Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hikayeler


helin

Önerilen İletiler

DOST BİRİKTİRMEK..

 

Herhalde bir gösteriş, birine, aynı cinse, kadınsan erkeğe, erkeksen kadına karşı kendini beğendirme çabası, bir moda, bir gelgeç ruh hali değil.

 

Sempati! İlgi! Bağlılık! Yüceltme! Taçlandırma! Sorumluluk duyma! Yürekten algılama! Bakışlarla anlaşma! Ses tonuyla destek verme! Kesintisiz ilişki! Kayıp olmaz, yitmez. Yoktan var olmaz bir duygu. Bunların hepsi bir araya gelip, zaman içinde gıdım gıdım birikerek dostluğun çimentosunu oluşturuyor. Gazetelerde okuyoruz. TV'lerde seyrediyoruz. Sağda solda konuşmalarda adı geçiyor: Güzel yemek yeme dostu! Edebiyat dostu! Türk Sanat Müziği dostu! Çocukların dostu! Halkın dostu!

 

Dostluklar nasıl oluşuyor? Unuttuk! Bu hızlı kent hayatı dostluk duygusunu aklımızdan aldı, yüreğimizden çaldı.

 

Nasrettin Hoca bir Cuma günü camide cemaate namaz kıldırmak üzere ezan okunsun diye bekliyormuş. Bir adam gelmiş"Hocam" demiş! "Eşeğimi yitirdim." Hoca da adama; "Su namazı kıldıralım, senin eşeğinin çaresine bakarız" demiş.Hoca namazı kıldırmış, vaazını vermiş ve cemaate dönmüş:

 

"İçinizde hiçbir dostuyla bir bardak çay içip saatlerce konuşmamış, dostuyla sekiz saatlik yürüyüşe çıkıp hiç konuşmadığı halde sıkılmadan yürüyüşünü tamamlamamış ve komşunun kızına kem gözle baktı diye dost bildiği arkadaşını arkadaşlıktan silmiş biri var mi?" diye sormuş.

 

Arka sıralarda saf, sümsük tipli biri parmağını kaldırıp, "Ben varım Hocam..." demiş. Hoca eşeğini yitiren adama dönmüş, "Al bu adamı git, bundan büyük eşek olur mu? Yitirdiğin eşeğin yerine kullanırsın" demiş.

 

Olumsuz düşünür Sokrates'e öğrencileri sormuş: Dostluk nedir? Sokrates de onlara su yanıtı vermiş: "Çocukluğumdan beri arzuladığım bir şey vardır. Kimi insan atları olsun ister, kimi insan köpekleri! Kimisi altını,kimisi de şan şerefi; bense bir dostum olsun isterim!"

 

İnsan biriktiren yaratık. Şan şöhret biriktiriyor. Süper zenginse boğazda villa biriktiriyor. Tablo biriktiriyor. Repoda para kasalarında naftalin kokulu döviz, antika biriktiriyor. Gençse plak, kaset, cd biriktiriyor. Bazıları da Kuledibi' nde, Çukurcuma'ya; Üsküdar'da, Eskiciler Çarşısı'na; Aksaray'da Horhor'a gidip, antika lambalar, cam şişeler, eski koltuklar, tesbihler, tombaklar biriktiriyor. Alimse kitap biriktiriyor. Cahilse kin biriktiriyor. Dost biriktirmeyi içimizde kaç kişi deniyor? Evet kabul ediyorum, insan birçok kişiyle beraber mükemmel dost olamaz, tıpkı aynı zamanda birçok kişiye aşık olamayacağı gibi.

 

Fakat biz dost biriktirmeyi unuttuk. İyi halt ettik. :unsure::unsure:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖPÜCÜK BALIĞI..

 

İşe telefon açıp "Gelirken buğday al" dedi."Naapıcan buğdayı kızım" diye sormadım....Söylemezdi ki....Dünyanın en sevimli delisiydi....

O öyle biriydi işte.....

 

Küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı...Ne buğdayı,ne yapacak acaba,nereden alıcam ben şimdi...

Merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum...Evet oyun başlamıştı...Savaş'a "Buğday almam lazım nerede satılır" diye sordum

-Haa?

-Buğday

-Ee nolucak buğday

-Hiç..tavuk buldum da bir tane buğday veriyim diyorum...

-***** ***Ciddi miyim diye gözlerime baktı.....

Bende çok ciddi baktım....

-Gültepe'de bir civcivci var ama........Buğday satar mı bilmem...Daha çok suni yem olur onlarda.

-Yok...suni yem olmaz buğday lazım...Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyor o suni şeyle... pis bi rengi oluyo..en iyisi buğday...

-Ha bide yumurtluyo......Harbi tavuk yani,ciddi bir tavuk kimliğine sahip.....Bir ara bende besledim....Spenç tavuğu diyorlar.....Tam yumurta tavuğuydu......Bazıları et tavuğu oluyo ya pek yumurtlamaz onlar.....Bak ne diycam....Esas darı sever hayvan....Çift sarı çıkarır.......Darı al sen ona....

