Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

DÜNYAYI KURTARAN ADAM ! :)

vay be,,,,dünya çapında bir türkish hero 'muz varmış,haberimiz olmamış... bu hintli? bahai sitesini kutlarız,kahramanımızıda en kısa sürede vatannına dönmesini,korkacak birşey olmadıgını,artık milli cumhuriyet karşıtı devrimin? abd-ab destegi ile başarıya ulaşmakta oldugunu buradan bildiririz.... heros'lar korkmaz..!!! degilmi.?

 

bir iki gun once yazdım, Fethullah Gulen, uluslararasi bir ideolojinin-interfaith and dialog- hizmetkari durumuna dusurulmustur. -_-

Kendisini kahraman(!) ilan edenler, iste bu ideoloji mensublarinin sitesi. Bakınız ilgili haberde bu siteye direk link var ve ingilizce biliyorsanız kim olduklarini okuyun....http://www.betterworldheroes.com/gulen.htm

 

Bazılarımız da oluşmuş veya oluşmakta olan aşağılık demiyeceğim de incilmişlik kompleksi var en başta ben de ama Gulen'in kiymetini bilen yabancilarin kim oldugunu görünce bu aşağılık kompleksini terkettim,eminim siz de okusanız bu kompleksi siz de derhal terkederdiniz. Anahtar kelime-yabancilar-dir. Isterseniz bir dusunun... kim bu yabancilar: hatirlayın ! M.Akif'i, S. Nursi'yi.., vesair seref sahibi musluman onderleri.. hangibirisi ulkeden kacip gayrimuslim bir organizasyona sigindi hangi biri? :angry:

Turkiyenin zindanlari, ABD'nin ciftliklerinden daha muteber ve emindir, gardiyanlarimiz aksam eve donerken ezan-i muhammediyi dinlerler be guzel kardesim.

Bediuzzamanı hiç sevmem ama Bediuzzaman onca yil mahbus damlarinda yatti da serefine bir leke mi surdu, bu adamin korkakligi hangi muminde gorulmus bir sey, bu dunyaperestlik ugruna yabancilarin kucagina siginmak hangi evliyaliga isarettir ey musluman! :angry:

Aman dikkat ...Yabancilardan kahramanlik payesi almak bir Turk icin zuldur, hakarettir. Bunu bir de dunya ya son sans diye lanse etmek aymazligina sakın düşmeyelim!

Asil Turk milletinin verdigi himmet ve zekatlarla midelerine doldurduklari haramların hesabını yarin Allah'a kim verecek bakalım :wub:

FETTULLAH GÜLEN DÜNYA KAHRAMANLARI LİSTESİNDE

Tarihteki önemli kisi ve olaylari hatirlatmak üzere, uluslar arasi kutlama ve anma günleri belirleyerek yayginlastiran Hindistan merkezli "Daha iyi Bir Dünya için" (BetterWorld.net) adli site, Fethullah Gülen'i dünya tarihindeki 'kahramanlar' listesine ekledi.

Fethullah Gülen için; "Türkiye'de güçlü bir etkiye sahip olan Islami Gülen Hareketi'nin öncüsü, ötekini oldugu gibi kabullenmeyi, baris için diyalog ve hosgörüyü yayginlastirmayi savunan, 60 kitabi olan yazar ve din adami" ifadelerine yer veriliyor.

 

Ayrica, dünyadaki problemlerin çözümünün Islam dininde var oldugunu savunan Gülen'in izinden gidenlerin, dünyanin 90 ülkesinde açmis olduklari 500 egitim kurumundan söz ediliyor.

 

Özgürlük, siyaset, insan haklari, yoksulluk, küresellesme, inanç özgürlügü gibi 60 baslik altinda siniflandirilmis olan sitede; Mahmatma Gandhi, Martin Luther King, Abraham Lincoln, John Locke, Desmond Tutu, Noam Chomsky, Benjamin Franklin, J. F. Kennedy, Mihael Gorbaçov, Kofi Annan, Aristo, Bill Clinton, Einstein gibi 5000 kadar bilim adami, devlet adami ve halk kahramanina yer veriliyor.

 

Daha iyi bir dünyayi hayal edebilmek ve yeni kahramanlari kesfetmek için önemli olaylarin mimarlarini tanimanin ve tanitmanin önemini vurgulayan Heroes For a Better World kulübü, hiçbir siyasi görüse veya kuruma bagli olmayan uluslararasi yerel gruplardan olusuyor

  • 2 hafta sonra...
  • Cevaplar 194
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:
ABD olayı gerçekten rahatsızlık verici...

 

:zorro:

 

Rahatsızlık verici bulmuştum şimdi ise bazı şeyler daha netleşti, yaş ilerledikçe insan bazı şeylere daha çok yönlü bakabiliyor...

 

Bugün ABD deyip de beğenmediğiniz ülke gerçekten özgürlük ve demokrasinin en önemli kalelerindendir- yaşanabilen boyutunda tabi-; işte bunun için hangi ABD sorusunu sorabiliriz ki hangi ABD Müslümanlara karşıdır, hangi ABD Müslümanlarla iyi ilişki içindedir...

 

Kaldı ki ABD de pek çok unsur Türkiyde olabileceğinin çok üstünde saygı görmektedir; her ülkeyi yaşadığınız yer kadar baskıcı görürseniz ya da her ülkeyi kalıp olarak bir isimle ele alırsanız (ABD diye bir yaratık gibi mesela :D ) daha da kötüsü insanları komple "öteki" kabul ederseniz ABD de yaşama hususunda pek mesafe katedemezseniz...

 

Saygılar...

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Kimden : Âyetullah Humeynî (Bay, 35)

Kime : Grup: Hür İslam Halk Hareketi.

Tarih : 23.1.2008 14:18 (GMT +2:00)

 

 

Konu : Fethullah GÜLEN diyor ki; 'tesettür teferruattır...'

 

 

FETHULLAH GÜLEN “NURCULUK” DİNİNİ İLÂN ETTİ

 

(Bu mevzu Mart-1995 tarihli Hakikat Aylık İslâm Dergisi'nin 18. Sayısında yayınlanmıştır.)

 

Fethullah Gülen, basın yayın organlarıyla yaptığı röportajlar ve verdiği beyanlarla (Fetullah Gülen İslâm dini'ne aykırı bu beyanatları 23-28 Ocak 1995 tarihleri arasında Hürriyet Gazetesi'nde ve 23-30 Ocak 1995 tarihleri arasında Sabah Gazetesi'nde yayınlanan röportajlarında vermiştir.) , kendi dinini ilân etmiş, İslâm dininin hükümlerine karşı gelmiştir.

 

Şöyle ki;

 

Tesettür:

“Kadınların başlarını örtmesi iman meselesi ölçüsünde önem arzetmez. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk ölçüsünde önem arzetmez bunlar. Teferruata ait meseledir. Nitekim, Allah’a iman meselesi Mekke’de Efendimize tebliğ edilmiş, namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra da zekât bize farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum Peygamberliğin 16. ve 17. senesinde müslüman kadınların başları açıktır. Temel meseleler varken, teferruatla uğraşılmamalı.”

 

 

 

Allah-u Teâlâ emir ve hükümlerini koymuş onu yasaklarıyla sınırlamıştır. “Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)

 

Allah-u Teâlâ, “Kim bu hudutları aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” buyuruyorken, “Tesettür teferruattır! ” ya da “İman meselesi değildir.” demek açıkca bu hudutları aşmak demektir. Bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek demektir. O, kendi kurduğu dinine kendi zan kitabına göre böyle söylüyor.

 

“Doğrusu bir çokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)

 

________________________________________________________________

 

 

M. ŞevketEYGİ

[email protected]

 

Büyük dinî cemaatlerden birine göre tesettür teferruattır, şu sırada üzerinde fazla durmamak gerekir. Bir kere, tesettür teferruat değildir, dinimizin füruata ait meselelerindendir. Lakin sadece füruat değildir, usûl ile ilgili tarafı da vardır. Tesettürün farz olduğuna inanmak gerekir. Aksi takdirde dinden çıkılır.

 

Dikkat! ! !

 

M.ŞevketEYGİ direk isim vermekten çekiniyor...Ve tesettür teferruattır diyenlerin Fethullah GÜLEN HOCAEFENDİCİLERİN OLDUĞUNU DEMEKTEN KAÇINIYOR...((KORKUYOR...))

 

________________________________________________________________

 

 

FFC yeHabip yılmaz

İşte fethullahçılar görsün. Bediüzzaman tesettürün önemini böyle açıklarken fethullah tesettür teferruattır diyor. Bir de İslamın bayraktarlığını üstlendiklerini zannaderler. Yazık, yazık...

17 Ocak 2008 Perşembe 22:05

 

________________________________________________________________

 

 

Aşağıda yazılı olanlar Ömer ÖNGÜTÇÜ BİR SİTEDEN ALINMIŞTIR...((al birini vur ötekine))

 

Sen O münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse, dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler. Her gürültüyü, korkularından kendi aleyhlerinde sanarlar. Onlar düşmandırlar; onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın. ALLAH kahretsin onları! Hakdan nasıl çevriliyorlar.(Münafikun 4)

 

 

 

 

 

1. “Tesettür teferruattır” diyerek kendi zannı ile beyanat verdi.

 

Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:

 

“Resul’üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nur: 31)

 

Allah-u Teâlâ din-i İslâm’ında setri, örtünmeyi kesin şart koymuş, farz kılmıştır.

 

2. Hıristiyan papazları, yahudi hahamları ile hoşgörü toplantıları yaparak; “Keşke her köşeye bir hoşgörü vakfı kursak da herkes hoşgörü soluklasa.” dedi.

 

Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:

 

 

“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)

 

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’si ile yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı yasaklamış, onları dost edinenin onlardan olduğunu beyan etmiştir.

 

3. “Kimse kimseye inancından dolayı ithamda bulunmayacak, kimse kimseye dininden ya da dinsizliğinden dolayı taanda bulunmayacak.” dedi.

 

Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:

 

“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür.” (Tevbe: 73)

 

4. Hazret-i Allah’ın, Resulleri arasında vahiy elçisi olan Cebrâil Aleyhisselâm hakkında; “Gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim.” dedi.

 

Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:

 

“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi) ’dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi) ’dir.” (Mücâdele: 22)

 

Bu Âyet-i kerime’yi Allah-u Teâlâ’nın emriyle getiren Cebrâil Aleyhisselâm’dır. Bu Âyet-i kerime’sinde “Ülâike hizbullah” = “Bu benim ve Resul’ümün partisidir.” diye ilân etti. Onun girmem dediği parti işte budur.

 

5. Necip tarikatlere dil uzatarak; “Tarikatler bir dönemdeki misyonunu eda etmişlerdir. Zaman böyle fert zamanı değil, cemiyet zamanıdır.” dedi.

 

Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:

 

“İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus: 62)

 

6. “Kadından idareci olmasının hiçbir sakıncası yoktur.” diyerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e ve Hazret-i Allah’a karşı gelmiştir.

 

Şu Âyet-i kerime ile onun bu sözünü çürüttük:

 

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının.” (Haşr: 7)

 

Binaenaleyh Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

 

“Mukadderatını bir kadının eline veren millet felâh bulmaz.” buyuruyor. (Buhârî, Tirmizî)

 

7. Gerek himmet geceleri, gerek iftar ziyafetleri ile trilyonlarca lira para toplayıp Hazret-i Allah’ın emrine karşı geliyor.

 

Şu Âyet-i kerime ile onların bu icraatlarını çürüttük:

 

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

 

Bu Âyet-i kerime’sinde Cenâb-ı Hakk para toplayanların doğru yolda olmadığını beyan ediyor.

 

8. Onların ise dini ayrıdır, kitabı ayrıdır, bütün beyanatları, icraatları kurdukları narcılık dinine göredir.

 

Şu Âyet-i kerime ile onların narcılık dinini çürüttük:

 

“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan din veya kitapla sevinmektedir.” (Müminûn: 53)

 

Cenâb-ı Hakk inananları bir tek ümmet kabul ediyor ve teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor.

 

 

Zikr-i hakikatimizdir...

______________________

Bakî Gerçekler Demine Hû,Dost Allah Eyvallah...

Gerçeğe Hû Mü'mine Yâ Alî Yâ Mehdî Sahib-î zaman...

Gönderi tarihi:

"Nihai hedefe ulaşana kadar, her yöntem ve yol mübahtır. Bunun içine yalan söylemek ve insanları aldatmak da girer. Yeter ki, 'hizmet' kesintiye uğramasın. Hizmet denilen çalışmanın en büyük özelliği, sessiz ve derinden olmasıdır. Bu gizlilik de güçlü oluncaya kadar devam edecektir. Cemaatin temel felsefesi budur...

Gönderi tarihi:

BİR HAYATIN ANATOMiSİ

 

 

 

 

Cemaatin maskesi düştü

 

Soğuk ve güneşsiz bir kış günü, Fethullah Gülen ve cemaati hakkında bilgi almak üzere .... ... Vakfı’na gidiyoruz, kendimizi tanıtıp G. Hanım ile randevumuz olduğunu söylediğimizde orta boylu, buğday tenli, özellikle çekiğimsi parlak kahverengi gözlerinden kökleri Kuzey Asya’ya dayandığı çok belli, güler yüzlü, düzgün dişli, kısa saçlı, sakalsız , bıyıksız genç bizi karşılıyor. Sıcak bir tavırla elini uzatıyor bize : “Merhaba ben S. Ö.” Bu genç ile tanışmamız pek çok şeyin dönüm noktası oluyor. Cemaatin korkunç ve karanlık yüzünü görüyoruz. Hizmet, iyilik, güzellik adı altında tüm yaptıklarının asıl amacı tek tek ortaya çıkıyor. Belgeler, kasetler, videolar buluyoruz.

 

Bu genci nereden tanıyorum?

 

Bizi üst kattaki toplantı odasına çıkarıyor, bu genci nereden tanıdığımı düşünüyorum. Toplantı odasında önümüze gazete kupürleri ile dolu dosyalar koyuyor. Biz buraya Fethullah Gülen ve cemaatini araştırmak için geldik aslında ama S.Ö. ile de koyu bir sohbet başlıyor. Bize farklı boyutlar açan, gerçekleri önümüze seren bir sohbet.... Karşımızda cemaatin canlı bir tanığının oturduğunu farkediyoruz. Heyecanla saatler boyu konuşuyor. Onu nereden tanıdığımı hatırlıyorum: Nurculardan ayrılıp “Hocanın Okulları “ adlı kitabı yazan, çeşitli tv kanallarında programlara katılan gençlerden biri S.Ö. Bize hikayesini anlatıyor. Öncelikle çok tehdit aldığını bu yüzden sürekli tip değiştirdiğini, bazen saçlarını uzatıp sarıya boyadığını , bazen sakal , bıyık bıraktığını, tanınmamak için şekilden şekile girdiğini söylüyor.

 

Atatürk sevgisi

 

İki eşli, 16 çocuklu , yoksul bir aileden gelen S.’ın hikayesi Adana’nın Osmaniye İlçesinde (şimdilerde il olmuş) ortaokulu birincilikle bitirdiğinde başlıyor. En büyük hayali okuyup asker olmakmış. Askerlikle ilgili filmleri izlemek için, kendi evlerinde televizyo olmadığından, komşunun televizyonunu gören bir ağacın tepesine çıkarmış, “Bu sevda uğruna ağaçtan düştüğüm çok oldu!” diyor. İlkokulda ona Atatürk sevgisi aşılanmış, Atatürk’ün komutan kişiliğine hayran kalarak büyümüş, onu örnek almış, asker olabilmek için var gücü ile derslerine çalışmış. Hatta diyor “Bir keresinde babam beni ilkokuldan sonra okutmayıp bir matbaacının yanına vermek istemişti ama ben o küçücük yaşımda babamla aklı başında bir büyük adam gibi konuştum ve onu hem çalışıp hem okumam konusunda ikna ettim. Kendisine sadece benim ortaokula kaydımı yaptırmasını söyledim, okul, kitap, defter parası istemeyeceğime söz verdim.”

 

Okuma savaşı

 

Ortaokulda inşaatlarda çalışıp okul parasını çıkarıyor, özellikle yaz tatillerinde çalışıp okul için para biriktirip ailesine yük olmuyor. İki eşli olan babası bir gece bir eşinde bir gece diğerinde kalır ve elektrik parası gelmesin diye saat akşam altıda tüm ışıkları söndürürmüş. Bu yüzden S. birer gece aralıkla ders çalışabilmiş ve ders çalıştığı akşamlar diğerinin acısını çıkarmak için sabahlamış. Bu azimli, zeki çocuğun okuma mücadelesine hayran kalıyoruz.

 

Askeri okula girme hayalleri

 

Nihayet ortaokul biter ve askeri okul sınavına girmek için S.Ö. İstanbul’a gelir, Gültepe’de abisinin yanına yerleşir. Tam o sırada nereden haber aldıklarını ve kim olduklarını bilmediği bazı insanlar nazikçe onu ziyaret ederler. Abi dediği bu kişiler onun askeri okul sınavına gireceğini bilmekte ve kazanmasını heyecanla istemektedir. Abiler , Serhat’a İstanbul’u gezdirir, özellikle camilere, tarihi yerlere götürürler, çok iyi davranırlar. Hatta Deniz Harp okulu sınavına 1-2 gün kala onu ders çalıştırırlar.

 

İzmir’e gidiş

 

Amcasının sabıka kaydı nedeniyle sınavı kazandığı halde Askeri okula kaydı yapılmaz. Bunun üzerine memleketine yani Osmaniye’ye dönmekten başka seçeneği kalmadığını düşünür. Ama Nurcu abiler onu bırakmazlar. İzmir’de lise okumasını , onu finanse edeceklerini İzmir’in en iyi lisesi olan Atatürk Lisesi’ne göndereceklerini , yüzme havuzlu, deniz manzaralı, spor salonlu evlerde kalacağını söylerler. Arkadaşı imam hatipi 1. likle bitiren İsmail Özdemir’e de İzmir Yamanlar Lisesi vaadedilir. Bunun için memleketlerine gidip ortaokul diplomalarını almaları ve ailelerine de bir şey söylememeleri gerekmektedir. Neticede çocuklar diplomalarını alırlar ancak aileleri ile bağlarını kopartırlar. Artık geri dönüş yoktur.

 

Öğrenci yurdu

 

Türkiye’nin çeşitli yerlerinden toplanmış, hepsi de okul birincisi 30-40 öğrenci, kabası yeni bitmiş, inşaat halindeki bir yurda yerleştirilir. Hepsi de kendilerine söylenen konforlu, lüks binanın nerede olduğunu merak etmektedirler. Abileri onlara sadece bir hafta kadar bu yurtta kalacaklarını söyleseler de bu söz tutulmaz , Serhat da dahil tüm öğrenciler lise bitene dek bu inşaatta kalırlar. Hatta inşaat işlerine yardım ettirilirler...

 

S.Ö. ve arkadaşları arada abiye kendisine vaadedilen yüzme havuzunun nerede olduğunu sorarlar, abi de onları kurna başına götürüp, “İşte yüzme havuzu ! Ancak buranın bir özelliği var, burada sadece abdest alınır...!” der. Öğrenciler spor salonunu sorduklarında ise mescide götürülürler ve “Burası da spor salonunuz, ancak bir özelliği var, burada sadece namaz kılınır..!” denir. Her namazın 1 saat sürdüğü, ibadet ve beyin yıkama toplantıları ile zamanların geçtiği, sapık düşüncelerin genç beyinlere yavaş yavaş işlendiği esaret yılları başlar.

 

Teknik hata....

 

S.Ö.'ın, Atatürk Lisesi yerine İzmir’de Şirinyer Lisesine kaydı yaptırılır. Buna gerekçeleri “teknik hata olması” ....Yine aynı teknik hatalarla kabası ancak bitmiş bir inşaatta kalacaktır. Serhat’ın yıllarca süregelecek hayal kırıklığı böylece İzmir’e gelir gelmez başlamıştır. Her halde Nurcular Allah’ı, cenneti, cehennemi, günahı sevabı fazla kafalarına takmamakta , böylece bol keseden yalan atmaktalar. Nasıl insan harcadıklarını Serhat ile konuşurken görüp, gerçekten de bu acımasızlık, katılık karşısında diyecek söz bulamadık.

 

Namaz kılmamanın cezası

 

Namaz ve tüm ibadetler yurtta mutlaka ve topluca yapılması gereken tören niteliğini taşımaktadır. S.Ö. bunu acı bir deney ile anlayacaktır. Okul ile yurt arasındaki mesafe bir haylidir. S’a ders çalışacak zaman kalmamakta, çoğunlukla sabaha karşıi ders çalışırken kitapları arasında uykuya dalmaktadır. Ama uyumak ne mümkün? Sabaha karşı belletmenler herkesi sabah namazına kaldırırlar: bu askerlikteki “koğuş günaydın..!” olayına çok benzer. Bir sabah S.Ö. fazlasıyla yorgun ve hastadır. Kendisini uyandıran belletmene : “Abi, ben bu sabah namaz kılmasam olmaz mı? Hastayım” demek gafletinde bulunur. Belletmen onu ense ve belinden tutup, köpek yavrusu gibi taşıyarak suyun kenarına götürür ve kış günü, buz gibi suyu açarak ensesinden akıtır. Tüm öğrencilere de “Namazdan kaçanın cezası bu işte, görün” diye bağırır. Serhat o sabah buz gibi suyun sanki kafatasını deldiğini ve ömür boyu taşıyacağı bir sinüzite neden olduğunu ve o günden sonra her namaza durduğunda dua yerine küfür ettiğini anlattı....

 

Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı nasıl aşılanıyor?

 

Yurtta öğrencilerle sürekli sohbet eden abiler onlarla sevgi bağı kurar ve onların saygısını kazanmaya çalışırlar. Ailelerinden çok uzak ve aileleriyle iplerini koparmış , üstelik ceplerinde memlekete dönüş parası bile olmayan ve yaşları çok küçük bu çocuklar, tüm bu etmenlerle, mecburen abileri dost bilirler. Çünkü sığınacak hiç kimseleri yoktur. Abiler doğrudan Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü kötülemezler....Osmanlı İmparatorluğu'nu, islam alimlerini, Osmanlı’nın yükseliş devrinde yapılan ilerlemeleri anlatıp, islamı ve Osmanlı’yı överler. Daha sonra toprakların daraldığını, Osmanlı imparatorluğu toprakları şu kadar dönümken Türkiye Cumhuriyeti’nin neden bu kadar dönüm olduğunu sorarlar. Osmanlılar'da o kadar alimler yetişirken neden şimdi Türklerin bilimsel gelişme yapamadıklarını , kimlerin buna neden olduğunu sorarlar. Öğrenciler de bunun nedenini abilerine sorduklarında. “Cumhuriyeti kim ilan ettiyse onlar suçludur!” cevabını alırlar. Bu şekilde soru ve cevaplarla genç beyinlere “O halde Atatürk yanlış yapmış!” sonucu işlenir. Onların artık Cumhuriyet’e bakış açısı : “Bir gecede alim yattık...cahil kalktık” şeklinde özetlenmektedir.

 

Atatürk büstünün başına gelenler

 

Zamanla telkinler daha ileri boyutlara ulaşıp, Atatürk’ün dünyaya gelen deccal olduğu, Türk milletine kötülük ve dünyaya kıyameti getireceği tarzı fikirler aşılanır. Öğrencilere her sabah okula gitmek için yurttan çıkarken Atatürk büstüne tükürmelerinin işlerini, kısmetlerini açacağı eğer tükürmezlerse o gün hiçbir işlerinin yolunda gitmeyeceği, sınavlarda da başarısız olacakları söylenir. Gençler bu telkinlere öylesine kapılır ve inanırlar ki her sabah büstün yanından geçerken tükürmeyi ihmal etmezler. Sadece müfettiş veya yabancı biri geleceği zaman temizlenen büst, bunun haricinde sürekli kirlidir.

 

Üniversiteye ilk adım ve yine hayal kırıklığı

 

S.Ö. nihayet liseyi bitirir. Üniversiteyi İstanbul hukuk’ta okumak ve avukat olmak istemektedir. Abiler karşı çıkarlar. Niğde Ünv. İşletme fakültesine gitmesi gerektiği söylenir. Nedenini sorduğunda “Çünkü orada hiç elemanımız yok!” cevabını alır. S.Ö. lisede 50 öğrenciyi nur cemaatine sokmuştur ve aynı başarı üniversitede de beklenmektedir...Tabii cemaatin seçtiği, yine eleman kıtlığı çekilen bir üniversitede...!

