Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

GÜNEŞ SİSTEMİNDE BOYUT VE UZAKLIKLAR

Bu yazımda Güneş Sistemi hakkında yeni ve değişik bilgiler verecek değilim.

Sadece bir noktayı değerlendirmek istiyorum.

Bill Bryson’un Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi adlı çok güzel bir kitabı vardır.

O kitaptan aldığım bazı bilgiler,benim uzayı birazcık kavramama çok yardımcı oldu.

Güneşin kendisi,gezegenler ve topluca Güneş Sistemini öğrenmek için ne yaparız?

Kitaplara,dergilere ve internetteki adreslere bakarız.

Buralarda gördüğümüz,Güneş ve gezegenleri gösteren küre şekilleridir.

Hepsi de yanyana duran küçüklü büyüklü 9 tane küre.

Ama gerçek uzaydaki durum böyle midir?

Bu kürelerin arasındaki uzaklık, elbette uzaydaki gerçek konumları ile aynı oranda değildir.

Gezegenlerin, uzaydaki birbirlerine olan gerçek uzaklıklarını dev bir posterde bile gösteremeyiz

Hatta birkaç tane dev posteri yanyana bile koysak gene de gerçek uzaklık oranlarını yansıtamayız.

Hele gezegenlerin gerçek boyutlarını da düşünürsek,işin içinden hiç çıkamayız.

Gene de Güneş Sisteminin küçültülmüş bir şemasını çizmeye çalışalım.

Yerküre’nin çapını bir bezelye tanesinin çapına indirsek bile,Jupiter’in uzaklığı 300 metredir.

Plüton ise 2,5 kilometre ötede kalır.Çizeceğimiz bu şemada bir bakteri kadar küçüleceği için onu zaten göremeyiz.

Aynı ölçekte,bize en yakın olan yıldız, 16.000 kilometre ötede kalır.

Şimdi gezegenlerin en büyüğü olan Jupiter’i bir nokta kadar küçültelim.

Boyut olarak orantılarsak Plüton bir molekül halini alacak ve bu durumda bile 10 metre uzağımızda kalacaktır.

Gezegenler için birkaç özellik sayalım:

Örneğin Jupiter ile Neptün arasındaki uzaklık,Jupiter’in bize olan uzaklığının 5 mislidir.

Neptün o kadar uzaktır ki Jüpiter’in aldığı güneş ışığının sadece yüzde üçünü alır.

Dünyadan göndereceğimiz bir ışık demeti Plüton’a 7 saat sonra ulaşır.

Oysa Güneş’ten çıkan bir ışının bize ulaşması sadece 8 dakikadır.

Plüton’dan Güneş’e bakan biri,onu bir toplu iğne başı gibi görür.

Şimdi dünyadan kalkan bir uzay gemisine binip yola çıktığımızı varsayalım.

Plüton’u geçip yolumuza devam ediyoruz.

Sakın Güneş sisteminden çıktığımızı zannetmeyin.

Bir kitap veya derginin şemasında Plüton son sınır gibi gösterilir ama gerçek öyle değildir.

Hatta orası kıyıya yakın bile değildir.

Zira yolun ancak 50 binde birini aşmış bulunuyoruz.

Önümüzde tam iki ışık yılı sürecek bir bölge uzanmaktadır.

Dikkat edin:İki ışık yılı.İki yıl değil,iki ışık yılı.

Güneşin kendisi,9 tane gezegen,bütün uydular,kuyruklu yıldızlar,bütün bunları bir araya getirin.

Hepsi Güneş sisteminin trilyonda biridir.

Plüton’un Güneş etrafındaki bir kez dönüşü 248 yıl sürer.

İsa’nın doğumundan itibaren dünyamız, Güneş’in etrafında 2007 kez dönmüş durumda.Plüton ise 8 kez.

Bu anlattıklarımız sadece Güneş Sistemi ile ilgilidir.

Güneş Sistemi ise bizim galaksimizde bir toplu iğne başı gibi kalır.

Diğer galaksileri de düşünürsek uzayın ne olduğu hakkında birşeyler anlar gibi oluruz.

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:
Kainattaki en değerli en akıllı varlık insandır sözünün anlamsızlığını bir kez daha anlıyoruz.

