ramell tarafından postalanan herşey
-
Çuval
hadi ne yapabileceksen yap. film çevir yapılanları anlatan belki yüzüklerin efendisinden daha fazla izlenir. yada kara şahin düştü kadar üzülmeni sağlasın savaşta yaşananlara. öyle bir marka oluştur ki günde 6 milyon şişe satsın. ve adı dünyanın en çok bilinen kelimesi olsun. öyle bir şirket kur ki yıllık geliri 350 milyar dolar olsun. ve hala senede %7 büyüsün. öyle zenginlerin olsunki servetinin %80 ini bu bin dolar değil 35 milyar dolarını bağışlasın. önce yazılım sektörünün en güçlüsü olan bir adam olmalı. dünyanın en zengini olmalı. servetinin büyük kısmını afrikaya yardım için harcamış olmalı. ve sonraki amacı dünyanın en zengin adamı ünvanını korumak ve geliştirmek değil de dünyanın en büyük yardım kuruluşunu kurmak olmalı. hadi yap. ve sen ******* senin yazdıklarında hoşuma gitmedi. sana cevap verirdim ama zamanım yok. anlarsın boş değilim. hem sorunun cevabını nerden bilelim?
-
General Motors'un Bağımsızlık Savaşı
General Motors (GM) Dünyanın en büyük otomobil şirketi. 9.17 milyon satış, 190 milyar dolar yıllık gelir, 12 global marka Buick, Cadillac, Chevrolet, GMC, GM Daewoo, Holden, HUMMER, Opel, Pontiac, Saab, Saturn ve Vauxhall. 327 bin çalışan ve 75 yıllık liderlik. 10 gün önce GM'in %9.9 una sahip olan Kirk Kerkorian hisselerinden beklediği parayı kazanamadığı için Renault-Nissan CEO'su Carlos Ghosn ile görüştü. Renault-Nissan'ın GM'den %10'ar hisse almasını ve 3 şirketin birleşmesini önerdi. Sorun şu: GM Amerika'nın ikonlarından biri. Amerikada şöyle bir söz vardır; GM için iyi olan Amerika için de iyidir. Bu 3 şirketin birleşmesinden doğacak olan yığın yeniden yapılanma uygulayan bu çerçevede daha esnek daha hızlı daha hareketli bir şirket olma yolunda ilerleyen GM'nin yavaşlamasına ve yenilenmesine zarar verir. Gm pek iyi durumda olmayabilir. Fakat yeniden yapılanma yüzünü çok değiştirdi. Çinde %40 büyüdü. Amerika pazarında çıkardığı yeni ürünler satış rekorları kırıyor. Hybridde o kadar iyi olmasada FlexFuel araçlarda açık ara lider. Zaten en iyi yakıt ekonomisi sağlayan Hybrid araçta GM'in. GM'nin bu ortaklığa ihtiyacı yok. Bu Gm'yi daha karmaşık bir şirket yapar. Teknoloji olarak diğer ikisinden de açık ara önde. Nissan henüz gerçek bir marka değil. Avrupa da yok gibi. Amerika da ise sadece %6 pazara sahip. Ve bunu hızla kaybediyor. Bu sene yeni bir model çıkaramadı. Renault ise sadece Avrupa ve yeni gelişmekte olan bir kaç ülkede var. Amerika ve Asya da adı bile yok. 20 yıl önce Amerikaya girdiğinde kötü bir ünle geri döndü. Bu iki hurdanın GM'i satın alması Toyota başta olmak üzere Ford ve diğer otomobil üreticilerini çok memnun eder. Bu üçünü de kötü sona götürür. Zaten pek olacak gibi de gözükmüyor.
-
Amerika ve Laiklik
Alıntınızı okudum ama türksolu.org'un zaten daha farklı şeyler söylemesi beklenemezdi. Eğer burada tartıştığımız konu Marshall Yardımı ve o günün koşulları olsaydı anlamlı bir tartışma mümkün olabilirdi. Ne var ki bu konu başlığı Amerika ve oradaki -adına gerçekten laiklik denilebilirse eğer- laiklik uygulamaları. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek ilginç ve faydalı olacaktır. Bunun ne kadar gerçekçi bir rakam olduğu kuşkulu. Daha beş sene öncesine kadar Türkiye'nin ne denli su zengini bir ülke olduğu, on sene öncesine kadar da kendi kendine yetebilen birkaç ülkeden biri olduğu söyleniyordu. Bunlar hoş fantaziler; insan elbette doğru olmuş olmalarını umuyor ama doğru olmadıklarını öğrendik. Türkiye aslında su fakiri olma sınırında ve kendi kendine yeterli değil. 9 trilyon doların doğru olduğunu kabul etsek bile bunu ne kadar rantabl olduğunu da öğrenmek zorundayız. 9 trilyon dolarlık yer altı kaynağını çıkarıp işlemek 9.1 trilyon dolar gerektiriyorsa kimse zahmet edip parmağını oynatmaz. Yine de Truman Doktrini hakkında birkaç kelime etmeden geçmeyeceğim: Truman Doktrini totaliter rejimlere karşı özgür ülkelerin savunmasının Birleşik Amerika tarafından finanse edilmesi fikri, Amerikan dış poltikasında kesin bir dönüş, 1923'de, Batı Yarımküresi'nin Avrupa kolonizasyonuna konu olamayacağını açıklayan Monroe Doktrininin dünya çapında bir karşılığı olarak algılandı. Sovyetler Birliği bu doktrini Sovyet egemenliği altındaki topraklara ve Rus yayılmasına karşı açık bir tehdit olarak gördü. [türksolu.org'un da aynı şeyi biraz farklı bir zaviyeden aynı şekilde gördüğü belli oluyor] Truman Doktrininden pasajlar okursanız Amerikan dış politikasındaki kesin dışa açılımın kaynaklarını ve bu açılımı desteklemek üzere geliştirilen Marshall Planı'nın amaçlarını daha iyi anlayabilirsiniz. [Truman'ın 12 Mart 1947'de yaptığı konuşmadan- Truman Doktrini olarak anılacaktır] ... Bilginize ve kararınıza sunmak istediğim, şimdiki durumumuzun bir safhası Türkiye ve Yunanistan ile ilgilidir. Birleşik Amerika Yunan Hükumeti'nden acele mali ve ekonomik yardım talebi almıştır... Bugün birçok noktalarda, özellikle kuzey sınırları boyunda, hükumet otoritesine karşı koyan komünistlerin yönettiği binlerce silahlı adamın terör hareketleriyle tehdit edilmektedir. Yalnız Birleşik Amerika yardım edebilir... Kendi kendine yeten ve saygı gösteren bir demokrası olabilmek için Yunanistan yardım yardım görmek zorundadır. Bu yardımı Birleşik Amerika yapmalıdır... Yunanistan'ın komşusu Türkiye de dikkatimizi çekmeye layıktır. Dünyadaki özgürlüğü seven bütün insanlar için bağımsız ve ekonomik bakımdan sağlam bir ülke olan Türkiye'nin geleceğinin Yunanistan'ın geleceğinden daha az önemli olmadığı açıktır. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartlar Yunanistan'ın içinde bulunduğu şartlardan epeyce değişiktir. Türkiye, Yunanistan'ı tedirgin eden tehlikelerden uzak kalmıştır. Savaş süresince Birleşik Amerika ve Büyük Biritanya Türkiye'ye malzeme yardımı yapmışlardır. Bununla birlikte Türkiye şimdi yardımımıza muhtaçtır... Birleşik Amerika'nın poltikasının, silahlı azınlıkların ya da dış baskıların boyun eğdirme isteklerine karşı koyan özgür ulusları desteklemek olması gerektiğine inanıyorum. Özgür ulusların kendi karakterlerini kendi isteklerine göre hazırlamalarına yardım etmemiz gerektiğine inanıyorum. Yardımımızı mali ve ekonomik alanlarda yapmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü böyle bir yardım, düzenli politik gelişmenin ve ekonomik istikrarın temeli olacaktır.