 

Oyun böyle bir şeydi işte...o başlatırdı....Hayatınıza aniden buğday,darı,tavuk,yumurta ve size "yedi kafayı" diye bakan bir sürü insan girerdi...

Komik,sürükleyen,ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun....

 

Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan buğday almak üzere yola çıktım...Buğday....Noolucak, acaba?...Kuruyemişçilerde var mıdır?...

 

-Keşkeklik mi?Aşureye filan mı katcaanız...

-Ne?

-Buğday sormadın mı?

-Ha evet.....Olabilir.....

-Sonunu dün sattım yok...

 

Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok niye "aşure mi keşkek mi" car car ediyorsun..Sana ne...Bu millet de bir tuhaf ya...Sana ne ne olacağından....Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif...

Hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar mı zor olur kardeşim...Sinirleniyorum ama.....Hani ... bu ülke tahıl ambarıydı.....Adım başı buğday olması lazım...

Kendi kendime gülüyorum...Biliyorum oda gülücek...Gülücez...Öpücem sonra......sonra........sonra,ne olacaksa o buğdaylar....

 

Mısırçarşısı'na gidiyorum....Ordaki baharatçılarda kesin vardır....Bu arada gerçekten kendimi tavuk gibi hissetmeye başladım...Buğday arayan açıkmış bir tavuk....Bık bık....Bıdaaak...

 

Aslında içimde garip bir mutluluk var....Herşeyi birden unutup bir avuç buğday için İstanbul'u dolaşmak içten içe hoşuma gidiyor....Zaten onu bu yüzden seviyorum galiba....Bana da sıçrayan bir tılsımı var....Her şey bombok giderken nooluyosa bir şey oluyo...Onun yarttığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum....

Çocukmuşuz biz....o mısır saçlı,habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde afacan bir velet....Dünyanın zillerini çalıp kaçıyoruz.....

 

Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan....Bir kilo yeter mi acaba?...Evde tarım yapacak diil ya karı, yeter herhalde....

Anlarmış gibi buğdayları karıştırıken yakaladım kendimi....İyilerini seçicem sanki....Neyse aldım işte...Bir kilo buğdayımız oldu...Yanına da ufak bir rakı....******ğım ... ben...Bariz *****ğım....

 

"Geldi mi buğday?" diye sordu...Gözleri ışık ışık.....

Meraktan çatlıyorum ama belli etmeden "ıhı" diye torbayı uzattım....

Cadı!...Alıp torbayı masanın üstüne koydu...

Noolucak şimdi buğday?.......Sormıycam ama....

"Naaptın?" dedi...

Elinin körü....Sabahtan beri buğday arıyoruz herhalde...."Toprak mahsülleri ofisine gittim canım.......Taban fiyattan buğday alımı yaptım"...

Gülüyor...

Her şey o gülsün diye zaten...

Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur....

Ama bu gerçek yanii.....Çok gülen insan gördüm ben...İşim gereği.....Hakkaten bakın bu konuda otorite sayılırım....

Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu....

Birazdan,elinde bembeyaz bir güvercin...."Bak şimdi" dedi...."Bu senin dilek güvercinin....Ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın"..

 

Dedim ya...Tılsımı var onun...Aniden güvercinde çıkarır, tutup yaşamınızı bir saniyede masala çevirir....

Bitmesin istersiniz...

"Bitmesin" diye dilek tutup, güvercini gagsından öptüm...

Balkona çıktık sonra...Pıt pıt kanat sesi...Pıt pıt iki çocuğun yüreği....Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük?...Peki çok gülmek iyi değil midir gerçekten?...Ağlar mı sonra insan? Babaannem Deli Fadime'nin dediği gibi "Dünyanın düz muradı yok" mu?..."Çok muhabbet tez ayrılık" mı peki? Noolur öyle diilmiş olsun....Noolur, bitmesin...Yüreğim.....Gece.....Yemin ederim yıldız tozu yağıyor....

 

Ertesi sabah Kadriye oldu....Espri olsun diye bahar temizliğine girişti....

Kadriye....Onun masal kahramanlarından biri....

Söylediğim gibi yaşam bir oyun onun için.....Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki...

İlk Kadriye olduğunda yeni tanışmıştık...Yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti...Buğday gibi diil onları daha kolay buldum ve eve gittim...Kapıyı çaldığımda yerleri siliyordu....."Ayağını çıkar kocacığım" dedi...."Yeni sildim"...Çok güldüm....

Yufkayla çökelekten "Yanmaz tavada sana böreği"yaptı...Yedik....Sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı...."Delirdi" diye baktım....

