Johnydoe
-
İçerik Sayısı
257 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
26
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf Kritikleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm Kritikleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
İletiler gönderen: Johnydoe
-
-
Biraz alkol, biraz kalp ağrısı...
Kıskançlık krizleri, öfke nöbetleri. Biraz, insanlara ben nakli. Sınırlarını kelimelerle çizdiğim bir ülke. Körler arasında tek gözü gören gibiyim. Yalnızım, canım sıkılıyor. Durup durup onu özlüyorum. Sonra buraya gelip bir şeyler karalıyorum. Sonra alkol ve çaresizliğin karın ağrısı. Eskiden duvarları yumruklardım, şimdi blok sitelerine iddialı cümleler yazıyorum. Ertesi sabah uyandığımda her türlü inkâra sığınıp...
Şizofrenik bir alkoliğin parmaklarından çıkan her satırın şiir olma olasılığı öyle yüksek ki... Belki de o kadar ciddiye alınmamalı okurken ve belki de ben, bir kadının suya değiyor ayakları diye başlarsam cümleye, aslında o kadın çoktan duşunu almış, yatağına uzanmış ve hayallerinin arasına dalmış olabilir...
Ölüm aynı ölümdür aslında araçları farklı… Hangi ölüm daha şiirseldir okunduğu zaman? Aşkın şehvetiyle yanıp kavrulan ve isli bir et gibi kokan ölüm mü? Demiş ya şair:
‘Ölüp gitmektense yanarak ölmeyi tercih ederim...’ ya da asılarak ölmek mi? Giydiğim hükümlerin, üstlendiğim suçların hiç bir gerekçesi yoktu. Bunu ben söylüyorum diye hala buradayım. En romantiğidir aslında insanın asılarak ölmesi. Çünkü en son orgazmı saklar beden nefessiz kaldıkça. İnsan son nefesini verirken ve kırılırken boynu hangi sevgiliyi düşler? Ya da hangi düşler, insanı ölürken sevgiliyle meşgul eder?
Alkol kıvamında başıbozuk bir adamım ben... Şurada 'yalnızım' yazmak istiyorum, bir bakıyorum ki onlarca kelime, yıkılmış surların arasından akıp gidiyor. Oysa hala ben boynum kırılırken düşlediğim sevgilimi özlüyorum. Herkes beni şair sanıyor...
Ve hayat, karşısında gardımızı indirdiğimiz her an, en acımasız yumruklarını atmaya devam ediyor...- 1
-
Bazen insan anlatamadıklarını, yalnızlıklara yüklüyor. Sonra alıp başını gidiyor bir gece ansızın. Eski siyah beyaz Türk filmlerinden kalmıştı bu sevdanın kural tanımazlığı, inadına vurdumduymazlığı. İkimiz de biliyorduk, başka bir şehrin adamıydım ben, başka rollerin. Repliklerimden aşırdıklarımla gelmiştim sana. Ne bekliyordun ki? Söyleyeceklerimi tükettikten sonra, sana ne kadar kalırdım?
Her bulduğunda yitirdiğin, o sarıldığın, yüzüne gözüne, öpüşlerine hasret kaldığın adam; bulutların arasından gülümseyen kış güneşi gibi. Belki de ölümcül bir hastalığın, son darbesini vurmadan önce ki iyileşme belirtileri gibi... Benim geri dönüşlerim, kendime ihanetlerim. 'sen' dediğim kadınım, benim çaresizliklerim... Sarıldığın kolların ardından gülümseyen, benim sessiz çığlıklarım. Avuçlarının arasında ki dudaklarım. Ben şimdi hangi buluttan kurtulsam, aradığım senin yağmurların...
Haklı olmak, kalemi elinde tutup kıran yargıç olmak neyi değiştiriyor? Kırılan her kalemde bir insan ölüyor. Ya kalemi kıranın içinde, kaç varlık kendini yitiriyor? Haklıyım! Haklı olmak hala bir halta yaramıyor...
Öptüğüm, dokunduğum, sarıldığım yaraların... Kenarlarından damlayan kan, bir cam fanusun içinde ki gül gibisin... Dokunursam kırılacaksın, dokunmazsam solacak… Küçük haylaz bir çocuğun pişmanlığı üzerimde, ne zaman seni düşünsem, sana kullanılmamış bir ben getirsem, nereye gitsem, nerede bulsam, hangi yalanın gölgesine sığınsam olmuyor... Durmadan bir şeyler söylüyorum sana. Seni yanımda tutabilmek için aklıma gelen her şeyi yazıyorum. Gittiğinden beri, sessizliğinin hesabını soruyorum kendime. Ne zamandır konuşuyorsun? Ne zaman başladın, bana anlatmaya seni?
Özlemlerin, seslenişlerin, haykırışların...
Bu tuhaf hayat sirkinin en nadide parçalarıydık biz.
Sen güneşime hasret,
Ben sesine sağır...
Sen varlığıma vurgun,
Ben yokluğuna sürgün...- 1
-
kaldırım kenarında söndürdük sigaralarımızı
yakalanmak korkusuyla bir zabite
kokusu sinmesin diye cigaralarımz üzerimize
avuç içinde saklarken
kafalar bir dünya
travestiler geçerken yanımızdan
kalkmadı sikimiz
erkekliğimizle dalga geçtiler
biz yakalanmaktan korktuk
soğuktu çünkü silivri
afili sözlerimizi yuttuk bir bir
her birimiz vatansever
her birimiz
ezbere bilir gençliğe hitabeyi
ne siyasete bulaştık
ne kullanışlıydık
kandıranlar tarafından
allahın merhametine de sığınmadık
vatandaşın ferasetine de
akşam oldu
üç şişe bira
dört dal sigaraya
inceden müzeyyen abla eşliğinde
hatırladıkça yatmadığımız kadınları
yalnız uyuduk
uyanmamak umuduyla....- 1
-
Bu başlık altında okuduğumuz kitaplar ve onları yazanlar hakkında düşüncelerimizi fikirlerimizi paylaşalım. Ama bilindik beylik laflarla, hekresin konuştuklarıyla, kitabıyla fotoğraf çekip instagrama attığı şekilde değil. Bize ne ifade ediyor bizim için anlamı ne? hayatımıza nasıl dokundu? Belki okuduk ama sevmedik, belki yazdıklarını okuduk ama kendisini sevmedik tüm dürüstlüğümüzle, samimiyetimizle... Öneride bulunmak değil de öneriyorsak nedeniyle birlikte, sevmediysek eleştirilerimizle birlikte. Edebiyattan bu kadar uzak bir coğrafyada ve edebiyata dair ne varsa sadece gösteriş için kullanıldığı bir toplumda gerçek okuyucularla, kendimizi kasmadan, belki de cahilce ama içtenliğimizle tartışalım... Tartışırken öğrenelim. Belki de bildiğimiz gibi değildir okuduğumuz. Yüzleşmekten kaçmayalım...