 

 

Bu anlamsızlığı anlayabilmeniz bile en akıllı varlık olduğunuzu gösterir :)

Gönderi tarihi:
Bu anlamsızlığı anlayabilmeniz bile en akıllı varlık olduğunuzu gösterir

 

EN AKILLI varlık olduğumuzu göstermez, AKILLI varlık olduğumuzu gösterir. Tabiki ikiside benim için kainatın büyüklüğü karşısında anlamsızdır. Kainattın sonsuz büyüklüğü içindeki düşünülemeyecek kadar küçük bir canlısının en akıllı varlık olduğu BANA GÖRE mantıksızdır.

 

saygılar

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Akıl zekayı kullanabilme yeteneğinin ölçütüdür.Ve insan denen varlık bunu en en üst düzeyde kullanandır.saygılar

Gönderi tarihi:
Akıl zekayı kullanabilme yeteneğinin ölçütüdür.Ve insan denen varlık bunu en en üst düzeyde kullanandır.

 

Evet dünyadaki canlılar için durum böyledir, kainat söz konusu olduğunda durum öyle değildir, anlamsızdır bana göre, açıklamıştım daha önce.

 

saygılar.

Gönderi tarihi:
Kainattaki en değerli en akıllı varlık insandır sözünün anlamsızlığını bir kez daha anlıyoruz.

 

Kainattaki en degerli ve en akilli varligin insan oldugunu kim soyluyor sayin tarafsiz? Sadece merak ettim.

Gönderi tarihi:
Kainattaki en degerli ve en akilli varligin insan oldugunu kim soyluyor sayin tarafsiz? Sadece merak ettim.

 

Bunda merak edilicek bir sorun yok en azından tahmin veya hayel edemiyoruz, çünkü en elverişli işleri yapabilecek fiziki foruma sahibiz dolayısıylada zekilik konusuda beraberinde geliyor.

Gönderi tarihi:

Sayin tarafsiz'in oyle bir sozu durup dururken soyleyecegini sanmiyorum. Insanin kainattaki en degerli ve en akilli varlik oldugunun anlamsizligina deginirken aklima elbette bunun Islam'dan kaynaklanabilecegi dusuncesi gecti. Yani Islam inancina gore insan kainatin en degerli ve akilli varligidir da sevgili tarafsiz iste bunun anlamsizligini dile getirmeye calisiyordu konudan esinlenerek.

 

Tabii ki bu benim aklima gelen sey oldu. Ama gercekten boyle oldugundan emin olmak icin soru sordum. Aldigim cevap pek ilgili olmasa da sonucta hakli oldugumu anladim. Simdi geleyim konuya;

 

Kur'an'da insanin kainatin en mukemmeli oldugu belirtilmez, tersine insanin yeryuzunun en degerli ve akilli varligi oldugu soylenir. Insanin ustunlugune deginilen hicbir ayette kainatla bir kiyas yoktur. Oysa Allah'in ustunlugu sozkonusu oldugunda "Kainatin sahibi" gibi ifadeler kullanilir. Kisacasi Kur'an'da insan yeryuzunun efendisi, Allah ise kainatin efendisidir ve insan aslinda Allah'in yeryuzundeki halifesidir (baska yerin degil).

 

Bu yeryuzu ve kainat farkindan oturu kimi tefsir alimleri dunya haricindeki baska yildizlarda hayat olabilecegi fikrini cikarmislardir hatta. Cunku madem insan icin sadece yeryuzunun en mukemmel varligi denmis, o halde baska gezegenlerde de insandan daha degerli ve akilli varliklar bulunabilir.

 

Sorum galiba art niyetli okundugundan sevgili tarafsiz dalga gecer gibi cevap vermis. Ben yine de gorevimi yapip bildigimi paylasmis olayim.

 

Selam ile..

Gönderi tarihi:
Kainattaki en değerli en akıllı varlık insandır sözünün anlamsızlığını bir kez daha anlıyoruz.

 

 

O halde bilginin imkan ve doğruluğundan emin olamayız.

