Deluge tarafından postalanan herşey
-
SOYKIRIM; Soykırım’ın tanımlanması
1. Tarihin en komple soykırımı: Holokaust, 1941-1945 İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi-Almanya tarafından beş milyondan fazla Yahudi gaz odalarında zehirlenerek ve kurşunlanarak katledilmiştir. Uluslararası toplum tarafından Holokaust (‘Büyük Yangın’) olarak da tanınan bu korkunç soykırım, aynı zamanda tarihin en ağır, en ideolojik ve en komple jenosidi olarak kabul edilmiştir. Günümüzde hâlâ Holokaust’ı kavramakta zorluk çekmekteyiz ve elbet bu soykırımı bütün ayrıntılarıyla anlatmamıza yer yoktur.[51] Dolayısıyla Holokaust’ı ana hatlarıyla çizeceğiz. Almanya ve Avrupa Yahudileri’nin imhası 2 döneme ayrılır: 1933-’39 ve 1940-’45. İlk dönemde takibat, ikinci dönemde fiziksel yoketme gerçekleşmiştir. Nazi partisi genel başkanı Adolf Hitler, 1933 yılında iktidara geldikten sonra, ‘Kavgam’ (Mein Kampf) adlı kitabındaki anti-Semitist fantazilerini pratiğe geçirmeye kararlıydı. Bu yıllarda Alman devlet bürokrasisi gittikçe Nazileşti ve Yahudiler’in üzerine baskılar arttı. Hitler başa geçince ırklarını kaydetmeye mecbur olan Yahudi cemaatı, yurttaşlık haklarının adım adım kısıtlanmasına tanık oldular. İlk önce topluca memuriyetten men edildiler ve pasaport ve kimliklerine J (Yahudi: Jude) harfı basıldı, sonra Almanlarla evlenmeleri yasaklandı ve nihayet bütün vatandaşlık haklarından mahrum edildiler. Nürnberg yasaları çerçevesinde gerçekleşen bu aşağılama ve gözdağı politikasının Naziler için evveliyet taşıdığı kuşkusuzdur. Nazi partisi gerek gazetelerde, gerek radyoda daima Yahudiler’e yönelik tehdit savurmaktaydı. Bu esnada Yahudiler’in mallarına ve dükkanlarına da tecavüz ediliyordu, keyfi işkence ve cinayetler gerçekleşiyordu ve suçlular cezalandırılmıyordu.[52] 1938 yılında zulüm had safhada idi. Yahudiler için artık herşey yasaktı: toplu taşıma araçlarından faydalanmak, gazete veya kitap satın almak, havraya gitmek, evcil hayvan edinmek gibi basit günlük ve sosyal ihtiyaçlar Yahudiler için tabu olmuştu. Aynı zamanda yavaş yavaş Yahudiler’in ekonomisi de istimlak ediliyordu: fabrikalar, dükkanlar ve şirketler devlet emriyle veya cebren tümüyle Alman işadamlarının eline geçiyordu.[53] Nihayet, sonradan ‘Kristal Gecesi’ (Kristallnacht) adı verilen 9 Kasım 1938 gecesinde topluca Yahudiler’e saldırıldı: binlerce dükkan ve havra yakıldı, yüze yakın insan öldürüldü ve toplu gasp gerçekleşti.[54] Kısaca, 1933-1939 döneminde Yahudi toplumu Almanya’da sert ve boğucu bir takibat politikasına tabi tutuldu. Yahudiler, günah keçisi ilan edildikten sonra gelecek faciayı biraz da olsa öngörmüşlerdi. Takibat döneminde bizzat Hitler sık sık “Yahudi ırkının yokedilmesi” (die Vernichtung der jüdischen Rasse) gibi sloganlar atıyordu.[55] Naziler son soykırım kararını muhtemelen 20 Ocak 1942’de Wannsee Konferası’nda aldılar; bu toplantıda polis, özel jandarma (SS: Schutzstaffel), Devlet Genel Güvenlik Dairesi (RSHA: Reichssicherheitshauptamt), istihbarat teşkilatları (SD: Sicherheitsdienst, ve Gestapo: Geheime Staatspolizei) ve Nazi partisi (NSDAP: Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei) yöneticileri Yahudi sorununun “nihaî çözümü” (Endlösung) kararını resmen aldılar.[56] Toplantıdan sonra jenosid ikiye ayrılır: zaptedilmiş olan topraklarda Yahudiler’in kamplarda imhası ve zaptedilmekte olan topraklarda Yahudiler’in derhal kurşunlanması. Bu arada toplama kamplarında çalışmaya zorlanan veya belirli mahallelere (gettolara) kapatılmış olan Yahudiler, artık Auschwitz-Birkenau, Sobibór, Belzeċ, Chelmno, Majdanek, ve Treblinka gibi büyük imha kamplarına nakledilirler. Bu kamplarda belirli bir süreçten sonra yaşlı-çocuk, kadın-erkek fark gözetmeksizin, Yahudiler, özellikle 1942-1944 yıllarında gaz odalarında kitlesel ve son derece etkin şekilde katledilirler. Gaz odalarının etkin sistematiği ancak yarattığı ölü sayılarının korkunçluğuyla kıyaslanabilir: sadece Auschwitz imha kampında jenosid esnasında günde ortalama 2000 insan zehirlenip yakılmıştır.[57] Ölüm kamplarındaki insanlık suçları aralıksız devam ederken Alman ordusu Sovyetler Birliği’ne taarruz edip, işgal ettiği topraklarda da Yahudiler’i katletmeye başlar ve Holokaust’ın ikinci şekli gerçekleşir. Burda SS birlikleri (Einsatzgruppen) ordunun peşinden kitlesel katliam harekâtlarında bulunur. Rus ve Ukranyalı Yahudiler toplanıp, kendilerinin kazıdıkları kuyuların kenarlarında yüzbinlercesi kurşunlanırlar ve toplu mezarlara gömülürler.[58] Avrupa Yahudileri’nin ezici çoğunluğu 1945 yılında yokedilmiş oluyordu. Holokaust, tarih önünde öylesine dehşet verici bir jenosiddi ki ‘soykırımların soykırımı’ olarak adlandırıldı. Çağın en gelişmiş teknolojisi, beş milyondan fazla Yahudi, yüzbinlerce Roma, özürlü, eşcinsel ve anti-Nazi’yi sistematik şekilde öldürmek için kullanılmıştı. Holokaust’ın en ayırt edici özelliği, üstte sunulan tipolojinin bütün çeşitlerini kapsamasıdır: Yahudi sermayesinin Almanlar’ın eline geçmesi ekonomik soykırım, havraların, kütüphanelerin yakılması kültürel soykırım, Çek partizanlarının SD şefi Reinhard Heydrich’i vurduktan sonra binlerce insanın derhal kurşunlanması da misilleme soykırımıydı.[59] Üstelik Holokaust tam anlamda bir ideoloji soykırımdı ve ölü sayıları korkunç boyuttaydı. Yahudiler’in Avrupa’dan Amerika kıtasına kaymasının yegane nedeni Holokaust idi. Çağdaş insanlık tarihinde, artık bütün soykırımlar Holokaust’a göre değerlendirilecekti.