-
Amerika ve Laiklik
Tarih boyunca Amerikalılar son derece dindar olmuşlardır. İlk yerleşimciler Amerikayı büyük oranda dinsel nedenlerle kurmuştu. 1774 yılında toplanan ilk ulusal meclis insanların Tanrıdan af dilemeleri, yardım istemeleri için oruç günleri ve Tanrıya teşekkürlerini sunmak için şükran günleri belirledi. Anayasa ise bu tür konuları içermiyor. Anayasa kesin olarak laik. Bununla birlikte onu düzenleyenler, oluşturdukları devletin, ahlak ve dine köklü biçimde sarılırsa, John Adams'ın dediği gibi "Katışıksız din ve ciddi ahlakla desteklenirse ayakta kalacağına" inanıyordu. "Kilise ve devletinin ayrılması" ifadesi anayasa da yer almaz.Tarikat ve sivil otoriteden bahsedilmiştir ve aralarındaki şey "duvar" değil "çizgi" dir. Amerikalılar yarattıkları cemaat, tarikat ve dinsel hareketlerin çeşitliliği açısından benzersiz bir halk olmuştur. 1999 yılında Al Gore şöyle diyordu, " Eğer beni başkan seçerseniz, dine dayalı organizasyonların sesleri benin yönetimimde belirlenecek politikaların bir parçası olacak." 1995 yılında Clinton,okul görevlilerinin öğrencilerin dua etmelerine ya da dinsel konuları tartışmalarına engel olmalarını yasaklayan bir tüzük yayınladı. Clinton'a göre anayasa, " Çocukların dinlerini okul kapısında bırakmalarını gerektirmiyordu." 2 yıl sonra yayınlanan kurallar ise şöyleydi: Müdürler bireylerin dinle ilgili dışavurumlarına saygı duyacaktı. Hristiyanlar masalarında İncil bulundurabilecek, Müslüman kadınlar başörtüsü takabilecek, Musevi çalışanlara tatil ve bayram konularında olabildiğince anlayışlı davranacaktı. Kahve molası ya da öğle yemeğinde dinle ilgili konuşmak ya da tartışmak isteyenlere hiç kimse engel olmayacaktı. Bush en sevdiği politik düşünürün kim olduğu sorulduğunda şu yanıtı vermişti:" İsa; çünkü yüreğimi değiştirdi.. Yüreğinizle ve yaşamınızla İsa'ya döndüğünüzde, İsa'yı kurtarıcı olarak kabul ettiğinizde, O da yüreğinizi değiştiriyor. İşte bana da olan buydu." Ramazan dolayısıyla yayınladığı bir kutlama mesajında is şöyle diyor: "Hazreti Muhammed’e Kuran’ın vahyedildiği ay olan Ramazan, Müslümanlar için yılın en kutsal ayıdır. Tefekkür, oruç ve sadaka için özel bir zamandır. Aynı zamanda manevi gelişme, ibadet ve Allah’ın bahşettiklerini ihtiyacı olanlarla paylaşma zamanıdır.Amerika, tarihimiz boyunca farklı dinlere mensup insanların katkılarıyla kutsanmıştır. Müslüman vatandaşlarımız inanç, cömertlik ve merhametleriyle milletimizin daha güçlü ve umut dolu olmasına yardım etmişlerdir.Bu Ramazan ayının, Amerika Birleşik Devletleri ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan bütün Müslümanlar için kutlu olmasını diliyoruz. Ramazanınız mübarek olsun." Amerika'daki laik sistem dini konularda sorunlara neden olmamış aksine farklı düşünceye sahip insanların birarada birbirleriyle mücadele etmeden yaşayabilecekleri bir ortam yaratmıştır. Ve bu Birleşik Devletlerin hiçbir konuda geride kalmasına sebep olmamış tam tersine dünya lideri olmasına yardımcı olmuştur. Bu sistem Türkiye'de uygulandığında tüm sorunlar kolayca halledilecektir.
-
9. CUMHURBAŞKANI DEMİREL'DEN AÇIKLAMALAR
gelincik yazdı. Öyle zamanlar oluyor ki, bütün ümitlerim tükeniyor ve her seferinde bu ülkede yaşamanın ne kadar acı verici olduğunu düşünüyorum. Bazen umutlanırsınız ya da umutlanmak istersiniz. Ama öyle şeyler olur ki, umutlarınız karanlık duvarlara çarparak kaybolur ve siz yine yalnız kalırsınız. Sizi düşünenler bir kaç kıyafet örneği sunar veya 'saf ve temiz duygulara sahip insanlara bir dediğim yok' gibi laflar ederek sorumluluklarından kurtulur. Yukarıdaki yazıya bakın ve bir kez daha düşünün. Bir Türkiye gerçeğiyle daha karşı karşıyayız. Koskoca ülke sanki korkularına teslim olmuş durumda. Yüzyıllık medeniyetler üzerinde oturan toplum, sanki hafızasını yitirmiş ve gelecekle ilgili hayallerini kaybetmiş.Sırf inançları adına başlarını örten genç kızlara üniversite kapılarını kapatarak inanç ayrımcılığı yaparız da kılımız bile kıpırdamaz. Ülkenin tam ortasında yanan ateş, hakları gaspedilen insanların feryatlarıyla her gün daha yükseğe çıkarda biz duymayız. Giyim kuşam farklılığından dolayı ona buna kara kulp takmak aydınlık değildir. Herkesi kendi şablonlarına uydurmaya çalışmak çağdaşlık değildir.İleride, bu günleri yazacak olanlar, renk, ırk, dil ve inanç farklılığı sebebiyle dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanmış ayrımcılıkları kayda geçirdikten sonra, sıra ülkemize gelecek. Ve yapılan bu çirkinlikler karşısında herkes hayret edecek.
