Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2006 Olsun da Gör O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör Seyreyle gülü bülbülü Çifter çifter aylar gökyüzünde Her gece ayın on dördü Kuşlar geçecek damların üstünden Kuşlar konacak dallara Kanat seslerini duyup uyanırlarsa Gene kuşlarla uyusun çocuklar Olanı biteni anlatma. Hiç görmediğim şey bu Kurdun gözü yılmış sürüden Elmanın yarısı soğuk yarısı sıcak Ağulu bitkilere dolanmış salkım Güneşten yağmur boşanacak Yetsin demir çağının beyliği Yeni bir gün başlıyor demek Yeryüzünde korkusuz yaşamak İki milyar kişiye bir dünya İki milyar kişiye iki milyar ekmek Yazık olur bu düş yarı kalırsa Barış günü insan hakkı yenirse Köroğlu’nun sözü dinlenmelidir Sivas ilinin Banaz köyünden Pir Sultan Abdal dirilmelidir. Ah günüm yetse görmeye seni Seni övmeye gücüm yetse Barış çağı altın çağ Son ozanı ben olayım bu özlemin Bu özlem bitse O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör Seyreyle deli ozanı Baştan başa sevda batan başa tutku Dili baldan tatlı. Melih Cevdet Anday Alıntı
Φ BlackWhite Gönderi tarihi: 12 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 12 Ocak , 2006 Adı Hüzündür, Yalnızlıktır......... İşte böyledir hazan. “Güzeldir ama nazlıdır. Çirkindir ama sevimlidir. Solgundur ama sadedir. Üşütür ama sıcaktır. Sonbahar bir şiirle karşılar, bir denemeyle konuk edilir, bir masalla uğurlanır. Onu tanımadığınız adreslerde ararken susuzluğunuzda bulur, vahalarda yüreğine dokunur, son nefesinize yetiştirdiği kuru bir yaprakla kaybedersiniz”. … Artık çok sesliliğin ritmik sıkıntılarını, mevsimini yitirmiş güneşin omuzlarına yükleyip ufuklardan uğurlarken, telaşlı bulutlarla birlikte yalnızlık şarkıları söyleme vakti gelmiştir. Adı hazandır, hüzündür = yalnızlaştırır. … Hepimiz, göğünde yıldızı olmayan gecelerin sabahına zoraki tebessümler dağıtan kanatları kırılmış titrek bir hayatın çaresiz çocukları gibiyiz. Bir bağbozumunda daha özlemlerimizin arkasına gizlenip, kendi yalnızlığımızın kıyılarında soluklanarak içimizi ısıtacağımız hüzünlü mevsimlerin eşiğindeyiz. Sakın! sıcaklığını yaza teslim eden güneşin size sahte gülücükler dağıtan cilveli duruşuna aldanmayın. Bundan böyle, vaktini kuşanmış zamanın kollarında bitmek bilmez açmazlarınızı düşünürken, aralık duran pencerenizden teninize değen soğuk rüzgarlarla irkileceksiniz. Ve hazan yüzüne kapanan her pencereyle biraz daha kuşatacak yaşamınızı. Ne düşünmesi gerektiğini düşünen kararsız ruh halinizin boşlukta bıraktığı anlamsız izler, bakışlarınızla birlikte balkon demirlerinin aralıklarından sıyrılıp sararmış yapraklarla sokaklara saçılacak. Bekleyen de-beklenen de, gelen de-getiren de, giden de-götüren de yaşamınızın kuytu köşelerinde yankılanan cılız, ama zarif bir ses gibi en beklenmedik anda her köşe başında karşınıza çıkan sonbahar olacak. … Gelen hazandır, hüzündür = yalnızlaştırır. Serseri kaldırımlarda hayatlarının gölgesine basmadan yürüyen telaşlı insanlar, heyecanlı bulutların beklenmeyen gürültülerinden ürkerek üzerlerine boşalttığı yağmurdan süratle kaçarken, kalplerini bile yormadan düşüncelerinizi çiğneyecekler. Cümlelerinizin canı yanacak, yaşamlarınızın kenarını göz yaşlarınız ıslatacak!. Yine de, düşüncelerinizle aşık olduğunuzu, düşüncelerinizle , ağladığınızı, düşüncelerinizle mest olduğunuzu, düşüncelerinizle yıkıldığınızı, düşüncelerinizle yalnızlaştığınızı hazandan başka kimseler bilmeyecek. Hayatınız kendine küsse bile kimse size yeni bir hayat hediye etmeyecek. Ama, kıyıda-köşede kalan siyah beyaz fotoğraflarımıza bakıp geçmişteki taze hayatlarımızı özlemek en çok bu mevsimde yakışacak bizlere. Ve