-
SOYKIRIM; Soykırım’ın tanımlanması
Bir soykırım tipolojisi Böylece jenosid tipolojisinin bir temeli atılmış oldu. İdeolojik-pragmatik ve ülke içi-dışı boyutları ile, herhangi bir jenosidi irdelemek için bu şema ele alınabilir. Yine de birkaç özel tipleri ayrıntılı şekilde açmak gerekiyor. Bu cihette üç çeşit soykırıma ayrıca ışık tutmakta fayda vardır: ‘misilleme soykırımı’ (retributive genocide), ‘ekonomik soykırım’ (utilitarian genocide) ve üstte de kısaca değindiğimiz ‘kültürel soykırım’ (cultural genocide). ‘Misilleme soykırımı’ olarak tanımlanan soykırımların amacı intikamdır. Mukavemet gösterebilen fakat failden güçsüz olan azınlık, bu jenosid tipinde belirli hareketleriyle devleti ‘provokasyon’a getirir ve devlet buna karşı kolektif cezalandırma niteliğinde şiddetli önlemler alır. Misilleme soykırımında kurbanlar tamamıyla âciz olmadıklarına rağmen ağır darbeler alabiliyorlar. Zira failin intikam güdülü katliamlarında şiddet oranı oldukça yüksektir.[39] İki örnek bu model jenosidi açıklıyabilir. Irak devletinin 1988’de İran ordusuna yardım ettiği gerekçesiyle Kuzey Irak şehri Halepçe’ye uyguladığı kimyasal bombardıman kampanyası, misilleme jenosidinin net örneğidir: yöre kökenli peşmergeler silahlı olmalarına rağmen karşı koyamadılar ve Irak devletinin saiki, İran ordusuna yardım ve yataklık eden Kürtleri cezalandırmaktı.[40] Keza 1890’da ABD’nin Wounded Knee kasabasında Sioux Kızılderililer’in yoksul yaşam koşullarını protesto etmelerinin, katliamla cezalandırılması ve yüzlerce insanın kurşunlanması misilleme soykırımıydı.[41] ‘Ekonomik soykırım’, belirli bir bölgenin doğal kaynaklarından istifade etmek için yerlilerin katledilişi ve sürülüşü anlamına gelmektedir. Aynı zamanda sırf zengin bir azınlığın mal varlığını ele geçirmek için yürütülen katliam ve toplu gasp politikasına da denilmektedir. Bu jenosid türünün en karakteristik özelliği, ekonomik çıkarların insanları yoketme sürecinde belirleyici bir rol oynamasıdır. Amaç, hedef grubu yoketmek değildir, amaç hedef grubun kendi mallarını veya yaşadığı bölgenin hammadde kaynaklarını, devletin veya şirketlerin mülkiyetine geçirmektir.[42] Bu tür jenosidin kurbanları en çok Afrikalılar ve Kızılderililer olmuştur: Afrikalı zenciler, ortaçağ döneminde özellikle Batı Avrupa ülkelerince kölelik ve topraklarında altın, gümüş ve elmas bulunduğu için yurtlarından koparılıp dünyanın öbür ucunda köle olarak plantasyonlarda ve tarlalarda çalışmaya zorlandılar.[43] Amazon ormanlarında yaşayan çeşitli Kızılderili azınlıklar, kereste sanayisi uğruna Brezilya devleti tarafından yıllardır amansız bir jenosid politikasına uğramışlardır (ve hâlâ uğramaktadırlar). Bu esnada kitlesel katliamlar, çocuklara zehirli şekerin dağıtılması ve insanlara kasten ağır hastalıkların bulaştırılması gibi suçlar işlenmiştir. Kızılderililer için facianın boyutlarını rakamlar yetersizce temsil etmektedir: örneğin Cacaas Novas kabilesinin nüfusu 10 yıl içinde 35.000 mensuptan 400’e indirilmiştir.[44] Aynısı ABD’nin Georgia eyaletinin yerli Çerokee Kızılderililer’in de payına düşmüştür: 1830’larda Çerokeeler’in yaşadıkları bölgede altın bulunduğunda devlet emri üzerine bütün Georgia Çerokeeleri sürgüne gönderilir ve bu esnada binlerce Kızılderili bakımsızlık, açlık, susuzluk ve keyfi katliamlardan dolayı hayatını kaybeder. Çerokeeliler bu jenosid sürecine “Gözyaşı Yolu” (Trail of Tears) adını koyarlar.[45] Son bir özel jenosid modeli “kültürel soykırım” kategorisidir. Bu tip soykırımlar kültürlerin veya ulusların imha edilmesinde şiddet kullanılmamaktadır. Jenosidin amacı iki etnik grubun kutuplaşmasında uygulanan yoketme politikasıyken, azınlık grubun katledilmeden buharlaşması kültürel soykırım anlamını taşımaktadır. Genelde zorunlu asimilasyon anlamına gelen bu özel fenomen, kendisini çeşitli değişimlerde belli ediyor: mazlum grubun baskıcı grubun dinî kimliğini zorla benimsemesi, dil yasağı, mazlum gruba mensup bebeklerin veya çocukların ailelerinden alınıp yatılı okullarda baskıcı grubun kültürel ve ulusal özellikleriyle yetiştirilmeleri kültürel jenosiddir.[46] Avustralya hükümeti bu yöntemi yakın tarihimize kadar uyguladıktan sonra, asıl kültürüne tamamen yabancı, hattâ düşman olan birçok Aboriginal kuşaklar yetişti, ve aynı tavır, “beyazlaştırma” politikası çerçevesinde İngiliz evlerine yerleştirilen genç Aboriginaller için de geçerlidir.[47] 1992’de Bosna Müslümanları’ndan kalma tarihi eserlerin de imhasını gerçekleştiren Hırvat komandoları ve bilhassa Sırp ordusu, kültürel soykırım suçunu da işlemişlerdir zira bu şiddet Bosna’nın İslamî kültürel sembollerine yönelikti.[48] Afganistan’da büyük Buda heykellerini yokeden Taliban yönetimi de benzeri surette kültürel soykırım işlemiştir.[49] Aynı zamanda Cezayir ve Fas’ta yokolmayla tehdit edilen Berberice (Temezıht) dilinin yasaklanması ve yıllardır resmî dil veya eğitim dili olarak kabul edilmemesi kültürel soykırımdı.[50] Sunulan teorik çerçeve ve tipolojiden sonra soykırımlar tarihinden üç somut örnek açıklanacak: Yahudi Soykırımı (namı diğer Holokaust), Avustralya Aboriginal jenosidi ve Bosna-Hersek soykırımı. Bu birbirinden acı ve kanlı soykırımlar hususiyle kendilerine has özellikleriyle izah edileceklerdir.
