Φ şilan Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Şevvallim bugün iki duvar yazısı okudum nette güle güle bi hal oldum Kadın hakkı yoktur çünkü hakkı erkek ismidir Hakkımı arıyorum "hakkının karısı" Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2005 Çok güzeldi..)) Hakkınımı kaybettin.. Bir tv kanalına ye çıkmayı dene.. Kayıp aranıyora başvur.. Gazeteye ilen ver... Vah vahhh.. Hakı abiyi de severdim, kayboldumu şimdi..?? Saygılar... Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2005 arkadaslar bir konuda sizi bilgilendirmek isterim daha dogrusu bu topicle ilgilenen arkadasları genelde kopyala yapıstır şeklinde ilerleyen bir topic çünkü benim çok fazlasıyla ciddiye aldıgım ve reel yasamdada fiili anlamda destek vermeye çalıstıgım bir konu bu nedenle yanlıs birşey yazmamak için kampanyayı kendi ifadelerimle anlatmak istemedim çünkü bu çok ciddi emeklerle çok ciddi kurumlarla ilerleyen bir kampanya uluslararası af örgütü bu kampanyayla ilgili güncelleme yaptıkça bende her yeni bilgiyi buraya postalıycam topic sizin tarafınızdan eklenecek her türlü bilgiye ilgiye yoruma açıktır sevgiler Alıntı
Misafir TheLastofMohicaN Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2005 Ve kadınlar, bizim kadınlarımız : korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız n.h.RAN kurtuluş savaşı destanından Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 17 Ekim , 2005 (BM İnsan Hakları Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü) Prof. Yakın Ertürk'ün UAÖ Türkiye Şubesi'nin basın toplantısında yapmış olduğu konuşma: Uluslararası Af Örgütü gibi yıllardır yorulmadan usanmadan dünyanın dört köşesinde insan hakları ihlallerini ortaya çıkartan ve bunların sona ermesi için tüm tehlike ve tehditleri göze alarak mücadele veren bir kuruluşun kadına yönelik şiddet konusunu ciddi bir insan hakkı ihlali olarak tanımlayarak ‘kadına yönelik şiddete son’ kampanyasını başlatmış olmalarını çok önemsiyorum ve tüm Af Örgütü yönetici ve çalışanlarını bu girişimlerinden dolayı kutluyorum. 2 ile 8 Mart tarihleri arasında dünyanın pek çok merkezinde kampanya açılışı düzenleyerek hedeflerini kamuya tanıtma girişimleri aslında kutlama ve şenlik havası içinde geçmesi gereken bir olaydır. Ancak, ne yazık ki Türkiye’de bu güzel güne Güldünya’nın namussuzca katledilişi gölge düşürmüştür. Dolayısıyla, bu özel günde konuşmama başlarken nice Güldünya’ları şefkat, sevgi ve saygıyla anıyorum. Ümidim odur ki Güldünya’nın ölümü devletin her birimini ve toplumun tümünü harekete geçirir ve kadının insan hakları öncelikli bir ilke olarak yasa, siyasa ve programlara damgasını vurur. Töre ve namus gibi değerleri, çürümeye yüz tutmuş egemenlik ilişkilerini idame ettirebilmek için kıydığı canları meşru kılmak adına gerekçe gösteren anlayış ve faillerin kanun karşısında aynı gerekçeyle ceza indiriminden yararlanmaları artık Türkiye’de son bulmalıdır. Erkeklere kadınları öldürme ve onlara zulmetme yetkisini veren çağ dışı yasa, uygulama ve zihniyet kabul edilemez. Kadına karşı şiddet, kadına karşı ayrımcılığı kurumsallaştıran ataerkil ilişki sistemini sürdürmede baş vurulan evrensel bir araç olagelmiştir. Kadınların, kendi yakınları tarafından dayak, tecavüz, işkence, öldürme gibi fiillere maruz bırakılmaları yakın zamana kadar özel yaşam ve aile mahremiyeti içinde algılandığı için insan hakları mücadelesinin dışında kalmıştır. Ayrıca, kadına yönelik şiddetin egemen ilişkilerin temelinde yatan eşitsizliklerle ilişkili olduğu ve diğer hak ve özgürlüklerin ihlalinin bir sonucu olarak evde / sokakta; savaşta / barışta; devletin ya da özel aktörlerin elinde sürdürüldüğü gerçeği de bilinmemekteydi ya da bilinmezden gelirdi. Uluslararası kadın hareketinin yorulmaz mücadelesi ile bu zulüm sistemi görünürlük kazandı ve yavaş da olsa kadına karşı ayrımcılık ve şiddet konularındaki bilinçlenme ilk kez 1993de Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansında uluslararası hukuka yansıyabildi. Böylece, 20. yüzyılın sonunda kadına karşı şiddet konusu nihayet hükümetlerin gündem maddesi olarak bir zemin kazanmış oldu. Kadınların evrensel hukuku sayılan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 1979 yılında şiddet konusuna yer veremeden yürürlüğe girmişti. Ancak, seksenli yıllardaki gelişmeler karşısında CEDAW Komitesi 19 nolu genel tavsiye kararı ile kadına karşı şiddeti ayrımcılıkla ilişkilendirerek devletleri şiddeti önleme konusunda sorumlu kılmıştır. Bunun sonucu olarak, hükümetler CEDAW resmi raporlarında şiddet konusuna yer vermekle yükümlü hale gelmişlerdir. Kadın kuruluşlarının Viyana konferansında elde ettikleri başarı iki önemli gelişmeye daha olanak sağlamıştır: (I)1993 Kadına Yönelik Şiddetin Tasfiyesi Deklarasyonunun kabulü; (ii)1994 yılında İnsan Hakları Komisyonu tarafından Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü görevinin oluşturulması. Bilindiği gibi, 1995 yılında Pekin’de gerçekleşen Dördüncü Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Eylem Platformunun 12 kritik alanından birisi