Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

YARATILIŞ MUCİZELERİ

Zafer Araştırma Grubu

 

ESKİDEN ÇOCUKLAR, “Ben nasıl oldum?” gibi bir soru sorduklarında; ya azarlanırlardı, ya da tuhaf cevaplarla atlatılmaya çalışılırlardı:

 

“Eee, seni leylekler getirdi yavrum!”

 

“Annenle birlikte bir dere kenarında dolaşıyorduk ki, taşların arasında seni bulduk! Çok şirindin aldık eve getirdik!”

 

“Tarlada.. Kocaman bir lahananın göbeği içindeydin, çok şirindin…”

 

Şimdiki çocukların böyle cevaplara itibar edeceğini hiç beklemeyin. Zamanımızın on yaşındaki bir çocuğu, insanın yaratılışı hakkında Aristo’dan daha çok şey biliyor! Sıradan bir lise öğrencisi, 16 yy. embriyologlarından fazla bilgiye sahip!

 

1677 yılında ilk nesil mikroskoplardan birini kullanarak erkek üreme hücresi olan Spermleri inceleyen Hamm ve Leeuwenhoek, incelemeleri sonucunda, her bir sperm hücresinin içinde her şeyiyle tamam bir insan bulunduğunu öne sürdüler. Bu sperm hücresi rahme düşüyor ve orada büyüyerek doğacağı hâle geliyordu onlara göre. Ne tuhaf değil mi? Tek bir sperm hücresinin içinde mikroskobik bir insan var. Eğer bu mikroskobik insan bir erkek ise, onun da sperm hücreleri olmalı. Ve onun spermlerinde de, herşeyiyle tamam birer insan bulunmalı! Tabi, mikroskobik insanın spermlerinde bulunan öteki mikromikroskobik insanların erkek olanlarının spermlerinde de, yine mikromikromikro insanlar bulunuyordu, Hamm ve Leeuwenhoek’a göre.

 

18. yy.’da kadın yumurtası keşfedildi ve bilim adamları “Yanılmışız!” dediler. “O mikro insancıklar, sperm hücrelerinde değil yumurta hücrelerinde bulunuyormuş!”

 

19. yy’a geldiğimizde ise insanoğlu nasıl yaratıldığını anlama noktasında önemli bir adım attı ve anne karnındaki yaratılışın safha safha, merhale merhale, aşama aşama olduğunu keşfetti.

 

Batı’lı bilim adamları sonsuza kadar uzanıp giden minik insancıklar fikrinden kurtulmanın rahatlığını yaşarken, Müslüman bilim adamları, bir Kur’an mucizesine şahit olmanın heyecanı içindeydiler. Çünkü Allah, ‘rahimlerde olanı’ bindörtyüz yıl kadar önce insanoğluna âyet âyet bildirmişti.

 

 

“And olsun, Biz insanı çamurun özünden yarattık.

 

Sonra ona sağlam bir karar yerinde bir nutfe yaptık.

 

Sonra nutfeyi aleka hâlinde, alekayı mudga hâlinde yarattık. Mudgayı da kemik halinde yarattık; kemiklere ise et giydirdik. Sonra da onu bambaşka bir yaratışla inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!” —Müminun, 12-14

 

 

“Ey insanlar! Kıyamet gününde diriltilmekten şüpheniz varsa, şu bir gerçek ki, Biz sizi önce topraktan, sonra bir nutfe’den, sonra bir aleka’dan, sonra kısmen şekillenmiş, kısmen şekillenmemiş bir çiğnem etten yarattık—tâ ki size âyetlerimizi açıklayalım. Dilediğimizi belirlenmiş bir vakte kadar rahimlerde yerleştiririz. Sonra sizi bebek olarak çıkarır, sonra olgunluk çağınıza kadar büyütürüz…” — Hacc, 5

 

 

 

BU BİZİM MACERAMIZ

 

 

Her birimizin, annelerimizin rahminde olan gelişmemiz büyümemiz ve orada dünya için hazırlanmamız, çok önceden hazırlanmış bir plânın, programın gerçekleştirilmesinden başka bir şey değildir.

 

Birbirini hiç tanımayan, bilmeyen ve birbiriyle görüşmemiş iki ayrı insanın vücudunda, bizim bütün programımız hazırlanmaktadır.

 

Kısacası, bizleri meydana getiren iki hücre nedir, özellikler nelerdir, nerede ve nasıl yapılmaktadır? Bu iki ayrı vücuttaki iki hücre, birbirlerine nasıl hazırlanmaktadır? Buluşmaları nasıl sağlanmakta, bir araya geldiklerinde yaratılış mucizesi olan bir vücudu, nasıl meydana getirmektedirler?

 

Bugünkü bilgilerimizin, bilemediklerimiz yanında, denizden bir damla olduğunu dikate alarak, insan yaratılışında ne derece harika olayların cereyan ettiğini çok daha iyi düşünebiliriz.

 

 

HAYAT PROGRAMININ

 

KURULDUĞU YER

 

Anne ve babalarımız, hatta onların anne ve babalarını vücuda getiren spermle yumurta hücresi buluştuklarında, bizim vücut programımız hazırlanmaktaydı. Çünkü bizim vücudumuzun temel taşı olacak sperm ve yumurta hücresinin taslakları, anne ve babamızın cinsiyet organlarına, onlar annelerinin karınlarında altı haftalıkken yerleştirilmeye başlanır. Yani büyük baba ve büyük annelerimiz kendi annelerinin rahimlerinde henüz altı haftalık iken, baba ve annelerimizi meydana getirecek olan hücrelere sahip olurlar.

 

İşte bu iki hücre, milyonlarca kardeş hücrelerle beraber, bizim vücut inşaatımız başlayıncaya kadar, birbirlerinden tamamen habersiz, anne ve babalarımızın vücudunda muhafaza edilirler.

 

SPERM HÜCRELERİ

 

 

Spermin enine kesitleri incelendiğinde, ortada bir çift ve kenarlarda ise 9 çift boyuna uzanan lifler vardır. Bunları çelik bir halatın ince tellerine benzetebiliriz. Kuyruk bu sayede elastikiyet, esneklik ve hareket kabiliyeti kazanabilmektedir.

 

Bu şekliyle sperm hücresi, oldukça tehlikeli olan yolculuğa çıkabilecek bir yapıya sahiptir.

 

Hareket için gerekli enerjinin temini, enerji üretim ünitesinin yerleştirilmesi; hareket organı olan kuyruğun, hücrenin oval yapısı bozularak kendisine verilmesi; yumurta hücresine ulaştığında, içeriye giriş için devamlı tamiratı yapılan bir zarın geçilebilmesini sağlayan eritici enzimlerin baş kısma yerleştirilmesi.. tesadüflerin eseri olabilir mi?

 

Olgunlaşan sperm hücreleri, eğitim görmek ve depo edilmek üzere her bir testisin arkasında yer alan “epididimis”e geçerler. “Epididimis”ler sperm hücrelerinin özel eğitim ve bakım gördükleri bir yerdir.

 

Epididimis, yumurta hücresi ile gerçekleştirilecek olan mucizevî randevunun son hazırlıklarının yapıldığı bir eğitim merkezidir. Sperm hücrelerine yüzme burada öğretilir. Hareket için lüzumlu enerji ile, beslenmede gerekli gıda burada temin edilir. Yumurta hücresi ile karşılaştığında içeri girişi sağlayan enzimler, sperm hücresinin baş kısmına, yine burada paketlenirler.

 

 

YUMURTA HÜCRELERİ

 

 

Doğumdan sonra bebekteki yumurta hücresinin gelişimi bilemediğimiz bir mekanizma ile durdurulur. Yumurta hücrelerinin sınırlılığı sebebiyle olsa gerek ki çok daha itina ile muhafaza edilirler. Özel bir bakıma alınarak gelişmeleri sağlanır.

 

Yumurta hücresi gelişmesini, ancak bir sperm hücresi tarafından döllenmesiyle tamamlayabilir. Aksi halde, olgunluğa erişemeden körelir, atılır.