 

S.Ö. buna karşı çıkar ve tercih formunu kendi istediği gibi doldurur ilk sıraya İstanbul Hukuk Fakültesini yazar. Ancak üniversite sonuçları ve yerleşimler açıklandığında tam bir şok yaşar. Sonuç Niğde İşletme’dir. Çünkü onun haberi olmadan form değiştirilmiş ve ilk sıraya cemaatin tercihi yazılmıştır.

 

Sokağa atılış-Cemaat mi ÇETE Mİ?

 

Niğde’ye okumaya gider mecburen. Başka çare bulamaz çünkü parası yoktur. 6 ay sonra cemaatten birileri gelir ve “Sen bize borçlusun” derler. Kaldığı ev, yemekler ve okul masrafları için yüklü bir para isterler. Fakat yine parasızdır. Cemaat dinlemez, S.Ö.’ı kapının önüne koyar. Kış günü evinden atılmıştır. Çaresiz bir hafta kadar terminalde banklar üzerinde sabahlar...Sonra böyle gidemeyeceğini düşünüp tezgahta birşeyler satıp geçimini sağlamaya çalışır. Dördüncü elden aldığı malların geldiği yeri araştırıp Antep’teki ilk elini (üreticisini) bulur ve Niğde’de satarken ucuz aldığı için fiyat kırar ve hatta bu sayede toptancılığa başlar. Artık telefonla mal getirtmekte ve Niğde’de çoğu perakendeciye satmaktadır. Durumu biraz düzelmiş, çevresi genişlemiştir. En güzel evi kiralayıp, taksitle dayar, döşer. Evlenir ve çocuğu olur.

 

Zaman gazetesinde reklam müdürlüğü

 

Durumunun iyi olduğunu gören cemaat bu sefer güler yüzle kapısını çalar. Ona yanlış yapıldığını, geri dönmesini istediklerini söylerler. Ve cemaate geri döner. Kendisine Zaman gazetesi Niğde bürosunda reklam müdürlüğünü verirler. “Neden geri döndün?” sorumuza verdiği cevap ilginçti: “O cennete giden seccadenin belki ucundan tutabilir ben de cennete gidebilirim diye düşündüm” dedi. Nurcular kendilerinden olanların cennete gideceğini , kendilerinden olmayanlarınsa cehenneme gideceğini söylemekte ve bunları şakirtlere işlemekteler. O dönemde anlıyoruz ki S.Ö. cemaatten ayrılmasına karşın halen cemaatin etkisinden kurtulamamıştı. Cemaat onun genişlemiş çevresini kullanmak istemekteydi reklam müdürlüğü verilmesinin nedeni de buydu. Niğde’nin ne büyük kuruluşlarından olan Koyunlu halılarına gider. Müdür ile görüşür, büyük ricalarla senelik reklam sözleşmesi yapar. 1995 senesinde bu miktar 2.000.000.000 TL ve kendisine düşen prim 400 milyon TL dir. Yani büyük paradır. S.Ö. bu mutluluğu evinde ailesiyle paylaşır ancak sevinci uzun sürmez.

 

Cemaatten ikinci atılış

 

Ertesi sabah Zaman gazetesi bürosuna gittiğinde bir sürprizle karşılaşır...İşine son verirler. Gerekçe göstermezler. Tabii primini de alamaz ve beş parasız kapının önüne konur. Onlara çocuğuna mama alacak parasının olmadığını söylediğinde kendisiyle alay ederler ve gülerler. O zaman cemaatle bir gün karşılaşacağını ve onlara zor günler yaşatacağını söyler. Çocuğunun mamasını bir eczaneden veresiye alır. Ayak işleri , hamallık yapar. Artık piyasa değişmiş ve işler zorlaşmıştır, ticarete geri dönemez.

 

İstanbul’a geliş

 

Hamallık yaparak biriktirdiği para ile eşi ve çocuğunu Adana’ya gönderir, kendisi de cebinde 70.000 TL ile İstanbul’a gelir. Kalacak yer de yoktur.Osmanbey’de iş arar. Bir mağazada iş bulur, muhasebecilik yapmaya ve o mağazanın üst katında kalmaya başlar. Artık cemaatin gerçek yüzünü tanımıştır. Onlar insanı kolayca harcayan, karanlık, katı ve sivri dişlerdir onun gözünde. Tüm yaşadığı sıkıntıları unutmaya çalışır. Bu arada G. Hanım ile tanışır, hocam dediği bu insana çok saygı duymaktadır. Hayatını düzene koymuşken günün birinde arkadaşı İsmail ona gelir ve cemaatin gerçek yüzünü anlatan bir kitap yazmalarını teklif eder. Bu şekilde “Hocanın okulları” adlı kitabı yazarlar. STKB (Sivil Toplum Kuruluşları Birliği) katkılarıyla İstanbul Üniversitesi matbaasınca yayınlanan kitap bir süre sonra toplatılır ama basında büyük yankı uyandırır.

 

Rüşvet teklifleri

 

Kitabın ardından basına sızan kasetler ve diğer bilgilerle Fethullah iyice köşeye sıkışır. Bu, Amerika’ya kaçış ve toplumdan özür dileme ile sonlanacak bir sıkışmadır. S.Ö. basın toplantısında kitabı yazdığını diğer arkadaşı gibi red etmez. Bir tv programı öncesi kaçırılır. İstanbul’da gezdirilir, yine red etmez kitabı. Canlı yayında inkarını sağlayamayan cemaat, bu defa S.Ö.ın bant kaydını yapmakta ısrar eder. Karşılığında Osmaniye’de kendisine bir textil atölyesi açılması teklif edilir. STV’de 6 saat süren bir kayıt yapılır, tüm söyleyeceği sözler S.Ö.’a dikte ettirilir. Ayrıca Nurcular aleyhine açılan davada da yalan ifade verir. Atölye abisinin, makinalar da kendisinin üzerine olarak atölye açılır. Ancak bir müddet sonra S.Ö. rüşvetten vaz geçip İstanbul’a tekrar gelir , polisteki ifadesini değiştirir.

 

Şimdi neler olacak?

 

S.Ö. hala rüşvet teklifleri ve ölüm tehditleri arasında yaşıyor. Sürekli tip değiştiriyor. Tüm başına gelenler yüzünden eşinden boşanmak zorunda kalmış. Peşinde onu gölge gibi takip eden "Işık süvarileri"ne rağmen, bu cemaatle uğraşmaya devam edeceğini, paranın artık önemsiz olduğunu söyledi. Onun tv de cemaat hakkında anlattığı gerçekler pek çok ailenin çocuklarını geri almasıyla sonuçlanmış. Bu arada başından ilginç olaylar da geçmiş; Bir gün dolmuşta kendisini dikkatle süzen bir hanımla gözgöze gelmiş. Neler olacağını merak ederken hanım kendisine yaklaşmış ve onu tanıdığını , onun sayesinde çocuğunu ışık evinden aldığını söylemiş, ve kendilerini aydınlattığı için çok teşekkür etmiş. S.Ö. , isimleri nur olan ama kendileri gayet karanlık bu cemaatle mücadele etmeye devam ediyor...

 

http://www.fethullah.has.it/ sitesinden alıntılanmıştır.

Gönderi tarihi:

Özetle "Fethullah Gülen"

 

 

 

Can Dündar'ın "Neden" adlı programında konu aldığı tarikat-cemaat-siyaset bahsinden sonra internetteki köşesine gelen bir yorum:

 

Fethullah Gülen ya da kendisinin uydurduğu ismiyle M. Fethullah Gülen bugün “ağababası” olan ABD’de ikamet etmektedir. Misyonu çok özeldir lakin vazgeçilmez değildir. Ağababası, bu “okyanusun diğer tarafındaki cenap hazretlerinin” faaliyetleri ve gerçek amacı deşifre edilince mutlaka yerine yenisini koyacaktır.

 

Türkiye’de sendikal olmayan, sivil toplum hareketi olmayan aynı şekilde parti, tarikat, devlet olmayan bir hareketi vardır. Aslında “yok”tur ama bir kanser tümörü gibi her yanı sarmıştır ve olabildiğince “var”dır. Müritleri doğacak çocuklarının isimlerine kadar “Hoca Efendi”lerine sorarak hareket ederler. Aşırı teslimiyetçidirler. Okulları Dünya’nın en canlı ABD casus kaynaklarıdır. Rusya’dan ve diğer Türki Cumhuriyetlerden hızla uzaklaştırılmalarının sebebi okullarda İngilizce öğretmeni adı altında faaliyet gösteren bu ajanlardır. Yeşil kuşaktan sonra ABD’nin tanımıyla ortaya çıkan Terörist Müslüman-Ilımlı Müslüman kutuplaşmasının ılımlılık tarafındaki rolünü üstlenmiştir. Himmet adını verdikleri para toplama merasimlerinde “azat kabul etmez köleleri” milyarları tek gecede toplamaktadır. Bank Asya’ya dönüştürülen özel finans kurumu bu paraları aklama vazifesini üstlenmiştir.

 

Hoca Efendi hazretlerininki bir din yorumundan çok yeni bir din tanımıdır. Bu sebeple 1998 yılında yeni bir Kuran bastırmıştır. 800 bin basılan bu yeni “kitap” her sayfasında açıklama adı altında içine serpiştirilmiş 498 adet İncil ve Tevrat alıntısıyla göz doldurmaktadır... Rakamlardan söz açılmışken; 94 ülkede 730 okulu vardır her sene 900 bin kişi değişik adlarla Türkiye’nin her yanında faaliyet gösteren üniversite hazırlık kurslarına gitmektedir. Oks hazırlık kursları bu rakamlardan hariçtir. Gazetelerini hemen hemen her ülkede, o ülkenin dilinde basılı şekilde bulabilirsiniz. Ayrıca dergiler, radyolar, televizyonlar, üniversiteler, vakıflar, ışık evleri vs. her şeyleri vardır. Öyle ki savcıları, kaymakamları, valileri, emniyet müdürleri, öğretmenleri, doktorları, istihbaratçıları(ki bu konuya doymak bilmeyen bir iştahla yanaşmaktadır),askerleri, milletvekilleri, bakanları vardır. Ayrıca buraya ne kadar yazsak azdır.

 

Sonuçta bu bir karşı devrim hareketidir. Postalsız, üniformasız işgaldir. Kültürel-moral gücünün denetimi ve yıkımıdır. Çok büyük bir ekonomik güç din gücü ile birleşmiştir. Vitrin başka, mutfak başkadır demek isterdim ama artık pişirdiklerini sergilemekten çekineceği ortam ortadan kalktığı için her şey ayan beyan ortadadır.

 

 

http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=3471

Gönderi tarihi:

Fethullah’ın Copları -1

 

 

 

(Zübeyir Kındıra)

 

 

Şarj Evleri

Ankaralı olmayan bazı öğrenciler de gidecek bir "ev" bulmuşlardı.

Sonraları 'Işık Evleri' olarak literatüre geçecek 'Nurcu Tarikatı'nın evleri başta olmak üzere Süleymancı, Nakşibendi tarikatlarının 'dershane' adı verilen evleriydi bunlar. Bu evlere giden birçok Polis Koleji öğrencisi olduğunu tüm öğrenciler ve okul yönetimi de biliyordu. Ancak, o tarihlerde bunu engellemek ya da soruşturma açmak için doğrudan ve ciddi sayılabilecek bir girişim yapılmadı. Çünkü, henüz rahatsızlık verecek bir boyuta ulaşmamıştı ve "rejime yönelik tehlike" oluşturacak bir yanı olduğu düşünülmüyordu. Yıllar geçtikçe devletin hemen tüm kurumlarında ve yargı organlarında, 'tehlike' olarak algılanan bu evlerle ilgili inceleme, araştırma hatta soruşturma açılabildi. Ama biraz geç kalındı. Çünkü, o tarihlerde bu evlere gidenler ve orada yetişenler artık, bu 'Işık Evleri' ile ilgili açılacak soruşturmaları engelleyebilecek, amacından saptırabilecek güce sahip oldular.

 

'Işık Evleri", Gülen örgütlenmesinin temelidir. Gülen, kendi ideolojisine göre İnsan yetiştirmek, genç beyinleri yıkamak için "eğitim ve öğretim" amacıyla kullandığı bu evlere; vaazlarında ve kitaplarında 'Işık Evi' dışında başka adlar da verir. 'Şarj Evleri', 'İbn-i Erkam Evleri' bu adlardandır. 'Şarj' sözcüğü bilerek seçilmiş bir sözcüktür. 'İbn-i Erkam' ise İslam tarihine dayanılarak verilen bir addır. İbn-i Erkam sahabedir. Yani Hazreti Muhammet döneminde yaşayan Müslümanlardan biridir. İslam tarihçilerine göre; İbn-i Erkam herkesin dışladığı, birlikte görünmekten, konuşmaktan kaçındığı bir dönemde Muhammet'i evine almıştır. Bu nedenle evi nurla, yani ışıkla dolmuştur.

 

Gülen 'İbn-i Erkam evlerinde' yetişmeden, sabırla pişip olgunlaşmadan yapılan her işin "ham hayal" olduğunu savunur. Gülen'e göre bu evler "Müjde ve muşlunun en karanlık ve karamsar günlerinde billur bir avize gibi asılı durduğu, hiyerarşik sistemin, yaratılışa uygun prensiplerin devlet bazında temsil edilmesinin İlk adımı, ilk şartı olan evlerdir.", "Ahir zamanda gelerek dini tahrip eden deccalin bir daha hortlamak üzere öldürüldüğü evdir."

 

Gülen'in vaazlarında ve kitaplarında anlattığı 'Işık Evleri', bu cemaatin hücreleri durumundadır. Fethullah Gülen'in bu evlerle ilgili söyledikleri ve yazdıkları oldukça ilginç. Gülen'in 'Günler Baharı Soluklarken Çağ ve Nesil-5' adlı kitabından "Işık Evleri" ile ilgili anlattıkları şöyle:

 

"Işık evler, ışık süvarilerinin kışlaları, hak erenlerin halvethane ve zaviyeleri, gözlerini ilim ve marifetle açıp-kapayan kudsilerin varidat iklimleridir. Tadını, havasını, rengini, rahiyasını ötelerden bulan ışık evler, dünyada, ıtkba yamaçlarına kurulmuş ve fızikötesi alemlerin rasathaneleri gibidirler. Onların aydınlık ikliminde en müptedi insanlar bile, mikro alemin en sırlı koridorlarında rahatlıkla dolaşabilir... ve makro alemin en girift , en ürpertici derinliklerini bir solukta geçer; geçer de, hareket noktasının aydınlığı sayesinde kara deliklerin merkezine ışıktan tahtlar kurarak inanca açık sinelere tefekkür, ma 'rifet ve zevk-i ruhani tayfları salarlar. "

 

Gülen'in tanımlamasına bakınca bu evlerde yetişenlerin, insanüstü varlıklar biçimine dönüştüğü düşünülebilir. Gülen'in sözlerini sürdürelim:

 

"Işık evler, hangi şehir, hangi mahalle ve hangi sokakta bulunursa bulunsun Ötelere açık iç yapılarının renizi olan kapıları, pencereleri ve binaların ön cephesinden caddeye sarkan cumbaları gibi balkonlarıyla, her zaman emsali evlerden birkaç adım ötede bulundukları hissini uyarır ve sonsuza açılmaya namzet ruhlar için adeta birer terminal, birer liman vazifesi gördüklerini hatırlatırlar... ışık evler çevrelerindeki bina yığınları itibariyle, tıpkı hale içindeki yıldızlar topluluğuna nur ayetini tefsir eden bir mehtap veya ebedi nur, ebedi huzur arayanların firdevslere ulaştırma yolunda kurulmuş birer han gibidirler..."

 

Gülen, evleri övmeyi sürdürürken, büyülü, mistik bir hava vermeyi; şiirin ve müziğin etkisini kullanmayı da unutmaz:

 

"Bu evlerde herkes hemen her zaman, tabii, düşüncesinin berraklığı ölçüsünde hem kendi benliğinin derinliklerinden hem de bütün varlığın ruhundan kopup gelen bir şiiri dinler gibi olur... ve yine bu evlerde, uyanık her gönül, ışık çağından günümüze kadar uzayıp gelen renk renk ve asırlara sinmiş, pek çok hatıraların, hatıraların bağrında tüllenen hülyaların inşirah veren veya inleten birer name haline geldiğini duvar hisseder...

 

Bu evlerde idrak edilen aydınlık gün ve gecelerin içinde insan adeta bir saadet rüyası yaşar... bu büyülü dünyada her şeyi neş 'eye , sevince çeviren Öyle sihirli anlar ve dakikalar olur ki, insan buğu buğu dört bir yandan gelip ruhunu saran bayıltıcı mutluluklar karşısında, muvakkaten dahi olsa, dünyada olduğunu unutur ve hu tatlı rüyadan kat 'iyen uyandırılmak istemez..- "

 

Gülen'in "Işık Evleri" ile ilgili sözleri Hasan Sabbalvın sahte cennetine ne kadar da benziyor? Gülen, daha da ileri giderek, cennet esintilerinin bu "Işık Evlerinde" estiğini ileri sürecek kadar abartılı sözler söyleyebiliyor:

 

"Bu evlerde, imanı, ibadeti, duayı, zikri, fikri, uhuvveti, vefayı ötelere ait derinlikleri ile dııyup-yaşama bahtiyarlığına erenler, adeta her an yeniden doğar, baharlar gibi duygularıyla ye.şerir, derken çeşit çeşit varidatla dolgunlaşan o kendilerine has hava, bütün gönüllerin bir saadet va'diyle kaplar ve çok defa onların, hayra açık sinelerinde Cennet yaylarının ferahlatıcı esintileri duyulur.

 

Onların nazarında, yeryüzündeki bütün toplanıp-dağılmalar. gelip-gitmeler, askerin kışlada, talebenin mektepte toplanıp dağılmasından, gelip gitmesinden farksızdır. Toplanırken talim ve terbiye için toplanırlar; dağılırken de bu kışla ve bu mektepte elek ettikleri teiniz duygu, nezih düşünce, güzel ahlak, imanlı fazilet ve Yaradan 'la irtibatlarının mükafatını almak için dağılırlar....Işık evlerinde hava kararıp, gece o sihirli atmosferiyle her yanı sarınca, birden bire her şeyin dili ve edası değişir; her ses, her kalp atışlarının ritmine uyar, her söz bir büyü halini alır... açık beyan yerini remizlere, işaretlere bırakır... ve evin içi sabah saatlerinde güneşe uyanan bir kovana döner... derken sırlı ve sihirli gelip gitmeler başlar. Çiçek- kovan arası gelip-giden arılar gibi ışık almak ışık vermek ve nurdan düşüncelerle petekler örmek için bu büyülü konup kalkmalar ta gece yarılarına kadar sürer...

 

Işık evler gelmiş-geçmiş mukaddes binaların en veliidu, en doğurganıdırlar; oralarda ışığa uyanan herkes, hemen karanlıkla hesaplaşmaya geçer. Bu itibarladır ki. ışık evlerinin çoğalıp gelişmesi tasavvurlar üstü ve hendesidir...ne asırlık karanlık düşünceler ne her yerde onlar için bir tuzak kurup bekleyen karanlık ruhlar ne de onları yakın takibe alan dış kaynaklı sapık zihniyetler, birer tecelli sırrı ile zuhur eden bu aydınlık evlerin çoğalma hızını engelleyemez ve onların önünü kesemez...Nasıl kesebilir ki, onlar...sürekli gelişip çoğalmaya göre programlanmıştır... "

 

Gülen'in 'Işık Evleri' ve 'Işık Süvarileri' deyimleri, "karanlık güçlerle" mücadele için bu evlerden mutlaka geçmek gerektiği yolundaki yönlendirmeleri, bu evlerin insan ruhuna verdiği mutluluk duygularını abartılı bir şekilde sunuşu, dikkate değer. Bir mücadele, kavga varsa, bu kavganın iki tarafı olması gerek. Gülen'in "asırlık karanlık güç" diye tanımladığı, kavganın öteki tarafı rejim ve varolan rejimde erki elinde tutanlar değil midir? 'Gülen'in talebelerine' "her yerde tuzak kurup bekleyen" varolan rejimden başka ne olabilir ?

 

Gülen "Işık Evlerinin" geçmişine, cemaate yaptığı hizmetler ve büyüyüp, gelişmesine ilişkin düşüncelerini de şöyle dile getiriyor:

 

"...evet, baskının baskıların ve baskın ihtimallerinin tehdidi altında bile ışık süvarileri hiçbir zaman ışık etrafında bir araya gelmekten, ışık alıp-vermekten, ışık solumaktan, ışıkla gerilmekten ve zulmetlerin bağrına ışık göndermekten geri kalmadılar...

 

Işık evlerinin, kudret ve irade esintileriyle tohumlar gibi dört bir yana saçılıp, zuhur ve tecelli yamaçlarında çoğalmasıyla, hikmet ve inayet düzlüklerinde büyüyüp gelişmeleri, gelişip kabuk değiştirmeleri aynı zamana rastlar. Evet, belli bir döneme kadar birer birer, ikişer ikişer çoğalan ışık evler mübarek bir zaman diliminde birdenbire hendesi katlanmaya geçer ve onar onar. yirmişer yirmişer artmaya başlar...ve yine aynı dönemde, küçük ünitelerin yanında, aynı zevk aynı rahiya, aynı tad, aynı hava ve aynı ruhta, tıpkı birerli kandillerin yerine çok lambalı avizelerin alması gibi bu minik hizmet yuvalarının yerlerini daha kompleks ışık kaynakları ve birerli yıldız mahiyetindeki münferit evlerin yerlerini de içinde güneşlerin kol gezdiği galaksiler gibi, bütün dünyayı kucaklayan entegre ışık evleri alır...

 

Evet, bugün büyüğüyle-küçüğüyle' ışık evler yıllar ve yıllar imana, imandaki huzur ve itmi'nana susamış gönüllere rahmet yüklü bulutlar gibi. gönderdiği bol bol 'ab-ı haya!' re insanımızın gönül tepelerine saldığı marifet, muhabbet, ruhani zevk şualarıyla diriliş üfleyen bir İsrafil sür'u ve vicdanlarını şahlandıran Cebrail solukları olmuştur. Evet. onlara uğrayanlarda pek çok menfi hisler silinmiş, İnat ve karşı koyma düşünceleri kırılmış, müdavimleri de kendilerini, cennet koridorlarında temaşadan temaşaya koşan seyyahlar gibi görmeye, hissetmeye başlamışlardır...

 

... Onların ışık evlerin derinliklerinde hissettikleri, hissedip yaşadıkları rengarenk hayatı, onlarla ayın duygu ve aynı düşünceyi paylaşmayanların ... hele şartlanmış dimağların, bedenine yenik düşmüş ruhların kendi çalım ve gururu altında ezilmiş bahtsızların duyup anlamaları mümkün değildir.

 

Her akşam, işinden, okulundan . dairesinden ayrılıp bir "vaha "ya koşuyor gibi. ışık evlere koşup gelenler, bu evlerin kendilerine has büyüleyici duygularına dalar, şurada-hurada zihinlerine ilişen kötü duygu ve tutkulardan sıyrılır başları cennetlere ulaşmış gibi derin bir huzura ererler. Her akşam ve her vazife dönüşü ışık evlerin müdavimleri için, hayata yeniden dönüş ve kendilerini idrak ediş demektir...

 

Biz hepimiz, mabetleşen bu ışık evlerin gölgesinde varolmanın, yaşamanın, ümitlenmenin, ölçülü bulunmanın ne demek olduğunu daha iyi anlar, kendimizce hayatı daha derinden kavrar ve varlığı daha farklı buluruz. Güya her gün onlara ulaşacağımız ana kadar birer kadavraymışız da onlara ulaşınca, kudretten ilahi nefhalara ermiş gibi, dirilip, başkalaşıp ötelere uyanıp ve birer mana insanı haline geldiğimizi hissederiz... bizler, çok defa bu sihirli muhitte, hazların en erişilmezine, itmi'nan ve sükunun en baş döndürücülerine erer, her şeyi bir aşk'ü şevk neşvesi içinde tanır, duyar ve kendi kendimize, 'yoksa bu yaşadığımız hayat cennet hayatı mı? " diye mırıldanırız.

 

Bugün bu sahip olduğumuz bütün müesseseler; bir dönemde yokluğun bağrına atılan bir küçük çekirdekten meydana gelmiş devasa bir ağaca benzetilebilir. Evet, karanlıkların birbirini takip ettiği bu dönemde yakılan bir mum misali, açılan küçücük hücreler, ardından ışık evler ve daha büyük kompleksler tıpkı Hz.. Muhammed'in nurunun bir sperm mahiyetinde ilk sebep olarak bütün arz ve semanın esasını teşkil ettiği gibi, onur-u a zamın vesayetinde avın şeyi yapmışlardır.

