Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Johnydoe

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    257
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    26

İletiler gönderen: Johnydoe

  1. sığınacak bir yer yok

    ortasında fırtınanın

    çaresizlikler üstüne gelirken

    korkunun faydası yok

    bu sahadan yenik ayrılmak

    bir rövanşı yok

    kabullenmek efendilikse

    isyankar bir kölelik daha iyi değil mi?

    çok ağlarsan

    çok bağırırsan eğer

    geri mi verilecek

    çok istediklerin?

    birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali

    ne zaman çıkıp gidecek aklımdan?

    ne zaman eskisi gibi olup

    alışabileceğim sıradan günlere

    bir yolu yok mu bunun

    hiç bilmeseydim mesela

    ya da unutabilseydim

    her gece alkolle uyuşturup aklımı

    sarhoş olmadan uyuyabilseydim

    sığınacak bir yer yok

    ölümcül bir hastalığın pençesinde

    ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar

    atları bile vurmuyorlar mı?

    bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer

    bu sürüngenlik bana göre değil...

    bitmedi mi söyleyeceklerim?

    kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça

    kimlerin hislerini anlatıyorum

    kaç insan tatmin ediyor kendini

    paylaştıkça sözlerimi

    katlanılır görüyor bu hayatı

    sığınacak bir yer yok

    kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar

    mutlu insanların aramızda yeri yok

    sevda ucuz Amerikan filmlerinde kaldı artık

    Türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok

    en sakinimiz umudunu hala koruyabilen

    umutsuzlarımızın dilinde küfürler

    inkar kime,

    inkar neyi?

    en sorumsuzu dağ başında çoban,

    biz çoktan geçtik

    bile bile üstelik

    çizgileri

    geri dönüşü olmayan ...

    sığınacak bir yer yok

    bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize

    hayatta kalabilmek için

    yaşamak diyoruz adına bunun

    yaşamak,

    her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin...

    çok güveniyor kendimize

    büyük oynuyoruz

    oynamak,

    elde avuçta ne varsa

    inanmadan kazanacağımza...

    umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana

    karanlık büyüyor

    farkı kalmıyor gözlerini yummakla,

    acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında

    çok üzgünüz belki de

    anlamasın diye başka hiç kimse

    gülümserken tanıdık yüzlere

    iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden

    bu sahne

    bu dekor

    bu figüranlar arasında

    gerektiği kadarını yaşayıp

    çekildiğimizde kendi içimize

    kendimize ağlıyoruz

    imlası bozuk bir Türkçeyle

    itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu

    soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi

    ağustos sıcağında

    bir yanım alev alev

    diğer yanım buz tutmuş

    dudaklarım titrerken

    öpmeye çalışmak

    alışmak:

    çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına

    hayatını takas etmeye çalışmak

    bir yabancıyla...

    çok mutluymuş gibi,

    fotoğraflarda yer tutmak...

  2. Biraz alkol, biraz kalp ağrısı...
    Kıskançlık krizleri, öfke nöbetleri. Biraz, insanlara ben nakli. Sınırlarını kelimelerle çizdiğim bir ülke. Körler arasında tek gözü gören gibiyim. Yalnızım, canım sıkılıyor. Durup durup onu özlüyorum. Sonra buraya gelip bir şeyler karalıyorum. Sonra alkol ve çaresizliğin karın ağrısı. Eskiden duvarları yumruklardım, şimdi blok sitelerine iddialı cümleler yazıyorum. Ertesi sabah uyandığımda her türlü inkâra sığınıp...

    Şizofrenik bir alkoliğin parmaklarından çıkan her satırın şiir olma olasılığı öyle yüksek ki... Belki de o kadar ciddiye alınmamalı okurken ve belki de ben, bir kadının suya değiyor ayakları diye başlarsam cümleye, aslında o kadın çoktan duşunu almış, yatağına uzanmış ve hayallerinin arasına dalmış olabilir...

    Ölüm aynı ölümdür aslında araçları farklı… Hangi ölüm daha şiirseldir okunduğu zaman? Aşkın şehvetiyle yanıp kavrulan ve isli bir et gibi kokan ölüm mü? Demiş ya şair:
    ‘Ölüp gitmektense yanarak ölmeyi tercih ederim...’ ya da asılarak ölmek mi? Giydiğim hükümlerin, üstlendiğim suçların hiç bir gerekçesi yoktu. Bunu ben söylüyorum diye hala buradayım. En romantiğidir aslında insanın asılarak ölmesi. Çünkü en son orgazmı saklar beden nefessiz kaldıkça. İnsan son nefesini verirken ve kırılırken boynu hangi sevgiliyi düşler? Ya da hangi düşler, insanı ölürken sevgiliyle meşgul eder?

    Alkol kıvamında başıbozuk bir adamım ben... Şurada 'yalnızım' yazmak istiyorum, bir bakıyorum ki onlarca kelime, yıkılmış surların arasından akıp gidiyor. Oysa hala ben boynum kırılırken düşlediğim sevgilimi özlüyorum. Herkes beni şair sanıyor...

    Ve hayat, karşısında gardımızı indirdiğimiz her an, en acımasız yumruklarını atmaya devam ediyor...

    • Beğen 1
  3. Bazen insan anlatamadıklarını, yalnızlıklara yüklüyor. Sonra alıp başını gidiyor bir gece ansızın. Eski siyah beyaz Türk filmlerinden kalmıştı bu sevdanın kural tanımazlığı, inadına vurdumduymazlığı. İkimiz de biliyorduk, başka bir şehrin adamıydım ben, başka rollerin. Repliklerimden aşırdıklarımla gelmiştim sana. Ne bekliyordun ki? Söyleyeceklerimi tükettikten sonra, sana ne kadar kalırdım?

    Her bulduğunda yitirdiğin, o sarıldığın, yüzüne gözüne, öpüşlerine hasret kaldığın adam; bulutların arasından gülümseyen kış güneşi gibi. Belki de ölümcül bir hastalığın, son darbesini vurmadan önce ki iyileşme belirtileri gibi... Benim geri dönüşlerim, kendime ihanetlerim. 'sen' dediğim kadınım, benim çaresizliklerim... Sarıldığın kolların ardından gülümseyen, benim sessiz çığlıklarım. Avuçlarının arasında ki dudaklarım. Ben şimdi hangi buluttan kurtulsam, aradığım senin yağmurların...

    Haklı olmak, kalemi elinde tutup kıran yargıç olmak neyi değiştiriyor? Kırılan her kalemde bir insan ölüyor. Ya kalemi kıranın içinde, kaç varlık kendini yitiriyor? Haklıyım! Haklı olmak hala bir halta yaramıyor...

    Öptüğüm, dokunduğum, sarıldığım yaraların... Kenarlarından damlayan kan, bir cam fanusun içinde ki gül gibisin... Dokunursam kırılacaksın, dokunmazsam solacak… Küçük haylaz bir çocuğun pişmanlığı üzerimde, ne zaman seni düşünsem, sana kullanılmamış bir ben getirsem, nereye gitsem, nerede bulsam, hangi yalanın gölgesine sığınsam olmuyor... Durmadan bir şeyler söylüyorum sana. Seni yanımda tutabilmek için aklıma gelen her şeyi yazıyorum. Gittiğinden beri, sessizliğinin hesabını soruyorum kendime. Ne zamandır konuşuyorsun? Ne zaman başladın, bana anlatmaya seni?