 

Yumurta hücresi yumurtalıklardaki gelişimini tamamladıktan sonra, sperm hücresi ile buluşmak üzere yerinden çıkarılarak karın boşluğuna bırakılır. Bu, yumurta hücresi için çok riskli bir hadisedir. Çünkü karın boşluğunda iken sperm hücresi ile karşılaşması, karşılaşsa bile döllenebilme şansı oldukça zayıftır. Ancak yumurta hücresini bu tehlikeli durumdan kurtaran “yardım eli” derhal yetişir. Rahimden yumurtalıklara uzanan 15-20 cm uzunluğunda iki adet tüp (fallopian tüp, tuba uterina) yumurta hücresini gayet nazik bir şekilde yakalayıp içine alır.

 

 

 

MUCİZEVİ TEMEL ATMA TÖRENİ

 

 

Büyük bir itina ve gayet hassas sistemlerle yaratılan bu iki hücre, bir insanın yaratılmasında, temel taşı olabilme maksadına yöneliktir. Bu maksadın gerçekleşmesi için bir araya getirilmediği takdirde, yalnız başlarına bir kıymet ifade etmezler. Ondandır ki, bu iki hücrenin bir araya gelerek harika bir sarayın temelini atma hadisesi yanında, şu âna kadar anlattığımız fevkalâde ilgi çekici hadiseler bile sönük kalmaktadır.

 

Yaratılıp, geliştirilerek olgunlaştırılan sperm ve yumurta hücrelerinin yerlerinden alınıp, çetin bir yolculuktan sonra birleşmelerine “döllenme” (fertilizasyon) veya “ilkah” diyoruz. Her iki hücrenin, yerlerinden ayrıldığı andan itibaren, birleşinceye kadar yapılan seyahat içerisinde birbirinden hârika olaylarla karşılaşırız.

 

Yumurta hücresi ile yapılacak randevu için, 200-300 milyonluk bir sperm ordusu yolculuğa başlar. Bu büyük ordudan büyük çoğunluğu yolculuk esnasında hayatını kaybeder. Yumurtaya ulaşabilen sperm hücresi 500 ile 1000 civarındadır. Yumurta hücresi ise bunlardan ancak bir tanesi ile döllenecektir. Hangisi ile? Yumurta hücresine en erken ulaşanla mı, en son gelenle mi, en kuvvetli ve sağlam olanla mı, en zayıfı ile mi; hangisi ile döllenecektir?

 

Bu arada, kendisini bekleyen yumurta hücresi, her ne kadar emin bir yerde muhafaza ediliyorsa da, döllenmek için 24 saati vardır. Bu süre içinde döllenme gerçekleşmezse, kabiliyetini yitirir ve işe yaramaz hale gelir.

 

Acaba ilk defa karşılaşacağı sperm hücresi, nerede ve hangi tehlikelerle mücadele etmektedir?

 

Sperm hücrelerini oldukça uzun ve pek çok tehlikelerle dolu bir yolculuk beklemektedir. Zira hazne ortamı yüksek denebilecek derecede asit karakterlidir. Bu asitlik derecesi ise sperm hücreleri için öldürücüdür. Ancak, bu tehlikeye karşı tedbirler, sperm hücreleri henüz hazneye gelmeden alınmış durumdadır. Spermleri asitli ortamdan korumak için, üç bezden gelen sıvı etraflarını çevirmiştir. Ayrıca sperm hücreleri, âdeta bir dayanışma göstererek, birbirlerine iyice yaklaşırlar. Yollarına toplu halde devam ederler. Ne tarafa gidileceği de belli değildir. Çünkü yumurta hücresinin, mevcut iki yumurta kanalından hangisinde olduğu bilinmemektedir. Yumurta hücresi, kendilerinden yaklaşık 20 cm uzaktadır. Bu mesafe, boylarının yaklaşık 3000 katıdır ki, başka bir ifadeyle, 170 cm boyundaki bir insanın 5000 m’yi yüzerek geçmesi demektir.

 

Yön tayini konusunda bir görüşe göre, yumurta kanalından hazneye doğru akan sıvının spermler tarafından takip edilerek yumurtaya ulaştıkları ifade edilir. Bu, tıpkı nehirdeki balıkların yukarı doğru yüzmelerine benzemektedir. Böylece spermler ve yumurta hücresinin buluşma hadisesi fevkalâde bir ustalık ve maharetle gerçekleşmektedir.

 

Ancak yumurtaya ulaşmak onu döllemek için kâfi değildir. Çok sağlam bir yapıya sahip yumurta zarının delinip, içeriye girilmesi gerekmektedir.

 

Zarla karşı karşıya kalan sperm hücresinin baş kısmındaki akrozom derhal çatlar ve içindeki enzimler zona pellusidayı eritir. Spermin içeri girmesiyle kuyruk kopar, dışarıda kalır—tıpkı görevini yapan uzay aracının yakıt tankı gibi. Yumurta hücresini saran zar, derhal kendisini yenilemeye başlar ve asla ikinci bir sperm hücresinin içeriye girmesine müsaade etmez. Ancak, bu değişme hadisesinin nasıl bir mekanizma ile yürütüldüğü bilinmemektedir.

 

TOPLU İĞNE UCU

 

KADAR BİRŞEY

 

 

Yumurta hücresinin sperm tarafından döllenmesiyle, bir insanın ana rahmindeki hayatı başlamış olmaktadır.

 

Zigot, yumurtanın sperm tarafından döllenmesiyle başlayıp 16 adet hücre oluncaya kadar geçen zaman (3 gün) içindeki hâlidir.

 

Zigotta embriyonal hayata açılacak olan insanın bütün bir programı şifrelenmiştir. Bütün bu genetik (ırsî ve kalıtımla ilgili) özellikler kromozomların ancak %15’ini teşkil eden DNA moleküllerinde şifrelenmiştir.

 

 

ESRARLI FAALİYET

 

 

Bugün insan vücudunda en az 200 çeşit farklılaşmış hücre bulunduğu bilinmektedir. Bunların hepsi tek bir hücreden (zigot) oluşmaktadır. Embriyolojinin en zor, fakat en cazip konularından birini oluşturan hücrelerin farklılaşması hadisesi hemen hemen tamamen meçhuldür.

 

Bu sahadaki sorular âdeta cevaplarından daha caziptir. Meselâ, “Zigot neden çoğalıyor, onun çoğalmasını etkileyen faktör nedir?” “Mekanizması nasıldır?” “Çoğalırken hep aynı olması beklenen hücreler nasıl bir sistemle ikaz edilip değişmeye başlıyorlar?” “Değişmede belirlenen hedefi nereden biliyorlar?” “Tanımadıkları beyin, akciğer, mide, rahim, göz ve kulak gibi organların ihtiyacı olan farklı hücreleri nasıl belirliyorlar?..” tarzındaki sorular henüz cevapsız kalan binlerce sorudan yalnızca birkaçıdır.

 

Kullanılmayan veya kullanılmaması gereken genler ise ömür boyu bloke edilip pasif halde muhafaza edilirler.

 

Burada da yine karşımıza, cevabını bulamadığımız bir yığın soru çıkmaktadır. “Komşu kardeş hücrenin hangi genlerini aktif tutması ve hangilerini de bloke edip çalıştırmaması gerektiği, hangi sistemle tayin edilmektedir?..” Bu gibi sorularla birlikle, ceninin teşekkülüne baktığımızda, genlerin anne rahmi hayatında idrakimizi aşacak bir mükemmellikte faaliyet gösterdiğini görürüz. Hücre değişikliği tamamlanınca da artık o genler tamamen bloke olup bir daha çalışmamaktadır.