 

İlk dönem itibariyle Islami tebliğ ve irşad hareketinin başlangıcına baktığımızda Allah Rasülü de bu işe hu tür evlerle başlamıştır. Evet bir evle başlamıştır...Emeviler de. Ömer Abdülaziz etrafına aldığı üç-beş insanla ve mini bir hücreyle işe başlamıştır...İmanı Gazali de aynı yolu takip etmiştir. Aslında ilk ışık çağında İmam rabbani're, ondan da günümüzün büyük çilekeşi Beddiüzzüman Hazretlerine kadar, belli dönemlerde ümmet-i muhammed'e mürşitlik yapan bütün üstün kametler hep aynı yolu takip etmişlerdir. "

 

Gülen kendisini, sıraladığı İslam tarihinin bu önemli isimleriyle özdeşleştirip, "Işık Evleri" sistemini kurdu. Polis Koleji öğrencileri de bu "Işık Evleri" ile ilk tanışan ve en çok giden topluluğu oluşturdu. Polis Koleji'nin ilk hazırlık sınıfı öğrencileri olan devre arkadaşlarımın ve sonraki yıllarda gelen alt devrelerimizin götürüldüğü bu 'Işık Evleri', Cebeci, Demetevler, Aydınlıkevler, Keçiören, Abidinpaşa gibi kenar semtlerde, gözden uzak yerlerdeydi:

 

Hafta İzinlerinde Nurculuk Dersi

 

"Medrese, zaviye gibi işleyen 'Şarj Evleri'... Bu evler meçhul evlerdir. Bu evler sizin bildiğiniz gibi evler, minaresi olan, ezan okunduğu zaman herkesin içine girdiği malum evler değildir. Meçhul ev. Kelime karakteristik olarak seçilmişi ir. Belirsiz evlerdir. Bunlar belli olmazlar, çünkü o evlere girip,çıkan insanlar yakın takiptedirler. Elden geldiğince evler kamufle edilmelidir." Fethullah Gülen

 

1979 yılı Polis Koleji için her açıdan önemli bir yıldı. Polis Koleji dört yıllık öğretim süresi uygulamasını o yıl, ilk kez başlattı. Koleje ilk hazırlık sınıfı öğrencileri geldi. Hazırlık sınıfında sadece yabancı dil eğitimi verilecekti. Haftada 50 saate yakın dil eğitimi veriliyordu. Bunun için okul kadrosuna İngilizce ve Almanca dili üzerine uzman çok deneyimli öğretmenler alındı. Dil laboratuvarları kuruldu. Yeni öğrenciler için yeni bir sınıf katı oluşturuldu. Bu sınıflar onarımdan geçirildi. Duvar boyaları yenilendi. Yeni sıralar getirtildi. Soft adında, o yıllarda Hacettepe Üniversitesi filoloji bölümü öğrencilerinin öğreniminde kullanılan özel kitaplar alındı. Hazırlık sınıfı öğrencileri için hazırlanan dershaneler, eksiksiz ve tertemizdi.

 

Ancak bu arada, bu öğrenciler için okul dışında da yeni 'dershaneler' oluşturulmuştu. Bu dershaneler, "hayır sahiplerinin” ve vakıfların desteğiyle Ankara'nın çeşitli semtlerinde kiralanan evlerdi. Gülen'in 'Işık Evleri', 'dershaneleri' için potansiyel öğrenciler Polis Koleji'ne gelmişti ama henüz 'dershaneye' götürülecek kıvamda değillerdi. Polis Koleji'nde ders yılının başladığı ilk günlerde, 'kıvama getirme' çalışmaları başladı. Önceki yıllarda bu dershanelere giden, bu dershanelerin mevcudunun arttırılması için birilerince, "adam kazanmakla" görevlendirilen üst sınıf ağabeyler, hazırlık sınıfı öğrencileri arasında 'adam kapma' ya da 'şarja uygun olanları seçme' işine giriştiler. Okulun zemin katında, kalorifer dairesinin hemen üstünde ve mutfağın karşısında bulunan mescidi kendi renklerinde olan öğrencileri saptamak, kıvama getirmek için kullandılar.

 

Sonraları 'imam' sıfatıyla karşımıza çıkacak bu kişiler, bir başka ve daha doğru deyişle 'Işıkçılar' gizli, sessiz ama bir o kadar da sistemli bir uğraşı içindeydi. Gürültü çıkartmıyorlar, güçlerini sergilemekten kaçınıyorlar, sürekli olarak mağrur, hoşgörülü, kaderci bir görüntüde ama sıkı bir biçimde çalışıyorlardı. Gösteriş onların işi değildi. Onlar 'ilahi bir inanışın' verdiği psikoloji içinde ve 'imamlarından aldıkları talimatlar' doğrultusunda her gün yeni bir genci saflarına katmaya çalışıyorlardı.

 

Bunun için mescide gelen hazırlık sınıfı öğrencileri ile derhal temasa geçildi. Bu kişiler yakın izlemeye alındı. Bu öğrenciler aracılığıyla, mescide gelmeyen ancak, ideolojik eğilimi kendilerine yakın, ailesi dindar olan öğrencileri belirlemeye çalıştılar. İlk hafta sonu iznine çıkmadan önce eve götürülecek hazırlık ve 1. sınıf öğrencileri saptandı. Üzerinde günler, haftalar boyu çalışılmış çocukları, ürkütmemek için, "Polis Enstitüsü'nden -yeni adıyla Poiis Akademisi- hemşehrin de gelecek. Sizi tanıştırırız. Enstitülü ağabeylerin evi var. Oraya gidip, yemek yiyeceğiz, sohbet edeceğiz" aldatmacasıyla evlere davet ettiler. Bazıları da, yabancı oldukları Ankara'yı "tanıtma", "rehberlik etme" bahanesiyle kandırılarak, 'Işık Evleri'ne götürüldü. Mescide gidenler ve rengini açıkça ortaya koyan öğrenciler "din alimi ağabeylerle tanışacağız" denilerek 'Işık Evleri'ne götürülmeye hazır hale getirilirdi. Bir kez götürülen ve 'Işık Evleri'ne uygun olan öğrencilere, yeni öğrenciler bulması ve üst sınıftaki deneyimli imam ağabeyleriyle tanıştırması görevi verildi.

 

Çoğu yoksul olan bu çocuklara, gidecekleri evde yemek yenileceğinin söylenmesi, gidilecek yerin çekiciliğini arttırıyordu. Üstelik üst sınıflarla iletişim kuruluyor, korunmaya almıyorlardı. Bu psikoloji bile genç öğrencilerin, istemeseler de evlere götürülmelerine karşı çıkmamaları için yeterliydi. Bu öğrenciler, tarikatın eğitim sorumlusu olan üst sınıftan bir 'ağabey' gözetiminde topluca okuldan çıkartılırdı. Otobüs ya da dolmuş paraları, görevli ağabeyce karşılanarak, gidilecek semte götürülürdü. Gidilen evler, kenar semtlerde, gözden uzak sokaklardaydı. Evlerin bulunduğu sokak başlarında gözcüler, eve baskın yapılması olasılığına karşılık sürekli olarak nöbet tutarlardı.

 

1979 yılı ve izleyen yıllarda 'Işık Evleri'ne öğrenci götürme sistemli bir hale geldi. 1979 yılında hazırlık sınıfına başlayan öğrencilere yönelik "adam kazanma" yöntemi, henüz birkaç yıllık, yeni bir uygulama olsa da, başarıyla yürütüldü. O yıldan sonra da bu operasyon hız ve güç kazanarak sürdü.

 

1979 yılında Gülen'in 'Şarj Evleri'ne, yalanlarla öğrenci götürenler ve bu grubun içinde olanların hemen tümü hala Emniyet Teşkilatı içinde en kritik noktalarda görev yapıyorlar. Müfettiş raporlarında, MİT kayıtlarında, MGK'ya sunulan belgelerde 'Fethullahçı' olarak gösterilen polisin, komiser, amir ve müdürlerinin büyük çoğunluğu bu dönemde 'Işık Evleri'nde yetiştirilenlerdir. Bu polislerin adları, o dönemdeki çalışmaları ve ilişkileri gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu kişilerin, ilişkilerini ve çalışmalarını bugün de sürdürdükleri biliniyor.

 

80'li yıllarda 'Işık Evleri'ne yeni öğrenci götüren ve ders aldıranlar arasında olanlar; daha sonra Emniyet Teşkilatının önemli kademelerinde görev yaptılar. Kuşkusuz, o dönemde 'Işık Evleri'ne gidenlerin hepsi Fethullahçı olmadı. Ama büyük çoğunluğunun adı kayıtlara Fethullahçı olarak geçti. Bu kişilerin öğrencilik yıllarında başlayan 'faaliyetleri' kimi zaman komik denilebilecek kadar garip, kimi zaman da acılarla dolu ilginç anılar olarak belleklere yer etti.

 

Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde öğrenim gördükleri dönemde ve sonraki yıllarda 'Işık Evleri'ne gidenler, öğrenci götürenler ve daha sonra adları müfettiş raporlarına, yargı dosyalarına geçenler, 'Işık Evleri'ne götürüldükten sonra "tuzağa düştüm" diye şikayette bulunanlar, 'Işık Evleri'ni kendi çıkarı için kullananlar ve "Işık Evleri'ne yalnızca dinsel inançları için gidip, cemaatle ilişki kurmayanlarla ilgili bir çok anım var...

 

5 Puanlık Fethullah Duası

 

"Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5 puanı da kendin alırsın artık" dedi, son sınıf öğrencisi Nursal Mutlu. "Bak. İsmail'in, Ayhan'ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler, şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar" diye de duanın gücünü ve inandırıcılığını vurgulamaya çalıştı.

 

"Peki . Ver o zaman ben de okuyayım" dedim. Nursal, "o kadar kolay değil" der gibi. yüzüme baktı:

 

- Olmaz, öyle şey! Sen, hem çok ham, hem de kapkarasın.Önce aklanman gerek. Süt gibi aklanınca duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın, mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta sonlan kız peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah İşleyeceğine bizimle birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.

 

- Sen ver. Yarınki sınavda deneyeyim, Eğer dediğin gibiyse,bir daha hiçbir namazı, dersi kaçırmam, söz.

 

Söz verdim ama kandıramadım. "Sınıf geçiren mucize duayı" İsmail ya da Ayhan'dan alabilirdim, belki. Ama Nursal duayı kendisi vermediği gibi; yandaşlarına da duayı bana vermemeleri konusunda öğütte bulundu. Nursal'dan izinsiz duayı elde etmem olanaksızdı...

 

Kuşkusuz, o yaşlarda, sınıfımı emeksiz, mucizeye dayanan bir biçimde geçmek düşü çok hoştu. Öteki arkadaşlarım da, bu "mucize duayı" elde edince: neler yapabileceklerinin düşüyle yanıp tutuşuyorlardı. Yalnızca sınıf geçilmezdi bu duayla. Sevmediğimiz kişilerin başına bela, sevdiklerimize mucize armağanlar sunabilirdik. Belki, güzel kızları kendimize aşık eder, kolay para bile kazanabilirdik. Yolculuğa çıkmadan okunursa, kazadan korunur, sigara içerken ya da nöbette uyurken, komiserlere yakalanmazdık. Bütünlemeye kalmayacağımız için güzel, kesintisiz bir yaz tatili geçirirdik.

 

"Mucize duayı" elde edemedim. Nursal Mutlu, bana yalnızca bu duanın varlığından ve yapabileceklerinden söz etti. Benim için gerisi gelmedi. Çünkü 'Işık Evi'ne gidişime rehberlik eden Nursal Mutlu ile o günden sonra bir daha karşılaşmamaya özen göstermiş, tüm çağrılarını karşılıksız bırakmıştım. Dahası, beni "Işık Evi'ne götürenlerle ilgili okul yönetimine şikayette bile bulunmuştum. Sanıyorum, bu konuşmayı yaparken; kendisiyle ilgili şikayette bulunduğumu bilmiyordu. Aradan geçen bir yıl içinde de bir kez bile kendileri ile konuşmamış, bir daha görüşmemiş, 'Işık Evi'ne ikinci kez gitmemiş biri olarak, şimdi, küçük bir sohbet sonrası, "büyük ödüle" konabilecek kadar şanslı olduğumu düşünmem çok da akilci değildi.

 

"Öğretmenlerin gözünü bağlayacak duayı" bana vereceğine hiç de inanmadan, istekte bulunmuştum. Böyle bir dua olabileceğine inanmam için onu alıp. denemem, sonucunu görmem gerekiyordu. Duayı ben alamadım ama devre arkadaşlarımdan bir çoğu. derslerinde bu dua nedeniyle başanlı olduklarına inanmamız için bize yeminler ettiler. Sınav öncesi duayı içlerinden üç kez okuduklarında, birdenbire zihinlerinin açıldığını, kitapta bir kez okuyup geçtikleri konuların gözlerinin Önüne geldiğini ileri sürüyorlardı. Belki de Nursal, gerçekten bir dua verdi bu arkadaşlarımıza. Belki de psikolojik bir etkisi vardır. Bunu bilemem. Polis Koleji öğrencilerinin, "zihin açan bir dua" okuyarak, sınavda başarılı olduklarına inanmaları, inanılmaz gelebilir. Ama bu gerçekti ve bu tür inanışlarla yetişen Polis Koleji Öğrencileri şu anda Emniyet Teşkilatının en kritik noktalarında suçlu avındalar.

 

Acaba şimdi de dua okuyarak suçluları bulunacaklarına mı inanıyorlardır?

 

21 Kuru Üzüm

 

O yıllarda Nursal ve yandaşlarının, "mucizeler yaratan dualarının" dışında başka ilginçlikleri de vardı. Örneğin; Nursal ve yandaşlarının öncülük ettiği, sabah kahvaltısından önce 21 adet kuru üzüm yemek moda olmuştu.

 

Neredeyse her öğrencinin dolabında kuru üzüm bulunur, sabah yataktan çıkınca ilk iş olarak üzüm yenilirdi. Ulus meydanındaki kuruyemişçi, Polis Koleji öğrencilerine kuru üzüm yetiştiremiyordu. Hafta sonlan yüzlerce öğrenci kuru üzüm. paketleri ile okula dönüyordu. Çekirdeksiz kuru üzüm bulanlar şanslıydı. Üzüm paketleri yatakhanelerdeki dolaplarda korunuyordu. Sabahları, üzümcü öğrenciler yatağından kalkar kalkmaz, dolabını açıyor ve üzüm saymaya başlıyordu. En kötüsü, birbirine yapışan üzümlerin, uykulu gözlerle fark edilmemesiydi.

 

21 adet kuru üzüm yemek sünnetti. 20 ya da 22 olması sünneti bozardı. Bu nedenle sayım işlemi inanılmaz bir dikkatle yapılırdı. Yatakhane katında her sabah kuru üzüm sayan öğrenciler komik bir görüntü oluşturuyordu. Bu görüntüyü alay konusu yapanlara ise "Amerikalı bilim adamları araştırmışlar. Sabahları ilk yenen yiyeceğin vitamini doğruca beyne gidiyormuş. Beynin gereksinim duyduğu tüm vitaminler de kuru üzümde varmış. Hafızayı güçlendiriyor, dersleri daha iyi algılamamıza yardımcı oluyor. Hazreti Muhammet her sabah 21 üzüm yerdi. Bu nedenle güçlü bir hafızası vardı. Siz de yapın. Peygamberin yaptığını yapmak, sevaptır. Hem hafızanızı güçlendirir, derslerinizde başarılı olursunuz hem de sevap kazanırsınız " diye savunma getiriyorlardı.

 

Modanın aşırı bir biçimde yaygınlaştığı bir gün sabah etüdünde Tuncerin, "Bu nasıl sünnet? Peygamberin de her sabah 21 adet kuru üzüm yediğini söylüyorsunuz ama Arabistan çölünde üzüm yetişiyor muydu acaba? Hiç düşündünüz mü?" diye sorması kafaları karıştırdı. Tuncer'in sorusuna yanıt veremeyen devremizin üzümcüleri, etüt arasında üst sınıf ağabeylerinden, büyük bir olasılıkla Nursal Mutlu'dan yanıtı öğrenip, bir sonraki etüt saatine yetiştirdiler:

 

- Üzüm ve hurma aynı türden meyvelerdir. Peygamberimiz hurma yermiş. Biz hurma bulamayız. Üzüm yemek sünnete aykırı değil. Beynin alacağı vitaminde de eksiklik olmaz. Çünkü, hurma da üzüm de aynı vitaminleri içeriyor. Önemli olan niyettir. Üzümü, hurma niyetine yediğinizi düşünmeniz sevap kazanmanız için yeterlidir.

 

Buyrun...

 

Tuncer'in bu tür soruları oldukça çoktu. Bir başka gün. Hz. Muhammet'in çok akıllı olduğunu söyledi. Mescitçi arkadaşlarımız, kulak kesildiler:

 

- Bence, o dönemde Araplar temizliğe dikkat etmiyorlar diye Muhammet, "günde 5 defa abdest alın" diyerek, hijyeni öğretti. Spor yapmıyorlar diye günde 5 defa egzersiz yapmalarını sağladı. Hac ziyaretini ticaretin gelişmesi amacıyla zorunlu saydı.

 

Tuncer'in bu sözleri üzerine sınıfta büyük bir tartışma hatta küfürleşme yaşanmıştı. Üzümcülerin. Tuncer'e yönelik kızgınlıkları uzun süre dinmedi.

 

Sanıyorum hala da dinmemiştir...

Gönderi tarihi:

Fethullah'ın Copları -2

 

 

(Zübeyir Kındıra)

 

Işık Evi Çengeli

Nursal Mutlu'yu bana ilk tanıştıran sınıf arkadaşlarım Mus­tafa Erdağ ile İsmail Kara'ydı.

Nursal Mutlu'nun sesi yumuşaktı. Hiçbir zaman sesini yük­selttiğine tanık olmadım. Karşısındakinin gözlerinin içine baka­rak konuşuyor, asla kırıcı bir söz söylemiyordu. Üst sınıfların karşısında esas duruşta durulması gerekirken, Nursal esas duruş beklemiyordu. Üst sınıf gibi değil, konuştuğu kişinin devre arkadaşıymış gibi davranıyordu. Kısacası güven veren bir yapı­sı vardı. Oysa, Nursal'ın "o dönemin okul imamı" olduğunu öğrenmem ve bende uyandırdığı bu güvenin yok olması uzun sürmedi.

 

Nursal Mutlu, benimle birlikte onlarca Polis Koleji öğrenci­sini 'Işık Evleri'ne götürdü. Bulgaristan doğumlu Nursal, bu grubun en ateşli ismiydi. Açık propaganda yapmaktan çekin­meyen, cemaatin felsefesinin öğrencilere aktarılmasında, "anla­tıcı" rolünü ve görevini üstlenen Nursal Mutlu, "okul imamıy­dı." Tarikat bağlantısı saptanarak Emniyet Teşkilatından u-zaklaştırıldı. Bilebildiğimiz, bağlantısı saptanabilen ve hakkın­da işlem yapılıp, ilişkisi kesilen tek kişiydi Nursal...

 

Nursal'ın bana tanıştırdığı Mustafa Bağrıaçık ve Abdullah Bostan da tıpkı kendisi gibi güler yüzle yaklaşıyorlardı, bizlere. Oysa. Mustafa Bağnaçık'ın aslında hiç de sakin yaratılışlı biri olmadığını daha sonraları gördük. Gerçek karakteri çok geçme­den ortaya çıkan Bağnaçık. öğrencilere karşı katı davranışları ve küfürlü konuşmaları ile anılarda yer etti. öğrencilere sık sık. "tükürürüm ağzına" diyen Bağrıaçık'ın, bu sözünü bir gün yeri­ne de getirdiği teşkilat içinde kulaktan kulağa yayıldı. Bağrıaçık'ın, suçüstü yakaladığı bir öğrencinin ağzını zorla açtırarak, tükürdüğü hala konuşuluyor.

 

Bağnaçık'ın adı. 28 Ağustos 1992 tarih ve B.05.1.EGM.4.-06.00.14.I1 l.ve Sor.(F).92.S303 sayılı Emniyet Genel Müdür­lüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderdiği dava dosyasında yer aldı. Bu dosya­ya eklenen listede 82'nci sırada adı yazılan Bağrıaçık, Polis Koleji ve ardından Polis Akademisi'nde öğrenci iken 'Işık Evleri'ne en sık gidip gelen ve bu evlere yeni öğrenciler götüren isimlerdendi.

 

Polis Akademisi'ndeki öğrenciliği yıllarında kendisine, sınıf komiserleri içindeki yandaşları tarafından, okul içinde etkin ve ayrıcalıklı bir görev olan "baş mümessillik" görevi verildi. Baş mümessil olarak öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığı, kendi yandaşlarını koruyup, "kendisi gibi düşünmeyenlere" karşı sert ve yanlı davranışlar gösterdiği, bir çok öğrenciyi haksız yere suçlayıp, ceza aldırdığı, 1992 yılında yapılan bir ihbarda ileri sürüldü. Bu ihbar sonucu soruşturma açıldı. Yukarıda belirtilen belge, bu soruşturma sonucunda hazırlandı.

 

Bağrıaçık, öğrencilik yıllarındaki bu ayrıcalıklı görevini "başarı" ile yürüttüğü için, mezun olduktan sonra da "uzmanı olduğu yere", Polis Akademisi'ne ataması yapıldı.

 

Hemen tüm 'Fethullahçı soruşturmaları'nda adı geçen Mustafa Bağrıaçık, yine kendisi gibi soruşturma dosyalarının tanınmış ismi Talip Tuncer ile yakın arkadaştı. Tuncer'in adı listede, Bağrıaçık'tan 40 sıra Önce yani, 42'nci sırada yer aldı. Bağrıaçık ile Talip Tuncer. yalnızca 1 yıl birlikte okudular, ama bu süre derin bir ilişki kurmalarına yetti.

 

Bağrıaçık'ın. tarikatın verdiği "kızlardan polis olmamalı'' di­rektifini uygulamak için çalıştığı kayıtlara geçti. Izmir Polis Okulu sınavına görevli olarak giderken, örgütten geldiğini bil­dirdiği bir listeyi, diğer yandaşlarına gösterip, bu listedekilere sınavda yardımcı olunmasını da istedi. 1992 yılında yapılan Fethullahçı soruşturması-sonucunda ataması çıktı. Halen Şanlı­urfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü ola­rak çalışıyor.

 

Abdullah Bostan. Bağrıaçık'ın aksine güler yüzlü görüntü­sünü hiç bozmadı. Her zaman cana yakın kişiliğiyle sempati toplayan Bostan da 'Işık Evleri'ne en çok öğrenci götürenlerden biriydi. Halen Emniyet Teşkilatında müdür yardımcısı olarak görevde.

 

Sınıf arkadaşlarımın tanıştırdığı, bu yeni yüzlerle çabucak arkadaş olduk. Ilerleyen günlerde, küçük topluluğumuz giderek kalabalıklaştı. Yeni yüzler, topluluğa katıldı. Sanırım, ekim ayının ikinci hafta sonuydu. Okula o yıl başlayan hazırlık dev­resine ilk kez hafta sonu izni verildi. Izinden önceki içtima için sıkı bir hazırlık yapılıyordu. Yatakhane koridorunda ayakkabı­lar boyanıyor, temiz giysiler giyiliyordu. Üst sınıflar çarşı (ha­rici) giysilerini, hazırlık sınıfı öğrencileri, henüz resmi giysiler verilmediği için, sivil takım elbiselerini ütülüyordu. Bayrak töreni ve denetime hazır girmek için tüm öğrenciler bir telaş içindeydi. Büyük bir heyecanla hafta sonu neler yapacaklarını da konuşuyorlardı. Sinemalar, kızların takıldığı cafeler. Gençlik Parkı, Kızılay, ucuz yemek veren lokantalar sohbetlerin ana konusuydu.

 

Mustafa Erdağ, Ismail Kara, Sabri Dilmaç ve Nursal Mutlu. hazırlık sınıfının yatakhane katında bir araya gelmişler, sessizce ve gizli gizli bir şeyler konuşuyorlardı. Sonra bir başka öğren­ciyi yanlarına çağırıyor, kısa bir konuşma sonrası yeni birine yöneliyorlardı. Bir süre sonra bana doğru geldiler. Hafta sonu Polis Enstitüsü'nden ağabeylerle birlikte olacaklarını ve arala­rında Gaziantepli bir hemşehrimin de olduğunu söylediler. 'Bizimle gel istersen' dedi Nursal.