-
SOYKIRIM; Soykırım’ın tanımlanması
Soyut bir şema: Jenosidi anlayıp analiz etmek için, belirli somut soykırım kategorileri çizip, yaşanılan jenosidleri bu tabloya göre tasnif etmek elzemdir. Özellikle, soykırım araştırmalarında önemli rol oynayan karşılaştırmalı analizler (comparative analysis) için soyut şemalar elverişli oluyor. Bu surette, jenosidleri kavramak için alttaki şemayı [31] çizebiliriz: Jenosidleri biçimlerine göre bu kroki içinde değerlendirmek mümkündür. Yatay eksende sol tarafta yer alan “ideolojik” jenosidlere karşı sağ tarafta “pragmatik” jenosidler sözkonusu. Bu ayrım önemlidir: ideolojik soykırımlarda nihaî gaye, hedef gösterilen grubun kökünden kazınılmasıdır ve jenosidçi mentalite bu durumlarda ideolojiyle iç içedir. İdeoloji, belirli bir topluluğu hedef olarak göstermektedir ve devletin politikası buna göre belirlenir ve uygulanır. İdeolojik soykırımların en net örneği Holokaust’tır zira Nazi ideolojisinde Yahudilerin yokedilmesi merkezi bir yer almaktaydı. Keza Stalin egemenliği döneminde Sibirya’ya mutlak bir ölüme gönderilenler veya Suharto’nun özel komandoları tarafından katledilen ‘komünistler’ ideolojik gerekçelerle soykırım kurbanları olmuşlardır. Ruanda da durum farklı değildi.[32] Kısaca ideolojik soykırımlarda jenosid amaç olarak güdülmektedir. Pragmatik soykırımlarda ideoloji mevcut değildir veya şuuraltına mahsustur; açıkça mevcut olduğu halde de jenosidin uygulanması ideolojiye bağlı değildir. Bu tip soykırım genelde bir ‘tali iş’ veya bir ‘engelin tasfiyesi’ olarak uygulanır. Kurban grup burda belirli bir hedefin önüne mâni olduğu için katliamlara ve sürgünlere maruz kalır. Pragmatik jenosidler, tarihte ideolojik soykırımlara nazaren daha çok uygulanmıştır: Moğol istilalarının önüne engel olan Doğu İran kentleri sakinleri, pragmatik nedenlerden dolayı Cengiz Han orduları tarafından katledildiler,[33] ve Amerikan Kızılderililer ABD devletinin batıya yayılmasını zorladıklarından dolayı soykırıma uğradılar.[34] Yani pragmatik jenosid bir hedefe ulaşmak için bir araç olarak algılanmalıdır. Jenosidin yapısını böylece ele aldıktan sonra çapına değinmeli. Şemada dikey eksende soykırım tasnifinin coğrafi boyutları ‘ülke içi’ (domestic) ve ‘ülke dışı’ (transnational) olarak ayrılmıştır. Ülke içi jenosidler çoğu zaman diktatörlük rejimleri tarafından işlenir. Bunlar, genelde çok-uluslu ülkelerde etnik gruplardan birisinin iktidara geçip soykırımcı bir doğrultuda ülkeyi zaptetmesiyle gerçekleşir. Çoğulcu toplumlarda sosyal atmosfer tıkandığı an siyasî gerilim ortaya çıkabilir. Böyle toplumlar soykırıma gebedir çünkü çeşitli dinsel, etnik ve politik grupların bir arada yaşamaları hassas şartlara bağlıdır. Bu şartlar (demokrasi, özgürlük, eşitlik, vs.) sertleşince, soykırım tehdidi meydana gelebilir.[35] Bosna-Hersek, farklı etnik ve dinsel grupları barındıran otonom bir bölgenin nasıl soykırıma sürüklenebildiğini ıspatlayan tipik bir örnektir. Ülke dışı (ve uluslararası) soykırımlar nitelik olarak farklı değiller, ancak coğrafi açıdan – ve dolayısıyla teknik açıdan – farklıdırlar. Bu tip jenosidi ikiye ayırmakta fayda var: işgal edilen topraklarda işlenen katliamlar ve ‘uzaktan’ işlenen katliamlar. Birinci tip soykırım politikasının örneklerinden biri, İngilizler’in Tasmanya adasını işgal ettikten sonra yerli Tasmanyalılar’ın tümünü yoketmeleridir.[36] Keza İspanyol ‘fetihçileri’ (Conquistadores), Orta ve Güney Amerika’da Maya, Aztek, Açe, Anasazi gibi Kızıldereli toplulukları aynı şekilde, işgal esnasında toplu kıyımlara ve sosyo-ekonomik tahribata uğratmaktan çekinmediler.[37] İkinci tip jenosidçi politika teknolojikmen gelişmiş ülkelere hastır. Bu tür kitle imhaları hususiyle modern savaşlar esnasında gerçekleşir. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’yı dize getirmek için 1945’de Hiroşima, Tokyo ve Nagasaki şehirlerine yağdırdığı (nükleer) bombalarla yüzbinlerce sivili öldürmesine kolaylıkla jeosid denilebilir. Aynısı 1944-’45 yıllarında Alman şehirlerini, sivil veya askeri mevzi farkına dikkat etmeden, aralıksız bombalayan Müttefikler için de geçerlidir zira bu bombardımanlardan dolayı yüzbinlerce sivil Alman yaşamını yitirmiştir. Bu iki örnekte önemli olan olgu, soykırımı icra edenlerin sayısız sivilin öleceği bilincinde olmaları idi.[38]
-
SOYKIRIM; Soykırım’ın tanımlanması
Bürokrasi ve şiddet Böylece jenosid bu dört boyut ekseninde bilim dünyasına yerleşmiş oluyordu. Temeli attıktan sonra tanımlamayı netleştirme sorunları ve “bir katliam ne zaman jenosid niteliğini kazanıyor?” gibi birtakım ayrıntılı sorular sorulmaya başladı. Tartışmalar ve polemiklerin hâlâ sürmelerine rağmen birkaç mutabakat kristalize edebildi: devletlerin rolü, kasıtlılık ve sistematik, hedef grubun hassasiyeti ve jenosidin katliamı aşması. Tarihte soykırım hemen hemen istisnasız şekilde devlet tarafından icra edilmiştir. Radikal siyasi elitler daima devletlerin resmi bürokrasilerini kendi amaçları için kullanmışlardır. Gerek açıkça, gerek zımnen, soykırımlar daima resmî salahiyetini istismar eden devletlerin politikaları neticesinde gerçekleşmiştir. Somut bir strateji çerçevesinde yürütülen yoketme gayesi çoğu zaman resmi politikanın ürünü oluyor.[16] Dolayısıyla jenosid herşeyden önce bir devlet suçudur. Bu iddia aynı zamanda soykırımların genelde diktatörlük rejimleri tarafından işlendiğini içerir. Uzmanlar bu olgunun tetkiki sonucu yirminci yüzyılda devletlerin dünya çapında yaklaşık 170 milyon insan katlettiklerini kaydetmiştir.[17] Devlet tarafından planlanan merkezî, sistematik imhalar günümüze dek sürmektedir, fakat burada ufak bir nüans sözkonusu. Devletin herhangi bir tebaasını öldürmesi otomatikmen jenosid anlamına gelmez ve buna democide adı verilmiştir. Jenosidi bireysel idamlardan veya cinayetlerden ayırt eden özellik, soykırımın kitlesel olması ve (etnik, dinsel, vs.) azınlığın kimsenin felsefesini veya düşüncesini hesaba katmaksızın katledilmesidir.[18] Jenosidlerde devletin rolü belirleyici ve yönlendiricidir. Çeşitli jenosid teorilerinin odaklaştığı başka bir nokta jenosidin her zaman (hattâ bir ön şart olarak) sistematik ve kasıtlı bir plandan ibaret olmasıdır. Bir şiddet eylemi olan jenosidin maksatlı olarak yapılmış olması son derece önemlidir. ‘Niyetlilik’ (intentionality) olarak adlandırılan bu kavram elbet soykırım için geçerliliğini muhafaza etmiştir. Zira jenosidin “kaza” olarak gerçekleşebileceği gerçekçi ve makul değildir.