 

Hücreler bilmedikleri dünya şartlarına göre değişikliğe uğramaktadırlar. Böylece ışığa karşı hassas göz hücresini; acıyı, tatlıyı, sancıyı, sıcağı, soğuğu alacak sinir hücrelerini; ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini yapıyorlar. Bütün bilinmeyenlere rağmen rahimde daima düzenli faaliyetler nasıl cereyan etmektedir? Buna en güzel cevabı veren, şüphesiz, kâinatın ezelî tercümesidir:

 

 

“Rahimlerde olanı Allah bilir” (Lokman suresi, 34)

 

 

“Şimdi gürdünüz mü rahimlerde döktüğünüz meniyi? Onu insan biçiminde siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz miyiz yaratan?” (Vakıa suresi, 58-59)

 

 

Hücre değişikliği hadisesi henüz izah edilmekten çok ötelerde bulunurken, karşımıza bir de organ teşekkülü çıkmaktadır. Ancak, burada da yine birçok soru ile karşı karşıya kalıyoruz.

 

“Hiç, el, kalp ve beyin görmemiş hücreler nasıl olur da el, göz, kalp ve beyin yapar?” “Nasıl olur da dünyanın şartlarından haberdar olmayan hücreler onun şartlarına göre gerekli olan organları belirler ve yaparlar?”

 

Organların teşekkülü hadisesinde, dört önemli hususla karşılaşmaktayız. Bunlar, sebep-netice sistemi içerisinde izah edilememektedir. 1) Sayıları nasıl belirleniyor? 2) Vücutta en uygun yerlerini nasıl alıyorlar? 3) Şekillerini ve yapılarını bir kalıptan çıkmışçasına, fakat kalıp olmaksızın nasıl alıyorlar? 4) Görev ve faaliyetlerini nasıl belirliyorlar?..

 

Gerçekten de cenindeki hücreler kullanılarak ihtiyaç duyulan bütün organlar, bir anatomiste ders verecek mükemmellikte belirlenmektedir. Bunu hücreler nasıl bilecekler?

 

Organların adedinin belirlenmesinde görülen önemli nokta da, bir grup hücre bir organı yapmaya başladığında, başka bir grup hücrenin aynı organdan ikinciyi yapmamasıdır. Tabii ki, ceninde görülen bu haberleşme sisteminin esası da bilinmemektedir.

 

Bütün bunları, vücuttaki organları, sayıları itibarıyla nazara aldığımızda fevkalâde bir ilim ve hikmet içerisinde belirlendikleri anlaşılır.

 

Embriyonal hayatta iken organların tayin edildikleri yerlerde gelişmeleri de fevkalade ince hesaplara dayanır. Beyin en iyi muhafaza edileceği kafatası içine yerleştirilir. Gayet hassas sinir ağının temelini teşkil eden omuriliğin bulunduğu yer kafatasından daha az harika değildir. Dilimizin, gözlerimizin, kulak, burun, el, ayak ve daha yüzlerce organımızın da uygun yerlere konduğunu görmekteyiz.

 

Meselâ, embriyonal hayatta ilk basit barsak, boru şeklinde oluşur. Sonra bu borunun belirli yerlerinde bazı hücreler, başka bir hedefe yönelik olarak faaliyet göstermeye başlar. Mideyi yapacak hücreler o bölgede çoğalarak ona torba şeklini verirler. Midenin hemen alt kısmında iki çıkıntı görülür. Bunlardan birisi pankreası, diğeri ise karaciğeri yapar. Mideye uzanan yemek borusundan bir çıkıntı kök gibi uzamaya başlar; hedefi, 80 metrekarelik bir alana sahip akciğerleri yapmaktır. Başlangıç itibarıyla aynı olan bu hücreler, bir ikaz, bir emir alarak, tanımadıkları bu organları yaparlar!..

 

Ceninde organlar gelişirken, vücut denen bir bütünün ihtiyacına cevap verecek tarzda görev taksimi ve iş bölümü yapılır. Yapılacak işler ve gelişmeler dünyanın şartlarına göre belirlenir. Orada kullanılmayan gözler dünyadaki ışık şiddetine, kulaklar da dünyadaki seslerin özelliklerine göre inşa edilir. Aynı şekilde, mide ve diğer sindirim organları dünyadaki besin maddeleriyle uygun çalışabilecek bir fizyolojik sistemle donatılır.

 

Organların teşekkülü başlı başına bir mucizedir. Cenin bu yönüyle plânlı ve programlı bir şekilde; bir yaratılıştan diğerine dönüşmektedir. Kâinat kitabını bize okuyan Kur’an bu hakikati şöyle ifade ediyor:

 

 

“Rahimlerde size dilediği gibi bir şekil veren O’dur. Ondan başka ilâh yoktur; O herşeyin mutlak galibi ve sonsuz hikmet sahibidir.”— Âl-i İmrân,6 

  • 3 hafta sonra...
  • Cevaplar 371
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

SİNEK

 

“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin:

Sizlerin Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar.

 

Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri alamazlar;

 

isteyen de aciz, kendinden istenen de aciz!”

 

Hac Suresi, 73

 

 

ÜNLÜ RESSAM SALVADOR DALİ, Paris’in en lüks otellerinden biri olan “Maurice”de kalırken, otel personelinden, yakalayabildikleri bütün karasinekleri toplayıp odasına getirmelerini istemişti. Bu tuhaf istek, personelin çok garibine gitse de, bir o kadar da eğlenceliydi. Kısa bir süre sonra Dali’nin odası yüzlerce sineğin bir arada pike üstüne pike yaptıkları ve koro halinde vızıldadıkları bir yer haline geldi.

 

Dali’nin karasinek merakı o güne has mıydı yoksa karasineklere karşı özel bir ilgiyi her zaman duyar mıydı bilemiyoruz. Ancak şu kesin bir gerçek ki, karasinekler, insanların ilgisini fazlasıyla hak edecek kadar ilginç yaratıklardır. Eğer, özellikle şu yaz sıcaklarında sizleri canınızdan bezdirecek kadar rahatsız ediyor olmalarını bir kenara bırakıp, onlara küçük birer canavarmışlar gibi değil de, aynı yaşam ortamında hayat süren başka bir tür canlı varlık gözüyle bakabilirseniz; çok ilginç şeyler göreceğinizden emin olabilirsiniz. Fakat kendinizi iflah olmaz bir sinek düşmanı olarak tanımlıyorsanız, o zaman da, düşmanınızı daha yakından tanımak için, yine sizi, bu küçük canlılara dikkat etmeye çağırıyoruz. Kim bilir belki de bu yazının bir yerlerinde ‘sinek öldürmenin en kolay yolu’na dair bazı taktikler bulursunuz. Tabii öyle bir yol varsa!

 

 

Ne zaman hayvanlar hakkında yazılmış bir popüler bilim yazısı okusam yazının bir yerlerinde mutlaka “Onlar Eski Mısır’da...” diye başlayan bir bölüme rastlamışımdır. Mesela, “Eski Mısır’da kediler kutsaldı. Eski Mısırlılar öküzlere taparlardı, gübreböcekleri ise uğurlu sayılırdı vesaire...” Eski Mısırlılar tuhaf insanlar doğrusu. Evet bu gelenek sinekler için bozulacak değildi ya, sıkı durun:

 

“Eski Mısır’da sinekler cesaretin ve korkusuzluğun sembolü idiler.”

 

Aslında Eski Mısırlılara sinekler konusunda hak vermeden edemeyeceğim, düşünsenize, bir çift sinek, kendisinin tanrı olduğunu zanneden firavunun burnunun üstünde ça! ça! ça! dans edip duruyorlar, onu uykusundan ediyorlar falan. Gerçekten de cesaret isteyen bir iş bu.

 

“Medeniyetin olduğu yerde sinek vardır” diyor, Almanya’daki Eberswalde Entomoloji Enstitüsü’nün çiftkanatlılar bölümü sorumlusu Joachim Ziegler. Dünyanın pek çok yerini gezmiş. En son bir grup Japon bilim adamıyla Kafkaslar’daki sinek türlerini incelemek için bir araştırma gezisine katılmış. “Dünyanın her yerindeki sinekler neredeyse aynı. Bir sinek nerede yaşıyorsa orasını evi olarak kabul eder ve hiç yabancılık çekmez” diyor, Ziegler. Böylece kapıdan kovsak pencereden, bacadan ya da, buldukları herhangi bir delikten geri gelmelerine de bir bakıma açıklık getirmiş oluyor. “Biz daha kalabalığız siz gidin” diyemediklerine şükretmemiz gerekiyor belki de.

