Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ


Misafir Marcus

Önerilen İletiler

Sesleniş...

 

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

 

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

 

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

 

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

 

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

 

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

 

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

 

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

 

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

 

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

 

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

 

Bağımsızlık, Mustafa Kemal' den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

 

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

 

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

 

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

 

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

 

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

 

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

 

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

 

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...

 

Cumhuriyet 25.8.1975

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

UNUTTURULAN ATATÜRK

 

Atatürkçülük ne demektir?

Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.

 

- Amacımız , ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız. Bu konuda karar ve inancımız kesindir.

 

Atatürkçülüğü, "tam bağımsızlık" inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri "Atatürkçülük" adına savunmanın hiç olanağı yoktur. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarına dayanağı, şu iki temeldir: Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!..

 

- Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...

 

İşte Atatürk budur, işet "Atatürkçülük" budur...

 

Kurtuluş Savaşı, kökeninde "antiemperyalist" ve "antikapitalist" düşüncelerin kutsal harcını taşır:

 

- Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.

 

Bu sözleri söyleyen ve her adımında ulusal bağımsızlığı, devrimci ve ilerici bir dünya görüşü ile sağlayıp pekiştiren Atatürk'ü bugün içine itildiğimiz ekonomik tutsaklığın temeli ve adı gibi görmek, Atatürk'e ve Atatürkçülüğe karşı yapılabilecek en ağır ve de en sinsi saldırıdır.

 

Atatürkçülük bağımsızlık demektir, Atatürkçülük ulusal onur demektir, Atatürkçülük devrimcilik demektir. Kurtuluş Savaşımızın ve ulusal devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri daha o günden görmekteydi:

 

- Karşılıklı güvenlik ve esenlik, bütün dünya uluslarının üzerinde titremesi gereken bir mutluluk ilkesidir. Ancak bu ilke bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok, sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı, bir takım güçlü ulusların yeni davranış ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir. Hele uluslararası silah alışverişinin, birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak önlemlerin alınması bu kuşkuyu artırmaktadır...

 

Unutturulan, unutturulmak istenen Atatürk ve Atatürkçülük budur! Televizyon ekranlarında Türk halkına tanıtılmayan, anımsatılmayan sözler de işte bu sözlerdir:

 

- Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız...

 

"Ezilen uluslar bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, yeniden ezilen ulusların, Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak, biz Atatürkçülerin, biz devrimcilerin namus borçlarıdır.

 

- Bütün dünya bilsin ki benim için tek yanlılık vardır. Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı...

 

Atatürk'ün bütün dünyaya duyurduğu bu ilerici ve devrimci düşünceleri ne yazık ki, ülkeyi Atatürk'ten sonra yöneten, yönettiğini sanan politikacılar eliyle hançerlendi ve Atatürk, gerçek nitelikleri ile değil, beylik anma törenlerinin donmuş kalıpları olarak tanıtılmak ve benzetilmek istendi.

 

Atatürk'ü hiç olmazsa bu yıl, gerçek nitelikleri ile tanıtabilirsek, geçmiş dönemlerin ihanetleri bir ölçüde unutulmuş olur. Kurtuluş Savaşı'nın yüce önderini "Atatürk Yılı"nda inançla selamlıyoruz:

 

Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa...

 

Uğur MUMCU - Cumhuriyet, 6 Ocak 1981

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Namus sözleri unutuldu

 

Mumcu suikastı 'failsiz' yedinci yılını doldurdu. Sekiz hükümet, suç duyurularına kulak asmadı. Namus sözü verenler terfi etti, cinayetin üzerindeki perdeyi aralamaya çalışanlar cezalandırıldı

GÜNEŞ G. ILICAK

ANKARA - Faili meçhul cinayetlerin sayısı her geçen gün katlanarak artarken, devletin gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ardından verdiği, ancak tutmadığı 'namus' sözü, bugün yedinci yılını dolduruyor. Uğur Mumcu suikastı 'asli faili' bulunmadan yeni bir yıla girerken, TBMM'nin faili meçhuller konusunda yaptığı suç duyurularına kulak asmayan hükümet sayısı da sekize yükseldi. TBMM tarafından görevini savsaklayanlar hakkında yapılan suç duyuruları, hâlâ tozlu raflardan indirilmeyi bekliyor.

