ramell tarafından postalanan herşey
-
AMERİKANIN TÜRBAN ANLAYIŞI
Benim yorumum: Bu Birleşik Devletler'in ne denli alicenap, özgürlükçü, insan haklarına ve çeşitliliğe saygılı, başka ülkelerde yapılan haksızlıkları bile kendi zarif metoduyla iyi bir sonuca ulaştırabilen, harika, eşsiz, ve güçlü bir süper güç olduğunu gösteriyor. May God Bless America.
-
ABD, Iran'ı Gerçekten vurur mu ?
Savaş ve beklenmedik doğal felaketlerin sebep olduğu bütçe açıkları geleneksel olarak halka salınan geçici vergilerle finanse edilir. ABD yönetimi ise yaklaşık altı yıldır sürekli vergi kesintilerine gitmekte. Hatta, Başkan'ın son vergi planı, bu kesintileri sürekli hale getirmek üzerine kurulu. Fakat bundan daha da önemli olanı, vergide adaleti sağlamak endişesi; ki çoğu ülke böyle bir endişeye sahip değil. Başkan'ın planı yıllık gelirleri 35.000 dolara kadar olan ailelerin ödemek zorunda oldukları vergi oranını yüzde yüz kesmek. http://www.whitehouse.gov/news/reports/taxplan.html Bu adresteki tablo sana yardımcı olur sanırım. İşte, vergi kesintileri ve savaşın ekstra maliyeti, askeri ve uzay harcamalarıyla ve Medicaid, Medicare, No Child Left Behind gibi sosyal ağırlıklı programlarla birleşince bütçenin açık vermemesi imkansız gibi görünüyor. Normal olarak bu durumlarda en yakın ve kestirme çare vergi oranlarını artırarak fon ihtiyacını karşılamaktır. Ama halk ile birlikte ve halk tarafından kurulan bir cumhuriyet olan ABD, halkının refahını devlet gururuna tercih ediyor. 17 Ağustos depremi sonrasında salınan ve daha sonra birçoğu sürekli hale getirilen vergileri hatırlayın. Oysa ABD, Katrina ve Rita gibi, mali zararları 17 Ağustos'u yüze katlayan öngörülemez felaketlerin ardından bile vergi artırımına gitmedi. Bu size açık bir sinyal gönderebilmeli. Benim anladığım, ABD'nin halkıyla birlikte sorunların üstesinden geleceğine olan inancı acele kararlar ve halkı fakirleştirecek tedbirler almasına engel. Amerikan ekonomisinin gücü bütçe açıklarının da ötesinde. Ama, eğer hala tatmin olamadıysanız, o cepheden de iyi haberler gelmeye başladı bile. Üstelik bu iyi haberler, sizinki gibi geçen yılın haziran ayına kadar da uzamıyor. http://business.timesonline.co.uk/article/...1937107,00.html "Amerikan geniş bütçe açığı üçüncü çeyrekte, beklenmedik bir şekilde, 197. 8 Mly. USD olarak tahmin edilen miktardan 195.8 Mly. USD'ye geriledi...Bu veriler Amerika'ya olan güçlü yatırım fonu akışının açığı kolaylıkla kapatacağının göstergesi." *Ticaret açığı % 5.8 oranında daraldı. *İhracat 1.8% arttı. Nisan 2005'ten beri en iyi artış ve yeni bir rekor. *İthalat 1.1% düştü. Temmuz 2005'ten beri ilk düşüş. *Güney/Merkezi Amerika'ya olan ihracatta Kasım ayında yeni bir rekor artış gerçekleşti [Demek Amerika Güney komşularını kaybediyor? NAFTA'dan haberiniz var mı? Üç beş küçük ülkenin gelecekleri belirsiz sosyalist ırkçılara üs olmuş olması Amerika için sinek ısırığı değerinde. Komunizm'in ömrü Güney Amerika'da Castro'nun ömründen daha uzun değil.] Ve AB'ye olan ihracat Nisan 2005'ten beri en yüksek noktaya ulaştı. *Ticari açığı kapatan unsur artan ihracat ve düşen petrol fiyatları oldu. *Son dört yılda eyaletler 264 Milyar USD olan açıklarını kapattılar. *Kalifornia 5.2, New York 2 milyar, Connecticut ise 524 Milyon dolar bütçe fazlası bekliyor. *Eyaletler tarafından salınan vergilerden elde edilen gelir 8.7% oranında arttı. *Saatlik ücretler 3.1% oranında arttı; 2005'ten beri en hızlı seyir. *Tüketici borcu Ekim 2005'te 0.4% oranında düştü. Bu son on beş yılın en büyük düşüşü idi ve iki ay devam eden tarihteki ikinci düşüş oldu. *Tüketici borcunun iki ay üst üste düştüğü son tarih 1992 idi. *Perakende satışlar aralık ayında 6.3% arttı. *Mağazalar zinciri perakende satışlarında geçen hafta 3.7% oranında artış görüldü. *CEO güven endeksi üçüncü çeyrekteki 50% oranından dördüncü çeyrekte 56%'ya yükseldi. Bütçe açıklarına dönersek. Amerika iki önemli avantaja sahip. Birincisi bütün gelişmiş ülkelere özgü bir durum. İkincisi sadece Amerika'ya özgü. İlk olarak, ABD ve diğer gelişmiş ülkeler dünya pazarlarında çok iyi bir imaja sahiptirler. Bu sebeple yaşadıkları krizler Asya'da ya da Meksika'da yaşandığı şekliyle bir buhranın habercisi olamaz. İkincisi, ABD'nin ulusal bankalara ve uluslararası piyasalara olan borcu yine Amerikan doları üzerinden finanse edilir. Bu yüzden, başka ülkelerin aksine, doların değeri konusunda endişelenmezler çünkü dolar Amerikan para birimidir, yani dizginleri yine onların elindedir Bu bakımdan ABD son derece avantajlıdır. Bu düzen ikinci dünya savaşı sonrası Bretton Woods konferansında dünya ülkelerinin, güvenliklerinin garantisi karşılığında, ABD'ye teslim ettikleri bir avantajdır. Japonya ve Almanya bu düzene sıkı sıkıya bağlıdır. Çin ise, Nike üretmekten bıktığında, konu üzerinde düşünecek gibi görünüyor. Geleneksel olarak Cumhuriyetçi iktidarlar bütçe açığını arttırıcı, Demokrat iktidarlar azaltıcı bir rol üstlenirler. Nitekim aşağıdaki veriler de bunu doğruluyor. Jimmy Carter: D 33.3% Ronald Reagan: R 52.6% George H. W. Bush: R 65.9% Bill Clinton: D 57.7% George W. Bush: RRR 64.8% Ulusal borç, ki ABD'de Federal borç olarak bilinir, ulusun en hararetli tartışma konularından biri olagelmiştir. Genelde rakamsal olarak ifade edilir, oransal olarak değil. Halk ulusal borcun ödenip bitirilmesinden yana olmuştur. Bazıları ise bunun ekonomik sonuçalrının ağır olacağını söyler. Senato borçlanma üst sınırlarının yükseltmek konusunda, savaş zamanlarında isteksiz davranmaz. Borcun saniye bazında artış oranının saate bağlanması ABD popüler kültürünün bir parçası olagelmiştir. Ulusal borcun büyüklüğü bakımından ABD birinci ülke ise de gerçek olan şey, bütün olarak ekonominin [buraya dikkat] her saniye, borçtan daha hızlı ve dinamik olarak büyüdüğüdür. Sonuç olarak, Safi milli hasılaya oranla ABD'nin borçlanma durumu Japonya ya da İngiltere'den çok daha iyidir. [1946'da ABD'nin Federal borcunun safi milli hasılaya oranı 121.2% idi.] Şimdi hatırlamanı ve değinmeni istediğim birkaç önemli konu: *ABD'nin Safi Milli Hasılaya oranla dış borcu Japonya ya da İngiltereninkinden büyük oranla daha iyi. *Ekonominin büyüme hızı dış borcun büyüme hızından daha yüksek. *Senin de görebildiğin gibi [1946 rakamlarını hatırla] savaş sonrası dönemde, vergi artışlarının seçenek olarak belirmemesi nedeniyle, Federal Borç oranı hızlı bir şekilde artmaktadır. Ama bu geçicidir ve ülkenin zayıflığını göstermez. Gündemi takip ediyorum. O kadar iyi takip ediyorum ki, ideolojimi onun içine katmıyorum. Senin sosyalist kokan paranoyan ABD'yle ilgili tüm masum gerçekleri abartmak konusunda son derece yaratıcı. [75 milyonun karton evlerde yaşadığı miti] Amerika'nın Irak ve Afganistan'da kontrolü ele almadığını söylemişsin. Bu nasıl olur? Irak ve Afgan ordusunu yendikten, liderlerini ele geçirdikten veya kovduktan sonra başka ne isteyebilir? Ben olsam istemezdim. Bu ülkedeki insanların yarısından çoğunu yok etmedikten, sindirip korkutmadıktan sonra söylediğin manada egemenlik kuramaz. Yoksa sen, seninkine benzer bir süper egonun peşine takılıp bu şekilde davranmasını mı isterdin? Ama eğer isterse, dediğimi yapabileceğini senin veya başka kimin ne dediğini umursamayacağını