 

 

HIZLI AMA KISA BİR HAYAT

 

Soğuk hava tabakasının yeryüzünden uzaklaşmasıyla birlikte sinekler kozalarından çıkarlar. Maksimum dört haftalık bir ömürleri olan sinekler, bu zamanın çok büyük bir kısmını havada vızıldayıp uçarak geçirirler. Bu hızlı ama kısa maceralarına başlamadan önce bir metamorfoz geçirmeleri gerekir. Sıcak yaz günlerinde bu değişim evrelerini, yedi gün içinde tamamlarlar. Yumurtalar bir önceki nesil sinekler tarafından kokmuş bir et parçasına ya da çöplükte herhangi bir yere bırakılmışlardır. Yumurtadan çıkan larvalar bu besin değeri yüksek(!) ortamdan bol bol yerler. Larva bir süre sonra kabuklaşır ve içinde genç bir sinek oluşmaya başlar. Oluşum tamamlandığında kabuk yırtılır ve genç sinek dışarıya çıkar çıkmaz ilk olarak mide ve bağırsaklarında ne var ne yok hepsini kusar. Çünkü bunu yapmayacak olsa bir iki gün içinde kendisi çürümeğe başlar. Bu kusma işleminden sonra, şimdilik, küçük tıknaz ve fıçı gibi görünse de, o artık gerçek bir “musca domestica” dır. Siz ona kısaca karasinek de diyebilirsiniz.

 

Karasineğin acelesi vardır. Hiç vakit kaybetmeden kanatlarını kurutur. Altı ayağını birbirine sürter. Tad alma alıcılarını kontrol eder ve uçuşa geçer. Bundan sonra da yorulmadan usanmadan havalarda vızıldayıp uçar.

 

Hiçbir sinek doğduğu yerden beşyüz metreden fazla uzaklaşmaz. Bazıları yumurtadan çıktığı odadan ömür boyu ayrılmazlar. Onların yapması gereken tek iş, yemek yemek, kaçmak, yine yemek yemek ve türlerinin devamı için çiftleşmektir. Gece olunca kendisine korunacak bir yer bulur ve ertesi sabah hayatına yine kaldığı yerden devam eder. Her zaman tatlı birşeyler arar. Her zaman düşmanlarından kaçar. Joachim Ziegler, “Onlar herşeyden önce birer yemdirler” der. Bu küçük canlılar hayat zinciri içinde bitkiler âlemindeki buğday taneleri gibi önemli bir halkayı tamamlarlar. Onların neden bu kadar çok yaratıldığının bir hikmeti de burada saklıdır. Milyarlarca sinek milyonlarca kuşun yiyeceğidir.

 

 

MÜKEMMEL BİR UÇUŞ TEKNİKLERİ VAR

 

Bir karasineğin uçuşu, son derece kompleks bir iştir. Sinek önce, yön belirlemeye yarayan organlarını büyük bir titizlikle gözden geçirir. Daha sonra, ön tarafındaki denge organlarını ayarlayarak uçuş pozisyonunu alır. Son olarak, duyargalarının ucundaki alıcılar sayesinde, rüzgarın şiddeti ve yönüne göre kalkış açısını saptar. Ve nihayet havalanır. Ama tüm bunlar saniyenin yüzde biri kadar bir zaman sürmüştür. Uçuşa geçer geçmez kısa bir sürede hızlanabilir ve giderek saniyede 2 metre gibi bir hıza ulaşır.

 

Sineklerin bilim adamlarını en çok şaşırtan özelliklerinden biri, tüm bu karmaşık hareketlere karşın son derece az sayıda nörondan meydana gelen bir sinir sistemine sahip olmalarıdır. Bu konuda çeşitli araştırmalar yapan biyolog Michael Dickinson şaşkınlığını şöyle ifade ediyor: “Her deney yaptığımızda, susam büyüklüğündeki sinir sisteminin, tüm bunları nasıl yapabildiklerini düşünüyoruz.”

 

Bir sinek, nöronlarının çoğunu duyusal bilgi toplamak için kullanır; örneğin gözleriyle ışığı, kokuya duyarlı kıllarıyla kokuları alır ve kanatlarının arkasındaki uzun sopa şeklindeki jiroskoplarıyla (uçaklarda kullanılan ve uçağın ufuk çizgisine göre konumunu gösteren cihaz) dengeyi sağlar. Bu sinyaller sinir sisteminden geçer ve buradan da kanatlara emir gönderilir. Emirler son derece basit ve net olmalıdır, çünkü iki kanat çırpışı arasındaki süre, saniyenin birkaç binde biri kadardır.

 

Bilim adamları sinek uçuşunu taklit eden robot sinekler geliştirebilmek için sinek uçuşunun detayları üzerinde hâlâ çalışmalar yürütmektedir. Bunun için kanatlardaki kuvvetlerin oluşumunun ve büyüklüğünün ölçülmesi şarttır. Ancak bu kompleks hareketlerin ölçümü, sineğin hızı nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Bugüne kadar hiç kimse sineklerin uçuş mantığını matematiksel bir değer olarak ortaya koyamamıştır. Michael Dickinson’a göre, “Dünyadaki hiçbir bilgisayar, bize bu kuvvetlerin ne olduğunu söyleyemez.”

 

Bir pilot için, dik açıdaki kanatları eğmek çok tehlikelidir. Uçak havalandıkça, kanadın üzerinde hareket eden hava akımının, kanadın kenarına tutunması da zorlaşır. Akım tamamen gittiğindeyse, uçak yüksekliğini kaybeder ve sendeler. Öte yandan, sinek uçağa göre avantajlıdır, çünkü kanatlarını tek bir pozisyonda tutmak zorunda değildir. Sinek kanatlarını öyle çabuk çırpar ki, kanadın uçuşu yönlendiren ucunun hava akımıyla bağlantısı kesilene kadar bir hareket daha gerçekleşir. Her hareketin sonunda sinek, kanatlarını kendi etrafında döndürerek, kanatların ters yönde çırpılmasını sağlar. Bu yeni bir girdap oluşturur ve hiçbir sendeleme gerçekleşmez.

 

Michael Dickinson, sinekleri makineye benzetmekte ve şunları söylemektedir: “Sinekler harikulade canlılardır. Bir insan günde mutlaka bir sinek görüyordur, ancak onların farkına bile varmıyoruz. Burunlarımızın hemen ötesinde bu sıra dışı, küçük makineler geziniyor.”

 

...

 

“Sinek Papazı” lakabıyla tanınan araştırmacı Adrian Point ise—kendisi gerçek bir “musca domestica” hayranıdır—“Biz insanların bunlar gibi bir helikopter yapması önümüzdeki yüz yıl içinde imkansızdır” diyor. “Onların harikulade hayvanlar olduklarını düşünüyorum. Bir defa kanatlarına güneş ışığı altında bakın. Gökkuşağının bütün renklerini orada görebilirsiniz. Hiçbir ressamın bu güzelliği resmedebileceğini sanmıyorum.” Sinek Papazı’nın bu ifadeleri belkide Salvador Dali’nin karasinek merakını da açıklıyordur.

 

 

BİR SİNEĞİN KANADI

 

Sinek kanatları yalnızca güneş ışığında parıldamakla kalmaz. Sinekler için son derece sağlam ve kararlı uçuş manevraları yapmalarını da sağlar.

 

Karasinek iki kanada sahiptir. Bir bölümü vücudun içine gömülü olan bu kanatlar, sinirlere bölünmüş çok ince bir zardan oluşur ve birbirinden bağımsız hareket edebilir.