Sizi olumlu ya da olumsuz bir kitap paylaşın okuyalım ve birlikte nedenleri üzerine kafa yoralım... Bunu yapabiliriz.
-
Fallara inanmayan biri olarak sadece merak ettiğim için araştırdığım ve kökeninin yüzlerce yıl öncesine dayandığını öğrendiğim fal çeşidi. Kartlara yüklenen anlamlar, o kartların yanyana gelmesiyle geleceğe dair kehanetlerde bulunmak yada geçmişten gelen izlerin betimlenmesi denilebilir kısaca. Tarih boyunca ülkeleri yöneten liderler, bu kartların kehanetlerine güvenerek önemli kararlar almışlar. Günümüzde ise insanlar kendi kaderleri, gelecekleri hakkında bir umut bulmak için tarotla ilgilenmeye devam ediyorlar.
Aslında fal dediğimiz şey tam olarak bu değil mi? Duymak istediğimiz, umudumuzu kaybettiğimizde karamsarlığa düşmemize engel olsun diye bir anlamda psikolojik destek aracı.
Araştırmalar yaparken her bir karta yüklenen anlamları, kartlarda tasvir edilen görüntülerin neleri işaret ettiğini de ister istemez öğrendim. Yine tekrarlıyorum fallara inanmıyorum ama bu başlık altına yazıp kart açmamı isteyen arkadaşlar olursa fal açabilirim. Ne kadar doğru çıkar, yada ne kadar size umut ya da karamsarlık çıkar bilmiyorum. Ama siz inanıyorsanız ve istiyorsanız bu başlık altına mesaj atmanız yeterli...
-
Top Gun: Maverick
Sanatsal anlamda ya da içerik olarak derinliği olmayabilir ama beni çocukluğuma götürdü. İlk filme yapılan göndermeler, karakterlerin yıllar sonra bir araya gelmesi ve değişimleri, sıradan sayılabilecek ve sonu tahmin edilesi bir hikaye olsa bile, bazı sahnelerde gülümseyerek bazı sahnelerde geçmişi hatırlayarak izledim. Tom Cruise yıllara meydan okuyarak gerçekten güzel bir oyunculuk çıkarmış. Diğer genç oyuncular da ona eşlik etmiş.
İzleyecek arkadaşlara önerim önce ilk filmi izlemeleri. İLk filmi izlemeden ikincisini izlerseniz çok fazla beğenmeyebilrsiniz.
Ama ikisni birden izlerseniz pişman olmazsınız.
- 1
-
yanlış anlaşılabilme olasılıklarını düşündükçe ne çok susuyor insan
sessizlik vadisinde kayboluyor ansızın....hepimizin hayatında bir tını eksik
ne olduğunu keşfedemediğimiz,
diplerden gelen bir patlamaya eşlik eden
yaylı sazlara ait bir tını...
hepimizin ezberlediği bir şeyleri mutlaka vardı
hiç değilse kuvvetli aptallıklarımız, kaçışlarımız,
bir diğerinin hayatları ardına saklanışlarımız...
çözemediğimiz, çözemeden yaşadığımız,
bir anlamda katlandığımız tutkuların
haklılığını kanıtlayan şeylere güveniyorum ben halasana bugün, şu an ne yazabilirim?
nelerden söz edebilirim?
niçin böyle bir düşünce içine girerim?bittikten sonra biz,
nerene gömeceksin beni?
düzenli takvim aralıklarında gelip
temizleyip ayrık otlarını
açacak mısın?
gömdüğün yeri...bilincimizi bedenimize mıhlayacak çekici tutamadık
ummak ve ayak uydurmak arasında gidip geliyorken
dağılıyorduk
ayrılıyoruz diyemiyordum buna
çünkü dağılıyorduk sadece...yalnızca sevişmek için mi kullanıyorum yeteneğimi?
bu yüzden mi her gelenin aklı,
aklımda...
etkisi kaç kelime sürer?
esaslı bir orgazmın...hayat söze dayanmıyor
anlatılan anlaşılana uymuyor
uyumsuzluk yayılıyor damarlarda
kimse söylediğinin ardında
vaat ettiği kadar durmuyor...her sevgili bize verilen kırık not gibi
hiç silinmeyen, kurtarılamayan...
yaz okullarında hasret giderilen sadece.
bu yüzden mi kırıktı?seni sıkan sezgilerimi, alınganlığımı, çocuksuluğumu, endişelerimi bir yana ayıramıyorum
itiraf etmeliyim
ben hala aynı tutsağım,
aynı şair...belki de susmamın nedeni,
söylediklerimin geri tepmesinden korkmamdı
göğsümün sol yanı acırdı
sen sustuğunda...kolay sözlerin aldatıcı büyüsüyle yazıyorum...
gördüğünle, işittiğinle yetinmeyi seçtiğin için
içinde ne olduğunu bilmediğin çuvala
elini sokamadınbundan böyle anlamın ne derinliği olabilir ki benim için?
derinlik ne ifade edebilir?
sabahlara ulaşıyorum
oysa sana ne çok yol var...- 1
-
eski arkadaşlar da aramıyor artık.
aynı dünyayı paylaşıyor olmamızı yadırgamış olmalılar.
oysa eskiden birlikte yaşlanmak konusunda ne çok anlaşmalar imzalamıştık,
alkol kokan nefeslerle öpüşüp mühürlemiş.
belki de eskiden alınmış kararların ortakları eskidiği için,
yeni kararlar almakta zorlanışlarım.
geçmişine bağımlı yaşayan insanlara Amatem yardımcı olabilir mi?
mesela alkol gibi sigara gibi bu bağımlılıktan da kurtulabilir mi insan,
ilaçla ya da telkinle bir tedavisi var mı bunun?
yoksa nefesi kuvvetli bir hocaya mı gitmeli...
unutunca geçmişini
gelecekleri boşlukta,
tutunamıyormuş gibi hissetmez mi insan?
her geminin ayrıldığı bir liman yok mu?
rotası yok mu balıkçının?
kaybolduğun dalgaların arasında
daha mı mutla olacaksın sanıyorsun?
yaşamadan öğrenmenin de bir yolu olmalı!
açık öğretim lise ve üniversiteleri yanılıyor olamaz...
insanlar birbirlerine güvenmedikleri için mi dini nikah kıyarlar?