 

Savcının önlenemeyen yükselişi

24 Ocak 1993'te bombalı bir suikast sonucu yaşamını yitiren Mumcu'nun ölümünün ardından olayın aydınlatılacağı konusunda namus ve şeref sözü veren siyasiler ve bürokratlar çeşitli makamlara terfi ederken, cinayetin üzerindeki sis perdesini aralamaya çalışanlar siyaset sahnesinden silinerek cezalandırıldı. Suikast tarihinde başbakan olan Süleyman Demirel bugün görev süresinin uzatılmasını beklerken, soruşturmayı savsaklayan dönemin DGM Savcısı Ülkü Coşkun, hakkındaki ceza istemleri göz ardı edilerek terfi ettirildi. TBMM'de kurulan ve olayı sorgulayan komisyonda görev alan bazı milletvekilleri ise, seçimlerde kendi parti liderlerince listelere alınmayarak cezalandırıldı. Cinayetin ardından ortaya çıkan tanıklar 'yalancı' diye nitelendirilip susturulurken, olaya karıştığını ileri süren tek sanık da 'deli' ilan edildi. Olaydan bu yana geçen yedi yıllık dönemde Mumcu adına tahammül edemeyenler, cadde ve sokaklarda isim değiştirerek intikam alırken, ailenin idare hakkında açtığı tazminat davalarının bir kısmı da hâlâ sonuçlanmadı.

 

Suçlamalar havada kaldı

Mumcu cinayeti soruşturmasında görevini kötüye kullanan kamu görevlileri hakkındaki suç duyuruları tozlu raflara kaldırıldı. Soruşturmanın savsaklanmasında birinci derecede rol oynadığı müfettişlerce saptanan ve hakkında disiplin cezası verilmesi istenen dönemin savcısı Ülkü Coşkun, terfi eden bürokratların başında yer aldı. Mumcu cinayetini 'devletin yaptığını, siyasi iktidarın isterse çözeceğini' ifade eden Hâkim Albay Ülkü Coşkun, hakkındaki suç duyuruları Milli Savunma Bakanlığı'nca 'görülen lüzum üzerine' işleme konulmadığı gibi, tetkik hâkimliğinden Askeri Yargıtay üyeliğine getirildi. Dönemin Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral ise emekli olduktan sonra MHP'den siyasete atıldı, ancak daha sonra partiden de uzaklaştırıldı.

 

Komisyon, savcıları suçladı

1993'te kurulan Meclis Araştırma Komisyonu tarafından, Demiral ile Coşkun hakkında, 'araştırma komisyonu'nun çalışmalarını engelleyip, hukuka aykırı olarak Emniyet Müdürlüğü'nün bilgi ve belge akışını kesmek' suçlamasıyla, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu'na suç duyurusunda bulunuldu. Bu suç duyurusu da işleme konmadı. Mumcu ailesinin şikâyeti üzerine 1995'te soruşturma başlatan Adalet Bakanlığı, 'disiplin cezası' verilmesini kararlaştırdı. Ancak asker savcı olan Coşkun hakkındaki bu işlem, Milli Savunma Bakanlığı'nca 'görülen lüzum üzerine' yerine getirilmedi.

1997'de kurulan Meclis Araştırma Komisyonu raporunda ise, Demiral ve Coşkun'a yöneltilen 'soruşturmayı savsaklama ve görev kusuru' suçlamalarının yanı sıra, hakkında soruşturma yapılması istenen kişiler şöyle sıralandı:

"Mumcu'yu koruma konusunda gerekli önlemleri almayan dönemin Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu ile her kademede görev yapan ilgililer; TRT'de Perde Arkası Programı'na katılarak soruşturmanın gizliliğini ihlal eden kamu görevlileri; Ateş Hattı Programı'na tanık Ayhan Aydın'ı götürerek soruşturmanın gizliliğini ihlal eden kamu görevlileri; İslami Hareket Örgütü üyelerinin yakalanma tutanaklarında tahrifat yapan ve imha tutanakları düzenleyen İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polislerle diğer ilgili ve görevliler."

 

Savsaklamanın püf noktaları

Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu Raporu'na göre, savcılara yöneltilen suçlamalar şöyle özetleniyor:

 

Soruşturmanın gizliliği ihlal edilmiştir. DGM savcılığı, soruşturmanın devam ettiği ve faillerin henüz belli olmadığı bu olayda en önemli delil sayılabilecek bu raporu, gizli tutulması gerektiği halde alenileştirerek olayı zora sokmuştur.