biliyorsun. Amerika dürüst bir savaş veriyor. Belki bu güne kadar yapılmış en kansız savaş. Elbette bu olayların ahlaki yönüdür. Ve kişiseldir. Biz burada bunu tartışmıyoruz. Maalesef senin "topiğini" okuma şansı elde edemedim. Birçok topic gördüm ama seninkine bakma fırsatım olmadı. Dünyadaki tüm anti-Amerikancı ülkelerden kastın Komunist kalıntılar olsa gerek. Bana Orta Asya'da Küba benzeri aşırı ABD düşmanı bir rejim göster. Avrupa'da, Afrika'da ya da Uzak Doğunun geniş coğrafyasında ABD düşmanı bir rejim göster. Halkın bakış açıları olumsuz olabilir. Ama bu ABD'yi neredeyse hiç rahatsız etmez. Halkla ilişkiler ancak Bush zamanında dikkate alınır bir konu oldu. Oysa ABD Carter zamanında da en az bugünkü kadar sevilmiyordu. Halklar unutur. Bir jest yüzde on puan kazandırabilir. Meseleyi sosyalist abartmacılığıyla devleştirmek ancak konunun savunucularını tatmin eder. ABD herşeye muktedirdir. Muktedir olmasaydı Rusya'yı kuşatamazdı. Çin'i DTÖ'ye sokup ehlileştiremezdi. NATO'yu genişletemezdi. Irak anayasasını yazdıramazdı. Afganistan tarihinde görülmemiş bir altyapı atılımını başlatamazdı. Endonezyalı halkın kalbini kazanamazdı. Pakistan'ın en dağlık bölgesinde, ülkenin en yükseğe konuşlanmış sahra hastanesinde hassas operasyonlar gerçekleştiremezdi. Afrika'ya yaptığı dış yardımı yüzde doksan artıramazdı. Boeing siparişlerde Airbus'ı ikiye katlayamazdı. Starbucks 19.000. restaurant açamazdı. Nike, Adidası ikiye katlayamazdı. GM Çin'de yüzde otuz büyüyerek pazar lideri olamazdı. Chevrolet Turkiye'ye gelemezdi. Çakmaklar Zippo tırnak makasları TRIM olamazdı. Selpak Georgia Pacific tarafından satın alınamazdı. Coca Cola dünya insanlarının %99'u tarafından bilinemezdi. Ülker'e nişastayı Cargill satmazdı. Wal Mart 300 milyar dolar hasıla elde ederek dünyanın otuzuncu en büyük "ülkesi" olamazdı. Elvis hala yaşamazdı. Harry Potter'ı İngilizler beyaz perdeye aktarırdı. Kullandığın bilgisayarın işlemcisini İntel/AMD, yazıcını ve kağıdını Xerox, fotoğraf makineni Kodak, Jeans'ını Levi's, ampulünü Edison, metro treninin motorunu GE üretemezdi. HP, Çin'li Compaq'ı 17 milyar dolara satın alamazdı. Dünyanın en cömert yedi insanı Amerikalı olmazdı. Software üreticin Microsoft, sigara üreticin Phillip Morris, yara merhem üreticin Pfizer/Merk/Abbot, kremin Johnson Johnson, deterjanın PG (Alo, Ariel, Pantene), traktörün Massey Ferguson, greyderin Cat, lastiğin Good Year olamazdı. Belki sen de olmazdın. Ne kadar güçlü bir ülkeyle aşık attığını anlayabiliyor musun? Bu buz dağının görünen yüzü. Eğer gerçeğe bir kaç santim daha yakın olsan sosyalist fantazilerin güneş altındaki kardan adamdan daha hızlı erir, atmosfere karışırdı. Amerika tüm savaşlarını toprakları dışında yaptı. Ve her yeni savaş eskisinden daha az hayata mal olarak daha çabuk sonuçlandı. Yani savaştığı orduyu her zaman alt etti. Günümüzdeki savaşlar, göğüs göğüse gerçekleşen ve yenen ve yenilenin açıkça belli olduğu savaşlardan değildir. Bu bakımdan, kar-zarar oranına bakılarak galip belirlenmek zorundadır. Nicomedias: Gerçekten kısa bir cvp. Bnm cvbm: sn br hmksn. Kbdylğ brk.
-
ABD, Iran'ı Gerçekten vurur mu ?
CYRANO, ben Vietnam'ın savaş sonrası fiili olarak bölündüğünü söylemedim. Benim söylediğim, Kuzey ile Güney arasındaki uçurumun arttığı ve, senin de söylediğin gibi, Amerika'ya dolayısıyla bütün dünyaya kapalı bir Vietnam'ın eskisinden daha zayıf düştüğü. Ama silah yönünden değil tabii. Savaş sırasında Amerikan desteğini yanında bulan Güney ordusu bölgenin en büyük silah deposu haline getirilmişti. Kuzeylilerin 1975'te Güney'i ilhakı ile birlikte Vietnam Asya'nın silah bakımından en zengin ülkesi oldu. Vietnam ekonomisi 1990'ların liberalizason hareketine kadar büyük ölçüde tarım ölçekli bir ekonomi olarak kaldı. yani savaş öncesi durumundan büyük bir farklılık gösteremedi. Savaş zirai üretim ve ihracatı büyük ölçüde engelledi; yani savaş sonrası savaş öncesi durumdan asla iyi olmadı. 90'lar boyunca süren %8.5'luk büyümeye rağmen kişi başına düşen milli gelir 350 dolarlar civarında seyretti. Bugün Viatnam Batı'ya, yani Amerikan ekonomik modelinin başını çektiği küresel sermayeye katılmadıkça üçüncü dünya ülkesi görünümünden kurtulamaz. Vietnam neden bir yenilgiydi sizce? Amerikan büyükelçiliğinden tamamen sivil bir operasyon olarak adlandırılan helikopterlerle çatıdan elçilik görevililerinin alınması yüzünden mi? Saygon düştü, çünkü Kuzey Vietnamlilar kasten ve soğukkanlılıkla, müttefik kuvvetlerin tamamen geri çekilmesini bekledikten sonra Paris Antlaşmasını hiçe saydılar. Komunistler Hitler'in Blitzkrieg'ini hatırlatan dört zırhlı birlikle saldırıya geçtikler. Bu yeni savaşta Kuzey ordusu kendisinden sayıca az olan güney ordusunu yendi- ama Amerikalılar orada değildi! Amerikan ordusu Vietnam'da yenilmedi. Amerikan ordusu herhangi bir çatışmada yenilerek geri çekilmedi. Askeri açıdan eşine rastlanmayan bir performans sergiledi. K. Vietnam nasıl Çin'in "olası" müttefiğiydi? Ve Rusya'nın K. Vietnam'ı desteklemediğinden emin misiniz? Biraz araştırın lütfen. Kuzey Vietnam Güney'e karşı Rus tanklarını kullandı ve silahların üzerinde, Steinbeck'in de belirttiği gibi, Çince ve Rusça yazılar yazıyordu. Irak savaşının bir yenilgi mi yoksa zafer mi olduğunu savaşın nasıl bittiği ya da neye mal olduğu değil, savaştan sonra olacaklar belirleyecek. Amerika'nın Bağdat dışında varlık gösteremediği iddiası komikten de öte. Varlık göstermiyor; çünkü bunu istemiyor. Fakat hangi güç Birleşik Devletlerin istediği herhangi bir yerde bir askeri operasyon ya da tutuklama yapmasına engel olabiliyor? Bu, Amerika'nın coğrafik değilse de siyasi bir zafer kazandığının açık bir göstergesi. Irak savaşının sonu yok gibi görünüyor; çünkü, heryerde olduğu gibi ırak'ta da farklı çıkar çevreleri farklı amaçlar için masaya kart sürüyor. Yüzde seksenin rejim muhalifi olması gerçeği Irak savaşını kolay bir savaş yapmaz. Çünkü, savaşlar ulusları birleştirir. Ve eğer savunulacak bir amaç varsa son fert de ölünceye dek bu amaç savunulur. Irak savaşı şu anda düzensiz orduya karşı veriliyor. Askeri açıdan bu en zor savaş çeşidi. İran'a olası bir müdahelede ABD karşısında düzenli birlikleri bulacaktır. Ve muhtemelen savaş kentlere ve kasabalara yayılmadan, askerler arasında gerçekleşecektir. Bu bakımdan İran'ın konvansiyonel bir savaşta Amerika için Irak'tan daha kolay bir lokma olacağı açıktır. Elbette savaş sonuç olarak kaybettirdiklerinden daha fazlasını kazandırmaz. Yani bu iki taraf için de tehlikeli bir oyundur. Irak'ta olanlar Amerikan dış politikasının gelecek on yıllarını şekillendirecektir. Erken geri çekilme çağrılarına rağmen ABD aktif bir şekilde olayların içinde kalmalı ve anayasa üzerinde tüm tarafların konsensüsünü sağlamalı, Irak güvenlik güçlerini eğitmeli, ekonomik yapılanmayı desteklemelidir. Süper güçlerin işleri yarım bıraktıklarında neler olabileceğini Vietnam'da gördük zaten. Karar verici olarak Amerika'nın yanlış kararları bile küçük gruplar arasındaki olası ölümcül zıtlaşmalar ve pasta bölüşüm savaşlarından daha tercih edilebilirdir. Erken bir geri çekilme,ayrıca, daha geniş bölgesel zıtlaşmalara yer verecek bir kıvılcımı ateşleyebilir. Amerika'nın yapılacaklar listesinde şunlar olmalıdır: *Bütün Iraklı politik partiler arasındaki diyalogu tesis etmek ve korumak. *Irak hükumetinin anayasa yapımı sürecine yardım etmek. *BM'nin ulus inşa sürecine aktif katılmını sağlamak. (Japonya ve Almanya) Afrika yanlış bir deneyimdi ve orada Avrupa çizdiği yapay ve doğrusal sınırlar arasında bir ulus inşa edemedi. Avrupa'nın en başarılı ulus inşa modeli Amerika oldu. [burada da eyalet sınırlarının doğrusallığını hatırlayın] Irak Orta Doğu'da umut kapılarını açabilir ve musluktan akan kan kısa zamanda kesilerek bölgenin doğal zenginliklerinin iyi bir şekilde kullanılmasına sebep olur. Amerika'nın ulus inşa modeli Orta Doğu gerçekleriyle bütünüyle uyuşmuyordu. Üstelik Amerika yakın zamana kadar Orta Doğu politkasının Avrupalı karar alıcılara bırakmıştı. ABD nisbeten yeni bir oyuncu ve bilmedikleri bildiklerinden fazla değil. Orta Doğu büyük ve kaynayan bir kazan. Amerikan süper gücü dışında Orta Doğu'ya barış getirebilecek başka bir irade mevcut değil. [bosna'yı hatırlayın] Ve ne yazık ki, politk arena da Medeniyet birliği geçerli bir ölçü değil. [İran'ın Azerbaycan-Ermenistan savaşında Ermenilerin yanında yer alması] Politik arena yeterince kirli. Amerikan vaad edilen toprak ve Kudüs Krallığı geleneği Irak'ta da gün yüzüne çıktı. Amerika söylemlerinde samimi idi. Eylemlerine gelince; sonuçlarına katlanmak zorunda. Burada bize düşen bu yeni durumdan mümkün olan maksimum iyiliği çıkarabilmek. Amerikan ekonomisinden bahsetmişsin ama kanıt sunmamışsın. Benim iddiam: Amerika dünyanın en dinamik ve üretken ekonomisine sahip. Dış borçları çevrilebilir; üstelik Amerika'ya borçlu olan ülkelerin geri ödemeleri ikiz açıkları kapatabilecek büyüklükte. Büyük Britanya'nın dış borçu cari gelirinin yüzde yüz otuzu. Bu oran Amerika'da yüzde altmışlara tekabül ediyor. GSMH'ye oranla dünyanın en borçlu ülkesi Japonya; sizin eski mucizeniz.
-
ABD, Iran'ı Gerçekten vurur mu ?
Amerika'nın İran'a karşı kütlesel bir askeri operasyon başlatması düşük bir olasılık olarak görünüyor. Savaşlar genel olarak görülen sonuçlarından daha fazlası için planlanıp gerçekleştirilir. Vietnam savaşı Amerika için bir yenilgi değildi. Orada amaç Vietnam'ın Komünizm'in Pasifikteki güçlü bir peyki olmasını engellemekti. Nitekim, Vietnam savaş ile güçten düşürüldü ve, somut sınırlarla olmasa bile, ikiye bölündü. Bu şekilde Komünist Rusya güçlü bir müttefikten mahrum kaldı. Dünya daha kansız ama daha fonksiyonlu bir soğuk savaş sürecine girdi. Irak savaşı da beklenen politika-üstü hedeflerine ulaşmış gibi görünüyor. Burada amaç bölgenin kontrol edilebilirliğini arttırmaktı; nitekim öyle oldu. Orta Doğu'nun en büyük büyükelçiliğinin inşası Amerika'nın bölgede kalmaya ne kadar istekli olduğunun kanıtı. Afganistan'ı da unutmamak gerek. Bu ülke daha çok konumu itibariyle önem arz ediyordu. İki büyük savaş zaten Amerika'yı Ortadoğu'nun büyük bir oyuncusu durumuna getirdi. Irak savaşı İran'ın ekmeğine yağ sürmüş oldu. İran bölgede artık daha büyük bir oyuncu. Amerika neden kendini ayağından vursun? Genel olarak Amerika İran'la olan ilişkilerini Libya'yla olan ilişkileri seviyesine yükseltmek istiyor ancak İran'ın katı tutumu buna engel oluyor. En yakın çözüm bir savaş değil, 2005'te şahit olduğumuz rejim değişikliklerine benzer bir değişiklik olurdu. İran'da artan büyük bir kesim artık büyük oranda geçmişte kalan katı idareden şikayetçi. Yumuşak bir değişim, dengeleri alt üst eden bir savaştan daha tercih edilebilir bir seçenek. Ve bu mümkün. Kısa aralıklarla iki konvansiyonel savaş bölge için yeterince tahrip edici oldu zaten. Bir diğer savaşa kimsenin tahammülü yok. Amerika'nın da tahammülü yok. Amerika'nın askeri politikası da buna izin vermez. Normal olarak ABD halihazırda savaştığı bir ülkeden daha büyük ikinci bir ülkeyle savaşa girişmez. Elbette ABD'yi İran'a karşı askeri müdaheleden caydıracak en etkin güç halkıdır. Yoksa ekonomik ya da askeri endişeler ABD'yi amaçladığı bir savaştan geri çeviremez. Artan sayıda Amerikalı artık daha kapsamlı bir izolasyon için tercih ortaya koyuyor. İmparatorluğun karakteri dengeleri yerinden oynatan güç olmak iddiasından, dengeleri koruyan devlet şekline bürünüyor. Amerika artık durup nefes almak ve kendi kabuğuna çekilerek baştan ortaya koyduğu özgürlük-eşitlik-adalet üçlüsünün son perdesini açmaya hazırlanıyor.
-
SAHINLER
Amerika'nın sembolü şahin değil kartaldır.
-
jhonywalker
Bir Gemici Türküsü Rüzgâr, yıldızlar ve su. Bir Afrika rüyasının uykusu düşmüş dalgalara. Işıltılı, kara bir yelken gibi ince direğinde geminin. Geçmekteyiz içinden bir sayısız bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. Yıldızlar rüzgâr ve su. Başüstünde bir gemici korosu su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, yıldızlar gibi rüzgâr gibi su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki, "Korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun." Bu türkü diyor ki, "Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz ölümün önünde sigaramızı." Bu türkü diyor ki, "Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin." Bu türkü diyor ki, "Dövüşmek.." Bu türkü diyor ki, "Işıklı büyük ışıklı geniş ve sınırsız bir limana dümen suyumuzda sürüklemek denizi.." Bu türkü diyor ki, "Yıldızlar rüzgâr ve su..." Başüstünde bir gemici korosu bir türkü söylüyor; yıldızlar gibi rüzgâr gibi, su gibi bir türkü.. Nazım Hikmet Ran
-
Amerika - Hayal ve Gerçek
Amerikan devletinin tarihi Türkiye Cumhuriyeti tarihinden eskidir. Eğer 1787 1923'ten daha eski bir zamana tekabül ediyorsa "olmayan tarih" üzerinde konuşmak için doğru kişi değilsiniz demektir. Binbir çeşit insanın yaşıyor olması ise sanırım gurur duyulacak bir özellik. Binbir çeşit insanın binbir çeşit sebeple, binbir çeşit yol bularak Amerika'ya ulaşabildiğini gösterir bu. Sanırım bu özellik başka kimseye nasip olmadı ve olmayacak. Çokuluslu devletler bunu ya işgallerle ya da doğal göç ile başarırlar. Osmanlı devleti toprak kazanımlarıyla, savaşarak çok uluslu bir yapıya kavuştu. Amerika ise anakara dışında fetih hareketlerinde bulunmadı. Yani yüz binlerce İrlandalı, ülkeleri Amerika tarafından işgal edildi diye Amerikalı olmadılar. Bunu istedikleri için oldular. Altıyüz yıl boyunca devam eden İngiliz işgali onları İngiliz yapmaya yetmedi. Aynen Osmanlı yönetiminin Ermeni nüfusunu Osmanlı yapamadığı gibi. Amerikan ulusu ise bütün bu farklı elemanlar tarafından gönüllü göçlerle kuruldu ve karmaşık bir yapıya kavuştu. Vadedilen topraklar sıfatı Kudüs ve Amerika için kullanıldı yalnızca. Amerikan Devleti hayallerine yetecek kadar büyük bir ülke arayanlar için bir rüya olarak doğdu ve büyüdü. Aynı fonksiyon biraz değişerek de olsa devam etmekte. Nihayet bütün o farklı unsurlar kendilerini Amerikalı olarak tanımladılar ve o potada eriyerek yeni ulusu hem kendileri ve hem de diğer etnik gruplar için ortak bir çekim merkezi haline getirdiler. Yani aslında Amerika'da sizin kastettiğiniz anlamda "binbir çeşit" ulus yok. Amerika'da Amerikalılar var. Amerikalı bir üst kimlik olarak bütün insanların taşıdığı bir ortak sıfat oldu. Şurası da açıktır ki "binbir" çeşit çiçekten elde edilen bal dünyanın en şifalı ilacıdır. Bu durumda kağıt endüstrisine gün doğdu demektir. Kanıt lütfen.
