hangisi kullanılmıyo tarafından postalanan herşey
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Şayet dediğiniz gibi yürüseydi dünyada işler elbette ki onlara hesap sorulması gerekirdi, ama sadece Türkiye'de değil tüm dünyada çok iyi bilindiği üzere ülkeleri seçilen yönetimler yönetmezler. Amerika'nın seçilmiş pekçok başkanı vardır, ama politikası özde hiç değişmez, şekli birtakım değişiklikler olur. Keza Fransa, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler için de geçerlidir bu, hiçbir iktidar sahibi sınıf koskoca bir ülkenin yönetimini rasgele seçilmiş, basın desteğiyle seçilmiş ya da başka bir şekilde seçilmiş bir gruba devretmez. Onlara devredilen görünen, şekli iktidardır ve bir miktar yemeleri karşılığında yönetiyor gibi görünmelerine izin verilir, bunun da adı demokrasi olur ve tüm diğer ikinci üçüncü dünya ülkelerini sömürmenin aracı olarak kullanılır. Bizim ülkemizde de iktidar sınıfı hiçbir zaman elindeki gücü terk etmemiştir, daima ve daima iktidar belli bir kesimin elindeydi ve o iktidar sallanmaya her başladığında darbelerle ayar yapma ihtiyacı içinde olmuştur bu sınıf. Yani öyle anlatıldığı gibi bir demokratik yönetim bizim ülkemizde hiçbir zaman olmamıştır. İktidar, bürokrasiyi, yargıyı, askeriyeyi, birçok eğitim kurumunu ve yine pek çok sivil toplum kuruluşunu daima elinde tutmuştur. Bugün gelinen noktada bu sınıfın "kardeşim bu ülkede 60 senedir o bu partiler var, ülkeyi onlar yönetiyor, ben masumum, ben aslında hep sizi koruyordum" deme hakkı yoktur. İnsanlar artık bunu yememektedirler. Bir sınıfın (siyasilerin) kötü olması ki kötüdürler, bu adamları iyi yapmaya yetmiyor artık ve bu ülkede her iktidar sahibi için hesap verme zorunluluğu kesin olarak vardır. Verilmezse ve işte bunu dile getirenler şuradan güdümlü, bunların satın aldığı adamlar (hakikaten de öyledirler) masalının arkasına saklanan gerçek iktidarı sorgulamaya almazsak daha çok terörler, 12 Eylüller, pkk'lar görürüz. Netice itibarıyla kötü dediğiniz adamlarla iyi dediğiniz adamlar aynıdırlar ve bu ülkenin o andığım 50, 60 milyonluk çoğunluğuyla hiçbir alakaları yoktur.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Tarafgirler, soldakiler, sağdakiler, vesaire, bunların hiçbirisi beni ilgilendirmiyor. Bu ülkede o bahsettiğiniz tüm aidiyet mensuplarını toplasanız sayıları 10-15 milyonu geçmez. Neden hiç kimsenin aklına bu ülkede apolitize gibi görünün 55-60 milyonluk bir halkın bulunduğu ve aslında bu ülkenin tüm yükünü dışarıdan, oradan, buradan hiçbir destek almamalarına, hiç kimse tarafından onaylanmamalarına ve kendi sözde aydınları, teknokratları, bürokratları ve hatta zaman zaman kendi seçtiği milletvekilleri, maaşını ödediği memurları tarafından aşağılanmasına, hor görülmesine rağmen bu insanların çektiği gerçeği kabullenildiğinde birilerinin bu sessiz çoğunluğa hesap verme vakti gelmedi mi sizce de? Neden illaki birilerini kutsayıp diğerlerini suçlama gereğini duyuyoruz, bu ülkede hesap sormak için illa ki bir sınıfa ait olmak mı gerekiyor? Bu ülkenin sıradan, sokaktaki vatandaşı, dağdaki çobanı hesap soramaz mı ve bizlere hesap verilemez mi?