[19] Öte yandan bu kasıtı jenosidler için ıspat etmek kimi uzman tarafından sorunlu ve zor olmuştur; örneğin, günümüze değin Nazi-Almanya devletinden kalan yüzbinlerce dosya ve belgelerin hiçbirinde Yahudiler’in öldürülmesi için somut planlar veya emirler bulunmamıştır.[20] Dolayısıyla intentionality böyle durumlarda ancak dolaylı ispatlarla su yüzüne çıkabiliyor. Ruanda’da Hutu ve Tutsiler’in çatışmasında Hutu komandolarının köylere dağılıp, Tutsileri başka etnik gruplara mensup insanlardan ayırıp sadece Tutsileri katletmeleri icra edilmekte olanın keyfi katliamlar olmadığına, kasıtlı bir Tutsi imha politikasının olduğuna işaret etmektedir.[21] Aynı zamanda niyetlilik, failin katillik bilincinde olmasında da yankı buluyor: Paraguay’ın yerli Kızılderilileri olan Açe’ler, memleketlerinden sürülüp kitlesel şekilde öldürüldüklerinde Paraguay devleti jenosid bilincindeydi, fakat kasıtlılığı redetti, halbuki soykırımcı bir politikanın yürütüldüğünün farkında olmaları kuşkusuzdu.[22] Hedef alınan grubun hassasiyeti ve savunmasızlığı önemli bir faktördür. Kolektif şekilde baskıya ve imhaya maruz kalan gruplar her zaman âciz ve mukavemetsizdirler. Tarihte mazlum olarak tanınan veya mağdur durumuna düşmüş olan belirli etnik ve dinsel gruplar, ikamet ettikleri ülke içinde nefret, kuşku ve aşağılanmayla yaşamışlardır. Bu gruplar genelde soykırım hedefi oluyorlar.[23] Siyasî, kültürel ve sosyal açıdan marjinalize edilmiş topluluklar için jenosid tehdidi çok yakındır. Örneğin Yahudiler, ortaçağdan beri yıllardır toplumdan dışlanıp yaftalanmışlardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce dahi zirveye ulaşmış olan anti-Semitizm (Yahudi düşmanlığı) Naziler tarafından resmi politikaya çevrilince, Yahudiler sistematik şekilde bütün siyasî, hukukî, kültürel ve ekonomik haklardan mahrum edildiler ve nihayet feci şekilde ve çapta katledildiler.[24] Bunun gibi ‘arabulucu azınlık’ (middleman minorities) topluluklar, yani toplumdan dışlanmış fakat ekonomikmen çoğu zaman katiyen güçsüz olmayan gruplar, aynı zamanda birtakım suni sinsiliklerle suçlanırlar: ‘ülkeyi devirme’, ‘ihanet’, ‘toplumu arkadan vurma’, ‘bölücülük’ gibi suçlamalar hedef gruplara yöneltilen ithamların bazılarıdır.[25] Bir örnek daha, Kamboçya’nın bataklık nehirlerinde ticarette başarılı olan Vietnamlı gemici aileleridir. Yıllardır ‘kene’ ve ‘parazit’ diye aşağılanan bu insanlar, Kızıl Khmer partisi Kamboçya’da iktidara geldikten sonra yürürlüğe geçirilen jenosid politikası sonucu tamamen yokedildiler.[26] Dolayısıyla tarihten alınan ders aşikar: marjinal gruplar için jenoside maruz kalma ihtimali oldukça yüksektir. Son olarak, uzmanların görüş birliği sağladıkları konu, jenosidin kitlesel katliamları (yani sadece insan öldürmeyi) aşmasıdır. Bir halkı veyahut kimliği yoketmeye yönelik bütün faaliyetler soykırım suçu sayılmaktadır ve bu geniş kapsamlı taslak için örnekler sonsuzdur: Ruanda’da radyonun Tutsi-ler’in katledilmesine teşvik edici rolü,[27] Amerika’da Kızıldereliler’in öldürülmeleriyle alkol, fuhuş, kumar ve esrara alıştırılmaları,[28] ve Nazi ölüm kampları için zehirli gaz ve dikenli tel imal eden şirket-ler [29] – bunların hepsinde soykırımcı faaliyet mevcuttur. Jenosidin insandan ziyade (algılanan) kimliği yoketmeyi amaçlamasına değinmiştik. Bu açıdan kurbanların geriye bıraktıkları maddi ve manevi kalıntıları imha teşebbüsleri, yine doğrudan jenosid politikasına bağlıdır.[30] Kısaca, soykırım sistematik öldürme operasyonlarından daha geniş ve farklı taktikleri içeren soyut bir fenomendir. Bu kompleks ilişkiyi açıklamak için bir jenosid tipolojisi sunulacaktır.
-
SOYKIRIM; Soykırım’ın tanımlanması
Failler, kurbanlar ve izleyiciler: Soykırım olgusu, alâkalı olan insanlar açısından üç cepheye ayrılır: failler, kurbanlar ve izleyiciler. Bu üçgen ilişkisinde failin perspektifi kriminoloji (kıya bilimi) alanında değerlendirilebilir. Fail, her-şeyden önce icra edeceği soykırımı genelde bütün ayrıntılarıyla düşünüp planlamıştır; soykırımlar aslâ failin elinde olmayan nedenlerden dolayı gerçekleşmez. Failin, bu açıdan, soykırım icraatını mümkün kılmak için birkaç yöntemden faydalanması dikkat çekicidir. Örneğin kitle haberleşme araçlarının he-def grubun aleyhine kullanılmaları, kurbanların ‘insansızlaştırılma’ları (dehumanization), yani insanî özellikler taşımadıkları fikrini halka telkin etmektedir.[11] Bu politikanın bir başka özelliği, insanların bireysellikleri değil, belirli bir lanetli kategoriye mensup olmalarının vurgulanması ve bundan dolayı yargılanmaları ve katledilmeleridir. Genelleme kampanyaları katliamlardan sonra da önemini korur: ‘etkisizleştirme’ (neutralization) olgusu, işlenen suçun aslında abartıldığını ve suç ciddiyetinin örtbas edilmeye çalışılmasını içerir.[12] Fail perspektifi üzerine son bir not, soykırım faillerinin ezici çoğunlu-ğunun son derece normal ve mülayim insanların, yani ‘sıradan vatandaş’ların olmalarıdır; ancak azın-lık bir kısım ‘kana susamış caniler’ addedilebilir. Faillerin çoğu sadece yukardan gelen emirlerin ic-raatiyle görevlendirilmiş piyonlardır. Kurbanların perspektifi yine aynı insansızlaştırma politikası içinde değerlendirilmeli. Jenosid kurbanları, mensup oldukları grubun veya kimliğin bir simasız parçası olarak baskıya ve kıyımlara maruz kalırlar. Böylece “bir insanın öldürülmesi bir trajediyken, bir milyon insanın katledilişi bir istatistik” olabiliyor.[13] Kurbanların hedef alınmasının özel bir nedeni yoktur; birşey yaptıklarından ziyade birşey olduklarından dolayı saldırıya uğruyorlar. Aynı zamanda toplumda dışlanmış, horlanmış, sıkıştırılmış, velhasıl marjinalize edilmiş gruplar için soykırım tehdidi daha ciddi ve gerçektir.[14] Sözkonusu marjinal gruplar bu hususta her zaman fail tarafından tanımlanırlar, kendilerine yönelik tavırları fail için önem taşımaz zira failin düşüncesinde yokedilen her zaman bir kimliktir. Alman Yahudiler Avrupa’da en laik ve toplumla en çok bütünleşmiş Yahudi cemaati olmalarına rağmen Naziler tarafından yeniden tanımlanıp yokedildiler.[15] Aynısı Sırp yönetimi tarafından yaftalanıp katledilen Bosnalı Müslümanlar için de geçerlidir.
