Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNTERLOCK

Önerilen İletiler

lemurya_mu_atlantis_buyuk_boy2-300x148.j

 

 

İlk olarak İngiliz Albay ve gezgin James Churchward'ın Tibet'te yaptığı araştırmalara

dayanan ve bunlarla ilgili olarak yazdığı 4 adet kitabına konu edilmiştir. Churchward,

Tibet tapınaklarında bulduğu yazı tabletlerini oradaki rahiplere tercüme ettirerek elde

ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus'da, Asya kıtası ve Amerika kıtası

arasında ve Avustralya'nın iki katı büyüklüğünde bir kıta olduğu anlatır.

 

Bilim çevrelerinde levha tektoniği konusundaki bilgi birikimine dayanarak MU'nun da

Atlantis gibi bir efsane olduğu konusunda görüş birliği vardır. Levha tektoniğine göre

kıtaları oluşturan SiAl (silisyum/alüminyum) kayalar, okyanus diplerini oluşturan SiMg

(silisyum/magnezyum) kayalar üzerinde "yüzerler". Büyük Okyanus dibinde Mu kıtasını

kanıtlayacak herhangi bir SiAl kayaya rastlanmamıştır.

 

Mu Kıtası varsayımının bilimdeki kabul derecesi:

 

İlk kez James Churchward tarafından ortaya atılan geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın

bulunduğu, Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve

bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir

görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Çin e ve çevre adalara kaçanların

kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır,

c14 karbon testleriyle sabittir. Türkler'in de Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım

olarak eklenmiştir. Mu Kıtası, M. Kemal Atatürk'ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından

araştırılmıştır. Deniz dibinden bulunan kalıntılara Karbon testleri yapılmıştır.

 

Churchward'ın İddiası:

 

Churchward'ın iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması,

Batı Tibet'teki, adını vermediği gizlibir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış

olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme

becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki

yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika'da ortaya çıkarılan

tabletler üzerinde çalışmıştır. Çin'e, Hindistan'a, güney asya ülkelerine ve çevre adalara

kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin

yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir.

 

Churchward'a göre, Mexico City yakınlarında 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen

bu 2600 tablet, Tibet'te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward'a göre bu tabletler

12.000 yıldan daha eskiydi.

 

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

Varsayımı savunanların görüşleri:

 

Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan

James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri

kısaca şöyle özetlenebilir:

  • Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.
  • Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.
  • Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.
  • Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.
  • Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.
  • Mu dininin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.
  • Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.
  • Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.
  • "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "O" diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.
  • Dört ırktan oluşan Mu'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı..
  • Mu'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.
  • Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler Mu'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu. (Bu, Churchward’un değil, bazı izleyicilerinin görüşüdür).
  • Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır. (B.Ruhselman’a göre)

Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine

(örneğin Uygur İmparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar. Mu varsayımını savunanlar arasında da

genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

İleri sürülen kaynaklar

Churchward'un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir:

Çin'de bulunan 400'e yakın piramit bu piramitlerin ern az
10.000 yıllık olduğu söylenir. Piramitler Mu varsayımında
geçen Büyük Uygur İmparatorluğuna ait olduğu Piramitler

üzerinde bulunan yazıtlarda görülür.
(James Gaussman'ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Hindistan'dan

  Çin'e uçuşu sırasında gördüğü piramitler.)

Dr. William Niven'in 1921-1923 yılları arasında keşfettiği,

günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet.

Yucatan'da hazırlanmış eski bir Maya kitabı olan;
'Troano El Yazması'. British Museum'da bulunmaktadır.

Bir başka Maya kitabı olan Cortesianus Kodeksi.
Bugün Madrid Ulusal Müzesi'nde bulunmaktadır.

Paul Schlieman tarafından Tibet'teki bir Budist tapınağında

keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”.

Yucatan'da, Churchward’un batan Mu kıtasının anısına inşa

edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Uxmal tapınağı'ndaki yazıtlar.

Bu tapınaktaki yazıtlarda "geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin

anısını korumak için inşa edilmiştir" ifadesi bulunmaktadır.

Meksiko şehrinin 96 km. güneybatısında yer alan Xochicalo

Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre;
"Batı ülkelerinin yıkımının anısına" inşa edilmiştir.

Perezianus ve Dresden kodeksleri.

Çin e, Hindistan a, güney asya ülkelerine ve çevre adalara

kaçanların kitabelerinde;
"kıtamız battı, biz de buraya kaçtık." yazmaktadır.

Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır ve c14 karbon testleriyle sabittir.

Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı

araşturmacılar da Churchward'la aynı dönemde Mu konusunda

araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerinegöre konuyu ilk kez

Le Plongeon gündeme getirmiştir.

 

Arkeolog Egisto Roggero, baron D’Espiard de Cologne,
Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla
ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar.