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Birkaç mesaja birden cevap olarak yazıyorum bu mesajı. İlk olarak başarının ölçütü nedir diye sorulmuş, cevabını vermiştim, ama tekrarlayayım, denk güçler arasında her türden sonuçta sizin tarafın çabasını, emeğini, elinden geleni yapmasını başarı olarak görürsünüz. Rakibiniz çok güçlü, siz zayıfsanız net bir sonuç alamamış olsanız dahi mücade etmiş olmayı, karşı tarafa ufak tefek hasarlar verebilmeyi dahi başarı olarak görürsünüz. Siz güçlü, rakibiniz çok zayıfsa sonuç alamamayı mutlaka başarısızlık, sonuç almayıysa -mutlaka değil- başarı olarak görürsünüz. Mutlaka değil, çünkü böyle bir durumda başarı kazanılmış olsa dahi usulleri, başarı kazanırken harcanan şeyleri, daha sonrasının düşünülüp düşünülmediğini dahi sorgularsınız. Daha sonra çeşitli mesajlarda askeriyemizin siyasiler tarafından elleri kolları bağlanmış halde gösterilmeye çalışıldığına şahit oluyorum ki söylemde bu şekilde görülse dahi fiili durum tam olarak böyle değildir. Askeriyemiz anılan bölgede ormanları, ağaçlıkları kesmek, yakmak, kararmış havada insanların sokaklarda gezmesini yasaklamak, sayısız köyü boşaltmak ve burada anmak istemediğim daha pek çok olay da dahil olmak üzere pekçok eylemi yapabilecek özgürlüğe sahipti. Daha sonra bu olayı NATO, vesaire bağlamında düşünmek de pek mantıklı değildir, çünkü bu olayın temellerini atan hareketler NATO dile bir şey yokken Fransa, İngiltere gibi birtakım ülkeler tarafından birinci dünya savaşından çok önceleri atılmaya başlanmıştı. Yani öyle 80'lerden sonra gelişen, oluşan bir şey değildir bu hareketlilik, uzun zaman önce başlanan bir hareketin devamı olarak algılamamız mümkün bu olayı. Mesela benim okuyabildiğim kadarıyla aynı hareket Karadeniz Bölgesinde de lazlık üzerinden başlatılmaya çalışılmış, Fransız profesörler birinci dünya savaşı öncesinde gelip lazların türk olmadığını, gürcü olduğunu ispatlamaya çalışan kitaplar yazmışlardır. Hatta ve hatta bu konudaki çalışmalar Karadenizde hala devam etmektedir, ama etkili olamamıştır şu ana kadar bu hareketler. Hatta daha da ileri gidebiliriz, mesela 80 öncesi Demirel'in İstanbul'un nüfusunun 15 milyonlara çıkarılması yönündeki görüşlerini inceleyebiliriz. (İstanbulun nüfusu 4 milyonlar civarındaydı, o kadar insanın nereden geleceği ilginç bir konu olabilir) Daha da ileri gideriz, bugün GAP diye anılan projenin aslında 1920'lerde Ruslar tarafından hazırlanmış ve Meclise sunulmuş bir raporda var olduğuna dair söylentileri araştırabiliriz. Daha da ileri gideriz, CHP'nin tüm iktidarı boyunca zenginleştirilecek iller programında neden hiçbir zaman Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz'in yer almadığını araştırabiliriz. Bir savaş sonuçtur ve gerisinde sayısız sebepler vardır. Bu sebepleri oluşturanların bugün vatan millet edebiyatı yapması ilginç gelmektedir bana, ama yine de TSK başarılı mı derseniz sonuç olarak sadece bu sebeplerin oluşmasında çok büyük etkileri olduğundan dolayı bile başarısızdırlar ve vatan millet edebiyatı yapmaktan ziyade hesap vermek zorundadırlar.
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Nereden başlayayım, nasıl sürdüreyim, gerçekten bilemiyorum, ama sanırım şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ilk mesajımda bahsettiğim kelimelerin anlamları konusundayız hala. İman dediğiniz şey anlamı belli olan bir şey değildir, dolayısıyla anlamı belli olmayan bir şey hakkında inanmadığınız şeye iman etmezsiniz demek bence pek mantıklı değil, tıpkı mantığa uymayan şeye iman edilmeyeceği önermenizin aynı sebeple mantıklı olmadığı gibi. İkinci ayrılık noktamız ben mantığın doğuştan var olan bir şey olduğuna inanırım, hatta ve hatta şartlanmanın temel öğesi olarak hayvanlarda da vardır mantık. Bilirsiniz ki, bir hayvana çok kere bir sesin ardından belli bir yerde yem vermişseniz daha sonra siz o sesi her çıkarttığınızda o hayvan yem verdiğiniz yere koşar. Bu mantıktır, yani öyleyse öyle, böyleyse böyle, bunu söyleyen mantıktır, zil çaldı, yemek gelecek. Burada düşünce yoktur, hiçbir hayvan kalkıp da ya acaba bu herif beni kandırıyor olabilir mi diye düşünüp gitmemezlik yapmaz veya kalkıp da yemi oraya atsın, ben sonra gider yerim de demez, çünkü şartlanmayla oluşturulan kodeksin dışına çıkabilecek olanı düşünce oluşturur ve bu hayvanlarda yoktur. İnanılabilecek şeylerin de "yalnızca" insanın bilgisi ve mantığıyla paralel olduğuna inanmıyorum ve bu konuda bilginin ve mantığın reddettiği sayısız şeye inanan insanlara dair sayısız örnek verebilirim size, ama bu da ne sizde, ne de başka birinde hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü inanmak sadece bilgi ve mantıkla, verilerin gösterdiğiyle bağlantılı değildir.