-
DİNSİZİM VE TANRISIZIM ÇÜNKÜ...
İnsan dini yaşamaya uygun olarak yaratılmıştır.Allah'a inanan,ahireti kesin bilgiyle kabul eden insanlar yaptıklarının hesabını vereceklerinin bilincindedir. Allah'ın menettiği her türlü hareketten uzaktırlar. Tam tersi O'nu kabul etmeyenler ise hareketlerine sınır koymazlar. Uyarılmışken,yol gösterilmişken hâlâ Allah'ı inkar edenlerin,zulmedenlerin gideceği yerdir Cehennem. Dilenen herşeyin anında ve sonsuza kadar sağlanacağı bir mekandır Cennet.Eşsiz ve sınırsızdır. Allah inancıyla özgürleşir insan. Sadece O'na inanır ve sadece Ondan medet umar.O'na güvenir.O'na bağlanır.Hayatını O'na teslim eder. İstesekte istemesekte tek kurtuluş dine yönelmektir. Dinsiz ve Tanrısız olabiliriz.Ama ölümsüz değiliz.
-
Amerika - Hayal ve Gerçek
Amerika Birleşik Devletleri hiç kuşkusuz tarihin üzerinde en çok konuşulan, spekülasyon yapılan ve kağıt üzerinde yıkılıp yeniden kurulan devletidir. Bir Süpergüçtür ve emperyalist bir geçmişi yoktur. Dünyanın ilk demokrasisi ve yazılı ilk anayasına sahiptir. Amerikan Anayasası dünyanın en eski anayasasıdır. Oldukça kısa bir anayasadır ve tek işlevi temel hak ve özgürlükleri güvence altına almaktır. Anayasa güçler ayrılığı üzerine kuruludur. Bir tür denge ve denetleme mekanizması devletin tüm araçlarında etkindir. Yasama, Yürütme ve Yargı kesin sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Amerika farklı uluslardan meydana gelmiş ve başarılı bir Amerikanlaştırma programıyla çekirdek bir ulus meydana getirilmiştir. Bu asimilasyon insanların kutsallarına tecavüz etmeden, sadece dil ve kültür üzerine kurulmuştur. Kuşkusuz, dil, ortak kültür, tarih ve ulus bilinci Amerikan toplumunu bir arada tutan kimyayı oluşturur ve bu kimya farklı kökene sahip göçmenler tarafından sürekli bir değişime tabi tutulur. Yine de ortak bir Amerikan kültüründen bahsetmek mümkündür. Asimilasyon kaba bir benlik değişiminden ziyade, ülkeye yeni katılan unsurun kimi özelliklerinin ortak kültüre karışması ile bu ortak kültürün yeni unsuru bir ölçüde değiştirmesi şeklinde gerçekleşir. Pizza ne kadar İtalyan ya da ne kadar Amerikalıdır? Aslında o bir İtalyan yemeğidir ama artık Amerikan kültürüyle yoğrulmuş yeni bir öğedir ve ne bütünüyle italyan ne de bütünüyle başka bir şeydir. İşte bu tarifi zor olan "şey" Amerikan ulusunun özünü oluşturur. Bu bakımdan Amerika bir ergime potasıdır. Bu ergime adeta kendi kendine, yeni unsur bunun farkına varmadan gerçekleşir. Amerikan Rüyası yaşayan bir olgudur, ama yine de rüyadır. Yani gerçek ve hayal iç içedir. Bütünüyle kabus değildir ancak bir rüya her zaman insanı mutlu etmeyebilir. Amerikan rüyası bir insanı harekete teşvik eder ve JFK havalimanına ulaşıncaya dek devam eder. Sonra rüya biter Amerikan Gerçeği başlar. Bu gerçek biraz ağır bir gerçektir ve ancak yeterince güçlü olanlar onunla baş edebilir. Gerçek olan Amerika'nın Baverly Hills'den ibaret olmadığıdır. Amerikan Rüyası bir başlangıçtır, son değil. Bu rüya ülkeyi oluşturan elementlerin asıl harcıdır. Kimse Amerika'ya ondan nefret ederek gelmez-teröristler dışında. Amerikan Rüyası daha çok toprakla alakalıdır; kökleri Batının yerleşime açıldığı 17 yüzyıla kadar gider. Şimdi ise bu rüya değişime uğramış ve içine uzun binaları, geniş yolları, büyük arabaları ve siyah gözlüklü, iri kıyım polisleri de almıştır. Amerikan rüyası İtalyan, İskoç, İngilizdir. Bu rüya Yahudi, Çinli ve Ukraynalıdır. Bu rüya Pakistanlı, İranlı ve Suriyelidir. Amerikan Rüyası tüm bu elementlerden ibarettir ve değişmeye devam etmektedir. Bu açıdan Amerika dünyanın değişime en açık, en esnek ülkesidir. Belki de Amerika'yı milyonlarca insanın gözünde ideal kılan insan ruhuna arzu ettiği özgürlüğü müjdelemesidir. Bu yüzden, sokaklarında Amerikan bayraklarının çiğnendiği İranli genç nüfus ilk fırsatta bu ülkeye kaçabilmek için yasadışı yollar denemektedir. Bu yüzden Filistinli savaşçılar Amerikan üniversitelerinde okuyabilmek için Arap ülkelerinden yardım istemektedir. Amerika hepimizin içinde bir parça vardır ama birçoğumuz onu toprak ve milliyet duygularının arkasına hapsetmişizdir. Halbuki Amerikalı ne İngiliz, ne Fransızdır. O yepyeni bir olgudur ve tek başına tüm milliyet unsurlarının üzerindedir. Bir üst kimliktir ve insan olarak bizim en saf halimizdir. Adeta dünya vatandaşlığının bir provası, başarılı bir deney sahasıdır. Amerika Atlantistir, kayıp kıta ve aranan krallıktır. Bu forumda Amerika ile ilgili hissettiklerimizi tartışalım. Sözlerimiz duygularımıza değil gerçeklere dayansın. Eğer ne zaman parçalanıp yok olacağını biliyorsanız bunu yazın ama bir kanıta dayalı olarak. Aşağıdaki gibi: Bütçe: (ABD'nin vergi oranı en düşük gelişmiş ülke olduğunu hatırlayın. Geleneksel olarak Avrupa ülkeleri bütçelerini mamul ürünlerden topladıkları katma değer vergisine dayandırırlar. ABD ise daha çok şirketleri vergilendirir. Bu vergi zenginlikle orantılıdır. Mesela, Amerikan bütçesinin %70'i gelir düzeyi yüksek %10 tarafından karşılanır. Yani vergi adaleti vardır. ) 1.United States $2,338,000,000,000.00 2. Japan $1,748,000,000,000.00 3. Germany $1,300,000,000,000.00 4. France $1,080,000,000,000.00 5. United Kingdom $896,700,000,000.00 6. Italy $820,100,000,000.00 7. Spain $386,400,000,000.00 8. Netherlands $274,400,000,000.00 9. Australia $221,700,000,000.00 10. Sweden $199,600,000,000.00
-
amerika
Bütün forum boyunca Birleşik Devletler hakkında üretilen hoş teorilerin birbiri ardına sıralandığını görerek hayret ettim ve bu teorilerin bu denli rağbet bulması da beni üzdü. Belki de Birleşik Amerika'nın güçlü yanı sizin zayıf yanlarınız. Geniş bir kıta üzerinde konuşlanmış ve okyanuslarla dış dünyadan ayrılmış olan bu büyük ülke üretken ve yaratıcı halkı ve sistemi besleyen beyin gücüyle dünyanın geri kalanı üzerinde politikalar oluşturabilmekte ve başkalarının belini kırabilecek yükleri bir parça can sıkıntısıyla aşabilmektedir. Nitekim Irak'ta (Afganistan sorunu çözüldü) yaşananlar bunun kanıtıdır. Konvansiyonel savaşların dünya tarihinde görülmediği kadar hızlı ve kansız bitirildiği yeni düzende asıl büyük mücadele düzensiz kuvvetlere ve yeraltı örgütlenmelerine karşı yapılmaktadır. Birleşik Devletler'in yeni binyıl stratejisi işte bu anlayış üzerine kuruludur. ABD 19. yüzyıl boyunca izolasyonist bir politika izleyerek kendini dünyanın geri kalanından soyutlamaya çalıştı ve birinci dünya savaşına kadar da küçük ölçekli ihtilaflar dışında dış dünya ile bir sorun yaşamadı. Fakat, imparatorluğunun bir gereği olarak yirminci yüzyılda kendini .dünya meselelerinin tam da ortasında buldu. ancak hiçbir zaman kendinden önceki süper güçlerin yaptığı gibi bir emperyal devlet olma peşinde koşmadı. Bu bağlamda öncülük ettiği Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi kurumlar, dünya tarihinde daha önce görülmeyen bir ülkeler arası ilşki döneminin başlamasına yardımcı oldu. Bu kurumlar sayesinde büyük çaplı ihtilafların önü alındı ve zayıf devletler sınır ve yaşam güvencesine kavuştu. Birleşik Amerika'nın iç politikası bu forumdaki insanları çok az