Saçlarına bigudi tuttururken "Naapıyosun yaa?" diye sordum....."Nooluyo kızım?"...Garfield gibi gözlerime baktı....."Yarın eltimgil gelecek" dedi...Sonra güldü....Nasıl güldüğünü biliyorsunuz....O gün bana "annesi gibi" olmuştu....Ya da benim annem gibi....Oynuyordu.....Başka birşey...Herkesin "gerçek" diye bildiği şey onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı....Komikti ama ürkütücüydü....Yani hep oynanmazdı ki....Eninde sonunda hayat "bööle bişeydi" işte...Yoksa diil miydi....

O Kadriye olup "çekirdek aileyle" dalga geçmeye başlayınca bende rolümü alırdım....."Fehmi" diye bir herif oluyordum.....Çizgili pijamalarımı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyonun karşısında zapping yapıyordum... Gülüyorduk sonra....

 

Kadriye ve Fehmi rolünden çıkıp "biz" oluyoduk...Pıt pıt iki çocuğun yüreği...Onun masal kahramanları bir tane değildi ki....

Bazen Müge ve Furkan olurduk....Aslında onlar bizim arkadaşımızdı....Ama o Müge ile Furkan'ın ilişkilerini sahte ve anlamsız bulurdu....."Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar....O kadar"...

Müge olduğu zaman "Eskeyp'e gidelim mi,Trafo'ya zıplayalım mı" diye sorardı...Ama asla gitmezdik...Onun dünyasından çıkamazdım...Ben çıkmak ister miydim peki?...O zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım...0 "dışardakiler"i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki ara sıra "dışarı kaçtığımda" bile onunla oyun oynuyormuşuz o bana gerçeğin masalını anlatıyormuş gibi oluyordum....

 

Ha birde en önemlisi "öpücük balığı" vardı.....Onun en yalın ve sevimli hali...."Ben öpücük balığıymışım" deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor,dakikalarca öpüyordu...Öpücük balığı....

 

Masallar biter mi peki...Biter işte....Arasına reklam girecektir....Güzellik maskesi takılacaktır....Savaş vardır birileri öldürülecektir..... Birini kör bırakacaksınızdır...... Birinin yüreğini söküp atacaksınızdır....Zehirlenecek denizler,ağlatılacak çocuklar....İşiniz vardır yani....öyle önemli öyle vazgeçilmezdir ki.... üstüne gelinceye dek..... Bu şarkıdan iki şarkı sonra... Hiç bir keresinde bırakmazdı beni...

 

İyi tamam oynadık bitti....

Dönüşte yine Bir gün bana "gitme" dedi...

Ama hep böyle derdi...

Yelkovan dokuzun oynarız...Dinlemezdi.....

"Bak şimdi...Bu çerez tabağını dökücez....Leblebiler saatmiş,üzümler dakika...Fındıklar günmüş ama...Sayalım o kadar sonra git"...Pazarlık ederdim...."Fındık gün diilmiş...Leblebi saat...Ona tamam"...."Peki" derdi...Sonra nerden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp "Peki bu yılmış...Yıl olsun" deerdi...."Yüzyılmış tamam mı...Ölüm gelinceye kadarmış"

Üzümleri leblebileri filan sayardık sonra...Tek şamfıstık......O yüzyıldı...O ölümün geldiği zamandı....Onu pek tartışmazdık....Onu açar yarısını yer yarısını bana verirdi....

Sonra... sonra öpücük balığı ve ayrılık...

 

"Ben gidiyim" dedim.....

Sesi boğuktu..."Gitme" dedi.....

Ama söyledim...Hep öyle derdi.....

"Gitme" dedi....

Gözlerinde yaş tomurcukları birazdan duracak dünyalar sanki ölücez hepimiz....

"Bu kez gitme".....

Gitmesem olur sanki.....

"Ama bunun sonu yok ki" dedim....

"Sonu yok işte salak" dedi....

"Hep sonunu istiyorsun...Sonu...Bittiği yer....Tükendiğim zaman....Yerine yenisini tüketmeye başladığın zaman....

Bu kez gitme işte...

Gitme......

 

 

 

Atilla Atalay

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...

Domates

 

Korkunç bir trafik kazasıydı. Oysa her şey ne kadar da güzel başlamıştı. Ailelerden ilk defa beraber tatile çıkmak için izin almışlardı. Arabayı götürme iznini de kopartmıştı babasından erkek. Kız ailesine yalan söylemişti tabii “okuldan kız arkadaşlarla tatile gidiyoruz” diye. Arabada mutlu birkaç gün geçirebilecekleri o sakin kıyıya doğru yol almaktaydılar. Hayat çok güzeldi. Ama trafik kazası korkunçtu.

 

Tam o hızla gidilen yolun üstünde kavşaklardan birinde direksiyon kendi istediği gibi dönmeye başladı. Araba onların istemedikleri bir yöne doğru gitmeye başladı. Sanki araba durdu, yolun kenarındaki banketler arabaya doğru geldi. Geldi, geldi, geldi, geldi… Sanki üç dört saat boyunca geldi bu banket üstlerine. Korkunç ve çok sesli bir trafik kazası oldu.