-
SOYKIRIM; Soykırım’ın tanımlanması
Soykırım; Suçların en ağırı Giriş: Soykırım, kuşkusuz insanoğlu tarihinin en ciddi ve en kompleks konularından birisidir. Uluslararası bilim dünyası, soykırım olgusu üzerine özellikle son elli yılda geniş bir bilgi birikimi geliştirmiştir ve bu süreç esnasında soykırım araştırmaları birkaç yönde hızla ilerlemektedir. Bu makale, soykırım konusunda henüz yeterince bilgi sahibi olmayanlar için genel bir giriş olarak algılanmalıdır. Sunulacak olan teorik bilgi, ayrıntı ve belirli perspektifler okuru nesnel ve bağımsız düşünmeye teşvik edebilmişse makale meramına ulaşmış sayılacaktır. Soykırımın hukuksal açıdan tanımlanması, çeşitli bilim dallarına ayrılması ele alınacak ve bir soykırım tipolojisi sunulacaktır. Somut örnekler olarak İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşen Yahudi soykırımı (Holokaust), Avustralya’nın yerlileri olan Aboriginal toplumunun yokedilmesi ve Bosna soykırımı (1992) işlenecek, ve nihayet bir netice çıkarılacaktır. Soykırım’ın tanımlanması: ‘Soykırım’, Yunanca genos (ırk) ve Latince cide (öldürme) sözcüklerinden oluşan, “ırk katliamı” anlamına gelen genocide (jenosid) kavramının Türkçe karşıtıdır. Kısaca bir etnik veya dinsel azınlığın sistematikmen yokedilmesini içerir. Soykırım bir tasarım olarak ilk defa Polonyalı Yahudi hukukçu Raphaël Lemkin tarafından Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda uyguladıkları politikayı açık-lamak için tanımlanmıştır.[1] Lemkin, soykırımı iki aşamaya ayırıyordu: mazlum grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin tasfiyesi, ve baskıcı grubun ulusallığını belirleyen özelliklerin telkini. Bununla kastedilen Naziler’in çeşitli “Almanlaştırma” (Germanization) politikalarıydı, örneğin siyasî ve sosyal yasaklar, kültürel ve dinsel tahribat, ekonomik zayıflatma ve nihayet toplama kamplarındaki kitlesel öldürme operasyonları.[2] Lemkin’in soykırımın uluslararası suç olarak tanınması önerisi doğrultusunda, Birleşmiş Milletler, 1948’de Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Anlaşması’nda (Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide) soykırımı resmen bir uluslararası insanlık suçu olarak tanımıştır. Bu anlaşma ile aşağıdaki beş kategoriye giren “millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu kısmen veya tamamen imha maksadıyla” işlenen eylemler soykırım unsuru sayılmıştır: 1. Gruba mensup olanların öldürülmesi; 2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; 3. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kastten değiştirmek; 4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak; 5. Gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakletmek.[3] Soykırım Anlaşması’nın özünü oluşturan bu beş nokta, popüler inanca karşın sanıldığı kadar önemli değildir ve bunun birkaç nedeni vardır. Herşeyden önce, bu beş öğe İkinci Dünya Savaşı esnasında gerçekleşmiş olan Holokaust’a hastır. Özellikle dördüncü ve beşinci maddeler ölüm kamplarındaki sterilizasyon ve Yahudi çocuklarının annelerinden ayrı yerlerde öldürülmelerini ima ettikleri için bu betim hem noksandır, hem de başka soykırımları kapsaması için şartları yeterince esnek değildir.[4] Bir başka sorun, betimin “millî, etnik, ırkî veya dinî” sıfatları çerçevesinde siyasî grupların kitlesel imhasını soykırım saymamasıdır. Bu hususta gerek Endonez diktatör Suharto’nun 1960’larda bir milyonu aşkın ‘komünist’i imha etmesi, gerekse Kamboçyalı diktatör Pol Pot’ın 1970’lerde bir milyondan fazla ‘anti-komünist’i katletmesi, bunların siyasî esinlenmiş soykırımlar oldukları münasebetiyle Birleşmiş Milletler’in tanımında geçerli olmamaktadırlar.[5] Son bir eksiklik ‘kültürel soykırım’ın soykırım kapsamına sayılmamasıdır. Daha sonra ayrıntılı şekilde ele alacağımız kültürel soykırım, belirli bir etnik gruba özgü kültür birikimine (örneğin yasak veya tahribatla) zarar verilmesi manasına gelmektedir. Soykırım Anlaşması’nda tartışılmış olmasına rağmen kültürel soykırımı betime dahil etmeme kararı alınmıştır.[6] Bu eksikliklere rağmen Birleşmiş Milletler’in soykırımı gündeme getirmesi son derece önemli bir olay idi. Zira jenosid bu anlaşma vasıtasıyla bir suç sayılmıştır ve Naziler’in Nürnberg mahkemesinde yargılanmasıyla hukukî bir nitelik kazanmıştır, yanısıra şimdi değineceğimiz bilim dünyası için bir altyapı oluşmuştur. Soykırım, kolektif sosyal sorunların çözümünde uygulanan belirli bir azınlığı fiilen yoketme politi-kasıdır ve akademik açıdan 2 eksende birkaç bilim dalına ayrılır: makro ve mikro boyutlar, sosyoloji ve psikoloji alanlarıyla, kurban ve fail perspektifleri de viktimoloji ve kriminoloji alanlarıyla ilintilidir. Jenosidin hukuksal yönleri daha çok uluslararası hukuk çerçeve-sinde failleri cezalandırmayla alâkalı olduğundan ötürü bu araştırmada hesaba katılmıyacaktır.[7] Makro boyut açısından soykırım, kitlelerin şiddet kullanmaları anlamına geldiği için herşeyden ön-ce sosyolojik bir fenomendir. Özellikle yetmişli yıllarda gelişen Amerikan sosyolojisi, soykırım araş-tırmalarını (genocide studies) sağlam bir altyapıyla temellendirmiştir. Etnik gruplar arasında çatışma, çatışma sürecinde olumsuz şekilde kutuplaşan sosyal ilişkiler ve bu açmazın karşılıklı veya tek yanlı katliamlara yol açması sosyolojik konulardır. Jenosid olgusunu sosyolojik araştırmalara tabi tutmuş uzmanlar bundan dolayı çoğunlukla soykırımı bir “kolektifler imhası” (destruction of collectivity) ola-rak yorumlamışlardır.[8] Bu hususta sosyoloji, jenosidi genelde etnik, ekonomik, feodal veya ulusal bir kolektif çatışma dinamiği olarak açımlamaktadır. Mikro çapta soykırım araştırmaları bireye inmekle psikoloji alanına denk gelmektedir. Soykırıma yatkın haleti ruhiye, bu alanda incelemelerde bulunmuş uzmanlara göre kriz, savaş, sosyal düzensizlik gibi zor yaşam koşullarında gelişir. Bununla beraber, şiddet kullanımı, hiyerarşik toplumsal yapılanma ve ‘dış-grubu’ aşağılama gibi belirli bireysel ve kültürel ön şartlar ifa edildiğinde, potansiyel bir jenosid tehdidi ortaya çıkabilmektedir. Zira şahıs, tehdit edilme psikolojisine kapılır ve başka insanları incitmeye, karalamaya ve hattâ öldürmeye daha kolay meyleder.[9] Aynı zamanda, yaşam koşullarının zor olduğu dönemlerde, bireylere göre, moral değerler de değişir: farklı koşullarda insan öldürmek ağır bir suç olarak algılanmasına karşın soykırım atmosferi içinde muhtelif psikolojik savunma mekanizmaları devreye girer ve bireylerin katliamlara iştirak etmelerini kolaylaştırır.[10]
-
Merhaba arkadaşlar
Deluge şurada cevap verdi: cuneyt45 başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoş Geldin Sevgili 'cuneyt'; Yararlı ve güzel paylaşımlarda buluşmak dileklerimle... Saygı ve Sevgilerimle
-
O GÜN...
Kınalı kuzunuzla uzun ve huzurlu yıllar diliyorum sizlere... Gizemli satır aralarınız için kutluyorum sizi .. Saygılar
-
METİN KÜRECİ’Yİ ANIYORUZ
METİN KÜRECİ’Yİ ANIYORUZ ‘’Metin dostlarını buluşturuyor’’ 11 Şubat 2009’da yaşamını yitiren Metin Küreci’yi binlerce kavga dostunun sevgi seli arasında yıldızlara uğurlayalı bir yıl oldu. Uzun yıllar biriktirip sıkça buluştuğu, buluşturduğu dostları olarak, bu kez onun yokluğunda onunla olup, dostlarla hasret gidereceğiz. Metin Küreci’yi yıldızlara uğurlayışımızın birinci yılında dostlarla dinletiler ve söyleşilerle buluşacağız. PROGRAM Müzik dinletisi: Ali Asker Hasan Tatar Hüseyin Can Pala Ezgi Aydın Grup Kibele Ezgi Küreci Kazım Koyuncu Kültür Merkezi Gönüllüleri Sinevizyon : Dostlarının anlatımı ile yaşamından kesitler Tarih: 14 Şubat 2010 Pazar Saat: 15:00 - 18:00 Yer: Türkan Saylan Kültür Merkezi Adres: E-5 Esenkent Yanyol – Maltepe
-
hu huuuuu ben geldimmm
Deluge şurada cevap verdi: sirlady başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımMerhaba ... Hoş Geldiniz
-
2010 YENİ YIL DİLEKLERİ
Bir Ay Geçti... Görüyorum ki ... Henüz kimsede bir gelişme yok ..