  • 1 ay sonra...
Gönderi tarihi:

Konu güzel başlamış, Sedat güzel bir başlık açmış ve bakış açısını geliştirmeyi sağlayan bir yaklaşım sunmuş. En güzel öneriyi ise Fato2 yapmış. Gerçekten biraz öğrenmenin, keşfetmenin ve yeni bakış açıları edinmenin tadına varmak gerek. Hayatta yapabileceğimiz en güzel şey öğrenmektir. Çünkü sonu yoktur. Bilimin önündeki güncel sorunlar nelerdir? Bunlara önerilen olası çözümlerden hangisi ağır basmaktadır? Bilim hangi sorunlara hangi yanıtları getirmiş ve önünde başka hangi sorunlar var? Olası çözümler neler olabilir? Bunları adım adım izlemek gerçekten en keyifli uğraşıdır.

 

Fakat çoğunluğun tavrı şu şekilde: Bir bilimsel bulgu mu var? Tamam! İşte budur! Zaten bu biliniyordu ki! İşte tanrının kudreti! Ya da tam tersine: İşte dememiş miydim? Tanrı filan yok, bakın bilim nasıl olduğunu açıkladı!

 

Bu iki yaklaşım da yanlıştır. Bilim ne tanrının var olduğunu, ne de olmadığını kanıtlamaya çalışmıyor, bilim neden - sonuç ilişkileri içerisinde araştırmalarını elindeki en gelişmiş teknik olanaklarla derinleştirmeye çalışarak bir olgunun arkasındaki bir nedeni daha açıklığa kavuşturmaya çabalıyor. Bu uğurda yeraltına kilometrelerce uzunlukta parçacık çarpıştırıcı tüneller ve apartman boyutunda dedektörler yerleştiriyor, uzayı yerküreye ve yörüngeye yayılmış çanak anten dizgeleriyle dinliyor, uzak gezegenlere araçlar yolluyoruz. Hepsi bir tane daha gizli kalmış nedeni açığa çıkarabilir ve nedenselliğin çözümünde bir adım daha ileri gidebilir miyiz diye…

 

Çünkü her şeyden önemli olan şey nedenselliktir. Olguların arkasında sonu gelmeyecek karmaşıklıkta bir nedensellik örgüsü vardır. Bu örgü içinde gömülü veya görünür nedenler, o olgunun ardını ilmek ilmek dokur ve dinamik, değişken olan bu örüntü, o olgunun geleceğini de şekillendirir. Henüz geleceği örmemiştir, ama örüntünün nedensellik içindeki kısmen belirlenebilen konumu, gelecek örüntüyü tayin eder.

 

Determinizmden bahsettiğimi belki anlamış olmalısınız. İnsanlık tarihi boyunca tek bir amaç için çaba verdi: Evrenin deterministik olduğunu kanıtlamak. Determinizmi üç şekilde Türkçeye çevirebiliyoruz: Nedensellik, belirlenimcilik ve gerekircilik. Bu üç kelime determinizmin üzerine oturduğu sacayağı temsil eder.

 

Bir: (Nedensellik) Her şeyin bir nedeni vardır. Nedensiz, apansız ve nedensellik akışının gereklerini bir anda katedip, atlayıp geçerek ortaya çıkabilen bir olgu kesinlikle saptanamamıştır. Bu yüzden sonsuz denecek kadar çok gözlem ve deneyle nedensellik dışında bir olgunun ortaya çıkamayacağı doğa yasası olarak kabul edilmiştir.

 

İki: (Belirlenimcilik) Nedenleri belirleyebildiğimiz oranda bir olgunun ortaya çıkışını denetleyebiliriz. Fakat en basit görünen olguların bile ardında çok karmaşık bir nedensellik örgüsü olduğundan, üstelik kaotik etki önemsiz gibi görünen gömülü nedenlerin etkisini hesaplamamızı zorlaştırdığından, tamamen denetime aldığımız bir olgu yok gibidir. Her an her şey bilinmeyen ve hesaba katılmayan bir nedenden dolayı denetimden çıkabilir. Fakat bu bizi hiçbir şey üzerinde denetimimiz olmadığı fikrine değil, nedenselliği yeterince çözememiş olduğumuz, daha çok aydınlatılması gereken neden bulunduğu sonucuna götürür. Yüzde elliyi aşan oranda bir denetim, başarılıdır. Çünkü yazı tura atarak bir sonuç belirleseniz, zaten yüzde elli şansınız var. Şirketlerin hisse devri gibi, yüzde ellibir dediniz mi, denetim elinize geçmeye başlamıştır. Hedef elliikidir. Ya yüzde yüz, ya hiç gibi bir mantık hayatın içinde yoktur ve gerçekçi değildir.