Tanrı'ya verdikleri sözü tutarlar diye mi?
hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya dek...
diye söz verdiklerinden beri,
boşanma davalarına bakan hakimler birer Azrail,
avukatlar sorgu melekleri mi?
evlilik sonrası mal paylaşımı da saçma değil mi?
hani kefenin cebi yoktu?
bari ses sitemini ben alsaydım...
yazarken sessiz olmalıydım oysa,
adım gibi biliyordum!
içimden gürültüyle kopup gelen her kelimeye susturucu takıp
usta bir katil gibi öldürmeliydim aklımdan geçenleri.
bomba imha ekiplerinin çalışmalarını izlemek isterdim oysa
üzerlerinde ki giysilerinin bir halta yaramayacağını bile bile
korkmuyorlar mı?
belki bu defa patlamaz diye mi kandırıyorlardı kendilerini?
ta ki bu defa patlayana dek mutlu yaşıyorlardır umarım...
sıradan insanlar da öyle değil mi?
belki bugün de ölmeyiz,
belki bugün aşık oluruz,
belki bugün zengin oluruz,
belki bugün o otobüs boş gelir,
belki bugün,
yok akşam iş dönüşü iki tek atarız...
bunu kesin yaparız!
diğerlerinin olmazlığına katlanabilmek için...
bazen korkuyor insan,
kendinden başka kimseyi bilmemekten korkuyor
bir süre kırılma numaralarıyla mesafeler koyarken
o mesafeler arasında kayboluyor
önsezilerine güveniyor
yoksa yenik mi düşüyor?
bulmacaları çözmeye çalışırken buluyor kendini
biri bitmeden diğeri,
biri gitmeden diğeri geliyor.
yine de güveniyor önsezilerine
hastalıklı bir romantizme teslim olmaktansa
rutubetsiz kuru bir ev hayal ediyor
duvarlarının rengini bari o belirleseydi...
belki yeterince mesafe koyamadın!
demek ki hala kaybolmadın...
yenilmemişsin bak,
şimdi sıradaki bulmacaya geçelim mi?
en sevdiği renk hangisiydi?
renkleri sevmezdi oysa...
bu yüzden renksizdi odaların duvarları bomboş
hoş değildi belki
beğenmemiştin bunu önerdiğimde
duvarın da, tuğlanın da, harcın da rengi var görmüyor musun!
derken
bir kez daha ispatlamıştın renkleri sevmediğini
nasıl istersen'e bağlayıp konuyu kapattım.- 1
-
oturduğum yerden yazıyorum bunları
on beş metrekarelik bir odanın
sarı duvarları arasından
ve ruhumun sonsuz uçurumlarından atıyorum kendimi
düştüğüm yerler acıyor mudur?
acıyor olmalı,
yoksa bu kadar kötü hissetmezdim değil mi?kimi hayatıma alsam
yani
düşsem üzerine
sonrasında hep bir kalp ağrısı
bir can yangını
ne söndürebiliyorum
içime alsam diyorum
zaten içimde diye değil mi bu yangın?
aklımın oyunlarıyla büyütüyorum kendimi
yazdıklarımla etkisiz hale getirmeye çalışıyorum
olmuyorum
olmamışlık hallerim bir simit satıcısı gibi
tezgahını açmış cami avlusuna
sabah ezanı vakti
ne gelen var ne giden...
kimse uykusundan vazgeçmiyor sanki
tanrım bundan alınıyor mudur şimdi?
satamadığım simitleri ufalayıp
güvercinlere atıyorum
nasip onlarınmış...sonra uyanıyorum yatağımda
biraz da bu tarafıma yatsam diyorum
diğer tarafım yorulmuş taşımaktan beni
derken uykum kaçıyor
gidip çöpleri topluyorum
çuval bezinden yapılmış el arabamla
eğilirken çöp konteynırına
elimde metal bir kanca
hayatları karıştırıyorum
birileri kafayı çekmiş
koyu renkli bira şişeleri
yarım bırakılmış pasta görüyorum
sinekler üşüşmüş
kimin hoşuna gitmemiş?
doğum günleri...açılmış ama kullanılmamış bir prezervatif
özeline girdiğim için şimdi
yadırgar mı sahibi?
içinden çıkamıyorum bu içimdeki çöplerin
düşünce artıklarının
geri dönüştürmesi olmalı
ders alınmalı diyorum kendime
ama kaç paradır ki o derslerin saati?
hem daha önce o okulu bitirmeli
sonra atanacak,
beki sonra yine sever beni...dönüyorum sonra duvarları sarı renge boyalı odama
siyah keçeli kalemle parmaklıklar çiziyorum
tavanı mavi
hücresinde yatarken hayal etmeyen var mıdır acaba?
yoksa yasaklanıyor mu insana?
gökyüzünün renkleri....
perdenin köşesini kıvırıp bakıyorum dışarı
aydınlık bir sokak,
gri renkli üzgün bina
bir balkon kışın kullanılmayan
o evde yaşayanların umurunda bile değil
benim umurumda da ne oluyor sanki?
bir süre daha bakıyorum
bu sene bahar gecikecekmiş,
ben görmem belki...dönüyorum odama
sarı renkli duvarlarımda silik parmaklıklar
pek düzgün olmamış
kimi hapsediyorum?
şimdi ruhunu özgür bıraktığım kim?
martının gözlerinden bakma cüretini kim verdi İstanbul'a!
altımda üst üste evler,
üstümden bir uçak geçiyor
içinde bir kadın pencere tarafında
bana bakıp gülümsüyor
ben süzülüyorum aşağıya
deniz sıkışmış karaların arasında
ama bu haksızlık değil mi?
bir dilencinin yanına konuyorum
Allah rızası için... diyor.
rızanın bedelini söylemiyor ama
ne verirsen yeter sanki...
peki bir kalp kırmanın bedeli?
altmış dört bin satır yazsan yeter mi?
ya sussan,
zamanla geçer diyorlar ya,
kimin için neye göre
inandım ben buna
inanç özgür bırakacak mı?
teslimiyeti nereye koyuyorduk?
senin içindeki de geçer mi?
hatırlanmaz mısın ben sana her yazdığımda
inancın seni benden kurtaracaksa şimdi
ardına bile bakma
çuval bezinden yapılma el arabamla
hayatları karıştırmaya devam ederim ben
sen bana karışmabazen karşıma çıkacaksın biliyorum
sokakta yürürken,
bir otobüs durağında
elinde kitabın, okurken
belki geç kalmamak için okuluna
alelacele giyinmişsin
saçların karışmış birbirine
uzanıp düzeltmeye çalışırken
suçüstü yakalayacaksın beni
kaşlarını çatıp
ne münasebet!
