Φ politika Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Türklük denirken bundan irkcilik anlamini cikartanlarin,bu anlami cikartanlari ayakta alkislayanlarin,görüsleri ancak kendileri baglar,bu görüşlerle insanlari irkci diye damgalama önyargisi maalesef son yillarda yandas medyada ve iktidar kanadinda cok söylenen sözlerdir.Mehmet Altan'larin,Mehmet Metinerlerin ve daha onlar gibi nicelerinin Türk denildiginde tüyleri kabaranlarin görüsleri ile eger irkci olacaksak Mustafa Kemal Atatürk'te irkciydi. Neymis efendim,Türkiye Türklerindir!Tabiiki Türklerindir kimin olacakti peki,Yunanlinin,Almaninmi?Almanya kimindir,Yunanistan kimindir?Böyle cürük düsüncelerle Atatürkcülük yaptiklarini sananlar "KÜRTLERE ÖZERKLIK"verecekti diyede Atatürk'e iftira atarlar. Bu ülke,kimligi Türk VATANDASI OLAN herkesindir.Ve bu milletin adinada TÜRK MILLETI DENIR.Hem bu milletin adina Türk Milleti diyeceksiniz ama hemde Türkiye bu milletindir dendiginde irkcilik diyeceksiniz. Bu konuda artik ben noktayi koyuyorum. saygilarla Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Efendim, herşeyden önce, benim, '' Türkiye Türklerindir sözünü ırkçılık olarak '' yorumladığımı iddia eden kişinin bunu bana alıntı ile göstermesi dürüstlük gereğidir. Çünkü; tartışmanın art niyetli yapılmamasının yolu '' delikanlı gibi '' tartışmaktan geçer. Alıntı yapmadan, neye itiraz ettiğini net bir şekilde göstermeden, demogoji ile yapılan tartışma '' kaçak güreşmeye '' benzer. . . . Saygılar sunarım. Erdem konusunu sizin kullanmaniz gercekten cok ilginc. Ayrica ben kimseyle beni alkislasinlar diye saf tutmuyorum.Sizin dogrulariniz herkesin dogrusu olamaz,eger bunu böyle telakki ediyorsaniz kullandiginiz erdem sözcügü anlamini kaybeder. Gerceklerin üstünü kimse örtmüyor ki siz bu örtüyü kaldirmaya talip oluyorsunuz.Gercekleri saptirarak eger gercekleri buldugunuzu iddia ediyorsaniz o zaman bence siz yazdiklarinizi daha anlasilir yazmayi deneyin. saygilarla Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 ........ bir dini anlayışın devlet üzerinde söz sahibi olma iddiası varsa bir dindarın bunun için çalışması dini siyasallaştırmak demektir. Bunun olmaması için gereken kontrol de diyanet sayesinde hutbelerden siyasetin uzak tutulması ile mümkün olur. Saygılar sunarım. Mümkün olmaz. Zira, dinlerin kendisi siyasettir. Bireysel ve toplumsal davranış hükümleri içermektedir. Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Tabi biraz da Kürtlük adı altında yaşayalım, ne kadar süre yaşamamızı önerirsiniz? Çünkü daha arkada Laz, Gürcü, Abaza, Çerkez, Roman, Trakya Göçmeni, yani bu etnik kökenlilerin 72,5 olduğu söylenir. İnsanı zorla dinden döndürmek insan haklarından önce saçma dediğin o İslam Dini tarafından yasaklanmıştır, yani kimse kimseye zorla din değiştir demiyor. Arabistan da millet şeriatla yönetilmek istiyorsa bu da insan haklarına aykırı mı? dostum şeriat insan haklarına aykırı olduğu için bunu hangi halk isterse istesin bu yönetim biçimi insan haklarına aykırıdır. ayrıca ben zorla o kişinin dininden vazgeçeirilmesinin insan haklarına aykrı olduğu için laik devletin böyle bir baskı yapmayacağını söyledim çünkü laik devlet demek insan haklarına göre yönetilen devlet demektir dinin kabuledilmesi için dinin baskı yapmaması dinin insan haklarına uygun olduğu anlamına gelmez insan haklarına aykrı olduğunu daha önceki yazılarımda anlatmıştım lütfen oraya bakarsanız neden insan haklarına aykırı olduğunu anlarsın. Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Çünkü, bu millet etnik olarak Türk ve Kürt olarak ayrılmıyor da ondan. Peki nasıl ayrılıyor yani tasnif anlamında. Kürt ve Kürt olmayanlar gibi. Ya da Laz ve Laz olmayanlar gibi. Ya da Arnavut ve Arnavut olmayanlar gibi. Bu böyle gider... . . . Saygılar sunarım. arkadaşım tamam kürt,laz yoktur ama türk vardır senin düşüncen bu... evrensel arkadaşında dediği gibi din zaten kendisi siyasi hükümler barındırıyor yani dine inanan şeriatada ve onun getirdiği hükümlerede inanmak zorunda. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Dinin kabul edilmesi için dinin baskı yapmaması, dinin insan haklarına uygun olduğu anlamına gelmez. Ben de olmadığını, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ilgili maddesini alıntılayarak göstermiştim. Bu hak sizin görüşünüze göre değil, genelin görüşüne göre verilmiş. Madem insan haklarından, demokrasiden söz ediyoruz o halde belgelenmiş bu hakka saygı göstermeliyiz. Değil mi? Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Böyle cürük düsüncelerle Atatürkcülük yaptiklarini sananlar "KÜRTLERE ÖZERKLIK"verecekti diyede Atatürk'e iftira atarlar. Bakalım öyle miymiş ? Sayın quazimolo'nun Atatürk'ün "KÜRTLERE ÖZERKLIK"vereceğini ima ettiği alıntısının yer aldığı yazısına verdiğim cevap : Tartışmaya katkı sunmak açısından.....(20-ocak-1923)“Ahmed Emin Bey - Kürt sorununa temas buyurmuştunuz. Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak temas buyurursanız çok iyi olur. Mustafa Kemal - Kürt sorunu bizim yani Türklerin çıkarına olarak da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek türlüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden Erzincan’a, Sivas’a kadar giden Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikle oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.”