hepimiz, önümüzde duran fotoğraf karesine yaşamını bırakarak dönemeyeceği diyarlara göç edenlerin bugün aramızda olmayışını, karşı parktaki ağaçlardan topraklara savrulan yapraklarla anımsayacağız. Belki de bu, gidenleri son görüşümüz. Ve gidecek olan kendimize, geride kalacak son bakışımız. Bir sonraki sonbahara bizsiz kavuşacak dostlarımızla baktığımız son fotoğraf karesi. Kim bilir, belki de bu SON VEDA … Sonbahar, üzerinde ayak izlerinizi belli etmeden sessizce yürüdüğünüz mevsimin adıdır. Hangi kapıyı çalmaya yeltenseniz hüzün kapı aralıklarından size bakıp yalnızlığı yanınıza yoldaş edecektir. Ve siz, başını iki elinin arasına alıp güneşin batışını üşüyerek izleyen insanların sımsıcak özlemler büyütmesi gibi umutla bakacaksınız hayata. Bütün yolları ölümle kesişen yaşamların otobüs camlarına başlarını yaslayıp uzun uzun hayaller kurması gibi anlık bir yansımayla geçecek günleriniz. Hayallerinizin sınırsızlığına yetişemeden son durağa varacaksınız. Ve yaşamınız, iki damla gözyaşıyla topraklara savrulacak!. Eninde sonunda her şey, yitiğini arayan sahipsiz aşklar gibi güz olup, solgun renkleriyle sessizliğe bürünecek. Sakın! olan-biten her şey için güz geçimlerini, bağbozumlarını ve kaybettiğiniz masum yüreklerinizi suçlamayın. Sonbaharın bunca telaşı, çekip gidenlerin ardından kılcal damarlarında aşk dolaşmayan ve konuşacak sözü olmayan adamların elinde hayatlarımızın adresi belirsiz mektuplar gibi ortalarda kalmaması içindir Alıntı
Φ made in turkey! Gönderi tarihi: 13 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 13 Ocak , 2006 BEN SENİN EN ÇOK Ben senin en çok sesini sevdim Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren Bana her zaman dost, her zaman sevgili Ben senin en çok ellerini sevdim Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak Nice güzellikler gördüm yeryüzünde En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak Ben senin en çok gözlerini sevdim Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil Ben senin en çok gülüşünü sevdim Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran Unutturur bana birden acıları, güçlükleri Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman Ben senin en çok davranışlarını sevdim Güçsüze merhametini, zalime direnişini Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim Tüm çocuklara kanat geren anneliğini Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini Ben senin en çok bana yansımanı sevdim Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni... ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 17 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 17 Ocak , 2006 Uçun Kuşlar insandır suda akan yaprakta yeşil gülde kırmızı zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla ince bir sızı birdenbire kırar kollarımızı ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir yaşayalım çocuklar her şey bizimdir bir giysi örtüsünde buldum ben bu yedi satırı bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası yedi satır yedi bülbül yavrusu vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu bir sürgün şair yazmış vaktin birinde bir genç kız işlemiş onu örtüye yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı aldım yedi yavrucuğu koydum buraya yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün şair yaşıyorsa bilsin diye o sürgün şair bir gün çıkıp gelsin diye o sürgün şair ‘uçun kuşlar’ ‘uçun kuşlar’ koydum adını bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi Hasan Hüseyin Korkmazgil Alıntı