 

İnsan kaza anında nasıl hisseder, bunu kaza yapmayanlar asla bilemez. Arabayı kullanan erkek direksiyonun kendi kontrolünden çıkmasından sonra, bariyerlere çarpamadan hemen önce kızla göz göze geldi. “Yapabileceği bir şey yok kusura bakma” gibi bir bakış attı ona. Kız çığlığını atmadan önce “senin suçun olmadığını biliyorum” gibi bir bakışla cevap verdi ona. Çarpışma anında camdan fırlayan kızın son mantıklı sözleri oldu bunlar. Erkek kızın camdan çıktığını görür gibi oldu. Sonra direksiyon yüzüne doğru yaklaştı, yaklaştı, önce burnunda bir acı… Sonrası karanlık.

 

Erkek gözünü açtığında duvarda sıvaları dökülen bir hastanede buldu kendini. Başında sargılar vardı, tek gözü kapalıydı. Doktorlar sağa sola koşuşturuyordu. Bir an anne ve babasını görür gibi oldu ve bir ses yankılandı kafasının içinde: “Ameliyatı bu ********* hastanede yaptırmam. Şehire götürelim onu… Kızı tanımıyorum ama…” Sonra tekrar derin bir karanlık.

 

Derin bir sessizlik ve soğuk. Sabah yatağında yattığını, üztünün açık olduğunu düşündü ilk önce. Hani neredeyse yorganını arayacaktı. Ama elini kaldıramadı. Elinin üstünde bir yığın kablo ve ıvır zıvır vardı. Gözlerini açmadan diğer elini yatağın kenarlarında gezdirdi. Etrafında iskeleler örülmüştü. Hastane yatağıydı bu. Evi olmadığı kesindi yani. “Ayılıyor” gibi bir ses duydu. “Artık zamanı gelmişti” dedi karizmatik diğer bir ses. Midesi bulanıyordu. Kusmak istedi ancak midesinde kusacak bir şey yoktu ve tekrar kendinden geçti.

 

Yavaş yavaş kendine geldiğinde hemşireler belinin altına yastık koyup yemek yiyebilmesi için yatağına doğru portatif bir masa yaklaştırıyorlardı. Ama canı kesinlikle yemek yemek istemiyordu. Önce hangi yılda olduklarını sordu. Aynı yıldalardı. Aylardan ne olduğunu sordu. Evet ay da değişmemişti. Ama ya günler… Kazadan sonra yaklaşık yirmi gün geçmişti. Kendi için biraz üzüldükten sonra aklına kız arkadaşı geldi. Hemşire bilemiyorum kim olduğunu deyip odadan çıktı. Hemşirenin çıkmasıyla beraber içeri annesi girip hasretle sarıldı. Sanki birkaç zamandır görüşemeyen iki eski dost gibi kucakaştılar. “Anne o nasıl” dedi sesindeki korkuyu gizlemeye çalışarak. “Bir şeyi yok” dedi annesi. Annesine camdan çıkarı insanların genellikle kötü olacaklarını hatırlatınca annesinin dili çözüldü.

 

Kız arkadaşı arabanın camından çıktıktan sonra başını çok kötü vurmuştu. İlk kaldırıldıkları hastanedeki yetersiz imkanlar yüzünden hemen beyin ameliyatına girmesi de mümkün olamamıştı. Doktorlar bu yüzden kesin bir beyin ölümünden bahsetmişlerdi bir ara. Katatoni denilen ve insanın senelerce sürecek bir uykuda kalmasına neden olabilecek bir hastalık. Ama kızın anne ve babası Amerikalardan en büyük profesörlerini, cerrahları getirdiler. En azından katatoniden çıkmıştı kız. Artık uzun süreli uykularda yatıp kalmayacaktı. Peki kendinde miydi? Henüz değil.

 

Aradan iki ay geçince hastaneden çıkmasına izin verdiler erkeğin. Hava, tatile gittikleri günkü gibi değildi artık. Mevsim yavaş yavaş yağmura dönmeye başlamıştı. Dışarının isli kokusu, hastanenin ilaçlı kokusundan bin kat daha iyiydi. Uzun zamandır haber alamadığı kız arkadaşını görmeye gidecekti. Eve uğramadan gidecekti. Anne ve babasına itiraz hakkı tanımadığını, eğer itiraz ederlerse eve dönmeyi reddedeceğini de söylemişti. Anne ve babası çok kalmaması şartıyla onu kız arkadaşının yanına götürmeyi kabul ettiler.

