Φ Siyah_Beyaz Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 *** DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI... Demokrasi çok kısaca "temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir". Gerek "temel hak ve özgürlükler" anlayışı, gerekse buna dayalı bir yönetim olan "demokratik yönetim", "Endüstri Devrimi" sonrasında ortaya çıkan kavramlar olduklarından, "demokratik rejimler" "bir kültür ürünü olarak" endüstri toplumlarının sonuçlarıdır. Dolayısıyla, "demokrasi kültürüne ilişkin sorunlar", özellikle "endüstrileşmelerini henüz tamamlayamamış olan" ülkelerde daha yoğun olarak göze çarpar. Demokrasilerin, özellikle de "gelişmekte" olan demokrasilerin önünde hem kültürel hem de siyasal ve ideolojik olarak iki tuzak vardır: Birinci tuzak, "temel hak ve özgürlüklere saygılı olması gereken", yani "azınlıkta kalan düşüncelerin de bir gün çoğunluk haline gelebilmelerine olanak sağlayan, çoğunluk iradesinin" bu özelliğinin göz ardı edilmesi ve dolayısıyla rejimin bir "çoğunluk diktatörlüğüne" dönüşmesi tehlikesidir. Bu tehlike, "demokrasi kültürünün" yeterince gelişmediği toplumlarda, temel hak ve özgürlüklerin ihmal edimesi sonucunda ortaya çıkan ve uç örnekleri "devlet terörü" uygulamalarında görülebilen bir olaydır. İkinci tuzak ise, demokrasinin temel ögelerinden biri olan "çoğunluk iradesinin" yerine, bir "azınlık iradesinin" konulması isteğinin, ve dolayısıyla, "bilim adına", ya da "Allah adına" "doğruları savunduklarını öne süren bir azınlığın" diktatörlüğünü savunan görüşlerin ağırlık kazanmasıdır. Bu tehlikenin uç örnekleri de genellikle "terörist" nitelik taşıyan eylemlerin ortaya çıkmasında görülür. Türkiye Cumhuriyeti, endüstrileşme sürecini kaçırmış olan bir imparatorluğun, Osmanlı İmparatorluğu'un mirasçısı olarak, endüstrileşme süreci sonucunda değil de, yenilmiş ve yıkılarak işgal edilmiş bir devletin topraklarında verilmiş bir "Bağımsızlık Savaşı" yoluyla kurulmuş olduğu için, bu her iki tuzağa da yakalanmış bir "demokrasi kültürü tarihine" sahiptir. Çok Partili döneme geçildikten sonra, iktidara gelen ve 1950-1960 yıllarını kapsayan "Demokrat Parti dönemi", "temel hak ve özgürlükleri" geliştireceğine, bunları sınırlayan ve kısıtlayan bir yaklaşım uyguladığından, tipik bir "çoğunluk diktatörlüğü" tuzağına yakalanmış olan bir yönetimin uygulaması olarak görülebilir. Türkiye Cumhuriyeti, 1950-1960 arasında, "demokrasiyi geliştirmek ve yerleştirmek" bakımından çok büyük fırsatı tarihin çöplüğüne atmıştır. Bunun temel nedeni, o dönemde, henüz endüstrileşmenin ivme kazanmamış olması ve geniş köylü kitlelerinin "seçmen tabanını" oluşturmasıdır. Yönetimi devir aldıkları "Tek Parti Yönetiminin" uygulamalarıyla yetişmiş olan Demokrat Parti yönetcileri, kendi iktidarlarında da, "temel hak ve özgürlükleri" geliştirmek yerine eski baskıcı yöntemlere başvurmayı kendi yönetimleri açısından daha kolay bulmuşlardır. Dinci ve milliyetçi söylemlere yatkın olan "geniş halk kitleleri" de, kendilerini topraktan bağımsızlaştıran, özgürleştiren, işçileştirerek ve kentlileştirerek demokrasi bilincini geliştiren bir "toplumsal-siyasal-ekonomik-kültürel süreci" yani endüstrileşmeyi yaşamamış oldukkları için bu yönetime destek vermişlerdir. Her ne kadar, bu süreç, sonunda "Demokrasi adına yapılan bir askeri darbe" ile, 27 Mayıs 1960 tarihinde son bulmuş ve bu darbe dünyanın en ileri ve en demokratik