belki oturuyorsundur bir kafede
çayını yudumlarken
kaldırımın üzerinden geçiyorum
ardımda çuval bezinden yapılma el arabamla
tenimin kirli rengi
bakışlarım değerse sana
kirlenme diye çevir başını
geçer giderim ben
belki uyumuyorsundur şimdi
yatağında dönüp dururken
koynunda oyuncak tavşanın
nasıl kızmışsın bana
sabah olsa geçmeyecek
akşam olsa dinmeyecek
nereye gitsen ne yapsan
aklında olduğum için kızacaksın
anlayışsızlığım için, vurdumduymazlığım için, beceriksizliğim için kızacaksın
‘biz’ olduramadığım için
kızacaksın
bakışlarını çevireceksin başka bir yere
ben yanından geçip gideceğim
duvarları sarı, silik parmaklıkları odamın
kasvetine bürünürken
bir çağ kapanıp
yeni bir çağ açılamıyorken
mezapotamyadan bu yana
aşk anlatılamıyorken
bu kadar da yaklaşmışken üstelik
küllükler doluyor
şişeler boşalırken
içim gidiyor
bu kaybolma,
bana doğru gelmiyor...- 1
-
sevgisiz hissettikçe hatalar yaptım, hatalar yaptıkça beni seveni kaybettim. bir yerden sonra da uğraşmayı bıraktım.
beni sevsin diye delirdiğim kadının yanında, benden bir mesaj almak için bekleyen kadını göremedim. ben, yırtındığım kadının canımı nasıl yaktığımı anlatırken, dinlerken ağladığını bana belli etmeyen kadını duyamadım. üç günde bir attığım günaydın mesajnı okurken nasıl mutlu olduğunu bilemedim. sırf ben istiyorum diye, o an mutlu olayım diye, sonrasında arayıp sormayacağımı bile bile, benimle sevişmenin ona ne kadar ağır geldiğini anlayamadım.
gerçekten seni seveni nasıl anlıyorsun biliyor musun? senin birini sevdiğin gibi, biri seni sevdiğinde... ama bu hep terste kalıyor işte. sen başkasını seviyorsun, diğeri seni, onu bir başkası... bu saçmalık denkleminde savrulup duruyoruz. bir gün sen sevildiğinin farkına varıyorsun ama seni seven vazgecmiş oluyor ve elinden hiç birşey gelmiyor. Bunun ağırlığıyla yaşamaktan başka...
- 1
-
haklı olmanın bir halta yaramadığı dönemlerden geçiyoruz.
düşünmek işkence gibi
farkındalık,
uykusuzluk ilacı...
ve hatırlamak
en ağırı
herşeyi unutanlar ülkesinde...
nasıl giyineceğimizi söylüyorlar bize
neyi içmeyeceğimizi
annesinden ninni bile dinlememişler
öyle nefret dolular ki
şarkı dinlesek dinden çıkarıyorlar
sanki onlar almışlar gibi
kimi seveceğimize de onlar karar veriyor
nefretimize de
yeşilden başka rengi sevmiyorlar
onu da tabut üzerinde diye
öyle yaşamaya düşman
azıcık gülümsesek
ilk taşı atacaklar
en önde
bilmiyorlar sevişmeyi
ne de sevmeyi
babası mecbur kalmış
evlendi diye
annesi görevi gereği
girmişler gerdeğe
tövbeler peşi sıra
nasıl girmişler böyle bir günaha
böyle sevgisiz bir andan sonra
zorla getirilmişler gibi dünyaya
düşmanlar
yanyana gelen
her erkek ve kadına...
- 1
-
bekliyorsunsonra makyajını yapıpyalnız çıktığında evdenyürürken kalabalık sokaklardakorna seslerikırık kaldırım taşlarınasıl yürüyorlar hızlı hızlıacelesi çokmuş insanlarınyetişecek yerleri daha çokyol veriyorsun durmadanvermesen çarpacakşüpheleniyordurup bakıyorsun bir vitrinegerçekten görünmez miyim?bekliyorumgecenin yarısısigaranın dumanısis gibi çökmüş odamadamağımda alkol kurumadanbir yudum dahakalemim huzursuzparmaklarımın arasındane yazsam arıza çıkacak şimdiyazmasamçok aceleci bu insanlar...bekliyorsunotobüs durağısaatini şaşırmış gelecek olangözlerini daldırıpçatlak asfaltın arasından başını kaldıranyaban otunabasar üzerine diye geçen yanındanacelesi çok insanlarüzülüpsanıyorsun ki o da görünmezsenin gibi...bekliyorumalarmı çalarken saatinuyanma zamanını kaçırmışımuyanıkken...on dakika daha ertelesembir sigara dahasararmış parmak uçlarımneyse kigörmeyeceksin artıkyitirdiğimden beribeklediğin olma vasfınıne taranıyor saçlarımne de çıkıyorum arasınayetişecek yerleri çok olaninsanların...
- 1
-
öpmek
az önce doludizgin sevişip terlemiş bir tenin
tuzunu dudaklarında hissetmek...
öpmek
koklayarak,
içine çekerek,
çekerek içini
doyamamak
ve öpmek
durdurmak zamanı
bıraktığında kollarıma kendini
dayadığımda ağzımı ağzına
nefesini içime
nefesim tenine
yanıyorsun ya
teslim olup
indirip silahlarını
öpülesi göğüslerin
yalnız uyuyacak bu gece...
sığmadığın yatak değil
hayatın kendisi
dönüp durduğun
seni uyutamayan da
sabahında uyandırmayan da
yabancılığın
tenin ellerime hasret
kasıkların sıcaklığıma
üşüyorsan şimdi
yokluğum
yanıyorsan
biliyorsun
nasıl tatlı
parmak uçlarım...
öptüğüm yerlerin geliyor aklıma
her dokunuşumun izi kalmış
ısırmışsın dudaklarını
kasılırken dayanamayıp
hala parmaklarının arasında
çarşafları yatağın
uğultusu kalbinin kulağında
titrerken bedenin
yankılanmış duvarlarında inlemelerin
hayal bu ya
bitmiş dönüyor dünya
yaşadıkların yanına kalmış
yaşayamadıkların aklında
şimdi öpsem yazıyorum
okurken sen
sığamıyorsun
yatağına...