 

Kız arkadaşının anne ve babası onu ilk önce soğuk karşıladılar. Öyle ya bu zibidinin kötü kullandığı araba yüzünden kızlarının başından ********* bir kaza geçmişti. Bu zibidinin buraya gelmesini bile yasaklarlardıya… Doktor onlara kızın sevgilisini görmesinin iyi olabileceğini söylemişlerdi. Hele ki bu haldeyken. Erkek kızın odasına ilk girdiğinde kızı gülerek kendini karşılamak için bekler buldu. Ama içeri girip yatağın yanına kadar geldiğinde kızın aslında gülmediğini, yüzündeki gülümsemenin mutluluktan çok bilinçsizlikten gelen soğuk bir bakıştan farksız olduğunu anladı. Kız hiçbir şey hatırlamıyor, hiçbir şey söyleyemiyordu. Sadece gözleriyle etrafındakilere bir şeyler anlattığı sanılıyordu profesör tarafından. O da belki.

 

Erkek kızın yatağının başının ucuna gelerek ona bir süre baktı. Eliyle gözlerinin etrafında daireler çizdi dikkatini çekebilmek için. Sonra aklına daha parlak bir fikir geldi ve kızın serum yemekten incelmiş bileklerine birer öpücük kondurdu. Kız gözlerini kıstı, kapattı, bileklerini kendine çekip serum şişesini yere devirdi. Kızın annesi tam “ne yaptın kızıma” diye çocuğun üstüne yürüyordu ki doktor araya girdi: “Durun kızınız ilk defa bariz bir tepki veriyor!..”

 

Evet kız gerçekten de bu öpücüklere tepki veriyordu. Gözlerindeki donuk bakışlar yerini isabetli göz kaydırmalarına bırakmıştı. Ve erkekle kızın gözleri bir noktada buluştu. Kız ona bakarak dilini damağına sürttü. Dudaklarını o şeklinde büzdü. “Aman Allahım bu bir mucize, bize bir şey söylemeye çalışıyor” dedi doktor. Anne “evet kızım ne istiyorsun kızım söyle hadi bize” deyip oturuverdi kızının başucuna. Baba uzakta sessizce ağlıyor kazadan beri ağızından düşürmediği tanrıya şükürler ediyordu şimdi.

 

Kız yaklayık dört dakikalık bir uğraştan sonra “domates” deyiverdi. Domates mi? Evet diye onayladı kız. Domates. Bunu derken yanında oturmaya bile korkan erkek arkadaşını gösteriyordu. “Domates istiyorsan hemen getireyim” dedi annesi. Kız isterik bir çığlık atarak erkek arkadaşını gösterdi. “Do-ma-tes” Erkek de dahil olmak üzere odadaki kimse kızın ne dediğini tam olarak çözememişti. Hemşire babadan aldığı talimatla elinde bir iki kızarmış (belki biraz hormonlu) dev gibi domatesle içeri girdi. Kız hala erkek arkadaşına bakıp domates diyordu. Hemşirenin uzattığı domatesler kızın kucağına kondu. Kızın gözleri o ana kadar ilk defa güldü. Böylesine konuşmaya çalışmak onu gerçekten yormuştu ve bu belli oluyordu. Ancak tecrübeli doktor odada bu mucizeye sebep olan şartların bir ya da birkaçı değişmeden önce bir mucize daha bekliyordu: Acaba kız şuurlu bir biçimde mi konuşuyordu yoksa bu da doğanın insafsızca bir şakası mıydı?

 

Kız kucağında duran domatesi güçlükle eline aldı. Yavaşça kaldırarak yanağına sürdü. Sanki onu yiyecekmiş gibi değil, sevecekmiş gibi duruyordu. Sevdi de. Yanağında yukarıdan aşağı dolaştırdığı domatesi alıp erkek arkadaşının yanağına sürdü. Ve tekrar domates dedi. Önce baba kızım yaşayacaaaaak” diye bağırarak inletti odanın içini. Anne “kurtuldu kızım kurtuldu. Geri zekalı değil o”dedi. Fizik tedavi uzmanı “yaşasın motor hareketlerinde bir sorun yok. İnce detaylara kaçmadan hemen her şeyi yapabiliyor” dedi ortalık yere. Erkeğin anne babası bu sevince ortak olabilmek için kızın anne babasına sarıldılar.

 

Erkek “bana diyor” deyince odada bir sessizlik oldu. “Beni domates diye seviyor. Bana espri yapıyor…” Beyin cerrahı olan doktor “o zaman bilincinin yerinde olduğunu ve bunu da sizin sevginizin yaptığını söylemeliyiz” dedi göz yaşlarını tutamayan bir biçimdi. “Değerini bil oğlum bak şu an bu kelimeyi etmek onun için dişleriyle bir uçağı çekmek kadar zor. Bu domates kelimesi senin hayatında yeni bir dönüm noktası olabilir. Ve bundan sonra öğrendiği her kelime senin başarın olacaktır” dedi.

 

Bir an içi gururla doldu erkeğin. Kızın o zayıflıktan bitmiş vücuduna dokunmak istedi. Ama bunu yapamadı. çünkü göz yaşlarına boğulmuştu. O artık ebediyyen kız arkadaşının domatesiydi.