Anayasalarından biri olan 1961 Anayasası'nı uygulamaya koymuşsa da, bu kez Türkiye, demokrasilerin önünde bekleyen ikinci tuzağa yakalanmıştır: 1968'lerin sonunda başlayan bir "ideolojik azınlıklar terörü" solda ve sağda Türkiye'yi pençesine almıştır. Sağda, kendilerine "ülkücü" diyen ırkçı-milliyetçi teröristler, solda ise "devrimci" olduklarını öne süren goşist eylemciler, "demokrasinin sınırlarını" silahlı eylemler ve cinayetler ile "kendi dar azınlık görüşlerine göre" daraltmaya çalışmışlar ve sonunda 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ile, ne denli demokratik olduğu çok tartışmalı görünen 1982 Anayasası, yani "temel hak ve özgürlükleri" korumaktan çok sınırlayan ve kısıtlayan bugünkü Anayasamız ortaya çıkmıştır. Ama Anayasa'dan çok daha önemli olarak, Türkiye'deki demokrasi tarihi, yukarda sözünü ettiğim her iki tuzağın trajik sonuçlarına da tanık olmuş bir toplum yaratmıştır. Bugün Avrupa Birliği ile aramızdaki en önemli teknik problemlerden birini oluşturan "temel hak ve özgürlülerin geliştirilmesi" sorununun altında, işte Türkiye'deki "demokrasi kültürü" açısından yaşanan bu tehditlerin günümüzdeki Anayasaya yansıyan gölgeleri önemli bir yer tutmaktadır. Ama hemen belirtmek gerekir ki, bu arada endüstrileşme sürecinde de önemli adımlar atan toplum, 1982 Anayasası'nı "daha demokratik bir çizgide" değiştirmeye başlamıştır. Her ne kadar bu "Daha demokratik bir Anayasa, şeffaf toplum, sorun çözen ve yöneten bir demokrasi" gibi özlemlerin altında, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda uymak zorunda olduğu Kopenhag ölçütleri önemli hedefler olarak ortaya çıkmışsa da, son tahlilde, Türkiye'deki demokrasinin, "kendi vatandaşları" için geliştirileceği ve endüstriyel bir toplumun gereklerini karşılayacağı varsayılabilir. Prof. Dr. Emre Kongar Alıntı
Φ Siyah_Beyaz Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 *** BUGÜNKÜ İDEOLOJİK SORUNLAR: DİNCİ VE AYRILIKÇI IRKÇI İDEOLOJİLERİN TEHDİTLERİ. Yirmibirinci Yüzyıl'ın başında, Türkiye'deki demokrasinin önünde iki"siyasal-ideolojik" tehdit, bütün canlılığı ile tarihten gelenbu her iki tuzağın da tekrarlanması tehlikesini bütün canlılğı ilekorumaktadır. Demokratik rejimin yerine, dine dayalı bir "Şeriat Devleti"kurmak isteyenler, "çoğunluk adına" kendileri gibi düşünmeyenlerintemel hak ve özgürlüklerini baskı altına alarak, rejimin bir "çoğunluğundiktatörlüğüne" dönüşmesi tehdidini temsil etmektedirler. Bunlar, çok ilginç bir biçimde bir yandan, bazı terör örgütleri aracılığıylaaralarında Prof. Muammer Aksoy, Doç. Bahriye Üçok, Çetin Emeç, UğurMumcu, Prof. Ahmet Taner Kışlalı gibi ünlü bilim insanları ve yazarlarolan "demokratik ve laik rejimin savunucularını" katletmekte, toplumüzerinde çeşitli baskılar uygulamakta, öte yandan bu savaşlarına, çoğunluğutemsil ettikleri ve "inanç özgürlüğünü savundukları" gerekçesi iledemokrasi adına destek istemektedirler. Amerika'yı vuran 11 Eylül terörü, Türkiye'deki demokrasiye yönelmişolan bu tehdidin "uluslararası görünümünden başka bir şey değildir". Demokratik rejime yönelmiş görünen öteki "siyasal-ideolojik" tehditise, ırkçılık üzerine kurulu bir ayrılıkçı akımdır. Bu akım da bir yandan PKK aracılığı ile bir sıcak savaş sürdürürkenve yaklaşık 30 bin kişinin katledilmesine yol açarken,, öte yandan "temelhak ve özgürlükler adına" eylemine demokrasi temelinde destek istemiştir. Bu tehdit de "demokrasinin" bir "azınlık adına" yozlaştırılmasıtehlikesini taşımaktadır. İşin ilginç yanı, Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkelerin bazıları, bu her iki"demokrasi tehdidine de destek vermekte", bir bölümü açıkça terör örgütüniteliği taşıyan bazı kuruluşları ülkelerinde barındırarak beslemektedirler. *** BİR SORU: DEMOKRASİ KENDİSİNİ NASIL KORUYACAKTIR. Bütün bu yaşananlar, Türkiye'de "Demokrasinin kendini koruma hakkı"tartışmasını gündeme getirmiştir. Birinci soru şudur: Demokrasi, kendisini, yani temel hak ve özgürlükleri, "milli iradeadı altındaki" bir çoğunluk saldırısına karşı nasıl koruyacaktır? İkinci soru da şudur: Demokrasi kendisini, "temel hak ve özgürlükler bağlamında" yapılan vekendisini yok etmeyi amaçlayan bir azınlık saldırısına karşı nasıl koruyacaktır? Daha açık bir ifadeyle şu soru ortaya çıkmakadır: "Din ve inanç özgürlüğü adına, ya da ırkçılık, milliyetçilik ve siyasal ayrılıkçılıkadına demokrasiyi yok etme hakkı ve özgürlüğü savunulabilir mi?" Kısacası soru şudur: "Demokratik hak ve özgürlükler adına, demokrasiyi yok etme hakkı veözgürlüğü savunulabilir mi" Diyelim ki bu sorunun yanıtını "Hayır" olarak verdik. Ne yazık ki o zaman da sorun sona ermemekte, bu kez de "Demokrasi kendininasıl koruyacak" sorusu gündeme gelmektedir. Daha doğrusu "Demokrasi, temel hak ve özgürlükleri zedelemeden, kendini hangiçerçevede, ne biçimde ve nasıl koruyacak" sorusu büyük önem kazanmaktadır. Ben burada, Türkiye'nin gerek geçmişte yaşadığı, gerekse bugün yaşamakta olduğu,"demokrasinin önündeki çoğunluk ve azınlık tehditleri" konusunu, bu soruyusorarak burada bırakmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki, sorun, benim önerilerimi fazlası ile aşacak bir boyuttadırve hem halkın hem de yöneticilerin "demokrasi bilinci" düzeyi ile hem deonu üreten "toplumun endüstrileşmişlik yani kalkınma düzeyi" ile yakındanilgilidir. Şimdi izninizle, "gelişmekte olan demokrasileri" tehdit eden ve Türkiye'ninde gündeminde olan bir başka soruna, "ekonomik yağma" sorununa değinmek istiyorum. Prof. Dr. Emre Kongar Alıntı
Φ Siyah_Beyaz Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 *** TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ BİR YAĞMA REJİMİNE NASIL DÖNÜŞTÜ. Bugünkü Türkiye'yi pençesine almış görünen hortum ve soygun düzenini, sadece birkaç kişinin ya da bir veya iki partinin eseri değildir. Hatta bu düzen, sadece son yirmi yılın, yani yağmacılığın doruğa ulaştığı Özal döneminin bir sonucu da değildir. Bu sorunun büyüklüğünü, önemini ve anlamını iyi yakalamak için Türkiye'de demokrasi kültürünün gelişmesi tarihine "ekonomik yaklaşımla" bakmak gerekmektedir. 1. Yağma Düzeninin Tarihsel Olarak Kökenleri. Osmanlı ekonomisinin son yıllarda artık bütünüyle hem iç hem de dış yağmaya dayalı bir düzene dönüşmüş olduğu bütün tarihçilerin üzerinde ittifak ettikleri bir görüştür. Bağımsızlık Savaşı'nı kazandıktan sonra yeni Cumhuriyeti kuranların ilk ekonomik amacı, düzgün işleyen bir ekonomi yaratarak, kalkınma sorununu çözmekti. Bağımsızlık Savaşı sonrasında ülkenin siyasal yapısı yeniden düzenlenmiş ama değiştirilmesi çok zor olan ekonomik yapıda belli dönüşümlerin gerçekleştirilmesi için yapılan atılımlar sırasında büyük engellerle karşılaşılmıştı. Osmanlı'dan devralınan yağma düzeninin ilk belirtileri Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındada derhal ortaya çıkmış, fakat