Araştırmacılara göre, Büyük Okyanus'daki, Mu kıtasından arta kalan,

çoğu insanlarca meskûn olmayan adalardaki devasa kalıntıların,

Mu varsayımını destediği ileri sürülür.
 
Ancak bu iddiaların hiçbiri bilimsel yönden Mu efsanesine kanıt

sağlamamaktadır.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

Mu'dan yapılan göçler

Mu araştırmacılarına göre,  Mu kıtasından her kıtaya göçler

yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika'ya,
Orta-Asya'ya, Mısır ve Anadolu'ya yapılmıştır.

Churchward'a göre 70.000 yıl önce var olan Uygur imparatorluğu

Avrupa içlerine kadar uzanmaktaydı. Uygur imparatorluğu, birine

Churchward'un manyetik felâket adını verdiği, iki büyük doğal

afetle (diğer afet dağların yükselmesidir) darbe yemiş ve sağ

kalanlar aralarında Avrupa'nın birçok kavminin de bulunduğu

çeşitli arî kavimleri oluşturmuşlardır.

Kimilerine göre, Mu ya da Orta-Asya kökenli bu kavimlerin
hemen hepsinde; yaklaşık 40 dilde telaffuzları az çok ufak

farklarla, "baba" anlamın gelen "ata" sözcüğü mevcuttur.

Churchward Uygurlar'ın torunları olan bu kavimlerden bazıları

olarak Keltler'i, Basklar'ı ve Asyalı İskitler'i sayar.

Yine Churchward'a göre, Osiris/Mısır Bereket Tanrısı Usir, Mu

kıtasında eğitilmiş, Atlantis'te reform yapmış, Atlantis'li bilge
ya da peygamberdir; öğretisi sonradan "Osiris/Sirius dini" adını

almış olup Hermes Trismegistus tarafından Mısır'a getirilmiştir.

ABD'de "Uyuyan Peygamber" lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in

"Akaşik Okumalar/Kâinat Hafıza Bilgileri" ne göre, Atlantis gibi,

Mu kıtası'nın da batmasına neden olan etken, Atlantisliler'den

satanik/Old Nick ya da Lucifer yolu mensuplarının, ellerindeki

nükleer güçleri, siber teknikleri olumsuz yönde ve tahrip edici

amaçlarlar için kullanmaları sebebiyle yerkabuğu dengelerini

bozmalarıydı.

.
 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

mhbHqXKB1IpqQjsPeR0i1JQ.jpg


Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl, önce Pasifik Okyanusu’na gömülmüş
olduğu kabul edilen Mu kıtası, James Churchward’ın araştırmalarına göre
uygarlığımızın başlangıç noktasıdır. Bu büyük uygarlığın bırakmış olduğu
miras, kendinden sonraki tüm uygarlıklar tarafından paylaşılan dinsel ve
mitik sembollerin birliğinin temellerini oluşturmaktadır. Bu yazı dizisinde,
çeşitli uygarlıkların öğretilerinde rastlanan ve kökenleri Mu Uygarlığı’na
dayanan belli başlı semboller ve açıklamaları ele alınmıştır.

SEMBOLİZM NEDİR? NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR?

Yazımıza öncelikle tarihsel açıdan sembolizme neden gerek duyulduğunu
inceleyerek başlayacağız. Birtakım şeyler niçin mecazi ve benzetmeli bir
şekilde kullanılmıştır? Buna neden gerek duyulmuştur? Geçmişte insanlar
bir fikri izah etmek için birçok yollar denemişler, bu fikrin içerik ve anlamını
kademeli şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım
kalıplar içerisine koyup, takdim etmişlerdir. Özellikle ezoterik, gizli olması
gerekli olan birçok bilgiler sembollerle anlatılmıştır. Yani doğrudan doğruya
bir fikir, bir bilgi izah edilmemiştir.

Sembol; anlatmak istediği fikri, kısa, en kesin ve en belirli şekilde ifade eden
bir işarettir. Bir bilgiyi aktarırken, karşımızda eğer farklı seviyelerde kişiler
varsa bunlara bazı hakikatleri doğrudan doğruya ifade etmekte zorlanabiliriz.
Bazı insanlara bir fikri açıkça, herhangi bir kalıba sokmadan anlatabilirsiniz.
Bazı kişilere ise bunu bir benzetme yoluyla anlatmanız gerekir. "Yani nasıl?"
gibi bir soruyla karşılaştığınızda, buna benzer bir tabiat olayını anlatarak
alegorik tarzda izah etmeniz lazım. İşte orada bazı vakaları sembolik hale
getirmiş oluyoruz.

İnsanlara kendi idrak seviyelerine, anlayışlarına göre, aynı bilgiyi her defada
vermenin en güzel yolu, onu sembolleştirmektir. Bir tek şekil/simge/timsal
ya da figür ortaya koyacaksınız ve o herkes için objektif bir şey olmalıdır.