- 1
-
erkeğin kulağındaki küpeye
kadının saçının teline
çocuğun giydiği giysinin rengine
sanatçının söylediği türküye
üzerine otel dikilecek
toprağın yetiştirdiği bitkiye
sokakta yanından geçtiği köpeğe
birbirine sarılmış iki sevgiliye
sevgiye!
düşman bunlar...
ne tahammüleri var
ne duramıyorlar saldırmadan
hiç sevilmemişler
ne anneleri
ne babaları tarafından
öyle kin dolu
öyle nefretle bakıyorlar ki
insanlara
kimse eğlenmesin
mutlu olmasın kimse diye
kimse okumasın bir romanı
umuda kapılmasın
kimse dinlerken bir şarkıyı
özlemesin sevdiğini hatırlayınca
öpüşmek kimsenin aklına gelmesin
sarılmak mı?
taşlansın görüldüğü yerde!
dokunmasın erkek kadına
kadın erkeğin on adım ardında
sevişmeden yapılsın çocuklar
o çocuklar siyah giysin!
bilmesinler renki dünyayı...
günaha da onlar karar veriyor
sevaba da...
onlar tutmuş cennetin kapısını
istediklerini alıyorlar içeri
istemediklerinin
parasına bakıyorlar...
parası yoksa
devreye giriyor şükür müessesi
bu dünyada olmadı kısmet
diğer tarafta yaşadınız
ses çıkarmayın yeter ki!
onların dediği gibi yaşayın
onların istediği olsun
onlar mı?
imtihanları zenginlikleri!
nasıl zor bilseniz
şükredersiniz fakirliğe
sizin için feda etmişler kendilerini
sırça köşklerde uyanıp
son model arabalarda gezip
yiyip içmek dilediğin gibi
öyle zor ki...
haftada bir cuma günü
karışmak aranıza
yılda bir paraya kıyıp
gidip arınmak hacda
iki de kurban kesip
dağıtmak fukaraya
şeyhinden icazet alıp
sarkmak karıya kıza
hatta daha tüyü bitmemiş oğlanlara
öyle zor ki...
bu yüzden sevmiyorlar insanı
ne ağacı ne hayvanı
hele ki sanatçıyı
taşlatsalar
nasıl rahatlayacaklar
sevmiyorlar gülümsemeyi
ne de renkleri
bu yüzden deliriyorlar
nerede elele tutuşmuş sevgili görseler
hele bir de öpüşseler
çekip vuracaklar oracıkta
çünkü kimse sevmemiş onları
kimse siyahtan başka renk göstermemiş
hiçbirini sevmemiş annesi
dizine yatırıp
hiçbirini
korkutmadan
inandırmamış Allah'a
hiçbiri
saçlarının arasında
hissetmemiş şefkatli dokunuşları
bu yüzden nefret ediyorlar
herkesden
bu yüzden
çok görüyorlar
kendi yaşayamadıklarını
başkalarının yaşamasını...
- 1
-
tahammül sınırlarımızı zorlarken
daha ne kadar
sabah uyanınca
bir şey olmamış gibi yapacaktık...
uyandırmaya kıyamazkenyanında yattığımızı her sabahkalkarkenkapıları çarpmasın diye esen rüzgareşiğine terliklerimizi çıkarıpkoyarkenyalın ayak buz gibi zeminşubat ortası içimize işlerkençayın suyunu koyardıkısınsın diye odanın içisobayı tutuşturupdiğerinin uyanmasını beklerkenbu beklemek mi yordu bizi?sabah uyanmalarınıakşam eve gelişlerinibir kere de konuşmadan anla beni!anlamanı...beklemek mi zordu bu kadar?önce yalnız yatağa girmeye alıştıksonra umursamadık uyandığımızdauyanmasın diye diğeridikkat etmeyiçaydanlığın altını yakmaktan mı vazgeçtik önce?çıkıp giderken evden tek başınaardımızdan çarpan kapının sesindenya uyanırsan diyeendişelenmekten mi?bir gece ben gelmedimdiğer gece sensormak aklımıza bile gelmemişti oysanerede olduğumuzu ya dakiminleben yazıyordum o sıralarsen yaşıyorikimizde memnun halimizdenöncesi sessizliğinde fırtınanınaldanıp havanın sakinliğineaçıldık olabildiğince...senle yaşayamadıklarımı yazıyorbenle yaşayamadıklarını arıyorher gece biraz daha yabancıgirdiğimiz o yataktadokunmamaya özen gösteriyordukbirbirimize...sonrasen gelmedin bir geceve sonraki geceve sonraki...kapının önünde giyilmeyi bekleyen terliklerinbaşının ağırlığıyla ezilmemiş yastığınkarşıladı benidün sabah kahvaltı masasına koyduğumçay bardağının hala orada olmasıkomikti biliyor musun?bilmiyorsun tabi ki...sabah bekledim kapısında banyonunsanki sen içerideymişsin debir an önce çıksan da ben gireyim diye...anımsamak işime gelmediseninle o banyoyadefalarca birlikte girdiğimi... -
gitmenden değil de
gelmezsen diye korkuyorum
güzel kal diyorsun
gittiğinde
sabahına kurulmuş
uyandırılmaya ayarlı bir saat gibi
gitmiyorum diyorsun ya şimdi
sigara paketlerini üzerine yazılan uyarılar gibi
bagımlılık yapar
kansere neden olur
iktidarsızlığın yoldaşı
sevişemezsin bak başka bir kadınla
der gibi
gitmiyorum şimdi diyorsun
en geç sabahında
yanımda olmayaksın
ne yapayım bu bilgiyle
oturup ağlasam
aklımın neresine sokayım
birlikte olsak ne güzel olurduyu
kendimi nasıl avutayım?
yalnız uyandığımda
seninle uyandıgım her sabahı
hatırladığımda
nereme sokacağım!
- 1
-
az önce titreyerek sokulmuşum gibikollarının arasınaaz sonra geçmiş ne varsatoplantıya girerkenboy aynasının karşısında durmuşdüzeltmiş üstünü başınıiyi görünüyorum değil mi?sensiz ne kadar olacaksa artık...senin söyleyeceklerin vardıbenim susacaklarımakşam vakti sahile indikdemir kilise kapanmışkaldırımda bir dolu insanbiraz yaklaşsana yanımaserin olduüşüyorum...aklından neler geçiyor?gözlerini süzüp bakarkenne kadar uzaklaşıyorsun kendindenardından durup bakıyorumşüpheler birikiyor içimdeya geri dönmezsen...korktuğum başıma geliyorzaten neyden korksameksik olmuyor tepemdenönce elimi tutmayı bıraktınsonraardından bakarkenyok ya gelir gerigelir değil mi?bir yıl iki ay dört gün olduyarın beşşunun şurasında ne kaldıne kadar kaldı?geriye...döşenmiş mayınlar gibişehrimin seninle gezilmiş her yerineşimdi neresine gitsem sensizcanımı yakıyoradımımı atsamsen çıkıyorsun karşımaevden çıkmasam diyorumyatağımhala sen kokuyor...