. Atatürk, Kürtlerin emperyalistlerin oyununa getirilmeye çalışıldığını görerek, onların Türkiye'den kopmasını önlemek için, yeni kurulan ülkede doğal olarak Kürtlerin de yönetimde söz sahibi olacaklarını belirtme gereği duymuştur. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten şimdiki İl Özel İdareleri gibi bir yapının mümkün olacağını söylemiştir. Fakat, 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra böyle bir idare tarzının bu tür isyanların önceden haber alınıp bastırılması için uygun olmadığını görmüş ve vazgeçmiştir. Bir de aynı iddialara karşı sayın Politika'nın savunması neymiş bakalım : Tartışmaya katkı sunmak açısından.....(20-ocak-1923)Yazilar ciddiyetten uzaklasip etnik unsurlari ön plana cikarmaya dönüsürse iste yukaridaki yazi gibi yazilar ortaya cikar.Yüzde 90'i Türk ve Türk unsurlardan olusan bir ülkede herhalde o ülkenin sahibi TÜRKLER OLACAKTIR.Bunu hazmetmeniz zorda olsa gercektir degistiremezsiniz,degistirmek istiyorsaniz bunu da siz bilirsiniz.Gercek disi söylemleri Atatürk'e mal etme hastaligi kimseye yarar saglamaz.Sadece bu söylemleri referans alanlarin bilgi seviyesini gösterir. Atatürk'ün kayıt altına alınmış röportajını inkar ve etnik milliyetçilik çizgisinde savunma ( ! ) ...... arkadaşım tamam kürt,laz yoktur ama türk vardır senin düşüncen bu... Hangi cümlemden bunu çıkardınız beyefendi ? ...... Erdem konusunu sizin kullanmaniz gercekten cok ilginc. Alıntıladığınız yazımdaki şu cümlemi okumuş olduğunuzu varsayarak söylemeyim ki, erdemden bahsetmeniz gerçekten manidar olmuş : herşeyden önce, benim, '' Türkiye Türklerindir sözünü ırkçılık olarak '' yorumladığımı iddia eden kişinin bunu bana alıntı ile göstermesi dürüstlük gereğidir. ...... Görüldüğü gibi, iki arkadaşımız da Atatürk Milliyetçiliğinin ne olduğunu tam kavrayamamış. Biri beni ırkçılıkla suçluyor, diğeri ise Atatürk'e iftira atmakla ve somut bilgi ortaya koymamakla... Neymis efendim,Türkiye Türklerindir!Tabiiki Türklerindir kimin olacakti peki,Yunanlinin,Almaninmi?Almanya kimindir,Yunanistan kimindir? Atatürk Milliyetçiliği tanımı, kan bağını yani ırksal yakınlığı baz alan Alman Milliyetçiliği gibi değil, vatandaşlık bağını baz alan Fransız Milliyetçiliği gibidir. '' Türkiye Türklerindir '' sözü Atatürk Milliyetçiliği çizgisinde yorumlandığı müddetçe de sorun yoktur. eger gercekleri buldugunuzu iddia ediyorsaniz o zaman bence siz yazdiklarinizi daha anlasilir yazmayi deneyin. Umarım daha anlaşılır olmuştur efendim. Saygılar sunarım. 1 Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Mümkün olmaz. Zira, dinlerin kendisi siyasettir. Bireysel ve toplumsal davranış hükümleri içermektedir. evrensel arkadaşında dediği gibi din zaten kendisi siyasi hükümler barındırıyor yani dine inanan şeriatada ve onun getirdiği hükümlerede inanmak zorunda. Efendim, dinlerin siyaset olduğu çağ artık geride kalmıştır. Başka bir başlıkta bunların cevabını vermiştim : '' Din aidiyeti tarihte tarım toplumlarında birleştirici rol oynamış, sanayi devriminden önce burjuvazinin ortaya çıkışı ile yerini Ulus aidiyetine bırakmıştır. Laiklik fikri, Fransa'da burjuvazinin( kentsoyluluk ) ve ulus bilincinin gelişimine, soylular ve Kralla beraber yönetimde söz sahibi olan bir sömürü aracı olarak kurumsallaşmış-din olan Kilise kurumunun yetkisinin kentsoylular ve köylüler tarafından elinden alınmasına paralel olarak ve öncesinde, dünyevi işlere engel olmasının engellenmesi için dinin vicdanlara indirgenmesi gerekliliği üzerine düşünce üreten aydınlar sayesinde geliştirilmiştir. Burada dinin kendisine karşı değil, bir sömürü ve devlet yönetimine kural koyma aracı olarak kullanılmasına karşı bir başkaldırıyı görüyoruz. Çünkü, bir toplumda din aidiyeti birleştirici bir unsur olduğu zaman, ister istemez dini referans alan hukuk kurallarının da olması kaçınılmazdır. Oysa, bir toplumda ulus aidiyeti birleştirici bir unsur olduğu zaman, din ortak bir payda olmaktan çıkar ve ister istemez din dışı yani insan düşüncesini referans alan hukuk kurallarının da olması kaçınılmaz hale gelir. Böylece, ulus içerisindeki vatandaşların çoğunun mensup olduğu dinin, azınlıkta kalan ve din mensubiyetleri farklı olan diğer vatandaşların üzerinde baskı oluşturması önlenir. Bu bağlamda, bir ulus devlette, kişi hem laik hem dindar olabilir. Devletin laik olmasını kabul etmesi laik olması için yeterlidir. '' '' Ülkemizde, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu ''laiklik ilkesi'ni dinsizlik olarak anlayan iki kesim vardır. Biri malum Siyasal İslamcılar, diğeri de kendini '' çağdaş sayan '' fakat nitelik olarak Siyasal İslamcılardan çok farklı bir bakış açısı olmayan, gerçekte evrensel, çağdaş değerleri irdelemeden, özümseyemeden adeta bir dogma olarak kabul etmiş, bir kısım sözde ''aydınlar ''dır. Bu tablo, bize 12 Eylül sonrası ortaöğretim müfredatlarından '' Felsefe '' ve '' Mantık '' derslerinin hangi amaçla kaldırıldığını, '' Tarih '' ve '' Sosyoloji '' derslerinin neden ezberci bir yaklaşımla verildiğini, neden bu toplumun, adeta '' batının yalnızca ilim ve tekniğini alalım '' diyen İslamcıların düşünceleri doğrultusunda Matematik, Fen derslerinin daha önemli olduğuna inandırıldığını da çok net açıklar. Oysa, batıdaki bilimsel ve teknolojik gelişmeler, batının felsefi düşünsel gelişiminden soyutlanabilecek olgular değildir. Bu bağlamda sosyoloji profesörü Emre Kongar'ın bu yazısını dikkatle okuyup anlamak, özümsemek, kavramları doğru kullanıp, batı tarafından bize dayatılan ( layık görülen ) yönetimleri, yine batı tipi oryantalist bir bakışla değil, gerçekten batılı bir anlayışla bertaraf etmek için önem arz etmektedir. '' Ve EMRE KONGAR'IN yazısından bir bölüm : '' Şimdi bir de "laiklik devlete mahsustur, bireyler laik olamaz" safsatası savunuluyor. Hem de de nasıl bir mantıkla? Gerekçesi doğru, sonucu yanlış bir söylemle! Önce deniyor ki, "laiklik din midir ki, müslümanlıkla karşı karşıya gelsin?" Doğru. Hem de çok doğru. Nitekim laiklik bir inanç, bir din olmadığı içindir ki, müslümanlıkla da öteki dinlerle de çelişmez ve karşı karşıya gelmez. Yani insanlar hem laik hem de müslüman olabilir. Aynen hem laik hem hırıstiyan; hem laik hem de ateist olunabileceği gibi. Ama insanlar hem müslüman hem hırıstiyan, ya da hem müslüman hem ateist veya hem hırıstiyan hem musevi olamaz. Bu anlamda, dinlerin yasaklandığı Sovyetler Birliği laik değil, ateist bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti ise kurulduğundan beri, ateist değil, laiktir. Tüm devlet mekanizması, müslüman bir toplumda, laik bir devlet modeline göre biçimlendirilmiştir. Bugün de (bazı eksiklik ve fazlalıklarıyla) bu model, yani laik devlet modeli geçerlidir. Laiklik, devletin, vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde, inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de egemen olan inancın, öteki inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Bu son nokta, yani devletin dinsel baskıyı önlemesi, "laik ve demokratik devletin" en önemli görevleri arasındadır. Çünkü her insanın inanç özgürlüğünün, özellikle de çoğunluğun inancına karşı korunması, demokratik bir devletin vatandaşlarına karşı olan görevlerinin başında gelir. İşte devlet yapısındaki bu ilkeyi uygun bulan herkes "laiktir". Aynen demokratik devleti destekleyenlerin "demokrat", aynen serbest piyasa ekonomisinden yana insanların "liberal", aynen sosyal devletten yana olanların "sosyal demokrat" olduğu gibi. Demokratlık, liberallik, laiklik, din niteliği taşımadıkları için, bu kavramlar hiç bir inanç ile, hiç bir din ile çatışmaz. Yani bir müslüman, bir hırıstiyan, bir musevi, hem dindar olabilir, hem demokrat, hem laik, hem de ekonomik düzen konusundaki yaklaşımına göre, liberal; sosyalist veya sosyal demokrat. Bu çerçevede "Devlet laik olabilir, bireyler laik olamaz" demek, ancak, müslüman olanların, demokrat ve laik olamayacakları inancını yansıtan, şeriat devletinin müslümanlığın gereği olduğu konusundaki siyasal ve ideolojik yaklaşımı kamufle eden bir söylemdir. '' Saygılar sunarım. 1 Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Bakalım öyle miymiş ? Sayın quazimolo'nun Atatürk'ün "KÜRTLERE ÖZERKLIK"vereceğini ima ettiği alıntısının yer aldığı yazısına verdiğim cevap : . . . Saygılar sunarım. yüzde doksan degilde yüzde on üzerinden tartismayi yürütürseniz etnik bir tartisma ve inkar oldugunu saptamaniz cok dogaldir.Asil inkar edenin ben olmadigim kesinkes ortadadir.Etnik milliyetcilik yapanda yok,ama siz yazilanlari kendinize göre yorumlarsaniz istediginiz sonuca kendi yorumunuzla varmis olursunuz. Atatürk milliyetciligi Türk'ü inkar etmekten gecmez.Türk'ü inkar etmemek ise Atatürk milliyetciligine ters düsmez. Birtakim internasyonal saplantilarla,Ülkenin kurucularina ait oldugunu belirleyen bir cümleye "hahahaha"irkci buldum hevesiyle yaklasmak Kantin solculugudur. Türkiye Türklerindir demek,bu ülke kafasinin arkasinda bilmem ne kemigi bulunanlara aittir demek degildir.Ben TürkÜm demek ve bundan gurur duymak da irkcilik degildir.Icinde her Türkiye ve Türklük olan cümleye bilmem nesinde boncuk bulmus gibi "ahanda irkci"gibi yaklasmak hümanizmi bosa cikarmaktir. Benim teklifim hala gecerlidir,Irkciligi ve ilave olarak COK BILDIGINIZI iddia ettiginiz Atatürk milliyetciligini tartismaya acalim. Mahmut Esat Bozkurt'a gelince;Mahmut Esat Bozkurt sadece önemli bir hukuk adami degil ayni zamanda Atatürk'ün görüslerini her firsatta yansitan bir kisiliktir. Onun Atatürk tarafindan degilde Ismet Inönü tarafindan görevden alinmayip istifaya zorlanmasi,Agri Kürt Isyanindan sonraki döneme rastlar.Mahmut Esat Bozkurt bu isyanin bastirilmasindan sonra cok hakli olarak sarfettigi sözlerin o günkü siyasete uyum saglamadigi nedeniyle böyle bir muameleyle karsi karsiya kalmistir. Nazim Hikmet'in hapsedilmesi de o günün siyasi sartlari geregi gerceklesen olaylardan biridir.Nazim Hikmet'in hapsedilmesi onun büyüklügünü ortadan kaldirmaz.Mahmut Esat Bozkurt'un istifaya zorlanmasida onun görüslerinin yanlis oldugu anlamina gelmez. Bu konu benim icin kapanmistir. saygilarla Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 22 Mart , 2011 Tartışmaların bu kadar dallanıp budaklanıp çıkış noktasından uzaklaşması tartışma için iyi ama, çıkış noktası unutulup gidiyor. Şimdi: Dinciler,Türklerden hoslanmazlar,cünkü Türklük bir irktir.Dinciler icin ise irk olayi yoktur sadece tek bir ÜMMET vardir. Bu söz, sahibini ırkçı, Türkçü filan yapıyor mu? Bence alakası bile yok! Bu söze bakılıp, bu sözü söyleyeni ırkçılıkla Türkçülükle suçlamak için en küçük iler tutar bir dayanak var mı? Kesinlikle yok! Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Efendim, dinlerin siyaset olduğu çağ artık geride kalmıştır. Başka bir başlıkta bunların cevabını vermiştim : ''Din aidiyeti tarihte tarım toplumlarında birleştirici rol oynamış, sanayi devriminden önce burjuvazinin ortaya çıkışı ile yerini Ulus aidiyetine bırakmıştır. kardeşim islam inancında devletin nasıl yönetilececeğine ilişkin bir sürü inanç vardır ve bu dine inanlar bunlarada inanmak zorunda olduklarından yani inancın gereği olduğundan dine inanan devletin şeriatla yönetilmesi gerektiğine inanır ve inancın gereği olduğu içinde inanmak zorundadır ayrıca din insan haklarına aykırıdır çünkü dini kurallar insan haklarına göre çıkmaz bir alim bozuntusu çıkar kurandan yorum yapar ve bu yarum kural olur anlayacağınız insanların uyması gereken kurallar alim bozuntusunun yapacağı yoruma bağlıdır bu yorumdada insan hakkı temel alınmaz işte bu yüzden din insan haklarına aykırıdır buna örnek evlilik dışı ilişki kuran iki kişinin taşlanarak öldürülmesi yada başörtüsü kurallarıdır ve laik devlet insan haklarına göre yönetilen devlet demek olduğundan hiç bir zaman dine destek vermez ama insanlarıda zorla dinlerin vaz geçirmez çünkü bu insan haklarına aykırıdır ama asla dine destek vermez bunu anlamak bu kadar zormu kardeşim. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Atatürk milliyetciligi Türk'ü inkar etmekten gecmez.Türk'ü inkar etmemek ise Atatürk milliyetciligine ters düsmez. Birtakim internasyonal saplantilarla,Ülkenin kurucularina ait oldugunu belirleyen bir cümleye "hahahaha"irkci buldum hevesiyle yaklasmak Kantin solculugudur. Türkiye Türklerindir demek,bu ülke kafasinin arkasinda bilmem ne kemigi bulunanlara aittir demek degildir.Ben TürkÜm demek ve bundan gurur duymak da irkcilik degildir.Icinde her Türkiye ve Türklük olan cümleye bilmem nesinde boncuk bulmus gibi "ahanda irkci"gibi yaklasmak hümanizmi bosa cikarmaktir. Efendim, öncelikle, tartışmada ortaya konulan fikrin '' ne için '' savunulduğuna değil, fikrin kendisine odaklanılmalıdır ve; Efendim, herşeyden önce, benim, '' Türkiye Türklerindir sözünü ırkçılık olarak '' yorumladığımı iddia eden kişinin bunu bana alıntı ile göstermesi dürüstlük gereğidir. Çünkü; tartışmanın art niyetli yapılmamasının yolu '' delikanlı gibi '' tartışmaktan geçer. Alıntı yapmadan, neye itiraz ettiğini net bir şekilde göstermeden, demogoji ile yapılan tartışma '' kaçak güreşmeye '' benzer. O nedenle, beni, '' bu ülkede yasayan herkesin vatandaşlık bazinda Türk oldugunu kabul edip Türkiye Türklerindir denildiginde bu Türk sözcügünü ırksal anlamda yorumlamakla '' suçlamak, bunu bana atfedenin kendi çelişkisi olduğunu bile bile yaptığı art niyetli bir girişim olduğunu düşündürten çok net bir veri olur. Mahmut Esat Bozkurt'a gelince;Mahmut Esat Bozkurt sadece önemli bir hukuk adami degil ayni zamanda Atatürk'ün görüslerini her firsatta yansitan bir kisiliktir. Onun Atatürk tarafindan degilde Ismet Inönü tarafindan görevden alinmayip istifaya zorlanmasi,Agri Kürt Isyanindan sonraki döneme rastlar.Mahmut Esat Bozkurt bu isyanin bastirilmasindan sonra cok hakli olarak sarfettigi sözlerin o günkü siyasete uyum saglamadigi nedeniyle böyle bir muameleyle karsi karsiya kalmistir. Nazim Hikmet'in hapsedilmesi de o günün siyasi sartlari geregi gerceklesen olaylardan biridir.Nazim Hikmet'in hapsedilmesi onun büyüklügünü ortadan kaldirmaz.Mahmut Esat Bozkurt'un istifaya zorlanmasida onun görüslerinin yanlis oldugu anlamina gelmez. Çünkü bakanları Cumhurbaşkanı değil, Başbakan istifaya zorlar. Ayrıca; Atatürk'ün bahsettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun hazırlayıcıları arasında olan Mahmut Esat Bozkurt'un, yukarıda bahsi geçen konuşmadaki ırkçı düşünceleri, Adalet bakanlığından ayrıldıktan 3 sene sonra sivil vatandaş sıfatıyla ifade ettiği kendi özel düşünceleridir. Onun sözlerinin Turkiye Cumhuriyetini bağladığını düşünmek abesle iştigaldir. Saygılar sunarım. 1 Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Tartışmaların bu kadar dallanıp budaklanıp çıkış noktasından uzaklaşması tartışma için iyi ama, çıkış noktası unutulup gidiyor. Şimdi : Dinciler,Türklerden hoslanmazlar,cünkü Türklük bir irktir.Dinciler icin ise irk olayi yoktur sadece tek bir ÜMMET vardir. Bu söz, sahibini ırkçı, Türkçü filan yapıyor mu? Bence alakası bile yok! Bu söze bakılıp, bu sözü söyleyeni ırkçılıkla Türkçülükle suçlamak için en küçük iler tutar bir dayanak var mı? Kesinlikle yok! '' Dön baba dönelim ''yapacaksak, bir de ifadeleri '' cımbızlamadan '', tamamına baksak; Dinciler,Türklerden hoslanmazlar,cünkü Türklük bir irktir.Dinciler icin ise irk olayi yoktur sadece tek bir ÜMMET vardir.Bu nedenle kim Türklügü savunur ve önce Türk sonra müslüman diyorsa dincilerin gözünde bunlar susturulmasi yok edilmesi gerekenlerdir.Ergenekon'a bu gözle bakmakta yarar vardir. Saygılar sunarım. 