 

Ancak uçuş halinde, tıpkı tek kanatlı uçaklarda olduğu gibi, tek bir eksen üzerinde gidip gelirler. Bu kanatların hareketini sağlayan kaslar, sinek uçmaya başladığında kasılır, inişe geçtiğinde gevşer. Uçuşa başlarken sinirlerin denetlediği bu kas ve kanat hareketleri, bir süre sonra otomatik hale gelir.

 

Kanatların yüzeyinde ve başın arka kısmında bulunan dokunma organları, uçuş ile ilgili bilgileri anında beyine ulaştırır.

 

Sinek, uçuş halindeyken yeni bir hava akımıyla karşılaşırsa, bu dokunma organları hemen beyne gerekli sinyalleri gönderir. Kaslar da beyinden gelen sinyallere göre kanatları bu yeni duruma uygun biçimde çalıştırmaya başlar. Sinek bu organları sayesinde, kendisine karşı kalkan bir sinekliğin havada oluşturduğu fazladan rüzgarı hemen algılar ve çoğu kez uçup kurtulur. Karasinek, kanatlarını bir saniyede 200 defa çırpabilir. Bu hareket için, dinlenme sırasında harcadığı enerjinin yaklaşık yüz katı bir enerji harcar. Bu açıdan oldukça güçlü bir yaratıktır. Çünkü insan metabolizması normal temposuna oranla en fazla 10 kat daha enerji harcayabilir. Üstelik insan böyle yoğun bir enerji tüketimini en fazla bir kaç dakika sürdürebilir. Oysa karasinek kanatlarını bu ritimle tam yarım saat boyunca çırpabilir ve bu tempoda bir kilometreden fazla mesafe katedebilir.

 

Sinekler kaçarken kanatlarını açmadan önce oldukları yerde zıplarlar. Bu sebeple yanlardan gelebilecek herhangi bir darbe ile onları avlamak çok zordur. Ancak üsten gelecek darbelere karşı kanatlarını açamadan yakalanmaları mümkündür.

 

Sineklerin vücudu, olabilecek en verimli şekilde donatılmıştır. Vücudunun arka kısmında bulunan cinsel organları ile dişi sinek çiftleştikten 7 gün sonra 2000’e yakın yumurta yumurtlar.

 

Sineklerin altı tane tüylü bacağı vardır. Bu bacaklar çok fonksiyonludurlar. Bunlar sayesinde hissedip tad alabilirler. Sineklerin yiyecekler üzerinde neden uzun uzun volta attıklarını buradan anlayabiliriz. Tadına bakıyorlar!

 

Karasineklerin biz insanları kıskandıran, çoğu zaman da çileden çıkartan bir özelliği de tavanda yürümeleridir. Yerçekimi gereği tavanda duramamaları ve yere düşmeleri gerekir... Ama bu imkansızı gerçekleştirebilmesi için özel sistemlerle yaratılmıştır. Bacaklarının uç kısımlarında çok küçük vantuzlar vardır. Dahası bu vantuzlar belli bir yüzeyle temas ettiklerinde yapışkan bir sıvı salgılar. İşte bu yapışkan sıvı sayesinde karasinek tavana asılı kalabilir. Tavana doğru yaklaştığında bacaklarını öne doğru uzatır ve tavana dokunduğunu hissettiği anda, geldiği yönün tam aksine doğru bir takla atarak tavan yüzeyine karınüstü tutunur...

 

 

360 DERECELİK GÖRÜŞ AÇISI

 

Karasineklerin göz sistemi ise başlı başına bir mercek harikasıdır. Kafatasının önünde her biri 3000 tek gözcükten (ommatid) oluşan iki çift parlak göz bulunur. Bu gözler optimum ışıkta çalışırlar. Karanlıkta ise, arta kalan ışığı güçlendiren bir sistem devreye girer ve bu gece görüş sistemi ile en azından düşmanlarını görebilirler. Ayrıca her ommatidin yüzü farklı bir yöne baktığından karasinek önünü, arkasını, her iki yanını, üstünü ve altını görebilir.

 

Biz insanlar sinemada film seyrederken, saniyede 20, gün ışığında 60 kare resim kayda geçirirken, bir karasinek aynı süre içinde 200 kare resmi kayda geçirebilir. Böylece etrafındaki hareket nasıl olursa olsun sinek onu hemen farkeder. Onunla baş edebilmek için çok hızlı ve çok kurnaz olmak gerekir.

 

KÜÇÜMSENEMEYECEK BİR YARAR

 

Karasineklerin kokmuş etten hoşlandıklarını söylemiştik. Evet, bu tiksindirici gibi gözükse de oldukça faydalı bir meraktır. Hayvanlara ya da insanlara ait olsun ölü bir bedenin böyle çabucak ortadan kalkmasını bir bakıma sineklere borçluyuz. Uygun hava şartlarında (20-30 OC ) bir cesede bırakılan yumurtalar kısa bir süre sonra 2 mm. boyuna erişirler. Bir hafta sonra da sineğe dönüşürler. Bu sinekler tekrar yumurtlarlar ve bu böyle devam edip gider. Yaz aylarında bir ölü, mesela bir köpek ölüsü bir hafta içinde iskelet halini alır. Bu ilk bakışta ********* gibi görünse de cesetlerin ortalarda aylarca kalması ile kıyaslandığında son derece harika bir olaydır.

 

Sineklerin bu özellikleri adli tıp uzmanlarının dikkatini çekmiş ve yapılan araştırmalar neticesinde cesetler üzerinde bulunan sinek yumurtaları ya da larvalardan yola çıkarak cinayetlerin ne zaman işlenmiş olabileceğine dair kesine yakın bilgiler edinmişler.

 

 

UZUN ÖMÜRLÜ MEYVELER İÇİN

 

Şu an için sineklerin uçuş tekniğine benzer tekniklerle uçan bir araç üretmemiz imkânsız gibi görünüyor. Ancak sineklerden ilham alarak hiçbir şey yapılmıyor da değil.

 

Bilim adamlarının sineklerden alınan bir protein ile ürettikleri sprey, meyvelerin ömrünü uzatıyor. Gıda uzmanı Marty Marchall 1.000.000 kara sinekten topladığı proteinleri elmaların kararmasından sorumlu olan enzimlerle karıştırmış. Böylece enzimler nötr hale gelmiş. Elde edilen ürünle işlem gören elmalar hem daha sert görünümlü olmuşlar hem de daha uzun ömürlü. İşte size tam anlamıyla bir “sinekten yağ çıkarma” olayı!

 

Siz bu yazıyı okurken belki de birkaç sineğin tacizine uğradınız. Bilemiyorum. Ama eminim onlara bakışınız artık eskisi gibi değil. Bu küçük, cüretkar yaratıklar harikulade yaratılışlarıyla etrafınızda vızıldarken bir yastık ya da sineklik darbesiyle onları duvara yapıştırmadan önce, hiç değilse bir süre seyredin.

 

 

(P.M.’den tercümeler: F. Afife Gürsoy)

 

 

KAYNAKLAR:

 

1-P.M Magazin, Nisan 2003

 

2-Hürriyet Bilim Dergisi, Mart 2003

Gönderi tarihi:

arkadaşlar var olan şeyi neden tartışma gereği buluyoruz işin kısa ve özü Allah vardır en büyük ispatı nedir biliyor musunuz??

biz eğer şuan nefes alıp veriyorsak aklımızı kullana biliyorsa bu işte yaratanın olması gerektiğine inanmak durumundayız kısaca Allah vardır hz. Muhammed (sav) onun kulu ve elçisidir......

  • 1 ay sonra...
Gönderi tarihi:

bir kilo baklava için mahkeme kurulurken bunca insanlık suçu cezasız mı kalacak?

oh ne ala ye iç yat güçlüysen öldür kimseye hesab vermek yok ne yaptınsa yanına kar var mı böyle mantık

böyle bir şey kimin içine siner?

içimize sinmeyen bu adaletsizlik bile mahkemeyi kübraya delildir.