ilgilendirir. NO'da yaşanan acı olaylar sistemin bir sorunu olarak kendini gösterdi ve bunda birden fazla faktör rol oynadı. Ancak bu faktörler arasında ırkçılık asabiyeti yoktu. Kanıtlar sistemin yerel, eyaletsel ve ulusal boyutlarda hatalı çalıştığını ya da işleyemez duruma geldiğini gösterdi. Fırtınadan sonra, diğer tüm ulusal felaketlerde olduğu gibi, sistem kendini sorgulamaya başladı ve tarihin en büyük fırtınası kaybettirdikleri kadarını, ve belki daha fazlasını, kazandırmış oldu. Bu açıdan sonuç aynı anda hem üzücü hem de sevindirici oldu. Buradaki insanların Amerikan toplumundaki fakirler adına üzüldüğünü sanmıyorum. En fazla genetik bir "oh olsun" duygusu olmalı onları fakirliğin sözcüsü olmaya iten. Bu asla insani bir yaklaşım değildir. İnsani olan Birleşik Devletler'in de yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu ve fırtına sonrası ülkeye akan dış yardımların Amerikan halkında bir küçüklük duygusu değil ama bir çeşit şükran duygusu yarattığını bilmektir. İstatistikler Amerikan halkının dünyanın en cömert ve en çok bağışta bulunan halkı olduğunu senelerdir kanıtlayıp durmakta. Bu bakımdan, münferit olayların ele alınıp forumlarda malzeme olarak kullanılması insanlık adına doğru bir davranış sayılmaz. İnsanlar geleneksel olarak Amerikan şirketleri ve İsrail'in Amerikan dış politikası üzerindeki göreceli etkisi hakkında konuşmaktan haz duyarlar. Onların hatırlamaları gereken birinci husus söz konusu şirketlerin dünyanın başka hiçbir yerinde olmayan sıkı bir denetim mekanizmasına tabi oldukları ve "Corporate Citizenship" denilen halkla ilşkiler yönteminin en canlı şekilde bu şirketler tarafından uygulandığı gerçeğidir. Aslında dünyada çok az ülke dev trostlerini Amerika kadar acımasız bir şekilde onlarca parçaya bölmüştür. Bu bakımdan, şirketlerin yönetimi yönlendirdiği bir tatlı masaldır ama masaldan fazla birşey değildir. Kastedilen silah şirketleri ise, bu şirketlerin Amerikan sanayiinde küçük bir oranı temsil ettiklerini ve mesela Amerikanın ve dünyanın en büyük şirketi olan Wal Mart'ın gelirinin tüm Amerikan silah sektörünün gelirlerinin toplamından fazla olduğunu bilmek gereklidir. Aynı şekilde, ilaç şirketleri de, dünyanın tüm ilaç şirketleri gibi, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin belirlediği kurallar altında çalışır ve aslında demoklesin en keskin kılıcı da onların üzerinde sallanmaktadır. İsrail ABD'nin ortadoğu hesapları için önemli bir kartıdır ama tek kartı değildir. Üstelik, İsrail halkının büyük çoğunluğu devletlerini Amerikan çıkarlarının bekçisi olmak ve onlar adına sürekli savaş durumunda yaşamak zorunda bırakılmakla suçlamaktadır. İsrail Amerikan dış politkasının tek elemanı değildir. Aslında bu dış politika sayıları binleri bulan think-tank ve lobi kuruluşları tarafından, tamamen Amerikan devletinin rızası ile, yönlendirilmektedir. Özellikle lobi kuruluşları Amerikan yürütme organının önemli bir elemanıdır. Bu kuruluşlar sayesinde Amerika, mesela Arap-Israil sorunu gibi karmaşık konularda, inanılmaz sayıda belge ve dökümana sahip olmakta ve meselenin özüne başka ülkelerden çok daha çabuk inebilmektedir. Asıl sorun, müslümanların da, Amerikan düşmalığı yaparak vakit kaybetmek yerine, benzer kurumlar ile, Amerikan idaresine sorunlarını anlatmaları ve onalrı daha tarafsız bir yörüngeye sokmaları sorunudur. Şurası kesin ki, Amerika devlet olarak hiçbir ülkeye ya da dine özel bir kin beslemez; bu onun sosyal dokusuna ve imparatorluk geleneklerine aykırıdır. Amerikanın bir İslam dini sorunu yoktur, bir arap ırkı sorunu yoktur. Amerikanın güvenlik ve istikrar sorunu vardır. Bunu da doğru olarak belirlediği metodlarla başarıyla yürütmektedir. Ne yazık ki uygulanan politika müslümanların lehine gelişmemektedir. Sonuç olarak, bütün dünyanın bir hülasası olarak gördüğüm Amerika Birleşik Devletleri'ni destekliyor; desteklemekle kalmayıp ona hayranlık duyuyorum. Çin ve Hindistan gelecek bilimcilerine de şunu söylemek istiyorum: Süpergüç olmak dünyanın bütün Nike ayakkabılarını ya da bütün İntel çiplerini üretmekten biraz farklı bir durumdur. Çin ve Hindistan süpergüç olabilecek elemanlardan yoksun dünyanın ortalama güçleridir. Aynı söz 1980'lerde Japonya için de söyleniyordu. Ne var ki şu anda dünyanın tüm uzmanları Japonya'nın, bütün Avrupa'yla birlikte, Amerika'nın gücüne erişebilme yeteneğini bütünüyle kaybettiği ve bir sanayi devlet olarak kalacağı konusunda hemfikirdirler. Çin verimli bir atölyedir. Hindistan ise Microsoft'un eleman ihtiyacını karşılayabilecek kadar büyük bir ülkedir. Ne var ki o bile IBM'ın ihtiyacını karşılayamıyor. Bu yüzden IBM, çalışanlarını bir yıllığına ücretli olarak Fen Bilgisi öğretmeni sıkıntısı çekilen eyaletlerdeki devlet okullarına gönderiyor. Viva America!
-
Evrim neden rahatsiz eder?
Merhaba, Ateistlerin en önemli problemi bilimin sadece kendi yataklarına gireceğine inanmaları. Onun kendi vesayetleri altında olduğuna duydukları büyük inanç -ki bu bizzat tanrıları olur- ateizmi sanki daha yarışın başında 1-0 öne geçirir. Gerçek şu ki bilim Allah'ı inkar etmez; aksine, ABD gibi dünyanın en gelişmiş ülkesinde, Bilinçli Tasarım adı altında okul müfredatlarına girer. Ateizm bir inkar metodudur; tek başına bir tez değil, antitezdir. Ateistler varlıklarını var olmadığını inkar ettikleri şeye dayandırır. Aslında Tanrı yok ise, Ateizm de yoktur. Ateizm bir dindir; kendi tapınağı, ilahı ve peygamberi vardır; müritleri yeryüzünün en fanatik, en bağnaz takipçileridir. Onlar cevap vermezler; demogoji yapar, kutsala hakaret eder, suları bulandırır ve bu bulanık suda yaşamaya özen gösterirler. Bilim kisvesi üzerlerinde çok iyi durur; kutsal kitapları Charles Darwin tarafından kaleme alınmıştır. Ateistler bu teoriye sıkı sıkıya sarılırlar çünkü ellerinde yaratılışı inkar edebilecekleri fazla araç yoktur. Peygamber Darwin ise kızının ölümü ile bunalıma girmiş bir akıl fukarasıdır; gerçek bir bilim adamı değildir. Birçok sözüyle henüz hayatta iken kendi teorisini çürütmüştür. Bu haliyle bile Darwinizm Ateizme fikri temel sağlamaktadır. Ateizm dünya tarihinin en kanlı dinidir. Bu din, dünyada dinsizliğin öncülüğünü yapan Komünist blok tarafından hararetle uygulanmış, yirminci yüzyılın en kanlı diktatörlerinin eylemlerine gerekçe olmuştur. Ateist bir toplum hayaliyle yanıp tutuşan SSCB, Kızıl Çin ve diğer ülke rejimleri 100 milyondan fazla sivilin kanına girmiştir. Yine, dünyanın ilk ateist devletini yarattığını ileri süren Enver Hoca, dünya tarihinin en acımasız yönetimlerinden birini Arnavutluk halkının üzerinde uygulamıştır. Ateistler karanlık, kızıl ve merhametsiz rejimleriyle gurur duyabilirler. Ama bu bile inananlar arasındaki diyalogun meyvelerini görmezlikten gelmemize sebep olamaz. Amerika ve diğer ülkelerde "Interfaith Movements" adı veriler girişimler sayesinde farklı dinlere mensup inançlı insanlar bir araye gelmekte ve dinsizliği dünyadan kazımak için çalışmaktadır.Bu çalışmalar dünyanın terörizmden,ve diğer bağnaz,katı,vahşi yapılanamalardan kurtulmasına yardımcı olacaktır.