    Özlemlerin, seslenişlerin, haykırışların...
    Bu tuhaf hayat sirkinin en nadide parçalarıydık biz.
    Sen güneşime hasret,
    Ben sesine sağır...
    Sen varlığıma vurgun,
    Ben yokluğuna sürgün...

    • Beğen 1
  4. kaldırım kenarında söndürdük sigaralarımızı
    yakalanmak korkusuyla bir zabite
    kokusu sinmesin diye cigaralarımz üzerimize
    avuç içinde saklarken
    kafalar bir dünya
    travestiler geçerken yanımızdan
    kalkmadı sikimiz
    erkekliğimizle dalga geçtiler
    biz yakalanmaktan korktuk
    soğuktu çünkü silivri
    afili sözlerimizi yuttuk bir bir
    her birimiz vatansever
    her birimiz
    ezbere bilir gençliğe hitabeyi
    ne siyasete bulaştık
    ne kullanışlıydık
    kandıranlar tarafından
    allahın merhametine de sığınmadık
    vatandaşın ferasetine de
    akşam oldu
    üç şişe bira
    dört dal sigaraya
    inceden müzeyyen abla eşliğinde
    hatırladıkça yatmadığımız kadınları
    yalnız uyuduk
    uyanmamak umuduyla....

    • Beğen 1
  5. Bu başlık altında okuduğumuz kitaplar ve onları yazanlar hakkında düşüncelerimizi fikirlerimizi paylaşalım. Ama bilindik beylik laflarla, hekresin konuştuklarıyla, kitabıyla fotoğraf çekip instagrama attığı şekilde değil. Bize ne ifade ediyor bizim için anlamı ne? hayatımıza nasıl dokundu? Belki okuduk ama sevmedik, belki yazdıklarını okuduk ama kendisini sevmedik tüm dürüstlüğümüzle, samimiyetimizle... Öneride bulunmak değil de öneriyorsak nedeniyle birlikte, sevmediysek eleştirilerimizle birlikte. Edebiyattan bu kadar uzak bir coğrafyada ve edebiyata dair ne varsa sadece gösteriş için kullanıldığı bir toplumda gerçek okuyucularla, kendimizi kasmadan, belki de cahilce ama içtenliğimizle tartışalım... Tartışırken öğrenelim. Belki de bildiğimiz gibi değildir okuduğumuz. Yüzleşmekten kaçmayalım...

    Sizi olumlu ya da olumsuz bir kitap paylaşın okuyalım ve birlikte nedenleri üzerine kafa yoralım... Bunu yapabiliriz.

     

     

  6. Fallara inanmayan biri olarak sadece merak ettiğim için araştırdığım ve kökeninin yüzlerce yıl öncesine dayandığını öğrendiğim fal çeşidi. Kartlara yüklenen anlamlar, o kartların yanyana gelmesiyle geleceğe dair kehanetlerde bulunmak yada geçmişten gelen izlerin betimlenmesi denilebilir kısaca. Tarih boyunca ülkeleri yöneten liderler, bu kartların kehanetlerine güvenerek önemli kararlar almışlar. Günümüzde ise insanlar kendi kaderleri, gelecekleri hakkında bir umut bulmak için tarotla ilgilenmeye devam ediyorlar.

    Aslında fal dediğimiz şey tam olarak bu değil mi? Duymak istediğimiz, umudumuzu kaybettiğimizde karamsarlığa düşmemize engel olsun diye bir anlamda psikolojik destek aracı.

    Araştırmalar yaparken her bir karta yüklenen anlamları, kartlarda tasvir edilen görüntülerin neleri işaret ettiğini de ister istemez öğrendim. Yine tekrarlıyorum fallara inanmıyorum ama bu başlık altına yazıp kart açmamı isteyen arkadaşlar olursa fal açabilirim. Ne kadar doğru çıkar, yada ne kadar size umut ya da karamsarlık çıkar bilmiyorum. Ama siz inanıyorsanız ve istiyorsanız bu başlık altına mesaj atmanız yeterli...

     

  7. Top Gun: Maverick

    Sanatsal anlamda ya da içerik olarak derinliği olmayabilir ama beni çocukluğuma götürdü. İlk filme yapılan göndermeler, karakterlerin yıllar sonra bir araya gelmesi ve değişimleri, sıradan sayılabilecek ve sonu tahmin edilesi bir hikaye olsa bile, bazı sahnelerde gülümseyerek bazı sahnelerde geçmişi hatırlayarak izledim. Tom Cruise yıllara meydan okuyarak gerçekten güzel bir oyunculuk çıkarmış. Diğer genç oyuncular da ona eşlik etmiş.

    İzleyecek arkadaşlara önerim önce ilk filmi izlemeleri. İLk filmi izlemeden ikincisini izlerseniz çok fazla beğenmeyebilrsiniz.

    Ama ikisni birden izlerseniz pişman olmazsınız.

     

    • Beğen 1
  8. yanlış anlaşılabilme olasılıklarını düşündükçe ne çok susuyor insan
    sessizlik vadisinde kayboluyor ansızın....

    hepimizin hayatında bir tını eksik
    ne olduğunu keşfedemediğimiz,
    diplerden gelen bir patlamaya eşlik eden
    yaylı sazlara ait bir tını...
    hepimizin ezberlediği bir şeyleri mutlaka vardı
    hiç değilse kuvvetli aptallıklarımız, kaçışlarımız,
    bir diğerinin hayatları ardına saklanışlarımız...
    çözemediğimiz, çözemeden yaşadığımız,
    bir anlamda katlandığımız tutkuların
    haklılığını kanıtlayan şeylere güveniyorum ben hala

    sana bugün, şu an ne yazabilirim?
    nelerden söz edebilirim?
    niçin böyle bir düşünce içine girerim?

    bittikten sonra biz,
    nerene gömeceksin beni?
    düzenli takvim aralıklarında gelip
    temizleyip ayrık otlarını
    açacak mısın?
    gömdüğün yeri...

    bilincimizi bedenimize mıhlayacak çekici tutamadık
    ummak ve ayak uydurmak arasında gidip geliyorken
    dağılıyorduk
    ayrılıyoruz diyemiyordum buna
    çünkü dağılıyorduk sadece...

    yalnızca sevişmek için mi kullanıyorum yeteneğimi?
    bu yüzden mi her gelenin aklı,
    aklımda...
    etkisi kaç kelime sürer?
    esaslı bir orgazmın...

    hayat söze dayanmıyor
    anlatılan anlaşılana uymuyor
    uyumsuzluk yayılıyor damarlarda
    kimse söylediğinin ardında
    vaat ettiği kadar durmuyor...

    her sevgili bize verilen kırık not gibi
    hiç silinmeyen, kurtarılamayan...
    yaz okullarında hasret giderilen sadece.
    bu yüzden mi kırıktı?

    seni sıkan sezgilerimi, alınganlığımı, çocuksuluğumu, endişelerimi bir yana ayıramıyorum
    itiraf etmeliyim
    ben hala aynı tutsağım,
    aynı şair...

    belki de susmamın nedeni,
    söylediklerimin geri tepmesinden korkmamdı
    göğsümün sol yanı acırdı
    sen sustuğunda...

    kolay sözlerin aldatıcı büyüsüyle yazıyorum...
    gördüğünle, işittiğinle yetinmeyi seçtiğin için
    içinde ne olduğunu bilmediğin çuvala
    elini sokamadın

    bundan böyle anlamın ne derinliği olabilir ki benim için?
    derinlik ne ifade edebilir?
    sabahlara ulaşıyorum
    oysa sana ne çok yol var...