 

Kız hastaneden çıktıktan sonra erkek arkadaşı da yanında olmak üzere yoğun bir eğitim programından geçti. Temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek minicik bir kaç kelime öğrenebildi bu kadar hayatı boyunca. Ancak erkek arkadaşı hala onun domatesiydi. “Domates domates” diye bağırıp duran kızın ağızının kenarından akan salyaları büyük bir özveriyle silen genç “Haydi bana bir kez daha domates de bakayım” diyerek ona olan sevgisini sınamak istedi. Hayatta hiçbir kelime bundan daha romantik ve anlamlı olmamıştı.

:wub::)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Beyinölçer

 

Kimseler bilmeyecekti onun dehasını. Bilmemeliydi de zaten. Hani Amerika’da olsa, dünya kadar paralar kazanan bir makina mühendisi olabilirdi. Ama olduğu yerde mutluydu o. Evinin içi uçan kaçan, sıradan insanlar için mucize sayılabilecek makinalarla doluydu.

 

Yataktan kalkmasından tutun da evden çıkarken ayakkabılarının giydirilmesine kadar yardımcı olan makinalardı bunlar. Jetgiller çizgi filminden gördüğü aletlerdi bunlar. İhtiyacı olan her türlü aleti yapabilecek güçteydi. Yapıyordu ve yapacaktı işte. Yeter ki neye ihtiyacı olduğunu bilsin.’, ‘En çok sevdiği alet beyinölçer ismini verdiği küçük kulaklık biçimindeki icadıydı. Yabancı bir isim bulmaktan hoşlanmadığı için bu ismi vermişti ona ya… Aslında işlevi tam olarak beyin ölçmek değildi. Hani şu ihtiyarların ve duyma güçlüğü çekenlerin kulaklarındaki aletleri andırıyordu biraz. Kulağından çıkan ucunu karşınızda bulunan kişinin göz hizasına getirdiğinizde onun hissettiği yoğun duyguları yansıtıyordu size.

 

Örneğin öfke: Eğer karşısında bulunan kişi öfkeliyse Heavy Metal bir cızırtı çıkarıyordu kulaklarında. Mutluysa veya neşeliyse çıkan seslere için birbirine yakın sesler seçmişti. Tatlı bir bip sesi geliyordu. Sıkıntılıysa ıslık gibi bir ses, heyecanlıysa dalgaların kıyıya vurma sesi geliyordu. Bu sesleri bilgisayar oyunlarından seçmişti. Başka sesler de koyabilirdi ya… Aman canım ne olacak sanki piyasaya sürülmeyecekti ya bu makina. Öyle kendi hobisi için kullanılıyordu işte. Zaten genellikle eğlenmek için kullanıyordu bunu.

 

O gün kız arkadaşıyla buluşacaktı. Kız arkadaşının telefondaki sesini hiç beğenmemişti. Bir şeyler söylemeye çalışıyor ve söyleyemiyordu sanki. Birbirini seven insanların kullanmaması gereken bir ses tonuyla konuşuyordu.

 

Oysa ne kadar mutlulardı. Bir ağacın altında kimseye görünmeden öpüşmek, bir kahvede paraları olmadığı için bir simidi ortadan ikiye bölerek yemek, bir papatya bulun bir bankta otururken dakikalarca bunu seyretmek onların mutlu olması için yeterliydi. Ama o ses tonu olmuyordu, bu ilişkiye yakışmıyordu. Kız arkadaşının en sevdiği kıyafetleri seçti dolabından çıkmadan önce. Yine onun hediyesi gümüş yüzüğü taktı parmağına. Saçlarını tararken gözüne beyinölçer ilişti. Evet ne zamandır hediye vermiyordu ona. Belki bu aleti hediye olarak verebilirdi. Belki de artık dünyaya kendinin bir deha olduğunu açıklama zamanı gelip çatmıştı. Kimbilir belki kız arkadışının beynine bir bakar… Yok yok. Bu ayıp olurdu. Birbirini seven insanlar birbirlerine güvenirlerdi. “aman canım takarım ve ona hislerini söylerim. Bu günün esprisi de bu olur” diye düşündü. Bu espri hoşuna gitmişti.

 

Her zaman buluşacakları kafeye biraz erken gitti. Oturup beklemeye başladı. Her zamanki gibi tam vaktinde gelecekti. Çay soracaktı kahveci. O her zamanki gibi çay istemeyecekti. Elma var mı diye soracaktı. Tabii ki elma olacaktı. Ve masaya servis yapılacaktı elma. Eller bir araya gelecekti, okuldan ve aileden bahsedilecekti biraz daha. Sonra da artık akıllarına ne gelirse ondan konuşulacaktı.