- 1
-
Ben giderim.
Sen gelmesen bile sen yanımdaymışsın gibi orada geçirdiğim her anı seninleymiş gibi yaşarım. Seninle uyur, seninle uyanır, seninle inip sahile uzanırım. Suya gireriz birlikte yüzeriz, yorulunca çıkar sıcak kumların üzerine uzanır, acıkınca gözleme yapan ihtiyar kadının mekanına gidip oturup, sabırsızlıkla gözlemelerin hazırlanmasını bekleriz. Tıka basa doyururuz karnımızı. Sonra uykumuz gelir akşam üzeri beş gibi odamıza çekilir, duşumuzu alır, uzanır uyuruz. Akşam saat on gibi çıkarız odadan, canlı müzik yapılan mekanları gezeriz tek tek, kafamıza uygun bir yer bulana kadar.
Belki bir şarkı duyarız o an, oradan geçerken, mekana girmeden tam karşısındaki kaldırıma oturur, elimizde bira şişeleri yanyana içerken eşlik ederiz. Sonra şarkı biter, sonraki şarkı hoşumuza gitmez, kalkar başka mekanın karşısına gideriz.
Yanımızdan gecip giden tuhaf tiplere bakarız. Belki turistler vardır onlarla sohbet ederiz. Aksanları farklı gelir belki zor anlaşırız ama eğleniriz.
İstersen gece on ikiden sonra barlara gideriz. Çok gürültülü ama olsun, sen istersen ben de isterim. Bırakırız kendimizi alkolün ve gürültünün kollarına, beceremem ben pek ama sana eşlik ederim dans ederken. Yorulana dek dans eder, bağıra çağıra şarkı söyleriz. Sesimiz kısılana dek...
Sonra kapanır mekan son çıkanlardan oluruz
kanımızdaki alkol oranı arşa değerken
sallana sallana
sarmas dolaş döneriz odamıza
öyle yorgun öyle sarhoş oluruz ki
çıkarmadan üzerimizdekileri
atarız kendimizi yatağa
döner durur dünya ikimizin etrafında
sanki merkezindeymişiz gibi kainatın
salak salak gülümsemeler dudaklarımızda
neye güldüğümüzü bile bilmeden
diyeceksin ki o an
içmeyecektik o son kadeh şarabı
diyeceğim ki
içmeyip te ne halt edecektik?
kahkahalarımız yankılanacak gecenin dördü
odanın duvarlarında
sırt üstü bakarken tavana
zorlukla kaldırdığın elinin işaret parmağını
uzatıp dudaklarıma
çok da tutturamayıp sus diyeceksin
daha yüksek sesle atarken kahkaha
parmağınla dudaklarımı bulamıyor olman
delirtecek bizi
karnımız ağrıyana kadar devam edeceğiz
inletmeye odanın duvarlarını
yan tarafta kalanlar rahatsız
şikayet etmişler bizi resepsiyona
çalacak odanın telefonu
lütfen biraz sessizlik derken
ahizenin diğer tarafındaki ürkek ses
pardon deyip
kapatırken telefonu
gözlerimizden yaş gelecek
öyle tutamamak kendimizi
öyle gülmek...
içimizi çeke çeke
nefes nefese
katıla katıla
gülerken
kaç gün kaldı? diye soracağım sana
neye? diyeceksin..
neye kaç gün kaldı?
ayrılığa...
doğrulup yatağın üzerinde
az önce gülmekten yaşarmış gözlerinle
yaşlı gözlerime bakacaksın
kenarlarında kırışıklıklara
bu da nerden çıktı şimdi? diye kızacaksın
ne güzel eğleniyorduk
dokunmak isteyeceksin o an
ıslanan yanaklarıma
gri üniformalı memur ciddiyetiyle yüzlerimizde
yan odadakilerin istediği sessizlik
kendiliğinden gelip yerleşecek odamızın
duvarları arasına
sorumun cevabı havada kalacak
ne sen seslendirebileceksin gerçeği
ne de ben üsteleyeceğim
gözlerin hala yaşlı gözlerimde
ciddiyete rağmen hala ıslanıyorsa gözleri insanın
canı yanıyordur artık
uzanıp üzerime başını göğsüme koyduğunda
ve ellerim saçlarını okşadığında
yutkunuyorsun
sabah olacak ve biz yine inip sahile
o sıcak kumların üzerine basarken çıplak ayaklarımızla
yanarken canımız üstelik
atıp kendimizi serin sulara
ve yorulup çıktığımızda
ve acıktığımızda
bu defa kahvaltı edelim
kaldığımız pansiyonun bahçesinden toplayalım domatesi salatayı biberi
sabah yumurtlamış tavuklar
hala sıcak olmalı dokunduğunda
çay da yeni demlenmiş
reçel de vardır değil mi?
diye sorduğunda
vardır... hem de çilekli...
akşam üzeri yine yorgun
olmuyor...
bu defa sana değil ama
kendime soruyorum
kaç gün kaldı...
kaçırırken bakışlarımı
az önce etrafımızda dönen dünya
duruyor
göğsümün üzerinde başın
içimi çektiğimi anlıyor
daha sıkı sarılıyorsun
titreyerek çıkıyor sesin
sanki az önce ağız dolusu kahkahaların
sahibi değilmiş gibi
bitecek değil mi?
cevabımı
anlıyorsun
daha sıkı sarılmamdan...
elimi tutup yüzüne kapattığında
öperken avucumu
kaldırıp başını
yüzüme baktığında
ve o dudakların
öpsem yangın yeri
öpmesem
yatacak yerim olmaz tanrı katında
döküp benzini ateşe harlar gibi
dayayıp ağzımı ağzına
sanki yeni dünyaya gelmiş bir bebeğin
aldığı ilk nefes gibi
çekerken içime
ciğerlerim yansa da
kana kana
öptükçe dudaklarını biraz daha sokulup kollarımn arasına
biraz daha dilin
biraz daha dudakların
biraz daha alıyorsun yavaşça kollarının
bacaklarının arasına
tek bir söz
tek bir ikaz
tek bir işaret olmaksızın
bırakıp kendini
içinde körüklenen ateşin sıcaklığına
öperken...
sabah olmayacak
yarın, sonraki gün, sonrası ve ertesi
bitmeyecek gibi
sevişirken
her soru ve her cevap anlamsızlaşırken
kasılırken deli gibi
gözlerin kapalı
bitecekse böyle bitsin
sadece bu an
sadece şimdi
üstü kalsın işte
kalsın geriye ne varsa
kalayım bu anda
kollarının arasında...