 

Ben, sinemaya gitmek istediğimi ve bazı arkadaşlarımla bu konuda sözleştiğimi söyledim. Nursal diretti:

 

- Öğleden sonra da sinemaya gideriz.

 

Hem Ankara'yı yeteri kadar bilmediğimi, bir arada olmanın izin gününü kolaylaştıracağını da sözlerine ekledi, öyle bir ısrar vardı ki. korkmamanın olanağı yoktu. Ama ısrar eden bir üst sınıftı. Zorunlu olarak önerilerine olumlu yanıt verdim.

 

Cumartesi sabah kahvaltıdan sonra içtima yapıldı ve çıkış izni verildi. Mustafa. Ismail ve ben birlikte çıktık okuldan. Istanbul yoluna uzanan yokuşu indik. Atatürk Orman Çiftliği kavşağındaki otobüs durağına geldiğimizde Nursal Mutlu'yu , I.Y , Sabri Dilmaç, Lütfü Ersoy ve başka bazı hazırlık ve üst sınıf öğrencileri ile birlikte durakta bekler bulduk. Hemen yan­larında Mustafa Bağnaçık ve 7-8 kişilik bir başka grup vardı. O grup içinde T.Y., T.A. Z.Ç. ve başka bir çok Öğrenci vardı. Biz, Kızılay-Cebeci otobüsüne bindik. Biletlerimizi Nursal Mutlu dağıttı. Mustafa Bağnaçık ve yanındaki topluluk bir başka yöne giden otobüse bindi.

 

Yolculuk sırasında Nursal'ın 2. sınıf öğrencileriyle fısıltı ile konuşmaları dikkat çekiciydi. Nedense Nursal'ın davranışları değişmişti. Topluluk içinde Özel bir rolü varmış gibi davranı­yor, yanındakilerden bazıları da ona bu rolüne uygun karşılık veriyordu. Bu, acemi öğrencilerce "üst sınıf psikolojisi" olarak algılandı. Fısıltı ile konuşmalarının gizli bir gezintinin gereği olduğunu akşam okula dönerken anlayabildim. Biz, acemi öğ­renciler ise yol boyunca yüksek sesle espriler yapıyor, şakalaşı­yorduk.

 

Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden sonraki durakta indik. Sağ­daki geniş ve yokuş caddeye saptık. Nursal, caddenin ikinci sokağının başında beklememizi söyledi. Biz beklerken, üst sınıftaki öteki öğrencilerle birlikte birkaç apartman ilerideki bir terzi dükkanına gittiler. Bir süre sonra sivil giysilerle geri dön­düler.Ardından yürüyüş yeniden başladı. Yokuşun başındaki bü­yük camimin Önünden sola giren sokağa sapıldı. Bir çoğumuz hala nereye ve ne için gittiğimizi bilmiyorduk. Sokağın başında Nursal'm isteği üzerine küçük toplulukları bölündük. Iki hazır­lık sınıfı öğrencisinin yanma bir üst sınıf Öğrenci verildi. Du­varlarında beyaz badana boyasıyla "MHP", "Kahrolsun Komü­nizm" yazılarının bulunduğu bir apartmandan içeri ayrı ayrı girdik.

 

Tarikat Evi ve Ders

 

Cebeci semtindeki "Işık Evi' birinci kattaydı ve sokağa ba­kıyordu. Evin her odası ve salonu halılarla kaplıydı. Eve girer girmez. 25 yaşlarında gülen bir yüz, yeni gelenleri karşıladı. BizI salona aldılar. Nursal en son gelen topluluktaydı. Nursal, eve girerken, konuklan karşılayan kişiye kadronun tamam ol­duğunu belirten bir işaret verdi. Herkes salona alındı. Salonda ikinci bir kişi vardı. Ve birkaç dakika sonra evin arka odaların­dan birinden gelip, konuklan selamladıktan sonra yine geldiği gibi. hızlıca salondan ayrılan başka bir kişi...

 

Evde 15 kişi kadar olmuştuk. Önce, "selamünaleyküm" faslı geçildi. Memleketler, mezun olunan okullar, ailelerle ilgili sorular soruldu. Nedense o evdeki kişilerin soyadları yoktu. Ilk adlan da Ali. Ahmet, Ömer gibi çok bilinen türdendi. Çok geç­meden "din eğitimi" başlandı.

 

Öğrencileri karşılayan kişi, kalın, yeşil ciltli bir kitabı kü­tüphaneden alıp. okumaya başladı. Ayakta okuyordu. Ilk ders "Allah'a açılan 11 Pencere" idi. Okuyucu, pencereleri ve an­lamlarını tek tek. yavaş yavaş okuyordu. Her bölüm sonunda öğrencilere sorular soruyor, anlayıp anlamadıklarını denetliyor­du.

 

Ders öğle saatlerine kadar sürdü. Öğlen ezanı okununca der­se ara verildi. Sessizce, ezan dinlendi ve ardından evin banyo­suna topluca gidildi. Banyo, abdest alınması için özel olarak onarım görmüştü. Tıpkı camilerde olduğu gibi, rahatça abdest alınabilmesi için, oturulacak yerler yapılmış, kurna haline geti­rilmişti. Sıra halinde beş ya da altı musluk vardı. Yan yana abdest alındı. Abdest almasını bilmediğimi söylediğim Mustafa Erdağ, hemen yanıma oturdu ve abdest in nasıl alınacağını, alçak bir sesle öğretti.

 

Sonra, salona serili seccadelerin başına geçip, saf tuttuk. Bu kez kitap okuyanın yanında sessizce durup, dersi "denetleyen" kişi, imam olarak talimatlar vermeye başladı. "Uyduk hazır olan imama" denilerek niyet edildi. O güne kadar hiç namaz kılma­dığım için. yine Mustafa Erdağ'a dönüp, "Ben namaz kılması­nı bilmiyorum" diye fısıldadım. Mustafa, aynı fısıltıyla yanıtla­dı beni:

 

- Sus. Benim yaptıklarımı yap, yeter. Sonra öğrenirsin nasıl­sa!

 

Acemice namaz kıldık. Namaz sonrası imam, yüksek sesle dua okudu. Ruhuna fatiha okunanlar arasında Said-i Nursi de vardı, din şehitleri de ... Ama ne Atatürk ne de Kurtuluş Savaşı şehitleri vardı.

 

Namaz sonrasında, o ana kadar hiç görülmeyen iki kişi, sa­lona bir yer sofrası açtı. Bu kişilerin, mutfakta çalışmakla gö­revli oldukları anlaşılıyordu. Kuru fasulye, pilav ve salatadan oluşan yemek yenildi. Yemek sonrası sigara içmek isteyen öğrencilere, tatlı-sert bir azar geldi. Sigara, dince 'mekruhtu' ve "o evde" sigara içmek yasaktı. Zaten üst sınıfların yanında sigara içmek Polis Koleji Disiplin Yönetmeliği'ne göre de suçtu.

 

Diş fırçalamak yerine misvak kullanmak sünnet olduğu için, evin eski müdavimleri birer misvak çıkartıp, dişlerine sürtmeye başladılar. Yedeği olanlar, yeni öğrencilere misvak dağıttı. Bana da bir tane misvak düştü.

 

Hiç zaman yitirilmeden dersin ikici bölümü başladı. Kitabın anlattığı "pencereler" okunup, yine "iyi anlaşıldı mı?" diye sorular soruldu. Ders okula dönme saatine yakın tamamlandı ve bir sonraki hafta sonu. öteki "pencereler"in tanıtılacağı bildi­rildi. Derslere sürekli gelinmesi sıkı sıkı öğütlendi. Namaz kıldıran kişi. yeni öğrencileriyle sırayla sohbet etti. Sohbetin amacının, hangi Öğrencinin eve geleceği sürdüreceğinin sap­tanması olduğu açıkça belli oluyordu. Sonra evden ayrılma zamanı geldiği bildirildi.

 

Karşıladıkları gibi güler yüzle uğurladılar, bizi. Evden çıktı­ğımızda şaşkınlık içindeydik. Haftalardır okulda kapalı kalan, çocuk yaştaki bu gençler ilk kez dışarı çıkıyor ve hiç bilmedik­leri bir evde garip bir din dersi içinde günlerini geçiriyorlardı.Yine küçük topluluklara ayrılarak evden çıktık. Sinemaya, cafeye gidilecek zaman kalmamıştı. Üst sınıflar giysi değiştirdi ve okula dönüldü. Dönüş yolunda topluluk tümüyle dağıldı ve okula ayrı ayrı girildi.

 

O akşam, öğrencilerden bazıları bir tuzağın içine düştükleri­ni anlayıp, yaşadığı serüveni başkaları ile paylaştı. Böylece, "tarikat evlerine" giden başka öğrenciler de olduğu ortaya çıktı. Bursalı , güleç yüzlü, başarılı bir emniyet amiri olarak şu anda görevde olan Tuncer Avcı ve Tekirdağlı Ender Gündüz de 'Işık Evleri'ne götürülenlerden yalnızca ikisiydi. Sıra arkadaş­larım olduğu için akşam etüdünde o gün yaşadığım "garip" deneyimi onlarla paylaştım. Ender, kendisinin de o evlerden birine götürüldüğünü anlattı:

 

İyi Gezmeler Çocuklar

 

"Size Ankara'yı gezdireyim" dedi. son sınıf Öğrencisi Mus­tafa Aydın. Ender, ağabeyi Mustafa'nın 'gezme' derken, 'Işık Evi' gezmesini kastettiğini nereden bilebilirdi ki? Lütfü Ersoy, K.D. Sabri Dilmaç ve Ender, birlikte çıktılar, gezmeye! Okul­dan çıkarken, 2. sınıf öğrencisi H.C. ile karşılaştılar:

 

- Nereye gidiyorsun?

 

- Mustafa ağabey bize Ankara'yı gezdirecek.

 

- Tabii. Mustafa ağabeyiniz sizi iyi gezdirir!

 

Sesindeki kızgınlığa, bakışlarındaki Öfkeye bir anlam vere­mediler ve Mustafa ağabeyleri ile gezmeye gittiler. Nerede gezeceklerini bilmeden.

 

Oysa H.C. Mustafa Aydm'ın "toy öğrencileri" nerede gezdi­receğini çok iyi biliyordu. Aydın, yeni öğrenci kazanma ve onları 'Işık Evleri'ne götürmekle görevli olanların önde gelenlerindendi. Öğrencilik yıllarında sürdürdüğü bu çalışması son­rasında mezun olur olmaz Polis Akademisi'ne sınıf komiseri olarak atandı. Mescide gitmeyenlerin korkulu rüyasıydı. Adı Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün hazırladığı "Fethullahçı Po­lisler Listesinde" beşinci sıraya yazıldı.

 

Mustafa Aydın, Ender ve arkadaşlarını Polis Koleji'nden alıp, doğruca Polis Enstitüsü'ne götürdü. Öğrenciler okulun bahçesinde beklerken, Mustafa Aydın okul kapısına kadar yü­rüdü. Orada birileriyle konuştu. Bahçede bekleyen yeni arka­daşlarım gösterip, bîr şeyler anlattı. Sonra birlikte yürüyerek, Kızılay'a, oradan Kurtuluş Parkı yönüne gittiler. "Yorulduk" diyerek, TED Koleji yanındaki bir parka oturdular. Rastlantı bu ya; tam da o sırada bir Polis Enstitüsü öğrencisi geldi. Mustafa Aydın ve Sabrı Dilmaç"ı adıyla selamladı. Ötekilere yalnızca selam verdi. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu. Mustafa Aydın. "Yorulduk, dinleniyoruz. Kardeşlerimize Ankara'yı gezdiriyorum" diye yanıtladı. Enstitü öğrencisi. "Şu yakında bizim bir evimiz var. Üzerime sivil giysilerimi giyeyim. Sonra birlikte gezeriz" dedi.

 

Birlikte yürümeye başladılar. TED Koieji'nin birkaç yüz metre yakınındaki bir eve gittiler. Ender, kapı girişinde çok sayıda ayakkabı görünce, "Ağabey, sizin konuklarınız var, gali­ba. Biz girmeyelim" diyecek oldu; ama daha sözünü bitirme­den, olumsuz yanıt geldi. "Olur mu? Girin. Yabancı kimse olmaz bu evde" diyerek, neredeyse zorla yeni arkadaşlarını eve aldılar.

 

Eve girdiklerinde: sağ taraftaki odada ilahi sesleri duydular. Odada kalabalık bir topluluğun video ya da ses kasetinden ilahi dinlediği anlaşılıyordu. Yeni gelenleri sol taraftaki odaya gö­türdüler. Taban, yeşil ve mavi halılarla kaplıydı. Odada sadece sedir, kanepe türü oturacak eşyalar vardı ve başka hiçbir eşya yoktu. Odada yalnızca, Polis Enstitüsü 2. sınıf öğrencisi Musta­fa Sağlam, vardı.

 

Yeni gelenler odaya girince Sağlam, "Hoş geldiniz kardeş­ler" diyerek, yer gösterdi. Selamlaşma bitmeden, sakallı biri daha geldi odaya. "ODTÜ'lü bir öğrenci arkadaş" diye tanıtıl­dı. Yeni gelenleri tanıtmak görevi de Mustafa Aydın'a düştü. "Ender kardeş. Lütfü kardeş..." diye. konukları tanıştırdı. Ama Sabri Dilmaç'ı tanıştırmadı. Sakallı, Sabri'yi önceden tanıyordu ve "Hoş geldin Sabri kardeş" diye selamladı onu.

 

Sakallı, hiç zaman yitirmeden hemen bir kitap çıkarttı ve "Biraz kitap okuyalım" diyerek, okumaya başladı. Cennet, ce­hennem, namaz, günah gibi kavramları anlatıyordu, kitap. Ender'in hoşuna gitmedi. En iyisi dinliyormuş gibi görünüp, din­lememekti. Ilgisiz şeyler düşünmeye başladı. Dalıp gitti. Ama Sakallı hemen anladı, dinlenmediğini: "Sen yeşil gözlü. En son ne dedim?"

 

Ender, şaşırdı. Yanıt veremedi. Sakallı, son okuduğu bölümü bir daha yineledi. Yine sordu. Yine yanıt alamadı. Ama o hiç kızmadan, sabırla bir daha okudu, sonra bir daha sordu. Ta ki, Ender, okuduğunu sözcük sözcük yineleyene, "anladım" diyene kadar, sürdü bu durum. Sakallı, hiç kızmadı, ses tonunu hiç yükseltmedi, "yeşil gözlü çocuk" anlayana kadar sabırla, yeni­den okudu aynı tümceleri.

 

Sakallının dersi saatlerce sürdü. Bir süre sonra, kitap oku­mayı bıraktı ve "Yemek zamanı" dedi. Sofra kuruldu. Yemekte, 'Işık Evleri'nin alışılmış yemekleri, kuru fasulye, pilav ve salata vardı. Içecek olarak su ikram edildi. Ender, yemeğin içinde muska, okunmuş su olabileceği endişesiyle, yemedi. "Karnım aç değil" diyerek, bir köşede oturup bekledi.

 

Sıkılana Hacı Bayram Gezintisi

 

"Ağabey ben sıkıldım, gitmek istiyorum" dedi Ender. Ye­mek sofrası kalktıktan hemen sonra. Sesinde bir kızgınlık vardı. Bunun üzerine Aydın, sakallıya baktı. Aldığı işaret sonrasında. "Haydi hep birlikte gidelim" dedi ve evden çıktılar.

 

Ve, Ankara'yı tanımayı sürdürdüler. Ama tanıdıkları yer, Hacı Bayram Camii oldu. Hacı Bayram yokuşunda Mustafa Aydın, bir kitapçıya girdi. Bir süre bir şeyler konuştuktan sonra geldi ve yol arkadaşlarını. Cami'nin içine götürdü. Lütfü, K.D. ve Sabri, Mustafa Aydın'la birlikte abdest alıp, namaz kıldılar. Ender'i de zorladılar. Ama Ender, "Ben namaz kılmasını bilmi­yorum" diye, geri çevirdi bu öneriyi. Mustafa Aydın ise En­derle yan yana namaz kılmak için diretti: "Olsun. Önemi yok. Bizi izlersin." Ama Ender'e kabul ettiremedi namaz kılmayı. Ötekiler na­maz kılarken, Ender bahçede bekledi.

 

Ender, bu 'gezmeden' oldukça tedirgin olmuştu. Okula dö­nüş zamanı geldiğinde, en çok sevinen de oydu. Polis Kole-ji'nin kapısından girer girmez, doğruca H.C.'in yanında aldı soluğu. H.C. "İyi gezdirdi mi sizi Mustafa ağabeyin?" diye sordu. Kızgındı. Ender, ürkek, pişman ve korku içinde yaşa­dıklarını anlatınca; daha da kızdı. Olanları okul yönetimine anlatmasını önerdi. Ender, kendisine bir zarar gelmeyeceğine inanınca, o gece nöbetçi olan Selami komisere gittiler. Komi­ser, Ender'i dikkatle dinledi. Sonra, "Sen merak etme koçum, hallederiz. Şimdi git. bir daha da bu tiplerle bir yere gitme" dedi.

 

İhbarcılar 'Sakıncalılar Listesinde'

 

Neredeyse tıpatıp aynı "Işık Evi serüveni' yaşadığımız En­der'in öyküsünün sonunda, okul yönetimine durumu anlatması bana da güven verdi. Üst sınıftan, "tarikatçılarla" ilgisi olma­yan, "iyi ağabeylere" gidip yardım istemek konusunda anlaştık.

 

Gece etüdünden sonra üst sınıftan H.C. O. T. ve Ş. B.'ye olanları anlattık. Bir daha o evlere gitmek istemediğimi söyle­dim. "Artık bize emanetsiniz, korkmayın bir daha size yaklaşamazlar" diye garanti verdiler. Gerçekten de yaklaşamadılar. Ama o günden sonra peşimizden de ayrılmadılar.

 

Bir süre sonra okul yönetiminden bizi çağırdılar. Ender Gündüz, KD. T.A. ve başka bazı arkadaşlarla birlikte komiser­lere "Işık Evi" konusunda yazılı şikayet dilekçesi verdik. Bizleri o evlere götürenleri, bizimle giden devre arkadaşlarımızın kimler olduğunu ve dahası o evlere gitmeyi sürdürenleri tek tek yazdık, Bizden dilekçe aldıktan bir hafta sonra Selami komise­rin başka bir kente ataması çıktı. Okuldan ayrılırken bizi yanı­na çağırıp, "Ben başka bir yere atandım, gidiyorum. Ama şika­yet dilekçenizi işleme koyduk. Ahmet Kocabal komiseriniz ilgilenecek. Onunla konuşun" dedi.

 

Ahmet Kocabal'a ve Savaş komiserlere gittik, ifademizi yi­neledik. Ancak, bu görüşmeden bir hafta sonra Ahmet Kocabal'ııı da atama yazısı geldi. Yaptığımız ihbarın atanan komiserlerimizin anılarında kalacağını sanıyorduk. Ama öyle olma­dı. Dilekçelerimiz bir yerlere gitmişti. Ama bizim amacımıza uygun sonuç doğuracak yerler değildi. Şikayetimizin hangi amaca hizmet ettiğini daha sonra anladık:

 

Giden komiserlerin yerine atanan yeni komiserlere verilen "Sakıncalılar Listesi"ne girmemize hizmet etmişti, dilekçeleri­miz. Bir süre sonra okula yeni atanan komiserlerden Ali Osman Kahya, Ender Gündüz koridorda karşılaştı. Kahya, Polis Koleji'nde göreve başlayalı, yalnızca birkaç gün olmuştu. Bu karşı­laşma sırasında yaşananlardan "Sakıncalılar Listesi"ne girdi­ğimizi net olarak anladık. Ali Osman Kahya. "Sen Ender Gün­düz müsün?" diye sordu. Ender, "Evet" dedi. "Tekirdağlısın değil mi?" diye ikinci sorusunu sordu. Ona da olumlu yanıt alınca. Kahya, başını "Sen görürsün" gibilerinden salladı ve gitti.

 

O günden sonra da her an Ender'in peşinde oldu. Ender, bu olayı bize anlattıktan sonra. Kahya'nın bana davranışlarına daha dikkatle bakmaya başladım. Gerçekten de Polis Koleji yıllarımda en çok peşimde olan, beni en fazla rapor edip, ceza aldıran ve en çok tokat yediğim komiser, Ali Osman Kahya oldu. Tabii ki, yalnızca ben değildim Kahya'nın listesinde olan. Kahya, okulun "en acımasız komiseri" adını da boşa alma­dı:

Gönderi tarihi:

İğneyle Uyanmak

 

Ali Osman Kahya, elindeki iğneyi, koğuştaki öteki öğrenci­lerin şaşkın bakışları arasında Cengiz Kaypak'ın baldırına sap­ladı. Canhıraş çığlıklarla uyanan Cengiz, karşısında komiser Ali Osman Kahya'yı görünce, biraz sonra yiyeceği dayağın korku­suyla, iğnenin acısını unutup, hemen ranzadan aşağı indi ve tuvalete doğru yöneldi. Ancak, yolunu kesen komiserin tokatla­rından kurtulamadı.

 

Ali Osman Kahya, aşırı sert ve sinsi yanı ile tanındı. Göğüs kılları, hiç boşluk bırakmadan, tüm boğazını kaplayarak sakal­ları ile birleştiği için; öğrenciler arasında "kıllı" lakabıyla bili­nen Ali Osman Kahya, sabahları geç uyanan, sigara içen "ko­münist" Öğrencilerin baş belasıydı. Aynı anda, aynı suçu işler­ken yakaladığı öğrencilerden "mescitçi" ya da "Işık Evi müda­vimi" olanları rapor etmez, "kara listesinde" bulunan 'komünist' öğrencileri rapor edip, ceza aldırırdı. Okul yönetimine ise "O öğrenci bir daha suç işlemeyeceği sözünü verdi. Takdir yetkimi kullandım ve onu rapor etmedim" diye savunma yapardı.

 

İğneyle uyandırmak, geç uyananları uyandırma yöntemle­rinden yalnızca biriydi. Başka silahlan da vardı. Bir başka nö­betinin sabahında yine CengIz'in koğuşuna daldığında bu kez. plastik bir kolonya şişesini silah olarak seçmişti. Cengiz'in yüzüne kolonya fışkırtarak uyandırdı. Dayak korkusuyla esas duruşa geçen Cengiz'e bu kez tokat atmadı. Öteki uyku düş­künlerini, aynı yönlemle uyandırmak için. gözleri kolon\anın yakıcı acısından yaşlar içinde kalan Cengiz'i Öylece bırakıp yürüdü, gitti.

 

Bir başka Ali Osman Kahya nöbetinin sabahı. Bu kez elinde bir palaska vardı. Geç uyanan öğrencilerin hepsi palaska daya­ğından nasibini aldı. Ben de palaskadan kısmetime düşeni al­dım. Ancak, öncekiler gibi pek de yaratıcı olamadığı bir başka nöbetinin sabahında. Cengiz'i uyandıracağım derken, az daha sakatlanıyordu. Üst ranzada yatan CengIz'in yüzünü, pikeyi kaldırmadan aradı, bulamadı. Kalça bölgesini hedef alıp, bastı şaplağı. 'Pofff' diye bir ses çıktı. Ama yataktan hiçbir hareket gelmedi. Ikinci sonra üçüncü tokadı yapıştırdı. Yine hareket görmeyince bu kez tekme atmaya çalıştı. Üst ranzaya boyu yetmediği için, dengesini yitirdi ve iki ayağı yerden kesildi. Büyük bir gürültüyle, sırt üstü beton zemine çakıldı. Canının acısı, kızgınlığını daha da arttırdı. Tırmanıp, üst ranzaya çıktı. Başladı tepinmeye. Ancak yataktan hiçbir ses. hiçbir kıpırtı yoktu. Işte o zaman pikeyi kaldırmayı akıl edebildi. Pikeyi çek­tiği anda koğuştaki öğrenciler, korkuyu bir yana bırakıp, bastı­lar kahkahayı.

 

Cengiz, o sabah erkenden kalkmış, yatağının içine yastıkları bir insan görüntüsü gibi dizip, üzerine pikeyi örttükten sonra, gitmişti. Kalk borusundan önce kalkıp giyinen Cengiz Kaypak, erken uyanmış olmasına rağmen. Ali Osman'dan o sabah da sopa yemekten kurtulamadı. Hem de daha öncekilerden daha acımasızca atılan bir dayaktı.

 

Ali Osman Kahya, yalnızca benim, Ender'in ya da Cengiz'in peşinde değildi. Uzun bir üstesi vardı. Kahya'nın Listedekiler, okulu bitirinceye kadar, inanması güç olaylar, korku dolu gün­ler yaşadılar.