 

Üç: (Gerekircilik) Nedenler örüntüsünün çok karmaşık ve denetimlerinin zor oluşu akibetin kaçınılmaz olduğu biçiminde bir inanca yol açar ve insanlar buna kader adını verir. Nedenler örüntüsünden bahsetmek (nedenler arasında çapraz ilişkiler ve birbirini sonuç verme şeklinde bir bağıntı olduğu için) ve kaderin ağından söz etmek tuhaf bir benzerliktir.

 

Bilgi düzeyimiz ve denetimimiz oranında kaderi devreden çıkarabilir ve determinizme dönüştürebiliriz. Fakat “makus talihi yenmek” kaderi tümüyle devre dışı bırakmak mümkün görülmüyor. Evrenin deterministik olduğu henüz kanıtlanmış değildir ve kanıtlanacak gibi de gözükmüyor.

 

O halde geri dönüp, pişman nadim olalım ve kadere teslim olalım? “Biz ettik sen etme, kadere karşı gelinebileceğini ve denetimi elimize geçireceğimizi sanarak kaderine karşı geldik, kapına geri döndük ey yaratıcımız!”

 

İşte bu, “Ya hep ya hiç” mantığıdır. Tanrı ya vardır ve boyun eğeceğiz, ya yoktur ve işimize bakacağız.

 

Arkadaşlar evrende hiçbir alanda ve hiçbir biçimde bu tür bir kesin ikilem yoktur. Her gerçek belli bir oranda ve algılanabilirlik oranında gerçektir. (Görelilik)

 

Bilim de kesinlikle tanrıyı devreden çıkarmak amacıyla çalışmıyor. Yüzde ellibiri elliiki yapmaya çabalıyor. Ateistler hemen ve kestirmeden tanrının olmadığının kanıtlanmasının, teistler “zaten bilime gerek yok, biz bunu biliyorduk” demenin derdinde. Fakat dürüst olmak gerekirse ateist anlayış bilimde daha hırslı ve çabalayıcı olur. Bilimsel çabayı tanrı inancı değil, tanrısızlık inancı daha körükleyicidir. Bilimsel devrimleri de ateist anlayışa sahip bilimciler gerçekleştirmişlerdir. Fakat ben tam bir tanrısızlık anlayışı olabileceğine ihtimal vermiyorum. Belirsizliğin yoğun olduğu bir evrende kimse su katılmamış net bir tanrısızlığı kolay kolay benimseyemez. Ateist derken genelde yerleşik inançları olduğu gibi kabul etmeyip sorgulayan, şüphelenenleri anlamak gerekiyor.

 

Kaderci anlayış, nedenleri reddetmez. Fakat nedenlerin ilk baştaki bir üstün neden tarafından tasarlanan önemsiz bahaneler olduğunu, asıl denetimin ve bütün nedenselliğin iplerinin o ilk tasarlayıcı nedenin elinde olduğunu varsayarak nedenselliği önemsizleştirir, silikleştirir, nedenleri bahane konumuna indirger. Öyle ya, ay benden yana olduktan sonra yıldızların köküne kibrit suyu… Tüm nedenler bir tek ilk nedenin elindeyse, nedenselliğin ne önemi var? İlk neden dilediğince akışı değiştirir. İşte bu anlayış da determinizmi kadere geri çevirir.

 

Yine de bilim tarafsız olsa da ve yüzde ellibiri elliiki yapmaktan başka amacı olmasa da, nihai hedefi kaderi tamamen determinizme dönüştürmek, evrenin deterministik olduğunu kanıtlamak değil mi? O halde sonuçta ateizmi hedeflemiyor mu? Teistler bunu düşünebilir. Bilimin bu mütevazi hedefinin arkasında yüzde yüze ulaşma hedefinin olduğunu ve adım adım determinizmin kadere karşı benimsetilmesine çalışıldığını, determinizme prim vererek ateizm tuzağına çekilmek istendiklerini düşünebilirler. Ayrıca bilim, nedenselliği düzenleyen “ilk neden” varsayımına kesinlikle prim veremez. Nedenleri tek tek önemseyen ve adım adım bağıntıları keşfederek yavaşça ilerleyen bir yöntemin böyle bir başlangıca sıçramayı kabul etmesi düşünülemez.