    • Beğen 1
  9. eski arkadaşlar da aramıyor artık.
    aynı dünyayı paylaşıyor olmamızı yadırgamış olmalılar.
    oysa eskiden birlikte yaşlanmak konusunda ne çok anlaşmalar imzalamıştık,
    alkol kokan nefeslerle öpüşüp mühürlemiş.
    belki de eskiden alınmış kararların ortakları eskidiği için,
    yeni kararlar almakta zorlanışlarım.
    geçmişine bağımlı yaşayan insanlara Amatem yardımcı olabilir mi?
    mesela alkol gibi sigara gibi bu bağımlılıktan da kurtulabilir mi insan,
    ilaçla ya da telkinle bir tedavisi var mı bunun?
    yoksa nefesi kuvvetli bir hocaya mı gitmeli...
    unutunca geçmişini
    gelecekleri boşlukta,
    tutunamıyormuş gibi hissetmez mi insan?
    her geminin ayrıldığı bir liman yok mu?
    rotası yok mu balıkçının?
    kaybolduğun dalgaların arasında
    daha mı mutla olacaksın sanıyorsun?
    yaşamadan öğrenmenin de bir yolu olmalı!
    açık öğretim lise ve üniversiteleri yanılıyor olamaz...

    insanlar birbirlerine güvenmedikleri için mi dini nikah kıyarlar?
    Tanrı'ya verdikleri sözü tutarlar diye mi?
    hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya dek...
    diye söz verdiklerinden beri,
    boşanma davalarına bakan hakimler birer Azrail,
    avukatlar sorgu melekleri mi?
    evlilik sonrası mal paylaşımı da saçma değil mi?
    hani kefenin cebi yoktu?
    bari ses sitemini ben alsaydım...

    yazarken sessiz olmalıydım oysa,
    adım gibi biliyordum!
    içimden gürültüyle kopup gelen her kelimeye susturucu takıp
    usta bir katil gibi öldürmeliydim aklımdan geçenleri.
    bomba imha ekiplerinin çalışmalarını izlemek isterdim oysa
    üzerlerinde ki giysilerinin bir halta yaramayacağını bile bile
    korkmuyorlar mı?
    belki bu defa patlamaz diye mi kandırıyorlardı kendilerini?
    ta ki bu defa patlayana dek mutlu yaşıyorlardır umarım...
    sıradan insanlar da öyle değil mi?
    belki bugün de ölmeyiz,
    belki bugün aşık oluruz,
    belki bugün zengin oluruz,
    belki bugün o otobüs boş gelir,
    belki bugün,
    yok akşam iş dönüşü iki tek atarız...
    bunu kesin yaparız!
    diğerlerinin olmazlığına katlanabilmek için...

    bazen korkuyor insan,
    kendinden başka kimseyi bilmemekten korkuyor
    bir süre kırılma numaralarıyla mesafeler koyarken
    o mesafeler arasında kayboluyor
    önsezilerine güveniyor
    yoksa yenik mi düşüyor?
    bulmacaları çözmeye çalışırken buluyor kendini
    biri bitmeden diğeri,
    biri gitmeden diğeri geliyor.
    yine de güveniyor önsezilerine
    hastalıklı bir romantizme teslim olmaktansa
    rutubetsiz kuru bir ev hayal ediyor
    duvarlarının rengini bari o belirleseydi...
    belki yeterince mesafe koyamadın!
    demek ki hala kaybolmadın...
    yenilmemişsin bak,
    şimdi sıradaki bulmacaya geçelim mi?
    en sevdiği renk hangisiydi?

    renkleri sevmezdi oysa...
    bu yüzden renksizdi odaların duvarları bomboş
    hoş değildi belki
    beğenmemiştin bunu önerdiğimde
    duvarın da, tuğlanın da, harcın da rengi var görmüyor musun!
    derken
    bir kez daha ispatlamıştın renkleri sevmediğini
    nasıl istersen'e bağlayıp konuyu kapattım.

    • Beğen 1
  10. oturduğum yerden yazıyorum bunları
    on beş metrekarelik bir odanın
    sarı duvarları arasından
    ve ruhumun sonsuz uçurumlarından atıyorum kendimi
    düştüğüm yerler acıyor mudur?
    acıyor olmalı,
    yoksa bu kadar kötü hissetmezdim değil mi?

    kimi hayatıma alsam
    yani
    düşsem üzerine
    sonrasında hep bir kalp ağrısı
    bir can yangını
    ne söndürebiliyorum
    içime alsam diyorum
    zaten içimde diye değil mi bu yangın?
    aklımın oyunlarıyla büyütüyorum kendimi
    yazdıklarımla etkisiz hale getirmeye çalışıyorum
    olmuyorum
    olmamışlık hallerim bir simit satıcısı gibi
    tezgahını açmış cami avlusuna
    sabah ezanı vakti
    ne gelen var ne giden...
    kimse uykusundan vazgeçmiyor sanki
    tanrım bundan alınıyor mudur şimdi?
    satamadığım simitleri ufalayıp
    güvercinlere atıyorum
    nasip onlarınmış...

    sonra uyanıyorum yatağımda
    biraz da bu tarafıma yatsam diyorum
    diğer tarafım yorulmuş taşımaktan beni
    derken uykum kaçıyor
    gidip çöpleri topluyorum
    çuval bezinden yapılmış el arabamla
    eğilirken çöp konteynırına
    elimde metal bir kanca
    hayatları karıştırıyorum
    birileri kafayı çekmiş
    koyu renkli bira şişeleri
    yarım bırakılmış pasta görüyorum
    sinekler üşüşmüş
    kimin hoşuna gitmemiş?
    doğum günleri...

    açılmış ama kullanılmamış bir prezervatif
    özeline girdiğim için şimdi
    yadırgar mı sahibi?
    içinden çıkamıyorum bu içimdeki çöplerin
    düşünce artıklarının
    geri dönüştürmesi olmalı
    ders alınmalı diyorum kendime
    ama kaç paradır ki o derslerin saati?
    hem daha önce o okulu bitirmeli
    sonra atanacak,
    beki sonra yine sever beni...

    dönüyorum sonra duvarları sarı renge boyalı odama
    siyah keçeli kalemle parmaklıklar çiziyorum
    tavanı mavi
    hücresinde yatarken hayal etmeyen var mıdır acaba?
    yoksa yasaklanıyor mu insana?
    gökyüzünün renkleri....
    perdenin köşesini kıvırıp bakıyorum dışarı
    aydınlık bir sokak,
    gri renkli üzgün bina
    bir balkon kışın kullanılmayan
    o evde yaşayanların umurunda bile değil
    benim umurumda da ne oluyor sanki?
    bir süre daha bakıyorum
    bu sene bahar gecikecekmiş,
    ben görmem belki...