Suikast tanığını iradesi dışında televizyon programına çıkartan polis yetkilileri hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır. Savcılığın bu tavrı, söz konusu tanığın sindirilmesi olarak değerlendirilmiştir. Bu konularda birinci derecede sorumlu olan zamanın DGM Başsavcısı Demiral, hiçbir soruşturma ve dava açmamıştır. Komisyona bilgi vermekten kaçınan Demiral'ın, programın yayımlanmasından sonra sorumlular hakkında herhangi bir işlem yapmaması önemli bir eksikliktir.

Mumcu'nun öldüğü tarihte numaraların istenmesi durumunda, geriye dönük altı aylık bir sürenin telefon numaralarının incelenmesinin mümkün olduğu anlaşılmıştır. Coşkun, 'Mumcu'nun telefonla konuştuğu numaraları PTT'den sormanın akıllarına gelmediğini, bu konuda bir tespit ve soruşturma, çalışma yapmadıklarını, bu konuda önemli bir tespitleri de olmadığından araştırma yapamadıklarını' ifade etmiştir. Bu konuda DGM savcılığının görev kusuru olduğu sonucuna varıldığından, ilgililer hakkında soruşturma açılmalıdır.

İslami Hareket Örgütü ile ilgili operasyon tutanaklarında tahrifat yapılmıştır. Delil toplama ve ifade almada gerekli özen gösterilmemiştir. Patlamanın hemen arkasından olay mahalli tam kontrol altına alınamamıştır. Gelenlerin siyaset adamları olması, bu ihmal için mazeret olamaz. Deliller ayaklar altında çiğnenmiştir. Görgü tanıklarının listesi ve delil tespit cetveli yapılmamıştır. Bazılarının ya ifadesi alınmamış ya da çok geç alınmıştır. Taksi şoförleri ile polis memurlarının ifadeleri tek tiptir. Burada bir yönlendirme olduğu konusunda kuşkular vardır. Olay sırasında fotoğraf çektiği ifade edilen zenciler ile ilgili bir araştırma yapılmamıştır. Mumcu'nun komşusu Ömer Çiftçi'nin ifadelerindeki çelişkiler DGM savcılığınca değerlendirilmelidir. Büyük otellerde bir araştırma yapılmamış olması, üzerinde durulması gereken bir eksikliktir.

 

24 Ocak 1993'de katledilen Uğur Mumcu suikastı faili mechul cinayetler arasındaki yerini hala koruyor. Veriler tüm sözlere karşın suikastın arkasındaki isimler ve örgütlere ilişkin ipucu bile bulunamadı. Mumcu, bugün başlayacak "7. Adalet ve Demokrasi Haftası'nda" anılacak. Mumcu dostları, bugün, suikastın meydana geldiği sokakta ve mezarı başında bir araya gelecek. Büyük Tiyatro'da "Dizelerde saklı yaşam" konulu oyun sergilenecek.

 

Gazeteci - yazar Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993 yılında evinin önünde arabasına konan bombanın patlamasıyla katledilişinin üzerinden yedi yıl geçti. Ancak hala cinayetin failleri konusunda kesin bir bilgiye ulaşılamadı. Mumcu suikastı da faili meçhul cinayetler arasındaki yerini koruyor.

Mumcu, bugün başlayacak "24 - 31 Ocak 7. Adalet ve Demokrasi Haftası'nda" anılacak., Hafta Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı um:ag) ve 60 sivil toplum örgütü işbirliğiyle gerçekleştirilecek Mumcu dostları, bugün saat 13.00'te suikastın meydana geldiği sokakta, 15.30'da Cebeci Asri Mezarlığı'nda bir araya gelecek. 20.00'de Büyük Tiyatro'da "Dizelerde saklı yaşam" konulu oyun sergilenecek.

(Gazeteci Yazar Uğur Mumcu'nun katlinin üzerinden yedi yıl geçmesine karşın, olayla ilgili olarak şu ana kadar sadece bir kişi yargıç önüne çıkartılabildi.

Savcılık beş yıl süren soruşturma sonunda hazırladığı iddianamede, "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın sanık Abdullah Argun Çetin ile ilişkili olduğunu saptadı, ilişkinin ne için kurulduğu sorusu karanlıkta kaldı.

Keleş, olayla ilgili hazırladığı iddianamede, sanık Çetin'in "Mumcu'nun öldürülmesi için oluşturulan çetenin üyesi" tespitini yaptı. Çetenin isminin belirlenemediği iddianamede, çetenin diğer üyelerinin sadece isimleri geçti.