-
tek başınayken bulmuştum seni
tek başıma savrulurken
sönmüş lambaların karanlığında sokağın
girsem mi girmesem mi ürkekliğimi
başımı eğip yakalarının arasına paltomun
bakışlarım ıslak asfaltta
her adım daha zor
her adım düşer gibi boşluğa...
çok yaklaştım bu gece biliyor musun?
bilmiyorsun tabi ki...
kıyısında durup yaşamın
bir adım sonrası
aklımda sen olmasaydın
nasıl kolaydı bırakmak kendimi
geçer yıllar sonrasında
acı bir hatıra olarak anımsanmasın
aranızdan ayrılışım...
ne yokluğuna alıştırdım kendimi
ne varlığını kabul ettim
pazar günlerini bekledim
elimde kovam, en ucuzundan oltam
sabahın köründe kalktım
daha gözlerim açılmadan
tutmak bahaneydi
tutulmak kaçınılmaz
akşam olur geçer sandıklarım ardımda
geçmeyecekleri nereme sokacağım?
uyuyorsun şimdi
belki birazdan
belki uyumadan
aklına geldiğimde keşkeler ekeceksin
hayallerinin arasına
bana anlatmak yerine
ben sormayacağım
sen konusunu bile açmadan
iyiyim diyeceksin sorduğumda...
ikimizde bilirken üstelik
tek başımıza mümkün değilken mutlu olmak...
sıradan günlere paylaştırılıyorken
ve alışıyorken üstelik sensizliğe
bir şarkı denk gelir
alır gider bırakır bizi
en unutmak istediğimiz yere
yaramız durmadan kanayan
yıllar geçse de üzerinden
kapanmıştı oysa
hatırlatana kadar cem adrian...
-
adına hilal diyorlarmış
bu gece karşılaştım kendileriyle
gecenin koynunu yırtmış gibi
sıyrılmış tam ortasında
öyle bağımsız
öyle parlak
günaha davet eder gibi
çık gel diyordu
kabuğundan
kır gel
ne kadar zincir varsa
boynunda...hiçbirşeye ihtiyacım yok,
kışkırtılmak yeterli benim için
neron motivasyonunu bana borçlu
kolay değil yakmak,
kıyısına seni getiren gemileri...kumsal hayaliyle açılanlardan olmadık denize
fırtınaları da göze aldık
kayalıkları da
boğulup gitmek de yazılacak tarihe
vurup karanın koynuna
hayatta kalmak da
günün sonunda...sanki musa yararken denizi ikiye
arasına girdiğinde korkmamış gibi boğulmaktan
isa gerileceği çarmığı sırtında taşırken
öleceğini bilmiyormuş gibi
muhammed sığındığında o mağaraya
macera yaşamamış gibi
ben attığımda kendimi
kayalıklara
daha mı az kutsal?
tercih ederken yaşamaya..sırtıma dünyayı yükledim
arşa yürüyorum
yorulduğum yer
dizlerimin üzerinde
soluklandığım
yeniden ayaklansam
isyan çıkacak
hem roma
hem konstantinople yanacak
küllerinden doğmayacak yeni bir şehir
bir çağ açılmayacak
kapanacak ne varsa üzerine
karanlığın içinde bir hilal
yırtıp arasından görünmeyecek
ilham gelmeyecek
yazılmayacak bundan sonra
ne aşkın kafiyesi
ne karaya vurmuş balina
ağıtlara konu edilmez
isa çarmıhta
musa denizde
muhammed mağarada
tek başlarına
ben kayalıklarında
kızıl denizin
hangimiz daha kutsal
sorgulanmayacak...
unutulacak insan olduğumuz
oysa hepimiz sevmiştik
ben daha çok seni
bu yüzden mi kıskandı tanrım beni
silindi adım
kimse tarafından
hatırlanmadım
senden başka...- 1
-
bazen deliliğin dorukları,bazen yerin dibi gibi soğuk ve karanlıküzerine toprak atılmışyalnızlık seninle konuşmaya çalışmaksesin gelmediğindeçaresizlik üzerine meteor çarpmış bir gezegenne bir kul kanat çırparne mevsim değişiruyanır uykusundan insan sensizse eğergider bir otobüs durağında tek başına beklerüstelik yagmur, yetmez miş gibitüzgariliklerine kadar ıslanır sen susarsan eğersonra akşam olurelektrik tellerinde kuşlar tünemişbeklemişler neyi beklediklerini bilmedenbazen deliliğin dorukları,bazen yerin dibi gibi soğuk ve karanlıküzerine toprak atılmışyalnızlık seninle konuşmaya çalışmaksesin gelmediğindeçaresizlik üzerine meteor çarpmış bir gezegenne bir kul kanat çırparne mevsim değişiruyanır uykusundan insan sensizse eğergider bir otobüs durağında tek başına beklerüstelik yagmur, yetmez miş gibibazen deliliğin dorukları,
bazen yerin dibi gibi soğuk ve karanlık
üzerine toprak atılmış
yalnızlık seninle konuşmaya çalışmak
sesin gelmediğinde
çaresizlik üzerine meteor çarpmış bir gezegen
ne bir kuş kanat çırpar
ne mevsim değişir
uyanır uykusundan insan sensizse eğer
gider bir otobüs durağında tek başına bekler
üstelik yagmur, yetmezmiş gibi
rüzgar
iliklerine kadar ıslanır sen susarsan eğer
sonra akşam olur
elektrik tellerinde kuşlar tünemiş
beklemişler neyi beklediklerini bilmeden
uçup gitmişler onlar da
geriye kalmış ıslak asfaltın ışıltısı
yalnızlık iliklerime işlemiş
nasıl titriyorum bir bilsen
sen sustuğunda- 1
-
küçük ayrıntılara takılıyorum günlerdirher ayrıntının ardında gizlenen yalnızlıkher susmanın getirdiğiyalvarışlar...uyuyorum diyor kadın,uyuma! demesini beklediği için,adamın...beklemese,iyi geceler dilerdisadece...bilmek yetmiyor değiştirmeye,kimisi tanrısına sığınıyorkimisi öfke kusuyorgücünün yettiğinekiminin alnı secdeden kalkmıyorgözmez sanıyor kaldırmayınca başınıkiminin gözleri kan çanağıizlerken kandırıyor kendinibaşkasının hayatlarınıvaroluş amacınızı sorgulamayın diyenasıl da kabul ediyorsunuz dayatılanlarısanki siz seçmişsiniz gibişu an tek başına girdiğiniz o yataktayalnız uyumayı...cüzzi iradenizle mutlu olupkülli irade karşısındatabi tutulduğunuza inandığınız o sınavdanasıl da savunuyorsunuzsize tanrılık taslayanları...