    dönüyorum odama
    sarı renkli duvarlarımda silik parmaklıklar
    pek düzgün olmamış
    kimi hapsediyorum?
    şimdi ruhunu özgür bıraktığım kim?
    martının gözlerinden bakma cüretini kim verdi İstanbul'a!
    altımda üst üste evler,
    üstümden bir uçak geçiyor
    içinde bir kadın pencere tarafında
    bana bakıp gülümsüyor
    ben süzülüyorum aşağıya
    deniz sıkışmış karaların arasında
    ama bu haksızlık değil mi?
    bir dilencinin yanına konuyorum
    Allah rızası için... diyor.
    rızanın bedelini söylemiyor ama
    ne verirsen yeter sanki...
    peki bir kalp kırmanın bedeli?
    altmış dört bin satır yazsan yeter mi?
    ya sussan,
    zamanla geçer diyorlar ya,
    kimin için neye göre
    inandım ben buna
    inanç özgür bırakacak mı?
    teslimiyeti nereye koyuyorduk?
    senin içindeki de geçer mi?
    hatırlanmaz mısın ben sana her yazdığımda
    inancın seni benden kurtaracaksa şimdi
    ardına bile bakma
    çuval bezinden yapılma el arabamla
    hayatları karıştırmaya devam ederim ben
    sen bana karışma

    bazen karşıma çıkacaksın biliyorum
    sokakta yürürken,
    bir otobüs durağında
    elinde kitabın, okurken
    belki geç kalmamak için okuluna
    alelacele giyinmişsin
    saçların karışmış birbirine
    uzanıp düzeltmeye çalışırken
    suçüstü yakalayacaksın beni
    kaşlarını çatıp
    ne münasebet!
    belki oturuyorsundur bir kafede
    çayını yudumlarken
    kaldırımın üzerinden geçiyorum
    ardımda çuval bezinden yapılma el arabamla
    tenimin kirli rengi
    bakışlarım değerse sana
    kirlenme diye çevir başını
    geçer giderim ben
    belki uyumuyorsundur şimdi
    yatağında dönüp dururken
    koynunda oyuncak tavşanın
    nasıl kızmışsın bana
    sabah olsa geçmeyecek
    akşam olsa dinmeyecek
    nereye gitsen ne yapsan
    aklında olduğum için kızacaksın
    anlayışsızlığım için, vurdumduymazlığım için, beceriksizliğim için kızacaksın
    ‘biz’ olduramadığım için
    kızacaksın
    bakışlarını çevireceksin başka bir yere
    ben yanından geçip gideceğim
    duvarları sarı, silik parmaklıkları odamın
    kasvetine bürünürken
    bir çağ kapanıp
    yeni bir çağ açılamıyorken
    mezapotamyadan bu yana
    aşk anlatılamıyorken
    bu kadar da yaklaşmışken üstelik
    küllükler doluyor
    şişeler boşalırken
    içim gidiyor
    bu kaybolma,
    bana doğru gelmiyor...

    • Beğen 1
  11. sevgisiz hissettikçe hatalar yaptım, hatalar yaptıkça beni seveni kaybettim. bir yerden sonra da uğraşmayı bıraktım.

    beni sevsin diye delirdiğim kadının yanında, benden bir mesaj almak için bekleyen kadını göremedim. ben, yırtındığım kadının canımı nasıl yaktığımı anlatırken, dinlerken ağladığını bana belli etmeyen kadını duyamadım. üç günde bir attığım günaydın mesajnı okurken nasıl mutlu olduğunu bilemedim. sırf ben istiyorum diye, o an mutlu olayım diye, sonrasında arayıp sormayacağımı bile bile, benimle sevişmenin ona ne kadar ağır geldiğini anlayamadım.

    gerçekten seni seveni nasıl anlıyorsun biliyor musun? senin birini sevdiğin gibi, biri seni sevdiğinde... ama bu hep terste kalıyor işte. sen başkasını seviyorsun, diğeri seni, onu bir başkası... bu saçmalık denkleminde savrulup duruyoruz. bir gün sen sevildiğinin farkına varıyorsun ama seni seven vazgecmiş oluyor ve elinden hiç birşey gelmiyor. Bunun ağırlığıyla yaşamaktan başka...

     

    • Beğen 1
  12. haklı olmanın bir halta yaramadığı dönemlerden geçiyoruz.

    düşünmek işkence gibi

    farkındalık,

    uykusuzluk ilacı...

    ve hatırlamak

    en ağırı

    herşeyi unutanlar ülkesinde...

     

    nasıl giyineceğimizi söylüyorlar bize

    neyi içmeyeceğimizi

    annesinden ninni bile dinlememişler

    öyle nefret dolular ki

    şarkı dinlesek dinden çıkarıyorlar

    sanki onlar almışlar gibi

     

    kimi seveceğimize de onlar karar veriyor

    nefretimize de

    yeşilden başka rengi sevmiyorlar

    onu da tabut üzerinde diye

    öyle yaşamaya düşman

    azıcık gülümsesek

    ilk taşı atacaklar

    en önde

     

    bilmiyorlar sevişmeyi

    ne de sevmeyi

    babası mecbur kalmış

    evlendi diye

    annesi görevi gereği

    girmişler gerdeğe

    tövbeler peşi sıra

    nasıl girmişler böyle bir günaha

    böyle sevgisiz bir andan sonra

    zorla getirilmişler gibi dünyaya

    düşmanlar

    yanyana gelen

    her erkek ve kadına...

    • Beğen 1
  13. bekliyorsun
    sonra makyajını yapıp
    yalnız çıktığında evden
    yürürken kalabalık sokaklarda
    korna sesleri
    kırık kaldırım taşları
    nasıl yürüyorlar hızlı hızlı
    acelesi çokmuş insanların
    yetişecek yerleri daha çok
    yol veriyorsun durmadan
    vermesen çarpacak
    şüpheleniyor
    durup bakıyorsun bir vitrine
    gerçekten görünmez miyim?
     
    bekliyorum
    gecenin yarısı
    sigaranın dumanı
    sis gibi çökmüş odama
    damağımda alkol kurumadan
    bir yudum daha
    kalemim huzursuz
    parmaklarımın arasında
    ne yazsam arıza çıkacak şimdi
    yazmasam
    çok aceleci bu insanlar...
     
    bekliyorsun
    otobüs durağı
    saatini şaşırmış gelecek olan
    gözlerini daldırıp
    çatlak asfaltın arasından başını kaldıran
    yaban otuna
    basar üzerine diye geçen yanından
    acelesi çok insanlar
    üzülüp
    sanıyorsun ki o da görünmez
    senin gibi...
     
    bekliyorum
    alarmı çalarken saatin
    uyanma zamanını kaçırmışım
    uyanıkken...
    on dakika daha ertelesem
    bir sigara daha
    sararmış parmak uçlarım
    neyse ki
    görmeyeceksin artık
    yitirdiğimden beri
    beklediğin olma vasfını
    ne taranıyor saçlarım
    ne de çıkıyorum arasına
    yetişecek yerleri çok olan
    insanların...
    • Beğen 1
  14. öpmek

    az önce doludizgin sevişip terlemiş bir tenin

    tuzunu dudaklarında hissetmek...