Φ BlackWhite Gönderi tarihi: 18 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 18 Ocak , 2006 Gittin... Ben arkandan sadece baktım. Oysa söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki... ’’gidersen, iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini. Gidersen, sönecek içimdeki ateş ve bir daha hiç kimse yakamayacak. Gidersen, karanlığa mahkum edeceksin günlerimi. O karanlıkta yolumu kaybedeceğim...’’ diyecektim sana. Konuşamadım... Gittin... gidişini görmemek için gözlerimi kapattım. Öğlesine acıdı ki içim, tutup koparsalardı kolumu, bacağımı bu kadar acı duymazdım. Acım yaş olup akmalıydı gözümden. Ağlayamadım... Gittin... gidişini önlemek için tutmalıydım ellerinden. Ellerim değilmiydi her dokunuşunda seni ürperten?! ürperirdin yine biliyorum. Bir kez dokunsam, bir kes tutsam ellerini, gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu. Tutamadım... Gittin... bir yıkım gibiydi gidişin. Sen adım, adım uzaklaşırken benden çöküp kaldı bedenim olduğu yerde. Nice terk edişlere dayanan bu yürek bu kes yenilmişti. Bu kadar zayıf değildim ben, kalkmalıydım. Kalkamadım... Gittin... oysa ben geldiğin gün gideceğini biliyordum. Hazırdım gidişine. Kaçak zamanları yaşıyorduk. Zaman bitecek ve sen gidecektin. Bense gidişinin ertesi günü hayatıma kaldığım yerden devam edecektim. Edemedim... Başlayamadım... Gittin... bir şey söyledin mi giderken? ‘KAL’ dememi istedin mi? Son bir kez ‘ SENİ SEVİYORUM ’ dedin mi? ‘BEKLE BENİ DÖNECEĞİM’ dedin mi? Beynim öylesine uğulduyordu ki... Duyamadım... Gittin... Nereye gittiğin önemli değildi. Binlerce kilometre uzaklarda dahi olsan, iki metre ötemde de fark etmiyordu. Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu. Kurtulmalıydım senden, bu yokluğun duygusundan kurtulmalıydım. Kurtulamadım... Gittin... unutulanların arasına katılmalıydın. Anıları bir sandığa koyup hayatı bir yerinden yakalamalıydım. Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim. Yapamadım... Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 10 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 10 Şubat , 2006 KiMSe... zamanı yıllarla tartanlar yanılırlar hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle hatta çoğu zaman kendiyle bile yaşanır, içini tohuma bırakır geçer gider geçmez sandıkların bile hiçbir geçen tartılmaz kalanla neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan kimse kimse kimse sahi kimse ya da hiç kimse söylediklerimden çok sustuklarım seçtiklerimden çok reddedilmek için ne kadar varsam o kadar kimseyim kendime güç kötü bir şey kaderken de kaldıramazken de güç kötü bir şey güçlüyken de güçsüzken de kaldığın yerden devam etmenin karanlığı benzemiyor hiçbir çaresizliğe kimin kaldığı yer var ki dünyada kaldım sandığın yer bizden geçendir çoğunlukla içimizi parçalaya çoğalta hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla bütün iş birinin dediği gibi, yavaşça acele etmek aslında ölene kadar yavaşla işte ölene kadar yavaşla ne başkalaştırırsan o kadarsın başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca bir bakıma hiçbir yerdeyiz bir bakıma yalnızca buradayız var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda oysa biz buradayız halsiz, kanıtsız yılların neyi tarttığını bile bilmeden kendi gücümüzün altında azala azala kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil hiçbir adanın almadığı yalnızlarız, tamamlanmamış haritasında define ve varlık geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar bir gün birbirini bulmanın umuduyla gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman hayat yanlışlarla kısalır başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan bir diğeri olarak çıkarız gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir hep öyle oldu bende hep saklı kaldı içimdeki