Geçmiş dönemlerden, günümüze kadar kullanılmış semboller, mecazlar ve
benzetmeler o dönemlerde verilen bir bilginin istismar edilmemesi, insan
iradesinin ruhsal çabasının eksilmemesi için kullanılmıştır. Çünkü sembolün
çözülebilmesi, açılabilmesi kolay olsaydı ya da özel bazı bilgiler sembollere
büründürülmeden gerçek anlamlarıyla verilseydi, tekamül/evrim yönünden
o bilginin taşıdığı yükü, sorumluluğu taşıyamayacak insanların elinde tehlikeli
bir duruma girerdi. Bu yüzden hemen hemen 12.000 yıldan bu yana kullanılan
semboller, bir biçimde bilgiyi korumuş olup, lâyık olmayan insanlar bundan
yararlanamamıştır.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

30-%20Lemuria%20-%2030%20-04-02.jpg

 

Sembolizmin en büyük iki özelliği; bir bilgiyi içermesi ve bir bilgiyi saklamasıdır.
Bilginin bu şekilde saklanışı tüm insanlar için ortak bir dil haline gelmektedir.
Dünyadaki tüm dinlerde ve kutsal kitaplarında öylesi semboller vardır ki çağlar
boyu, insanların evrimlerinde büyük değişiklikler olsa da aynı fikri onlara tekrar
verebilmektedir. Böyle bir sadeliği ve böyle bir biraraya getirici özelliği vardır.

Pek çok kadim uygarlık ve günümüz uygarlıklarının mitolojilerini gerçek anlamda
incelediğimizde aslında hepsinin sembollerle anlatılmış gerçek bilgiler olduğunu
görebiliriz. Tabii ki tüm anlatılanları bire bir anlamadan oradaki sembollerin gerçek
anlamlarını çözmeye çalışarak bunu görebiliriz. Aslında tüm mitolojiler yaratılışı,
evreni ve insanı konu alan sembolik ifadelerdir. Mitolojilerde geçen ilahlar İdareci
Planları ve Evrensel Yasaları ifade eder.

Burada konumuz, Mu Uygarlığının kullanmış olduğu kadim sembolleri incelemek
olduğu için mitoloji konusuna girmeden Mu'nun kullandığı sembollerin ne anlama
geldiğini neler ifade etmeye çalıştıklarını inceleyeceğiz. Bu sembolleri inceledikçe
günümüz ve kadim uygarlıkların efsanelerinde ve dinlerinde de gördüğümüz ve
bildiğimiz ancak özünden farklılaştırılarak kullanılmış pek çok sembol ve ifadenin
çıkış yerinin anavatan "MU" olduğunu göreceğiz. Çünkü, MU Uygarlığı tarafından
ideale varmalarına bir araç olarak kabul edilen o zamanki sembollerin, sonradan
başka memleketlerde (kolonilerde) hem şekilleri, hem de manaları değişmiş ve
Sembol kavramı Mısır'da ortadan kalkarak bunlar İLÂH olarak kabul edilmişlerdir.

Erken dönem insanlığının dinsel öğretilerinde kullanılan semboller, genel olarak
"kutsal semboller" diye bilinir. Sembollerin ilk kullanılmaya başlandığı zamanki
hedefleri, bireyin zihnini "Sonsuz Olan"ın üzerine yoğunlaştırabilmesine olanak
sağlamak, bakışını sembol üzerinde sabit kulmak suretiyle dikkatinin dış sesler
veya görüntülere çekilmesinin önüne geçmekti. Sembole tapılmayacağı ya da
ibadet edilmeyeceğini öğretmede çok titizdiler. Eğitimi boyunca, erken dönem
insana ne kadar kutsal olursa olsun hiçbir sembolün hangi tarzda olursa olsun

putlaştırılmayacağı sürekli anımsatılıyordu. O, sadece kişinin zihninin etrafta

dolaşmasını engellemeye yarayan bir şekildi. Mu öğretisinin bir teolojisi ya da
dogmaları yoktu. Her şey en basit, en anlaşılır ve en eğitimsiz bir zihnin dahi

kavrayabileceği bir dille öğretiliyordu. Teolojiler ve dogmalar, Mu'nun öğretisine
Anavatan’ın batışından sonra sızdılar. Kontrol edici tesir ortadan kalkınca dinde
çelişkiler de başlamış oldu. Başlangıçta yalnızca üç sembol kullanılmıştı. Bunun
anlaşılmasından sonra semboller birleşik hale getirildi ve yeni semboller oluştu.
Zaman geçtikçe de bunların sayısı gideek arttı ve giderek daha kompleks oldular.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

MU KIta'si hakkinda cok yazilmis eserler var.Muhakkak ki henüz tam anlamiyla ispatlanamamis bir durum var ortada ancak bu durum MU Kita'si efsanesini yok saymamizi gerektirmez tam tersine daha cok arastirmaya gereksinim vardir.