    öpmek

    koklayarak,

    içine çekerek,

    çekerek içini

    doyamamak

    ve öpmek

    durdurmak zamanı

    bıraktığında kollarıma kendini

     

    dayadığımda ağzımı ağzına

    nefesini içime

    nefesim tenine

    yanıyorsun ya

    teslim olup

    indirip silahlarını

    öpülesi göğüslerin

    yalnız uyuyacak bu gece...

     

    sığmadığın yatak değil

    hayatın kendisi

    dönüp durduğun

    seni uyutamayan da

    sabahında uyandırmayan da

    yabancılığın

    tenin ellerime hasret

    kasıkların sıcaklığıma

    üşüyorsan şimdi

    yokluğum

    yanıyorsan

    biliyorsun

    nasıl tatlı

    parmak uçlarım...

     

    öptüğüm yerlerin geliyor aklıma

    her dokunuşumun izi kalmış

    ısırmışsın dudaklarını

    kasılırken dayanamayıp

    hala parmaklarının arasında

    çarşafları yatağın

    uğultusu kalbinin kulağında

    titrerken bedenin

    yankılanmış duvarlarında inlemelerin

     

    hayal bu ya

    bitmiş dönüyor dünya

    yaşadıkların yanına kalmış

    yaşayamadıkların aklında

    şimdi öpsem yazıyorum

    okurken sen

    sığamıyorsun

    yatağına...

    • Beğen 1
  15. erkeğin kulağındaki küpeye

    kadının saçının teline

    çocuğun giydiği giysinin rengine

    sanatçının söylediği türküye

    üzerine otel dikilecek

    toprağın yetiştirdiği bitkiye

    sokakta yanından geçtiği köpeğe

    birbirine sarılmış iki sevgiliye

    sevgiye!

    düşman bunlar...

     

    ne tahammüleri var

    ne duramıyorlar saldırmadan

    hiç sevilmemişler

    ne anneleri

    ne babaları tarafından

    öyle kin dolu

    öyle nefretle bakıyorlar ki

    insanlara

    kimse eğlenmesin

    mutlu olmasın kimse diye

    kimse okumasın bir romanı

    umuda kapılmasın

    kimse dinlerken bir şarkıyı

    özlemesin sevdiğini hatırlayınca

    öpüşmek kimsenin aklına gelmesin

    sarılmak mı?

    taşlansın görüldüğü yerde!

    dokunmasın erkek kadına

    kadın erkeğin on adım ardında

    sevişmeden yapılsın çocuklar

    o çocuklar siyah giysin!

    bilmesinler renki dünyayı...

     

    günaha da onlar karar veriyor

    sevaba da...

    onlar tutmuş cennetin kapısını

    istediklerini alıyorlar içeri

    istemediklerinin

    parasına bakıyorlar...

    parası yoksa

    devreye giriyor şükür müessesi

    bu dünyada olmadı kısmet

    diğer tarafta yaşadınız

    ses çıkarmayın yeter ki!

     

    onların dediği gibi yaşayın

    onların istediği olsun

    onlar mı?

    imtihanları zenginlikleri!

    nasıl zor bilseniz

    şükredersiniz fakirliğe

    sizin için feda etmişler kendilerini

    sırça köşklerde uyanıp

    son model arabalarda gezip

    yiyip içmek dilediğin gibi

    öyle zor ki...

     

    haftada bir cuma günü

    karışmak aranıza

    yılda bir paraya kıyıp

    gidip arınmak hacda

    iki de kurban kesip

    dağıtmak fukaraya

    şeyhinden icazet alıp

    sarkmak karıya kıza

    hatta daha tüyü bitmemiş oğlanlara

    öyle zor ki...

     

    bu yüzden sevmiyorlar insanı

    ne ağacı ne hayvanı

    hele ki sanatçıyı

    taşlatsalar

    nasıl rahatlayacaklar

    sevmiyorlar gülümsemeyi

    ne de renkleri

    bu yüzden deliriyorlar

    nerede elele tutuşmuş sevgili görseler

    hele bir de öpüşseler

    çekip vuracaklar oracıkta

    çünkü kimse sevmemiş onları

    kimse siyahtan başka renk göstermemiş

    hiçbirini sevmemiş annesi

    dizine yatırıp

    hiçbirini

    korkutmadan

    inandırmamış Allah'a

    hiçbiri

    saçlarının arasında

    hissetmemiş şefkatli dokunuşları

    bu yüzden nefret ediyorlar

    herkesden

    bu yüzden

    çok görüyorlar

    kendi yaşayamadıklarını

    başkalarının yaşamasını...

    • Beğen 1
  16. tahammül sınırlarımızı zorlarken

    daha ne kadar

    sabah uyanınca

    bir şey olmamış gibi yapacaktık...

    uyandırmaya kıyamazken
    yanında yattığımızı her sabah
    kalkarken
    kapıları çarpmasın diye esen rüzgar
    eşiğine terliklerimizi çıkarıp
    koyarken
    yalın ayak buz gibi zemin
    şubat ortası içimize işlerken
    çayın suyunu koyardık
    ısınsın diye odanın içi
    sobayı tutuşturup
    diğerinin uyanmasını beklerken
    bu beklemek mi yordu bizi?
    sabah uyanmalarını
    akşam eve gelişlerini
    bir kere de konuşmadan anla beni!
    anlamanı...
    beklemek mi zordu bu kadar?
    önce yalnız yatağa girmeye alıştık
    sonra umursamadık uyandığımızda
    uyanmasın diye diğeri
    dikkat etmeyi
    çaydanlığın altını yakmaktan mı vazgeçtik önce?
    çıkıp giderken evden tek başına
    ardımızdan çarpan kapının sesinden
    ya uyanırsan diye
    endişelenmekten mi?
     
    bir gece ben gelmedim
    diğer gece sen
    sormak aklımıza bile gelmemişti oysa
    nerede olduğumuzu ya da
    kiminle
    ben yazıyordum o sıralar
    sen yaşıyor
    ikimizde memnun halimizden
    öncesi sessizliğinde fırtınanın
    aldanıp havanın sakinliğine
    açıldık olabildiğince...
     
    senle yaşayamadıklarımı yazıyor
    benle yaşayamadıklarını arıyor
    her gece biraz daha yabancı
    girdiğimiz o yatakta
    dokunmamaya özen gösteriyorduk
    birbirimize...
     
    sonra
    sen gelmedin bir gece
    ve sonraki gece
    ve sonraki...
    kapının önünde giyilmeyi bekleyen terliklerin
    başının ağırlığıyla ezilmemiş yastığın
    karşıladı beni
    dün sabah kahvaltı masasına koyduğum
    çay bardağının hala orada olması
    komikti biliyor musun?
    bilmiyorsun tabi ki...
    sabah bekledim kapısında banyonun
    sanki sen içerideymişsin de
    bir an önce çıksan da ben gireyim diye...
    anımsamak işime gelmedi
    seninle o banyoya
    defalarca birlikte girdiğimi...
  17. gitmenden değil de

    gelmezsen diye korkuyorum

    güzel kal diyorsun

    gittiğinde

    sabahına kurulmuş

    uyandırılmaya ayarlı bir saat gibi

    gitmiyorum diyorsun ya şimdi

    sigara paketlerini üzerine yazılan uyarılar gibi

    bagımlılık yapar

    kansere neden olur

    iktidarsızlığın yoldaşı

    sevişemezsin bak başka bir kadınla

    der gibi

    gitmiyorum şimdi diyorsun

    en geç sabahında

    yanımda olmayaksın

    ne yapayım bu bilgiyle

    oturup ağlasam

    aklımın neresine sokayım

    birlikte olsak ne güzel olurduyu

    kendimi nasıl avutayım?

    yalnız uyandığımda

    seninle uyandıgım her sabahı

    hatırladığımda

    nereme sokacağım!