 

Yanıt vereyim: Bu endişe yersizdir. Bilim asla yüzde yüzü yakalayamayacaktır. Evren buna izin vermeyecek değin büyük ve karmaşıktır. İnsanlığın son gününde son insan ferdi, aklında hala bir çok çözülmemiş soru olduğu halde can verecektir. Bilim asla sonu olmayan bir uğraşıdır ve iyi ki de böyle. Kitap okumayı çok seviyorsunuz ve evrende okunacak tek bir kitap var. Okudunuz, bitti. Ne halt edeceksiniz?

 

Sonuç olarak, bilimden haz almayı bilelim. Her bilimsel bulguda “işte bakın tanrı filan yokmuş” ya da “işte işte, bakın, tanrı varmış” diye zıplamayalım. Bana inanın, hiçbir şey insan türüne “bilmek” kadar haz vermez. Çünkü bilmek bizim insan olmamızın en büyük ereği, gereği…

 

Düşünen ve bilmek için çabalayan herkese sonsuz saygılar…

Gönderi tarihi:
Yanıt vereyim: Bu endişe yersizdir. Bilim asla yüzde yüzü yakalayamayacaktır. Evren buna izin vermeyecek değin büyük ve karmaşıktır. İnsanlığın son gününde son insan ferdi, aklında hala bir çok çözülmemiş soru olduğu halde can verecektir.

 

Evet; buraya katılmamak elde değil...

 

Tanrının varlığı ya da yokluğu bizzat insan tarafından doğrudan anlaşılabilir mi???

 

Şöyle bakalım olaya:

 

Bilim insandan gelendir, insanın hakim olabildiği kadarıyla vardır;yanlış mıyım???

 

O zaman insanı çokça aşan ve öylece ölçümlerle ölçülemeyecek olan zaten bilimin ulaşabileceği ya da reddedeceği değildir...

 

Burada bilimin amacı çok önemli; çünkü bilim bir araç aslında; burada birbirine çatan insanların kullandığı araç değil yanlız, şu hayatımızı oldurmak adına bir adım daha attıran araç...

 

Dolaylı olarak bilim sonuçlara vardıracaktır insanları ama her zaman için bu en iyi bilgi olmaktan geride kalacaktır; çünkü bilim sistematik araştırma tamamlanıp işin felsefeye geçiş kısmı olan değerlendirmelere geçince zaten insan kendini ona katacaktır...

 

Bu yüzden bilim insanı doğal olarak Allah'a da götürebilir, kendiliğinden oluşuma da; ama asıl üzerinde durulması gereken bilimin kendi içinde disiplinlice hareket edebilerek gerçeği gözden kaçırmaması gerektiğidir; ben bu bağlamda determinizmi disiplinin olmazsa olmazı olarak görmüyorum o kadar da; ya da daha çok determinizmle hayat görüşü oluşturma çabalarını hoş görmüyorum, bu bilimle ateist hayat görüşünü bağlamada kullanılmaya çalışılıyor gibime geliyor...

 

 

:zorro:

Gönderi tarihi:

Tanrının varlığı veya yokluğu insan tarafından anlaşılamaz, öyleyse insan üstü kaynaklara başvuracağız...

 

Bilim insandan gelendir, insanın hakim olabildiği kadar vardır. Öyleyse insan üstü yöntemlere müracaat...

 

Bilim sadece bir araçtır, o halde aşağı, düşük bir şeydir. Amaç olan daha ulvi şeylerle uğraşmalıyız...