-
Arabesk Kalpler
- İNTİHARIN FELSEFİ NEDENLERİ ...
İntiharın Felsefi Nedenleri ... Çağlar boyunca toplumlar intihara farklı tepkiler göstermişlerdir. Kimi toplumlarda desteklenen ve doğru bir davranış olarak kabul edilen intihar, diğer bazı toplumlarda ise olumsuz bir davranış olarak değerlendirilmiştir. Bu tür tepkilerin yönünü belirleyen en önemli faktörlerden biri de kuşkusuz toplumların düşünce biçimleri ve dolayısıyla düşünürleridir. Hata bazı düşünürlerin eserleri, o dönemdeki intihar olaylarından sorumlu tutulmuşlardır. Düşünürler daha çok insanın kendi yaşamına son verme hakkına sahip olup olmadıkları ve bu davranışın onurlu bir davranış olup olmadığı üzerinde durmuşlardır. Eski Yunanistan’daki ilk filozoflar intihara karşı çıkmışlardır. Pisagor ve takipçileri ruhun ölümsüzlüğüne inandıkları için intiharı yasaklarlar. Platon ve Aristo da intihara karşıdır. Fakat bazı durumlarda intiharı onaylarlar. Platon, yasalarında, en yakınını, en iyi dostunu yani kendini öldürenin şerefsizce gömülmesini ister. Eğer kişi bu işi kamu yargısıyla, kaderin başına getirdiği önlenmez, çekilmez bir dert, katlanılmaz bir utanç yüzünden yapmışsa anlayış gösterilmesi gerektiğini belirtir. (Montaigne 1984) Aristo ise, savaşta onur için olan intiharları destekler. Oysa aşk vb. gibi nedenlerden olan intiharlar cesur insanın yapacağı şeyler değildir. Bu düşünürlere göre, bizim hayattan nefret edip, yüz çevirmemiz doğaya aykırıdır. (Choron 1972) İntihara karşı olan bir diğer düşünür de Epikür’dür. O da, öncekiler gibi, erdeme önem vermiş ve amacımızın bilgeliğe ulaşmak olduğunu savunmuştur. İnsan ihtiraslarını tatmin yoluyla mutluluğa ulaşamaz. Çünkü, hazzın tatminini doğal olarak bir sıkıntı ve isteksizlik takip edecektir. Bu, bizi, gerçek amacımız olan acıdan kaçmak hedefinden saptıracaktır. Hatta ölümü aramaya kadar götürecektir. (Fromm 1982) Eski Yunan’da intiharın kabul edilebilir bir eylem olduğuna doğru yapılan kararlı ilk değişim, Epikür’ün en büyük rakibi Kitionlu Zenon tarafından olmuştur. Zenon, kişinin intihar etme hakkına sahip olduğunu savunur. Kendisi de yaşlandığında intihar etmiştir. Stuacılara göre, akıllı adamın intiharı sorunu ahlâki bir doğru veya yanlış değildir. Fakat karşılaşılan bir durumda yaşamayı veya ölmeyi tercih kararıdır. Stuacılar intiharı savunmakla kalmamış, şu durumlarda yapılması gereken bir davranış olarak kabul etmişlerdir. (Gibbs 1968) 1) Bu hareket diğer kişiler veya vatana bir hizmet taşıdığı zaman, 2) Kişi yasa dışı bir işe zorlandığı zaman, 3) Kronik hastalıklarda; ölümün yaşama tercih edileceği durumlarda, Hegesias, işi daha ileri götürerek, bilge olmayan kimselerin kendilerini öldürmeleri gerektiğini savunur. Ona göre mutluluk erdemdir. Günlük olayların hazzını arayan kimse bu mutluluğu hiçbir zaman elde edemez; o halde bilge olmayan kişi erdemsizdir, kendini öldürmelidir. Onun felsefesinin temelini ise, şu sözü çok iyi bir biçimde yansıtır: “Yaşamın yolunu olduğu gibi, ölmenin yolunu da kendimiz seçmeliyiz.” (Montaigne 1984) Seneka; “iyi insan yaşaması gerektiği kadar yaşar, yaşayabildiği kadar değil” demektedir. İnsan kendi ölümüne istediği zaman karar verebilir. Yaşamı ile felsefesi birbiriyle çeliştiği için, Roma Kralı Neron tarafından damarını keserek intihar etme cezasına çarptırılmıştır. (Choron 1972) Eski Yunan’da son zamanlarda intiharın bu şekilde kabul edilebilir bir eylem olması, o devirde intiharların artmasına neden olan faktörlerden biri olabilir. Özellikle Yunan sitelerinin Roma’ya katılmasıyla bu oranlarda bir artış görülmüştür. Hristiyanlığın batı dünyasında egemen olmasıyla beraber, kilise öğretileri felsefe alanında da etkin duruma gelmiş ve Rönesans dönemine kadar bu etkinliğini sürdürebilmiştir. Bu dönem filozoflarında, insan hayatının Tanrı’ya ait olduğu fikri egemen durumdaydı. Dinle felsefenin bu dönemde iç içe oluşu intihar olaylarının düşük bir oranda kalmasına neden olmuş; fakat tamamen engelleyememiştir. Rönesans ile birlikte kilise felsefesi etkinliğini yitirmiş ve intihar konusunda da daha ödüncü bir tutum takınılmaya başlanmıştır. Montaigne, insanın kendi iradesiyle yaşamına son verebileceğini savunmuştur. “hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz. Daha yaşayıp da ne yapacaksınız” diyen Montaigne’e göre, ölümle bütün dertler bitecektir Bunun için ölümden korkmamalı ve dertlerden kurtulmanın bir yolu olarak da intiharı düşünmelidir. (Montaigne 1984) 18. yüzyıl felsefesinde en çok işlenen konulardan biri özgürlük olduğu için, bu dönemdeki filozofların hemen hepsi intihara da izin verir bir tavır takınmışlardır. Montesquieu intihara karşı uygulanan kanunları eleştirmiştir. Hume, intiharın bir suç olduğu fikrini çürütmeye çelişiyor. Ona göre intihar, ilahi yasaya karşı gelme değildir; çünkü bu yasa doğa yasasıyla birlikte işler ve insanın doğadaki yerini bulmasına yardımcı olur. Rousseau, başkasına zarar vermedikçe intiharı destekler. Söylentilere göre, mutsuz bir yaşamı olan Rousseau da intihar etmiştir. Aynı dönemlerde yaşamış olan Diderot ise, doğal olmadığı ve kilisenin öğretilerine karşı geldiği için anti-sosyal bir davranış olarak görür ve karşı çıkar. 19. yüzyılda Kant, intihara karşı çıkmaktadır. Hume’un görüşünü eleştirir. Kant’a göre, doğal olarak insanın ilk amacı kendini korumaktır. Bunun için intihar bir kusurdur ve lanetlenmelidir. Schopenhauer, Kant’a göre daha çok taviz verir. Ona göre, kişi intihar etme hakkına sahiptir; ama bu, boş ve aptalca bir şeydir. İntihar, kişinin doğaya sorduğu bir sorudur: Ölümün ötesinde ne var? Kendilerini öldürenler sadece acı çeken bedenlerinin acısına son verebilirler; sonsuz sürekliliklerine engel olamazlar. “Bazıları çok erken, bazıları çok geç hayattan ayrılıyorlar, asıl iş tam zamanında ölmektir” diyen Nietzsche, intihara karşı değildir. İntihar kişinin hakkı ve ona verilen bir armağandır. Üst-insanın yaratılması için felsefesini yönlendiren Nietzsche, bu üstün amaca katkıda bulunamayacak kişinin intihar etmesini ve bundan da mutluluk duymasını söyler. (Arkun 1963) Hartmann ise, insanın sahip olduğu tek şeyin bu dünya olduğunu belirterek, en iyi olmamakla beraber elimizdeki bu dünyadan vazgeçmememiz gerektiğini savunur. Yaşamak, temelde arzu edilmeyen bir şeydir; hayal kırıklığı ile doludur. Fakat yine de, elimizdekinin en iyisi olan bu yaşamdan kaçmamalıdır. Camus, “acaba hayat yaşamaya değer mi, değmez mi?” sorusuna cevap vermeye çalışır. Camus için bu soru felsefenin temel sorusudur; bundan