    • Beğen 1
  18. az önce titreyerek sokulmuşum gibi
    kollarının arasına
    az sonra geçmiş ne varsa
    toplantıya girerken
    boy aynasının karşısında durmuş
    düzeltmiş üstünü başını
    iyi görünüyorum değil mi?
    sensiz ne kadar olacaksa artık...
     
    senin söyleyeceklerin vardı
    benim susacaklarım
    akşam vakti sahile indik
    demir kilise kapanmış
    kaldırımda bir dolu insan
    biraz yaklaşsana yanıma
    serin oldu
    üşüyorum...
     
    aklından neler geçiyor?
    gözlerini süzüp bakarken
    ne kadar uzaklaşıyorsun kendinden
    ardından durup bakıyorum
    şüpheler birikiyor içimde
    ya geri dönmezsen...
     
    korktuğum başıma geliyor
    zaten neyden korksam
    eksik olmuyor tepemden
    önce elimi tutmayı bıraktın
    sonra
    ardından bakarken
    yok ya gelir geri
    gelir değil mi?
    bir yıl iki ay dört gün oldu
    yarın beş
    şunun şurasında ne kaldı
    ne kadar kaldı?
    geriye...
    döşenmiş mayınlar gibi
    şehrimin seninle gezilmiş her yerine
    şimdi neresine gitsem sensiz
    canımı yakıyor
    adımımı atsam
    sen çıkıyorsun karşıma
    evden çıkmasam diyorum
    yatağım
    hala sen kokuyor...
     
    • Beğen 1
  19. Ben giderim.

    Sen gelmesen bile sen yanımdaymışsın gibi orada geçirdiğim her anı seninleymiş gibi yaşarım. Seninle uyur, seninle uyanır, seninle inip sahile uzanırım. Suya gireriz birlikte yüzeriz, yorulunca çıkar sıcak kumların üzerine uzanır, acıkınca gözleme yapan ihtiyar kadının mekanına gidip oturup, sabırsızlıkla gözlemelerin hazırlanmasını bekleriz. Tıka basa doyururuz karnımızı. Sonra uykumuz gelir akşam üzeri beş gibi odamıza çekilir, duşumuzu alır, uzanır uyuruz. Akşam saat on gibi çıkarız odadan, canlı müzik yapılan mekanları gezeriz tek tek, kafamıza uygun bir yer bulana kadar.

     

    Belki bir şarkı duyarız o an, oradan geçerken, mekana girmeden tam karşısındaki kaldırıma oturur, elimizde bira şişeleri yanyana içerken eşlik ederiz. Sonra şarkı biter, sonraki şarkı hoşumuza gitmez, kalkar başka mekanın karşısına gideriz.

    Yanımızdan gecip giden tuhaf tiplere bakarız. Belki turistler vardır onlarla sohbet ederiz. Aksanları farklı gelir belki zor anlaşırız ama eğleniriz.

     

    İstersen gece on ikiden sonra barlara gideriz. Çok gürültülü ama olsun, sen istersen ben de isterim. Bırakırız kendimizi alkolün ve gürültünün kollarına, beceremem ben pek ama sana eşlik ederim dans ederken. Yorulana dek dans eder, bağıra çağıra şarkı söyleriz. Sesimiz kısılana dek...

     

    Sonra kapanır mekan son çıkanlardan oluruz

    kanımızdaki alkol oranı arşa değerken

    sallana sallana

    sarmas dolaş döneriz odamıza

    öyle yorgun öyle sarhoş oluruz ki

    çıkarmadan üzerimizdekileri

    atarız kendimizi yatağa

    döner durur dünya ikimizin etrafında

    sanki merkezindeymişiz gibi kainatın

     

    salak salak gülümsemeler dudaklarımızda

    neye güldüğümüzü bile bilmeden

    diyeceksin ki o an

    içmeyecektik o son kadeh şarabı

    diyeceğim ki

    içmeyip te ne halt edecektik?

    kahkahalarımız yankılanacak gecenin dördü

    odanın duvarlarında

     

    sırt üstü bakarken tavana

    zorlukla kaldırdığın elinin işaret parmağını

    uzatıp dudaklarıma

    çok da tutturamayıp sus diyeceksin

    daha yüksek sesle atarken kahkaha

    parmağınla dudaklarımı bulamıyor olman

    delirtecek bizi

    karnımız ağrıyana kadar devam edeceğiz

    inletmeye odanın duvarlarını

     

    yan tarafta kalanlar rahatsız

    şikayet etmişler bizi resepsiyona

    çalacak odanın telefonu

    lütfen biraz sessizlik derken

    ahizenin diğer tarafındaki ürkek ses

    pardon deyip

    kapatırken telefonu

    gözlerimizden yaş gelecek

    öyle tutamamak kendimizi

    öyle gülmek...

    içimizi çeke çeke

    nefes nefese

    katıla katıla

    gülerken

    kaç gün kaldı? diye soracağım sana

    neye? diyeceksin..

    neye kaç gün kaldı?

    ayrılığa...

     

    doğrulup yatağın üzerinde

    az önce gülmekten yaşarmış gözlerinle

    yaşlı gözlerime bakacaksın

    kenarlarında kırışıklıklara

     

    bu da nerden çıktı şimdi? diye kızacaksın

    ne güzel eğleniyorduk

    dokunmak isteyeceksin o an

    ıslanan yanaklarıma

    gri üniformalı memur ciddiyetiyle yüzlerimizde

    yan odadakilerin istediği sessizlik

    kendiliğinden gelip yerleşecek odamızın

    duvarları arasına

     

    sorumun cevabı havada kalacak

    ne sen seslendirebileceksin gerçeği

    ne de ben üsteleyeceğim

    gözlerin hala yaşlı gözlerimde

    ciddiyete rağmen hala ıslanıyorsa gözleri insanın

    canı yanıyordur artık

    uzanıp üzerime başını göğsüme koyduğunda

    ve ellerim saçlarını okşadığında

    yutkunuyorsun

     

    sabah olacak ve biz yine inip sahile

    o sıcak kumların üzerine basarken çıplak ayaklarımızla

    yanarken canımız üstelik

    atıp kendimizi serin sulara

    ve yorulup çıktığımızda

    ve acıktığımızda

    bu defa kahvaltı edelim

    kaldığımız pansiyonun bahçesinden toplayalım domatesi salatayı biberi

    sabah yumurtlamış tavuklar

    hala sıcak olmalı dokunduğunda

    çay da yeni demlenmiş

    reçel de vardır değil mi?

    diye sorduğunda

    vardır... hem de çilekli...