 

Bunlar yanlış anlayışlar işte arkadaşım. Bunlar sadece senin gibi dogmatik düşünen kişilerle ortak bir payda bulabileceğin, ama evrensel geçerliği olmayan düşünceler. İnsanı ve aklını hakir görerek daha üzerinde olarak aradığın ve bulduğunu sandığın şeyler de insan aklının ve daha çok tahayyülünün farklı alanlarda gezinmesinden başka bir şey değildir. İnsan üstü, doğa üstü diye tanımladıklarınız (henüz) bilinemeyenden başkası değildir. Ha bakın, "henüz" kaydını koymam, bir gün gelecek her şey açık seçik bilinecek anlamında değil. Bunu anlattığım için tekrar üzerinde durmayacağım.

 

Sizin anlayışınızda olanların bilime bu güvenmezlik ve beğenmezlik tavrı, bilim tutkunlarını da fanatizme itiyor ve bilimin gün gelip tanrının olmadığını kanıtlayacağını umuyorlar. Herkese açık açık söylüyorum: Bilimin böyle bir misyonu yoktur. Bilim böyle bir görev üstlenmemiştir.

 

Fakat bilimin üstünde daha iyi bir açıklayıcı da yoktur, hiç olmamıştır. "Araç" deyip beğenmediğiniz bilim, evreni açıklamanın yegane aracıdır. Başka bir araç yoktur ki ona başvursak?

 

Üstelik bilim sadece araç da değildir, amacı da içinde barındırır. Amaç bilmek ve aracı da bilimdir. İnsanın tek amacı bilmektir. Çünkü diğer canlılar dünyada ne yapacaklarını biliyor olarak doğarken, bizler hiç bir şey bilmeden doğarız. Bilinç kazandığımız anda ise tek isteğimiz bilmektir. Her şeyi bilmek isteriz. Bu durumumuz kaderin cilvesi mi, determinist sürecin sonucu mu, bilmiyoruz ama durumumuz bu. Bilmek zorundayız. Hepimiz farklı konular öğrenmeye yöneliriz. Fakat hiç bir şey öğrenmeden hayatta kalan kimse yoktur.

 

Nasıl bir süreç içinde sürüklendiğimizi mutlaka anlamaya çalışmalı ve bulmalıyız. Amacımız budur. Bu süreç bir açıdan bakılınca kader, bir açıdan bakılınca determinizmdir. Aslında ben bir kader-determinizm karşıtlığı da görmüyorum. Determinizmin evreni kuşatmış olduğunu düşünüyor ve evrenin deterministik olduğuna inanıyorum. Kader diyenlerin inancını "tanrısal determinizm" diye tanımlıyorum. Bunun karşıtını da "nedensel determinizm" olarak tanımlıyorum. İnsanlar determinizmle kuşatılı ve determinizm içinde deviniyorlar, aynı determinizmi kullanarak birbirleriyle çatışıyorlar. Determinizm iki ağzı da kesen bir bıçak gibi, bir kesim bir tarafını görüp kullanıyor, diğer kesim diğer ağzını... Aynı aracı kullandıklarını ise çoğu farkedemiyorlar. Aslında hepimiz aynı bütünsel sürecin çocuklarıyız, fakat hepimizin süreçleri ayrı koşullarda biçimleniyor, bir anlamda da kendi nedenselliklerimizin ürünleriyiz her birimiz.

 

İki determinizmin aralarındaki fark ise şu: Tanrısal determinizm nedenleri önemsemez, tüm önemi ilk nedene atfeder. Küresel ısınma mı? Allah'ın takdiri olur. Türlerin soyu mu tükeniyor? Takdir. Allah yaratır da yok da eder. Nedensel determinizm ise ilk nedeni önemsemez, nedenlerin örüntüsünü araştırır ve bağıntıları çözmeye çalışır. Her bir nedeni tek tek önemser. Evrendeki bir anın, hiç tekrarlanmamış eşsiz bir an olduğunu ve bir daha da hiç tekrarlanmayacağını söyler. Şu an içinde bulunduğumuz ana hiç dönemeyeceğiz ve hiç bir an diğeri ile eşdeğer olamayacak. Nesli tükenen bir tür, evrende bir daha hiç bir şekilde o aynı tür olarak bulunamayacak. Şu an ne yapıyorsak biz o'yuz. Bir an sonra başka bir şey yapıyor ve başka bir şey olacağız. Evren sadece şimdi var. Gelecekte olmayacak fakat ne olacak bilmiyoruz. Bir evren, bir evren ve bir evren daha olmayacak. Başka evrenler olacaksa (veya varsa) da evrenimizden az da olsa farklı olacak. Hiç ama hiç bir an kendini tekrar etmeyecek. Bu felsefenin izini "Yapay Zeka" filminde sürebilirsiniz, Steven Spielberg'in eşsiz sinema şölenlerinden birisidir. Sırası gelmişken bu lanet herifin sinema sektörünü bırakıp oyun sektörüne geçmesine fena halde içerliyorum. Elime geçse yakasına yapışırım. Son yaptığı film "War of the Worlds"un tadını ömür boyu unutacağımı sanmıyorum.