 

Söyle birseyi soruyormuyuz acaba:Türklerin ilk anayurdu Orta Asya diye biliniyor.Peki Türkler Orta Asya'ya nereden geldiler veya Orta Asya'ya gelinceye kadar nerede yasadilar?

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

MU-uygarlik-resimleri-kalintilar-arkeolo

 

 

Başlangıçtaki üç sembol; Daire, Eşkenar Üçgen ve Kare idi.
Şimdi neden bu sembollerin seçilmiş olduklarına bakalım.

DAİRE :
Güneşin çizimiydi. Tüm sembollerin en kutsalıydı. Sonsuz olanın sembolü
olarak kullanılıyordu. O'nun/Tanrı tüm niteliklerini kapsadığından dolayı da

tektanrılığın sembolüydü. Bu sembol için güneşin seçilmiş olunma nedeni
o zaman insanının görüş açısına giren ve anlayış kapasitesine hitap eden
en muktedir nesne olmasıydı. Daire ile gösterilmiş olan bu güneş sadece

Tektanrılıcılığın sembolüydü ve eskiler tarafından Ra adı altında anılıyordu.

Bndan başka bir de doğadaki, yani gökteki cismi temsilen kullanılan güneş

resimleri mevcuttu. Bu sembol ise bir daireden çıkan 8 ışınlagösteriliyordu.
Bu Mu'nun Kraliyet Arması üzerindeki sembolüydü. Ayrıca yayılan ışınlar ile
temsil edilen ve yükselen güneş çizimi ise, Mu'nun koloni İmparatorluğunu

simgeleyen bir semboldü. Işınları olmayan ve ufkun üzerinde yarıya kadar

yükselmiş güneş resmi ise, iki şeyi simgeliyordu; Bir tanesi batan güneşin

sembolüydü, diğeri ise Mu'nun bir kolonisinindi, Mu koloni İmparatorluğuna

dönüşmeden önceki sembolüydü.

Mu'da Ra’ya, yani güneşe Yaradan'ın Kendisi olarak değil, yalnızca sembol

gözüyle bakılıyordu. İbadet edilen Yaradan'dı, sembol ise sadece onu temsil

etmek üzere kullanılıyordu. Başlangıç ve sonu belli olmayan bu daire bir diğer
anlamda ve aynı zamanda ebedi varoluşu, sona ermemeyi ve sonsuzluğu da
temsil ediyordu. Daha sonraki dönemlerde, dairenin, birden fazla şeyi temsil

etmek için kullanılması nedeniyle Nagalar bu dairenin içine bir nokta eklediler,
Uygurlar ise bu dairenin içine küçük bir daire daha eklediler.

İnsanlığın erken tarihinde Tek Büyük Sonsuz dışında başka tanrılar yoktu.

Tanrılar dinsel seremonilere daha geç tarihte sızdılar. Tanrılar 4 Büyük Güce

(daha sonra inceleyeceğimiz) tanrı isimleri verilmesiyle doğdu. Kadim yazı

formlarını ve sembolizmi bilmeyen bilim adamları ve arkeologlar ne yazık ki

eskilerin, aslında  yalnızca sembol olarak değerlendirilen Güneş'e taptıkları

şeklindeki hatalı görüşlerini yayımlamışlardır. Oysa Güneş'e adanan her tür

mabette hedef Tanrı, Tek Varlık veya O'nun yaratılıştaki eril/figurant niteliği
olan Kadir-i Mutlak idi.


EŞKENAR ÜÇGEN:
Eşkenar üçgen ilk insanların dinsel öğretileri için tasarlanan ilk üç sembolden

birisidir. Bu tasarım için üç ayrı kara parçasından oluşan ve coğrafi olarak Batı

Ülkeleri diye anılan Anavatan’ın coğrafi yapısından esinlenilmişti.

Bir tanesi kıtasal boyutlarda, diğer ikisi daha küçük kapsamlı kara parçaları

birbirlerinden dar boğazlarla ya da Mısırlıların deyimiyle kanallarla ayrılmıştı.

Gelenek ilk önce kıta boyutlarındaki parçanın ortaya çıktığını, diğer iki küçük

adanın farklı zaman dilimlerinde onu izlediğini söyler.

Üç ayrı zamanı kapsayan bu fenomeni açıklamak için seçilen şekil; üçgendi.

Üçgen, üçleme sembolizmi bağlamında Cenneti temsil için de kullanılıyordu.


KARE:
İlk ve orijinal kutsal semboller üçlüsünün sonuncusu dört kenarlı karedir.
Yeri, dünyayı simgeliyordu. Dört köşe de dört ana yönü; Kuzey, Güney, Doğu
ve Batı'yı simgeliyordu. Çoğu zaman kullandığımız "Dünyanın dört bir köşesi"

terimini düşünecek olursak, bunun da bize ilk insandan bu yana gelen özellikli
kavramlardan biri olduğunu söylemek mümkündür.