 

Ali Osman Kahya, listesinde olanları yakından izliyor, her fırsatta ve her gerekçeyle rapor edip, ceza puanı almalarını sağlıyordu. Kahya ve yandaşı Öteki komiserler, en ufak olayda acımasızca dayak atıyor, öğrencilere göz açtırmıyorlardı. Sık, sık üst aramaları yapıyorlar, özellikle "komünist" öğrencilerin üzerinde başta sigara ve yasak yayın olmak üzere, rapor etmeye kanıt oluşturacak materyaller arıyorlardı. Ancak tek tek arama yapmak zor olduğu için, içlerinden birinin nöbetçi olduğu ge­celer, diğer yandaş komiserleriyle birlikte, toplu üst araması yaparlardı. Bu baskın aramalarda, öğrencilerin üzerlerinde, dolap ve sıra kapaklarında sigara, alkollü içecekler, yasak yayın aranırdı. Ancak, mescide devam edenler aramadan Önce bu komiserler tarafından uyarılırdı. Birkaç saat öncesinden gelen "arama yapılacağı" bilgisi bu topluluğa yakın olanların kulağı­na fısıldanır, önlem alınırdı.

 

Ali Osman Kahya'yı, en çok uğraştıran Cengiz Kaypak ile polislik yaşantısı boyunca çok uğraşıldı. Kaypak'ın sicili bo­zuldu, rütbesi durduruldu. Cengiz'i 1996 yılında bir trafik kaza­sında yitirdik. Ali Osman Kahya ise Polis Koleji'nden sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü bünyesinde çeşitli görevlerde bu­lundu. Ankara'dan sonra Horasan İlçe Emniyet Müdürü oldu. Şu anda bir taşra ilinde, İl Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyor.

 

Ali Osman Kahya için Emniyet Teşkilatı içinde genel kanı, 'Gülen Örgütünün önderlerinden biri' olduğu yönünde. Adı, İstihbarat raporlarından, müfettiş soruşturmalarına, Kırıkkale DGM'ye sunulan belgelere kadar her Gülen soruşturmasında yer aldı. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün yaptığı inceleme sonucunda hazırlanan ve Ankara DGM Savcılığına sunulan 'Işık Tarikatına' mensup polisler listesinde, Mustafa Aydın'dan sonra altıncı sırada Ali Osman Kahya'nın adı var.

 

Yeşilay’cıya Sigara Tokadı

 

Yoğunluğundan sigara içildiğini anladı. Doğruca Ender'e yö­neldi:

 

- Çıkart sigara paketini.

 

- Bende paket yok, komiserim.

 

Mustafa Sağlam, bir tokat attı ve "Sigara içiyordun" dedi. "Hayır" yanıtını alınca bir tokat daha attı. Yine, "Sigara içiyor­dun, kabul et" dedi. Ender, sigara içmediğini yineledi. Bir tokat daha geldi. Bu soru yanıt ve tokat ilişkisi aynı biçimde sürdü ve Sağlam, arka arkaya altı tokat attı. Tam yedinci tokadı atacaktı ki. 'tiryaki' dayanamadı:

 

- O değil ben sigara içtim. Ender, hiç sigara içmez. Yeşilay'cıdır.

 

Sağlam, durdu. Kaşlarını çattı. Bir süre ne yapacağına karar veremeden öylece kaldı. Ve sonra çıkıp gitti.

 

Mustafa Sağlam, şu anda Emniyet Teşkilatı'nda Müdür. Adı, Ali Osman Kahya'nın adının beş sıra altına. 12. sıraya ya­zıldı.

 

Elinde liste ile gezen yalnızca Ali Osman Kahya değildi. Listecilerden biri de Ender'in, Kurtuluş'taki 'Işık Evi'nde karşılaştığı Mustafa Sağlam'dı.

 

Mustafa Sağlam, sessiz, ketum biriydi. 'Işık Evleri'nde eğitmen imam olarak tanındı. Öğrenci tavlamakla görevliydi. Ama Ender Gündüz'ü tavlayamamıştı. Bu nedenle okulda en çok Ender'in peşinde gezdi.

 

'Işık Evi'nden Kaçan İrticacı Olur...

 

"Işık Evi" serüvenimizin üzerinden iki yıl geçti. Bir gün En­der'i ve beni yönetim katına çağırdılar. Müdürün odasında bir müfettiş vardı. İlkin Ender'i sorguya aldılar. Kapıda beş altı öğrenci daha vardı. Bizler ne olduğunu anlamadan, korku için­de bekliyorduk. İçerde olanları ise daha sonra Ender'den öğ­rendik:

 

Müfettiş, sürekli irticacılıkla ilgili suçlamalar yöneltiyordu. Bir terslik vardı. Ender irticacı olmadığını kanıtlamak için açıklamalar yapıyordu ancak, müfettişi bir türlü inandıramıyor­du. "Ben irticacı değilim, o eve zorla götürüldüm'' diye nere­deyse bağırmak zorunda kaldı. Gözleri dolmuş, dizleri titreme­ye başlamıştı :

 

- Oğlum, kendi el yazınla "Işık Evine" gittiğini açıklamışsın ya! İrtica toplantıları yapılan evlere gittiğini itiraf etmişsin.

 

Ender bu sözler üzerine anladı, neden irticacı damgası yedi­ğini:

 

- Müdürüm ben o evlere zorla götürüldüm ve bir kez gittikten sonra gelip, ihbar ettim. Kapıda bekleyen arkadaşlarım da öyle. Sürekli gidenler, öğrenci götürenlerin hiçbiri burada değil.

 

Müfettiş, şaşırdı. Ender'i o zaman dinlemeye başladı. Ender, yaşadıklarını, okulda yaşananları anlattı. Bildiği 'Işık Evi' sa­kinlerinin adlarını saydı. Soruşturma başlatılınca, okul yönetimi zor durumda kalmış, bu evlere gidenleri gizlemek için: 'Işık Evi' ihbarında bulunanların adlarını müfettişe vermişti. Ama o evlere sürekli gidenlerin, öğrenci götürenlerin adları nedense müfettişe verilen listede yoktu :

 

- Tamam oğlum, sen git. Ben gerekeni yapacağım. Ender'den sonra bizi dinleyen müfettiş. Öykünün perde arka­sını çok iyi anlamış olacak ki, düşünceli ve şefkatli bir ses to­nuyla konuştu bizlerle.

 

Birkaç ay sonra bu kez Polis Enstitüsü'nden Başkomiser İb­rahim ve Kemal Özcan geldi. Yine aynı isimler çağırıldı. Yine ilk olarak Ender'i sorgu odasına aldılar. Yine aynı biçimde irticacılıkla, Gülen'in "Işık Evleri'ne gitmekle suçladılar. En­der, irticacı olmadığını kanıtlamak için, bu kez daha çok uğraş­tı. İbrahim başkomiser yakasından tutup, "Sen irticacısın, itiraf et, Etmezsen yakarım çıranı" diye dakikalarca sarstı. Sesi kori­dorda bekleyen bizlere kadar ulaşıyordu. Neden sonra sesler kesildi. Bir süre sonra Ender, panik halinde, korku dolu bakış­larla çıktı odadan. Ama Ender yine müfettişleri inandırmıştı. Koridorda bekleyen Öteki öğrencilerle görüşmediler bile.

 

Hiç kimseye ceza gelmedi. Soruşturmanın genişlediğini ve çok uzun süren bu soruşturma sonrasında Mustafa Aydın başta bazı 'Işık Evi müdaviminin' altı ay kıdem durdurma gibi, küçük cezalar aldığını yıllar sonra, rastlantı eseri öğrendik.

 

Polis Akademisi'ne geçtiğimizde Ender'in sınıf komiseri Mustafa Aydın oldu. İbrahim Azcan, K.K. Mustafa Sağlam da mezun olunca okula tayin edilmişlerdi. Ender'in 'Işık Evi' se­rüveni ve sonrasındaki ihbar unutulmamış olacak ki, sürekli olarak peşindeydiler. Sicil amiri Mustafa Aydın olduğu için Ender, her an tetikte yaşıyordu. Her adımına dikkat etmek zo­rundaydı. Okul takımında birlikte futbol oynadığı R.C.D. ile yakın bir ilişki kurmuştu. R.C.D. da Mustafa Aydın ile yakın dosttu. Daha sonra 'ülkücü' olduğu gerekçesiyle dışlandı. En­der, ceza alıp, okuldan atılmamak için R.C.D.'dan yardım istedi. Bir süre sonra yanıt geldi:

 

- Ender, geçenlerde evde toplandık. Mustafa Aydın senin ih­barından dolayı altı ay ceza almış. Kendine çok dikkat et. Seni mahvedecekler. Ben bir şey yapamam.

 

Ender, daha fazla özen göstermeye başladı, disipline. Her türlü baskıya karşı direnerek ama güçlükle bitirebildi okulu. Kurada İzmir'i çekti. Bu kentte, N.T.. A.B.. S.Ç. ile birlikte aynı evi paylaştı. Önce bir karakola, oradan Çevik Kuvvet Şubesi'ne atandı. Bu da yetmedi. aynı evde kaldığı üç arkadaşıyla birlikte Hakkari'ye gönderildi. Tüm bu olanlara karşın, iyi bir polis olabilmek için, direnmeyi sürdürdü.

 

Twenty-four

 

Ancak, dil sınavında yaşadıkları çileden çıkmasına yetti: İzmir'den 21 komiser yardımcısı, komiser ve baş komiser dil sınavı için sözlü sınava girdiler. Sınavda Ender'e adını, soyadı­nı sordular. Söyledi. Sonra, "İngilizce biliyorsundur. Söyle bakalım 24 ne demek?" diye sordular. Onu da yanıtladı. Dışarı çıkarttılar. Ender'le birlikte aynı sınava başvuran, Talat Şahin de benzer bir sınav yaşadı. Sonuçlar açıklandığında yalnızca ikisi sınavı kazanamamıştı.

 

İzmir Emniyet Müdürü devreye girdi. Ortaokul mezunu, kadrodan gelme komiserlerin tümünün kazanabildiği ingilizce sınavını Polis Koleji öğrencilerinin kazanamamasının nedenini araştırdı. Nedeni saptadı. Siyasi oyunlar oynanıyordu ve ''irti­cacı parmağı" vardı. Son anda liste değişti ve Ender ile Talat da sınavı kazandılar.

 

Birlikte, Ankara'daki yazılı sınava girdiler. İzmir'den gelen ekip içinde, sadece Talat Şahin ile Ender Gündüz, sınavda başa­rılı oldu. Ötekiler elendi. Ender İspanya'ya, Talat, Moskova'ya görevli olarak gönderildi. Ama yaşadıkları, bu iki genç polisi mesleklerinden soğutmuştu. Talat, hiç dönmedi. Bir süre sonra istifa etti. Ender ise bir kez daha Türkiye'de şansını denedi. Kısa süre sonra "aynı zihniyetin baskısı" ile karşılaşınca, istifa edip, İspanya'ya döndü...

 

Ender, şu anda İspanya'da yaşıyor. BM'ye bağlı uluslararası bir kuruluşun güvenlik şefi. Türkiye'den ve Türk polis yöneticilerinden göremediği ve hak ettiği ilgi ve saygıyı orada buldu­ğunu söylüyor. Türk polislerine değil ama yargıçlarına da bir mesajı var:

 

- Fethullah Gülen davasında ifade vermek istiyorum...

 

Talat Şahin de Moskova'da ticarete atıldı. 10 yıl kadar bu kentte yaşayan Talat, 2000 yılında Türkiye'ye döndü. Uluslara­rası ticaret yapıyor.

 

"Işık Evleri" ile ilgili ihbarda bulunanlar, 'Işıkçı'lardan uzak durabilenler, evlere gitmeye karşı çıkanlar, tarikat tuzağına düşmekten kurtuldu. Ama, 'solcu' ve 'komünist' damgası yedi. Bir kısmı okuldan ve meslekten uzaklaştı. Güçlükle okulu bitirebilenler, polisin "üvey evlatları" olarak yaşam savaşı vermeyi sürdürdü. Bir çok arkadaşımız ise, o evlere gitmekten kaçınma­dı. Gidenlerin büyük çoğunluğu da iyi bir "Fethullah Gülen hizmetkarı" oldu.

 

Fethullah'a hizmetkar yetiştirmek için, öğrencileri "Işık Evleri"ne götüren başkaları da vardı.[/size]

Gönderi tarihi:

Türkiye'nin geleceği için en büyük tehlike bu Fethullahçı örgüttür. Maddi kaynakları, medyası, gazeteleri, dergileri, kitapları, okulları, derhaneleri yani kısaca çok güçlü kanalları ve bağlantıları olan bu örgüt ülke insanımızın hemen hemen yarısını kandırmış ve tarafına çekmiştir. Asıl amacı İslam dinine hizmet etmek olmayan bu adam (Fethullah Gülen) gerçek manada hizmetini emperyalist Amerika için gösteriyor. 80 sonrası gelişen bütün siyasi olayların ardından bu isim çıkıyor din üzerinden gittiği için insanları etkilemesi daha kolay. Hiç kimse gözü yaşlı ağzında Allah kelamı olan birinden şüphe etmez. Zaten dinini bilmeyen insanlarımız bu gibi adamlara inanıyor. Zaten arkasında çok büyük güçler var. Bu günlere nasıl geldiği bu gücü nasıl elde ettiği belli.

 

Atatürk'ün yolundan gitmemenin ve onun ilkelerinin önemini tam kavrayamamanın bedelini ödüyoruz. Ödeyeceğiz. Din vicdani açıdan ele alınmayıp doğru kaynaklardan öğrenilmediğinde ve özellikle bu adamların sık sık dile getirdiği gibi Kuran'ı Arapça olarak okumaya devam ettikçe içi boş ama görüntü itibarıyla dindar insanlarla doldu ortalık.

 

Oysa insanların dinleri hakkında edinecekleri en doğru bilgi çoğul bilgidir ve müslümanlar için tek güvenilir kaynak vardır oda Kuran. Böyle yapmayıp çocuklarını dindar olsunlar diye bu adamlara teslim edenler Türkiye Cumhuriyetine ve Atasına bağlığını yitirmiş siyasi İslam'cı olarak yetişmelerine göz yumuyorlar.

 

Bir üniversiteli genç bile pkk terör örgütünün propagandasına inanıyorsa ve bu uğurda canlı bomba olmayı göze alabiliyorsa varın siz düşünün bu yolda ölmenin onlara cennet kazandıracağına inandırılan Fethullah'çı okullarda beyinleri yıkanmış çocukların neler yapabileceklerini. Atatürk bütün bunları öngördüğü için Kuran'ı Türkçeleştirdi, dini siyasete alet etmeyi yasakladı, suistimal edenlere fırsat vermedi. Ama 80 yılda emperyalist oyunlara yenildik. Sonuç ortada. Kavram kargaşası her yerde. Din ve etnik ayrım insanları bölmekte birileri bundan nemalanmakta.

 

Uyanamadık. Uyumaya devam.

Gönderi tarihi:

ABD'nin Güdümündeki Nurculuk

 

 

 

 

 

ABD'de geliştirilen Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli etabı "ılımlı İslam" siyasetinin gönüllü sözcüsü olan Gülen'in, bütün Türkiye'yi bir ağ gibi saran gizli örgütlenmesinin, sinsi hesaplarının ve yürütülen örtülü operasyonlarının deşifre edilmesi gerekiyor. Sığındıkları ve on yıldır yaşadıkları ABD'den Türkiye’ye karşı ihanet projeleri hazırlayanların; bölge ülkelerine yönelik kuşatma ve işgal planlarının parçası olanların; toplumun inançlarını istismar ederek, bunu sermaye ve iktidar gücüne dönüştürenlerin oyununun bozulması için herkesin üzerine düşen görevleri yapması, her şeyden önce bir vatandaşlık görevidir.

 

İlkokulu dışarıdan bitirmiş, vaaz verirken ağlayıp, bayılan, Cumhuriyet Devrimi ve Atatürk'e kinle dolu gezici vaiz Fethullah Gülen, ne zaman başı sıkışmış ise ABD'ye kaçmıştır. 1950'lerden itibaren dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için, her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi. Bu tarikatların hepsinin söylemi de aynı: Dinlerarası diyalog.

 

Dinlerarası Diyalog, Fethullah Gülen'in CIA ile ilişkilerini sürdürmede kullandığı örtünün adı. CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon tarikatıdır. 1951'de Kore'yi işgal eden ABD, Güney Kore'yi sömürgeleştirirken, sömürgeleştirmenin aracı olarak bir de Hıristiyan tarikatı kurdu. CIA'nın misyonerleri, bu tarikatı kullanarak Güney Kore nüfusunun yüzde 40'ını, Budistlikten vazgeçirip Hıristiyan yaptılar. Moon, işte bu tarikatın adıdır. Resmi adıyla söylersek; Birleştirme Kilisesi. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Lig'ini örgütledi. Türkiye'de Komünizmle Mücadele Dernekleri, Dünya Anti Komünist Lig'inin uzantıları olarak kuruldu.

 

Diğer cemaatler Kur'an kursu ve İmam Hatip Liseleri gibi doğrudan dini eğitim kurumlarına önem verirken, Fethullah Gülen cemaati, Turgut Özal döneminde, yurt içinde Anadolu liseleri ve kolejler açmaya başladı. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi üzerine Gülen örgütü uluslararası okullar atağına geçti. Gülen'in öncelik verdiği ülkeler son derece dikkat çekici: Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar. Yani Amerika’nın ilgi alanındaki bölge ve ülkeler. Nitekim 1992'den itibaren, öncelikle Orta Asya Türk cumhuriyetleri olmak üzere Kafkas ve Balkan cumhuriyetlerinde, "Fethullahçı" diye bilinen vakıf ve şirketler, art arda kolejler açtılar. Ardından Asya ve Afrika ülkeleri geldi.

 

ABD'nin Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği’ni çökertmek için örgütlediği ve büyük olanaklarla yürüttüğü "CIA muhalefeti"nin, Gülen Örgütü'nün önünü açtığı net olarak saptanabiliyor. Sovyet bloğuna karşı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fethullah Gülen'i bültenlerinin baş konusu yapıyor. Amerika’nın Sesi Radyosu’nun değişik lehçelerdeki Türkçe yayınlarında, Gülen ve misyonu döne döne övülüyor.

 

Fethullah Gülen, 28 Şubat sürecinde panikledi. Uzun süre ABD'de kaldı. Hükümet ve CIA yetkilileriyle görüşmeler yaptı. Cumhuriyet Devrimi güçlerini, "Arkamda Amerika var" mesajı vererek tehdit etmeye çalıştı. İkinci Cumhuriyetçi köşe yazarlarını seferber ederek kendini Amerika’nın adamı olarak savundurttu. Nevval Sevindi'nin Sabah Kitapları’ndan çıkan, "Fethullah Gülen İle New York Sohbeti"nde ABD emperyalizmiyle Nur tarikatının bağı, açıkça dile getiriliyor. İşte kitaptan bazı seçmeler:

 

"Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Amerika’nın bize yarım arpa kadar sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir."

Yani her şey ortada...

 

Fethullah'ın okullarının propagandası, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk dünyasının hizmetinde" sözleriyle yapılıyor. Oysa bu okullar, Türkiye Cumhuriyeti'nin değil, ABD'nin hizmetindedir. Gülen cemaati tarafından yurt dışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, "İngilizce öğretmeni" diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye'de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Toplantıda, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam ve MIT temsilcisi de bulunduğu halde, olay karşısında sessiz kalındı. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.

 

Yer, Ankara'daki Başkent Öğretmen Evi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurt dışında açılan Türk okullarının sorunları. Toplantıya, başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere Bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Başbakanlıktan, MİT’ten, Dışişleri Bakanlığı’ndan temsilciler de katılımcılar arasında. Ve elbet, yurt dışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır. Sıra, Özbekistan'daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.Ş.'nin yetkilisine gelir. Bu okullar da, "Fethullahçılara ait" diye bilinmektedir. Müdür, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika’nın Özbekistan'daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB'in yayımladığı "Yurt Dışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı" adlı kitabın 63-64. sayfalarından okuyalım:

 

"Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliğimiz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenlerinin, Türk eğitim elemanlarının itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz."

 

Özbekistan’da diplomatik pasaportla bulunan ABD'li "öğretmen”lerin çoğu, Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktadır. İngilizce dil "öğretmeni" olarak gözükmektedirler. Kırgızistan’da da 50-60 kadar Amerikalı "öğretmen" var. Bunlar da diplomatik pasaportlu. Ve Kırgızistan’da "Fethullahçı" diye bilinen okullarda "öğretmenlik" yapıyorlar. Gülen'in okulları, Adriyatik'ten sadece Çin'e kadar değil, Vietnam'a, Endonezya'ya kadar uzanmaktadır ve eğitim dili olarak da Türkçe’yi değil, İngilizce’yi kullanmaktadır. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD'li ve İngiliz "öğretmenler" giriyor.

 

Gülen'in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD'li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri'nde faaliyet yürüten okullardaki ABD'li öğretmenler, İngilizce adıyla "official passeport"a sahipler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD'li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen'in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Türkiye'deki karşılığı "yeşil pasaport" olan resmi görevli pasaportu, ABD'li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor.

 

İşte ABD, işte Gülen... Bütün bunlara rağmen, hangi vatansever Türk vatandaşı hâlâ Gülen’in hizmetlerini savunabilir, anlamak çok güç...

Gönderi tarihi:

"HİPNOTİZE EDİLMİŞ İNSAN" FABRİKASI CEMAATEVLERİNDEN BİR ÖRNEK...

 

 

ŞAKİRT ANLATIYOR

 

Ben bir "ortaokul şakirt"iyim yani en kıdemli Fethullah talebelerinden biriyim. Aşağıda anlattıklarımı bizzat yaşadım. Sizinle paylaşmak için yine kendim yazdım.

 

 

1990'lar ;

 

Orta birinci sınıftaydım ve Cuma namazlarına düzenli olarak giderdim. Beni aynı semtte bulunan okulumdan ve gittiğim camiden takip ederek fişleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanıma gelen o kişi ilk "ağabeyim" idi. Daha sonra bana ve okuldan seçtikleri fen, matematik ve türkçe derslerinin toplam notu 21(10'luk sisteme göre) olan arkadaşıma cami kütüphanesinde ders vermek bahanesiyle yakınlık gösterdiler. Yakınlık daha bir samimiyete dönüşünce evlerine davet ettiler. Dersler evde devam etti. Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardı. Baştan futbol içerikli bu sohbetler yavaş yavaş dini mevzulara geldi. Allah'ı tanımak, namaz kılmak derken "Öğretmenin Not Defteri" gibi kitapları okumamızı istiyorlardı. Buna "Sızıntı" okumaları ve adını henüz bilmediğimiz o hocanın banttaki ses kaydını toplu olarak dinlemelerimiz eşlik etti. Bize yeterince itimat kazandıklarında o sesin "Hocaefendi" ye ait olduğunu ve kendisinin çok "mübarek" bir insan olduğunu anlattılar.

 

Artık "işi" biliyorduk ve bize adam lazımdı. Okuldaki arkadaşlarımızı nasıl "kafalayarak" ağabeylerin huzuruna getireceğimizi öğrenmiştik. Yıllar orta üçüncü sınıfa getirdiğinde bizi artık sınavlara hazırlanma vakti de gelmişti. Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne kadar önemli ve saygın bir iş olduğu sürekli telkin ediliyordu bize. Derken tanıdığımız birkaç arkadaşımız orayı kazandı. Biz ise devlet lisesine devam ettiğimizde okuldan arkadaş "kafalamak" en büyük hedefimiz haline gelmişti. Okulumuzun hemen yanında bulunan "nur evi" ne ders çalışma bahanesiyle getirdiğimiz arkadaşlarımıza yemekler veriyor onları mümkün olduğunca bu evlerde tutmaya çalışıyorduk. Bu kişilerle okulda ve başka yerlerde de "ilgileniyor" yörüngemizden uzaklaştırmamaya çalışıyorduk. Bunların durumlarını her hafta düzenlenen "istişare" toplantılarında ağabeylerimize anlatıyorduk. Onlar da bize ne yapmamız gerektiğini, hangi yolları adım adım takip etmemiz gerektiğini, yapmamız gereken jestlere ve takınmamız gereken mimiklere kadar anlatıyordu.