  • 2 ay sonra...
Gönderi tarihi:
Bir ateist olarak Tanrinin oldugunu savunan arkadaslardan bana bunu ispat etmelerini isteyecegim!!!

 

 

Ve lutfen bana bunu aciklarken daha anlasilir bir uslup secerseniz ve kurandan kopyala yapistir yapmazsaniz gercekten cok minnettar olucagim!!!

 

simdiden tesekkur ederim.....

 

saygilarimla....

 

bu yazdığın yazıları, sen yazmasaydın veya benim yazdıklarımı ben yazmasaydım , değil milyarlarca sene, sonsuza kadar beklesen yinede bu yazılar buraya yazılmazdı.

 

kainata bak ! nasılki varlık aleminde olan biten tüm hadiseler, birbiriyle uyum ve intizam içindeyse,öylede onları tasarlayan ve yaratan vardır.ve bu yazılar nasılki birer mana yüklü kelimelerse ve hepside katibine , yani bana işaret ediyor gösteriyorsa, öylede evrendeki varlıklarda kendisini yazanı (yaratanı) gösteriyor ona işaret ediyor.

 

bunun ne eleştirisi ve nede inkarı mümkündür.

 

akıl kabul etmeye mecburdur.

Gönderi tarihi:

Din konularındaki hemen hemen bütün iletilerimiz Alah'ın varlığının delili ve bu paradikmaya referans yazılardır..

Başlı başına böyle bir başlık bana göre gereksizdir ki, zaten bu konu ile ilgili başlık mevcuttur ve günlerce tartıştık o başlıklarda.. ..

Ayrıca Kur'an-ı Kerimden kopyala yapıştır yapmayınız demişsiniz..

Zaten Kur'an-ı Kerim Allah'ın Kitabıdır, siz zaten Allah'a inanmıyorsunuz bu durumda bizim Kur'an-ı Kerimden alıntılar yapmamız abestir..

Yani bu şekilde bir belirtme yapmanızda bana göre gereksiz..

Allah'ın varlığının ıspatı noktasında sadece şunu söylüyorum..

Tüm Mevcudat Allah'ın varlığına şahittir ve bunu ıspat eder (yaratılış ve yaşamın devamı)..

 

 

Saygılar-sevgiler..

Gönderi tarihi:

Bir ateist olarak Tanrinin oldugunu savunan arkadaslardan bana bunu ispat etmelerini isteyecegim!!!

Ve lutfen bana bunu aciklarken daha anlasilir bir uslup secerseniz ve kurandan kopyala yapistir yapmazsaniz gercekten cok minnettar olucagim!!!

 

simdiden tesekkur ederim.....

 

saygilarimla....

 

Sevgili La_Boheme;

 

Senin ve diğer arkadaşların anlamamakta ısrar ettiği nokta bu işte.Allah'a iman edenler ispat peşinde değillerdir.İspatı isteyip duranlar ateistlerdir.Görmek istemezseniz biz size nasıl gösterebilirizki Allah'ı..?Biz baktığımız heryerde onun varlığını hissederken,sizin nasıl olupta göremediğinize şaşırıyoruz..

 

Kaldır başını ve gökyüzüne bak.Eğer yıldız görebiliyorsan o gördüğün yıldıza hiçbirzaman gidemeyeceğini bildiğin halde,ne kadar aciz olduğumuzu anlayamıyor musun.?İndir başını ve ayakların altındaki halıda bulunan mite'ları gördüğünü düşle.Nasıl bir güç ona can veriyor sence.?Bak soruyorsun ve cevap bekliyorsun bir de benim sorumu cevaplamayı dene sen de.Big Bang der durusunuz,ok var kabul ettik o muhteşem patlamayı,patlayan herneyse o X maddeyi oraya kim koydu?O X maddenin içinde patladığı uzay nereden geldi?Sen bunları cevaplayabilir misin..?

 

Daldan bir yaprak düşse onun emriyle düşer,yerde bir karınca ölse onun emriyle canı alınır.Bu muazzam düzeni nasıl farkedemiyor ve tesadüflere sığınıyorsunuz anlayamıyorum..

 

İspat aramakla geçireceğin heran senin kaybın olacak sevgili arkadaşım.Şunu düşün;Eğer Allah varlığını kullarına gösterse,bırak kendini meleklerini görünür kılsa,cenneti ve cehennemi insanlar görebilse ateist kalır mı sence...?O halde sınavın ne anlamı kalır,kimin doğru kul olacağı nasıl anlaşılır..?

 

Başta da dediğim gibi biz ispat aramadan iman edenleriz.İspat arayanlar varsın ispatını kendi bulsun,bulmak isterlerse tabi..

 

Sevgilerimle.. :clover:

Gönderi tarihi:

bu yazdığın yazıları, sen yazmasaydın veya benim yazdıklarımı ben yazmasaydım , değil milyarlarca sene, sonsuza kadar beklesen yinede bu yazılar buraya yazılmazdı.

 

kainata bak ! nasılki varlık aleminde olan biten tüm hadiseler, birbiriyle uyum ve intizam içindeyse,öylede onları tasarlayan ve yaratan vardır.ve bu yazılar nasılki birer mana yüklü kelimelerse ve hepside katibine , yani bana işaret ediyor gösteriyorsa, öylede evrendeki varlıklarda kendisini yazanı (yaratanı) gösteriyor ona işaret ediyor.

 

bunun ne eleştirisi ve nede inkarı mümkündür.

 

akıl kabul etmeye mecburdur.

 

 

Sn.Himyata Neden şöyle bizi zorlayacak,vay be bak bu aklıma hiç gelmemişti,acaba olabilirmi diye düşünceye sevk edecek şeyleri yazmıyorsunda,bak bu mana yüklü kelimeler nasıl beni işaret etmekte diye hiçde öyle iki üniversite mezunu nun ağzından çıkmış gibi laflar etmiyorsun.

 

Sn.Himyata hayır o yazılar sana işaret etmiyor altındaki imzan sen olduğunu anlamamızı sağlıyor,Bunları hatta bundan çok daha güzellerini yazabilecek başka insanlarda varsa,O halde bizde düz mantıkla Kurandan daha iyisini yazabilen bir yaratıcımı arayalım?

 

Bunun ne eleştirisi nede izahı mümkündür akıl bunu kabul etmeye mecburdur demişsinde,Sn Himyata izahı mümkün olmayan tanımlanmayan birşey yoktur.Diğer türlüsü beyni köreltmek olurki; biliyorsun evrimde kullanılmayan organlar körelir.

Gönderi tarihi:
Yani diyorsunuz ki hersey kuranda mevcut ve benim bole bir sey sormami siz abes buluyorsunuz...

 

Dogrumu anlamisim sayin 'xlark tades'

 

O iletimden çıkmayacak olan tek mantık bu mantık..

Nerden buldunuz bunu..:)

Oysa tam aksini söyledim..

Siz zaten Allah'a innamıyorsunuz bu durumda benim size Kur'andan alıntı yapmam doğru olmaz dimi..:)

Zaten öyle birşey yapsam sizin için bir fark teşkil etmez..

Anlamanın ilk kuralı dikkat etmektir.. :)

 

 

Saygılar-sevgiler..

Gönderi tarihi:

dediklerinizi dikkatlica okudum ve size basit bir sorum olucak..

 

Sizce antitez nedir?

 

:) Bilmem..;)

Gönderi tarihi:
Bakin demissiniz siz benim yazimi iyi okuyamadiniz ben yalin bir turkce olsun diye yazdim....

Daha rahat anlayim diye

Ama anliyorum ki sizin amaciniz yorum yapmaktan cok kelime oyunu...

Satranctata iyisinizdir siz kesin???

 

Oysa o kadarda yalın yazmıştım..

Kelimelerle oynamaya harcayacak vaktim yok..

Bakın ben "Tüm Mevcudat Allah'ın varlığına şahittir ve bunu ıspat eder (yaratılış ve yaşamın devamı).." yazmışım..