başka da temel felsefe sorusu yoktur. Bu sorunun cevabını Camus şöyle verir: İnsan intihar edebilir, ancak bu dürüstlük olmaz. Ölüm insanı huzura kavuşturur, fakat insanın gerçek çabası dünya üzerinde mümkün olduğu kadar çok kalmaya, onu incelemeye çalışmak olmalıdır. (Hübscher 1980) Batıdaki bu çok farklı görüşlere karşılık, doğu dünyasında egemen olan mistik felsefenin görüşüne göre, intihar etmek kişinin istemine bağlıdır. Yani kişi, yaşam ile ölüm arasında karar verme hakkına sahiptir. Jainizm ve Budizme göre, yüreklerimizden yaşama isteklerini çıkarmalıyız. İnsan ancak yok olarak acıdan kurtulur ve mutlu olabilir. Hatta Jainizmin kurucusu olan Mahavira, insanın aç kalarak kendini öldürmesini büyük bir erdem olarak nitelendirir. Konfüçyus ise intihara karşı çıkar. Ona göre, insanın amacı iyi ve uzun yaşamaktır. İnsan ölümden sonrasını merak etmemelidir. Çünkü ölümden sonra hayat olduğu bilinirse, kimileri canlarına kıyarak oraya gitmeyi isteyebilirler. (Hançerlioğlu 1976) Belirli bir tarihsel sırayla değindiğimiz bu düşünürlerin görüşleriyle, yaşadıkları dönemlerdeki intihar oranları arasında doğrudan bir ilişki göze çarpmaktadır. Konumuz açısından önemli olan nokta da budur. Fakat bu ilişkiye bakarak, intiharın sorumluluğunu sadece düşünürlere bağlamak da yanlış olur. Çünkü genelde, toplumsal düşünce toplumu oluşturan öğelerden sadece bir tanesidir. Konuya felsefi açıdan baktığımızda sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: İnsan yaşamak için doğar, yaşaması gereklidir; olumsuz toplumsal koşullar karşısında çaresiz kaldığını hissettiği anda kişinin, yaşamına son verme hakkı vardır. Çünkü insan yaşamı, insanın yaptığı eylemlerden oluşur. Şöyle veya böyle intihar da bir eylemdir ve kişi istediği takdirde bu eylemi gerçekleştirebilir.- Merhaba
Deluge şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoş geldiniz... Yararlı ve dediğiniz gibi seviyeli paylaşımlarda buluşmak dileğiyle... Saygılar...- Matematik Denklem çözme programı
Equation Wizard v1.2 Normal bir hesap makinası kullanarak sadece basit işlemleri yapabilirsiniz. Ayrıca elektonik hesap makinasıyla genelde basit işlemleri yapabilirsiniz. Okulda veya iş dolaysıyla cebirsel işlemlerle uğraşıyorsanız basit hesap makinaları buna cevap vermez. Equation Wizard, matematik denklemleri çözmek için kullanılabilecek tamamen otomatik bir hesap makinasıdır. Program sayesinde çeşitli denklemleri çözebilirsiniz. Ders kitaplarında ya da başka yerde gördüğünüz denklemi programa yazabilirsiniz. Programın yapay zekası sayesinde denklem analiz edilerek çözülür. Cebirsel denklemi çözmek için ve öğrenmek için denklem sihirbazını kullanabilirsiniz. Linear (doğrusal), kare alma, kübik işlemleri yapabilirsiniz. Bir denklemi girip, tuşa tıkladığınızda ayrıntılı çözümü alabilirsiniz. Bu çözümü bilgisayara kaydedebilirsiniz. Güçlü çözümleyici motoru sayesinde cebirsel işlemleri basitçe yapabilirsiniz. Not: Sitede Telif haklarına aykırı download linkleri yayınlanmaz... Biz programları ve kullanımlarını burada size bilgi olarak veririz... Eğer ilgileniyorsanız orjinal programı satın alır ya da netten linkleri siz taratır varsa kullanırsınız... Saygılarımızla ...- Çalan şarkıyı ve sanatçıyı bilen varmı
Sözlerini anlayabildiğiniz kadarıyla google da lyrics olarak taratın karşınıza çıkabilir.. Çıkan şarkı isimlerini mp3 olarak taratın...- Yeniyıl Mesajım
Sana da "NICLENO"; Yeni yılda Sağlıklı, Huzurlu ve mutlu olman dileklerimle... Saygı ve Sevgilerimle- BU ŞARKININ ADINI BİLEN BİRİ VAR MI ?
Birinci verdiğiniz linkte premium indirme için yüklemişsiniz... İkincisinin uzantısı ( .amr ) müzik çalarlarda çalınamıyor parçayı ( .mp3 ) olarak yüklerseniz size bir yardım eden çıkabilir belki- tanışmaca
Deluge şurada cevap verdi: memik başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoş Geldiniz Sayın"memik "; Aramızda sizi görmek ne güzel. Yararlı paylaşımlarda buluşmak dileklerimle... Saygı ve Sevgilerimle- herkeze selam
Deluge şurada cevap verdi: seviyeli başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımSeninde sayın 'seviyeli' Hoş geldin aramıza ...- Okuduğumuz haberin kaynağını bilmek isteriz ki; Gerekirse kaynağından araştırma yapabilelim
Yaşamın içinde olduğu gibi forumlarda üyelik alarak yazışırken bilincinde olsak da olmasak da, iletişimin amacı kendini, kendi bildiklerini, düşündüklerini veya kendi hissettiklerini anlatmaktır. Amaç bu olduğunda mesajlarının hazırlanması ve iletilmesi farklı bir özellik kazanır. Kişinin kendini değerlendirmesi ve kendini karşısındakine doğru anlatmak için özel bir çaba göstermesi gerekir. Duyduğumuz veya okuduğumuz bir şeyi anlatırken çoğu zaman zorlanmadan bize iletildiği gibi veya biraz değiştirerek anlatırız. Yaşamın içinde yaptığımız konuşmaların ve forum içi yazışmaların amacı çoğu zaman bir fikri, duyguyu, bilgiyi aktarmak ve karşılıklı olarak bir davranışı değiştirmek, onları bir konuda ikna etmektir. Ancak forum içi dizinlerin kendi içlerinde farklı İletişim modellerini taşıyor ve gerektiriyor olması, her bölümün bu özelliklerini göz önünde tutarak yazılacak mesajların etkin bir biçimde aktarılabilmesi, yazan ile okuyan arasındaki anlaşılırlığın ve açıklığın sağlanması için kullandığımız kaynakların neler olduğu önem kazanır. "Gazete Haberleri Paylaşımı" başlığında yazılanları bu çerçevede değerlendirmek gerekir. http://www.turkish-m...post__p__842384 Doğal olarak forum içi yazışmalarda kendini en etkili ve doğru şekilde ifade etmeye yönelik değişimleri yaratmak amaçıyla yazılan başlık içeriğini buna hangi ölçüde yaklaşıldığı göz önüne alınarak sorgulanmalıdır. Bunun için burada da yapıldığı gibi geri bildirimler değerlendirilebilir. Ama benim önerim bu geri bildirimleri yazmadan önce yöntem olarak belirli bir süre gözlem yaptıktan sonra gerekli sorgulamaları yapmak olmalıdır. Çünkü öncelikle yapılamaya çalışılanların iyi niyetle ve herkesin yararına bir bakış açısıyla yapıldığını değerlendirmek, sağduyulu ve yararcı yaklaşımdır. Ancak bu bakış açısıyla yapılacak yaklaşım ve sorgulamalar, eleştiren ve eleştirilenleri yapıcı olmak adına daha sağlıklı ve olumlu sonuçlara götürür. Saygılar- Okuduğumuz haberin kaynağını bilmek isteriz ki; Gerekirse kaynağından araştırma yapabilelim
Sayın 'CYRANO'; Forum kurallarının uygulanması ve uyulması açısından göstermiş olduğunuz duyarlı yaklaşımınız ve uyarınız için teşekkür ediyoruz. Önerinizin uygulanması için çalışacağız. Saygılar.- Ahlak Felsefesi (Ethik) Nedir?