 

Yılsonlarında gelen "Sızıntı koçanları" nı bitirmemiz ve onlarca, hatta yüzlerce kişiyi Sızıntı'ya abone etmemiz her birimizden bekleniyordu. Biz ise kimisinin parasını kendi cebimizden vererek bu en kutsal yolda birbirimizle kıyasıya yarışıyorduk. Zaman aboneliği de yine bu şekilde cereyan ediyordu. Haftada okumamız gereken Kuran miktarı, Risale-i Nur ve Hocaefendi Kitapları(Pırlanta Serisi) miktarı belliydi. Bunlara ek olarak o zamanki adı "Tuna Kırtasiye" olan "NT Mağazaları"nda kaçak olarak çoğaltılan ve ağabeyimizin adını kullanarak arka bölümden aldığımız "Hocaefendi Vaaz Kasetleri"nden de ağabeyimizin seçtikleri doğrultusunda dinlememiz isteniyordu. Bunların hepsinin ortak adı "keyfiyet" idi. Bunu bir çetele halinde ağabeyimize her haftaki "istişare" de sunmamız isteniyordu.

 

Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumaş pantolon giyerdik. Kız arkadaşımız asla olmazdı, okulda yüzlerine bile bakmazdık. Sokakta hep yere bakarak ve hızlı hızlı yürürdük. Ağabeyimizin dedikleri ana-babamızdan önemliydi. Mehmet Kafkas'ın "Geçmişi Bilmek" ve "Milli Mücadelede Öncüler" adlı kitaplarını okuyorduk. Atatürk masondu, deccaldı. Atatürk Kemal'di, Kemal Ağa idi. Atatürk baş eğlencemizdi. Okuldaki hocaların bazısı "duruma uyanmıştı", biz "tedbir dairesini" genişleterek okuldan çıkınca arka sokaktan dolaşarak nur evine gidiyorduk, içeri birer ikişer giriyorduk ve asla toplu çıkmıyorduk. Bize göre iki çeşit adam vardı; "müspet ve solcu". Solcunun bir adı da "kom" du. Kom, "komünist"in kısaltılmışıydı. Ve okuldaki bazı hocalar komdu. Özelikle de felsefeci.

 

Üniversite hazırlık dershanesi olan Fem'e lise ikinci sınıfta da kayıt yaptırdık. Amaç hem iyi bir üniversite hem de "hizmet" para kazansın idi. Ortaokuldan beri ailelerimizi alıştırdığımız "ağabeylerle ders çalışma" için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayrı bir önem vermeye başlamıştık. Bu kalma dönemlerine biz "kamp" diyorduk. Kamplarda ders çalışılır ve uzun vadeli projelerimizi ağabeylerimize anlatarak onların direktifleri doğrultusunda yaşamımızı planlardık. Ailelerimizle ağabeylerimizi ne zaman ve nasıl tanıştıracağımızı ve her iki tarafın ne yapması gerektiğine varıncaya kadar her şey planlanırdı. Öyle ki tüm bu insanlara bir üstündeki "not" verirdi.

 

Evlerin bir imamı vardı, yani evden sorumlu olan kişi. İki ya da üç ev bir semte ve semt imamına bağlıydı. Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere, ilçeler şehirlere, şehirler ülkeye, ülkeler kıtalara, kıtalar da en sonunda Hocaefendi'ye bağlıydı. Hatta öyle ki O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende başkaları da varsa oraları da "hizmet"e katmak için ne gerekiyorsa yapılmalı idi. Bu insanların hepsi birbirini denetler, not verir ve bir üstündekine durumu iletirdi. Yani şıkır şıkır işleyen koskoca bir sistem vardı.

 

Lise sonda Fem'in yurdunda kalmaya başlamıştık. Çekebildiğimiz kadar arkadaşı Fem'e kayıt ettirmiştik nasıl olsa sonra "ilgileniriz" diye. Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diğer kişileri de namaz kılma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanımıza çekmeyi başarıyorduk. Yani ağabeylerle danışıklı dövüş şeklinde "adam kafalama" tüm hızıyla devam ediyordu. Her birimizin "ilgilendiği" arkadaşlar da zamanla "şakirt" olma yolunda ilerliyordu. Ağabeylerimizin düzenlediği maçlar, mangal partileri, çiğköfte partilerine artık not ortalamasına falan da bakmaksızın İslami görüşe yakın ailelerden çocukları seçerek getiriyorduk. Kola serbest oldu, kot pantolon giydik.

 

28 Şubat sürecinde Hocaefendi'nin video ve ses kasetlerini, kitaplarını evlerden alarak kendi evlerimizde sakladık ve evlere Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk. Evlerin çoğu yer değiştirdi. Bazı ağabeylerimiz "tedbir" gereği takma isim kullanmaya başladı. Cep telefonlarının pilini istişarelerde söktük. Telefonda "Hocaefendi, hizmet, sohbet" gibi kelimeleri kullanmayı yasakladık. Bunların yerine "maç yapmak, çay içmek, çorba içmek" gibi önceden kodladığımız filleri kullanmaya başladık. Aslında yapılan her şey "istişare" adı altında yukardan gelen emirlerin bize verildiği toplantılarda kararlaştırılıyordu. Yani "istişare" yoktu, belki teferruatta vardı, ama her şey bir emir zinciri vasıtasıyla bizim önümüze konuyordu.

 

2000'ler ;

 

Üniversiteye girince artık biz de "ağabey" olmuştuk. Evlerde kalmaya ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye başlamıştık. Talebelerimiz vardı, onlarla ilgileniyorduk. Aksiyon okuyorduk, artık bandrollü ve sakıncalı yerlerinden temizlenmiş Hocaefendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama herkese dağıtıyorduk. Hocaefendi hakkında yine "hizmet"in başka yayın evlerinden çıkmış kitapları "mütevelli olmuş esnaf ağabeylerimizin" katkılarıyla kolilerce alıp dağıtıyorduk. Kitaplar binlerce satıyordu. Ramazanda zekât, kurban bayramlarında deri topluyorduk, kurbanlık parası topluyorduk. Amerika'dan, Hocaefendi'nin yanından gelen ağabey gelmişti bir seferinde. O anlatıyordu biz ağlıyorduk. Ardından adam başına toplayacağı büyükbaş kurbanlıkların sözünü almaya ve kayıt ettirmeye başlamıştı. Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbaş kurban parası getirmemizi istiyor ve pazarlık bu rakamlardan açılıyordu.

 

Bazı tanıdıklarımızın yaptığı hiçbir iş yoktu. Evde de kalmazdı. Sonradan bu kişilerin görevinin "çok özel" olduğunu öğrendik. Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne girmek üzere olan öğrencilerle askeri okuldayken "ilgileniyorlar" idi. Hocaefendi'nin "en önemli on görevden biri" saydığı bu iş için seçilmiş insanlardı. Hepimizin en nefret ettiği yer Ordu idi. Bir toplantımızda bir ağabeyimizin Ordu, Danıştay ve diğer "solcu" kurumlar için yaptığı tanımlama ilginçti. Ağabeyimiz bu gibi kurumlar için "artık fitne kurumlaşarak üzerimize geliyor, biz de bir an önce kurumlaşarak karşı koymalıyız" diyordu. Gazetemizi sürekli okumamız gerektiği de bir diğer telkin idi. Özkök Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olacağı günleri ip ile çekiyorduk.

 

Aksiyon Dergisi'nin bir sayısında "Ergenekon" diye bir grup kapak yapılmıştı. Bu sayıdan çok sayıda fotokopi çekerek hepimizden okumamız istenmişti. Yazıda, devlet içinde gizli bir birimin oluşturulduğu ve bu birimin amacının Arjantin benzeri sosyal patlamaların önüne geçmek, devlete zarar verebilecek oluşumlara müdahale etmek olduğu yazılıydı. Ağabeylerimiz bunun bize de müdahale edeceğini söylediler. Bu benim için bir dönüm noktasıydı.

 

Biz bu devletin bekasına, milletin dertlerine derman olmaya çalışmıyor muyduk? Bizi solcular engellemiyor muydu? Bizim mücadelemiz iman kurtarmak değil miydi? Bize ne toplumsal patlamaların önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmuş bir gizli teşkilattan? Devlet hepimizin devleti değil miydi, neden korumasınlar ki? Hem bize ne diye düşman olsunlar ki?

 

Uyanışım;

 

Artık her şey saçma geliyordu bana. Biz bir emir kuluyduk ve ne denirse yapıyorduk. Çünkü toplu olarak cennete girecektik. Sorgulama yoktu, körü körüne bağlanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdiğine bağlı olarak sahte bir samimiyet vardı. Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler ve onların üstünden başlıyordu. Tabanı samimi ve bir o kadar da cahil (beyni etkisizleştirilmiş anlamında) insanlar oluşturuyordu. Bu insanlar dürüst, çalışkan ve edepli insanlardı. Ama uyuyorlardı. Üstelik biz uyutmuştuk yıllarca çocuklarını, kendilerini, karılarını, tüm yakınlarını.

 

Sırf "solcularla" inatlaşma uğruna yaptığımız birçok saçma iş vardı. Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyıl gazetesinde Hocaefendi'nin röportajının çıktığı zamandı. Bu gazeteyi sırf solcular "Hocalarının röportajına bile sahip çıkmıyorlar" demesinler diye balya balya aldık ve Zaman gazetesinin depolarında çürümeye bıraktık, sonra da imha ettik. Bazı yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dağıtıldığını duyduk. Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmuştu. Üç günlük röportajı on beş güne yayarak ve tirajını da ona katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde. Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi'nin açılışında "burayı doldurabilir misiniz" demesi üzerine iş-güç, okul-sınav demeden koştuk ve doldurduk orayı. Hocaefendi istiyor diye daha yeni okuduğumuz kitapları bir kere daha okuduk. Hocaefendi çağırıyor diye pılımızı, pırtımızı topladık Amerika'da yaşamaya gittik bazılarımız. Buna da "hicret" deniyordu. Bir keresinde, bir arkadaşıma giden biri hakkında ne zaman döneceğini sorunca bana güldü ve dedi ki "hicret bu, dönmek olur mu". Benim bildiğim hicret sayfası dinen kapanmıştır. Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiğiniz bir ülkede.

 

Merakım şu: Türkiye'de halkın %99'u Müslüman. Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karşı bir haçlı savaşı başlatmış durumda. Nasıl oluyor da burada rahat olunamıyor lakin orada istediğimizi yapmamıza izin veriliyor? ABD her yere ajanlar sokarken, iki kişi bile kendi karşısında ciddi bir şeyler yapmaya kalktığında haberi olurken bu nasıl denli büyük bir oluşuma müsaade ediyor? Üstelik bu oluşumun biricik görevi insanları Müslüman yapmak iken. ABD'nin yoksa insanları Müslüman yapmak gibi bir gizli amacı mı var? Yoksa Hocaefendi ABD'nin de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki bizimle uğraşamıyor? Garip işler bunlar. Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir barkovizyon gösterisi sonrası Hocaefendi'nin yanından gelen bir ağabey istemişti. Ben de düşünmüştüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye göçü... O zamanlar Hocaefendi için evden bile dışarı çıkmıyor denmişti. Ağabeylerimiz diyormuş ki "hocam zaten çok hastasın, bari bir çık bahçede dolaş" ama Hocamız hiç çıkmıyormuş. Aynı yıllarda yeşil.org adlı internet sitesinde Hocaefendi'nin boy boy dışarıda çekilmiş resmi yayınlanıyormuş da haberimiz yokmuş. Biz Hocamız'a üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi gelen emirleri eksiksiz yapmakla.

 

Hocaefendi'nin Latif Erdoğan'a yazdırdığı "Küçük Dünyam" adlı kitabından en az bir kere yazılı sınav olmamış şakirt tanımıyorum ben. Anlamadığım bir nokta da bu işte. Yani sen ta Amerikalardan "diğergamlık" üzerine, "hizmette önde mükâfatta geri durma" üzerine göğüslerimize salvolar savur, sonra da çıkıp kendini anlatan kitaptan bizi belki beş belki on kere imtihan et. "İmtihan Dünyası" bu olmasa gerek. Halen "hizmette" aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir arkadaşım bir seferinde şunları söylemişti, ben de yanlışı o zaman fark etmiştim: "ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var, Peygamber var ya"

 

Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi... "Hocaefendi ne diyor bu konuda, Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri var bu konuda, Hocaefendi bugün ne diyor, Hocaefendi'nin dediklerini artık herkul.org sitesinden günü gününe takip edebileceğiz arkadaşlar, Hocaefendi çok ciddi uyarıyor, Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmiş, Hocaefendi adını bizzat kendi koymuş, Hocaefendi derhal yapılsın istemiş, Hocaefendi, arkadaşlar dikkatli olsun demiş, Hocaefendi, arkadaşlar artık evlensin demiş, Hocaefendi, çocuk yapın demiş, Hocaefendi, İŞHAD'ı güçlendirin demiş, Hocaefendi, gazete tirajının bu haliyle karşıma çıkmayın demiş, Hocaefendi başı açık "ablalar" la da evlenilsin istemiş, Hocaefendi, bir dua etmiş maçın ikinci yarısı Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmiş, Hocaefendi, Allah depremde İkitelli Medyası'nı "çiftetelli" gibi sallardı ama içlerinde mübarek gazeteler de var demiş, Hocaefendi üzülmüş, Hocaefendi çok kederlenmiş, Hocaefendi hastalanmış, Hocaefendi, Asya Finans Kredi Kartı alın demiş; Ulusal Televizyon ihalesi yapılacağı gün Asya Finans'ın kasasında o kadar para yokmuş, para lazımmış, Hocaefendi şunu demiş, Hocaefendi bunu demiş..." Bu konuşma tarzına sıradan bir "ışık evi"nde her gün rastlayabilirsiniz.

 

Nurettin Veren'e gelince; "o ne pis bir adam öyle, tipi kayık, pis bir çıkarcı o, yalancı herifin teki" gibi yakıştırmalar yapıyorlar. Ve size şu kadarını söyleyeyim, bu insanları asla şartlandırıldıkları haricince bir şeye inandıramazsınız. Belki size abartı gelir ama ben biliyorum ki Hocaefendi bugün atlayın ve ölün dese sayıları binlere varabilecek kadarı bu emri de hiç çekinmeden yerine getirir. Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdır. Hiçbir şey bu gerçek kadar sıra dışı değildir, yine bu gerçeğin tasvirleri bile.

 

Sonuç ;

 

Aklı başında herkesin de anlayabileceği gibi bu bir karşı devrim örgütlenmesidir. Devlet içinde koskoca bir devlettir. ABD ve AB çıkarlarına koşulsuz hizmet etmektedirler. Ayrıca birçok yerde yazıldığı gibi dergileri, radyoları, televizyonları, üniversiteleri, vakıfları, ışık evleri vs. her şeyleri vardır. Öyle ki savcıları, kaymakamları, valileri, emniyet müdürleri, öğretmenleri, doktorları, istihbaratçıları (ki bu konuya doymak bilmeyen bir iştahla yanaşmaktadırlar),askerleri, milletvekilleri, bakanları vardır. Hemen hemen her büyük partinin de desteği ile bu noktalara gelinmiştir. Bence yegâne çözüm bu örgütün tüm malvarlığına el konmasından geçer. Ama sorun şu ki; kim koyacak?

 

Diğer insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce saklanmaktadır. Hatta çıkan yalan haberler bile buna en güzel şekilde hizmet etmektedir. Yok, Fethullah komandoları varmış; yok, kendilerini patlatacaklarmış, yok, hücre evleri varmış; tabancalar, tüfekler, bombalar varmış... Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortamı oluşturuyor ve kendilerinin terörist olmadığını "muhabbet fedai"leri olduğunu insanlara yaymalarına yarıyor.

 

Bu kişilerin ne yapmaya çalıştıkları çok iyi bilinmeli ve o kanaldan mücadele verilmelidir. Örgüt deşifre edildiğinde, ABD yerine başkasını bulmak için faaliyete geçecektir ve bu zannımca on yıl on beş yıl kadar bir zamanı alacaktır. Bu bir bölünme süreci olarak da yansıyabilir Fethullahçılara. Çünkü kurulu mekanizma en güzel şekilde işletilmektedir. Bir daha böyle bir mekanizmayı kurmak çok çaba gerektirir. Bölüp bir kısmını yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diğer kısmıyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler. Her ne yapılacak ise bu darbeden hemen sonra yapılmalıdır. Yani bir daha güçlenmesine fırsat verilmeden "meydana getirdiği boşluk" doldurulmalıdır. Ama dediğim gibi ilk iş; oyunu açığa çıkarmak ve "Ağababası" olan ABD'nin işlerliğini yitiren bu beşinci kolunu gözden çıkarmasını beklemek olacaktır...

 

 

 

Şakirtler Cevapladı

 

 

"Şakirt Anlatıyor" adlı maili yazan kişi çeşitli e-mail adreslerine ve eski Fethullahçı arkadaşlarına bu yazıyı atmış ve aşağıdaki cevapları almıştır...

 

 

1.Yorum:

 

Az bile yapmışız. Evet, ben de bir şakirtim. Hem de senin "kıdemli Fethullah talebesi" dediğindenim. Biz bu ülkede yavaş yavaş ılımlı İslam'ı egemen kılacağız. Hocaefendi'nin mehdi olduğunu da bilmeyenlere Allah(cc) hidayet nasip eylesin. Ben cesurca söylüyorum işte, haydi ne yapacaksanız yapın...

 

 

Evet, bir Askeriye kaldı tamamen sızmadığımız... Orada da şu veya bu şekilde varız!

Siz buna gericilk, kadrolaşma deyin. Biz müslümanlığın egemen oluşu, kalb ve kafaların yavaş yavaş Kemer Beste-i Ubudiyet halinde Hakk'a yönelişi diyeceğiz.

 

Ankara'yı tanımıyoruz. Ama artık alnı secde gören hükümetimiz sayesinde İstanbul'un yanında Ankara'da müslümanlaşıyor. Biz bir İstanbul hükümetinden, devletinden yanayız, o başka. Çünkü şanlı Osmanlı'yı yıkıp yerine solcu-komünist bir devlet kurdunuz. Ama artık sonuna yaklaştınız. Brüksel ve Washington sizi bitiriyor işte. Biz ise Avrupa Birliği'ni ve Amerika'yı da müslüman yapacağız. Onların harıl harıl Hocaefendi Hazretleri'nin kitaplarını okuduklarını nereden bileceksiniz? Siz cahilsiniz. 83 yıldır cahiliye devrini yaşattınız bu millete. Artık bitti.

 

 

2.Yorum:

 

Şahsi durumlarınızla ilgili biyografiniz beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyor.İzin almadan mail adresime böyle bir mail göndermenizde ayrı bir handikap.

 

Lütfen kişisel düşüncelerinizi ve yaşamınızı kendi ortamınızda değerlendirin.Kişisel yaşamınız ve düşünceleriniz sadece sizi bağlamalı.lütfen birdaha

 

Rahatsız etmeyiniz.(Şahsınızla ilgili olarak"Böyle rahatsızlık veren biri zaten kafasına göre takılıyor ve herkezi rahatsız eder" imajını uyandırıyor.)

 

 

3.Yorum:

 

Sen Kimsin bilader bana mail atıyorsun seni tanımam etmem mail adresimi kimden aldın eğer söylersen sevinirim senin düşüncelerin sana benim düşüncelerim bana Bu arada Nurettin Veren dediğin adam hakkında bilmeni isterim karşındaki insanı inandırmak için tutarlı olmalı bir insan koyu dinciyim diyipte senelerce bir cemaatte kalıp sonra koyu kominist bir kanalda parada anlaşmaya çalışıp sonrada koministler tarafından bile dışlanıyorsa o adama inanana salak derler öncelikle bunu bil birde söylediğin yani yazdığın şeylere kendin bile inandığını zannetmiyorum insanlara iftira atarak bir yere varamassın en iyisimi sen bu işinden vazgeç kendi dünyanı kendine rezil etme bir daha banada mail atma Allah (c.c.) sana en kısa zamanda akıl fikir verir inşallah kal sağlıcakla

 

Gönderi tarihi:

Gülen'in 'aracıları' askerleri hedef aldı

 

 

Türkiye'nin terör konusunda oldukça hassas bir dönemden geçiyor olmasına karşın, Fethullah Gülen 'in ABD'den "aracı gazeteciler" ile verdiği ve doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin subay kademesini hedef alan mesajı tepkilere neden oldu.

 

Gülen'in, K. Irak'a operasyonun tartışıldığı bir dönemde kendisine "çok yakın" gazeteciler aracılığıyla TSK'nin subay kadrosuna yönelik çıkış yapması, asker karşısında AKP'ye destek olarak yorumlandı. Bugün gazetesi yazarlarından olan ve yazılarında Gülen'in mesajlarını aktarması ile bilinen Nuh Gönültaş' ın "Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede?" başlıklı yazısı tepkiye neden oldu. Önceki günkü yazısında, Tunceli'de 7 askerin şehit edilmesine ilişkin değerlendirme yapan Gönültaş, "Niye 30 yıldır bu bela engellenemiyor? Birinci sebep subay kadrosunun asıl görevi olan bu işlerden çok siyasetle uğraşması, gerçek görevine gerektiği gibi odaklanamamasıdır" görüşünü ortaya koymuş, "Askerin kafasındaki tehdit sıralaması yanlıştır. Bunun yanlış olduğunu 25 yıldır anlamamalarını anlamak mümkün değil. Bu arada PKK belasının 12 Eylül darbesinin ürünü olduğunu unutmamak lazım! PKK ile mücadelede başarısızlık PKK ile mücadelede kullanılan askerlerle de çok ilgili. Erler savaştırılıyor, yedek subaylar savaştırılıyor. PKK ile mücadelede subaylarımız nerede" diye sormuştu. Yazının gazetenin internet sayfasında yer almasından sonra ciddi bir okuyucu tepkisi ortaya çıktı. Yorumlar bölümünde, Cumhur Yıldız adlı okuyucu, "Türk ordusuna olan bu nefretinizin ardında yatan sebepler nelerdir? Çok şükür ki fazla değilsiniz" derken Hüseyin Garip ise "Babasını küçük yaşta kaybetmiş bir subay çocuğu olarak sizi kınıyorum. Türk halkı sizin gibi Ali Kemal müsveddelerine gereken dersi verecektir" diye yazdı. Kemal Ölmez adıyla yazan bir subay ise " 6 yılım Güneydoğu'da geçti. Mayınla yaralandım ve böbreklerim artık beni taşımıyor. Eğer üzerinde hakkım varsa sen ve senin gibi düşünenlere haram olsun" sözleriyle tepkisini dile getirdi.

 

Cumhuriyet/8 Haziran 2007

Gönderi tarihi:

Cemaatin içinde bilfiil hiç olmadım ama içinde olan arkadaşlarla muhabbet dolayısıyla ve çevremdeki faaliyetleri,diğer takip ettiğim faaliyetleri ölçüsünde cemaat hakkında fikir sahibiyim.Çok sistemli, düzenli ayağı yere basan özünü Said Nursi İslam anlayışı temeliyle oluşturan, bu temelinde yayılmasında eğitim,bilim, insan psikolojisi araçlarını çok iyi kullanan aşikar anlanda zararlı olmayan zarar vereceği noktaları kişilere göre değişen bir cemaat.

Faaaliyetlerinde para bağlamında aşırıya kaçan,İslamın özünün dışına çıkan beğenmediğim yönleri var.Kendi anlayışları doğrultusunda çok muazzam bir mücadeleleri ve çalışmaları var.Bir kere İslam'ın yayılması için çalışıyorlar kimilerine göre samimi kimilerine göre değil.Bu anlamda çalışmalarını takdire şayan buluyorum.Kaba kuvvete başvurmuyorlar,günlük sığ politikaların peşinde değiller.Bütün sorunlara İslami temelli yaklaşıp(kendi İslami anlayışlarıyla) sevgi boyutunda, hoşgörü ikliminde fikirlerini anlatarak(Buna, asimile etmek diyenler de var.) bu anlayış etrafında toplamaya çalışıyorlar.

Yaptıkları, savundukları doğru mudur; İslam'ın neresindedirler, zararlı mıdırlar, herkesin kendine has bu konuda kendi penceresinden görünen manzarası farklıdır...

Gönderi tarihi:
Gülen'in 'aracıları' askerleri hedef aldı

 

 

Türkiye'nin terör konusunda oldukça hassas bir dönemden geçiyor olmasına karşın, Fethullah Gülen 'in ABD'den "aracı gazeteciler" ile verdiği ve doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin subay kademesini hedef alan mesajı tepkilere neden oldu.

.

.

.