1 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 23 Mart , 2011 Ulusalcıları sindirmek, susturmak için dinciler bu ırkçılık, kafatasçılık bilmem ne abuk sabuk iddialarını ortaya atıyorlar. Türkiye'de ırkçılık diye bir tehdit yoktur, böyle bir tehdit ve tehlikeden bahsetmek abestir. Türkiye'de etnik ve dini bölücülük tehdidi ve tehlikesi vardır. Bu dinciler için eski sosyalist görüşlüler, başkalaşım geçirip ikiyaşayışlı gibi, eski düşmanı oldukları ABD emrine girer liboş olur sorostan geçinirlerse, aferin! Cici olurlar. Yok paraya tamah etmez, emperyalistlerin kirli dolarlarını reddeder, onurlu bir aydın olmayı seçer ve ulusalcılıkta karar kılarlarsa kötü, ırkçı, kafatasçı, akıllarına gelen her türlü kötü şey olurlar. Tüm sorun ulusalcılığın sinmesi, susması ve Atatürk ilkelerinden birer birer vazgeçilmesidir. "Tikir tikir"... (Bu "tikir tikir" lafını sloganlaştırmak lazım. Nerde bir emperyalist oyunu ve bu oyunu sahneye koyan emperyalist taşeronu görsen, yapıştıracaksın: "tikir tikir"! Yani bence olayı mükemmel açıklıyor.) Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 24 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2011 kardeşim islam inancında devletin nasıl yönetilececeğine ilişkin bir sürü inanç vardır ve bu dine inanlar bunlarada inanmak zorunda olduklarından yani inancın gereği olduğundan dine inanan devletin şeriatla yönetilmesi gerektiğine inanır ve inancın gereği olduğu içinde inanmak zorundadır ayrıca din insan haklarına aykırıdır çünkü dini kurallar insan haklarına göre çıkmaz bir alim bozuntusu çıkar kurandan yorum yapar ve bu yarum kural olur anlayacağınız insanların uyması gereken kurallar alim bozuntusunun yapacağı yoruma bağlıdır bu yorumdada insan hakkı temel alınmaz işte bu yüzden din insan haklarına aykırıdır buna örnek evlilik dışı ilişki kuran iki kişinin taşlanarak öldürülmesi yada başörtüsü kurallarıdır ve laik devlet insan haklarına göre yönetilen devlet demek olduğundan hiç bir zaman dine destek vermez ama insanlarıda zorla dinlerin vaz geçirmez çünkü bu insan haklarına aykırıdır ama asla dine destek vermez bunu anlamak bu kadar zormu kardeşim. Olabilir beyefendi, bir dini anlayış bu dediğiniz her şeyi içerebilir ancak '' .dindar başkadır, dinci başkadır ''. Eğer bu tür bir dini anlayışı benimseyen bir kişi, eski devirlerde olduğu gibi '' din temelinde bir birlikteliği '' değil de, '' ulus temelinde bir birlikteliği '' kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, asla dini anlayışını siyasete karıştırmaz. Çünkü, bir ulusu oluşturan bireylerin sahip oldukları yalnızca tek bir tür dini anlayış ve inanç türü değil, her çeşit dini anlayış ve inanç türü vardır. Laik eğitim de bir yönüyle bunun için vardır. Yani; dinin siyasete alet edilmesinin ulus devlet yapısı için yanlış olduğunun anlatılması, öğretilmesi için vardır. Onun için, diyanetin dini desteklemesi söz konusu bile değildir, diyanet ibadethanelerden siyaseti uzak tutmak için vardır. Eğer, diyanet olmasaydı, her çeşit cemaat ve tarikatlere ait camilerde, din siyasete alet edilerek, dinciler daha çok taraftar kazanır ve şeriat devletinin kurulması için hiç bir engel kalmazdı. Yani; tam tersine, dini cemaatlere ve tarikatlere bırakmak, '' dini desteklemek '' olurdu. Netice itibariyle, hen diyanet sayesinde hem de laik eğitim ile çağdaş değerlerin öğretilmesi, anlatılması sayesinde Türkiye'deki Müslümanların önemli bir kısmı şeriat istemiyor, yani; dini siyasete alet etmiyor. Saygılar sunarım. 1 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 25 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2011 Aile imamlığı projesi ile diyanet artık şimdiye kadar üstlenmediyse de şimdiden sonra dini destekleme!! misyonunu üstlenmeye başlayacak olmalı. Bu proje sonucunda ne olacak, millet din kullanılarak bir kat daha iyi kamplaştırılıp düşmanlaştırılacak. Ölüp cenazesi camiye getirildiğinde imamın cenaze namazını kıldırmayı kabul edeceği ve reddedeceği kamplara mensup olanlar netleşecek. Tartışmalar, kavgalar çıkacak. Kamplaşma, düşmanlaşma tam kıvamına gelecek. Irak'ı lüpleyen ve şimdi Libya'yı lüplemeye hazırlanan emperyalist efendilerin sipariş ettiği gibi! Irak'taki "danışman" ları çekme işi de bu hengame arasında bir güzel ertelenecek. Ne güzel değil mi? Hem yeni lüpleyecek yer bul, hem eskisini unutturup lüplemeye devam edecek bahane bul! Beni ırgalamaz, isterlerse cenazemi kılmayıp cesedimi çöpe atsınlar. Aç köpekler parçalasın, mezarım olsun bile istemem, umrum değil de, yazık olur bu millete... Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 25 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2011 Olabilir beyefendi, bir dini anlayış bu dediğiniz her şeyi içerebilir ancak '' .dindar başkadır, dinci başkadır ''. Eğer bu tür bir dini anlayışı benimseyen bir kişi, eski devirlerde olduğu gibi '' din temelinde bir birlikteliği '' değil de, '' ulus temelinde bir birlikteliği '' kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, asla dini anlayışını siyasete karıştırmaz. . . Saygılar sunarım. bu inanışta seriatın devlet yönetimi olması inancıda var bu inancı şeriat inancından ayırmak mümkün değil bu inanca inanan şeriatada inanmak zorunda yani devlet diyanete yada imama maaş vererek bu inancı destekliyor bu inancın ayrılmaz parçası devletin şeriaqtla yönetilmesi inancı olduğu için ayrıca şeriatada destek veriyor Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 din temelinde bir birlikteliği'' değil de, '' ulus temelinde bir birlikteliği '' kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, asla dini anlayışını siyasete karıştırmaz. Son derece doğru ve yerinde bir belirleme. Bir insanı "dini, inancı şudur, budur" diye mahkum etmek kesinlikle düşünülemez. Herkesin inancı neyse odur. Bu inancını siyasete karıştırmıyor, ulus devlet bütünlüğü zararına kullanmıyorsa, inancı saygındır. Eleştirilir, ayrı. Evrende eleştiriden muaf hiç bir şey ve hiç kimse olmayışı ilkesinden hareketle serbestçe eleştirilir. Ama asla ve kesinlikle yargılanamaz, mahkum edilemez ve dışlanamaz. Bu düşünce ve inanç özgürlüğünün sağlanmasının koşulu, inançlara sınır, kalıp, biçim, standart tayin etmemektir. Birey sayısınca inanç olabileceğini kabul etmektir. Bir inanca bir ad verildiğinde, o ad altında o inanca mensup olmak için şartlar dayatmamaktır. İstediği biçimde inanabilir. Mezheplerle sınırlamak ve standartlaştırmak bile olamaz ve kabul edilemez. "Bu inanca sahip olacaksan, şartı şunlar şunlar, bu dine mensup olacaksan, standartları şöyle şöyle, elimizde olan bu inancın mezhepleri de şunlar şunlar. Tercihini yap, seç birini"!! Bu nedir ya? Böyle şey mi var, uygar dünyada buna gülünür değil, acınır, acınır! Daha hâla bu ilkellikler, bu ortaçağ karanlıkları içinde debelenen zavallı insanlara acınır... Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Öyle diyorsunuzda, dinler sadece kitaplarda yazılı olarak kalmıyor. Dinler; davranış hükmü, ahlak, töre, kültür olarak insanların beynine girip yönlendirici oluyor. Dinlerin yazılış ve üretiliş gayesi zaten kişinin, toplumun YAŞAMINI hedef almaktır. Bu durumda diyanet, kişi veya kitle, dini kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, hükümlerini yerine getirecektir. Yok kabul etmemiş, anlamamış, özümlememiş veya işine gelmiyorsa yerine başka ideolojileri koyacaktır. Bu tercihlerde hakim sınıfın yani otoritenin egemenliğinin önemi yadsınamaz. Din hükümleri demokratik kuralların tam alternatifleridir. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Tüm insanlık kültürleri gibi din de yaşayan, gelişen, evrimleşen bir kültürel yapıdır. Başlangıçtaki, çıkıştaki gibi algılanmaya ve sürdürülmeye çalışılması abes olur. Yani başlangıçta toplum yaşamını hedef alarak çıkmış olsa da, demokrasiye tam ters önerilerle gelmiş de olsa, bu yapı değiştirilemez diye bir şey yok. İnanç bireyseldir, inanca ilişkin konular evrensel doğrularmış gibi dayatılamaz deyişimizin nedeni bu. İnananlar öyle sunabilirler ama dayatamazlar. Demokrasi buna izin vermez. Evrensel doğru olduğu kişisel bir inançtır, başkasını bağlamaz. Bakın şimdi, önemli bir konuyu açmak istiyorum: Bu dogmatik inançlar evet evrensel kesin doğrulardır, ama yine de biz bunları toplumsal hayatta uygulamayalım dersek, çok büyük bir çelişkiye düşeriz. Nasıl olur ya? Hem kesin, evrensel doğru, hem de savsaklıyorsun! Böyle bir şey telafisi imkansız bir çelişki olur ve kabul edilemez. Dogmatik inançların evrensel doğru filan olmadıkları, tersine yanlış oldukları gösterilmek zorundadır. Yani nasıl olur, "arabamın motoru dizel ama, olsun ben benzinle çalıştırmakta ısrarcıyım" diye bir mevzu olur mu ya? Dizel olsa mazotla çalıştırırdık, herhalde benzinli de ondan benzinle çalıştırıyoruz! Böyle somut bir durumla örneklemek tam yerinde olmayabilir, tabii ki mevzu bu kadar belirgin değil ama, teşbihte hata olmazmış! Böyle bir durum, Kuran'da iddia edilen, "bu kitaba inanmayanlar da biliyor tanrıdan geldiğini ama, işlerine gelmediği için inkar ediyorlar" iddiasını doğrulamak olur. Hayır böyle bir şey yok. Bir kısım insanlar evet tanrıdandır diyor, bir kısmı hayır değildir diyor. Her iki taraf da birbirine saygı gösterecek, savaş, çatışma, dayatma, zorlama olmayacak, bu budur. Yoksa biz bu işin içinden bin sene daha çıkamayız, sittin sene de çıkamayız... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2011 Bakın şimdi, dinde değişim, reform, yenileşme denince şöyle bir şey anlaşılıyor: Ulema, diyanet, din işleri kurulu, ilahiyat profesörleri, işte neyse, her kimse, oturacaklar, kararlar alacaklar. Sonra çıkıp: "Ey millet, siz tamam inanıyor ammaaa, yanlış inanıyorsunuz. Bak biz sizin için oturduk, şöyle şöyle kararlar aldık, bundan böyle din şöyle şöyledir. Böyle anlaya, böyle inana ve dahi böyle amel edesüz! Duyduk duymadık demeyesüz!" diyecekler!!! Böyle bir şey kesinlikle yok! Dini herkes bireysel biçimde kendi anladığı gibi anlayacak, istediği gibi anlamakta, yorumlamakta, inanmakta, veya ne çıkar inanmamakta sonuna kadar özgür olacak! Teorik olarak birey sayısı kadar inanç biçimi olabileceğini kabul edeceğiz. Bu budur yani, başka türlüsü olamaz. İnanç özgürlüğü sağlanmadıkça bir milim yol alınamaz, bu kesindir! İnanç özgürlüğünü sağlamadan yerimizde sayar, dururuz. Bu anlayış her şeyi çözer. "Dini kıyafet" sorununu da çözer, mezhep çatışması sorununu da çözer, dayatma, çatışma sorununu da çözer, din istismarını da bitirir. Çözümün anahtarı budur... Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 27 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 27 Mart , 2011 bu inanışta seriatın devlet yönetimi olması inancıda var bu inancı şeriat inancından ayırmak mümkün değil bu inanca inanan şeriatada inanmak zorunda yani devlet diyanete yada imama maaş vererek bu inancı destekliyor bu inancın ayrılmaz parçası devletin şeriaqtla yönetilmesi inancı olduğu için ayrıca şeriatada destek veriyor Öyle diyorsunuzda, dinler sadece kitaplarda yazılı olarak kalmıyor. Dinler; davranış hükmü, ahlak, töre, kültür olarak insanların beynine girip yönlendirici oluyor. Dinlerin yazılış ve üretiliş gayesi zaten kişinin, toplumun YAŞAMINI hedef almaktır. Bu durumda diyanet, kişi veya kitle, dini kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, hükümlerini yerine getirecektir. Yok kabul etmemiş, anlamamış, özümlememiş veya işine gelmiyorsa yerine başka ideolojileri koyacaktır. Bu tercihlerde hakim sınıfın yani otoritenin egemenliğinin önemi yadsınamaz. Din hükümleri demokratik kuralların tam alternatifleridir. Bakın şimdi, önemli bir konuyu açmak istiyorum: Bu dogmatik inançlar evet evrensel kesin doğrulardır, ama yine de biz bunları toplumsal hayatta uygulamayalım dersek, çok büyük bir çelişkiye düşeriz. Nasıl olur ya? Hem kesin, evrensel doğru, hem de savsaklıyorsun! Efendim, şimdi şöyle oluyor; laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek istiyorsa, önünde 3 seçenek vardır. Eğer, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan, bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, fakat ulus birliğini kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse yani farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada birlikte yaşama iradesine sahip olmayıp, farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada aynı kadere sahip olduğunu kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse, dininin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerinin uygulanmasının ancak ve ancak ulustaki her bireyin de dini kendisi gibi algılaması ile mümkün olmasını beklemez, dini siyasallaştırarak dinin bir çatışma konusu olmasını ister ve kendi dini anlayışını dayatmak için iktidarı ele geçirmeye çalışır. Demokrasiyi de benimseyemez, siyaset felsefesi olarak liberalizmi de, laikliği de savunmaz, Sosyal Hukuk Devletini de, Sosyalizmi de... çünkü, bu ideolojilerin kendi varlığına tehdit olduğunu da bilmekle beraber, hayatta öncelikli olanın, temel olanın, ne olursa olsun, dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek olduğunu düşünür. İkinci tip olarak, yine aynı şekilde laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan, bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, fakat ulus birliğini kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse yani farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada birlikte yaşama iradesine sahip olmayıp, farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada aynı kadere sahip olduğunu kabul etmemişse, anlamamışsa, özümsememişse, dininin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerinin uygulanmasının ancak ve ancak ulustaki her bireyin de dini kendisi gibi algılaması ile mümkün olmasını beklemez, dini siyasallaştırarak dinin bir çatışma konusu olmasını ister ve kendi dini anlayışını dayatmak için iktidarı ele geçirmeye çalışır. Fakat bunu gerçekleştirmek için, siyasal anlamda demokrasiyi de benimsemiş görünebilir, siyaset felsefesi olarak liberalizmi de, laikliği de savunuyor görünebilir, Sosyal Hukuk Devletini de, Sosyalizmi de... çünkü, bu ideolojilerin kendi varlığının teminatı olduğunu da bilmekle beraber, hayatta öncelikli olanın, temel olanın, kendi anlayışının tersine, diğerleri için haklar açısından özgürlük veya ekonomik eşitlik, iş, aş olduğunu da göz ardı etmeyerek, nihai amacı olan dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek için, takiyye yapabilir. Fakaat, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede bir insan hem bir dinin evrensel olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, hem de ulus birliğini kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse yani farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada birlikte yaşama iradesine sahip olup, farklı inançlardan, ırklardan olan insanlarla aynı coğrafyada aynı kadere sahip olduğunu kabul etmişse, anlamışsa, özümsemişse, dininin toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerinin uygulanmasının ancak ve ancak ulustaki her bireyin de dini kendisi gibi algılaması ile mümkün olacağını görür ama dini