-
Evrim neden rahatsiz eder?
Deneyden tam 33 yıl sonra, 1986 yılında Stanley Miller, amonyağın yüksek miktarlarda kullanıldığı ilkel atmosfer deneylerinin gerçekçi olarak nitelendirilemeyeceğini bizzat kendisi açıklayarak şöyle dedi: ''Metan (CH4), Azot (N2), çok az miktarlardaki amonyak (NH3) ve su buharından oluşmuş bir atmosfer, ilkel dünya için daha gerçekçi bir atmosferdir. Çünkü amonyak gazı okyanuslarda çözüneceğinden atmosferde çok miktarlarda bulunamazdı. (Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Current Status of the Prebiotic Synthetis of Small Molecules, 1986, s. 7) Ve Miller Deneyi'nin diğer mimarı Harold Urey'in itirafı: ''Yaşamın kökeni konusunu araştıran bizler, bu konuyu ne kadar çok incelersek inceleyelim, hayatın herhangi bir yerde evrimleşmiş olamayacak kadar kompleks olduğu sonucuna varıyoruz'' Fakat nedense deneyin bizzat sahibleri dahi kendi deneylerinin geçersizliğini ilan ederken, siz bu köhne deneyle evrim safsatasını ayakta tutmaya çalışmaya devam ediyorsunuz. Bunlar önyargısız her insanın kavrayabileceği gerçeklerdir. Ancak siz bir yandan bilimsellik imajına sığınıp diğer yandan bilimin ortaya koyduğu bu gerçekleri gözardı ediyorsunuz. Her ne kadar görmek istemesenizde yapılan bu deney aslında evrime delil teşkil etmek yerine canlılığın rasgele ortaya çıkışının imkansızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu deneyle evrimciler, bir anlamda evrimi kendi elleriyle çürütmüşlerdir. Çünkü deney, aminoasitlerin tesadüfen değil, ancak bütün koşulları özel olarak ayarlanmış kontrollü bir laboratuvar ortamında, bilinçli müdahaleler sonucunda elde edilebileceğini gözler önüne sermiştir. Miller'ın deneyindeki aminoasitlerin oluştuğu ortam canlılık için elverişli değil, aksine ortaya çıkacak işe yarar molekülleri parçalayıcı, yakıcı bir asit karışımı niteliğindeydi. Ve dünyadan sesler: *Evrimci Earth dergisi : "Bugün Miller'in senaryosu şüpheyle karşılanmaktadır." *John Cohen'in Science dergisinde yayınlanan 1995 tarihli bir makalesindeki yorum da bu konuda açıklayıcıdır. Cohen hayatın kökenini araştıran bilim adamlarının Miller Deneyi'ni dikkate almadıklarını belirtmiştir ve nedenini de şöyle özetlemiştir: "Çünkü erken dünya atmosferi, Miller-Urey simülasyonuna hiç mi hiç benzemiyordu.'' Hadi, yanlışlığını ispatlayın.
-
AİHM TÜRBANA GEÇİT VERMEDİ!
Gerçek adaletin yaşanmadığı toplumlarda kadın-erkek ayrımı son derece belirgindir. Dünya genelinde kadın-erkek eşitsizliği konusu son derece önemli bir problem oluşturmaktadır. Öyle ki kadınlar dünyadaki pek çok ülkede çoğu zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi görerek toplumdan dışlanırlar. Güçsüz ve korunmaya muhtaç oldukları düşünüldüğü için de genellikle ezilir ve hor görülürler. Yine bu gibi nedenlerden dolayı kadınların fikirlerine de çok fazla değer verilmez. Toplumdaki bu genel kanaatle birlikte çoğu kadın da kendisini bu yanlış kanaatlerin kapsamında kabul etmişlerdir. Bu kabulün bir sonucu olarak da pek çok toplumda kadınlar geri planda kalmakta bir sakınca görmemektedirler. Çabalara ve çalışmalara rağmen zaman içinde bulunan çözümlerin de gerçekte çözümsüzlüklerle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece doğaldır. Çünkü asıl çözüm diğer bütün sorunların çözümünde de olduğu gibi Kuran'dadır. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, toplumu oluşturan bireyler arasında kesinlikle bir ayrım yoktur. Bir insanın kadın, erkek, zengin, fakir, yaşlı, genç veya çocuk olmasının bir önemi yoktur. Önemli olan bu kişilerin cinsiyetleri, mevkileri, servetleri ya da başka herhangi bir vasıfları değil yaptıkları iyi işler ve Allah'a olan yakınlıkları yani takvalarıdır. Allah bir ayetinde müslümanlara "Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır." (Bakara Suresi, 197) sözleriyle bu konuyu hatırlatmıştır. Ayrıca Kuran'da, müminlerden, salih amellerde bulunan kadınlar ve erkekler olarak bahsedilir. Kuran'da müminlerin erkek veya kadın olmalarının değil, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamalarının önemine dikkat çekilir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir: Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 71-72) Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokca zikreden erkekler ve (Allah'ı çokca) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35) Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124) Allah Kuran'ın pek çok ayeti ile kadını ve kadın haklarını koruma altına almış, cahiliye toplumlarında kadınlara olan yanlış bakış açısını ortadan kaldırmış, kadına toplum içerisinde saygın bir yer kazandırmıştır. Kuran ayetleriyle insanlara Allah Katında üstünlük ölçüsünün cinsiyet değil, Allah korkusu, iman, güzel ahlak, ihlas ve takva olduğu bildirilmiştir. Tüm bunlar Rabbimiz'in kadınlar üzerindeki benzersiz lütfunun birer delilidir: "Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." (Hucurat Suresi, 13) Allah insanlara Kuran ile en doğru yolu göstermiş ve cahiliye inançlarını taşıyan insanların yanlış uygulamalarını ortadan kaldırmıştır. İslam ahlakına göre, asıl önemli olan bir insanın kadın ya da erkek olması değil, Allah'a derin bir iman ve Allah korkusuyla bağlanmış olmasıdır. Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyması, Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşamaya çalışmasıdır. Allah Katında asıl değer görecek olan kişinin bu özellikleri olacaktır. Allah Kuran'da kadın olsun erkek olsun iman eden bir kimsenin sahip olması gereken özellikleri şöyle açıklamıştır: Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71) İslamiyete göre ideal kadın: 1) Müslüman kadının idealleri büyüktür.Allah insanı belirli bir amaç üzerine yaratmış, onu yükümlü kıldığı sorumlulukları Kuran ile kendisine bildirmiştir. Müslüman bir kadın herşeyden önce kendisini yaratan, ona bir ömür süresi kılan, yaşadığı her an onu koruyup kollayan, nimetleriyle lütuflandıran Rabbimiz'e karşı sorumludur. Allah'ın Kuran ile insanlara bildirdiği ahlakı yaşamakla, Allah'a ibadet ve kulluk etmekle, O'nun rızasını kazanacak işler yapmakla yükümlüdür. Cahiliye inançları nedeniyle, güzel ahlakın kendilerine getireceği huzur ve mutluluktan uzak bir yaşam süren insanlara Kuran ahlakını anlatıp, onların Allah'ın rızasına, rahmetine, cennetine kavuşmaları için elinden gelen çabayı göstermekle görevlidir. İnsanlara şeytanın sunduğu, kaos ve karmaşanın hakim olduğu, sevgi, saygı, dostluk gibi nimetlerin gereği gibi yaşanamadığı karanlık ruh halinden kurtulmanın yolunu göstermek için samimiyetle gayret sarf etmelidir. Allah Kuran'ın "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75) ayetiyle insanlara, dünya üzerindeki sıkıntı ve zorluk çeken güçsüz konumdaki insanların durumunu hatırlatmış, onlara yardım etmenin ve yol göstermenin, vicdan sahibi insanlar için bir yükümlülük olduğunu bildirmiştir. 2)Müslüman kadın asildir.Müslüman kadın bu asaleti gösteren, basit tavırlara, küçük çıkarlara tenezzül etmeyen bir karaktere sahiptir. Allah Kuran'ın "Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi." (Yusuf Suresi, 28) ayetiyle kadınların 'düzen kurmaya yatkın' karakter yapılarına dikkat çekmiştir 3)Müslüman kadın güçlü ve iradeli bir karakteresahiptir.Müminler ise güçlerini imanlarından alırlar. Bundan dolayı hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, güçlerinde bir değişiklik olmaz. Bu, mümin kadının da karakterini belirleyen önemli bir özelliktir. Allah Kuran'da güçlü, hiçbir zaman için sarsılmayan onurlu kişilik yapılarına şöyle dikkat çekmektedir: Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54) 4)Müslüman kadının rehberi Kuran ve Peygamberimiz'in sünnetidir.İman eden tüm insanlar gibi, Müslüman kadının da tek rehberi Kuran-ı Kerim ve Peygamberimiz (sav)in sünnetidir. Mümin kadın tüm kişiliğini, karakter özelliklerini, yaşam tarzını, ideallerini, isteklerini, tavırlarını ve ahlakını Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)in tavsiyelerine göre belirler. Allah, müminler için en doğru ve en güzel hükümlerinKuran'da olduğunu "... Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50) ayetiyle insanlara bildirmiştir. Yine bir başka ayette ise Allah, Kuran'ın iman edenler için her konuda yol gösterici bir kitap olduğunu şöyle haber verir: ...Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89) 5) Müslüman bir kadın duygusal bir kişilik göstermez.Allah'a gönülden bir bağlılık, içten bir teslimiyet, her olayın Allah'ın kontrolünde olduğunu bilerek, herşeyi hayır gözüyle değerlendirmek, insanın duygularına kapılıp olumsuz tavırlarda bulunmasını engeller. Müslüman bir kadın Allah'a olan güçlü sevgisi ve derin Allah korkusu nedeniyle duygusallığın neden olduğu tüm tavır bozukluklarından titizlikle sakınır. Müslüman kadın, Allah'ın "Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir." (Furkan Suresi, 74) ayetiyle bildirdiği şekilde, tüm tavırlarıyla, kişiliğiyle, yüksek ahlakıyla insanlara örnek olmayı hedefleyen bir insandır. Bu da ona hiçbir olay karşısında yıkılmayan güçlü bir kişilik kazandırır. 6)Müslüman kadın samimi ve doğal bir kişiliğe sahiptir.Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana da olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır. Gerçek düşüncelerini ve gerçek kişiliğini hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır.Müslüman bir kadında böyle olmalıdır. 7) Müslüman kadın dürüsttür.Müslüman kadın, Allah'ın "Kahrolsun, o 'zan ve tahminle yalan söyleyenler'" (Zariyat Suresi, 10) ayetiyle bildirdiği gibi, yalanın Allah'ın beğenmediği ve yasakladığı bir tavır olduğunu bilerek hayatı boyunca bu tavırdan sakınır. İnsanın dünyada söylediği her sözün, ahirette karşısına çıkacağını bilir. Hayır adına söylenen her söz Allah'ın rahmeti ve nimetiyle karşılık görürken, yalan yere söylenen sözler de insanların üzerine büyük bir yük ve sorumluluk olacaktır. Bu nedenle mümin kadın her sözünü, ahirette Allah'a hesabını vereceğini düşünerek konuşur. 8)Müslüman kadın cesurdur.Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146) Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 156) Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173) Müslüman kadının bu cesareti, dünya hayatına dair hiçbir kaygı yaşamıyor olmasından kaynaklanır. Allah'a olan derin teslimiyeti ve güveni, mal ya da can kaygısına kapılmasını engeller. İnsanı Allah yaratmıştır ve hayatına son verecek olan da yine ancak O'dur. Aynı şekilde dünya hayatında sahip olduğu maddi manevi tüm nimetleri; sağlığını, gençliğini, malını, mülkünü herşeyini kendisine veren Allah'tır. Bunları alacak olan yine ancak Allah'tır. Mümin kadın, Allah'ın herşeyi hayır ve hikmet üzerine yarattığını bildiği için, bunlardan herhangi birine zarar geldiğinde de, bunun Allah'tan bir güzellik ve bir hayır olarak kendisine ulaşacağını bilmenin rahatlığını yaşar. Bundan dolayı, bir tehlike, zorluk ya da risk durumu ile karşı karşıya kaldığında asla yılgınlığa kapılmaz. 9)Müslüman kadın iffetli ve onurludur.Allah Kuran'ın pek çok ayetiyle iffetin önemine ve kadına kazandırdığı değere de dikkat çekmiştir. Allah, tüm alemlerin kadınlarına Hz. Meryem'in ahlakını ve iffetini örnek verdiğini bildirerek, bu özelliğin insana kazandırdığı üstünlüğü hatırlatmıştır: Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (Al-i İmran Suresi, 42) İşte islamda kadının yeri...
-
Evrim neden rahatsiz eder?
Evrim teorisini ilmi bir hakikatmiş gibi sürekli gündemde tutmaya çalışanlar Miller'ın denemelerini kullandılar.Oysa Miller'in sentezlediği birtakım cansız moleküllerdi.Bu deneyden sonra hemen yeni senaryolar üretildi. Senaryoya göre,amino asitler rastlantılar sonucu uygun dizilimlerde birleşmiş ve proteinleri oluşturmuşlardı. Tesadüf eseri meydana gelen bu proteinlerin bazıları da,kendilerini bir şekilde oluşmuş hücre zarı benzeri yapıların içine yerleştirerek hücreyi meydana getirmişlerdi. Hücrelerde zamanla yan yana gelip birleşerek canlı organizmaları oluştormuşlardı.İşte deneyin geçersizliğinin ispatı: 1- Miller, deneyinde, "soğuk tuzak" (cold trap) isimli bir mekanizma kullanarak amino asitleri oluştukları anda ortamdan izole etmişti. Çünkü aksi takdirde, amino asitleri oluşturan ortamın koşulları, bu molekülleri oluşmalarından hemen sonra imha edecekti. Nitekim Miller, soğuk tuzak yerleştirmeden yaptığı daha önceki deneylerde tek bir amino asit bile elde edememişti. 2- Miller'ın deneyinde canlandırmaya çalıştığı ilkel atmosfer ortamı gerçekçi değildi. 1980'li yıllarda bilim adamları ilkel atmosferde, metan ve amonyak yerine azot ve karbondioksit bulunması gerektiği görüşünde birleştiler. Peki Miller neden bu gazlar konusunda ısrar etmişti? Cevap basitti: Amonyak olmadan, bir amino asidin sentezlenmesi imkansızdı. Nitekim Amerikalı bilim adamları J. P. Ferris ve C. T. Chen, karbondioksit, hidrojen, azot ve su buharından oluşan bir karışımla Miller'ın deneyini tekrarladılar ve bir tek molekül amino asit bile elde edemediler. Tüm bunların gösterdiği tek bir somut gerçek vardır: Miller Deneyi canlılığın ilkel dünya şartlarında tesadüfen meydana gelebileceği iddiasını desteklememektedir. Deney, amino asit sentezlemeye yönelik bilinçli ve kontrollü bir laboratuvar çalışmasıdır. Gerçekte Miller Deneyi'yle evrimin, "canlılığın bilinçsiz tesadüfler sonucu ortaya çıktığı" şeklindeki iddiası da çürümüştür. Çünkü deney, amino asitlerin ancak tüm koşulları özel olarak ayarlanmış bir laboratuvar ortamında, bilinçli müdahalelerle elde edilebileceğini göstermektedir. İsveçli meşhur ilim adamı Charles Eugenie Guye diyor ki: “Bir protein, 40.000 tane atomdan meydana geliyor. Dolayısıyla bir protein, ancak 10 üstü 60 rakamıyla ifade edilen korkunç ihtimalden ancak bir ihtimalle kendi kendine oluşabilir.” Dikkat buyuruyor musunuz? Kaldı ki, canlı varlıkta tek bir protein değil, proteinler dizisi söz konusu. Bir dizi proteinin meydana gelmesi için de, Dr. Lecomte de Nouy aynen şöyle der: “10 üstü 243 rakamıyla ifade edilecek korkunç bir rakamdan ancak bir ihtimalle bir protein dizisi tesadüfen meydana gelebilir.” Amerikalı biyoloji profesörü Michael Behe, Darwin'in Kara Kutusu isimli kitabında şöyle demektedir: "Bunlar doğanın kanunları tarafından, tesadüfler sonucu veya bir ihtiyaçtan dolayı tasarlanmamıştır; aslında bunlar önceden planlanmıştır. Tasarımı yapan ise, sistemlerin en son halinin nasıl olacağını en iyi şekilde bilmektedir; bu nedenle sistemlerin oluşacağı her adım da planlanmıştır. Yeryüzündeki hayat da en basit örneğinden en kritik parçalarına kadar, bu akıllı dizaynın sonucudur. Akıllı dizaynın sonucu aslında tüm gerçekliğini kendi içinde barındırmaktadır. Biyokimyasal sistemlerin akıllı bir tasarımcının eseri olduğunu anlamak için, yeni bir prensibe dayalı mantık veya bilim de gerekmemektedir. Son kırk yıl içinde biyokimya dalında yapılan çalışmalar zaten bu gerçeği görmeye yeterlidir..." (Michael Behe, Darwin'in Kara Kutusu, s. 196) 1977 Nobel ödüllü Texas Üniversitesi'nden fizikçi Steven Weinberg'ın şu sözü oldukça ünlüdür: "Kainatın sırları kozmoloji bilimiyle anlaşıldıkça, daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor." …Fizikçiler, uzayın, hayatın bir amaç için ve bilinçli olduğu konusunda belli işaretler fark etmişlerdi. Değişmeyen sayılar; yerçekimi kuvvetinin gücü, proton kütlesi ve elektronun elektriksel yükü gibi. Bunlar biraz farklı olsaydı, atomlar birarada durmaz, yıldızlar ışık saçmaz ve hayat görüntüsü olmazdı. "Doğa kanunlarının gördüğümüz kainatı oluşturmak için inanılmaz derecede ince bir ayarla ayarlanmış olması gerektiğini anladığınızda, bu durum, kainatın birden oluşmadığını, onun arkasında yatan birtakım bilinçli hareketlerin var olduğu fikrini doğurur." Ve Sonuç: Allah, tüm evreni ve içindeki tüm canlıları yoktan yaratmıştır. İnsanı da, o hiçbir şey değilken yaratan ve sayısız özellikle nimetlendiren Allah'tır
-
AİHM TÜRBANA GEÇİT VERMEDİ!