İddianame, kamoyunun yanıt aradığı pek çok sorunun yanı sıra, yanıtları karanlıkta kalan şu soruları da gündeme getirdi:

* Yeşil olayın neresinde: Abdullah Argun Çetin'in "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ı 1992'de tanıdığı, "Sebahattin" isimli kişiyle de bağlantısı bulunduğunu belirtti. Çetin'in Budapeşte'de olduğu sırada Yeşil'le görüştüğü kaydedildi ancak görüşmenin ne için yapıldığı yanıtsız kaldı.

* İsim var kimlik yok: İddianamede, Çetin'in kimlerle nerede görüştüğü açıklanırken, sadece isimlere yer verildi. Ancak bu kişiler kimdi ve yakalanması için ne gibi işlemler yapıldı?

* Formül hala geçerli mi: Çetin'in içinde bulunduğu çetenin, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın eşi Berna Yılmaz veya alternatif olarak kardeşi Turgut Yılmaz, Gazeteci Emin Çölaşan, o dönem milletvekili olan Cavit Çağlar'ın oğlu Mustafa Çağlar ve işadamı Ali Balkaner'in oğlu Hakan Balkaner'e 11 Kasım 1998'de suikast hazırlığı planı içinde olduğu kaydedildi. Sanık Çetin'e bu planın formülü olan "3 x 11 - 6 H"ın Selahattin isimli kişi tarafından İstanbul'da verildiği bilgisi tespit edildi. Formül, "1998 yılının 11. ayının 11. gününde saat 11.00'de 6 kişiye yönelik eylem" yapılacağı bilgisini içeriyordu. Planı kimin kurduğu somutlaşmadı.

* Ayhan neden ciddiye alınmadı: Almanya'da tutuklu bulunan Cengiz Ayhan isimli kişi, DGM'ye gönderdiği mektupta, Mumcu'yu kendisinin öldürdüğünü savundu. Savcı Keleş Almanya'ya giderek Ayhan'ın ifadesini aldı. Ancak Ayhan'ın ifadeleri hiçbir şekilde iddianameye yansımadı. Cengiz Ayhan kendisinin Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (ETKO) adlı örgütün lideri olduğunu ileri sürüyordu.

 

PKK - Hizbullah ilişki

Mumcu öldürüldükten sonra, kendisini hedef haline getirebilecek yazıları üzerinde yeniden düşünülmeye başlandı. Mumcu'nun faili meçhul cinayetler konusunda yazdıklarından bazıları şöyle:

"Bu iki örgütün (PKK ve Hizbullah) birbiriyle bağdaşması olanaksız gibi görülüyorsa da, 1990'da PKK ile Hizbullah arasında yakınlaşmalar olduğu biliniyor. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Almanya'da yayınlanan örgütün yayın organı Serxwebun adlı gazetede 1990 Kasım sayısında yayınlanan 'Kürdistan'da Türklük, İslamiyet ve Ulusal Kurtuluşçuluk' yazısında şu görüşleri savunmuştu: 'Dinin anti - emperyalist, anti - sömürgeci bir temelde ve halkın tarihi geleneklerine uygun bir mücadele aracı olarak kullanılmasına önayak olmak gerekir. Gerekli örgütlenmeleri yapmalıyız. Tarikatlara ve mezheplere ulaşmalıyız'" (Milliyet 21 Şubat 1992)

"Turan Dursun'u kimler öldürdü? Kimlerin öldürdüğü ad ad bilinmiyor. Belki katillerin kimlikleri hiç bilinmeyecek de. Ama İslam dinini eleştiren bir eski din adamını kimlerin niçin öldürecekleri herhalde biliniyor. Katiller büyük olasılıkla İslamcı terör örgütlerinin militanlarıdır. Bu örgüt 'Hizbullah' örgütü müdür, 'İslami Cihad' mı, 'Türkiye İslami Kurtuluş Cephesi' mi, yoksa adı duyulmamış bir başka örgüt mü?" (Cumhuriyet 6 Eylül 1990)

"Dünyada terör yöntemleri kullanan İslamcı örgütler yok mu? Mısır'daki 'Müslüman Kardeşler' var, İran kökenli 'Hizbullah' var. Bunların Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetleri ile ilgileri var mı? Öldürülenlerin kimlikleri, yaşamları boyunca uğruna savaştıkları ilkeler, bu cinayetlerin İslamcı terör örgütlerince işlendikleri kuşkusunu doğruyor" (Cumhuriyet 2 Kasım 1990)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

UNUTTURULAN ATATÜRK

 

Atatürkçülük ne demektir?

Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.

 

- Amacımız , ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız. Bu konuda karar ve inancımız kesindir.

 

Atatürkçülüğü, "tam bağımsızlık" inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri "Atatürkçülük" adına savunmanın hiç olanağı yoktur. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarına dayanağı, şu iki temeldir: Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!..

 

- Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...

 

 

Şimdi sana ve marcus'a soruyoruyorum Kullanıcı isimleriniz neden türkçe deilde yabancı

 

Senin jön

 

onun marcus

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Şimdi sana ve marcus'a soruyoruyorum ...

 

Sayın pale...

 

Kişisel eleştirilerinizden daha çok konunun içeriğine yönelik görüşlerinizi yazmak çok daha olumlu bir yaklaşım...

 

Ve bu konuyu takip edenleri daha çok ilgilendiren bir durum...

 

Bu yaklaşımınızın konuyu proveke etmek olabileceği hiç aklınıza gelmedi mi.?

 

Bence olumu yada olumsuz...yandaş yada muhalif görüşlerinizi iletmek daha uygun olacaktır...

 

ve üstelik böylece konunun açılımına katkıda bulunmuş olacaksınız...

 

Yok konu hakkında görüş ve birkiminiz yoksa okumakla yetinin isterseniz...

 

tarafınızdan anlaşılabilmek umuduyla selamlar...

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

seninkide pale :D

 

Ancak bu başlığa yazılacak şey

bu değil sevgili pale

bunlara nick diyoruz[/b].Benim önceden

ASFALT diye bir nickim vardı

ancak kafam olduğu yerde ve

her zaman gelişime açık :D

 

pale : tarlada çalışan işçilere güneydoğuda pale diyorlar. Yani yabancı bir kelime deil

 

Bu başlıkta dikkat ederseniz kırmızı renkle belirtiğim ve Atatürkçülüğün kültür emperyalizmine karşı bir tutum sergilendiği ve bizlerinde bu kültür emperyalizmine karşı olmamız gerekirken kendi dilimizi deilde başkalarının dilini kullanmamızdır.

Asıl devrim beynimizin içindeki devrimdir eğer biz kendi içimizdeki devrimi yapamamışsak sölenen bütün bu hamasi nutuklar ve Atatürkçülük sölemleri sadece lafta kalır. Öncelikle söylem ve eylemin tutarlı olması lazım gelir diye düşünüyorum.

 

Bunlara nick dendiğini sayende öğrenmiş oldum(!) saol

 

Benim önceden

ASFALT diye bir nickim vardı

ancak kafam olduğu yerde ve

her zaman gelişime açık

 

Gelişimin bunla ne alakası var anlamadım bence ASFALT niki marcus olmuşsa gerilemişsin Atatürk'ün dile ne kadar önem verdiğini sölemem gerek yok sanırım. Eğer nick'im değişebilir ama ben aynıyım diyorsan ben yinede derim ki belki bilerek belkide farkında olmadan bir yabancı hayranlığı yine de var bugün nick'ini değiştirdin yarın ismini ve gerisi de gelmesinden korkaraım sen yapmasan da çocukların bıraktığı yerden devam eder sonra bir bakmışsın ki sen sen olmaktan çıkmışsın tabi yanlış anlama bu sen diye sölediklerim genel anlamda söliyorum yani şahsınızı kast etmiyorum ben sen hepimiz

 

saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın pale...

 

Kişisel eleştirilerinizden daha çok konunun içeriğine yönelik görüşlerinizi yazmak çok daha olumlu bir yaklaşım...

 

Ve bu konuyu takip edenleri daha çok ilgilendiren bir durum...

 

Bu yaklaşımınızın konuyu proveke etmek olabileceği hiç aklınıza gelmedi mi.?

Bence olumu yada olumsuz...yandaş yada muhalif görüşlerinizi iletmek daha uygun olacaktır...

 

ve üstelik böylece konunun açılımına katkıda bulunmuş olacaksınız...

 

Yok konu hakkında görüş ve birkiminiz yoksa okumakla yetinin isterseniz...

 

tarafınızdan anlaşılabilmek umuduyla selamlar...

 

 

 

Değerli arkadaşım,

 

Eğer iletimi önyargısız okursan ve daha sağlıklı bir değerlendirme yaparsan kişisel bir eleştiri olmadığını ve neden böle bir eleştiri getirdiğimi anlarsın.