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Allah'ın varlğının mantığa uymadığını söylemedim, mesajım yeterince nettir zannediyorum. İkincisi kader meselesi ne olduğu bilinmeyen bir şeydir, Kuran'da da zaten istenilen inanılması değil, iman edilmesidir kadere. Bir şey inanılabilecek halde olsaydı iman edilmesi istenilmezdi şüphesiz ki, bir şeye iman edilmesi isteniliyorsa şayet bu istek o şeyin insanlar tarafından akıl ve mantıkla kavranılamayacak bir şey olduğu anlamına gelmez mi acaba? Akıl ve mantık dediğimizde kendi akıl ve mantığımızdan söz ediyoruz ki bu da kişiden kişiye değişse ve sınırları değişken olsa da her bir bireyde sonunda mekanın, zamanın, şartların dışına taşması çok mümkün olmayan bir şey
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Başarısızlık anlayışımın karşılığına gelen şey fikirden ziyade somut gerçekliktir. Aslında bu tüm insanlarda böyledir. İlgili duruma dair sayısız tespit yapılabilir, sayısız neden söylenebilir, bunlar beni ilgilendirebilen veriler olabilirdi elbette ortada taraflar arasında daha önceki mesajlarımda da belirttiğim gibi güç bağlamında üst düzeyde bir dengesizlik olmasaydı şayet. Şöyle ifade edeyim, popüler kültürün ürünü gerçi örnekleme metodu, ama bugün ülkemizdeki futbol kulüplerinden birine antrenör ya da yönetici seçtiğinizde o yönetici veya antrenörün başarısızlığını neye göre belirlersiniz? Diyelim ki bu takım Denizlispor, yapısı, kadrosu, gücü, kuvveti bellidir bu takımın ve ilk üçte tamamlayamadığında bu takım veya kupalarda yarı final, vesaire gibi başarılı sayılabilecek kademelere çıkamadığında hiç kimse bu takımın yöneticilerini ya da antrenörünü başarısızlıkla suçlamaz. Ancak söz konusu takım Galatasaray ve Fenerbahçe gibi kulüpler olursa ve bu iki takım son haftalarda düşmeme mücadelesi verirse sizler de takdir edersiniz ki o kolüplerin yöneticilerini ve antrenörünü kimse kurtaramaz. Yani sözün özü başarıya dair kriterler bellidir ve ister okumuş olsun, ister okumamış olsun tüm insanlar tarafından bilinirler, karşılaşma halinde olan taraflar arasında geniş anlamıyla iktidar karşılaştırması yapar insan evladı ve bu insanda doğal olarak varolan bir özelliktir. Dolayısıyla TSK'nın insanda doğal olanın dışında bir kural getirmesi akla ve mantığa pek de uygun düşmüyor. Ne yapılmalı sorusunun cevabı şu an itibarıyla çok zor, bir kere bu ülke halkının temel özelliği iki açıdan ele alınmalıdır. Birincisi kaybeden ülke olması ve ikincisi de ülke halkının ittifakla biat ettiği bir kültürel, dini, siyasi modelin varolmaması. Sadece kaybeden ülke olsak dahi bu derece sorun çıkmayabilir gerçi, ama hem kaybeden, hem ittifakla biat edilmiş bir forma sahip olmama durumunda işimiz çok zordur. Daha ötesine de gidilebilir buradan, ama örtülü ifade etmeyi tercih edeyim şimdilik, kovulmaktan sıkıldığımdan dolayı bu forumda da ilk zamanlarda kovulmak istemiyorum. İnsan kovulmaktan bile yorulabilen bir varlıkmış, bunu da öğrenmiş oldum bu arada
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
Saygılar bizden efendim Benim başarı anlayışım tektir, doğru siyasetle ki tercih ilk planda ve hatta devamında bile belki kesin olarak budur ya da olmuyorsa şiddetle çözüm. Bu yapılamıyorsa 30 senede bence kesin olarak bir başarısızlık vardır, TSK'nın genel geçer olan başarı başarısızlık kriterlerinin dışında bir kriter belirleme gibi bir hakkı olduğunu sanmıyorum. Bir kurumu kendimize ait görmek ayrı bir şeydir, onu tüm eleştirilerden ayırıp, kutsayarak gerilemesine neden olmak ayrıdır. İyi ve başarılı bir toplumun temel özelliği dışında olanı değil, içinde ve kendinden olanı eleştirip iyileşmesine, gelişmesine yardımcı olmaktır.
