sesini bile çıkaramayan, bir figüran... bunun için mi bu kadar kontrollüsün? bunun için mi? özenle seçiyorsun her kelimeni, içime işliyorsun sınırlarını, çarpmaktan korktuğun yer, kalbim mi? aklına her düştüğümde gülümsetebiliyorsam seni, tutup hiç görmediğim ellerinden, götürebiliyorsam seni, denizin mavisine ve saçlarının kokusu siniyorsa satırlarıma yanlış bunun neresinde? nasıl açıklayabilirim ki sana, uzak durmak, daha çok canın yanmasın diye, senden daha iyi, kim bilebilir ki? ne çok beklemek sıkıştırıyoruz artık, söylemek istediklerimizin arasına, susarak haykırdıklarımızın altında kalıyoruz, oysa gel desen, gelirdim... saklandığımız yerleri bilirken, gözlerimizi yummak neye yarıyor? kimi kandırıyorduk? bulduğumuzda birbirimizi, yeniden kaçmayacakmıydık? yeniden başlamak yerine bitmesin istemek, belki son baharı olacak ömrümün, son defa yumduğumda gözlerimi bir daha açmayacağım... bu yüzden belki de, bilsemde saklandığın yerleri, gelip tutmuyorum ellerini...
  21. seviştik ya deliler gibi söndürdük bir bir ateşleri saate 62 bin defa çarpardı kalbimiz biz nefes nefese yığılır kalırdık terden ıslanmış çarşafların üzerine... sonra şüpheler filizlenir iççekişlerin gölgesinde çok sormamak gerek belkide çok mutlu olmak için elindekiyle mutlu ol derken elimde ne vardı? sonra küfürler mırıldanırsın gelmişine geçmişine geleceğine elindekine elinin değmediğine
  22. kime yazıyoruz bu gece? kimi yazıyoruz ya da... sığ düşünceler batağında, nefes alsak, dibe iniyoruz... kımıldamadan dur diyordu birileri, gözümüzü bile kırpmıyorduk oysa, biri seslenene kadar... kimi tutuyoruz bu gece? alkol kokulu satırlara. uyku kimlere rehnedildi? hancının keyfi yerinde, ya yolcu? yorulmadı mı hala, sürüklenmekten, kayalıklar beğen kendine, sonra hazzına var çığlıklarının. en son olmaz dediğin... kimi kandırdın kendinden başka... sığmadığın dünya neresi? kimin hayatında dümendin? kime hayatına yöne verdin... şimdi ucuz bir riyakarlık, nasılda köşeye sıkıştıkça sevdim dediğin kafiyende süs yazıp boşaldıktan sonra titremelerini hangi bedene saracaksın? gözlerindeki dalgınlık, gülümseye zoluyorsun ya dudaklarını ellerin geçiştirmek ister gibi boşlukta sallanıyor canın nasıl yanmış, sesin zor çıkıyor... tahmin edememişmiydin bu yıkımı? beklememişmiydin son bir gayretle sokağa atmışsın kendini ayakların yolu bilmiyor hangi kapı seni anlar? hangi insan açılır? nasılda vazgeçmişsin, dokunuyorsun ama hissetmiyorsun, reflekslerden ibaret artık yaşamak öyle boşalmış ki için, kim yanına gelse, gelmese, kimin umurunda...
  23. Esen her rüzgar başımı kaldırdığımda, yüzüme düşen her kar tanesi, bana beni hissettiriyor... Hele kollarını açıp, başını yukarı kaldırdığında, kirpiğine düşen kar tanesi mutluluğunun, tarifi yok... Şarkı söyleyecek kadar güzel bir sesin olmasada, bağıra bağıra şarkı söylemenin, gecenin karanlığında, tarifi yok... Üşüdüğün halde rüzgarı karşına alıp, onun üstüne yürümenin, tarifi yok... birgün sana her şey bedava, bugün bana her şey tarifsiz... Her zaman yanında olacak biriyle üstüne yağan karda yürümek, üsümek tarifi yok... Tat almayı öğrenmek lazım bunu öğrenince içtiğin sudan bile alacağın zevkin, tarifi yok...