 

O senin bakış açına bağlı benim öle bir niyetim yok ama sen illada öle algılamak istiyorsan o senin sorunun.

 

 

Yok konu hakkında görüş ve birkiminiz yoksa okumakla yetinin isterseniz...

 

tarafınızdan anlaşılabilmek umuduyla selamlar...

 

Uslubunuza dikkat edin benim birikimim var ya da yok seni ilgilendirmez.

2- Okurum veya yazarım neyele yetinip yetinmeyeceğimide sana soracak deilim.

 

Lütfen biraz saygılı olalım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

[/u]

 

pale : tarlada çalışan işçilere güneydoğuda pale diyorlar. Yani yabancı bir kelime deil

 

 

Gelişimin bunla ne alakası var anlamadım bence ASFALT niki marcus olmuşsa gerilemişsin Atatürk'ün dile ne kadar önem verdiğini sölemem gerek yok sanırım. Eğer nick'im değişebilir ama ben aynıyım diyorsan ben yinede derim ki belki bilerek belkide farkında olmadan bir yabancı hayranlığı yine de var bugün nick'ini değiştirdin yarın ismini ve gerisi de gelmesinden korkaraım sen yapmasan da çocukların bıraktığı yerden devam eder sonra bir bakmışsın ki sen sen olmaktan çıkmışsın tabi yanlış anlama bu sen diye sölediklerim genel anlamda söliyorum yani şahsınızı kast etmiyorum ben sen hepimiz

 

saygılar[/b][/b][/u]

 

Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktım pale diye bişeye rastlayamadım :D

 

Neyse bu benim için o kadarda önemli değil,konuyu neden ve niçin baltalamak

istedin anlıyamadım.Benim yabancı hayranı olduğumu söylediğinize göre beni

forumda hiç görmemişsiniz. Gerçekten yukarıda yazdıkların seni tatmin edebildimi!!!

Tartışma adına yani :D Elimizde kocaman bir HİÇ var. Sağolun pale... Belki

çocuğuma sizin isminizi veririm.Tabi nüfus müdürlüğü kabul ederse. :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kontrgerilla Öğretileri (Ocak-Haziran 1977)

 

"... vurulup vurulup öldürülen yurttaşlarımız, bir profesyonel katil çetesinin kurbanlarıdır. ... Bir ülkede her eylemi CIA örgütlemez, CIA planlamaz. Fakat oluşan olaylara CIA yön verir. Biçim verir. Bir yerde sıkılan kurşun, bir yerde patlayan bomba, öyle koşullar olur ki, CIA planlarına uygun düşer. Doğrudur; herkesi CIA yönetmez. Fakat birçok kişi, bilerek ya da bilmeyerek CIA planlarına araç olur. (Cumhuriyet, 29 Nisan 1977, Korku...)

 

... Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de CIA vardır ve bazı devlet kurumlarıyla iç içedir. CIA belli olaylara karışır, belli olayları saptırır, yozlaştırır. Amacı, hangi ülkede olursa olsun, solun, geniş bir birlik yaratarak iktidara gelmesini önlemektir. (Cumhuriyet, 7 Mayıs 1977, Yılgınlık...)

 

... Kontrgerilla, devletin yasal yetkililerince denetlenemeyen bir CIA kuruluşudur. (Cumhuriyet, 1 Haziran 1977, Acaba...)

 

... CIA ile Kontrgerilla arasındaki ilişkileri bilmeden, araştırmadan, şematik yorumlarla CIA olgusunu unutturmaya çalışmak, bilmem, kime hizmet olur!.."(Cumhuriyet, 8 Mayıs 1977, Oyuna Gelmemek...)

 

Uğur MUMCU

 

1 Ocak 1977-30 Haziran 1977 arası yazılar. Şiddetin boyutları öylesine büyümüştür ki, sağcı hükümetin bile ayakları suya erer. 1 Mayıs Taksim katliamı. Ecevit'e suikast girişimleri. Ve "Başbakan" Demirel'in, devletin en üst yetkilisi olarak bu girişimlere karşı önlem almak yerine, "Benden söylemesi; başının çaresine sen bak. Benim gücüm yetmiyor" dercesine, kendisine düzenlenecek suikasti Ecevit'e mektupla bildirmesi. Nedir, başbakanın bile gücünü aşan "güç"? İşte kontrgerilla, gladio, çete... Onun uluslararası, CIA, Amerika boyutları...

 

ISBN: 975-8084-32-1 Haziran 2003, 8.Baskı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.