-
Batı'da Düşünce Devrimi
ceyhun: Batı'nın teknolojik üstünlüğü bedelsiz değildir ve sancısız hiç değildir. Etkileri bugün de devam etmekte olan ve aslında sözünü ettiğimiz hikmet yitiriminin doğrudan neticeleri olan sayısız kusurla çevrili ve giderek büyüyen sorunlarla yüzyüzedir. Batı tekniğinin başta insan ve doğal çevre olmak üzere dünyamızın sınırlarını aşan bozucu etkisi kontrol edilemez ve geri döndürülemez boyutlara ulaşmıştır. Bütün bu bedelleri ödemek zorunda kalan Batı teknolojisi elbette sözünü ettiğimiz ezeli hikmete en az Doğu kadar muhtaçtır. Aydınlanma ile insan fikrinin ön saflarını teşkil eden akılcılık, İlahi mesajdan uzak kalarak kendini tüm çevresiyle birlikte bir felaketin eşiğine sürüklemiştir. Perennial felsefe hala canlı ve işlevseldir ve aslında bütün bu soyut mülahazaların ötesinde somut bir gerçekliktir aynı zamanda. Alternatif enerji modelleri, geri dönüşüm, çevre dostu Hybrid araçlar, akılcı atık yönetimi ve diğer birçok alanda ilhamını İlahi mesajdan, Müslümanların olduğu kadar Yahudi ve Hıristiyanların da söz ve eylemlerinde hala canlılığını koruyan İlahi ilhamdan alan ve umut vaat eden gelişmelerdir. [Dileyen aşağıdaki adresten ilhamını İlahi olandan alan bir sistemin neler başarabileceğinin küçük bir örneğini görebilir. Waste Manegement, tam da konuştuğumuz şekilde, çevrenin korunması ve enerji tasarrufu için akıllı atık yönetiminin neler başarabileceğinin somut bir örneği olan büyük bir Amerikan şirketi. Bunu hafife alanlar olabilir. Halbuki çevre bunalımı aslında insan bunalımından başka bir şey değildir. Çevre herhangi bir dış nedenden dolayı bunalım geçirmez; sadece insan durumunu yansıtır. Çevreye yönelik yapıcı çalışmalar aslında doğrudan insan ruhuna yönelik yapıcı çalışmalardır. -http://www.wm.com/wm/about/Overview.asp- ] Ceyhun: Nasr Fizik yanında Bilim Felsefesi'nde de uzmanlaşmış ve bundan sonra tüm dikkatini Bilimin insanileştirilip İlahileştirilmesine vermiştir. Bilim felsefesini Fiziğe tercih etmiştir. Bu bakımdan, tüm devrimci fikirlerini önemli saymıyorsanız eğer, somut bir katkısı olduğu konusunda kitaplarında bir işaret yok. Sorduğunuz son sorunun cevabının bende olamayacağı açık. Herhalde bunu ancak Nasr'ın kendisi bilir. siosteran: Elbette Batı'da var olan kusurları olumlamak imkansızdır. Anladığım kadarıyla sizin probleminiz olumlu gelişmeleri görememek ya görmek istememektedir. Karikatür konusu bile bütün Batı'ya genellenemez; aynı zamanda bu olay Batı'da gerçekleşen dönüşümün var olmadığına bir işaret olamaz. Tıbbi düşüncede meydana gelen düşünsel devrim: Batı Tıbbının uğradığı en büyük değişim kartezyen düşünce ile başladı. Descartes'ten önceki sağaltıcıların çoğu hastayı bir bütün olarak görmüş ve beden ve ruhun karşılıklı etkileşimini dile getirerek, hastalarını toplumsal ve ruhsal çevre bağlamında tedavi etmişlerdir. Descartes'le birlikte beden salt bir makina olarak anlaşılmış ve bu beden makinası üzerinde yoğunlaşılarak hastanın psikolojik, toplumsal ve çevresel boyutları ihmal edilmiştir. İnsanlar hayat tarzlarını sorgulamaktan ve kendilerini toplumsal ve ruhsal bağlam içerisinde değerlendirmekten korktukları için biyolojik-tıbbi modele koşmuşlar ve bütün sorumluluğu doktor ve ilaçlara tevdi etmişlerdir. Tıbbi teşhis aynı zamanda bütüncül toplumsal sorunları örtmek için de kullanılır olmuştur. Mesela korkunç rekabet içindeki iş dünyamızda değişikler yapmayı düşünmek yerine yüksek tansiyona müptela olduğumuzu söyler dururuz. Bu sorunlar ve temellerinde yatan genel felsefi bunalım Batı'da giderek daha fazla fark edilmekte ve çözüm yolları aranmaktadır. Bu başlangıç bile yeterince umut vaad eden bir gelişmedir.
-
Batı'da Düşünce Devrimi
Sözü edilen gelişmelerin "ümit verici" olmadığını düşünüyorsanız bunu mahalle külhanbeyi ağzıyla değil ancak, eğer varsa, kafanızdaki fikirlerle isbat edebilirsiniz. Aksi takdirde inanılmayı bekleyen bir hayalperest olarak kalırsınız. Burada sözü edilen şey Doğu medeniyetinin özünde var olan ama 18. yüzyılla birlikte unutulmaya başlanan bir yaşam tarzıdır; hikmet yoludur. Batı bunu çok daha önce, Aydınlanma Devri'yle birlikte kaybetti. Benim iddiam Batı'nın bir öze dönüş sürecinde olduğudur. Doğu da "aynı" öze dönmekle mükelleftir ve belki de bu süreç Batı da olduğundan çok daha az bir sancıyla atlatılacaktır. Zira Doğu Geleneksel bilgiyi hala çok derinlerde yaşamaktadır. Batı'nın da aynı yolda ve daha büyük bir hızla seyretmesi kesinlikle ümit vericidir, desteklenmelidir. Hayatımızı ve içinde yaşadığımız ekolojiyi yeniden İlahi Model'e göre uyarlayacak olan işte bu geleneksel bilgidir. O halde neden zaman kaybediyorsunuz? Kimse sizi bulunmak istemediğiniz bir yere zorla getirmedi. Bunları söylediğinize göre aslında zaman kaybetmeye baştan razı oldunuz. İsteyerek yaptığınız bir şeyden neden nedamet duyuyorsunuz? Belki de kendinizle bile barışık değilsiniz. Öyle olmasaydı kişisel olmayan son derece seviyeli bir tartışmayı kendi bilinç düzeyinize "indirmezdiniz." Korkarım bizim oralarda kaybedecek zamanımız yok. Budalayı oynayacak da. Sözleriniz iade edilmiştir. Anlattığım gibi, Doğu'nun peşine takılmasını istediğim paradigma Geleneksel bilgidir, yani doğunun yakın geçmişte unuttuğu, kendine ait olan bir bilgi. Doğu'dan Batı'nın peşine takılmasını isteyemeyiz; teknik olarak bunu başaramaz; felsefi olarak bu felakete yol açar. Kurtlar vadiye iner. Yazdıklarımda kibir/büyüklenme havası var ise bunu yalanlayacak değilim. Belki sen de buna karşı kendi fikirlerinle çarpışabilirsin. Fransa'daki olayları hatırladığınıza göre gerçekten televizyon izliyorsunuz. Ve televizyon ancak bu kadar derin bir görüş yetisi verebilir. Bin yıldır yapmak istediklerini sayıyorsunuz. Bin yıl öncesi Avrupa ortaçağına tekabül eder. Ve sanırım bin yıl öncesi Doğu medeniyetinin Batının büyük üniversiteleri ve düşünce okulları tarafından uyarlandığı zaman oluyor. Bin yıl önce televizyon ve gazete aracılığıyla empoze edilmeye çalışılan herhangi bir düşünce olamaz; bu mantıksal olarak yanlış. Bin yıl önce televizyon sütüdyoları olsaydı herhalde her 29 mayıs İstanbul'un alınışının canlı kayıtlarını izleme fırsatı bulurduk. Ya da gazetelerin arşivlerinden dönemin fotoğraflarına ulaşır, köşe yazarlarının yorumlarını okurduk.