de kadına yönelik şiddet olmuştur. Bu kısacık 10 yıllık süre içinde kadına yönelik şiddet konusunda geriye dönüşü olmayan bir süreç başlamış bulunmaktadır. Gerek Türkiye’de gerekse dünyanın diğer yerlerinde kadınlar ve insan hakları savunucuları uluslararası insan hakları mekanizmalarını kullanarak kendi ülkelerinde çeşitli kazanımlar elde etmeye başlamışlardır. Üç hafta önce Guatemala’da kadına yönelik şiddet konusunda inceleme yaparken Maya kökenli 28 yaşlarında yoksul ve eğitimsiz bir kadınla tanıştım. Basından geçen şiddet olaylarını bana anlatırken dedi ki, “…ben iki sene öncesine kadar bir kadın olarak haklarımın olduğunu bilmiyorum, yaşadığım olumsuzlukların doğal olduğunu düşünerek bunlara boyun eğiyordum. Ama şimdi benim de haklarımın olduğunu öğrendim.” Peki, bunu nasıl öğrendin diye sorduğumda, kadın örgütlerinin düzenlediği bir seminerde öğrendiğini söyledi. Bu beni çok etkiledi ve insan hakları yolundaki mücadelenin ve çabaların ne kadar doğru olduğu yönündeki inancımı iyice pekiştirdi. Demek ki, 10 yıl önce Viyana’da resmileşen ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını yönlendiren hedefler dünyanın en ücra köşelerindeki kadınların bilincine ulaşabiliyor. Benden önce raportörlük görevini yapan Radhika Coomaraswami İnsan Hakları Komisyonuna sunduğu son raporunda (Nisan 2003) 10 yılın muhasebesini yaparken bu süre içinde kadına yönelik şiddet konusunda yasal mekanizmaların ve bilinçlenmenin gerçekleşmiş olduğuna dikkat çekmiştir. Bundan sonra yapılması gereken kadınların her yerde güven, eşitlik ve özgürlük içinde yaşamalarını sağlamaktır. Yani verilen sözleri hayata geçirmektir. Af Örgütünün açtığı ‘kadına yönelik şiddete son!’ kampanyası bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Hepimize görev düşüyor. Dayanışma içinde çalışarak ve otoriter rejim ve kişiliklere karşı insan hakları ilkesini tüm insanların benimsediği bir değer ve yaşam biçimi haline getirerek, kadına yönelik şiddet belasını yenebileceğimize inanıyorum. Alıntı
Φ KaTliVaCib Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2005 kadını dovmek ne buyuk odlekliktir abi Alıntı
Φ dowjones Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2005 bence bayanlara şiddet uygulayanları psikolojik durumları incelenmeli bakın size bir örnek vereyim. Hz.Hz.Muhammed s.a.v bir gün gece namaza kalkarken eşinden izin alıyor namaza gidebilirmiym diye o da seni dünyadaki herşeyi tercih ederim amma allah ile arana gireme buyrun namazınızı kılın der yani hem allhın rızasını hemde sevgili eşinin rızasını alıyor burdaki ince kıstası bir düşünün bence bu örneği şiddet uygulayan eşlere vermek lazım belki bundan utanır gerçi bizm modern sözde feministler erkeğe karşı çıkmaktan başka hiç bir şey yapmıyor türkiyede bu hep böyledir sosyal demokrat sın ama uzaktan alakan yok feministsin sadece erkeğe karşı gelmek feminsizm olarak algılıyor ne kadar salak ve hiç bir kavramı doğruca yaşamayan bir ülkedyiz biz yav Alıntı
Φ mara bulge Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2005 Töre cinayetini normal gören çok Şeyhmus ÇAKAN/DİYARBAKIR, (DHA) Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır’ın başkanlığında, Güneydoğu Anadolu’da yapılan ‘Namus Cinayetleri Anketi’ne katılanların yüzde 37.4’ü, töre cinayetinden yana olduğunu söyledi. Anket, Güneydoğu genelinde ve 430 kişi üzerinde gerçekleşti. Ankete katılanların yüzde 78’i erkek, yüzde 22’si ise kadınlardan oluştu. Ankette, ‘Bir başkasıyla evlilik dışı ilişkide bulunan bir kadın söz konusu. Bu kadına ceza verilmeli mi? ‘Evet’ ise verilmesi gereken ceza nedir? diye soruldu. ‘Ne ceza verilmeli’ sorusuna, ankete katılanların yüzde 37.4’ü ‘Öldürülmeli’ yanıtını verdi. Ankete katılanların yüzde 16’sı cezalandırılmaması gerektiğini söylerken, Yüzde 25’i medeni bir şekilde boşanmayı, yüzde 21.6’sı da değişik bir cezalandırma yöntemi önerdi. Bunlar arasında, kulak kesme, burun kesme ve saç kazıma gibi fikirler yer alıyor. ‘Cezasını kim vermeli’ sorusunu ise ankete katılanların yüzde 64’ü ‘kocası vermeli’ diye yanıtladı. Prof. Dr. Aytekin Sır, ‘10 kişilik bir ekiple, bölge insanının tamamını içine alan bir çalışmaydı. Yani sadece Diyarbakır ili merkezli bir çalışma değildi. 15 yıldır, alanımda bu bölgeye hizmet veren bir bilim adamıyım. Doğal olarak, töre cinayetlerini mesleki gözlemlerimiz açısından hangi kesimler üzerinde yapmamız gerektiği konusunda bir ön fikrimiz vardı’ dedi. Alıntı