Bunun neresinde kelime oyunu var..?

Bir ara on-line satranç atabiliriz..:)

 

 

 

 

Senin sorun

Gönderi tarihi:

Selamlar,

Allah varmı yokmu onu şu anda kimse bilemez.

Birgün bilinecek olursa onu herkezden önce bilimadamları bilecektir.

Ben dinlerdeki Allaha değil ama kendime göre bir tanrıyı "var sanarım".

Bilim bana Tanrı vardır demedikçe, onuda "yok sayarım".

Var sanarım, yok sayarım, Atam öldü, ben yaşarım.

Selam ve sevgilerimle.

Gönderi tarihi:

:D

 

Düşünüyorum, öyleyse varım... :D

bizler varız evet,ama varlığımız mutlak değil,öyleyse mutlak bir varlıktan geliyoruz,

güzel söylemiş descartes,yine biraz ahlaki ve basit mantık gibi kaçacak ama ben çok yoğun meselelerin içinden çıkamazken basit şeylerde buldum,imanı,hayatı, güzellği..descartes başka bir yerde diyor ki;

"ŞÜPHE EDİYORUM,ŞÜPHE İSE EKSİKLİK ÖZELLİĞİDİR.ÖYLEYSE BEN TAM BİR VARLIK DEĞİLİM.FAKAT BU MÜKEMMELLİK FİKRİ BANA NERDEN GELİYOR?YOKLUKTAN GELEMEZ.ÇÜNKÜ YOKTAN BİRŞEY EDİNMEK ADETA İMKANSIZDIR.KENDİMDENDE GELEMEZ,YUKARIDA SÖYLEDİĞİM GİBİ BEN EKSİK BİR VARLIĞIM,DIŞARIDAKİ VARLIKLARDANDA GELEMZ,ÇÜNKÜ ONLARDA BENİM GİBİ NAKISTIR.O HALDE BENDEKİ BU ESAS FİKİR TAMAMIYLA KEMAL SAHİBİ OLAN VARLIKTAN GELMEKTEDİR.BU VARLIKTA ALLAHTIR.ÖYLEYSE ALLAH VARDIR." selam ile..

Gönderi tarihi:

Allah varmi dendiyinde es deyerde olan yokluk varmi gelir akla yani matamatiksel olarak 1x1=1 allahin varligi yoklukla izzah edilebilir.

Yokluk varsa eyer bilim ilk harfini bile kesfedemedi, iki kutuplu olmasi gerkli dolayisiyla varliga ihtiyac yok, biz varlikdayiz iki kutup enerji alanimiz mevcut, ilk harekrt tek kutupla baslamasi olanak disi, tekil enerji kaynaksiz baslamasi bizim ilmimize göre olmaz, gene iddagli deyilim kim bilir belkide yoklukda seyir etmekteyiz kendimizi varlikda gibi iki kutuplu görüyoruz buna boyut ortymida karisinca tek kutup da devreye giriyor.

Kuantum fiziyide kesin olarak varlik ve yokluk kisiminda oldugumuzu söylemekde zor durumda, netice itibayla bilime göre yoktan var olus zor bir anlayis ataist arkadaslarda bu görüsde.

Gönderi tarihi:

Allah varmi dendiyinde es deyerde olan yokluk varmi gelir akla yani matamatiksel olarak 1x1=1 allahin varligi yoklukla izzah edilebilir.

Yokluk varsa eyer bilim ilk harfini bile kesfedemedi, iki kutuplu olmasi gerkli dolayisiyla varliga ihtiyac yok, biz varlikdayiz iki kutup enerji alanimiz mevcut, ilk harekrt tek kutupla baslamasi olanak disi, tekil enerji kaynaksiz baslamasi bizim ilmimize göre olmaz, gene iddagli deyilim kim bilir belkide yoklukda seyir etmekteyiz kendimizi varlikda gibi iki kutuplu görüyoruz buna boyut ortymida karisinca tek kutup da devreye giriyor.

Kuantum fiziyide kesin olarak varlik ve yokluk kisiminda oldugumuzu söylemekde zor durumda, netice itibayla bilime göre yoktan var olus zor bir anlayis ataist arkadaslarda bu görüsde.

ZATEN YOKTAN VAROLUŞ GİBİ BİRŞEYİ SAVUNUYOR DEĞİLİM.kur-an'da kesinlikle yokluk kelimesi geçmez,sadece hz.peygamberin bir duası olan cevşende yokluk kavramının geçtiğini gördüm,sebebi hikmetini araştırdığımda,kur-an daha evrensel bütünüyle varlığa baktığı için ve varlıktada yokluk olmadığı için asla kur-anda yokluk diye bir kavram geçmiyor.ama cevşen ise;daha dar bir dairede nisbi yoklukların,(yani bir ademiyet ki mutlak değil sadece nisbi,)olduğunu söylüüyor.mesela çirkinlik güzelliğin yokluğudur.ama varlık içinde belli bir miktar çirkinliğinde yeri vardır.mesela kaos kozmosa göre yokluktur,ama varlık içinde kaosunda bir yeri vardır.yani mutlak olan varlıktır,sevgili lena..yokluk ise varlık içinde sadece nisbi olarak yer alır.saygılar..

Gönderi tarihi:

Selamun Aleyküm..

 

Allah'ın (c.c) varlığını tartışmaya açacağınıza bir ecdatınızı araştırsanızda kesin hükme o zaman varsanız nasıl olur arkadaşlar?

 

Ben buradan tüm aleme sesimi duyurmak isterim buyurun bir Bedüzzaman Said Nursi Hazretlerini, Osmanlı Padişahlarını, bedevileri, alimleri zahmet edinde araştırın. en azından bedir'i okuyun milyonlarca kitap bediri yazmıştır tek bir kelimesinde değişiklik yanlışlık yoktur buyrun araştırın...

 

Ne diyor ALLAH RASULU... ?

Allah'ım Bana verdiğin vaadini yerine getir...

Allah'ım bu bir avuç insanı helak edersen artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz!

Bir fırtına kopuyor bedirde Hz. Mikail'in komutasında 1000 melek Hz. Rasullullah'ın sağında

Bir fırtına kopuyor bedirde Hz. İsrafilinl'in komutasında 1000 melek Hz. Rasullullah'ın solunda

ve bir fırtına daha Hz. Cebrail'in komutasında 1000 melek Hz. Rasullullah'ın Önünde

3000 Melek Alaca Atlarla.....

 

 

Bu binlerce melek emekli mi oldular ?

 

 

İrakta,filistinde neden bu melekler müslümanlara yardım etmez.Yoksa Allah karar değiştirip meleklerle müslüman olmayanlarımı destekliyor ?

Gönderi tarihi:

Konunun en başında "evrendeki mükemmel düzen" den bahsedilmiş. Gerçekte evren ne mükemmel bir düzen içerisindedir ne de tam bir düzensizliğe sahiptir. Evren bu şekilde olduğu için hayatın gelişmesine ve bizim gibi canlıların ortaya çıkması mümkün oldu. Bunların tam tersi olsa idi yani evrende tam bir simetri hakim olsa idi ya da tam bir düzensizlik hakim olsa idi bizler ortaya çıkamayacaktır. "Niçin evren bu şekilde" sorusunu "antropik prensip" yani "insancıl ilke" ile açıklayabiliriz.

 

Kozmosta sonsuz evren parçaları vardır. Her birinde kozmolojik sabitler, doğa kanunları farklıdır. Fakat bu özelliklere sahip evren bölgelerinden sadece bu özelliklere sahip olanlarda hayatın gelişmesi, canlıların zekaya sahip olmaları ve "evren niçin bu şekilde" diye sorgulamaları mümkündür. Bu şartlara sahip olmayan evren parçalarında yaşam ve zeka ortaya çıkmayacağı için, "evren niçin böyle" diye sorgulama yapabilecek canlılar ortaya çıkmayacaktır.