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
Bir insanın hakkını verip veremeyeceğimizi tartışmak ne dehşet.Dehşet olan başka şey de hâlâ bu konuları bir kenara bırakamamamız. Fakat artık dünya çok küçük. Biraz parası olanlar için fırsatlar çok. Kanada, Avustralya,İngiltere ve A.B.D gibi medeni ülkeler onları bekliyor.Bu biraz zor ama, istenmediği yerde durmak istemeyenler,giderler ve kendilerine yeni bir yaşam kurarlar. Bizler de beyin göçlerinden bahseder feryat ederiz. Parası olmayanlar ise, ikinci sınıf vatandaş damgasıyla, pencere kenarlarında, Türkiye için iyi şeyler düşünmeye çalışırlar. Hâlâ var olan karşıt gruplarsa, onları ülkeden kovmanın heyecanıyla, elli senelik ömürlerini, arada bir canlarını sıkan sorumsuzluk izlerini kör yazarların makaleleriyle silerek,o küçücük dünyalarında, çürümüş beyinleriyle mutlu bir şekilde yaşarlar. Bu ülke neler gördü. Bunu da atlatır Alimallah.
-
Batı'da Düşünce Devrimi
Hüseyin Nasr'ın ifadesiyle, Philosophia Perennis [Kalıcı/Ezeli Hikmet] ilahi kaynaklıdır ve salt akılla kavranamaz. Zaman ölçülerinin dışındadır. Ezeli hikmet ilahi aklın beşeri akılda tecellisidir. Bir zamanlar Doğu'nun büyük kentlerinde [belh, Tebriz, Bağdat, Şam] olgunlaştırılıp o zamanın sivil toplum önderleri tarafından tabana yayılan ve halk tarafından içselleştirilen topyekun bir yaşam tarzıdır. Bu yaklaşım kendini zengin doğu sanatı ve felsefesinde ve diğer tüm doğa ilimlerinde açıkça göstermiş ve başarılı sonuçlar elde etmiştir. İlahi Kudret'in ışığına göre uyarlanıp yorumlanan birey ve cemiyet hayatı, çeşitli kargaşa ve savaşlarla inkıtaya uğrasa bile 16. yüzyıla kadar Doğu'yu aydınlatmış ve Doğu'dan yansıyan bu ışık Batı tarafından emilip, Batı ölçeklerine göre yeniden uyarlanarak, önce doğru başlayan ama sonra Pozitivizm ve benzeri akımlarla yolundan saptırılan bir seyir izlemiştir. Bu bakımdan savunulan düşüncenin belli bir yüzyıla ait olduğunu söylemek yanlıştır. Sözünü ettiğimiz felsefe "perennial"dir.
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
Kadınların sorunu ortaktır.Bir insanı vazgeçemeyeceği kutsal inancı ile yine asla vazgeçemeyeceği okuma hakkı arasında kesin tercihlerle karşı karşıya bırakmak onu bile bile bir dramın içine atmaktır. Ve laiklik. Dünyada laiklik kavramı aynı değildir. Demokratik ülkelerin çoğunun anayasasında laiklik kelimesi geçmez. Bunun yerine din ve düşünce özgürlüğünden bahsedilir. Örneğin İngiltere ve Birleşik Devletlerde devlet-din ilişkileri çok daha yumuşak, din özgürlüğü geniştir. Bu ileri ülkelerde yasama ile yargı ve yürütme arasındaki denge çok daha iyi kurulmuştur. Demokrasinin olmazsa olmaz ilkesi olan halkın egemenliği etkindir. Dindarların özgürlüklerini her alanda kullanmalarını laikliğe aykırı gören ülkelerde ise insan hakları ikinci plandadır. '200 senedir Birleşik Devletler Allah'ın insanlara verdiğine inanılan haklara duyduğu saygı, toplanma ve konuşma özgürlüklerine, serbest girişim hakkına ve insanın en mükemmel yaratık olduğu inancına karşı gösterdiği duyarlılık ve bunların evrenselliği yolundaki inancındaki samimiyet her türlü övgünün ötesindedir.' 'Michael Howard'
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
Devletin modernleşmenin içeriğini ve sınırlarını belirlediği sosyal ve kültürel bir ortamda halkın görüşü yerine bürokratik tasarrufların geçerli kılınması, önemli bir özgürlük sorununu da beraberinde getirmiştir. Türkiye'de yaşanan fiili başörtüsü yasağının temelinde de bu tarafsız tutumun eksikliği yatmaktadır. Devlet, bazı şeylere ideolojik ve siyasal anlamlar yüklediği sürece başörtüsü problemi çözümsüz kalmaya devam edecektir. Oysa, modern devlet anlayışında hukuk vatandaşlık ilişkisine göre uygulanmakta ve bu uygulamalar ideolojilerin katı çerçevelerinden bağımsız tutulmaktadır. Aynı çağdaş uygulamayı başörtüsü probleminde kullandığımız zaman her şey halledilecektir.
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
Bir topluluk, bireylerinin toplum meselelerinde üstlenebildiği aktif rol derecesinde demokratiktir. Düşünceleri kontrol altında tutuluyorsa,seçenekler birileri tarafından sınırlandırılmışsa oynadıkları rolün anlamlı bir rol olduğunu söylemek doğru olmaz. İnsan haklarına ve özellikle çağdaş din ve vicdan hürriyeti anlayışına göre kişinin inancı esastır, onun herhangi bir standarda göre sahih olup olmadığını sorgulamak hiçbir şahsın haddi ve hakkı değildir. Herkesin, öncelikle özgür bir dünyaya zihnen hazırlanmaya, bunu kabullenmeye ihtiyacı vardır. Savunduğumuz dünya görüşü ne olursa olsun bunu başkalarına benimsetemeyeceğimizi ve esasında buna hakkımızında olmadığını biraz geç de olsa artık kavramamız lazım.
-
Batı'da Düşünce Devrimi
Descartes'in indirgemeci yaklaşımı kendini Kartezyen ekolde ifade eder. Bu ekol indirgemeci ve analizcidir; özellikle 17. yüzyıldan itibaren Aydınlanma ile birlikte (Descartes, Bacon, Newton) güç kazanıp fizik başta olmak üzere temel insan ve tabiat bilimlerine hakim olmuştur. İndirgemeci yaklaşıma ilk yazımda yeterince örnek verdiğimi düşünüyorum. Örnek olarak Descartes'in "Herşey akılla anlaşılır; başka şekilde yorumlanamaz" şeklinde özetlenebilecek "Düşünüyorum, şu halde varım" sözü indergemeciliğin bilimi "hikmet" çerçevesinden kuru bir akıl egemenliğine teslim etmiştir. Sözü edilen bilim adamlarına her ne kadar Tanrı'ya inanıyorlardıysa da Aydınlanmacı ekolden derin şekilde etkilenerek tabiatın ve onu açıklamaya çalışan bilimlerin sadece akıl ile bilinebileceği fikrini kabul etmişlerdir. İndirgemeciliğin günümüzde birçok yansımasını görebiliriz. İçine hızla sürüklendiğimiz derin ekolojik bunalım tabiatla iletişim kurulamayacağına inanan ve İslam, Budism ya da Yerli Amerikan din ve geleneklerinin metafiziki doğa yorumlarına ve dünya görüşüne kulaklarını tıkayan indirgemeci/Kartezyen dünya görüşünün bir neticesidir. İnsanoğlu doğayla iletişim kurmayı unuttuğundan beri kendisiyle de iletişim kuramaz hale gelmiştir. Aslında doğa birebir insanoğlunun ruh halinin bir yansımasıdır. Ekolojik kriz önce akıl ve vicdanlarda başlamış sonra doğaya sirayet etmiştir. Bütünlemeci yaklaşım doğaya ve insana atomlardan ya da temel yapıtaşlarından oluşan bir makine olarak değil bir bütün olarak bakar. Doğu gelenekleri ve özellikle İslamiyet de insanı ayet/işaret olarak görerek ona kutsallık izafe eder. O canlı ve cansız çevreyle uyum içinde yaşayarak hem iç hem dış bütünlüğünü korur. Taoizm ve Konfüçyizmdeki zıtların uyumu düşüncesi de bu fikri yansıtır. Genel olarak indirgemeci yaklaşımın asıl hatası parçalar üzerinde fazla yoğunlaşırken bütünün görüntüsünü kaybetmesidir. Tıp insan uzuvlarına yoğunlaşmış ama insanı göremez duruma gelmiştir. Ekonomi faiz, enflasyon, para politikaları, emisyon, cari dengeler gibi parçalar üzerinde yoğunlaşmış ama bütün olarak iktisadi yaşamın canlı ve işleyen bir varlık olduğunu görememiştir. Pisikoloji, özellikle Psikanaliz bilinçaltına gereğinden fazla önem verdiği halde insandaki ölçülemeyen kutsal özü yok saymıştır. Örnekler çoğaltılabilir. Tartışma ilerledikçe elbette daha çok konu gün ışığına çıkacaktır. İndirgemeci olan Oryantal değil Oksidental dünya görüşüdür. Doğu burada, eğer dürüst ve hikmet sahibi bilim adamları tarafından sunulursa, Batı'nın içine düştüğü derin bunalıma bir çare olabilir. Elbette burada büyüsünü Orta Çağ Avrupasından çok sonra, 19. yüzyılda kaybetmeye başlayan modern Doğu'dan söz ediyorum. Bu bakımdan içinde yaşadığımız Doğu'nun kendisi de özlerine dönmeye ve geleneği, ezeli hikmeti keşfetmeye muhtaçtır.
-
TAHRİP EDİLEN ÇEVRE, KİRLENEN DEĞERLER VE YOZLAŞAN İNSAN
İşbirliği karşısında yarışmacı davranışın tercih edilmesi, toplumdaki kendini kanıtlayıcı eğilimin belli başlı tezahürlerinden biridir. Bu durum, bütün toplum hayatının 'en güçlünün yaşaması ilkesi' tarafından yönetilen varolmak için mücadele olduğuna inanan Toplumsal Darwincilerince savunulmuş yanlış bir doğa anlayışından kaynaklanmıştır. Bu davranış rekabetçi tüketim kalıpları yaratmak üzere doğal kaynakların sömürülmesiyle birleşmiştir. Toplumların ilerlemesi başlı başına rasyonel ve zihinsel bir sorun halini almış ve bu tek yanlı evrim şimdi öyle paradoksal bir durum yaratmıştır ki çılgınlığa varan, son derece korkutucu bir aşamadır. Uzak gezegenlerde ki uzay gemisini buradan kontrol edebiliyoruz da, arabalardan ve fabrikalardan çıkan kirletici dumanları denetim altına almaktan aciziz. Dev uzay kolonilerinde yaşayacak hayali topluluklar önerebiliyoruz da kentlerimizi yaşanacak hale getiremiyoruz. Bütün bunlar yang ya da eril yanımızı vurgulayıp rasyonel bilgi, çözümleme, yayılma ve yin ya da dişil yanımızı vurgulayıp sezgisel bilgelik sentez ve ekolojik bilinçliliği ihmal etmemizden kaynaklanmaktadır.
-
Batı'da Düşünce Devrimi
Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi'nden sonra, son birkaç on yıldır, Batı'da, özellikle Anglo-Amerikan toplumlarda geleneğe ve kimi Doğu medeneyitlerinde izine hala rastlanabilen bütüncül yaşam tarzına dönüşün güçlü işaretleri görülmektedir. Bu düşünce devrimi kendini temel bilimlerde, mesela Tıp, Ekoloji, Ekonomi ya da Psikoloji'de daha güçlü hissettirmekte, diğer alanlarda değişim daha yavaş olabilmektedir. Değişimin nisbeten yavaş seyrettiği bilim dallarından biri de politikadır. Batı düşüncesinde vuku bulmakta olan söz konusu indirgemeci modelin bütünüyle terkedilerek hayata ve kosmosa bütüncül bakışın kurallaşmasıyla son bulacağı ümit verici bir yol üzerinde seyretmektedir. ABD gibi bilimde en uç noktalarda bulunan ülkelerin üniversitelerinde dini ve kültürel geleneğin daha güçlü yeniden uyanışı, hayatın bütüncül yorumu, doğal çevreye adil yaklaşım, sağlıkta "acının yok edilmesi" kurumunun yerini "sağaltım"a bırakması, ekonomide sürekli ilerleme fikrinin yerini adil bölüşüm ve duyarlı gelişim'e bırakması gibi derin değişimler bize umut vaadeden bir yeni bin yılı işaret etmektedir. Doğu, bu değişimi uzaktan takip etmek yerine ona katılmalı ve haddinden fazla yüceltip önemsediği indirgemeci dünya görüşünü bırakıp derhal geleneğin ve bütüncül felsefenin peşine takılmalıdır. Politik kargaşa ve kaos ancak bu şekilde önlenebilir.