Φ deli gül Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 19 Ekim , 2005 "Uluslararası Af Örgütü'nün hazırladığı raporda kadına yönelik şiddetin dehşet verici oranda arttığı ve her 15 saniyede bir kadının eşi ya da sevgilisi tarafından dövüldüğü belirtildi......" nasıl bir zihniyet buya.tamamen acizlik başka birşey değil......şiddetle kınıyorum. saygılarımla Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 23 Ekim , 2005 Gönderi tarihi: 23 Ekim , 2005 Kampanyayla ilgili son haberler; ..................................................... Kadınların ayak sesleri tüm dünyada yankılandı Salı, 18 Ekim 2005 Özgürlük, eşitlik, dayanışma, adalet ve barış değerlerini temel alan Dünya Kadın Yürüyüşü, Uluslararası Yoksullukla Mücadele Günü olan 17 Ekim’de 24 saat feminist dayanışma eylemiyle küresel etkinlikler gerçekleştirdi. Uçan Süpürge Haber Merkezi- 8 Mart’ta Brezilya’dan yola çıkan İnsanlık için Küresel Kadın Şartı, beraberinde, geçtiği her ülkeden kadınların yaşamak istedikleri dünyayı resmettiği motifler eklediği sembolik dayanışma yorganı ile 55 ülkeden geçerek, 17 Ekim’de yürüyüşün final noktası olan Burkina Faso’ya ulaştı. Dünya Kadın Yürüyüşü’ne üye 163 ülkeden 5500 kadın grubunun gerçekleştirdiği, birer saat süreyle bir zaman diliminden diğerine süren eylem dalgası 24 saat boyunca dünyanın etrafını dolaştı. Ankara, İzmir ve İstanbul’da da çeşitli eylemlerle yürüyüşe destek verildi. Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye İnisiyatifi Ankara Grubu, 15-16-17 Ekim tarihlerini kapsayan 3 günlük etkinlik programı ile feminist dayanışmaya katıldı. 15 Ekim Cumartesi günü saat 11.00’de Ankara Mimarlar Odası’nda gerçekleştirilen basın toplantısının ardından, Yüksel Caddesi’nde stand açıldı, caddeye kurulan tuvale kadınlar hayal ettkileri dünyayı resmetti. Kadın sanatçılar, folklor grubu ve kadın tiyatrosunun katılımı ve slayt gösterisiyle renklenen etkinliklere halkın da ilgisi büyüktü. 16 Ekim Pazar günü, Mamak’ta, Tekmezar Parkı’nda Mamaklı kadınların katılımıyla feminist dayanışma için Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye İnisiyatifi Ankara Grubu’nun koordinasyonunda etkinlikler gerçekleştirildi. Dünya Kadın Yürüyüşü’nün sona erdiği 17 Ekim tarihinde ise tüm dünyada olduğu gibi Ankara’da da saat 12.00-13.00 arasında Yüksel Caddesi’nde toplanan kadınlar, taleplerine duyarsız kalan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yürüyerek, Meclis Dikmen Kapısı’nda bir basın açıklaması yaptılar. Tüm dünya çapında gerçekleştirilen feminist dayanışma eylemleri ile kadınlar, yoksulluk, şiddet ve ayrımcılığın olmadığı, dayanışmanın küreselleştiği bir dünya talebi etrafında; farklılıkları ve benzerlikleri ile birleştirdiklerini gösterdiler. Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2005 25 Kasım’da erkekler şiddeti tartışacak Batman Belediyesi Selis Kadın Danışmanlık Merkezi, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Son Günü etkinliklerini bir haftaya yayarak gerçekleştirecek. İlk hedef, sokaktaki erkekler. Batman’da belediye bünyesinde faaliyet gösteren Selis Kadın Danışmanlık Merkezi, şiddete maruz kalmış, sosyal ve psikolojik sorunları olan ve desteğe gereksinim duyan kadınlara hizmet veriyor. Merkez ayrıca, okuma-yazma kursları ve sağlık, hukuk gibi alanlarda seminer ve konferanslar da düzenliyor. Selis’in önümüzdeki günlerde gerçekleştirmeyi düşündüğü çalışmalardan biri de etkinliklerini belediyenin açtığı halk evlerine taşımak, oralardaki kadınların da yararlanmasını sağlamak. Halk evlerinde eğitim seminerleri ve okuma-yazma kursları açmayı planlayan Selis’in bu girişiminin nedeni ise, faaliyet gösterdiği binanın mahallelerden biraz uzak olması ve bu yüzden asıl kitleye ulaşmakta zorluk yaşanması. Hafta içi her gün 09.00-12.00 ve 13.30-16.30 saatleri arasında başvuruları kabul eden Selis Kadın Danışmanlık Merkezi, rutin çalışmalarının yanı sıra, özel günlerde de çeşitli toplantı ve etkinlikler gerçekleştiriyor. Batman’daki diğer kadın örgütleriyle “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Son Günü” nedeniyle bir etkinlik programı oluşturan Selis’in ilk hedefi, erkekler olacak. 22-23 Kasım tarihlerinde “sokaktaki erkeğe” yönelik bir görüşme formu hazırlanacak ve 50 erkeğe bu uluslararası dayanışma günü hakkındaki düşünceleri sorulacak. 20-24 Kasım tarihleri arasında, mahallelerde kadınlarla toplu görüşmeler yapılarak, gerçekleştirilecek etkinliklere kadınların katılımı ve desteği sağlanacak. 25 Kasım’da ise bir basın açıklaması yapılacak. Aynı gün kadınlara yönelik bir film gösterimi gerçekleştirilecek. 26 Kasım’da erkekler ve kadınlardan oluşan iki ayrı grup arasında bir münazara düzenlenmesi de düşünülüyor. Kadına yönelik şiddetin tartışılacağı bu münazara basına da açık olacak. 27 Kasım’da düzenlenecek söyleşiyle de erkekler kadına uygulanan şiddeti tartışacak, Kadınlar bu söyleşiye yalnızca dinleyici olarak kalacak. Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2005 Cinayetten sonra en kaba şiddet Dayak, cinsiyetlere bölünmüş toplumun, ezilen cins kadına karşı uyguladığı gündelik şiddetin parçası, en yaygın olanı ve cinayetten sonra en kabası. Babası ya da kocası tarafından öldürülme -ki bir yabancı tarafından öldürülmeden çok daha yaygın-, bir kerede biten bir işkence, dayak ise günlük bir uygulama, üstelik bugünkü yasalarımıza göre ancak büyük maddi zarar verdiği zaman -11 günlük doktor raporu- kamu davası konusu. Eğitme, sindirme, ceza yöntemi Dayak genel olarak bir eğitme -şartlandırma-, sindirme ve ceza yöntemi. Ev içinde ve okulda çocuklar, şirklerde hayvanlar, canları acıtılarak şartlandırılırlar. Büyüklerin, öğretmenlerin dayak atma hakkı vardır ama çocuklar el kaldıramaz, saygıda kusur olur! Aynı şey orduda aynı fiziksel güçte ama hiyerarşik ilişkide yeri farklı iki erkek arasında da sözkonusu. Er dövülür ama erin subaya cevap vermesi bile ceza konusudur. Karakoldu ve hapishanede dayak hem sindirme, eğitme, hem cezalandırma, hem de işkence aracıdır. Şiddetin bu kurumlardaki yeri bu kurumların toplumdaki işlevlerinin icabıdır. Toplumlararası şiddet de savaş biçimini alır. Bu insan türünün sınıflı ve milliyetli topluluklardan ileri bir örgütlenmeye geçememiş olmasının belirtisi ve sonucudur. Bizim kadınlara yönelen dayakla uğraşmamızın nedeni genelde sınıflı ya da milliyetli topluma karşı olmamız ya da uygulama olarak dayağı fazla can acıtıcı bulmamızla sınırlı değil. Bunu vurgulamakta yarar var. Yetişkin yaşta daha çok dayak Dayak toplumun cinslere bölünmüş yapısının bir belirtisi.Ve bir belirti gibi ele alınmalı. Dayak toplumun başka kurumları için ne anlatıyorsa aile için de onu anlatıyor: Aile hiyerarşik bir yapılanmadır. Kadınlar üstünde hak ve söz sahibi olan babalar ve kocalar (kayınpeder, kayınvalide, ağabey, nişanlı, sevgili gibi aynı konumdaki kimseler dahil) kadınları dayakla eğitiyor, dayakla cezalandırıyor. Aile egemenlik ilişkisi içeren bir kurum ve bu kurumda ezilen yerde olanlar kadınlar ve çocuklar. Şu anlamlı ayrıntıyı da unutmayalım: kadınlar yetişkin yaşta, çocukken yediklerinden daha çok dayak yiyebiliyor! Doğrudan ya da dolaylı şiddet Her erkeğin karısını dövmediğini, kadınların kırsal ya da gecekondu bölgelerinde daha çok dövüldüğünü de ayrı şekilde okumak mümkün: Her erkek karısını dövmüyorsa karısından istediğini başka yollarla alabildiği içindir. Nasıl ki eskiden karaderilileri çalıştırmak için dövmek gerekirken bugün mülksüz bırakmak yetiyorsa! Aynı şekilde, erkeklerin kadınları dövmekten vazgeçmeleri için onları eğitmek yettiğini ileri sürmek ezilenlerin (karaderili olsun, mükszü olsun) mücadele etmeden hak elde edebileceklerini düşlemeye benzer. Dayak, kadınlar üstündeki egemenliği sürdürme yollarından sadece biri.Kadınlara karşı gündelik şiddet, dayak ve toplumumuzdaki atasözleri gibi dolaysız biçimlerden, aşağılanma, hiciv (Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin Kadın Şenlği'ni verme biçimlerini hatırlayın!) laf atma, ahlaksal değer yargıları (kadınlara yakışmayan davranışlar: gece sokağa çıkma, açık saçık giyinme, konuşma vb...) gibi dolaylı biçimlere ya da doğrudan ekonomik yollara (ev işine ve analığa yazgı, erkeklerle aynı mesleki eğitim ve ücreti alamam vb...) uzanan bir yelpaze oluşturuyor. Bu biçimler toplumdan topluma tarih içinde ve ekonomik yaptırımların yaygınlığına göre bölgeden bölgeye, katmandan katmana çeşitlenebiliyor. Ancak ne Türkiye'nin, ne de dünyanın hiçbir yerinde cinsiyetsiz toplum kurulmadığından yaygınlığını ve güncelliğini koruyor. Zorlama, dışlama, sınırlandırma Kadınlara karşı şiddetin işlevi nedir?Kadınlara karşı tehdit ve şiddet kadınları belirli davranışlara zorlamayı ve bazı alanlardan dışlamayı ya da etkinlik alanlarını sınırlandırmayı amaçlıyor. Ve kadınların kamusal alandaki etkinliklerini sınırlama, kadınları ev içine ve ev işine sürerken, kadınların ev işini boğaz tokluğuna yapmaları da kadınların mesleksiz olmalarını ve düşük ücretli işlere razı olmak zorunda kalmalarını biraberinde getiriyor. Kadınların "özel" alana sıkıştırılmaları erkeklerin kamusal alanı (sokak, ücretli üretim, sendika, siyaset vb.) ellerinde tutmalarını kolaşlaştırıyor. Erkekler bu alanları kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek gücüne sahipler. Bu gücü yukarıd asaydığım çeşitli baskı ve şiddet yollarıyla ellerinde tutuyorlar. Cinsiyetçi toplumda kadınların erkek alanlarından dışlanmasının meşruluğu kendi başına cesa tehditini içeriyor: Sınırları zorlayan kadınlar alaf atılır, parmak atılır, dayak atılır! Sözkonusu sınırların darlığından sözetmek bile gereksiz: kampanyaya gelen mektuplar örnek dolu, "Kadınlık" alanlarını kabul etmemekten (ev işlerini ya da çocuk bakımı aksatmak) "erkek" alanlarına adım atmaya (sigara içmek, sokağa çıkmak, ücretli işe girmek istemek, "erkek" gibi tartışmaya çalışmak, soru sormak, başka erkeğe bakmak ya da baktırmak vb...) her varolma cüreti ceza nedeni olabiliyor. Kısacası, kadınlara karşı gündelik şiddet, kadınların kadın yerinde tutma, yani cinsiyet egemenliğini sürdürmeye yarıyor.Bu yüzden de hangi erkeklerin hangi durumlarda hangi kadınların dövdüklerini araştırmak, ancak, cinsiyetçi yapının örgütlenme çeşitlemelerini anlamaya yarar. Cinsiyetçi toplumun dışında kalınabilir mi? Bu bağlamda hangi erkeğin dayak atmadığı ya da hangi kadının kendi dövdürmediğiyle uğraşırken, aynı erkek ve kadının cinsiyetçi toplumun dışında kalabilme olasılıklarına da bakmak gerekir. Böyle bir olasılık olmadığından, olsa olsa belirli bir erkeğin dayak atmadan cinsiyetçi toplumun yararlarından nasıl istifade ettiğine bakmamız gerekir. Örnek olarak karısını sevgiye, çiçeğe ve hediyeye boğan bir erkeğin katıldığı topluluklarda (otobüs, sokak, kahve, meyhane, fabrika ya da sendika, parti ya da işletme yönetim kurulları) kaç kadın olduğunu ve kadınlara nasıl davranıldığını verebiliriz. Bedeli sadece ev işi olan evlilikler nasıl sürüyor? Kendisini dövdürmeyen kadının verdiği sayısız taviz ile "erkek dünyasında yer kapmış" erkek-kadınların kendileriyle ilgili geliştirdikleri yanlış bilinci de cinsiyetçi toplumun kar hanesine yazmak gerekir. Aile içinde dövülen kadınların yaşadıkları karasabana rağmen neden evliliklerini sürdürdüklerinin sırrı ise evlilik kurumunun doğru tahlilinde gizli. Erkek egemen toplumun kurucu birimi olan aile ile ailenin yasal düzenlemesi olan evlilik kurumunun, kendi başlarına, kadınların alanı olan "özel"i oluşturdukları, kadınlara bunun dışında hayat hakkı tanınmadığı hatırlanırsa, bunca evliliğin dayağa rağmen nasıl sürdüğü anlaşılır gibime geliyor. Zaten bana kalırsa, bedeli sadece ev işi olan evliliklerin de nasıl ve neden sürdüğü araştırılmalı ve unutulmamalı ki dayak birimizin başındaysa şiddet hepimizin başında!Kadınların aile ve evlilik dışında?! da güvenlik içinde varolabilmeleri için de ekonomik ve siyasal bağımsızlığımız için mücadeleyi gerekli buluyorum. Bu yüzden de "Kadınlar, dayağa karşı dayanışmaya!" çağrısı, cinsiyetsiz toplum için mücadele çağrısının ilk adımı sadece. Mücadelenin kadınlar tarafından yürütüleceğini, hedefin kadınlar üstündeki tüm baskı ve yaptırımları kaldırmak olduğunu hatırlatan bir çağrı. Kolay Gelsin Alıntı
Φ jhonywalker Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2005 KAdına Şiddeti kimsenin onaylayacağini sanmam.... Ama şiddet sadece kadınlara yönelik değil sanırım...Unutulmamalı Ki MAlatyada Jojuk yuwasında el kadar bebelere ŞİDDET uygulayan da Bir kadındı demekki sıf erkekler kadınlara Şiddet uygulamıyor... Bunu Genel anlamda ele alırsak kadında erkek te birey olarak şiddet uyguluyor... Şiddetin her Türüne karşi olmamız gerek.. Her kez Gücünün yettiğine Şiddet uygulamamalı Unutmamalı Ki oda İnsan we bir can ALLAhın yarattığı... Kısaca Şiddet demek zulum demek we Buna Wicdan sahibi her insan dur demeli... Alıntı
Φ gezgin Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2005 umarım amcına ulaşır eğer bizim buradan yapmamız gereken birşey varsa yazmanı dilerim Alıntı
Φ jhonywalker Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2005 AyRıca Bu konuya DUYArsız KAlmayan Bu TOPİCİ açan ŞEWWAL arkadaşimiza Onun nezdinde bu DRAjedik duruma Fikirlerince katılan arkadaşlara TŞkler... Sewgilerle... Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2005 Kadına Yönelik Şiddete Son Kampanyası Konusunda Son Yayınlananlar: Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) Japonya hükümetine bugün yaptığı çağrıda, 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Japonlar tarafından seks kölesi olmaya (“rahatlatıcı kadınlar” olarak tanımlanıyorlardı) mahkum edilen kadınlara karşı işlenen suçlarla ilgili sorumluluğunu kabul etmesini istedi. “60 Yıldır Hala Bekliyorlar: Japonya Ordusunun Seks Köleliği Sisteminin Kurbanlarına Adalet” başlıklı kapsamlı raporunda UAÖ “rahatlatıcı kadınlar”ın yaşadığı vahşi muameleyi ve yaşadıklarının sorumluluğunu üstlenmemek için yıllardır öne sürülen mazeretleri anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yaklaşık 200,000 kadın Japon ordusu tarafından seks kölesi yapılmıştı ve bu kadınların bir çoğu 2 0 yaşından küçüktü. Aralarında 12 yaşında olanlar bile vardı. Raporda ayrıca hayatta kalanlar için adaletin sağlanması için Japonya hükümetine ve uluslararası topluluğa da tavsiyeler yer alıyor. UAÖ Asya Pasifik Program Direktörü Purna Sen, “Japon hükümetinin bu korkunç seks köleliği sisteminden sağ kalanlara tam giderim sağlayarak 60 yıllık hatayı nihayet düzeltmelidir” dedi. “Rahatlatıcı kadınlar” sisteminden sağ kalanlar artık yaşlı ve sayısı belirsiz kadın ise adalet elde edemeden, Japon hükümetinden yeterli bir açık özür ya da doğrudan tazminat alamadan öldü. Jaoun hükümeti yıllardır ısrarla ordusunun cinsel kölelik sistemiyle ilgili sorumluluğu üstenmeyi reddetti ve ancak Japonya hükümetinin doğrudan bağlantısı olduğuna dair kanıtlar gün ışığına çıktığında sorumluluğunu kabul etmek zorunda kaldı. “Eski ‘rahatlatıcı kadınlara’ yapılan özür yetersiz, belirsiz ve kabul edilemezdi. Üstelik Asyalı Kadınlar Fonu uluslararası giderim standartlarını karşılamamakta ve mağdurlarca sessiz kalmaları için bir tür rüşvet olarak algılanmaktadır” diyen Purna Sen, bu sorunun geçmişe ait bir insan hakları meselesi olarak algılanmaması gerektiğini söyledi. “Bu, harap edilmiş hayatlar ve adalet ve giderimin ısrarla reddedilmesiyle ilgilidir. Giderim meselesi yalnızca ahlaki bir yükümlülük değildir. Savaş suçları ve tecavüz ve seks köleliği gibi insanlığa karşı suçlar işleyen her hükümetin mağdurlara tam giderim sağlama ve benzer suçların tekrarlanmaması yönünde söz verme yükümlülüğü vardır.” Japonya hükümeti Dördüncü Cenevre Sözleşmesine eklendiği1949 yılına kadar tecavüzün savaş suçu sayılmadığını öne sürüyor. Ancak UAÖ raporunda, Japonya hükümetinin cinsel kölelik sistemini uyguladığı tüm dönem boyunca, uluslararası gelenek hukukunda silahlı çatışmalar sırasında tecavüzün suç sayıldığına dair çok sayıda kanıt bulunduğunu öne sürüyor. Şimdi 79 yaşında olan Güney Kore uyruklu Lee Ok-sun “Çin’e götürüldüğümde 16 yaşındaydım” diyor. Kaçırılarak Çin’in kuzey doğusundaki Yanbian’a götürülmüş ve bir “rahatlama istasyonunda” cinsel köleliğe zorlanmış. “Kızların yaşları 14-17 arasındaydı. Bizi günde 40-50 askere hizmet etmeye zorluyorlardı. O kadar erkeğe hizmet etmek imkansız olduğu için reddettiğim için dövüldüm. Bir kadın itiraz ettiğinde vücudunu bıçakla kesiyorlardı; bazı kızlar bıçaklandı. Bazı kızlar hastalık kaparak öldü… Çok acı verici bir deneyimdi – yemek yetersizdi, uyku süresi azdı ve kendimi öldürme bile izin yoktu. Umutsuzca kaçmayı istiyordum.” Lee Ok-sun Çin’den Güney Kore’ye ancak 58 yıl sonra dönebilmiş. UAÖ’nün raporunda Filipinli Lola Pilar “Yaşadıklarımızın tarihe geçmesini istiyoruz. Böylece gelecek nesil ve diğer ülkelerdeki insanlar bize ne olduğunu bilsin ve bize adalet sağlanmasını istesin” diyor. “Japonya hükümeti Japon askerlerin yaptıklarını kabul etmek zorunda. Japonya hükümetinden özür ve tazminat istiyoruz.” Filipinli Lola Amonita, paradan ziyade özür istediğini söylüyor. “Japon hükümetinden açık bir özür talep ediyorum.” Arka plan bilgisi “Rahatlatıcı kadınlar” terimi Filipinler, Tayland, Vietnam, Malezya, Çin, Güney ve Kuzey Kore, Japonya, Endonezya, Hollanda ve Japonya işgali altındaki diğer ülke ya da bölgelerde Japon askeri birlikleri tarafından 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında cinsel köleliğe zorlanan genç kadınları tanımlamak için kullanılıyor. Bu ihlal Japonya yetkilileri tarafından savaş sırasında üslendikleri yerlerde kurulan “rahatlama istasyonlarında” gerçekleştirildi. Genellikle kaçırılan ya da kandırılan kadınlar bu istasyona getiriliyordu, bazen de yoksul ailelerinden satın alınıyordu. Aslında kurumsallaşmış tecavüz olan bu ihlalin yaygın olarak sürmesine rağmen, “rahatlatıcı kadınlar” meselesi, 2. Dünya Savaşının ardından Japonya’nın savaş suçlularını yargılamak üzere kurulan Uzak Doğu Uluslararası Askeri Mahkemesi tarafından göz ardı edildi. Yalnızca Endonezya’daki Hollanda askeri mahkemesi sırasında, sadece Hollandalı kadınların cinsel köleleştirilmesi ile ilgili yargılama yapıldı. Endonezyalı kadınlara yönelik benzer suçlar cezasız kaldı. Aşağılanmış ve utanç içindeki “rahatlatıcı kadınlar” onyıllarca sessiz kaldı. Ta ki Japonya hükümetinin sistemle ilişkisini ısrarla reddetmesine tepki olarak 1990ların başında konuşmaya başlayıncaya kadar. Mağdurlar ağır bir travma yaşamış, birçoğu asla evlenmemiş ve bir çoğu sürekli tecavüz sırasında oluşan hasarlar ya da cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle çocuk sahibi olamamış. 1992 yılında Profesör Yoshimi Yoshiaki tarafından Japonya hükümetinin ilişkisiyle doğrudan bağlantılı kanıtları buluncaya kadar Japonya hükümeti “rahatlatıcı kadınlar” sistemiyle ilgili her türlü sorumluluğu reddetti. Daha sonra çok sayıda resmi özür yayınlamasına rağmen bunların hiç biri mağdurlar için kabul edilir değildi. Üstelik Japonya hükümeti cinsel kölelik kurbanları ve destekçilerinin ısrarlı kampanyalarına ve uluslararası eleştirilere yanıt olarak 1995 yılında Asyalı Kadınlar Fonu’nu kurdu. Ancak bu fon mağdurlar tarafından Japonya hükümetinin uluslararası yasal sorumluluklarından sıyrılmanın bir yolu olarak algılanmaktadır. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2005 Gönderi tarihi: 20 Kasım , 2005 Sopn günlerde medyayı takip ediyorsanız, bazı mankenlere sevgililerinin yaptığı şiddet olaylarından haberiniz vardır.. Sanırım bu işlerin etnik yapıdan çok etik yapıyla ilgisi var..!! Etikten kastım, vizyondakiler değil, A'dan Z'ye herkes... Ahlaki açıdan etiklik... Saygılar-Sevgiler.. Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2006 Uçan süpürge haber merkezi'nden Açılın, ben mağdurum” “Ben de!.. Ben de!..” Medya için “haber değeri” taşıyan “ünlü mağdur kadınlar”, buzdağının görünen kısmı. Suyun altında seslerini duyuramayan binlercesi var... Yıllardır yazıp çiziyoruz, konuşup tartışıyoruz. “Kadın” diyoruz, “şiddet” diyoruz. Bu iki sözcüğün yan yana geldiğinde nasıl bir arızaya işaret ettiğini görüyoruz ve herkese göstermek istiyoruz. Biz kadınlar dayak “yiyoruz”. Bu besleme/beslenme biçimi, erk’in de tek gıdası. Erkekliği temize çekme, gücünü sınama ve hatta kendini kanıtlama çabası. Daha doğrusu, bu çabanın aracı. Hak-hukuk tanımayan faillerin, had-hudud savaşına dönüştürdükleri zavallı çabaları, mağdurların hikayelerini çoğaltıyor. Kadınların sessiz kalması, kendilerine yaşatılan şiddeti içine sindiremese de açık etmemesi, gücünü şiddet kültüründen ve “toplum ahlakı”ndan alan erkeklerin ekmeğine yağ sürüyor. Şiddetin ne büyük bir insanlık suçu, günahı ve ayıbı olduğunu “bir kısım erkekler” görmüyor, görmezden geliyor. Bir kısım kadınlarsa, neredeyse dayağın “katlanılabilir” bir eziyet olduğunu savunan