Churchward’ın araştırmalarına göre; bütün bu kutsal sembolleri Güney Denizi

Adaları'ndaki harabelerin taşları üzerine kazınmış olarak buluruz.ve ayrıca

Yukatan Uxmal'daki Kutsal Sırlar Mabedi'nin duvarları üzerinde görülebilir.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

MU Kitasi Türklerin Tarihi,bence uydurma diyerek basite indirgenemeyecek kadar cok önemlidir.Bütün insanlari kökeni Afrika demek insanlik tarihine kestirme giris yapmaya benzer ki bence dogru degildir.

 

Dünya üzerinde sayisiz antropologlar,arsitekler,farkli alanlarin uzmanlari haril haril calismakta ve her gün yepyeni sürprizleri insanogluna sunmaktadirlar.Bunlari yok saymak veya en azindan yo köyle bir sey diyerek önemsememek üyesi oldugumuz bir irkin tarihini önemsememek demektir.

 

Insanlarin kökeni Afrikadir tezi Darvin'ci bir görüstür.Insan soyunun maymundan türedigi iddiasi ile yapilan arastirmalarda Afrika'da bulunan ve sözümona Ilk insan diye tanitilan fakat gercekte tamamen hurafe olan bir görüse aittir.

 

Ilginc olan ise baska uzmanlarin ileri sürdügü ve kesin belgelerle kanitladiklari iddialari bunlar uydurmadir diye önemsememek.

 

Arthur Shopenhauer söyle diyor:

 

"Bütün gercekler üc asamadan gecerler.

Önce alay edilir,

Ikinci olarak siddetle karsi cikilir,

ve ücüncü olarak da "besbelli"diyerek kabul edilir."

 

Shopenhauer dogru söylüyor:Tüm insanlarin Türk oldugunu söyledigimizde alay edenler oluyor.Belgeleri ortaya sürdügümüzde siddetle karsi cikiliyor ama karsi cikanlar karsi argüman getiremiyorlar.Hatta öyleleri cikiyor ki bunlarin arasindan bize irkci bile diyebiliyor cünkü arastirma yapiyoruz.

 

MU KITASI iddialarida aynen böyle.hakkinda bircok arastirma yapilmis ve yapilmaktadir bircok belge ortaya konmustur.Mevcut Tabletler vardir.Yani kesin bir sonuca varilmamis oldugu icin biz buna simdilik iki elle sarilmiyoruz ama calismalari takip ediyoruz ki dogru olanda budur.Yani Insanlar Afrikadan türemistir demek yerine yapilan diger calismalari da ciddiye almak gerekir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

YARATICININ İKİLİ PRENSİBİ:
Bu kadim kavramların en ilgi çekicilerinden birisidir. Üreme eylemi için erkek
ve dişinin gerektiği öngörüsünden kaynaklanmıştır; dolayısıyla bu Yaratıcı’yı
iki prensipli yapıyordu. Eril prensip güneşle, dişil prensip de ayla simgelendi.
Deyim yerindeyse farklı yönleri ifade etmek için sembollerin tasarlanması bu
şekilde başlamıştı.

 

Önce ikili kapasiteyi ifade etmek için bir sembol düzenlendi; Lahun denilen
bu sembolün çevirisi;
"birdeki iki, ikideki bir" dir ve "her şey birin içindedir ve bir hepsidir" şeklinde
genişletilebilir. Lahun glifi/glyph/kabartma algoritma; ortasından bir çizgi
çizilmiş bir dairedir. Kadim anlayışta yanyana iki mabet inşa etmek olağandı.
Bunlardan büyük olanı eril prensip olarak Güneşe ve küçük olanı da dişi olan
Ay'a adanırdı.

Mısırlılara, Ay’ın Yaratıcı'nın dişil niteliğini simgelemesi yetmediği için ay'ı
simgeleyen bir sembol tasarlanmış ve buna İsis adını vermişlerdi; böylece
ortaya bir sembolü simgeleyen bir sembol çıkmıştı.

**
kişisel not:
Dişil; yid ve ibranî dilinde, iş ya da iş'a olarak yaşam ve kadına ilgi bi isimdir.
Arap dilinde de iş'a; yaşam ve güneşi ifade eder.
Bu bağlamda, Güneşi simgeleyen rölyefin, eril değil dişil prensibi işaret
ettiğini söyleyebilirim.