 

Kız arkadaşı gecikti biraz. Önce on dakika. Sonra yirmi. Üst üste beş altı bardak çay midesini kaşımaya başlamıştı. Tam yarım saat oldu nerede kaldı bu kız diyordu ki oturduğu kahvenin köşesinde gözüktü kız arkadaşı. Yanında biri vardı. Uzun boylu biri. Bir şeyler konuşuyorlardı hararetli hararetli.

 

Tanımıyordu bu adamı. Tanımak da istemiyordu. Hani insanın zaman zaman damarlarında ateş dolaşmaya başlar. Bu ateş kol ve göğüs seviyesinde dolaştığı sürece bir sorun yoktur da ne zaman ki beyin seviyesine gelir, o zaman her şeyleri kırıp dağıtmak ister insan. Kız arkadaşı ona bir selam verdi yalandan, yanındaki adama bir şey daha söyledi ve “yanaktan” öpüşüp ayrıldılar. Yanaktan…

 

Oturdular. “Geç kaldın” dedi kız arkadaşına sitemini gizlemeye çalışan bir ses tonuyla. “Evde bir sürü tantana vardı” dedi kız arkadaşı ona. “Keşke bir telefonaçıp geç kalacağını söyleseydin” dedi o yine aynı ses tonuyla. “Evdekilerle kavga ederken kavgayı bölüp ‘’alo canım kusura bakma kavgam biraz uzuyacak sen beni bekleme'’ mi diyeydim yani” diye sordu kız giderek daha da sıkıntılı bir hale gelen ses tonuyla. “O adam kimdi?” dedi bu sefer… Ses tonundaki sıkıntıyı gizlemeye çalışmıyordu artık. Ender ederlerdi ama kavgaları genellikle böyle başlardı. “Aman canım eski liseden bir arkadaş işte yolda karşılaştık hal hatır sorduk bizim Ayşen'’in telefonunu istedi” dedi kız umursamaz bir tavırla. Onun bu tavırlar kanda dolaşan ateş miktarının daha da artmasına neden olmuştu. “Bu arada kulağındaki ne” diye sordu kız konuyu dağıtıp kavgadan kaçmak isteyen bir edayla. “Sonra anlatırım ne olduğunu” dedi o ama aklına ciddi ciddi yatmaya başlamıştı o aleti kullanmak.

 

Eli aletin açıp kapama düğmesine gitti. Aletin kenarını düzelterek karşısındakinin beyininin içine girmeye başladı. Evet sıkıntılıydı karşısındaki. Biraz da üzgündü. Göz göze gelince heyecanlanma sesleri veriyordu. Bu hoşuna gitti. Ama damarlarındaki ateş… “Tam buraya geldiğinizde kulağına eğilip söylediğin şey neydi o herifin?” dedi bu sefer kulağındaki aletin işlevini unutup. “Ya o benim eski bir arkadaşım, herif filan deme. Ayrıca niye seni görünce kulağına eğilip bir şey söyleyeyim manyak mıyım ben?” dedi kız bu sefer kızgınlık türküleri beyinölçerden vızır vızır çıkıyordu. “Vay demek herif dememe bozuluyorsun beyefendiye. Köpek yalamış gibi saçlarıyla sana yaltaklanan adamlara herif dememe de kızılıyor demek artık…” “evdekilerle niye kavga ettiğimi sormuyorsun…” dedi kız. Sesinde geldiğinden beri olmayan bir şey vardı. Bunu sanki aklına yeni birşey gelmiş gibi söylemişti. “Konuyu değiştirmeye çalışıyormuşsun gibi geldi bana ama söyle bakalım…” “Annemlerin seni tanıdığını biliyorsun. Geçen gün çarşıda, hastayım diye bana gelmediğin gün bir kızla görmüş annemler seni. Kızla sarmaş dolaş olduğunu söyledikleri için kavga ettim onlarla.”

 

Alnını kaşıdı bir süre kulağındaki kulaklığın sesini kıstı. Hangi gündü o? Ha evet doğumgünü için hediye alınan gün. Dört gün sonra doğumgünü vardı ve doğumgününde makyaj malzemesi almak için apartmanlarındaki çocukluk arkadaşından yardımn istemişti. Ne kadar süreceğini, makyaj takımının ne kadar zamanda alınabileceğini bilmediği için de hastayım bugün buluşmayalım dedimşti kız arkadaşına. O kız evliydi hem.. Üstelik onları çarşıya oralarda işi olan kocası bırakmıştı. “Eğer paran yetmezse gel bizim dükkandan al” bile demişti güleç yüzlü koca. Bu kadar uğraşın üstüne şimdi o gün yapılanlardan bahsetmek pişmiş aşa su katmak olacaktı. “Beni savunduğuna göre benim biriyle kırıştırmayacağımı biliyorsun. Ama benimle bu konuda kavga ettiğine göre de böyle bir şeyi yapabileceğimi içten içe düşünüyorsun ha?” Bu sefer kız gözleri kaçırdı. Beyinölçer sıkıntı sinyalleri veriyordu. Ama tam olarak sıkıntı sinyali de değildi bu. Yeni bir sesti bu. Bir makina mühendisi dehası olabilirdi. Ancak insan ilişkilerinde bir yere kadar başarılıydı.