açıklamalar yapıyor. Üstelik bunu “sabrımın yettiği yere kadar” gibi bir dayanma noktasına sürüklüyorlar. “Daha önce de beni dövdüğü olmuştu, hatta bir keresinde kaşımı patlattı. Ama bu sefer ‘yediğim’ dayak...” filan diyorlar. Dayağın ilk seferi-son seferi yoktur. İlkine sessiz kalmak, ardından gelecekleri baştan kabullenmektir zaten. *** Son haftaların en cazip gündemi, “dayak yiyen” ünlü kadınlardı! Manken Deniz Akkaya, kulak zarı patlatılıncaya kadar dövülmüş, bu haber medyada patlamış, ardından Akkaya’nın şu sözleri gelmişti: “Önceki sevgililerimden de dayak yedim!” Akkaya’nın bazı meslektaşları, birbiri ardına beyanat verdi: “Evet, ben de dövüldüm... Ben de şiddet gördüm...” Sonra eski spiker Rana Elik çıktı ortaya. Oğlunun eşi tarafından kaçırıldığını ve kendisine gösterilmediğini anlatırken satır arasında fısıldadı: “Her şey dayakla başladı.” Eşi kendisini daha önce birkaç kez aldatmış, Elik boşanmak istediğinde ise “Sen beni aldatıyorsun” diyerek önce bir temiz dövmüş, sonra da çocuğunu alarak kaçıp gitmişti. Gazeteci Ayşenur Arslan da şiddet mağduru olduğunu itiraf etti yıllar sonra. Yalnızca 8 ay süren evliliğinde eşinin psikolojik şiddetine maruz kaldığını anlattı. Fiziksel şiddetle ise bu 8 ayın sonunda boşanmaya kesin kararlı olduğunu eşine söylediğinde tanışmıştı. Manken, oyuncu, gazeteci, iş kadını... ya da öğretmen, sekreter, ev işçisi, ev kadını... Türkiye’de her 3 kadından 1’i şiddete maruz kalıyor. Şiddetin yalnızca dayaktan ibaret olmadığını bilmek, yaşatılan şiddeti yedi düvele duyurmaktan korkmamak kadar önemli. Medya için “haber değeri” taşıyan “ünlü mağdur kadınlar”, buzdağının görünen kısmı. Suyun altında saklanan hikayeleri ortaya çıkarmaksa yine medyanın görevi. Herkesin tanıdığı/bildiği kadınların, tanınır/bilinir olmanın verdiği güç ve güvenle yaşadıklarını deşifre etmesi, maddi ve manevi hiçbir gücü olmayan mağdur kadınların birer birer ortaya çıkmasına vesile olur mu, diye umalım! Alıntı
Φ cerenimoo Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 22 Ocak , 2006 kadınlara yönelik şiddet,ezicilik elbette erkeklerin yürütümünde başlamıştır ve devam etmektedir,fakat kadınlar ki;erkeklerden sonra gelir kendi cinsini ezme konusunda.. yanlış ve doğru birbirini ayakta tutan iki kelimedir,yanlış hep olmuştur,düzelmiş hali de dogru adını almıştır..demem o ki erkeklerin öncülüğünde sürdürülen kadınlara yönelik bu propogandaya hizmet eden kadınlar da en az onlar kadar sucludur.. örnek vermek gerekirse;annemin geçen sabah kardeşime kahvaltı sofrası hazırlamam konusunda beni uyarması,kendi bildiklerini..,kendince onu ''eş''sıfatına ulaştıran şeyleri bana öğretmesi,ilerde lazım olacagını sürekli kafama gagalaması.. Dogu'daki kadınlarımızda bu gibi örnekler saymakla bitmez,üstelik akla gelmeyecek niceliklerde..fakat bunun temelinde egitimsizlik yatmaktadır..bu yüzden örnek olarak okumus biri olan annemden,annelerimizden bahsettim.. kısacası iş bizden devam ettigi gibi,bizimle sona erebilir ancak,erecek de.. Alıntı
Φ strangerPIA Gönderi tarihi: 25 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 25 Ocak , 2006 örnek vermek gerekirse;annemin geçen sabah kardeşime kahvaltı sofrası hazırlamam konusunda beni uyarması,kendi bildiklerini..,kendince onu ''eş''sıfatına ulaştıran şeyleri bana öğretmesi,ilerde lazım olacagını sürekli kafama gagalaması.. Dogu'daki kadınlarımızda bu gibi örnekler saymakla bitmez,üstelik akla gelmeyecek niceliklerde..fakat bunun temelinde egitimsizlik yatmaktadır..bu yüzden örnek olarak okumus biri olan annemden,annelerimizden bahsettim.. kısacası iş bizden devam ettigi gibi,bizimle sona erebilir ancak,erecek de.. Evet, size katılıyorum. Her şey bizde bitiyor. Bizler (bugünü yaşayan nesil), yenilere, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, etrafa, komşulara ve herkese örnek olmak durumunda. Çünkü genelde çocuklar örnekleri neyse o kişilere göre davranıyorlar. Yani yani aynen taklit ediyorlar. Eğer evde sadece kadınlar bulaşık yıkıyor, mutfağa sadece kadınlar giriyor, temizliği sadece kadınlar yapıyorsa çocuklar da bunu böyle uyguluyor. Ama siz eşitlikten yanaysanız çocuk da eşitlikten yana oluyor. Ne yazık ki doğudaki kadınlar, kendi hemcinslerini öldürme kararlarını destekliyorlar. Bir kadın ya da genç kız birini sevmişse, önce oradaki diğer kadınlar çıkarıyor ölüm fetvasını, erkeklere de uygulamak düşüyor. Ve benim en çok şikayet ettiğim konu: Kadınların çocuk yetiştirirken kız ve oğlan çocukları arasında ayrım yapması. Daha küçücükken erkek çocuklar üstün olduklarını sanıyorlar, çünkü öyle yetişiyorlar. Annesine köpek gibi davranıyor bu çocuklar. Anneler öyle yetişmiş, öyle de yetiştiriyor çocuklarını. Bu oğlanlar kız kardeşlerine, ablalarına da çok kötü davranıyorlar, ben de bu görüntüleri görünce çıldırıyorum. Ama suçlu o anneler ne yazık ki. Cehalet demiyorum, çünkü okuyanlar arasında da bu var. Okumak önemli değil, bilgiyi hayata geçirmedikçe her şey boş nasıl olsa. Önemli olan diploma almak değil, herkes bir şeyleri ezberleyerek diploma