  24. Büyüklerimiz yasakladıysa doğrudur, bizde kullanmayız diyen insanların seçtiği bir iktidar; sosyal medyaya ve internete sansür uyguluyorsa, bu muhaliflerinin susturmak için değil, yandaşları uyanmasın diyedir... Sorgulamasınlar, düşünmesinler, bilmesinler diyedir... Korku büyüyor içlerinde. Ellerindeki kemikleşmiş desteği kaybetmek istemiyorlar. Çok fazla hata yapıyorlar artık, yaptıkça gözleri kararıyor... En yakındakileri bile şaşırıyorlar artık, şüpheler büyüyor içlerinde. Bunun farkındalar. Ellerindeki medya, ellerindeki güç, şüphe tohumlarının yeşermesine engel olamıyor. Ellerinden geleni yapıyorlar. Elektrik şalterleri iniyor bürgün, diğer gün adalete saldırı oluyor... Sonra aralarında husumet doğabilecek iki kulüp seçiliyor, tamda Trabzon sınırında, tamda Fenerbahçe otobüsüne ateş ediliyor... Kör göze parmak misali, o kadar bariz oynanıyorki oyunlar.... Neden Beşiktaş, Galatasaray, Bursaspor değil.. Neden Fenerbahçe ve neden Trabzon'da? Ve neden vali ilk açıklamasında, taş attılar diyor, kameralar herşeyi kayıt altın almışken üstelik... Savcımız şehit ediliyor. Yetkililerimiz çok başarılı operasyon için kutlama konuşmaları yapıyor... Neyi kutluyorlar? En kötü polisiye filmlerde bile, rehine operasyonlarında, rehineyi bırak sağ kurtarmak, teröristler öldürülürse bile başarısız kabul edilmiyor mu? Başarı ne aslında? Kimi kurtardık biz? O operasyonda amaç neydi aslında? Hükümeti kurtarmak mı? Operasyondan sonra yapılan konuşmalar suçlamalar... Hiçbirinin inandırıcılığı olmadığı öyle açıktı ki... En büyük destekçileri olan insanların bile içinde şüphe tohumları büyüdü. Ne oluyoruz demeye başladılar... Bu yüzden mi şimdi internete erişim sansürlendi? Evet bir süre internet kapatılacak, ünkü halkın hafızasının zayıflığına güveniyorlar. Nasıl olsa bunu da unutacaklar diyorlar... Gerçekten unutulacak mı? Ellerinden geldiğince, tüm güçleriyle şüphe tohumları yeşermesin diye uğraşıyorlar. Çünkü o tohumlar filizlenip büyümeye başlarsa, yakmak zorunda kalacaklar... Bundan çekinirler mi? Amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayınca, bu ülkeyi ateşe atarlar mı? Ülke gerçekten umurlarında mı? Yarın cumhurbaşkanı çıkıp tamam dese, bir hata yaptım halkı ayrıştırdım, yanlış konuştum, bütün halkımdan özür dilerim, bundan sonra hep birlikte bu ülke için çalışalım dese, ben siyaset üstüyüm, anayasa'mızın belirttiği gibi ben tarafsızım dese samimiyetle, çıkıp meydanlarda bir parti için oy istemese, bu halk onun heykelini dikmez mi? Bu halk onu bağrına basmaz mı? Neden peki hergün daha çok gerilip, birbirimize düşman ediliyoruz? Neden insanlarımızın birbirine tahammülü kalmıyor? Bu kadar zor mu, bütünleştirici olmak... Amaç ne? neden yaraları kapatmak yerine sürekli kaşıyıp kanatıyoruz? Ve bunu en yukarıdakiler özellikle yapıyor? Bu hırs niye? Bu gemi batarsa, kim zararlı çıkacak? Kimin yanına kar kalacak? Kim daha çok sevinecek? Kim kaybettiklerinin ardından, daha çok kinlenecek... Bilmiyor muyuz? Bu bir başkanlık seçimi değil... Bu var olmak ve olmamak seçimi... Dün elektrik, bugün internet..Yarın neyi kapatacaklar? Gerçekten onların düşündükleri kadar kolay unutuyor muyuz? Ya çocuklarımıza ne diyeceğiz bir gün? Farkettim ama, elektrikler kesikti çalışmadım mı?
  25. hayat böyedir işte, gün gelir, seviştiğin değilde sevişmek istedigin kadına yazdırır adama... sonra vicdan azapları başlar, gecelerine yenisi eklenir yanındakini değilde bekledigini özlersin... sanırsın ki dokunsan geçecek, sonra yalnız uyanırsın yanında şeftali kokulu bir kadın varken, sabaha.... öpsen silinecek tadı sanırsın başka bir kadını, öpersin geçmez... kendine ihanetlerin olur, aldırmazsın onu kırdığın an baştan yaşayamazsın ve bu kahrolası gri şehri bir başkasıya değişemezsin canın çok yanar belki özledim diyemezsin... susarsın sonra susmak çok bir halta yarıyormuş gibi bilirsin o'da özler seni özlemek dokunmaya yetiyormuş gibi... söversin gelmişine geçmişine sövmek çaresizliğini gideriyor sanki beklersin beklemek o kanamayı durdurmuyor belki... sonra o kirli siyah yalanlar gelir aklına çok bilmek yalnızlığını gidermiyor... çok sevmek hala literatüründe yok tanrının beni affetmeyecek yoruldum anlıyormusun? tutunamamaktan bir sözüne ve durmadan aynı yerden kırılmaktan.... yoruldum sana bütün bir ömrü taşıyıp kapında kalmaktan... neyse siktiret... en güzeli ne biliyormusun sevgili, en azından birimiz, uyuyor şimdi....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.