-
EĞER MESELE KURSATOTCU GİBİ DÜŞÜNÜLÜRSE
Yeni üye olma sıfatımla boşboğazlık etmeyle karışık her türlü tartışmaya müdahale hakkını da edinmiş oluyorum sanırım. Okuyabildiğim kadarıyla bu tartışmada dikkatimi çeken bir şey var, şöyle ki, gerek felsefi, gerek dini, gerek siyasi, bilimsel tartışmalarda temel gerek şart katılımcıların aynı kelimelere aynı anlamları yüklemiş olmaları gerçeğinde yatmaktadır. Katılımcılar aynı kelimelere aynı anlamları yüklemiyorlarsa o tartışmanın yapılmasının anlamsızlığı açıktır. Benim bu tartışmada dikkatimi çeken husus kullanılan temel kelimelerin birçoğunun, mesela irade, kader, zaman, vesairenin üyeler tarafından farklı anlamlarda kullanılıyor olması. Hele iki kelime var ki kader ve zaman, bu iki kelimenin anlamı bilinemeyeceğinden ötürü üzerinde konuşulmasının anlamı da yoktur bence. Kader diye bir şeye inanılmaz, bu akla ve mantığa aykırıdır. Dolayısıyla inanılamayacak bir şeyin üzerinde de tartışılamaz. Dinsel formun ifade ettiği şekilde iman edersiniz ya da etmezsiniz. İkincisi tanrı ve zaman konusu, tanrı varsa tanrıyla zamanı ilintilendirmek kadar saçma bir düşünce olamaz, çünkü zaman bilinmez olsa da mekanın çoçuğudur ve mekan varsa zaman vardır. Dolayısıyla tanrı ve zamanı birlikte düşünmek tanrıya otamatik olarak fiziksel varlık yüklemek anlamına gelir ki yine dinlere baktığımızda tanrının bu şekilde tasvirlere hıristiyanlık ve özellikle de musevilik de pek yaygın olsa da islamda buna çok katı ve sert bir karşıtlık vardır. Daha çok uzar bu mesele, ama izleyebildiğim kadarıyla bu tartışma musevilerde, hıristiyanlarda, müslümanlarda yüzyıllarca, binyıllarca sürmüş ve hala da sürüyor ve her üç dinde de sayısız mezhebin oluşmasının en temel nedeni olan irade, kader, zaman kavramlarının üzerinde tartışmak çok da mantıklı gelmiyor bana.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
İnsanların zihniyetleri ve dolayısıyla da yönetime dair yaklaşımları farklıdır. Ben başarısızlık durumunda başka bir suçlu ya da hedef bulmayı alışkanlık haline getirmiş hiçbir yaklaşımı hoşgöremem. Bir yerde ben-biz bir şeyler yapıyorsam ve başarısızlığa uğruyorsam tek suçlu benimdir. Başarının nasıl ki ödülü varsa başarısızlığın da cezasının olması doğaldır ve eline verilen sayısız imkanlara rağmen başarısız olmuş bir yöneticiyi elindeki hiçbir imkanı kaybetmeyeceği bir şekilde sözde sürgüne yollamak ceza değil, ödüldür. Bazı mevki ve makamlara ulaşmış, bazı sıfatları takınmış insanların hata yapma hakkı yoktur, ulaşılan mevki, makam bunu zorunlu kılar. Biz suçlarımızı, hatalarımızı görebildiğimiz, cezalandırabildiğimiz veya düzeltebildiğimiz günlere ulaştığımızda başarılı olmaya yaklaşmış olacağız.
-
PKK'NIN SONUNU NEDEN GETIREMIYORUZ?
yeni bir üyeniz olarak haddimi aşmayı istemem, ama soruya bir soruyla karşılık vermeyi isterim. Bir milyon kişilik bir ordu, tankı, topu, uçağı, helikopteri, sayısız teçhizatı, karşısındaki örgüte göre korkunç denebilecek bir lojistik desteği. Karşısında militan kadrosu bazı söylentilere göre üç dört bin, bazı söylentilere göre yedi bin olan bir örgüt. Mücadele 30 yıl sürüyor ve burada benim sorum geliyor. Bu 30 yıl boyunca bir milyon kişilik ordunun üst kademe kadrosundan, gerek bölgede görev yapan, gerekse ana merkezde görev yapan üst kademe subaylardan açık başarısızlık dolayısıyla cezalandırılan kaç subayımız vardır? İkinci soru lokal başarılardan dolayı ödüllendirilmiş kaç subayımız vardır? Not, bu sorunun cevabı tam olarak başarısızlığa dair bir cevap olamasa da bir bakış açısı getirecektir.