Türbanı siyasete malzeme yapanlar kimler? Başörtülü bayanlar açık bayanlara neden gözlerini dikerler?Duygusal davranmayın. Delil gösterin. Haklarını başka yerlerde arama meselesine gelince: Demokraside en yüksek değer hür insan ve hür insanlardan kurulu bir memlekettir. Demokratik bir ülkede insanlar hayatlarını kendi düşüncelerine göre düzenler ve olmak istedikleri ve inandıkları gibi olurlar. Utanmalıyız ki bizler en temel haklarını ellerinden alıp başka yerlerde aramalarını söyledik. Bizlerin,herkesin,öncelikle böyle özgür,serbest bir dünyaya,herşeyin özgürce yaşandığı bir ülkeye zihnen hazırlanmaya ,bunu kabullenmeye ihtiyacımız var. Savunduğumuz dünya görüşü ve politik çözüm ,bizce ne kadar doğru olursa olsun bunu başkalarına benimsetemeyeceğimizi esasında buna hakkımız olmadığını kavrayıp özgür,tartışma,karşılıklı alışveriş yolunu seçmemiz lazım.
-
AİHM TÜRBANA GEÇİT VERMEDİ!
Yasakçılar, insan hak ve özgürlüklerine karşı olanlar,isteyen kişilerin kimseye zarar vermeden kendi inanç ve anlayışlarına göre dindarca yaşamalarından rahatsız olanlar sevindiler ve neşeyle ellerini çırptılar."Bu iş bitmiştir, kimse aksine hareket edemez, herkes hizaya gelsin..." nutukları attılar. Hayır bu iş bitmemiştir.Ülkede "inancım başımı örtmemi gerekli kılıyor" diyen bir insan kalsa bu iş bitmemiş olacaktır. Bu yasak sürdükçe, demokrasi, hürriyet, kadın hakları, hukuk gibi temel mefhumlar başta olmak üzere, birçok şey anlamını kaybetmektedir.Bu yasak, bir yandan yasakçıların insani, vicdani ve medeni seviyelerini ele veriyor diğer yandan yasaklananların uğradığı dayanılmaz horlanmayı. Başörtüsü yasağı hukuka, insan haklarına aykırıdır .Türkiye'nin de altına imza attığı Din özgürlüğü "inancına göre yaşamayı, bu arada giyinmeyi" de içermektedir. Bu karar saçmalıktan başka birşey değildir.
-
EVRİM Mİ?
Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.İnsanların çoğu evrimi bilimsel bir gerçek sanırlar. Evrim teorisi canlıların bilinçli bir tasarımın değil,doğal süreçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünü olduklarını savunur.Bu teoriye göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Dönüşüm yüzmilyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda,iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız ara türlerin oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir. Hatta bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması gerekir. Nitekim Darwin de bu durumun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle açıklamıştır: ''Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır'' Canlılığın evrimle meydana gelmesi neden imkansız? 1) Evrim teorisinin iddiasına göre, fosfor, karbon gibi bilinçsiz, akılsız, yeteneksiz, bilgisiz ve cansız atomlar tesadüfler sonucunda biraraya gelmişler, yıldırımlar, volkanlar, ultraviyole ışınları, radyasyon gibi doğal olaylar sonucunda kendilerini kusursuzca organize ederek proteinleri, hücreleri, balıkları, kedileri, tavşanları, aslanları, kuşları, insanları ve tüm canlılığı meydana getirmişlerdir. Tesadüfleri yaratıcı bir ilah kabul eden evrim teorisinin temel iddiası budur. Böyle bir iddiaya inanmak ise akla, mantığa ve bilime karşıdır. 2) Evrim teorisi, yaşadıkları ortama en iyi uyum sağlayan canlıların daha çok yaşama ve çoğalma imkanı bulduklarını ve bu şekilde faydalı özelliklerini sonraki nesillere aktarabildiklerini, türlerin bu "mekanizma"yla evrimleştiğini iddia etmektedir. Oysa doğal seleksiyon olarak bilinen söz konusu mekanizma, canlıları evrimleştirmez, onlara yeni özellikler kazandıramaz. Sadece bir canlı türüne ait özellikleri güçlendirebilir. Örneğin bir bölgede yaşayan tavşanlardan hızlı koşanlar hayatta kalır, diğerleri ise ölürler. Birkaç nesil sonra bu bölgedeki tavşanlar daha hızlı koşan bireylerden oluşur. Ancak, hiçbir zaman bu tavşanlar başka bir canlı türüne (örneğin tazılara veya tilkilere) evrimleşmezler. 3) Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı yanlış bir teori, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerini öngörüyordu. 18. yüzyıla dek, böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı 19. yüzyılda ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu. Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür." Bu gerçek, yeryüzünde yaşamın kendiliğinden oluşmadığını, ancak mucizevi bir yaratılışla başladığını da bir kez daha göstermiş oluyordu. 4) Evrim teorisi, bir türün bir başka türe dönüşmesinin ilkelden (basitten) karmaşığa doğru, yavaş ve aşamalı olduğunu iddia eder. Bu iddiaya göre, bu dönüşüm sırasında "ara geçiş formu" adı verilen ucube canlıların yaşamış olması gerekir. Örneğin, balık özelliklerini hala taşımasına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık yarı sürüngenler, yarı maymun yarı insanlar, yarı sürüngen yarı kuş canlılar yaşamış olmalıdır geçmişte. Eğer gerçekten bu tür canlılar yaşamışlarsa, bunların kalıntılarına da fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Oysa, yıllardır büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarından eser yoktur. 5) Zaman zaman gündeme gelen "insan ve maymun genlerinin % 99 benzerliği" ifadesi yıllar önce kasıtlı olarak üretilmiş propaganda amaçlı bir slogandır. Öncelikle, her iki türün DNA'larının kıyaslanabilmesi için ikisinin de gen haritasının bilinmesi gerekir. Ancak şu ana kadar yalnızca insanın genetik haritası çıkartılmıştır. Şempanze içinse henüz böyle bir çalışma yapılmamıştır. Sansasyonel şekilde duyurulan araştırmalarda insandaki 30.000 genin sadece 97'si (binde 3'ü) karşılaştırılabilmiştir. Bu kadar yetersiz bir araştırma ile insan maymun arası bir soy bağı kurmak tamamen evrimci ön yargılardan kaynaklanmaktadır. Evrimcilerin bu genellemesi, sadece 3'er cümlesi okunmuş kalınca iki kitabın %99 benzer olduğunu ilan etmek kadar saçmadır. İki canlının genleri kısmen benzediği için benzerlik oranı seçilen genlere göre değişkenlik gösterir. Hiç benzemeyen genler seçilirse elde edilen sonuç %0; tamamen aynı genler seçilirse %100 çıkar. Kaldı ki, evrimcilerin yansıtmak istediklerinin aksine insan, genlerini sadece şempaze ile paylaşmaz. İnsan ile meyve sineği veya balina genlerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada tamamen aynı genler seçilirse insan %100 meyve sineği ya da %100 balina çıkabilecektir! Sonuç olarak insan ve maymunun bütün genlerinin %99 aynı olduğunu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. 6) Bazı kişiler hem Allah'a iman ettiklerini hem de evrim teorisine inandıklarını söylemektedirler. Oysa bu hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü; 1. Allah'a ve Allah'ın dinine inandığını söyleyen bir insan için tek başvuru kaynağı ve rehber Kuran'dır. Kuran'da ise evrimle birlikte yaratılış olduğuna dair bir bilgi yoktur. Aksine ayetlerde canlılığın ve evrenin, Allah'ın "Ol" emriyle yoktan var edildiği bildirilmektedir. ''Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.'' (Bakara Suresi, 117) 2. Evrim teorisinin odak noktası, Yaratıcı'nın varlığının inkar edilmesidir. Darwin'den bu yana evrim teorisini savunanların hepsi bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Teori, 150 yıldır ateizmin en önemli dayanağıdır. Ateizmin en önemli dayanağı ile Allah'a iman arasında elbette bir ortaklık kurulamaz. Evrim teorisini kabul edilemez yapan bir diğer faktör, evrim teorisinin bilim tarafından yalanlanıyor olmasıdır. Evrim teorisi temel iddialarını bile delillendirememiştir. Evrim teorisinin bilim ve akıl dışı bir iddia olduğu son derece açıktır. Kör tesadüflerin canlılıktaki kusursuz tasarımı meydana getiremeyeceği ortadadır. Bir plastik şişenin dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini kabul eden bazı insanlar, sadece Allah'ın varlığını inkar edebilmek, ateist ve materyalist dünya görüşünü yaşatabilmek uğruna, kusursuz ve olağanüstü kompleks tasarımlara sahip canlıların tesadüfen meydana geldiğini iddia edebilmektedirler.