- 1
-
düşünmekten yorgunum çağlar boyuncabilmek götürdüğü yerdeyalnız bıraktı benine yana dönsem karanlıkdursam diyorum bazenbırakıp pedalları çevirmeyidüşsemdüş müyüm gerçekten?her gece uyanan kim?uzandığında karanlık yatağa...düştüğüm kuyudan çıkmak içinokudumokudukça görmeyi öğrendi gözlerimizledimizledikçe saklanmayı öğrendimher maske biraz daha yapıştı yüzümeçıkarmak canımı yakar diyeavuttum kendimibak! üzerinde iyi durdu...hatta kapattı kırışıklıklarızamana meydan okudu...bildiklerimle lanetlendimkehanet sayıldı öngörülerimoysa sadece yaşamıştım bensizden yıllar öncekırılmalarımız aynı yerdensizi değil belki amao yarayı nerde görsemtanırım ben...oynadığım kelimelernasıl birikir içinde söylemezsenöyle boğuyor beni deöyle hırsla öyle öfkeyleöyle kin dolu kusuyorum ki bazenkan gelmesi gibi agzından burnundan bir veremlininhastalığının en son evresindeyken...taşıyamıyorum artıkinancımın temelleri sarsılıyorirademin altında kalıyorumson bir umutla sarılıyorum Hegel'eKant köşede oturmuşgülüyor ağız dolu çaresizliğimeFreud çocukluğuma vurup duruyorbir türlü inandıramıyorum kimseyihala büyümediğimeKierkegaard uyu diyor, geçecekdalga geçiyor benimleaklımı kaçırmaktan korkuyorumolmadık yerde alıp başını gidiyordönmezse'ye alıştırıyorum kendimi bir sürealıştığım yerde kapım çalınıyorgecenin yarısıtam da yalnız kalmışken kendimlenasıl rezil bir bağımlılık buyine gideceğim dese dealıyorum içime...o nedensiz bırakıp giden sevgiliyıllar sonra dönse bilehazır bekletirsin ya aklını, ruhunu, bedenini...öyle beklediğimi farkediyorutanıyor kendimdenyine de alıyorum içime...biliyorum sabah yalnız uyanacağım yinebiliyorumyaralarım dönecek kangrene...yoruldum düşünmektendüşmektendüşten...
-
iyi olmayı da öğrendim yaşarken,
kötü olmayı da...
seçtiğim gri.
iki tarafı da gezdim gördüm
yolum benimdir...
yok aidiyetim
ne minnet ederim
ne boyun eğer
günün sonunda kendi doğrumla huzurla uyur
kendi günahımla
yüzleşirim kendimle
ne yükselir arşa değer başım
ne dibine girerim yerin
sürünmek güzeldir kendi seçtiğimse
elimden tutmak isteyenler sağolsun
tutulmak istemediğim için
kanatlarım var benim...
iyi olmayı da öğrendim yaşarken, kötü olmayı da... gri olmayı seçtim.iki tarafı da gezdim gördümyolum benimdir...yok aidiyetimne minnet ederimne boyun eğergünün sonunda kendi doğrumla huzurla uyurkendi günahımlayüzleşirim kendimlene yükselir arşa değer başımne diki tarafı da gezdim gördümyolum benimdir...yok aidiyetimne minnet ederimne boyun eğergünün sonunda kendi doğrumla huzurla uyurkendi günahımlayüzleşirim kendimlene yükselir arşa değer başımne dibine girerim yerinsürünmek güzeldir kendi seçtiğimseelimden tutmak isteyenler sağolsuntutulmak istemediği
Bunun Bir AnLamI oLmasI GerekMiyor...
- Bunun Bir Anlamı Olması Gerekmiyor - LostsouL
Gönderi tarihi:
sığınacak bir yer yok
ortasında fırtınanın
çaresizlikler üstüne gelirken
korkunun faydası yok
bu sahadan yenik ayrılmak
bir rövanşı yok
kabullenmek efendilikse
isyankar bir kölelik daha iyi değil mi?
çok ağlarsan
çok bağırırsan eğer
geri mi verilecek
çok istediklerin?
birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali
ne zaman çıkıp gidecek aklımdan?
ne zaman eskisi gibi olup
alışabileceğim sıradan günlere
bir yolu yok mu bunun
hiç bilmeseydim mesela
ya da unutabilseydim
her gece alkolle uyuşturup aklımı
sarhoş olmadan uyuyabilseydim
sığınacak bir yer yok
ölümcül bir hastalığın pençesinde
ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar
atları bile vurmuyorlar mı?
bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer
bu sürüngenlik bana göre değil...
bitmedi mi söyleyeceklerim?
kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça
kimlerin hislerini anlatıyorum
kaç insan tatmin ediyor kendini
paylaştıkça sözlerimi
katlanılır görüyor bu hayatı
sığınacak bir yer yok
kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar
mutlu insanların aramızda yeri yok
sevda ucuz Amerikan filmlerinde kaldı artık
Türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok
en sakinimiz umudunu hala koruyabilen
umutsuzlarımızın dilinde küfürler
inkar kime,
inkar neyi?
en sorumsuzu dağ başında çoban,
biz çoktan geçtik
bile bile üstelik
çizgileri
geri dönüşü olmayan ...
sığınacak bir yer yok
bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize
hayatta kalabilmek için
yaşamak diyoruz adına bunun
yaşamak,
her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin...
çok güveniyor kendimize
büyük oynuyoruz
oynamak,
elde avuçta ne varsa
inanmadan kazanacağımza...
umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana
karanlık büyüyor
farkı kalmıyor gözlerini yummakla,
acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında
çok üzgünüz belki de
anlamasın diye başka hiç kimse
gülümserken tanıdık yüzlere
iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden
bu sahne
bu dekor
bu figüranlar arasında
gerektiği kadarını yaşayıp
çekildiğimizde kendi içimize
kendimize ağlıyoruz
imlası bozuk bir Türkçeyle
itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu
soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi
ağustos sıcağında
bir yanım alev alev
diğer yanım buz tutmuş
dudaklarım titrerken
öpmeye çalışmak
alışmak:
çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına
hayatını takas etmeye çalışmak
bir yabancıyla...
çok mutluymuş gibi,
fotoğraflarda yer tutmak...