**

YARATICI’NIN SEMBOLLERİ :
Yaratılış eskilerin en temel konularından birisiydi.
Yaratma kuvvetine Kadir-i Mutlak'ın niteliklerinden birisi olarak bakılıyordu.
Eskilerin bu niteliği simgeleyen sayısız konvansiyonel/geleneksel tasvirleri
vardı. Halk içinde en bilinmekte olansa yılan sembolüydü. Yılan sembolü ile
Yaratıcı'yı ve Yaratılış'ı simgelemekteydiler. Bu nedenle kadim metinlerde
bu sembolü görmek mümkündür. Kadim yontularda ve literatürde yılanların

çok çeşitli tasarımlarını görmek mümkün. Özellikle iki tanesi çok belirgindir.
Bunlardan birisi Anavatan’da Naga diye isimlendirilen kobradır. Bunun yedi
başı vardı. Yedi sayısı; yaratılışın yedi aşaması, yedi mantal alan benzeri  
kavramları karşılar. Yedi başlı yılan ise Mu'da vücuda gelmiş ve Naga adını
almıştı. Mu'da bu sembolü kullanan kişiler de Nagalar diye anılıyordu. Diğer
yılan ise Quetzacoatl denilen tüylü yılandı. Derisi pul yerine tüylerle kaplıydı.

Yukatan ve Orta Amerika'nın balta girmemiş ormanlarında ve bataklıklarda
halen görülebilir, fakat çok enderdir. J. Churchward, keşif gezileri sırasında
bu yılana bir kere rasladığını belirtmiştir. Yeryüzünde bilinen en zehirli yılan
türüdür. Mu'da yaşayan ve Yaradan'ın sembolü olarak bu yılanı seçmiş olan
kabilelerden birisi, tıpkı Nagalar gibi kendilerin onun ismiyle Quetzallar diye
anıyorlardı. Bu yılanlara, Yaratıcı Kuvvetlerin Kutsal sembolleri olarak büyük
bir saygıyla yaklaşılıyordu. Yerleri güneşin yani semboller içinde en kutsal
olanın yanıydı.

kişisel not:
Bir timsal olarak yılan; tevrat ve kur'an'da; Nuh/Noah olarak yerini bulur.
İsim olarak kullanılan bu kavram; sıfat olarak elektromagnetik bir dalgalı
denizi ve bu ummanda sakin kalabilen, barışçı bir bireyi ve dolayısı ile bu
sistemi bir bağış, bir hediye olarak insanlığa sunan görünmeyen bir gücü
de fail olarak/gizli özne olarak ifade etmektedir.

 

**

Görüldüğü üzere, merkezinden iki paralel çizginin geçtiği bir çemberden ibaret

bu glif, yaygın ve evrensel bir semboldür. Nevada'da mağara adamlarının yazıları

arasında görülür.

Teotihuacan'daki Meksika Piramidinde ve Maya yazılarında da görülür. İngiliz

Guyana'sının sınırları yakınında, Kuzeydoğu Brezilya'daki bir taş kitabede de bu

glife rastlanır.

Ayrıca Uygurların, Hinduların, Babillilerin ve Mısırlıların eski yazılarında da karşımıza çıkar.

 

Doğu Naakal yazılarında, bir paragrafı meydana getiren üç gliften biri de budur.

Bu paragraf şöyle der:

james-churchward-meksikada-bulunan-table

"Yaradan Birdir (şekil 1.) Hun.

O, birde ikidir (şekil 2.) Lahun.

Bu ikisi oğulu -insanı- oluşturmuştur (şekil 3.) Mehen."

Bu glif, bu anlamda insanın yaratılışına gönderme yapar

ve eski yazılardaki sıradan açılımıyla da üretmeyi, üretimi,

bir kökenden itibaren devamlılığı da kapsar.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

Aşağıya alıntıladığım bahis, Lahun Glifi olarak anlatılan konu ile
epey yakınlık gösteriyor. Fazlası ile arapça kelimeler kullanıldığı
için pek anlaşılmayacak olabilir. Ancak bizi ilgilendiren kısmı bir
daire ve dairenin belli bir amaçla iki parçaya bölünmesi ve bu
bölünme yoluyle iki'de gizli olan birliği anlatmasıdır.

Bu anlamda bir başka benzer; Yin Yang Glifi olarak düşünülebilir.
 

9b5c3cf572c11ba70a3620b0583d8197.jpg

 

**
VÂCİP ve MÜMKÜN'ü bir daire farzet.
Bu daireyi merkez noktasından geçmek üzere
doğru bir çizgi ile ikiye ayırınca iki kavis şekli
hasıl olur.

Bunların biri VÜCUB'un, diğeri İMKÂN'ın temsilî
kavisleridir.

Dairenin merkezinden geçen çizgi:
vacip'ten ayrı olan imkân taayyünlerinin göstericisidir.
Bunlar tevehhümde var gibi görünüyorlarsa da hakikatte
varlıkları yoktur.

"Görünüşte cihan var görünüyorsa da vücub'un nuriyle
  imkân'ın karanlığı arasında bir çizgiden başka bir şey
  değildir."

Eğer bu mevhum hattı okuyabilirsen hudus'un,
HUDUS TAAYYÜN'ü ile kıdemden ayrıldığını bilirsin,
taayyünün itibari oluşu ile; "hiç içinde bir hiç"
olduğunu taayyün ile anlarsın.