anahtar ve hep aynı kilitte kırıldı fikirler de zamanla değişir kırıldıkları yerde kırıldıkları yer her şeyi değiştirir zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile sonra başka bir başlangıcın kapısında aynı korkularla kalakalırız daha önce de söylemiştim: kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine her şiirin gizi başka bir şiirle açıklar kendini demiştim ya, hep öyle oldu bende böyle katlandım kimsesizliğe o birini ararken bile biliyordum hiç kimse hiç kimse hiç kimse Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2006 Hüzün içerdim gözlerinden Beraber bakmayı çözebilseydik Her anında olsaydım yüreğinde ... Biliyorsun, sen; Ne zaman kalsan bir başına, Adımların bana dönüyor O zaman özlüyor gözlerin beni Damlıyor gözlerin Bilirsin, herşeyim senin oluyor o anlarda, Biliyorsun bir ben başa çıkıyorum Seni hayattan alıkoyan saatlerle.. Benim sende oluşum Yalnızlığına delil Bilirsin, ben de biliyorum Bu beni çağırmalarında Sadece kendinelik var: Hani benim yapamadığım.. Ben ne zaman yalnız kalsam Ben ne zaman sana acıksam Elim varmaz.. Hep sanadır acıkmalarım İştahsız ama derin Sana susamak ister acılarım. Öğrendim ki; Bir yanı vardır insanın, atamadığı içinden, Biri vardır, onunla olmaz.. Öğrendim ki; Ona şiirler yazmayı sever insan Onsuz kalıp, ona susamaktır aşkı veren Susadıkça, yazdıkça.. Yazarsa varolurmuş nice insan İyi ki yalnızlığın var, Buna ait delillerin ve iç dökülesi şiirler, İyi ki yoksun.. Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 gönlümle baş başa düşündüm demin; artık bir sihirsiz nefes gibisin. şimdi tâ içinde bomboş kalbimin akisleri sönen bir ses gibisin. mâziye karışıp sevda yeminim, bir anda unuttum seni, eminim kalbimde kalbine yok bile kinim bence artık sen de herkes gibisin gözlerim gözünde aşkı seçmiyor onlardan kalbime sevda geçmiyor ben yordum ruhumu biraz da sen yor çünkü bence şimdi herkes gibisin yolunu beklerken daha dün gece kaçıyorum bugün senden gizlice kalbime baktım da işte iyice anladım ki sen de herkes gibisin büsbütün unuttum seni eminim maziye karıştı şimdi yeminim kalbimde senin için yok bile kinim bence sen de şimdi herkes gibisin. Nazım Hikmet güzel söylemiş "Bence artık sen de herkes gibisin" .... Alıntı
Φ TANİA HAYDE Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 ESKİ ZAMAN AŞIĞI Ben, eski zaman aşığıyım. Sevda çeker, düşünürüm, ağlarım Bazen; tilki kadar kurnaz , bazen akılsız Bazen; çocuk gibiyim, bacak kadarım Herkes aşık olur, sevdalanır... Bir yolu var gönül çekmenin de. Benim ki; sevda değil ateşten gömlek. Bir kar düşmüş, ışıl ışıl yanar içimde Ama ben eski zaman aşığıyım. Sevmek kadar katlanmak da gelir elimden. Gece hayalimde gündüz fikrimde Ela gözlü o yar çıkmaz gönülden. Oktay Rıfat Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 20 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 20 Şubat , 2006 Savrulan külleri ömrümüzün Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm bulutların dağlara sessizce çöküşünü Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda Harelenen sularda bir yanık kokusu ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi Işık zamana bağlı zamansa onun kocaman gözleridir artık Anladım tarih de yazılmaz bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep Sesimde bir yanma bir kekrelik uzayıp giden bir çöl yalnızlığı Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor gidip de gelmemek üzere bütün yüzler Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum savrulan küllerini ömrümüzün Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor Acılar dehşetli kinlendiriyor beni Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında Ahmet Telli Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 10 Mart , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 10 Mart , 2006 Ne tuhaf! Yazdıklarımız bazen kadermiş gibi yazgısı oluyor yaşayacaklarımızın! Bu garipsenen tesadüfü ilk keşfedişim,yıllardır yazdıklarımın bir başka yazıcının yazdıkarıyla çakışmasına denk gelir.Ki ;o günden sonra yazılanlar bir bir yaşanmaya başlanmıştı ,garipsenmişliğin acı veren sayfasında... Böylesi bir şaşkınlğın yaşananlara düşen gerçekliğinde acı içinde duvarlara çarparken ruhum,"neden? neden! "sorusu tüm şiddetiyle inletiyordu hem içimi hem dışımı... Sorulan ve cevapsız kalan tek sorunun gölgesinde binlercesi doğuyordu her gece...ve her gece... Sonra bir gece ,inlemekten yorgun düşen ruhumun bir anlık boşluğunu fırsat bilen kulağım ,radyodan gelen sese takıldı uzun süre...Tanıdık ve sevilmiş bir sesle şiir şiir konuşurken her gece ,araya yabancı bir sesin girdiğini çok geç farkettiğinde ruhta o sese takıldı birden... Cezmi Ersöz'ün sesiydi aradaki konuk sesi ve tüm dikkatimle sese yöneldiğim ana denk gelen ilk cümle : -"Bazen üç dört yıl önce yazdığım şeyleri yaşarken buluyorum kendimi !"ifadesiydi. Yine şaşkındım ,yine tuhaf haller durağındaydım...Yaşadıklarımızda hep tek ve yalnız olduğumuzu düşünürüz ya bazen ,öylesi bir yalnızlığımın işgal edilişine biraz bozulmuş ,biraz da rahatlamıştım aslında... Bir tek ben değilmişim yazdıklarını yıllar sonra kader yazgısı gibi yaşarken bulan...Ve bir tek o değilmiş hayatıma bir mucize gibi yazılanlarla doğan... Onlarcası ve binlercesi olabilme ihtimalini düşündürttü, o dinletinin arasına giren konuk sesi...Ve bir anda hayatımın en kutsal anını yaşadığımı düşündüren karşılaşma ,sıradan ve herkesçe yaşanabilen basit bir rastlantıya dönüştü içimde... O günden sonra yazmaktan korktuğum kadar korkmadım hiçbirşeyden ve yazdıklarıma yazgıma yön verircesine yeniden yön vermeden yazmayacağım dedim iç içe söyleşmelerimde... Kimbilir belki acı yazdıkça çoğaldı içimde ,belki yağmur ben istediğim için yağdı hiç dinmeden...Ve belki umutsuz düşleri en başından ben seçmiştim tutkuyu körüklercesine!... Kimbilir belki de yaşayabileceğim en güzel anların katili oldu kalemim ,kendimin dahi sezemediği mürekkep renkli bir neşterle!... Bu yüzden ....Sırf bu yüzden mürekkebimin rengini değiştirme zamanı geldi işte... Kırmızı ve siyah sonsuza dek silinmeli yazgı gibi yazılacaklardan ve mavi ve beyaz ve yeşil akmalı kelimeler umut umut bakarken... .... İşte bu yüzden inanırım sana.. Ben gelmeden biriktirmişsindir beni ellerinde ...Yıllar ve yıllar öncesinde!.... Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 10 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 10 Mart , 2006 Yak Sevdanın Çırasını Ne hüzünler kurtarır seni ne çeyiz sandığının ceviz gölgesi ve ne de acının ses duvarındaki yorgun ve bıkkın bekleyişler Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını düşürmüşse de ilkyazın tomurcuklarını fırtınalar hayat kendini yeniden yaratan bir bahardır verecektir en olgun meyvelerini mutlaka yeter ki hüzünler sarartmasın yüzünü Yak sevdanın çırasını türkülerle barajını yıkan bir ırmak gibi katıl hayata hüznün isyana dönsün artık bitsin bezginliğin ölümcül suskunluğu evde kalmış bir cinsellik değildir çünkü dünya Ahmet Telli Alıntı