siyasallaştırarak dinin bir çatışma konusu olması yerine kendi dini anlayışını dayatmadan yaymaya, insanları ikna etmeye çalışır. Onun dışında siyasal anlamda demokrasiyi de benimseyebilir, siyaset felsefesi olarak liberalizmi de, laikliği de savunabilir, Sosyal Hukuk Devletini de, Sosyalizmi de... çünkü, bu ideolojilerin kendi varlığının teminatı olduğunu da bilmekle beraber, hayatta öncelikli olanın, temel olanın haklar açısından özgürlük veya ekonomik eşitlik, iş, aş olduğunu da göz ardı etmez. Yani, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede dini siyasallaştırmamak için, kişinin illlaki bir dinin evrensel olduğunu kabul etmemesi, anlamaması, özümsememiş olması yada işine gelmediği için toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek istememesi gerekmez. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 27 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 27 Mart , 2011 Tüm insanlık kültürleri gibi din de yaşayan, gelişen, evrimleşen bir kültürel yapıdır. Başlangıçtaki, çıkıştaki gibi algılanmaya ve sürdürülmeye çalışılması abes olur Bakın şimdi, dinde değişim, reform, yenileşme denince şöyle bir şey anlaşılıyor: Ulema, diyanet, din işleri kurulu, ilahiyat profesörleri, işte neyse, her kimse, oturacaklar, kararlar alacaklar. Sonra çıkıp: "Ey millet, siz tamam inanıyor ammaaa, yanlış inanıyorsunuz. Bak biz sizin için oturduk, şöyle şöyle kararlar aldık, bundan böyle din şöyle şöyledir. Böyle anlaya, böyle inana ve dahi böyle amel edesüz! Duyduk duymadık demeyesüz!" diyecekler!!! Efendim, bir ulema heyetinin veya kişinin kendi kafasında dinin siyasal hükümlerinin artık geçerliliği olmadığına karar vermesi konusu ayrı bir konudur. Bir kısım ulema bunu dinde reformden ziyade, dinin kendi kaynaklarına dayandırarak ortaya koydukları iddiasındalar. Bu da ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, bir önceki yazımda dediğim gibi, laik ve demokratik devletin olduğu bir ülkede dini siyasallaştırmamak için, kişinin bir dinin evrensel olduğunu kabul etmemesi, anlamaması, özümsememiş olması yada işine gelmediği için toplumsal ve siyasal alanlardaki hükümlerini olduğu gibi yerine getirmek istememesi gerekmez. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 27 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 27 Mart , 2011 Bu düşünce ve inanç özgürlüğünün sağlanmasının koşulu, inançlara sınır, kalıp, biçim, standart tayin etmemektir. Birey sayısınca inanç olabileceğini kabul etmektir. Bir inanca bir ad verildiğinde, o ad altında o inanca mensup olmak için şartlar dayatmamaktır. İstediği biçimde inanabilir. Mezheplerle sınırlamak ve standartlaştırmak bile olamaz ve kabul edilemez. "Bu inanca sahip olacaksan, şartı şunlar şunlar, bu dine mensup olacaksan, standartları şöyle şöyle, elimizde olan bu inancın mezhepleri de şunlar şunlar. Tercihini yap, seç birini"!! Bu nedir ya? Böyle şey mi var, uygar dünyada buna gülünür değil, acınır, acınır! Daha hâla bu ilkellikler, bu ortaçağ karanlıkları içinde debelenen zavallı insanlara acınır... Efendim, dinin kendisi toplumsal bir olgu olduğu, ortak kabüllere dayandığı için sınır, kalıp, biçim, standart tayin edilmesi doğası gereğidir. Örneğin, kurban bayramında inek kesen birinin Hindu olduğunu iddia etmesi garip olmaz mı ? Elbette, kişi kendine göre dini algılama biçimi geliştirebilir. Fakat, kendini tanımlarken, genel kabül gören adı kullanırsa, mutlaka dini algılama biçimini dinin kaynaklarına dayandırıp rasyonelleştirmek zorundadır. Yoksa, çelişkiye düşer. Mesela Mezhep ayrılığı bu denli bir derin çelişki barındırmaz. Ama temel ilkelerdeki ayrılık derin bir çelişkiye sebep olur. Keza din ayrılığı da böyle bir çelişkiden kaynaklıdır. Yani, kişi genel kabül gören adı kullanmazsa zaten sorun olmaz ama kulanırsa sorun vardır. Saygılar sunarım. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Mart , 2011 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2011 Çok açık ve net konuşayım: Bırakın kurbanı, başka ibadetleri filan... Bir insan bırakın Muhammed'in tanrının elçisi olduğunu kabul etmeyi, tanrıya inanmasa bile "müslümanım" dese, "böyle müslümanlık olamaz" deme hakkına hiç kimse sahip değildir. O kendi standardında öyle kabul ediyordur, kimse karışamaz. Toplumsal bir din standardı asla ve hiç bir biçimde da-ya-tı-la-maz! Muhammed'in tanrının elçisi değil, çağına göre bir toplumsal reformist, bir düşünür olduğuna inanıyor, o yüzden kurduğu dini kabul ediyordur. Tanrıya inanmıyordur, yine aynı nedenle Muhammed'in iyi bir insanlık hizmeti yaptığına inandığı için kurduğu dine mensup olmayı tercih etmiştir. Bununla asla Muhammed'e hakaret etmiş de olmaz, her insan rüyalarını gerçek olarak algılayıp bir inanca sahip olabilir. Bu kimseyi yalancı yapmaz. Hiç bir itirazda bulunamazsınız ve "senin bu inancın bizce kabul değil" diyemezsiniz. Fikrinizi elbette söylersiniz, böyle müslümanlığın "sizce" olamayacağı sizin fikrinizdir, bunu kendi fikriniz olarak elbette söylersiniz. Ama hiç bir zorlama, dayatma ve baskıyı hiç bir şekilde asla yapamazsınız. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.