Cumhuriyet/8 Haziran 2007

Ulusalcilara savas actiran zihniyette Fetullahci zihniyettir,Fetullahcilarin emniyet icersinde nasil güclü örgütlenmis olduklari bilinmektedir,Hablemitoglu cinayetini ulusalcilara yüklemeye calsianlar Fetullahci degilse bile ondan farkli olmayanlardir.Yani Türklük karsiti.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Sevgili arkadaşım,

 

yazını okudum, onlara bakışını çok güzel yönlendirmişler. Sen daha ısınma turları atıyorsun. Bu aşamada gerçek yüzlerini göstermezler asla, gördüğünde de artık vakit çok geç olacaktır. Evet bir islam yaymaya çalışıyorlar ama bu asla kıymetli peygamberimizin sunduğu değil. Bu yüzden Kuran'dan çok hadislere önem veriyor görünüyorlar. Bu adamların peşinden gitmek islama ve peygamberimize ihanettir ve bunun vebali çok ağırdır arkadaşım. Ortadoğu peygamberimize ettiği ihanetin bedelini senelerdir kanıyla ödemektedir bizde bize doğru yolu gösteren mustafa kemale ettiğimiz ihanetin bedelini ödemekteyiz. Aklımızı başımıza alalımş bu şeytan evliyalarının zulmüne kurban olmayalım.

 

sevgiler.

Gönderi tarihi:
Sevgili arkadaşım,

 

yazını okudum, onlara bakışını çok güzel yönlendirmişler. Sen daha ısınma turları atıyorsun. Bu aşamada gerçek yüzlerini göstermezler asla, gördüğünde de artık vakit çok geç olacaktır. Evet bir islam yaymaya çalışıyorlar ama bu asla kıymetli peygamberimizin sunduğu değil. Bu yüzden Kuran'dan çok hadislere önem veriyor görünüyorlar. Bu adamların peşinden gitmek islama ve peygamberimize ihanettir ve bunun vebali çok ağırdır arkadaşım. Ortadoğu peygamberimize ettiği ihanetin bedelini senelerdir kanıyla ödemektedir bizde bize doğru yolu gösteren mustafa kemale ettiğimiz ihanetin bedelini ödemekteyiz. Aklımızı başımıza alalımş bu şeytan evliyalarının zulmüne kurban olmayalım.

 

sevgiler.

Ben sadece kendi penceremden gördüğümü ifade ettim.Siz de bu ifademi onların yönlendirmesi olarak yazmışsınız.Ben kendi Müslümanlığımı kendi öğrendiğim anlayışla yaşıyorum.Bu da birilerine göre yanlış olabilir.Bu hususta kesin yorumlar yapmışsın ve de kesin doğru bunlardır demişsin fikrindir amenna.Peki sence onlarla ilgili ne yapalım senin çözümün nedir, onlar İslam'ı kullanıyor veya hizmet ediyor.Onlar bu alandaki boşluğu dolduruyorsa diğer insanlar İslam bağlamında bu boşluğu bu birlikteliği sağlayacak ne yapıyorlar.

Zulüm kelimesinin hangi anlama geldiğini çok iyi biliyorsun.İçinde zorlama, zorla kabul ettirme, kaba kuvvet manaları vardır.Onların hangi alanlarda zulüm yaptıklarını açıklarsan aydınlanmış olurum ve de memnun olurum bir bilgi daha öğrenmek adına.

Mustafa Kemal'e kim ihanet etmiş, bugün hangi manada bedel ödüyoruz onu da açıklarsan doğruyu görmem adına sana müteşekkir olurum.

Muhabbetle...

Gönderi tarihi:

******* ŞEBEKESİ: FETHULLAH CEMAATİ

 

 

 

 

FETULLAH AJANLARI DİĞER PARTİLERE SIZMAKTALAR!

 

 

 

Fethullah, Ajanlarını AKP dışında diğer partilere yönlendirmektedir! Bunlardan birisi de: İstanbul birinci bölge, birinci sıra adayı; GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI ZAMAN YAZARI NEVVAL SEVİNDİ...

 

Fethullah şebekesine, düne kadar dinsel bir cemaat olarak bakıldı, hatta bu bakışın içinde biraz hoşgörü ve sempati de vardı!!! Ama zaman içinde takke düştü kel göründü!!

İçlerinde gerçekten inanmış saf Müslümanları bir kenara ayırırsak, Fetullah'ın Müslümanlıktan öte İslam'ı yok etmek için organize edilmiş bir ajan olduğunu görürüz!!

Bizim gözden kaçırdıklarımız zamanla, daha bariz olarak ortaya çıktı!

 

Gördük ki; salt dinsel inançlarını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik kaynakları ile, eğitim kurumlarıyla, ülkemizin yüz yüze olduğu tehdit ve tehlike dizinidir..

Fetullah şebekesi, "ABD ve İNGİLİZ ALAŞIMLI" oralarda dizayn edilmiş, İslam'ın içini boşaltıp Türklüğü acz içine düşürmekle görevlendirilirmiş bir Vatikan kuklasıdır!!

 

Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.

 

--- TSK'ya sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren fethullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif silahlı kuvvetler olarak algılamaktadırlar. Bununla birlikte adliye ve mülkiye kadrolaşması ise, bu gücü daha da pekiştirecek ve devletin içten ele geçirilmesini ya da bir başka ifadeyle devletin kansız teslim alınmasını temin edecektir.

 

1980'li yılların başlarından itibaren polis okullarına ve polis akademisi'ne sızarak burada kadrolaşan ve daha sonra personel, eğitim, bilgi-işlem, terörle mücadele, istihbarat gibi birimlerde kökleşmeye çalışan Fethullahçılar, istihbarat birimlerinin yanı sıra, var oldukları her yerde ve ortamda, şeyhleri F.Gülen'in kaset ve kitaplarındaki "tedbir ve temkin","taktik ve strateji" içeren direktiflerinin gereğini yerine getirerek bugünkü güç düzeylerine erişebilmişlerdir.

 

Ankara DGM, F. Gülen iddianamesi'nde şöyle denmektedir:

 

"F.Gülen gurubunun başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde muvaffak olduğu bilinmektedir."

 

İstihbarat Daire Başkanlığı'nın 10 Mart 1992 gün ve 1992/79 sayılı yazısında şöyle denilmektedir:

 

"...Ankara polis koleji öğrencilerinin % 50'sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olanlar üzerindeki ajitasyon çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler."

Yukarıda belirtilenlerin büyük bir bölümü gerçekleşmiştir!!

 

"...Gelecekte Emniyet Teşkilatı?nın bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin, koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir."

 

Emniyet Genel Müdürlüğü'nce yayınlanan istihbarat bülteninin 70 no'lu nüshasından bir alıntı:

 

"GURUBA AİT, ÜLKEMİZDE FAALİYET GÖSTEREN EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMLARINDAN BAZILARI AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:

 

İzmir Yamanlar Fen Lisesi,

İstanbul Fatih Koleji,

İstanbul Safiye Sultan Kız Lisesi,

Mersin Yıldırım Han Lisesi,

Ankara Samanyolu Lisesi,

Van Serhat Lisesi,

Denizli Server Lisesi,

Erzurum Aziziye Lisesi,

Erzincan Otlukbeli Lisesi,

Eskişehir Ertuğrul Gazi Lisesi,

Sakarya Işık Lisesi,

Manisa Şehzade Mehmet Türk Lisesi,

Aydın Nizami Erkek Lisesi,

Fatih Üniversitesi."

 

YAYIN ORGANLARI

 

Gurubun yayın organları arasında "Sızıntı Dergisi, Yeni Ümit, Aksiyon, Zaman Gazetesi, Samanyolu TV", kuruluşları arasında da "Akyazılı orta ve yüksek eğitim vakfı, Türkiye Öğretmenler Vakfı, Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı" gösterilmiştir.

 

ANKARA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ'NCE HAZIRLANAN RAPORDAN BİR ALINTI:

 

"F. Gülen'in oluşturduğu örgüt, devletin laik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup, istişare kurulu, bölge imamları, şehir imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır. Yine bu illegal yapılanmaya bağlı olarak yurt içinde ve yurt dışında legal görünüşlü şirket, okul ve vakıflara sahip bulunmaktadır. Bu legal ve illegal yapılanması ile büyük ve güçlü görünüm arz eden örgüt, halk üzerinde bir manevi cebir ve baskı yaratmaktadır."

 

Göz önünde tutulması gereken önemli bir husus; fethullahçı örgütlenmenin, emniyet teşkilatı içinde bugüne kadar niçin çözülemediğidir. Bunun da en önemli nedeni, çözecek makam sahiplerinin, birtakım siyasal denge hesapları ve de koltuk endişeleri ile konuya soğuk bakmaları, risk üstlenmemeleridir.

 

İŞTE BİRTAKIM GARİPLİKLER:

 

--- 10 Kasım 1996'da "inancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım" sözleriyle ünlenen Kayseri Eski Belediye Başkanı Refah Partili Şükrü Karatepe hakkında DGM'nin bilirkişi olarak atadığı Prof. Dr. Ali Şafak, Karatepe?yi aklayan bir rapora imza atanlar arasındadır. Şafak, polis akademisi'nde görevinin başındadır!

 

--- Polis Kolejindeki toplam 731 öğrencinin %53'ünü oluşturan 388 öğrencinin, fethullahçı yapılanma içinde yer aldığı belirtilmektedir. 2001 yılı mezunları arasında bu oran %67 olarak kaydedilmektedir.

Şimdi bu şahıslar emniyet içinde önemli noktaları tutmuş bulunmaktadırlar!!

 

FETULLAH - CIA İLİŞKİSİ:

 

Yayınlanan bir raporda "Etki Ajanı-Nüfuz Casusluğu" kavramının tarihsel süreçte anlatılması ve örneklendirilmesi amaçlanmıştı. Söz konusu raporda "Türkiye'deki Etki Ajanı Borsası: Fethullahçılar" ara başlığı altında aşağıdaki bilgiler yer almıştır:

 

"......SÖZKONUSU HOCAEFENDİLERDEN BİRİ OLAN ZAT, KALABALIK MAİYETİYLE (BUNA 24 SAAT YANINDAN EKSİK OLMADIĞI SÖYLENEN DOKTORLARI DA DAHİL) PENNSİLVANIA EYALETİ?NDE PHILADELPHIA YAKINLARINDA ÖZEL BİR ÇİFTLİKTE YAŞIYOR. ÇİFTLİĞİN BULUNDUĞU BÖLGENİN FBI KORUMASI ALTINDA, REFAKAT MEMURLARININ GÖZETİMİNDE OLDUĞU VE BURALARDAKİ ÇİFTLİKLERDE YAŞAYANLARA BİRİNCİ DERECEDE ÖZEL ÖNEME SAHİP KORUMA PROGRAMININ (COUNTUR-SURVEILLANCE FAALİYETİ) UYGULANDIĞI KAYDEDİLİYOR."

 

"......GERÇEKTE BU ÇİFTLİĞİN, CEMAATİN GAZETESİNİN SORUMLULARININ DA ARALARINDA BULUNDUĞU, ABD YASALARINA GÖRE KURULAN ALTIN NESİL VAKFI ADINA FBI TARAFINDAN FETHULLAHÇILARA 1991'İN BAŞINDA TAHSİS EDİLDİĞİ VE AYNI YILIN ORTALARINDA YÖK YA DA MEB BURSU İLE BU ÜLKEYE GÖNDERİLEN

FETHULLAHÇI YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİLERİNİN BİR YAZ KAMPI OLUŞTURARAK, SÖZKONUSU ÇİFTLİKTE ÖRGÜTLENME TOPLANTILARI GERÇEKLEŞTİRDİKLERİ BİLİNİYOR."

 

"ŞİMDİ HOCAEFENDİLERİN HEPSİNİ MASUM VARSAYALIM:

 

A) ABD'DE İKAMETİN YASAYLA BELİRLENMİŞ KATI KOŞULLARI BULUNMAKTADIR. HİÇKİMSE YASAL OLARAK, RESMİ BAŞVURU YAPMAKSIZIN VE DE GEREKÇESİNİ BELGELEMEKSİZİN (DEFACTOR STATÜSÜ HARİÇ) BU ÜLKEDE 6 AYDAN UZUN BİR SÜRE KALAMAZ.

 

......HOCAEFENDİLERİN TÜMÜNÜN YEŞİL KARTA SAHİP OLMALARI TEKNİK AÇIDAN OLANAKSIZ, ÇÜNKÜ YASAL KOŞULLAR UYMAMAKTADIR.

 

......GERÇEKTE, ABD?DE DERİN DEVLET KORUMASI ALTINDAKİ HOCAEFENDİLERİN, 'KAÇ!' KOMUTUNU ALDIKLARI ANDAN İTİBAREN CIA İLTİCA VE TARAF DEĞİŞTİRME DEPARTMANININ ACİL PLANINA DÂHİL OLARAK KENDİLERİNE TANIDIĞI KOLAYLIKLARDAN YARARLANDIKLARI BİLİNMEKTEDİR. BU ARADA, MERVE KAVAKÇI GİBİ ABD VATANDAŞLIĞINA ALINMIŞLARSA O BAŞKA.

 

B) HOCAEFENDİLERİN ALDIKLARI İLKOKUL MEZUNU EMEKLİ MAAŞI İLE BUNCA SÜRE ABD'DE NASIL (HEM DE MAYO FETHULLAHÇI KLİNİĞİ DAHİL) TEDAVİ GÖRÜP, 24 SAAT SÜREYLE DOKTOR GÖZETİMİNDE NASIL KALABİLDİĞİNİ; ÇİFTLİKTE RUTİN HARCAMALARIN YANISIRA, KAHYA, AŞÇI GİBİ PERSONELİN MAAŞLARINI

NASIL ÖDEYEBİLDİĞİNİ; HER HAFTA ONLARCA, BAZEN YÜZLERCE MİSAFİRİN AĞIRLAMA MASRAFINI NASIL KARŞILAYABİLDİĞİNİ KERAMETLE AÇIKLAYAN MÜRİTLERE İNANMAK NE DERECEDE OLANAKLI!..

 

C) FETHULLAHÇI YAPILANMA, CIA'NIN ÖNGÖRDÜĞÜ TARİKAT (SÖZDE SİVİL TOPLUM CEMAATİ) MODELİNE -MORMON, MOON, SCYENTOLOGY VD. GYBY- TIPATIP UYMAKTADIR.

 

......LEGAL, DEVLET KARŞITI OLMAYAN, SALT DİNSEL YA DA SİYASAL FAALİYETLERDE BİLE BU OLAĞANÜSTÜ GİZLİLİĞE GEREK DUYULMAZKEN, FETHULLAHÇILARIN BU AŞIRI DUYARLILIĞININ ÖZEL NEDENLERİ OLSA GEREKTİR. BU ÖRGÜTSEL YAPI VE GİZLİLİĞE VERİLEN AŞIRI ÖNEM, FETHULLAHÇILARIN BİR AJAN ŞEBEKESİ(AGENT NET) OLDUĞUNA İLİŞKİN KUŞKULARI KUVVETLENDİRMEKTEDİR."

 

"......CIA NEZDİNDE TÜM FETHULLAHÇILAR, 'WALK-IN' TABİR EDİLEN BİR KATEGORİDE TUTULMAKTADIRLAR; YANİ KENDİ AYAKLARIYLA VE GÖNÜLLÜ OLARAK AJANLIK HİZMETİNİ TALEP EDEREK GELMİŞLERDİR. FETHULLAHÇILARA GÖRE, NASIL HUMEYNİ ZORUNLU SÜRGÜN SONRASI BİR GÜN İRAN'A DÖNMÜŞSE, HOCAEFENDİLERİ DE ÖYLE ANLI ŞANLI BİR BİÇİMDE DÖNECEK VE DODRUDAN ÇANKAYA'YA OTURACAKTIR. BU BEKLENTİNİN DEVAMINDA, ABD?YSE, KÜRESELLEŞME ÖNÜNDE EN TEHLİKELİ BİR ULUS-DEVLETİ ORTADAN KALDIRMANIN, YERİNE KENDİ ILIMLI, UYSAL MÜSLÜMAN PATRİĞİNİ GETİRMENİN NİMETLERİNİ GÖRECEKTİR. BİR YANDAN ABD YLE İLİŞKİYİ SÜRDÜREN FETHULLAHÇILAR, DİĞER YANDAN VATİKAN, FENER RUM PATRİKHANESİ, MUSEVİ HAHAMBAŞISI DERKEN, FARKLI ÜLKELERİN İSTİHBARAT SERVİSLERİ TARAFINDAN YÖNETİLEN-YÖNLENDİRİLEN ÇEŞİTLİ ULUSLARARASI KURULUŞLARLA DA FLÖRT ETMEYE BAŞLAMIŞLARDIR."

 

FETHULLAH-ALMANYA BAĞLANTISI:

 

"ALMANYA İLE DE TEMAS KURAN FETHULLAHÇILAR, ALMAN DIŞ İSTİHBARAT SERVİSİ OLAN BND BAĞLANTISI DOLAYISIYLA ALMANYA'NIN İÇ İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ OLAN FEDERAL ANAYASAYI KORUMA TEŞKİLATI'NIN DESTEĞİNİ DE OTOMATİKMAN ALAN FETHULLAHÇILAR, YAKLAŞIK 2.400.000 VATANDAŞIMIZIN YAŞADIĞI BU ÜLKEDE, 'HİMMET PARASI' TOPLAMA VE YANDAŞ-MÜRİT KAZANMA AMACINA YÖNELİK OLARAK KÖLN, HANNOVER, MÜNYH, AUSBURG, STUTTGART GYBY, TÜRKLER'İN YOĞUN OLARAK YAŞADIKLARI TÜM ŞEHİRLERDE 'Y.BURG A.Ş.' GYBY ŞİRKETLERİN YANISIRA, 'DOST YOLU DERNEDY, TÜRK-ALMAN AKADEMİSYENLER BİRLİĞİ, İSLAM DİN BİRLİĞİ' GYBY ÇOK SAYIDA AKTiF ÇALIŞAN ÖRGÜTE SAHİP OLMUŞLARDIR."

 

FETHULLAH - İNGİLTERE BAĞLANTISI:

 

"İNGİLTERE DE OKUL AÇAN VE LONDRA'DA BÜYÜK BİR MERKEZ BİNASI SATIN ALAN FETHULLAHÇILAR, İNGİLTERE?NİN DÂHİLİNDE YABANCILARA DÖNÜK FAALİYET GÖSTEREN MI5 VE DIŞ İSTİHBARAT SERVİSİ MI6'NIN UZAKDOĞU'YA YÖNELİK FAALİYET GÖSTEREN DEPARTMANI(CIFE) VE ORTADOĞU'YA YÖNELİK FAALİYET GÖSTEREN DEPARTMANI (MEIC) İLE OKULLAR KONUSUNDA MÜŞTEREK ÇALIŞMA YÜRÜTMEKTEDİRLER."

 

FETHULLAHÇI İSTİHBARATÇILARIN OPERASYONLARI:

 

DEVLETİN GÜCÜNÜ, DEVLET SAVUNUCULARINA KARŞI KULLANMA AŞAMASINA GELMİŞ OLAN FETHULLAHÇILARIN, OPERASYONEL ANLAMDA KAYDA DEĞER BAŞARILARI MEVCUTTUR. OPERASYONLARINDA, AMACA ULAŞMADA HER YOLU MÜBAH SAYAN VE HER TÜRLÜ SINIR TANIMAZ FIRSATÇILIK, AHLAKSIZLIK, TAKİYYE UNSURLARINI İÇEREN BİR KONSEPT ÇERÇEVESİNDE HAREKET EDEN FETHULLAHÇI İSTİHBARATÇILARIN KULLANDIKLARI YÖNTEMLER ŞUNLARDIR: TELEFON DİNLEME, TEHDİT, SAHTE BELGE ÜRETİMİ VE MONTAJ, ÇARPITILMIŞ BİLGİYE YÖNELİK KAMPANYALAR, HIRSIZLIK, KUNDAKÇILIK, ŞANTAJ AMAÇLI KADIN PAZARLAMA VE GÖRÜNTÜ KAYDI, HER TÜRLÜ İLLEGAL KAYIT KULLANIMI (BÖCEK, GİZLİ KAMERA VB.), RÜŞVET, GASP, DARP, BİLGİSAYAR SAHTEKÂRLIKLARI, EV VE İŞYERİ KURŞUNLAMA, EMNİYETİ SUİSTİMAL, HÂKİM KİRALAMA VE DİĞERLERİ...

 

FETHULLAHÇI İSTİHBARATÇILAR TARAFINDAN "HASIM" KABUL EDİLEN KİŞİ VE KURULUŞLAR ALEYHİNE YÜRÜTÜLEN DEZENFORMASYON FAALİYETLERİNDEN BAŞLICASI, ÇARPITILMIŞ VEYA TAMAMEN UYDURMA BİLGYLERE DAYALI SAHTE BELGELER ÜRETMEKTİR; TEKNİK DEYİMLE "FABRİKATÖRLÜK" YAPMAKTIR.

 

FETHULLAHÇILARIN ADLİYE'YE İLK SIZMA GİRİŞİMLERİ CHP-MSP KOALİSYONU DÖNEMİNE KADAR GİTMEKTEDİR. 12 EYLÜL SONRASINDA, ADLİYE'DEKİ KADROLAŞMA ÇABALARI SONUCUNDA, YARGI MENSUPLARI ARASINDA "GÜMÜŞ YÜZÜKLÜ" OLARAK ADLANDIRILAN BİR GURUBUN GİDEREK GÜÇ KAZANDIĞI KAYDEDİLMEKTEDİR.

 

--- EMNİYET İSTİHBARAT DAİRESİ TARAFINDAN "EMNİYET TEŞKİLATI'NDA FETHULLAHÇI YAPILANMANIN VAR OLDUĞU"NU TESBİT EDEN BİR ARAŞTIRMA RAPORUNUN SONUÇ BÖLÜMÜ, TÜYLER ÜRPERTECEK BİR HÜKÜM İÇERİYORDU:

 

"ÖNLEM ALMAKTA GECİKİLDİDİ TAKDİRDE, TARİH SAYFALARI ARASINDA KALAN BABAİLER İSYANINDAN ŞEYH BEDRETTİN VE ŞEYH SAİD'E KADAR UZANAN DİN GÖRÜNÜMLÜ İSYANLARIN BELKİ DE EN CİDDİ, EN SİNSİ, EN KAPSAMLI VE EN TEHLİKELİSİ OLABİLECEĞİNE İŞARET ETMEK YANILTICI BİR TAHMİN OLMAYACAKTIR."

 

FETHULLAH ÖRGÜTLENMESİ

 

TEPEDEKİ İSİM: FETHULLAH GÜLEN

 

BAŞYARDIMCI: İSMAİL BÜYÜKÇELEBİ

 

LATİN AMERİKA İMAMI: LATİF ERDODAN

 

AVRUPA İMAMI: ABDULLAH AYMAZ (İSMAİL YEDİLER)

 

MEDYA VE SANATÇILAR SORUMLULARI:

 

GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI BAŞKANI HARUN TOKAK,

 

GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI CEMAL UŞŞAK!

 

ZAMAN YAZARI NEVVAL SEVİNDİ!!

 

ESNAF-PARA KONTROLÜ: ALİ BAYRAM

 

YÖK-ÜNİVERSİTELER: PROF. DR. ŞERİFALİ TEKALAN

 

SİYASİ PARTİLER: HÜSEYİN GÜLERCE

 

YAYINLAR: ALAADDİN KAYA

 

BÜYÜKÇELEBİ'NİN BAKANLAR KURULU

 

İSMAİL BÜYÜKÇELEBİ'NİN YAKIN ÇEVRESİNE AKP İÇİNDEKİ "ADAMLARI"NI ŞÖYLE ANLATTIĞI BELİRTİLİYOR:

 

"ABDULLAH GÜL, ABDÜLKADİR AKSU, CEMİL ÇİÇEK, HÜSEYİN ÇELİK VE MEHMET AYDIN, BAKANLAR KURULU'NDA BİZİ TEMSİL EDİYOR."

 

BÜYÜKÇELEBİ'NİN SAYDIĞI İSİMLER ŞÖYLE DEĞERLENDİRİLİYOR:

 

"ABDULLAH GÜL'ÜN, GÜLEN'E YAKINLIĞI BİLİNİYOR.

 

CEMİL ÇİÇEK'İN, 'FETHULLAH GÜLEN TÜRKİYE'YE DÖNEBİLİR' AÇIKLAMASI!

 

AKSU'NUN EMNİYET İÇİNDEKİ 'FETHULLAHÇILARA' GÖZ YUMMASI,

 

DİYANET'TEN SORUMLU! DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN'IN 'DİNLERARASI DİYALOG'CU OLMASI!