 

Bilimkurgu, bilimin insanlara biraz donuk ve hissiz gelen yüzünü renklendirir, yoksa bilimin kendisiyle karıştırılmamalı. Tıpkı felsefe gibi. Felsefeyi çağımızda canlandıran ve dirilten bilimdir. Eski felsefeyi bir kenara bırakacaksınız, şimdiki felsefe, bilim felsefesidir. Yeni bilimsel bulgulardan soluk almayan felsefe çoktan ölmüştür. Bilimin sınırlarını teoriler çizer. Görelilik, kuantum, evrim... Buralar belirsizliğin ilk başladığı sınırlardır. Bundan sonra felsefe başlar. Bilimin sınırına gelmeden yapılan felsefenin hiç bir değeri yoktur. Bilimi tüketecek, sınırına kadar geleceksin. Teorileri tartışırken, bir bakmışsın felsefe alanında geziniyorsun. Belirsizlikten ürperdiğinde iki seçeneğin var: Bilim alanına geri dönmek ve sabırsızlanıp din alanına atlamak. Din alanına atlamak ve sorunların çözümünü insanüstü bir güce havale etmek bir çok insana rahatlatıcı gelirken bir çoğuna da doyurucu gelmez. Onlar bilim alanında belirsizliğe karşı yeniden güç toplamayı tercih ederler.

 

Bu bazen bilimi kutsamayı ve dine karşı öne sürülen bir alternatif argüman olarak algılanmasına yol açabiliyor. Buna diyebileceğim şu: Hiç bir şeyde olunmaması gerektiği gibi, bilim gibi en önemli araç için bile fanatik olunmamalı. Fanatizmin her türlüsü yanlıştır, körleştirici ve şartlandırıcıdır. Ben bilimin hayran bir bağlısıyım, ama bilim için fanatik olmaya yokum. Yalnız kaydımı hemen koyuyorum: Böyle diyorum diye, "Tabi canım, bilim dediğin ne ki, elinin kiri" anlayışına da yokum. Tekrar ediyorum: Bilim, elimizdeki yegane evreni açıklama aracıdır. Başka bir araç y o k t u r !

Gönderi tarihi:

Bilime kötü bir anlam yüklemedim;

 

Bilim alanına geri dönmek ve sabırsızlanıp din alanına atlamak

 

Bu bakış ise dindarları zedeleyici bir bakış olmakla birlikte din ile bilim birbirine denk tutulamayacğı için böyle bir ayrım fazla kasıtlı oluşmuş demektir...

 

Bilim tabii ki daha aşağıdadır ama insanların kompleks yapmasına neden olmamalı; bunu kabullenmek bilimin kendi iç disiplinini de kabullenebilmekle olur; bilim insanın sistemli araştırdığından öte gitmeyeceğine göre doğal olarak daha aşağı bir araçtır...

 

Ben hayatımızı anlamlandırmada bilimin kenara bırakılmasına özellikle karşıyım zaten, ama onu fazlasıyla yüceltmek kimseye bir şey kazandırmayacağı gibi hayal kırıklığı ve kabullenememelere ve hatta hayatın anlamını yitirmesine kadar gider öyle ki sizin kastettiğinizi anladığım bilgi sevgisi felsefenin sözcük anlamıdır ki o da gerçek yolunda bir araçtır ancak...

 

Bunlar aşağılama değil; bunlar ölümü hatırlatma gibi bir şey aslında...

 

Sanırım fark her zamanki gibi "ben" i aşırı yüceltmeden kaynaklanıyor...