-
TAHRİP EDİLEN ÇEVRE, KİRLENEN DEĞERLER VE YOZLAŞAN İNSAN
Ekolojik dengenin bozulması ve küresel çevre bunalımı kesinlikle sadece Batı toplumlarının üzerine yıkılacak suçlar değildir. Konu evrensel boyuttadır ve İlahi Özden uzaklaşan ve Geleneğin bilgisini unutarak Materyalizm ve Pozitivizmin kurallarına göre hayatını tanzim eden Doğu ve Batı insanını ilgilendirmektedir. Akdeniz havzasında, Kara Afrikası'nda ya da Sibirya'da yaşanan çevresel bunalım asla Kuzey Avrupa ya da Amerika'da yaşanandan daha hafif ya da meşru değildir. Aydınlanma ve Hümanzima ile birlikte önce Avrupa'da başlayan insanmerkezcilik 19. yy itibariyle Doğu medeniyetlerine de sıçramıştır ve başlıkta belirttiğiniz derin ontolojik sorunla doğrudan, bütün insanlar üzerinde etkili olan bir bilinç kirlenmesi ve dejenerasyonunun bir sonucudur. Tabiatla olan İlahi ve kozmik bağını unutarak insan, kendini merkeze koyarken tabiatı Hikmet'ten ve İlahi İhtişam'ın tecelli ettiği sofra hüviyetinden koparmış ve onu bir dost ya da birlikte varlığını idame ettireceği kadim kapı komşusu olarak görmek yerine onunla savaşa girişmiş ve dağları düzelterek ya da su yollarını değiştirerek, ilerlemecilik adına, tabiatla arasında var olan kardeşliği unutmuştur. Konu ABD emperyalizminden öte davranış kalıpları ve dünya görüşü konusudur.
-
”Büyük orta doğu projesi” ve TÜRKİYE
Büyük Ortadoğu Projesi'nde Türkiye'nin yeri ve önemi ve bir politik ve jeopolitik köprü olarak işlevselliği tartışma götürmez. Projenin coğrafi sınırı her ne kadar Türkiye'nin etki alanından çok uzaklara taşıyorsa da, bulunduğu bölge itibariyle ülkenin önemli ayaklardan biri olduğu açıktır. BOP, Türkiye içi siyasetinin dalgalı sularından etkilenmeyecek ve ona ihtiyaç duymayacak kadar kapsamlı bir insiyatif olarak görünüyor. Bu bakımdan ülke içerisindeki siyasi istikrarsızlık, kutuplaşma ya da aşırı oynaklık gibi sorunların söz konusu projenin mimarları tarafından bahsettiğiniz şekilde planlanıp servise sürülmüş şeyler olduğna inanmıyorum.
-
AMERİKALININ BAKIŞ AÇISI
Bu bir fıkra. Ben de sana yüzlerce Temel fıkrası anlatabilirim. Eğer her fıkrayı bu kadar ciddiye alıyorsan bu tür yazılar yazman doğal. Böylesine ufak meselelerden tatmin oluyorsan gazetelerin üçüncü sayfaları senin için yeterli olur. Bir fıkrayı gerçek bir olay gibi anlatmak pek de doğru değildir.
-
AB ve karşıtlığı...
Yazdıklarından tek bir fikir kırıntısı bile elde edemedim CYRANO. Fikirlerin birbiriyle çelişiyor. Bir yerde Birleşik Devletlerin insan hakları ihlalinden bahsediyorsun, iyi ve yaşanabilir özgür ülke olarak Çhe'nin, Castro'nun Komünist Kübasını örnek veriyorsun.Asla düşüncelerini rakamlarla ve istatistiklerle kanıtlamıyorsun. İstersem size elli tane kanıt getiririm diyerek saklanıyorsun. Sinirlendiğini biliyorum CYRANO. Sen böyle devam et.
-
DUYARLI OLALIM
2005-2006 Dünya Rekabet Endeksi 1. Finland 2. USA 3. Sweden 4. Denmark 5. Taiwan 6. Singapore 7. Iceland 8. Switzerland 9.Norway 10.Australia 11.Netherlands 12.Japan 13.United Kingdom 14.Canada 15.Germany 16. New Zealand 40.Tunus 45.Ürdün 64.Costa Rica 66.Turkey Yani 3 senedir yabancı sermayeden bir elma almamak da yetmiyor. Yabancı sermaye bir yolunu buluyor. Herkesin eşit koşullarda yarıştığı bir kulvarda bu denli geride kalmak utanç verici olmalı. Bu utanç bazılarını hamasete diğerlerini de "ben onu yemem şunu yerim" diyerek kebapçıların önünde uzun kuyruklar oluşturmaya itiyor. Yerli ineğin eti yabancı McDonald's'tan daha lezzetli değil. CYRANO'nun her konu başlığında bir yer kapmaya çalışmasından anladığım kadarıyla o, herşeyden biraz bilen, yani fikir kırıntılarıyla beslenerek gerçeklerden ziyade felsefi olmayan duygusal yorumlara tenezzül eden bir katılımcı. Her konuda bir şeyler söyleyen bir insanın sözlerine güven olmaz. Mantık ancak bilgi ile beslendiğinde işlerlik kazanır. Aksi takdirde insanı karşısındakine hakaret etmeye götürecek kadar dibe çeker. Yerlicilik bir ideoloji ise onun taraftarları bataklık içinde yolunu arayan cennet hayalcileridir. İlerlediklerine inandıkları yön ile ilgili bir fikirleri yoktur ama gürültüleri insanı düşünce alanından kavga meydanlarına çekecek kadar yüksektir. Bize düşen onların yaygaralarına kapılmamak, sağduyuyu elden bırakmamak ve gerçeklere sarılmaktır.
-
AMERİKANIN TÜRBAN ANLAYIŞI
Çok şükür senden sadır olan fikir kırıntıları ancak ****** güldürebilecek düzeyi yakalayabilmiş. "He", "Ho", "Vah" gibi ünlemeler seni "daha" halkçı yapmaz. Benim bulunduğum yerde senin gibilere takılan hoş bir lakap vardır. Hepimizi Allah yarattı elbette ama kesinlikle eşit yaratmadı. -http://www.americanmuslims.info/ad.asp?m=05&d=28- Amerika'da kimse senin kendinden nefret ettiğin kadar ülkesinden nefret etmiyor.