ETİK’İN PROBLEMATİĞİ VE YAKLAŞIMLAR KİŞİ VİCDANI KARŞISINDA EVRENSEL AHLAK YASASININ OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ 1-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI REDDEDENLER a)HEDONİZM (haz ahlakı): Kurucusu Aristippos’tur.O’na göre haz veren şey “iyi”,haz vermeyen “kötü”dür.İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı bilebilir.Başkalarının hazzını bilemez.Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur. b)Fayda ahlakı: Bireye yarar sağlayan davranış “iyi”,sağlamayan “kötü”dür.Yararlı olan kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlak yasası yoktur. c)Bencillik (egoizm):Bencillik, başkalarını dikkate almadan sadece kendi çıkarını düşünme anlamına gelir.İnsanın yalnızca kendi “ben”ine uygun olanı “iyi”nin ölçütü sayan düşüncedir. Hobbes’a göre insanı yönlendiren ‘kendini sevme’ ve ‘kendini koruma’ içgüdüsüdür.Bu yaklaşıma göre evrensel ahlak yasası yoktur. d)Anarşizm: Başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir.Temsilcisi Max Stiner ‘dir.Evrensel ahlak yasasını reddeder.O tüm ahlaki değerlerin bir takım soyutlamalardan ibaret olduğunu düşünür. e)F.Nietzche: O’na göre yapılması gereken;insanlığı ahlaktan kurtarmaktır.İnsan doğasına yaraşan, güçlü,korkusuz,acımasız olmaktır.Oysa tüm ahlaklar insanın güdülerini köreltir,onu pasifliğe yöneltir. Nietzche’ye göre;toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür sosyal sınıf vardır. Birincisi Halk Sınıfı;sürü durumundadır.Din ve ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir.İkincisi Seçkin Sınıf;Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan,bireyci,bencil,acımasız ahlaktır.Amaç,”üstün insan”a ulaşmaktır.Üstün insan; sıradan,korkak,zayıflığı öğütleyen vicdan ahlakından kurtulup “iktidara doğru giden güç”ahlakına ulaşmakla oluşur.O’na göre “güç” enyüce iyi;yenilgi,kaybetmek,zayıflık ise kötüdür.İnsan için gerekli olan güçlü olmaktır. f) J.P.Sartre(Existansiyalizm-varoluşçuluk): İnsanın kendi varoluşunu ancak özgürce davranarak gerçekleştirebileceğini savunur.Ancak bu özgürlük sınırsız değil,sorumlulukla belirlenmiştir.Sartre’a göre insan insanlığını kendisi yapar,değerlerini kendisi yaratır,yolunu kendisi seçer.Bu nedenle seçiminde tek başınadır ve sorumluluklar da kendisinindir. 2-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL EDENLER a)Ahlak Yasasının Varlığını subjektif (öznel) Temelde Açıklayanlar Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel bir ahlak yasası vardır.Ancak bu yasa varlığını insandan,insanın özel dünyasından alır.İnsanın karşısına bir buyruk biçiminde çıkar. Dürüst ol,insanları sev,.... gibi. Utilitarizm (Faydacılık) J.S.Mill J.Bentham: Onlara göre insan doğası gereği acıdan kaçınır,hazza yönelir,mutluluğa erişmek ister.Ancak kişinin mutluluğu,çevresindeki insanların mutluluğu ile ilişkilidir.Kişi mutluluğu ancak üyesi bulunduğu yarar sağlayan şeyi yapmakla bulabilir.O halde; ‘tek insan için değil,herkes için faydalı olan’ yasa olarak kabul edilmelidir.- Ahlak Felsefesi (Ethik) Nedir?
AHLAK YARGISINI DİĞER YARGI TÜRLERİNDEN AYIRAN NİTELİKLER Bir iddiayı dile getiren söz dizisine yargı denir. Yargılar ikiye ayrılır; 1-Gerçeklik yargıları; Nesneler dünyasına ilişkin yargılardır. Kişiden kişiye değişmez nesneldir.”Doğru” ve ya “yanlış” olurlar. 2-Değer yargıları; Bir gerçekliği değil, bir değerlendirmeyi içeren yargılardır, özneldir. Kişiden kişiye değişir. Değer yargılarının alanı geniştir. Mantık yargıları-“doğru”,yanlış” Sanat yargıları-“güzel”,”çirkin” Din yargıları –“sevap”,”günah” Ahlak yargıları-“iyi”,”kötü” şeklindedir. Bilim yargıları herkes tarafından kabul edilir, din yargıları (o dine inana kişilerce kabul edilir ve kişilere göre) değişmez, ahlak yargıları değişir.- Ahlak Felsefesi (Ethik) Nedir?
İNSAN AHLAKİ EYLEMDE BULUNURKEN ÖZGÜR MÜDÜR? Ahlak konusunda bazı filozoflar,insanın özgür olduğunu,bazı filozoflar özgür olmadığını savunur. 1-Özgür olmadığını savunanlar: DETERMİNİZM (gerekircilik); Deterministlere göre, insanın irade ve eylemleri içten ve dıştan gelen nedenlerle belirlenmiştir.Bireyin içinde bulunduğu şartlar iradeyi belirler ve kişinin özgür karar vermesini engeller.Bu nedenle insan ahlaksal eylemde özgür değildir. 2-Özgür olduğunu savunanlar: İNDETERMİNİZM (gerekirci olmayanlar); İndeterministlere göre,insan ahlaki eylemde tamamıyla özgürdür.İnsan kendini özgür hissettiği için toplumdaki ahlak yasalarına özgürce uyar. Bu görüşlerden her ikisi de insan gerçekleri ile bağdaşmadıklarından üçüncü bir görüş ortaya çıkmıştır. 3-OTODETERMİNİZM: Otodeterministler, iradeyi ve ahlaki eylemleri bir kişilik ürünü olarak görürler.İnsan bilgi birikimini zenginleştirerek,kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşmiştir.Sonuç olarak kişiliği gelişmiş olanlar,gelişmemiş olanlardan daha özgürdür. - İNTİHARIN FELSEFİ NEDENLERİ ...
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.