Lâkin burada bir nokta var ki bilinmesi elzemdir.
Daireyi ikiye ayıran çizgi ortadan kalkınca şuhud
görüşün zail olursa da tayyünün hükmü ve eseri
bakidir.

Burada eğri hayale kapılma ve iyi bil ki Allah yolunda
fâni olan bir kimse Allah değildir. Aşk ile Allah yolunda
ilerleyen kimsenin kendinden geçip fâni oluşuna
MÜNAZELE derler.
Münazele zamanında, ZAT-I AKDES'in ferdaniyeti:
ikilikten hasıl olan ittihadı, Ahadiyetin sır perdesi
etrafında dolaştırmaz.
Çünkü imkânın eseri bakidir.

Fâni olduktan sonra sıfatların incelikleriyle istiğrakın
kendince mektum kalması: daha hazlı ve daha güzeldir.
Ahadiyet, Allah'ın isimlerinde kesret ahadiyeti ve
mukaddes zatın hüviyeti itibariyle aynı ahadiyettir.
Her iki surette ismi Ahad'dir.
Her suretle "Ahadiyet" sırrının eşyada sirayeti;
Bir sayısının bütün sayılarda sirayeti gibidir.
Eğer bir sayısı olmasaydı, birin tekerrüriyle nihayetsiz
sayıların ayınları zâhir olamazdı.


"Eğer her varlık sen isen; şu halde bu cihan nedir?
 Eğer ben hiç değilsem, bu figân nedir?
 Hem her şey sensin, hem de hep sen.
 O halde senden başka olan şey nedir?
 Senden başka bir varlık olmadığı yakîn ile malûm
 olunca bütün bu şek ve şüphe âvâzeleri nedir?

 Onun vahdeti; zevk ve vicdan yoliyle senin kendi
 vahdetinden de bilinebilir. Sayıların bir sayısındaki
 fertleri gibi. Birin bire darbiyle hasıl olan sayı yıne
 birdir. Böylece tevhid dürüst olur. Bunu zevk ve vicdan
 yoliyle bilenler de pek azdır."

 FAHRÜDDİN-İ IRAKÎ

.
.
 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Büyük Önder Atatürk'ün"Türk Tarih Tezi"ni hazirlarken,konuyla ilgli arastirmalari sürdürmesi,Türklerin kökenleri ile MU UYGARLIGI arasindaki baglantiyi arastirmasi icin Tahsin Mayatepek'i Meksikaya göndermesi,konunun basit bir mistik hikayeden ibaret olmadigini göstermektedir.

 

Tüm bunlara ragmen MU UYGARLIGI ve insanoglunun gercek kökenleri arastirilmaktadir.MU KITA'sinin Pasifik Okyanusunda yok oldugu gibi,Platon'un bahsettigi  ATLANTIS  Adasinin basinada sonradan ayni seymi geldi?Buralardan kacanlar gidip MISIR,SÜMER ve MAYA uygarliklarini kurdular mi?

 

Yada Himalayalarda ki rahiplerin sahip olduklari ezoterik bilginin kaynagi aslinda bu medeniyet mi?

 

Yada,Piri Reis,1513'de cizdigi ve o zaman ki teknolojik olanaklara göre inanilamayacak kadar dogru olan dünya haritasini aslinda Misir'a yaptigi gezilerde elde ettigi cok daha eski bir uygarliga ait olan haritalardan yardim alarak mi hazirladi?

 

Görüldügü gibi,MU UYGARLIGI ve ATLANTIS Efsanesi üzerine düsünmenin ve soru sormanin siniri yok.Acaba insanoglu cok kadim bir uygarliga sahipken kendi hatalari ya da küresel degisiklikler yüzünden yok olmus ve hersey en bastan baslamis olabilir mi?KIM BILIR?

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk'ün zamanında yeterli veri olmadığı için araştırılması normaldir. Şimdi bunların uydurma efsaneler olduğu kesinleştiği için gündemden düşmeleri gerekir. Atlantis ve Mu diye bir şeyler yoktur. Hiç olmadılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayin Democrassian bu arastirmalar günümüzde de devam ediyor.Hemde bircok yeni veri var bu konu hakkinda.Ancak dedgimiz gibi ortaya kesni bir sonuc cikmadigi icin simdilik bekleyip görmekten öte yapacagimiz baska birsey yoktur.

 

Bakin her gün yeni yeni birseyler kesfediliyor ki bunlar önceden sadece hayali ürünlerdi simdi ise gerceklesmis durumdalar.O nedenle bilimsel calismalara hayali demek biraz ön yargili olur.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın @@politika, bu uydurma efsaneler sahte bilim kapsamına girmiş bulunuyor. Çünkü uydurma efsanelerden başka bir veri yok. En küçük bilimsel veri bulunabilseydi, farklı konuşurdum. Tersine okyanus tabanında batmış kıtalara ait hiç bir belirti yok. Okyanus tabanlarını artık gelişmiş sonarlarla tarayabiliyoruz ve bu kadar büyük bir yerkabuğu deformasyonu saptayamamış olmak olanaksız. Ayrıntılı deniz tabanı haritaları var elimizde. Öyle batmış büyük kıtalar olsaydı bilirdik.