-
AMERİKANIN TÜRBAN ANLAYIŞI
New Orleans'da zenciler değil siyahlar yaşıyor. Üstelik onlar ülkelerinden diğer birçoklarından daha fazla memnunlar. En yakın kanıt, Condaleezza Rice tarafından fırtınanın hemen sonrasında yapılan konuşmada bulunabilir: "Ben de bir siyahım ve NO'da ırkçılık yapılmamıştır." ABD başka herşey olabilir ama ırkçı değildir. Birçok konuda, geçmiş hatalarını affettirmek için, "pozitif ayrımcılık" adını verdiği uygulamayı idari seviyede başlatmıştır. "Siyah Güzeldir" hareketi, 1980'ler ABD'sinin en yaygın ve köklü uygulamasıydı. Merve Kavakçı'nın başörtüsünün ABD Kongre'sinde temsil edilmesi seninle birlikte diğer ülkelerdeki birçoklarını da mutsuz etti. Elbette bu öfkeyi örtmek için Felluce iyi bir koz oldu. Benim için o çocuklar "falan" değil; onlar önemli ve değerli. Onların kaderi ABD müdahelesinden önce de yeterince karanlıktı. Belki daha da karanlıktı. Derin bir kuyu kadar... Felluce'de bir sokak savaşı yaşandı. Masumlar iki ateş arasında kaldıkları için öldüler. Elbette bu olanları doğrulamaz ama ABD'den önce de Irak'ta masumlar ölüyordu. Sanırım sizi rahatsız eden eylemin niteliğinden öte, onu gerçekleştiren güç. Hümanist çığlıklar atmak için geç kaldınız. En kötü eylem bile eylemsizlikten kötü olamaz iken birçokları kolay yolu seçti ve her sabah çaylarıyla birlikte ABD düşmanlığını da yudumlayarak vicdanlarını soğuttu. Bana kalırsa sergiye konulan başörtüsü oldukça etkileyici bir mesajdı. Hangisi daha kötü: İnsanların hayatlarını çalmak mı, geleceklerini çalmak mı? Afrikalı Amerikalı gerçeği: *Yapılan araştırmalar borsaya yatırım yapan Siyahların 98-2002 arasında yüzde otuz arttığını gösteriyor. *Afrikalı Amerikalılar arasında ev sahibi olma oranı 90'daki %42'den 2003'de %48'e yükseldi. Liste uzuyor ama sanırım bu kadarı yeterli. Eğer bir fikri sabit değilse, iddialarını kanıtlayabilirsin.
-
DUYARLI OLALIM
CYRANO: İsmim sabit değil, Ramell. Türk kelimesinin geçtiği hiçbir tanım beni rahatsız etmiyor. Bir şeyler yapmak ya da tahammülsüzlüğümü beyan etme isteği uyanmıyor içimde. Öcü hayalleri görmüyorum. Eleştirme hastalığım da yok. Faşist olabilirim; olmayabilirim de. Yani herşey mümkün ama hiçbir şey mümkün olmayabilir de. Yerli malı konusunda hissettiklerimi yazdım; orta okula ilk okuldan sonra geçen her öğrencinin alışkanlık haline getirdiği gibi, onlardan daha iyi ve tutarlı cümlelerle, düşündüklerimi dile getirdim. Bu sizi rahatsız etti ise sabit fikirlisiniz demektir. Yazdıklarınız beni hiç rahatsız etmedi. Kişiliğinize yönelik bir suçlamada da bulunmadım. Ama siz, yine, konuyu etnisite meselesine çekerek suyu bulandırmaya çalıştınız. Cephenizde bu kadar dalgalanma yarattığına göre ve siz de kendinizi ona karşı çıkmak zorunda hissettiğinize göre, yazdıklarımda gerçeklik payı olmalı. Yerli malı kullanmak gibi bir saplantım yok. Büyük ihtimalle birçok kişinin de böyle bir derdi yok. Yerli malına bu kadar düşkünsen herhalde Rize'den İstanbul'a yürüyerek gitmen gerekir. Yollar ABD-Alman yapımı Mercedeslerden geçilmiyor. Global dünyada hangi köyde yaşamak istersin? Sizin köy diye bir yer kalmadı. Orda, uzakta bir köy yok. O köyde bile insanlar Massey Ferguson kullanırken en yakın çobana Motorola telefonlarıyla ulaşıyorlar. Türkiye'nin tekstili boşuna İngiltere'de markalandırıldıktan sonra ithalat olarak ülkeye dönmüyor. Yerli malı bir efsane idi ve efsane dün sona erdi. Tania Hayde: Teşekkür ederim bana katıldığınız için. Haydeeee!!!
-
ABD, Iran'ı Gerçekten vurur mu ?
CYRANO, bu forumda kafa yapılarımız, kapasitemiz ya da etnik orijinimizi tartışmıyoruz; ya da ben öyle sanıyordum. Ama sen doğrudan kişiliğimi hedef alan sözlerinle tartışmayı akademik bir seviyeden kişiselliğe çekmeye çalışmışsın. Bunun sebebi ya köşeye sıkışmışlık psikolojisi ya da bilgi kaynaklarının kurumuş olmasıdır. Benim senin etnik yapınla bir sorunum yok. Senin kim olduğunu bilmiyorum ve merak da etmiyorum. Sen de benim kim olduğumu bilmiyorsun. Ve merak da etmemelisin. Tartışmayı etnik kökene çekerek kavga mı çıkarmaya çalışıyorsun? Bir kapitalist, sosyalist ya da faşist olduğumu iddia edebilirsin; bu hakaret sayılmaz, kışkırtıcılık da olmaz. Ama meseleyi Türklük-Kürtlük-Çerkeslik boyutuna kaydırmaya çalışırsan, bu çok büyük bir ahlaki bozukluk göstergesi olur. Sanırım burada sadece fikirlerimiz çatışmalı; etnisitemiz değil. Bu sebeple, yukarıya alıntıladığım hakaretlere cevap hakkımı saklı tutarak, konuya dönmek istiyorum. Son yazından anladığım kadarıyla sen Amerika'nın Irak'ta çıkmaza girdiği konusuna takılıp kalmışsın. Halbuki ondan önceki yazında ufkun daha genişti. Ekonomiden de bahsetmiş ve işlerin Amerika cephesinin ne kadar fena olduğunu ispat etmeye çalışmıştın. İddianı dikkate alarak, onları yalanlayan kanıtlar sunmaya çalıştım. Ne yazık ki tarafından bir cevap çıkmamış. Bu, iddialarımı kabul ettiğin anlamına mı geliyor? Bunu anlarım; zira rakamlar yalanlanamaz. Ekonomi cephesinde işlerin Irak'tan iyi gittiğine dair olan paragrafta üç temel gerçek dile getirilmişti: *ABD'nin Safi Milli Hasılaya oranla dış borcu Japonya ya da İngiltereninkinden büyük oranla daha iyi. *Ekonominin büyüme hızı dış borcun büyüme hızından daha yüksek. *Senin de görebildiğin gibi [1946 rakamlarını hatırla] savaş sonrası dönemde, vergi artışlarının seçenek olarak belirmemesi nedeniyle, Federal Borç oranı hızlı bir şekilde artmaktadır. Ama bu geçicidir ve ülkenin zayıflığını göstermez. Korkarım nicomedias da konuyu etraflıca incelemeden hamasete tenezzül etmiş ve tuhaf bir ağızla aslında olmayan bir fikir ortaya koymaya çalışmış. Oysa ben sözlerini kanıtlara dayandırmış olmasını