     

    akşam üzeri yine yorgun

    olmuyor...

    bu defa sana değil ama

    kendime soruyorum

    kaç gün kaldı...

     

    kaçırırken bakışlarımı

    az önce etrafımızda dönen dünya

    duruyor

    göğsümün üzerinde başın

    içimi çektiğimi anlıyor

    daha sıkı sarılıyorsun

    titreyerek çıkıyor sesin

    sanki az önce ağız dolusu kahkahaların

    sahibi değilmiş gibi

    bitecek değil mi?

    cevabımı

    anlıyorsun

    daha sıkı sarılmamdan...

     

    elimi tutup yüzüne kapattığında

    öperken avucumu

    kaldırıp başını

    yüzüme baktığında

    ve o dudakların

    öpsem yangın yeri

    öpmesem

    yatacak yerim olmaz tanrı katında

    döküp benzini ateşe harlar gibi

    dayayıp ağzımı ağzına

    sanki yeni dünyaya gelmiş bir bebeğin

    aldığı ilk nefes gibi

    çekerken içime

    ciğerlerim yansa da

    kana kana

    öptükçe dudaklarını biraz daha sokulup kollarımn arasına

    biraz daha dilin

    biraz daha dudakların

    biraz daha alıyorsun yavaşça kollarının

    bacaklarının arasına

    tek bir söz

    tek bir ikaz

    tek bir işaret olmaksızın

    bırakıp kendini

    içinde körüklenen ateşin sıcaklığına

    öperken...

     

    sabah olmayacak

    yarın, sonraki gün, sonrası ve ertesi

    bitmeyecek gibi

    sevişirken

    her soru ve her cevap anlamsızlaşırken

    kasılırken deli gibi

    gözlerin kapalı

    bitecekse böyle bitsin

    sadece bu an

    sadece şimdi

    üstü kalsın işte

    kalsın geriye ne varsa

    kalayım bu anda

    kollarının arasında...

     

  20. tek başınayken bulmuştum seni

    tek başıma savrulurken

    sönmüş lambaların karanlığında sokağın

    girsem mi girmesem mi ürkekliğimi

    başımı eğip yakalarının arasına paltomun

    bakışlarım ıslak asfaltta

    her adım daha zor

    her adım düşer gibi boşluğa...

     

    çok yaklaştım bu gece biliyor musun?

    bilmiyorsun tabi ki...

    kıyısında durup yaşamın

    bir adım sonrası

    aklımda sen olmasaydın

    nasıl kolaydı bırakmak kendimi

    geçer yıllar sonrasında

    acı bir hatıra olarak anımsanmasın

    aranızdan ayrılışım...

     

    ne yokluğuna alıştırdım kendimi

    ne varlığını kabul ettim

    pazar günlerini bekledim

    elimde kovam, en ucuzundan oltam

    sabahın köründe kalktım

    daha gözlerim açılmadan

    tutmak bahaneydi

    tutulmak kaçınılmaz

    akşam olur geçer sandıklarım ardımda

    geçmeyecekleri nereme sokacağım?

     

    uyuyorsun şimdi

    belki birazdan

    belki uyumadan

    aklına geldiğimde keşkeler ekeceksin

    hayallerinin arasına

    bana anlatmak yerine

    ben sormayacağım

    sen konusunu bile açmadan

    iyiyim diyeceksin sorduğumda...

    ikimizde bilirken üstelik

    tek başımıza mümkün değilken mutlu olmak...

     

    sıradan günlere paylaştırılıyorken

    ve alışıyorken üstelik sensizliğe

    bir şarkı denk gelir

    alır gider bırakır bizi

    en unutmak istediğimiz yere

    yaramız durmadan kanayan

    yıllar geçse de üzerinden

    kapanmıştı oysa

    hatırlatana kadar cem adrian...

     

  21. adına hilal diyorlarmış
    bu gece karşılaştım kendileriyle
    gecenin koynunu yırtmış gibi
    sıyrılmış tam ortasında
    öyle bağımsız
    öyle parlak
    günaha davet eder gibi
    çık gel diyordu
    kabuğundan
    kır gel
    ne kadar zincir varsa
    boynunda...

    hiçbirşeye ihtiyacım yok,
    kışkırtılmak yeterli benim için
    neron motivasyonunu bana borçlu
    kolay değil yakmak,
    kıyısına seni getiren gemileri...

    kumsal hayaliyle açılanlardan olmadık denize
    fırtınaları da göze aldık
    kayalıkları da
    boğulup gitmek de yazılacak tarihe
    vurup karanın koynuna
    hayatta kalmak da
    günün sonunda...

    sanki musa yararken denizi ikiye
    arasına girdiğinde korkmamış gibi boğulmaktan
    isa gerileceği çarmığı sırtında taşırken
    öleceğini bilmiyormuş gibi
    muhammed sığındığında o mağaraya
    macera yaşamamış gibi
    ben attığımda kendimi
    kayalıklara
    daha mı az kutsal?
    tercih ederken yaşamaya..

    sırtıma dünyayı yükledim
    arşa yürüyorum
    yorulduğum yer
    dizlerimin üzerinde
    soluklandığım
    yeniden ayaklansam
    isyan çıkacak
    hem roma
    hem konstantinople yanacak
    küllerinden doğmayacak yeni bir şehir
    bir çağ açılmayacak
    kapanacak ne varsa üzerine
    karanlığın içinde bir hilal
    yırtıp arasından görünmeyecek
    ilham gelmeyecek
    yazılmayacak bundan sonra
    ne aşkın kafiyesi
    ne karaya vurmuş balina
    ağıtlara konu edilmez
    isa çarmıhta
    musa denizde
    muhammed mağarada
    tek başlarına
    ben kayalıklarında
    kızıl denizin
    hangimiz daha kutsal
    sorgulanmayacak...
    unutulacak insan olduğumuz
    oysa hepimiz sevmiştik
    ben daha çok seni
    bu yüzden mi kıskandı tanrım beni
    silindi adım
    kimse tarafından
    hatırlanmadım
    senden başka...