Φ ilbey__26 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2006 Kavuşursak Biteriz Biz Kavuşursak biteriz biz, Biz mutlu sonlar katiliyiz. Kavuşursak biteriz biz. Sevgiyle bakan gözleri kör ederiz. Herkesin bildiği bir aşk, Herkesin attığı bir imza Herkes gibi değiliz biz. Belki biraz serseri, Belki biraz deliyiz, Ama kavuşursak biteriz biz. Pervane böceğinin mum alevine sevdası Ateş böceğinin susuzluğuyuz biz Yanar ama su içmeyiz Etrafında döner, ateşle dansederiz. Bize kimseden zarar gelmez, Biz zararı ancak kendi kendimize veririz. Severiz, özleriz, aşktan ölsek kimseye söylemeyiz. Biz artık biz değiliz. Ruhlar kavuşur ve konuşur gökyüzünde bir yerde Ama bedenen kavuşursak biteriz biz. Melekler bize ağlar, biz halimize güleriz. Onu bilir, onu söyleriz, Kavuşursak biteriz biz. İki sınır ülkenin dikenli telleriyiz, Dokunursak kanar ellerimiz. Kimselere söylemez gizli gizli severiz Ama kavuşursak biteriz biz. Bir kor var içimizde yanan, Onu küllendiremeyiz. Görüşemeyiz, konuşamayız ve sevişemeyiz. Bir aşk var bizi biz yapan, Kavuşursak biteriz biz. Biz herkes gibi değiliz. İstadeğimiz zaman gelip, İstediğimizde gidemeyiz. Kahve içip, gülüp, konuşup, başbaşa yemek yiyemeyiz. Ne bir filmdeki mutlu son, Ne de göz yumulacak bir kaçamak değiliz biz. Sadece özlemle severiz, Ve kavuşursak biteriz biz. Sevda iki kişinin birbirine aşkı değil artık. Artık her aşk her ağızda sakız. Biz birbirimize aslında her aşıktan daha yakınız. Belki ayrı şehirlerdeyiz, Ama her gece aynı mehtapta buluşur, Yağmur yağarsa, çıkar, Aynı yağmurun altında ıslanırız. Bu aşkı ancak biz biliriz. Şiirleri güvercinlerin kulağına fısıldar, Mektupları suya yazarız. Biz belki ayrıyız, Ama her gün aynı geceyi sabahlarız. Melekler bize ağlar, biz halimize güleriz. Onu bilir onu söyleriz. Kavuşursak biteriz biz. . Uğur Arslan Alıntı
Φ mizyal Gönderi tarihi: 20 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2006 SENİ BENDE UNUTTUN Bir akşamüstü bir rüzgâr yapıştı belime, içtik beraber. Sarhoşluk daha çok acıtır dedi, gözleri yaşararak. Önce inanmadım. Sonra kudurdu, kudurdu. Başım döndü, bağırdım... "Sen, giderken gülüm izlerini silmeyi unuttun. Sen, giderken bitanem, bende bıraktıklarını almayı unuttun. Sen, giderken aşkım, sen hâlâ bendeydin. Çalan bir müzik parçasının sözlerinde unuttun kendini. Bir ağustos akşamında unuttun beni ve seni. Süzülen damlaların sıcaklığında, Sensiz bir gecenin sabahındaki hıçkırıklarda unuttun seni. Terasda içilen bir bardak çayda ya da bir bardak birada unuttun. Bir mangal ateşinin sonrasında, yanmış közlerde unuttun. Beyoğlu'nun o güzel sokaklarında, O ıssız kalabalıkda unuttun kendini. Söylenen yalanlarda, 'iyi ki varsın'larda unuttun seni ve beni. Geceleri baktığımız o yıldızlarda unuttun bizi. Bir daha birlikde çıkamayacağımız Yeniköydeki çay bahcesinde, Papatya'da unuttun bizi. Adını bir türlü koyamadığın gelecekdeki güzel günlerimizde unuttun. Beraber yakılan sigaralarda unuttun bizi. Sen giderken bitanem, SENİ BENDE UNUTTUN !!!." Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 21 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2006 BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Şehre simsiyah bir kar yağar Yollar kalbimle örtülür Parmaklarımın arasından Gecenin geldiğini görürüm Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Çocuklar sinemaya gider Yüzümü bir çiçeğe gömüp Ağlamak gibi isterim Derinden bir tren geçer Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Alıp başımı gitmek isterim Bir akam bir kente girerim Kayısı ağaçları arasından Gidip denize bakarım Bir tiyatro seyrederim Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Uzaktan bir bulut geçer Karanlık bir çocukluk bulutu Gerçeküstü bir ressam Dünyayı değiştirmeye başlar Kuş sesleri, haykırışlar Denizin ve kırların Rengi birdenbire karışır Sana bir şiir getiririm Sözler rüyamdan fışkırır Dünya bölümlere ayrılır Birinde bir pazar sabahı Birinde sararmış yapraklar Birinde bir adam Her