 

Beyinölçeri yaparken sadece aklına gelen birkaç duyguyu yüklemişti. Neler yoktu makinanın içinde? Belki yalan… Veya kıskançlık. Hagisi olabilirdi bu duyduğu yeni ses?

 

Eğer yalan söylüyorsa o adama karşı bir şeyler hissediyor demekti bu. Eğer yapılan şey kıskançlıksa bir sorun yoktu. Ne oluyordu? Yoksa bu kadar senelik arkadaşlıktan sonra güvenini mi kaybediyordu kız arkadaşına karşı?”Kalk yürüyelim seni beklerken deli gibi çay içtim bir bardak daha içersem kusacağım şuraya” dedi ve kalktılar. Bu sesin ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Şüphe beyninin içini kemiriyordu. Şimdi kız arkadaşına “bana okkalı bir yalan söylesene şu aleti deneyeyeyim bir” diyemezdi. Eh aynı mantıktan yola çıkacak olursak durup dururken kıskanmasını da isteyemezdi. Aklından geçen bir fikir yıldırım hızıyla aydınlattı beyininin içini. Yanından geçmekte olan bir kıza dğru döndü ve abartılı bir biçimde bacaklarına bakmaya başladı. Kız arkadaşı önce çantasında bir şeyleri karıştırmakla meşguldü ama hareketler ve bakmalar o derece abartılıydı ki bunu farketmemek için manda olmak lazımdı. “Nereye bakıyorsun aptal?” Kız arkadaşının en büyük küfürü ‘’aptal'’dı. Onu da çok ender söylerdi, çok sinirli olduğu zamanlar. Zaten beyinölçer zangır zangır titriyordu kafasının içinde. Ve yine o ses geldi kulaklarına. Yalan değildi bu. Kıskançlıktı. Kız arkadaşı onu seviyordu. Aldatmıyordu işte. Hayat güzeldi, kız arkadaşı güzeldi. Evlenip bir yuva kuracaklardı. Mutlu yaşayacaklardı.

 

“Sen kendini ne sanıyorsun? Yoldan geçen kadınlara nasıl böyle maganhdalar gibi bakabilirsin?” Kız arkadaşı ağlayacak gibi olmuştu. “Ben de gidip o herif diye çağırdığın arkadaşımın yemek davetini kabul etseydim bari…” Bu son cümle kanında dolaşan ateşin patlama noktasına gelmesine neden olmuştu. Ama beyinölçer bambaşka bir ses frekansında sinyal gönderiyordu bu sefer. Evet evet yalan sinyali işte buydu. Kız arkadaşı yalan söylüyordu. Onu kıskandırmak için söylüyordu bütün bunları.

 

“Adam olana kadar benimle görüşme” diyerek onu yolun ortasında bırakıp otobüs durağına doğru ilerlemeye başladı kız arkadaşı. O öylesine sevinçliydi ki. Öncelikle o adam onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. İkincisi çok sevildiğini biliyordu ve teknoloji bunu kanıtlamıştı ona. Resmen mutlu maymun olmuş, sevinçten yerinde duramıyordu. Gitme diyemedi ona. Kulağındaki aleti çıkardı. “Doğumgünün” dedi… Doğumgününde verecektim ama şimdi vereyim.” Makyaj takımı nasıl olsa verilirdi. Ne zaman olsa verilirdi. “Her şeyi açıklayabilirim sana” diyerek peşinden koşmaya başladı kız arkadaşının.

 

Akşam saatlerinde iki genç birbirlerinin beline sarılmış asfalt üstünde sahile doğru yürüyorlardı.Birbirlerine çok sıkı sarılmışlardı. Kız kulağındaki aletin ucunu düzeltip “lisedeyken o yanımda gördüğün adama aşıktım” dedi. Delikanlı elini kızın belinden tam çekecekti ki kız gülerek erkeğin elini alıp kendi belinin üstünde birleştirdi: “Bu aletin sen sinirli ve kıskançken çıkardığı seslerin birleşmesine bayılıyorum.” Deliler gibi gülüyordu kız. Bunun şaka olduğunu anlamak erkeğin beyin seviyesindeki ateşli kanın pahtılaşmasına neden oldu. “Bizim evdeki saç kurutma makinası bozulmuş hayatım onu da tamir edebilecek mi senin tekniker dehan” diye yeni bir soru kız. Bu sefer ikisi de gülmeye başladılar. “İstersen saç kurutma makinasını uzaktan kumandalı bile yapabilirim” dedi erkek.

 

İkisi birden kusuncaya kadar güldüler buna.

 

Hayat her zaman bu kadar kolay olmayabiliyordu. Ancak hayat bu kadar kolayken çok güzeldi. :wub:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.