    • Beğen 1
  22. bazen deliliğin dorukları,
     
     
    bazen yerin dibi gibi soğuk ve karanlık
     
     
    üzerine toprak atılmış
     
     
    yalnızlık seninle konuşmaya çalışmak
     
     
    sesin gelmediğinde
     
     
    çaresizlik üzerine meteor çarpmış bir gezegen
     
     
    ne bir kul kanat çırpar
     
     
    ne mevsim değişir
     
     
    uyanır uykusundan insan sensizse eğer
     
     
    gider bir otobüs durağında tek başına bekler
     
     
    üstelik yagmur, yetmez miş gibi
     
     
    tüzgar
     
     
    iliklerine kadar ıslanır sen susarsan eğer
     
     
    sonra akşam olur
     
     
    elektrik tellerinde kuşlar tünemiş
     
     
    beklemişler neyi beklediklerini bilmeden
     
     
    bazen deliliğin dorukları,
     
     
    bazen yerin dibi gibi soğuk ve karanlık
     
     
    üzerine toprak atılmış
     
     
    yalnızlık seninle konuşmaya çalışmak
     
     
    sesin gelmediğinde
     
     
    çaresizlik üzerine meteor çarpmış bir gezegen
     
     
    ne bir kul kanat çırpar
     
     
    ne mevsim değişir
     
     
    uyanır uykusundan insan sensizse eğer
     
     
    gider bir otobüs durağında tek başına bekler
     
     
    üstelik yagmur, yetmez miş gibi
     
     
    bazen deliliğin dorukları,
    bazen yerin dibi gibi soğuk ve karanlık
    üzerine toprak atılmış
    yalnızlık seninle konuşmaya çalışmak
    sesin gelmediğinde
    çaresizlik üzerine meteor çarpmış bir gezegen
    ne bir kuş kanat çırpar
    ne mevsim değişir
    uyanır uykusundan insan sensizse eğer
    gider bir otobüs durağında tek başına bekler
    üstelik yagmur, yetmezmiş gibi
    rüzgar
    iliklerine kadar ıslanır sen susarsan eğer
    sonra akşam olur
    elektrik tellerinde kuşlar tünemiş
    beklemişler neyi beklediklerini bilmeden
    uçup gitmişler onlar da
    geriye kalmış ıslak asfaltın ışıltısı
    yalnızlık iliklerime işlemiş
    nasıl titriyorum bir bilsen
    sen sustuğunda
    • Beğen 1
  23. küçük ayrıntılara takılıyorum günlerdir
    her ayrıntının ardında gizlenen yalnızlık
    her susmanın getirdiği
    yalvarışlar...
    uyuyorum diyor kadın,
    uyuma! demesini beklediği için,
    adamın...
    beklemese,
    iyi geceler dilerdi
    sadece...
     
    bilmek yetmiyor değiştirmeye,
    kimisi tanrısına sığınıyor
    kimisi öfke kusuyor
    gücünün yettiğine
    kiminin alnı secdeden kalkmıyor
    gözmez sanıyor kaldırmayınca başını
    kiminin gözleri kan çanağı
    izlerken kandırıyor kendini
    başkasının hayatlarını
     
    varoluş amacınızı sorgulamayın diye
    nasıl da kabul ediyorsunuz dayatılanları
    sanki siz seçmişsiniz gibi
    şu an tek başına girdiğiniz o yatakta
    yalnız uyumayı...
     
    cüzzi iradenizle mutlu olup
    külli irade karşısında
    tabi tutulduğunuza inandığınız o sınavda
    nasıl da savunuyorsunuz
    size tanrılık taslayanları...
     
    • Beğen 1
  24. düşünmekten yorgunum çağlar boyunca
    bilmek götürdüğü yerde
    yalnız bıraktı beni
    ne yana dönsem karanlık
    dursam diyorum bazen
    bırakıp pedalları çevirmeyi
    düşsem
    düş müyüm gerçekten?
    her gece uyanan kim?
    uzandığında karanlık yatağa...
     
    düştüğüm kuyudan çıkmak için
    okudum
    okudukça görmeyi öğrendi gözlerim
    izledim
    izledikçe saklanmayı öğrendim
    her maske biraz daha yapıştı yüzüme
    çıkarmak canımı yakar diye
    avuttum kendimi
    bak! üzerinde iyi durdu...
    hatta kapattı kırışıklıkları
    zamana meydan okudu...
     
    bildiklerimle lanetlendim
    kehanet sayıldı öngörülerim
    oysa sadece yaşamıştım ben
    sizden yıllar önce
    kırılmalarımız aynı yerden
    sizi değil belki ama
    o yarayı nerde görsem
    tanırım ben...
     
    oynadığım kelimeler
    nasıl birikir içinde söylemezsen
    öyle boğuyor beni de
    öyle hırsla öyle öfkeyle
    öyle kin dolu kusuyorum ki bazen
    kan gelmesi gibi agzından burnundan bir veremlinin
    hastalığının en son evresindeyken...
    taşıyamıyorum artık
    inancımın temelleri sarsılıyor
    irademin altında kalıyorum
    son bir umutla sarılıyorum Hegel'e
    Kant köşede oturmuş
    gülüyor ağız dolu çaresizliğime
    Freud çocukluğuma vurup duruyor
    bir türlü inandıramıyorum kimseyi
    hala büyümediğime
    Kierkegaard uyu diyor, geçecek
    dalga geçiyor benimle
     
    aklımı kaçırmaktan korkuyorum
    olmadık yerde alıp başını gidiyor
    dönmezse'ye alıştırıyorum kendimi bir süre
    alıştığım yerde kapım çalınıyor
    gecenin yarısı
    tam da yalnız kalmışken kendimle
    nasıl rezil bir bağımlılık bu
    yine gideceğim dese de
    alıyorum içime...
    o nedensiz bırakıp giden sevgili
    yıllar sonra dönse bile
    hazır bekletirsin ya aklını, ruhunu, bedenini...
    öyle beklediğimi farkediyor
    utanıyor kendimden
    yine de alıyorum içime...
    biliyorum sabah yalnız uyanacağım yine
    biliyorum
    yaralarım dönecek kangrene...
     
    yoruldum düşünmekten
    düşmekten
    düşten
    ...
     
     
     
  25. iyi olmayı da öğrendim yaşarken,

    kötü olmayı da...

    seçtiğim gri.

     

    iki tarafı da gezdim gördüm

    yolum benimdir...

    yok aidiyetim

    ne minnet ederim

    ne boyun eğer

    günün sonunda kendi doğrumla huzurla uyur

    kendi günahımla

    yüzleşirim kendimle

    ne yükselir arşa değer başım

    ne dibine girerim yerin

    sürünmek güzeldir kendi seçtiğimse

    elimden tutmak isteyenler sağolsun

    tutulmak istemediğim için

    kanatlarım var benim...

    iyi olmayı da öğrendim yaşarken, kötü olmayı da... gri olmayı seçtim.
     
     
    iki tarafı da gezdim gördüm
     
     
    yolum benimdir...
     
     
    yok aidiyetim
     
     
    ne minnet ederim
     
     
    ne boyun eğer
     
     
    günün sonunda kendi doğrumla huzurla uyur
     
     
    kendi günahımla
     
     
    yüzleşirim kendimle
     
     
    ne yükselir arşa değer başım
     
     
    ne d
     
     
    iki tarafı da gezdim gördüm
     
     
    yolum benimdir...
     
     
    yok aidiyetim
     
     
    ne minnet ederim
     
     
    ne boyun eğer
     
     
    günün sonunda kendi doğrumla huzurla uyur
     
     
    kendi günahımla
     
     
    yüzleşirim kendimle
     
     
    ne yükselir arşa değer başım
     
     
    ne dibine girerim yerin
     
     
    sürünmek güzeldir kendi seçtiğimse
     
     
    elimden tutmak isteyenler sağolsun
     
     
    tutulmak istemediği
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.