 

Evren niçin bu şekilde sorusunun cevabı şudur.

"Evren bu şeklide olduğu için biz ortaya çıkmış ve bu soruyu sorabiliyoruz"

 

saygılar.

Gönderi tarihi:
Konunun en başında "evrendeki mükemmel düzen" den bahsedilmiş. Gerçekte evren ne mükemmel bir düzen içerisindedir ne de tam bir düzensizliğe sahiptir. Evren bu şekilde olduğu için hayatın gelişmesine ve bizim gibi canlıların ortaya çıkması mümkün oldu. Bunların tam tersi olsa idi yani evrende tam bir simetri hakim olsa idi ya da tam bir düzensizlik hakim olsa idi bizler ortaya çıkamayacaktır. "Niçin evren bu şekilde" sorusunu "antropik prensip" yani "insancıl ilke" ile açıklayabiliriz.

 

Antropik Prensip herşeyin var olamsı gerektiği gibi olduğunu açıklar..

Sanıldığı gibi insanlar kendiliklerinden çıkmamışlardır ortaya..

Bütün bir evren yaratıcı için, bizim önümüzdeki toplu iğne başı içindeki atomlar gibi ufacıktır..

Onun için yaratmak güç değildir..

Evrenin bu denli büyük yaratılması, Allah'ın kendi kudretinin bilinmesini istemesi için yada gezegenler, yıldızlar, güneş sitemleri ve gakaksilerin bir birleriyle uyumu yada bir denge teşkil etmeleri için yaratılmış olabilir..

 

 

Saygılar..

  • 2 ay sonra...
Gönderi tarihi:

:clover: Arkadaşlar sizlere hayatın içinden anlatmak istiyorum arkadaşlarım bu yazdıklarıma cevabı kırıcı olmadan cevap yazarlarsa daha çok memnun olurum

Hiç bir şeyin kendiliğinden ne oluştuğunu ne de ürediği olmadı örnek elektrikler kesilince eletrikler yanmadı yani kendiliğinden enerji oluşmadı her sabah kalktığım da ortalık aydınlık

akşam karanlık oldu hiç birzaman yer değiştirmedi gök yüzün de gece her zaman yıldız var yağmur

yagdığı zaman niye bardaktan dökülür gibi değil de yağdığı bölgeye damla damla yağıyor yine

kar yağdığı bölgeye kar topu gibi değil de ince ince yagıyor denizlerin suyu bir şekilde çoğalıp bölgeleri su basmıyor hayvanlar düzenli bi şekilde azalıp çoğalıyor bunlara benzer daha çok insan oğluna sunulan harika süper olaylar

diyorum ki gökyüzüne uydu atılıyor bu uydu belli zaman içinde ya bakım gerekiyor yada arıza yapıyor yenisi gönderiliyor peki dünyamız için çok şükür böyle bir sorun la karşılaşmıyoruz

önemli olanlarda biri herşey kendiliğiden oldu ise ilk canlı nasıl oluştu bu evren çok güzel bir şekilde çalışıyor ise aşın ma bozulma eskime olaylar kaçınılmaz ben inanan ibadet ve dualarımı

yapan bir insanim yaşantımda çeşitli hayatın verdiği zorluklarla ve sikıntılarla karşılaştım tabiki çözüm aradım ama dualarımıda ibadetimi de yapıyorum istediğim her şey çok şükür oldu

bazı insanlar başkalarına haksızlık yaptığı zaman haksızlık yapan kişi belli zaman için de aynı

haksızlıkla karşılaştı YANİ ARKADAŞLAR ALLAH VAR SAYGILAR

Gönderi tarihi:

ipek

 

Yazdıkların Allah'ı kanıtlamaz.

 

Bilinmeyenler var diye Allah var diyemeyiz.

 

Bende sana hiçbirşey kendi kendine olmadı, birkaç tane Tanrı bir araya gelerek yaptı desem ne yapacaksın ?

 

Hemen diyeceksin ki Allah birdir tektir ondan başka ilah yoktur !!!

 

Yani inanç meselesi bu, nasıl inanırsan inanırsın kimse sana karışamaz. Kendi ön kabullerini koyup kendin çalar kendin oynarsın.

 

Ama gerçek nerede, nasıldır, nedir, ne değildir, bunu bilmiyoruz. Önemli olan asıl gerçeklerdir, ön kabuller, şartlanmalar, inançlar, teoriler değil.

 

Gerçekleri bilmek ise bilimsel kanıtlarla(bilimsel metodolojiyle) mümkündür. Felsefeyle değil.

 

ALLAH VAR DEMEKLE, ALLAH GERÇEKTE VAR OLMAZ !!!

 

ALLAH YOK DEMEKLE, ALLAH GERÇEKTE YOK OLMAZ !!!

 

Kanıtlamak gerekir. Aksi halde sonsuza kadar senin görüşün doğru veya benim görüşüm doğrudur diyemeyiz.

Gönderi tarihi:

Tarafsız kardeş, kusura bakma ama iki sözünden biri kanıt..

Anamdan nasıl doğduğumu kanıtlayamam, videoya çekmemişler..:)

Ama şuan varım..:)

Şimdi dicenki senin doğumun bilimseldir..

Nereden biliyon hadi leylekler getirdiyse beni..

Nereden biliyon hadi tarlada yetiştiysem..

Nereden biliyon palamuttan çıkmadığımı..?

Gördün mü ben doğarken..

Ha...!!

Demekki veriler, bir şeyin varlığına delalet eder dimi..

Kaç kez söledim, bir şey görünmüyor diye o şey "yok" değildir..

Evrendeki veriler Allahın var olduğuna delildir..

Kısaca herşey olması gerektiği gibidir..

Özelilkle yaşam için olması gereken herşey tam olması gerektiği gibidir..

Bir milim dahi şaşmaz..

Yani Anthropic Principle..

 

 

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:

Hiçbir özgül Allah(cc) kavramı tam bir gerçeklige sahip olamaz ve Allah bütün mümkün kavramların toplamından daha büyüktür.Düşüncenin sınırlı kapasiteleri O'nu bizzatihi O olarak düşünemez, O'nu Esma ve Sıfatları açısından düşünebiliriz. Kaçınılmaz olarak az ya da çok farklı, işlevsel ve insan süretinde düşünürüz, tıpkı O'nu Sonsuz, Mutlak, Ezeli ve Ebedi, Hakikat, Sevgi, Cebbar olarak düşündügümüz gibi. Sayısız başka sıfatlarla beraber bütün bu sıfatlar sınırlı olup özeldirler.Allah'ın birden fazla isimleri olması ve birbirine yakın manalar içeren Sıfatları olması, bunların karşılıklı olarak sınırlandırılmış olmasından dolayıdır, eger böyle olmasaydı tek isim yeterdi.İnsan düşünen bir varlıktır ve Allah'ı düşüncelerimizden çıkarırsak O'nu yaşantımızdan da çıkarmış oluruz.Allah kendisini gene kendisinin verdigi akıla anlayacagı şekilde tanıtmıştır ve sıfatları sayısınca yarattıgı akıla yol çizmiştir.

Bir kavramın geçerliligi ve anlaşılır olması için, onun kendi nesnesine uygunlugu aranır.Dogal olmayan bir nesne aynı benzer nitelikte bir kavram gerektirir.

Allah'ı mutlak manada ihata edebilecek zihinsel tasviri oluşturmak için Allah'dan daha büyük ve kapsayıcı olması gerekir.Lakin bu şekilde ulaşılan Allah degil, hayalimizin bir unsuru olur.

Düşünce ve sözlerden bagımsız olarak Allah bilincine de varılabilir. Saflıgı, yalınlıgı ve güçlülügüyle iman en ince fikirlerden ve tezlerden daha çok Allah'a yaklaşır.İman tüm kavramları aşarak Rabbine dogru ilerler.Böyle bir imanın fazla düşünce ve kelimelere ihtiyacı yoktur.Bu insanda potansiyel olarak mevcuttur.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.