almaya hak kazanabilir. Önemli hayata nelerin geçtiğidir, nasıl yaşadığınızdır. Ben hiçbir zaman bir erkeğe hizmet etme düşüncesiyle, bir gün evleneceksin laflarıyla büyüymedim. Her zaman evdekiler önce eğitim, zamanı gelince evlilik derdi. Önemli olan benim bir meslek sahibi olmak, ayaklarımın üzerinde durmam, kimseye muhtaç olmadan yaşamımı sürdürebilecek bilgilere sahip olmamdı. Asla ve asla kadın erkek ayrımını evde öğrenmedim. Dışarıda öğrendim, kahroldum, pek çok kez müdahale ettim ve hatta bu nedenle sen ne karışıyorsunlarla bile muhatap oldum. Artık pek karışmamaya çalışıyorum, çünkü herkes hak ettiği şeyi yaşıyor galiba. Siz eğer o şartları değiştirmek istiyorsanız bir şeyler oluyor, yardım bile gelebiliyor ve her şey değişebiliyor. Önemli olan sizin hayata nasıl baktığınız, neye izin verdiğiniz. Alıntı
Φ cerenimoo Gönderi tarihi: 25 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 25 Ocak , 2006 bu gerçekler ki bizi harekete geçiren olmalı,her iki cinsin de uygaladıgı bu hakaretler,aşagılama,ezici tavırlar yok oluşa değil ''yok olacak adaletsizlige'' götürmeli bizleri..ben hep inanmışımdır buna,bir savaş yara almadan bitmişse bir yerlerde mutlak hata vardır..yani gördüklerimiz bizi ''böyle gelmiş böyle gidere'' degil,''böyle getirmişler ama böyle götürmeyeceğiz''e götürsün,yılmayalım,yara alalım nasıl olsa kazanan gene bizler olacagız,yaralarımızı sayısız ilaçla gene bizler saracagız.. Alıntı
Misafir şevval Gönderi tarihi: 27 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 27 Şubat , 2006 KADININ ADI YOK Türkiye’de hala kadınların yüzde 40’ı görücü usulüyle evlenirken, yüzde 20’si nikahsız yaşıyor, 100 kadından 2’si yükseköğrenim görüyor. Türkiye'de 8 milyon kadın okuma-yazma bilmiyor, eğitim gören 100 kadından ise sadece 2 tanesi yükseköğrenim görüyor. Kadınların yüzde 40’ı görücü usulüyle evlenirken, yüzde 30’unun dini nikahla, yüzde 20’sinin ise nikahsız yaşıyor. Kadınların yüzde 55’inin doğum kontrolünü uygularken, Yüzde 64’ü hamilelik döneminde doktor yüzü görmüyor, yüzde 65’i eve gelen konuğa görünmüyor, ki bu özellikle kırsal kesimde çok yaygın. Anne olmak için ülkemizde yılda 2 bin 500 kadın yaşamını yitiriyor. Berdel, başlık parası, töre ve namus cinayetleri, dayak, baskı ve gelenekler kadını hedef almaya devam ediyor. Yani 21. yüzyılda Türkiye’de hala kadının adı yok. Toplumun yüzde 50’sini oluşturan kadınlar, karar mekanizmalarında kendi oylarıyla yarı yarıya temsil edilmeyi başardıklarında birçok sorunu çözeceklerini vurgulayan Doğu ve Güneydoğulu kadınlar üzerine araştırmalar yapan eğitimci Neşe Doster, TBMM’de kadınların temsil oranın 1930’lu yıllarla karşılaştırıldığında çok düşük olduğunu vurguladı. Kadınların sivil toplum örgütlerine katılımının yüzde 24, partilere yüzde 13, sendikalara ise yüzde 6 civarında bulunduğunu anlatan Doster, bu oranların Avrupa ülkelerine göre son derece düşük olduğuna değindi. Türkiye’deki iş kollarında erkeklerin yönetici, kadınların ise yardımcı konumunda bulunduğuna dikkati çeken Doster, “Yörelere göre fark gösterebilir, ancak ana sorunlar aynı” dedi. Neşe Doster, kadınların sorunlarının çözümü için eğitimin önemine değinerek, öncelikle işsizliğe çare bulunması gerektiğini sözlerine ekledi. Çukurova Üniversitesi (Ç.Ü) Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adil Türkoğlu da, kadınların eğitim olanaklarının erkeklere oranla daha kısıtlı olduğunu söyledi. Türkoğlu, okuma yazma bilmeyen erkeklerin vatani görevlerini yaparken bu imkana kavuşabildiklerini, oysa kadınlar için bunun söz konusu olmadığını belirtti. Türkoğlu, “Kadının toplum yaşamına daha çok katkıda bulunabilmesi için öncelikle eğitim seviyesi yükseltilmelidir. Araştırmalar, bebek ve anne ölümleri ile doğurganlıkta annenin eğitiminin önemli rol oynadığını göstermektedir. Bu nedenle sağlıklı kuşakların yetişmesi için de kadının eğitimi öncelikli konular arasında yer almalıdır” diye konuştu. Türkoğlu, kadının eğitimi için de özellikle sivil toplum örgütlerine önemli görevler düştüğünü kaydetti. Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Ç.Ü Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Gaye Erbatur da kadınların hak ettikleri konuma erişemediklerini, bunun en önemli nedeninin kadınların siyasette ikinci planda bırakılmalarının olduğunu söyledi. Erbatur, 1950’li yıllardan sonra parlamentoda kadınların temsil oranının yüzde 1’lere kadar düştüğünü, bugün ise yüzde 4’te kaldığını belirterek, “Siyasete katılmazsak, sorunlarımızı çözemeyiz” dedi. Kadınların dünyada hak ettikleri konuma geldikleri tek ülkenin İsveç olduğuna dikkati çeken Erbatur, şöyle konuştu: “İsveç parlamentosunda kadınların temsil oranı yüzde 43’tür. Bakanlar kurulunun da yüzde 55‘i kadınlardan oluşmaktadır. Ülkemizde de aynı tabloyu görmek istiyoruz. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu durum, erkeklerin bu işi beceremediklerini göstermektedir. Bu nedenle kadınların siyasette aktif rol almaları zorunluluk haline gelmiştir.” Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.