ne kadar isterdim! Rakamlar yalan söyleyemez ama yalan söylemeye tenezzül edenleri açığa çıkarır. Nicomedias'a tavsiyem bir önceki yazıyı dikkatle okuması ve eğer karşı çıktığı bir nokta varsa, kanıtlarıyla birlikte, onu yalanlaması. Şimdi ben yukarıdaki sözlerine nasıl cevap verebilirim? Fikrisabit ne kadar da sabit! Ve bir ilaç yok. Başka platformlarda sabitliğimden dem vuran CYRANO, biraz da kendinden yana olanların sabitlerine takılmalı. Ve gündeme getirdiği konuyu inatla takip edip, karşı iddiaları cevaplamalı. Suskunluk çoğunlukla karşı iddianın kabulü anlamına gelir. Nicomedia'ya ahmak dedim ama bu bile zor bir karardı. Mesele kişisel hakaret meselesi olsaydı elbette sabrımın sınırı daha yüksek olurdu. Ama, cevap hakkı olmayan üçüncü kişiler hakkında aşağılayıcı ifadeler kullanmak ahlak kurallarına ve medeni hukuka aykırıdır. Üstelik bu beni deli eder. Hem, eğer savunulmaya ihtiyacı olduğunu düşünseydi Nicomedia kendini savunurdu. Bence CYRANO taraftar toplamak için daha ince ayarlar yapmalı. Herşeye rağmen dürüst bir savaş. Tarihi bir gerçeklik olarak savaşın kendisi zaten kötüdür. Ama bu kötülüğü hafifletici sebepler olabilir; ben de onların peşindeyim. Dünyanın idaresine soyunan bir ülke olarak Amerika'nın kendinden uzak bölgelerde yasa ve düzen kurmak için kendini zorunlu hissetmesi doğal bir dürtüdür. Yani Amerikan askeri sadece ülke savunması için eğitilemez. Bu, dünyanın genel dengesi için bir felaket olur. Hiçbir siyaset bilimci Amerika'nın dünyadan bir çırpıda soyutlanmasını istemiyor; bu kıyametin başlangıcı olabilir. Çünkü ABD bir denge unsurudur. Kapsamlı antlaşmalar ve ikinci dünya savaşı sonrasında çizilen sınırlar hep ABD üstünlüğü ve gözetimi varsayımı üzerine inşa edilmiştir. ABD'nin dünyanın sevk edici güç iddiasından soyutlanması, yeni dengelerin kanlı savaşlarla bir kez daha tesis edilmesi zorunluluğunu doğurur. Ve kimse bundan çıkacak nihai sonucun daha iyi olacağını garanti edemez. Irak Iraklılarındır. Amerikalı karar vericiler de bunu farkındadır. Beyaz Saray brifinglerini takip eden bir kişi olarak, bugüne kadar hiçbir Amerikalı yetkilinin Irak'ta mutlak bir idari/siyasi ve askeri hakimiyet kurma iddiasında bulunmadığını biliyorum. Yani onlar sokakları ve arka mahalleleri ele geçirmek istemiyorlar. Asıl plan Amerikan birliklerinin belirli üslere konuşlandırılması ve Irak'ın güvenliğinin Iraklılara teslim edilmesi. Nitekim bu yönde ciddi adımlar atılıyor. Varsın Sadr'ın askerleri [ki aslında Sadr da ABD ile uzlaştı] bütün arka mahalleleri kontrol etsin. Irak'ın kontrolu ne yazık kı arka mahallelerden idare edilmiyor. Irak'ın sevk ve idaresi Dışişleri ve Başbakanlık makamlarınca yürütülüyor. Ve ABD bu makamlarda tam bir hakimiyete sahip. Benim galibiyet anlayışım bu. Size göre Irak, bütün Irak topraklarında ABD bayrağı dalgalana ve her bir Amerikan askeri pusatsız ve miğfersiz kahvehanelerde çay içebilene dek gerçekten ele geçirilmemiştir. Elbette, sizin imparatorluk gelenekleriniz galibiyeti toprağı toprağa katmak olarak anlamak konusunda çok inatçı. Bu bakımdan size katılıyorum: ABD Irak'ı feth edemez. ABD Irak'ı alıp ismini değiştiremez. ABD Irak'ı ele geçirip halkını İngilizce konuşmaya ikna edemez. Ama ABD yönetebilir. Bunu farklı kanallar aracılığıyla yapar ve çoğunlukla dışarıdan görülemez bu. Türkiye'nin bekleme odasında olduğunu sanmıyorum. Bölgede istikrar derinleştikçe kavga ihtimalleri de azalacaktır. Ufukta bir su savaşı var ise, bu sorun, ABD hakemliğinde, belki biraz acı bir reçete ile, kalıcı bir şekilde çözümlenecektir. Son olarak, merakımdan soruyorum; bilgisayarının işlemcisi nedir, CYRANO, Nicomedias? Intel Pentium vs. ya da AMD Sempron vs?
-
DUYARLI OLALIM
Sanırım burada sayabileceğiniz sadece birkaç yüz milyon dolarlık tekstil markaları. Ne yazık ki dünya tekstil ile zengin olmayı bırakalı yüz yıldan fazla oldu. Bu alanda en şanslı iki ülke ucuz iş gücüne sahip olan Hindistan ve Çin. Türkiye'de tekstilde gerçekten iyi. Elbette bunda en büyük pay tekstilin ucuz iş gücüne ve atelye tipi üretime dayanmasındadır. Yerli malı kullanmaya gelince. Okulda ya da iş yerinde portakal yemenin ne kadar faydası olur, bilmiyorum. Açıkcası ciddi kuşkularım var. Yani, sanırım, portakalın çoğu dışarıdan geliyor. En azından, pahalı olanları. Hatırlıyorumda, yerli malı haftasını kutladığımız gün ben okula Coca Cola götürmüştüm. Arkadaşlarıma baktım, hepsi Pepsi getirmişti. Bu bir tezat değilse nedir? Yani şimdi hangimiz daha yerliyiz? Bence yerliliğin ölçüsü değiştirilmeli. On iki yaşlarında bu nişan ayakkabılarının bağını en hızlı bağlayan öğrenciye verilmeli. Kırk yaşlarına gelince yerliliğin ölçüsü değiştirilmeli ve en yerli Türk Cola Turka'ya daha yerli bir isim bulan kişi seçilmeli. [benim önerim: Siyah Ayran] Küçüklüğümde yerli malı denince aklıma "tüy" ve bam bam bam yürüyen kızılderilinin oku gelirdi. Yani bir kızılderiliden daha yerli kim olabilir? Yerli malı kullanacağım diye bir haftayı buna ayırmak elbette yeterli değil. Bence 364 gün yerli malı günü olmalı. Kalan bir gün de "yersiz"lere ayrılmalı. "Yerli" "yersiz" konuşanlar bu gün içerisinde cezalandırılmalı. Ceza olarak: *Bütün Cola Turka kamyonlarının boya-bakım işleri bu kişilere gördürülmeli, *Bu adamların kanlarına mavi jeans'in mavisi zerk edilmeli, *Bütün gün bu adamlara yerli çığlığı attırılmalı. Yeterince yüksek sesle bağıramayanların kafa derileri yüzülmeli. *Son olarak, bu gibi "yersiz"leri Tanrı dağlarına hapsetmeli ve kurdu da salmalı. Uydu yayınıyla bu kişilere Bugs Bunny'nin türkçe şarkılar söyleyip Dark Wing Duck'a türkçe öğrettiği bölümler gösterilmeli.