 

Üstelik tersine veriler çok sağlam. Bugün geçmişe doğru dünyanın yüzeyinin ne biçimde olduğunu çıkarsayacak durumdayız. Mevcut kıtaların hareketlerini biliyoruz ve hepsi Pangea adı verilen büyük bir kıtanın parçalanmasıyla oluşmuştur. İnsan ortaya çıktığında ise dünya bugünküne çok benzer görünümdeydi. Öyle Atlantisliler, Mulular filan olmamıştır. Bunlar ezoterik denilen astroloji kadar uyduruk bilgiler. İnsan türü Afrika'dan dünyaya yayılmıştır. Bu yöndeki bilgiler defalarca sınandı ve doğrulandı.

 

Bütün yerkabuğu puzzle parçaları gibi uyumludur ve arada uyumu bozan büyük parçalar yoktur. Eskiden deniz dibi teknolojik kısıtlamalar yüzünden bilinemediği için bu tür söylentilerin araştırılması elbette gerekliydi. Araştırılmasına bir şey demiyorum. Ama araştırmalar bugün sonuç vermiş durumda ve öyle kıtalar olmadığı anlaşıldı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet, yüzükten güç alan Sauron da Orta Dünya'da savaşı yeniden başlattı. Orklar'ın saldırısını insanlar ve Elfler göğüsledi. Sonra ağaçlar yardıma geldi, Orklar yenildi. Sonra Sauron tekrar Orklar klonladı. Savaş tekrar başladı. Bu kez Ölüler Diyarı imdada yetişti. Ben gözlerimle gördüm, bunlar oldu. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bilimsel olarak MU iddialari yok sayilmadigi sürece ben bunlarin hayal ürünü oldugu görüsüne katilmiyorum..Bu konuda hala arastirmalar yapilmaktadir ve bu arastirmalar tamamlanmis degildir,bence bastan böyle kesinkes yok demek herseyden önce bu anlamda calismalar yapan bilim adamlariyla alay etmek anlamina gelir.Bizler bilim adami olmadigimiza göre calismalari takip etmekten öte sadece görüsümüzü bildirebilirz ama bilim alanina girerek bilgclik yapamayiz.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

@@politika dostum, ezoterizm, fal, büyü, astroloji, bunlar bilim değildir. Bunlar sahte bilimdir. Sahte bilimi gerçek bilimden ayırmak için bir araştırma süreci geçirilir. Ola ki söylenceler bir gerçekten köken almıştır diye bir araştırma elbette yapılır. Bugün bu araştırmalar meyvesini vermiş ve Atlantis, Mu iddialarının uyduruk ezoterik efsaneler olduğu anlaşılmıştır. Bu saatten sonra artık bunlara bilim denmez. 

 

Bilim evet bir Nuh gemisi de arar. Ruh dedektörü de geliştirmeye çalışır. Bilim bunları yapmaz diye bir şey yok. Atatürk de Mu efsanesini araştırtmıştır. Bulunamayacağı anlaşınca konu aydınlanmış olur. Araştırmalar elbette bitmez. Deniz tabanları daha ayrıntılı haritalandırılacaktır elbet. Ama batmış kıtaların olmadığı bilgisini kesinleştirecek ölçüde ayrıntılı haritalarımız var artık.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

O zaman dostum su senin bahsettigin ve MU KITASININ bir uyduruk esoterik hikaye oldugunu ileri süren bir bilim adaminin bana adini ver lütfen cok merak ettim bu bilim adamini veya adamlarini cünkü MU KITASI'ni arastiranlar ABD'de California Üniversitwsinden bir bilim heyetidir.Ben belgesini gösteririm sen de aksi belgeyi göster bana.

 

saygilarimla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hiç bir veri sunmadan Mu var diyen bilim insanlarını maalesef bilim insanı kabul edemiyorum. Olmadığının verileri açık ve net. Olduğu verisi hiç yok. Birtakım efsaneleri veri kabul edemiyoruz...

 

Sahte bilim bir şarlatanlıktır. Kimin adı verilirse verilsin, kürsü başkanı da olsa şarlatandır.

 

Ya da şöyle olur: Efsaneler hakkında da bilgi toplanabilir. İnanç tarihi yazmak için filan. Örneğin masal kitapları var, mitoloji kitapları var. Bunlar efsane, masal ve mitoloji olarak araştırılır, yazılır çizilirse bu doğal. Ama gerçek olduğu iddia edildiği anda şarlatanlık olur. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.