şeye yeniden başlar ATAOL BEHRAMOĞLU Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 22 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2006 YAĞMUR ÇİÇEKLERİ sararıp yaşayamamaktı gençliğimi ve ritimli sevda acılarını uğurla artık kırgınlığıyla büyüttüğün serseriliğimi gözlerinde göremediğin esirlerdi haykırışları içinde gülüm düşlediğin yaralardı ve korkup sevmekten kaçtığın acını hazmedip içimde yorulmasıydı sonra mı akşamdan yeni reklam aşifleri başlıyor soğumaya kalıyor akşamdan çayım göremedim gül bahçesi yağmur sevecenliği içinde gözlerinde açan küçük yağmur çiçeklerini koşup koşup yorulmaktı biliyorum aseton kokulu gençlimin ilk adımlarından yol üstü aşırı kambur halimizden olsa gerek yitirmişiz ilk ayrılıkların çaresiz maskesini tepe taklak şımarıklığı bu intizar geç saatin ve yoruluyorum artık ömrümün delikanlı işçiliği içinde geçen saatlerinden.. MEHMET FERİK Alıntı
Φ mizyal Gönderi tarihi: 27 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 27 Mart , 2006 ÖZLEM DALGALARI CAN EVİMDE DÖRT MEVSİMİN ÖTESİNDE YEDİ İKLİMİ YEDİVEREN GÜLLERİNİN YEDİ İSMİNİ UNUTTUM, SENİ UNUTAMIYORUM BRONZ SICAKLIĞINA MUHTAÇ RUHUMUN İÇİNE İÇİNE KARLAR YAĞIYOR ÖZLEM DALGALARI CAN EVİME VURUYOR BAGÜR GÜNLERİNDE BİR UZAKLIK VAR MİHRAP DAĞI RÜYALARIMIN TEPESİ SEBENOBA’DA BİR HEYELAN GİBİ MİRCÂN YAYLASINDAN BOŞALAN KÜHEYLAN GİBİ UNUTULMUŞ, KAYBOLMUŞ HATIRALAR VE DÖNMEDİ H^LÂ HABERCİ KUŞLAR. HANGİ ÜLKENİN HANGİ İKLİMİN KAÇINCI ZAMAN DİLİMİNDESİN ANCAK SEVGİN ERİTİR ÇAĞIN GERİLMİŞ DÜĞÜMÜNÜ GEL İÇİMDE KUDURAN BU DENİZ DİNSİN GÜZEL GÖZLERİNDE RUHUM ERİSİN. Naci Gümüş Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 31 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 31 Mart , 2006 ÇADIR KUŞAĞI İstersem gülümserim, kolay ne var bundan. Ama karanlığı kalacak gözlerimde mezar çiçeklerinin, bir yaşlı selvinin karanlığı kalacak, alt üst olmuş yurdumun köylerinde, acı sessizlikle kuşatılmış yurdumun köylerinde, yıkıntılar arasında güçbelâ ayakta duran bir yaşlı selvinin. Hangi halkı parçalamıştır tarih, parçaladığı kadar benim halkımı? Halkım benim oldu toprağımdan, saçıldı dört bir yana halkım benim. Daldı yurdum uykuya iççekişleri arasında ufkun. Bense burdayım, gözlerim kapkara, zifir gibi, çadırların karanlığını taşır gözlerim. Çocuk dudakları değil bu dudaklar artık, analarını çağıran dudaklar değil, döndüler kuru bir ekmeğe, çağırmazlar hiç kimseyi. Siz orda barıştan dem vurun hâlâ, ben burda durayım köksüz. Ben burda boşluğa asılmış bir tavan. Çadırlarda büyüyen bir kuşağım ben, ben, çadırlarda çoğalan. Bir daha kulak verin, bir daha dinleyin beni: Büyüyen ve çoğalan bir kuşağım ben kara çadırlarda. Kalsın sizin ekmeğiniz sofranızda. Uyuyayım ben burda aç ve susuz. Ama tarih dört açsın gözünü bizim çadır kuşağına. SALİM JABRAN Alıntı
Φ karçiçeği_m Gönderi tarihi: 16 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 16 Nisan , 2006 YAĞMUR KUŞLARI Bahardı Göğerdi dallarımız Irmak boylarına yürüdük İçimizde parıltılı güneşler Önümüzde düşlerimiz Adlarımızın ilk harfleri Agaç kabuklarında Bir yağmur başladı ansızın Kaçmak ne mümkün Suçlusu bizdik bu baskının Gökte çılgın bulutlar Sırılsıklam yürüdüğümüz yollarda Telaşlı ayak izlerimiz Yüzünde damlacıklar Büyülü bir düşle aralanmış kirpiklerin Bir agaç kovuğunda Tüte tüte sokulduğun göğsüm Nasılda çocuk bu ilk yangınında Bulanan sularla geliyor ırmak Yalnızlığımızın üstüne Köprüleri aştı aşacak Islak saçların yapışmış tenine Öpsem yangınım bulaşacak Bu “delikanlı bahar” Anlıyor bizi Ve gökleri kırbaçlıyor Yağsın diye bu yağmur Sonsuza kadar HÜSEYİN YURTTAŞ Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.