:zorro:

Gönderi tarihi:
Bu bakış ise dindarları zedeleyici bir bakış olmakla birlikte din ile bilim birbirine denk tutulamayacğı için böyle bir ayrım fazla kasıtlı oluşmuş demektir...

 

din ile bilim birbirinden ayrı olamaz, dindeki hemen hemen bütün veriler bilimseldir ve bilim tarafından rahatlıkla sorgulanabilir.

 

Çok basit bir örnek, (binlerce var aslında)

 

İlk insan adem ve havvadır !!!!!!!!!!!!

 

bu bilimsel bir veriridir ve mutlaka bilimsel olarak değer taşıdığı için bilimin konusu dahilindedir.

 

saygılar

Gönderi tarihi:

Bilim kendi içinde değrlendirilir; zaman makinası yapılamadığı sürece bilim ilk insana ulaşamayacaktır da; zaman makinası olayı da bilimin kendi içinde değerlendirilidiğinde yine paradokslar barındıran bir konudur...

 

Öncelikle şu popüler bilim havasından kurtulmak sonra da dini şu gündelik anlayıştan asıl konumuna çıkarabilmek gerekir...

 

Ne yazık ki insanlar anlamadıkları hususlarda saldırgan ve güya espirili olabilmekte ama sadece kendi anlayışlarının yetisini ortaya koymaktadır...

 

Saygılar...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Bilim kendi içinde değrlendirilir; zaman makinası yapılamadığı sürece bilim ilk insana ulaşamayacaktır da; zaman makinası olayı da bilimin kendi içinde değerlendirilidiğinde yine paradokslar barındıran bir konudur...

 

Bu bilimin ilk insanı tanımlaması çalışmalarını etkilemez, canlılık ve oluşum bilimin konusudur bunu öğrenebileceğimiz başka bir sistem yoktur !

 

Öncelikle şu popüler bilim havasından kurtulmak sonra da dini şu gündelik anlayıştan asıl konumuna çıkarabilmek gerekir...

 

Bilim, bilmektir, dolayısıyla en popüler kuramdır, dinler ise kendini birden bire bilimin içinde bulmuştur, bulmaması gerekirken ! çünkü öyle ayetler vardır ki sürekli bilim konuları işlenmektedir. Yani yanlış, daha kutsal kitaplar yazılırken yapılmış.

 

saygılar.

Gönderi tarihi:
Bu bilimin ilk insanı tanımlaması çalışmalarını etkilemez, canlılık ve oluşum bilimin konusudur bunu öğrenebileceğimiz başka bir sistem yoktur !

Bilim, bilmektir, dolayısıyla en popüler kuramdır, dinler ise kendini birden bire bilimin içinde bulmuştur, bulmaması gerekirken ! çünkü öyle ayetler vardır ki sürekli bilim konuları işlenmektedir. Yani yanlış, daha kutsal kitaplar yazılırken yapılmış.

 

saygılar.

 

İl paragrafa:Bilim sonuca vardıramaz, araçtır...

 

İkinci paragraf:Yanlış falan yoktur bu durumda...

 

Bilim=Sistemli araştırma

 

Felsefe=Doğru düşünme

 

Din=Hayat

 

Nasıl, ben de böyle diyorum!!!

 

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Bilim=Sistemli araştırma

 

Felsefe=Doğru düşünme

 

Din=Hayat

 

Nasıl, ben de böyle diyorum!!!

 

hepsi birbirinin içinde maalesef, siz ayrı olarak düşünebilirsiniz ama saydığınız üç bölümdeki verilerde birbirinin konusu durumunda

Gönderi tarihi:
hepsi birbirinin içinde maalesef, siz ayrı olarak düşünebilirsiniz ama saydığınız üç bölümdeki verilerde birbirinin konusu durumunda

 

Her şey iç içe zaten; uyuşamadığımız nokta bunların konumu olsa gerek...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Her şey iç içe zaten; uyuşamadığımız nokta bunların konumu olsa gerek...

 

Uyuşamadığımız nokta sizin bunları sürekli ayırmaya çalışmanız. Bence doğrusu zaten bunların ayrı olarak değerlendirilmesidir ama artık olan olmuş (din konusunda) ayetler yazılmış kurallar konmuş bin yıllar önce ve bunu değiştirmeniz mümkün değil

 

 

saygılar

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.