 

HÜSEYİN ÇELİK'İN GÖNÜLDEN 'NURCU' OLMASI, BÜYÜKÇELEBİ'NİN BU SÖZLERİNİ GÜÇLENDİRİYOR.

 

SON OLARAK HÜSEYİN ÇELİK'İN, GÜLEN'E YAKINLIĞIYLA BİLİNEN ÇALIK GRUBU'NUN 17 TEMMUZ'DA EĞİTİM KOMPLEKSİNİ AÇMASI, BU İLİŞKİLER AĞININ KANITLARINDAN."

 

SONUÇ OLARAK, MİT RAPORUNDA DA BELİRTİLDİĞİ GİBİ, F.GÜLEN GURUBUNUN;

 

KISA VADEDE; DEVLET KADEMELERİ VE TSK BÜNYESİNDE KADROLAŞMA ÇABALARINI ARTTIRACAĞI VE AYRICA HÂLİHAZIR ÇİZGİSİNİ DEĞİŞTİRMEYEREK, UZLAŞMACI TAVIR VE UYGULAMALARINI AYNI ÇERÇEVEDE SÜRDÜRECEĞİ,

 

ORTA VADEDE; UZLAŞMACI VE BARIŞÇI POLİTİKASINI DEĞİŞTİREREK, UZUN VADELİ AMACI OLAN ŞERİATA DAYALI TÜRK İSLAM DEVLETİ KURULMASI İÇİN İLK GİRİŞİMLERİNİ BAŞLATABİLECEĞİ, BU MAKSATLA ALIŞILMIŞ TUTUM VE UYGULAMALARINDA, DEVLET VE TOPLUMUN KABUL EDEBİLECEĞİ DOZAJDA YOKLAMALAR YAPARAK ESAS AMACA ULAŞACAK ZAMANI BELİRLEYECEĞİ,

 

UZUN VADEDE; KENDİ YETİŞTİRDİĞİ MÜRİTLERLE, ÖZELLİKLE ÜST DÜZEY BÜROKRATİK MAKAMLAR DAHİL, YÖNETİMDE KESİN SÖZ SAHİBİ OLACAK ŞEKİLDE DEVLETİN TÜM ORGANLARINDA KADROLAŞABİLECEĞİ,

 

KADROLAŞMANIN SAĞLAYACAĞI AVANTAJLA, KENDİSİNE EN BÜYÜK ENGELİ TEŞKİL EDEN TSK'YA SIZABİLECEĞİ,

 

UZLAŞMACI GÖRÜNÜMLÜ POLİTİKASIYLA VE AYNI ZAMANDA SAĞLAYACAĞI DIŞ DESTEKLE TÜRKİYE'DEKİ TÜM TARİKAT VE MEZHEPLERİ EYLEM BİRLİĞİNE YÖNELTEREK, BİRLEŞTİRİCİ BİR DİNİ LİDER DURUMUNA GELEBİLECEĞİ, BU AŞAMADAN SONRA;

 

KENDİ PARTİSİNİ KURARAK VEYA ELE GEÇİRDİĞİ BİR SİYASİ PARTİYİ DESTEKLEYEREK, SİYASİ İKTİDARI ELE GEÇİREBİLECEĞİ VE SON AŞAMADA DA; BU GİDİŞİN ENGELLENMESİ HALİNDE, ÜLKEMİZ İÇİN VE CUMHURİYETİMİZ İÇİN İLERİYE DOĞRU DAHA BÜYÜK BİR TEHDİT VE TEHLİKE HALİNE GELEBİLECEĞİ BİLİNMELİDİR.

_________________

" Memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri Şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

 

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve Şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur! "

M.KEMAL ATATÜRK

Gönderi tarihi:

F. GÜLEN VE CEMAAT, NEREDEN NEREYE...

 

 

 

Şehirden köye gelin giden genç kız, tezek kokusundan bayılacak gibi olmuş. Birkaç hafta sonra burnu kokuya alışınca "Ben gelince köyün kokusu bile değişti" demiş.

 

Bu hikayeyi neden mi anlattım?...

 

Zaman gazetesinin internet sayfasını her tıkladığınızda sağ üst köşede tahrikkar bakışlı bir kadın görüntüsü var…

 

Hemde güya eşarp reklamı yapıyor. Reklam edilen eşarp başı kapatmamış. Boynuna asılı gibi gözüküyor. Ama tahrikkar bakışlı kadın sayfayı kocaman kaplıyor…

 

Geçen haftalarda da, bir zenci ile buz pateni yapan ünlü bir mankenin çok açık görüntüleri vardı…

 

Bir zamanlar, "Kadının sesi, kokusu ve oturduğu koltuğun sıcaklığı dahi haramdır." diyen, kadınlarla tokalaşmaktan kaçınan F. Gülen ve cemaati vardı. Kendi resmini çektirmeyen, SIZINTI dergisindeki hayvan resimlerinin dahi günah olmasın diye başını çizgiyle kestiren, Tarihçe-i Hayat’tan Said Nursi’nin resimlerini günah diye çıkartan, Kutsal(!) İmam Efendi nasıl böyle değişebildi?...

 

Yine bir gün F. Gülen’i arabamla bir yere götürürken, teybe Malezya’ lı bir kadın hafızın okuduğu Kur’an kasedini koymuştum. Biraz dinledikten sonra öfkelenerek kasedi hemen durdurmamı söyledi. "Kadın sesinden Kur’an dahi dinlenmez. At o kasedi" dedi…

 

Ben ve bütün cemaat, F. Gülen’in kendisi de dahil, hiçbir fotoğraf çektirmemize müsaade etmedi. Anne, babalarımızın, dedelerimizin resimlerini dahi "Eve Melek girmez" gerekçesi ile yok ettirdi.

 

İşte F. Gülen ve cemaat nereden nereye diyorum. Yoksa kalpleri ve kafaları ABD’ye gittiten sonra değiştirildi mi?... Yoksa "Eski Fethullah ve yeni Fethullah dönemleri" diye mi olayları ikiye ayırmak lazım?... Yoksa Tayyip’ in "Milli Görüş gömleğini çıkardım" dediği gibi, Gülen’ de "Eski İslam gömleğini çıkardım" mı demek istiyor?...

 

Zaten küçük küçük bozulma ve yozlaşmalar, büyük günahlardan daha tehlikelidir. Önce "Her şey HİZMET için" deyip, takkiye ve yalanlara sarılırsanız, sonra alışırsınız, daha sonra ise o sizin haliniz ve ahlakınız oluverir. Vatanımızı elimizden almaya çalışan, İslam dünyasını ve Avrasya’yı milyonlarca Müslüman kanıyla, kan denizi haline getirenlerin KUMASI olursunuz, haberiniz bile olmaz…

 

Buradaki açıklamamızda, cemaatin geçmişteki uygulamalarının doğru olduğunu anlatmak istediğimiz anlaşılmasın. F. Gülen’in çelişkilerini ve tutarsızlıklarını anlatmaya çalışıyoruz…

Gönderi tarihi:

Ayetullah Fethullah!..

 

 

 

Siyasal İslam ve Bölücü /Ayrılıkçı hareketten kaynaklanan bir büyük tehdit altında bulunan Türkiye'de, özgürlükçü (liberal) sağın ve halkçı (demokratik) solun kendi içlerinde bütünleşerek bir işbirliğine ya da birlikteliğe gitme arayışlarının yoğun hale geldiği; bu yolda umutların yeşerdiği bir dönemde; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ''Cumhuriyet Düşmanı'' bir kişi hakkında aldığı beraat kararı, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğinden kaygı duyan tüm yurttaşları endişeye sevk etmiştir!.. Mahkemelerine, yargıçlarına güvenen, yargı kararlarına büyük saygı gösteren Türk toplumu, bu kararın hukuksal gerekçelere uygun olduğundan kuşku duymasa da; yurttaşların birçoğu, bu kararla doğacak sonuçların ne gibi gelişmelere yol açacağını düşünmeye başlamıştır... Bir erken seçimin gündemde olduğu Türkiye'de, bu kararla bağlantılı olarak ortaya çıkacak gelişmelerin tüm siyasal dengeleri altüst etmesi olasılığı belirmiştir...

 

Sürdürülen çabalar

 

Geleceği göremedikleri için 2002 seçimlerinde kendi içlerinde bütünleşmeyi ve iki kanat arasında birlikteliği sağlayamayan ''özgürlükçü sağ'' ve ''halkçı sol'' için ortaya çıkan bu gelişme karşısında artık tek çıkar yol kalmıştır: ''Ulusal Bütünleşme İçin Birliktelik!..''

 

Türkiye'de ''sağ'' ın bütünleşme koşullarının giderek arttığı bir ortamda, ''sol'' un da bütünleşmeye gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ne var ki, her iki kanadın birliktelik olasılığı, Türkiye'yi yörüngede tutmak isteyen bir küresel gücü önlem almaya yönlendirmiştir. Çünkü ulusal bütünleşmeyi gerçekleştirebilecek bir ''Özgürlükçü Sağ/Halkçı Sol Koalisyonu'' , ABD'nin ''Ilımlı İslam'' ve ''Büyük Ortadoğu'' planlarını bozacaktır. Böyle bir koalisyonun oluşturulma aşaması öncesinde atılacak tek adım; ABD'deki emin adamın, ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın Türkiye'ye gönderilmesidir. Oyunun sondan bir önceki sahnesi bu olacaktır...

 

Olurlar ve olmazlar

 

İran'da 56 yıllık monarşiyi yıkan siyasal İslam, bugün Türkiye'de 83 yıllık Cumhuriyeti tehdit altında tutmaktadır. Şubat 1979'da İran'da gerçekleştirilen İslam Devrimi ile İran'ın 27 yılda geldiği nokta ortadadır. İran bugün çağdışı ''Siyasal İslam'' ın koyduğu kurallarla çizilmiş sınırlar içerisinde, karanlık bir yaşamla baş başadır. Türkiye'de yaşamakta olup da İran'a özlem duyanlar bile bu resimden korkar olmuşlardır...

 

İran'da devrim çok süratli gelişmiştir. Yönetim ve Silahlı Kuvvetler ilk günlerde dağılmıştır. El ilanları ve duvarlara asılan pankartlarla ''Asker; Humeyni 'nin Emri ile Firar Et'' çağrılarıyla parçalanan Silahlı Kuvvetler, yetişmiş kadrolarını ve komuta kademesinin tümünü başlangıçta kaybetmiş, bir yıl sonra Irak'la girişilen savaş (1980- 1988) bu nedenle yönetilemez hale gelmiştir. Hapsedilen ve emekli edilenler hariç sadece kurşuna dizilerek öldürülen generallerin ve amirallerin sayısı 30'u bulmuştur. (Silahlı Kuvvetlerde, Emniyet Teşkilatında, Haber Alma Teşkilatında SAVAK'ta görevli general ve amirallerin, üst düzey yöneticilerin idam kararları, maiyetlerindeki görevliler tarafından infaz edilmiştir.) Bu arada ideolojik nedenlerle, ''özgürlük ve demokrasi'' sloganlarıyla monarşik yönetime karşı çıkarak mollalarla birlikte hareket eden ve ''İran İslam Cumhuriyeti'' özlemiyle mollalara destek veren, Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri, Yasadışı Komünist Partisi/TUDEH gibi sol kanattaki bütün örgütler tasfiye edilmiş ve yandaşlarının tümü idam edilmiştir.

 

Devrim sonrasında yönetim mollaların eline geçince ilk uygulama kadınların tesettüre (örtünmeye) sokulması olmuştur... Örtünmeyen kadınların yüzüne yollarda kezzap atılmış ya da yüzleri jiletle parçalanmıştır... Kız ve erkek çocukların okulları ilk günden ayrılmıştır... İçki satan yerler tümüyle tahrip edilmiş ve kapatılmıştır... Müzik ve eğlence programlarının tamamı yasaklanmıştır... Sahipsiz kalan taşınır ve taşınmaz malların hepsi yağmalanmıştır... Eğer ''Bunların hiçbiri Türkiye'de olmaz'' diye düşünenler varsa, geçmişin ve bugünün Türkiye'sinden fotoğrafları yan yana koyarak gelinmiş olan noktayı görmeli ve düşüncelerinin sağlamlığını irdelemelidirler...

 

Tekrarlanan sahneler

 

Air France'ın 1 Şubat 1979 tarihli Paris-Tahran seferiyle İran'a dönen Humeyni'yi örnek alarak, elinde Pan American'ın Washington- Ankara seferi için açık tarihli bilet bulunduran bir ''Cumhuriyet Düşmanı'' bugün yola çıkmak için sabırsızlanmaktadır. Onun gibi, onu karşılayacaklar da sabırsızlanmaya başlamıştır. Bu kişinin yetiştirmeleri onun yolunu gözlemektedirler. Küçük yaştan itibaren beyinleri şekillendirilerek yaratılmış bir neslin mensupları olarak, artık devleti ele geçirme zamanının geldiğini düşünmekte ve ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın liderliğini beklemektedirler. Uçaktan iner inmez onun da ''Ben değiştim'' diyeceğini umut etmektedirler...

 

''Laik Türkiye Cumhuriyeti, İslam çizgisinden ve Osmanlı yolundan ayrılmıştır'' ,''Allah ve Peygamber emirleri yerine Türkiye'de Atatürk' ün emirleri geçerlidir'' diyen Humeyni'nin Türkiye'deki temsilcileri, bugün ondan daha da ileri gitmişler; işgal ettikleri makamları, bulundukları konumları unutmuş görünerek, başta ''Laiklik'' olmak üzere ''Türkiye Cumhuriyeti'' nin anayasal niteliklerini tartışmaya açacak kadar; devletin en yüce makamlarına, anayasal kurum ve kuruluşlarına saldıracak kadar derin bir ihanet çukuru içine düşmüşlerdir. Bu resim içinde Türkiye'de şeriat ve bölücülük tehlikesi olmadığını söyleyenler de boy göstermiştir. Onların bu kapsamdaki söylemleri belli bir maksada yöneliktir. Bu yolda alınabilecek önlemlerin başlangıçtan itibaren etkisiz kılınması için bir taktiktir. Amaç; tehdidi yok göstererek, şeriat ve bölücülüğe karşı alınabilecek önlemleri engellemek, oluşabilecek direnci önceden yok etmektir! ''Bu millet istedikten sonra laiklik tabii ki elden gidecek'' diyenlerin ve ona destek verenlerin başka türlü düşünmesi zaten mümkün değildir!..

 

Türkiye İran olabilir mi?

 

''Türkiye İran olmaz'' , ''olmayacak'' diyebilenler varsa; bugünden tezi yok ortaya çıkmalıdırlar!.. Ulus tümlüğü ve ülke bütünlüğünden yana olan; ''Laiklik'' başta olmak üzere, Cumhuriyetin anayasa ile belirlenmiş temel niteliklerinde hiçbir görüş ayrılığı bulunmayan, ''Atatürk İlke ve Devrimleri'' ni aynı biçimde algılayan, yalnızca isimleri farklı olan ''özgürlükçü sağ'' ın ve de ''halkçı sol'' un liderleri, parti örgütlerinin temsilcileri, her iki hareketin destekçileri, sivil toplum örgütleri ve tüm yurtseverler bir kutsal görev için hemen mücadeleye soyunmalı ve yola koyulmalıdırlar...

 

Bugün Türkiye'de, ''Laik Cumhuriyet'' in ''İslam Cumhuriyeti'' ne dönüştürülmesi planı, İran arşivinden yararlanılarak oluşturulmaktadır... Bu arşivde yer alan yöntemler kullanılmaktadır... Bölücü ayrılıkçılarla, şeriatçılarla, ikinci cumhuriyetçilerle; özet olarak tüm Cumhuriyet karşıtları ile dayanışma içinde olan bir ''Cumhuriyet Düşmanı'' , şimdi Amerika'da kendisine tahsis edilmiş bir konutta, ''Humeyni'nin Tahran'a Dönüşü'' adlı bir filmi seyretmekte; Esenboğa'da kendisini uçağın merdivenlerinde karşılayan, dizi dibine diz çöküp el öpmeyi çok seven bir başka ''Cumhuriyet Düşmanı'' nın kolunda merdivenlerden aşağı doğru indiğini düşlemektedir...

 

Bugün Türkiye'nin üzerinde dolaşan bir kara buluttur!.. Türkiye'nin geleceği tehlikelerle doludur!.. Kurtuluş için tek yol ''Ulusal Bütünleşme İçin Birliktelik'' yoludur. Bu yol Türkiye için son umuttur...

 

 

Cumhuriyet/09 Mayıs 2006

  • 4 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Gülen cemaatinin ilginç ziyareti!

190220082156257097720_2.jpgFethullah Hoca'nın cemaati Irak savaşının mimarı Cheney'den "Müslümanlığı birleştirmek" için yardım istedi

 

Odatv'nin haberine göre, ABD Başkan Yardımcısı ve Irak savaşının mimarı olan Dick Cheney’in Mart ayı başında Türkiye’ye bir gezi yapması bekleniyor.

 

Cheney’in en son savaş öncesi Türkiye’ye geldiğini hatırlatan kaynaklar, özellikle İran’a yapılabilecek bir hava saldırısı konusunun gündemde olabileceğine dikkat çekiyorlar.

 

Gülen Cemaatin önemli temsilcilerinden birinin Cheney’in ofisine giderek, Başkan Yardımcısının ekibine “Müslümanlığı birleştirmemizde bize yardım edin” :excl: dediği öğrenildi.

 

Cemaatin binlence Müslümanın ölümüne neden olan savaşın beyni sayılan Cheney’le temasa geçmek istemesi kafaları karıştırdı. :D

 

Bu ziyaretin Cheney’nin Türkiye gezisi öncesine gelmesi de dikkat çekici bulundu. :)

 

Dipnot:

*İngiliz araştırma şirketi Opinion Research Business'ın verilerine göre, Irak Savaşı’nın başladığı 2003 yılının mart ayından beri ölenlerin sayısı yaklaşık 1 milyon 30 bin kişi olarak hesap ediliyor.

*EĞER İŞİN İÇİNE ABD GİRMİŞ İSE HERKESİN ELLERİNİ BAŞLARININ İÇİNE ALIP DÜŞÜNMELERİ GEREKİR.ABD DEN YARDIM İSTEMEK DÜŞMANA MERMİ VERMEK GİBİDİR.NEDEN ABD DE YAŞAMAK NEDEN ABD İLE DİRSEK TEMASINDA OLMAK BUNU TÜRK MİLLETİNE AÇIKLAMANIZ GEREKİR Kİ İNIANDIRICI OLUN.ABD GİREN HER MÜSLÜMANI TÖHMET ALTINA SOKMAYIN

*Üc sey cogaldı.cemaatler- kadrolasma -yoksulluk;ama bazı yazılı ve görsel basında de her sey gulluk gulıstanlık.

*İNSANLIĞIN DÜŞMANI OLAN BİR ZİHNİYETLE YAN YAN OLMAK NASIL BİR ŞEY ACABA.İNSANLIĞA DÜŞMAN OLAN ZİHNİYET ALLAHA VE İSLAMA DOST MU OLUYOR? YOKSA TENCERE YUVARLANDI KAPAĞINIMI BULDU.

NEŞE İLE KALIN :)

Gönderi tarihi:
Rahatsızlık verici bulmuştum şimdi ise bazı şeyler daha netleşti, yaş ilerledikçe insan bazı şeylere daha çok yönlü bakabiliyor...

 

Bugün ABD deyip de beğenmediğiniz ülke gerçekten özgürlük ve demokrasinin en önemli kalelerindendir- yaşanabilen boyutunda tabi-; işte bunun için hangi ABD sorusunu sorabiliriz ki hangi ABD Müslümanlara karşıdır, hangi ABD Müslümanlarla iyi ilişki içindedir...

 

Kaldı ki ABD de pek çok unsur Türkiyde olabileceğinin çok üstünde saygı görmektedir; her ülkeyi yaşadığınız yer kadar baskıcı görürseniz ya da her ülkeyi kalıp olarak bir isimle ele alırsanız (ABD diye bir yaratık gibi mesela :D ) daha da kötüsü insanları komple "öteki" kabul ederseniz ABD de yaşama hususunda pek mesafe katedemezseniz...

 

Saygılar...

 

özgürlük ve demokrasinin zirvede olduğu ülke diye nitelendirdiğin ülkedeki sandığın özgürlük hayalden başka bir şey değildir. tam tersi tam bir faşizm hakimdir. geçenlerde haberlerde bush karşıtı tişört giyen bir adamı uçağa bindirmediler. sadece bir tek haber değil tabi ki binlerce örneği var. siyahlara yapılan zulüm, katliamlar hala daha güncelliğini koruyor. siyahi siyasetçi martin luther king 'i katledenler bizzat devlet tarafından görevlendirilen katillerdi. ne kadar güzel bir özgürlük anlayışı değil mi ? eğer arayabilirsen bulursun o haberi ve dediğin şeyleri umarım bir daha gözden geçirirsin !!!

Gönderi tarihi:
özgürlük ve demokrasinin zirvede olduğu ülke diye nitelendirdiğin ülkedeki sandığın özgürlük hayalden başka bir şey değildir. tam tersi tam bir faşizm hakimdir. geçenlerde haberlerde bush karşıtı tişört giyen bir adamı uçağa bindirmediler. sadece bir tek haber değil tabi ki binlerce örneği var. siyahlara yapılan zulüm, katliamlar hala daha güncelliğini koruyor. siyahi siyasetçi martin luther king 'i katledenler bizzat devlet tarafından görevlendirilen katillerdi. ne kadar güzel bir özgürlük anlayışı değil mi ? eğer arayabilirsen bulursun o haberi ve dediğin şeyleri umarım bir daha gözden geçirirsin !!!

 

Sayın Hakan ifadelerime dikkat ederseniz geçmişi ve bugünüyle ABD nin hasarlarını da hesaba kattığımı görürsünüz; burada anlatılan gayet açık: Dinci bir yönetimleri bile var ve yine bu dinci yönetim bizdeki gibi darbe havası oluşmadan gücünü kaybedebiliyor demokratik düzende ya da belki de hala devam edebilecek güce sahiptirler de; Türkiye ile bu ülkenin demokrasi ve özgürlük anlayışını karşılaştırmak gülünçtür, anlattığımız bu; tabii ki baskılar vardır ama Türkiye ile karşılaştırılamaz...

 

:zorro:

Gönderi tarihi:
Sayın Hakan ifadelerime dikkat ederseniz geçmişi ve bugünüyle ABD nin hasarlarını da hesaba kattığımı görürsünüz; burada anlatılan gayet açık: Dinci bir yönetimleri bile var ve yine bu dinci yönetim bizdeki gibi darbe havası oluşmadan gücünü kaybedebiliyor demokratik düzende ya da belki de hala devam edebilecek güce sahiptirler de; Türkiye ile bu ülkenin demokrasi ve özgürlük anlayışını karşılaştırmak gülünçtür, anlattığımız bu; tabii ki baskılar vardır ama Türkiye ile karşılaştırılamaz...

 

:zorro:

Türkiyede dincileri kursuna mi diziyorlar yoksa?

 

saygilarla

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Fethullah Gülen'e dönüş yolu açıldı ..... :wub:

 

Yargıtay, Fethullah Gülen hakkındaki beraat kararını onadı. Böylece, ABD'de yaşayan Gülen'in Türkiye'ye dönüşünün önünde engel kalmadı(hemen hazırlıklara başlamalı.. :D ).Fethullah Gülen, 8 yıl önce Ankara 2 numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurmak" iddiasıyla yargılanmıştı.

Mahkeme, Bülent Ecevit hükümeti döneminde çıkarılan af uyarınca davayı hükme bağlamadı ve erteleme kararı verdi :excl: . Gülen'in avukatları, affa rağmen yargılama talebinde ısrarlı oldu :unsure: .Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi, Gülen'i 10 yıla kadar hapis istemiyle yeniden yargıladı ve Mayıs 2006'da beraat kararı verdi.Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi de dün beraat kararını onadı :( .

gözümüz aydın... Bazılarının babası geliyor...(Manevi açıdan :D ) artık sırtlar yere gelmez yürüyelim kim tutar bizi (Durmak yok yola devam :) ) Gerçi ordan telefonlada işi bitiriyordu efendi ama gelip burada biraz memlekette aydın kişilere okuyup (spordan siyasete kadar :excl: )üfleyecek sanırım

Ülkeyi hazırladık,istediği kıvama getirdik... At oynatıyoruz artık nasıl olsa.. koyun çoban,dinin alet olması ,Kadının toplumdan soyutlanması,Yakında İran'dan beter oluruz vb.muhabbetlerine asla girmeyeceğim..Klavyemde tüy bitti...

neşe ile kalın B)

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.