Atatürk ve İsmet Paşa sayesinde derhal bastırılmıştı. Fakat, yağma düzeni hem yukardan aşağı, hem de aşağıdan yukarı iki ayrı toplumsal süreç olarak 1950 yılından sonra hız kazanmış, toplumu bir kanser gibi pençesine almıştır. İşin ciddiyeti, bu oluşumun yarım yüzyıllık bir zaman dilimi içinde kök salmış,ayrıca hem yukardan aşağı hem de aşağıdan yukarı yaşanan iki farklı toplumsal sürecin birbirini destekleyerek güçlendirmiş olmasında yatar. Türkiye'de yağma düzeni hem politikacılar tarafından yukardan aşağı, hem de halk tarafından aşağıdan yukarı yaşanan toplumsal değişmelerle kök salmıştır. 2. Yağma Düzeninin Yukarıdan Aşağı Oluşumu. Yukarıdan aşağı olan sürecin altında iktidarların iktisat politikalarının, yani devlet eliyle özel teşebbüs yaratma politikalarının yozlaştırılması, aşağıdan yukarı doğru olan sürecin altında ise kentleşme olgusunun toprak yağmasına, yani gecekondulaşma olgusuna dönüşmesi yatmaktadır. Bağımsızlık Savaşını kazanan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları "Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti", aslında, Osmanlı'nın tarıma dayalı, iflas etmiş ekonomisini devralmıştır. Yeni Cumhuriyet endüstrileşmeyi yakalayacaktır ama, özel girişim yoktur ülkede. Bu durumda, Atatürk ve İsmet İnönü, "devletçilik" adı altında iki akılcı ekonomik politika izlerler: Birinci olarak, olmayan özel teşebbüsün yapması gereken yatırımlar devleteliyle gerçekleştirilecek, ikinci olarak da özel sermaye birikiminin oluşmasıdevlet eliyle desteklenecektir. Birinci sanayi planı çerçevesinde kurulan Sümerbank, Etibank gibi işletmelerbirinci politikanın sonucudur. İş Bankası'nın kurulması, Vehbi Koç'un, o sıralarda tek seçenek gibi görülen Alman sermayesine ve uzmanlığına karşı inşaat işlerinde "milli sermayenin güçlendirilmesi" bağlamında devletçe desteklenmesi, ikinci politikanın sonucudur. Tabii bu "devletçe destekleme", pek çok yerli ve yabancı tüccarın iştahını kabartır: Atatürk'ün ve İnönü'nün çevresindeki "nüfuzlu" kişilere"mümessillikler" önerilir. İş Bankası çevreleri ise, hem "nüfuzludur" hem de açıkça "özel girişimcidir". Bu çevrelere "aferistler" denilir. İşte İsmet Paşa'nın Meclis koridorlarında, "Ben bu ülkeyi aferistlere yağmalatmam" diye bağırması bu dönemdeki "nüfuz ticaretine" karşı resmi yönetimin dürüst tepkisinin bir simgesidir. Fakat siyaset ile ticaret arasındaki kirli ilişkiler yönetime de sızar, hisse senedi yatırımı yapan bakanlar, devlet ihalelerinden çıkar sağlayanlar görülür; görülür ama, bunların üzerine gidilir, kimi istifa ettirilir, kimi yargılanır ve mahkum olur. Derken, Demokrat Parti iktidara gelir. Demokrat Parti yönetimi, sadece Soğuk Savaş döneminin bir yansıması değil aynı zamanda toprak ağalığının ve İş Bankası çevrelerinin "aferist" damgalı anlayışının da iktidarıdır. "Nurlu ufuklar", "Küçük Amerika", "Her mahallede bir milyoner"söylemleri bu dönemde, "devlet eliyle özel girişim yaratma" politikasının, artık yozlaştırılarak "nüfuz ticaretine" dönüşmesini simgeleyen sloganlar olarak ortaya çıkar. Aynı "nüfuz ticareti", 1960'lardan sonra Adalet Partisi'nin ikitdarında"Büyük Türkiye" sloganı ile topluma egemen olur; artık politikacıların akrabalarının ekonomik ve mali skandalları, kaçakçılık ve yolsuzluk olayları gündeme gelmiştir. "Devlet eliyle özel teşebbüs yaratma politikası" yozlaştırılarak,"devlet eliyle belli bir siyasetçiyi şahsen destekleyen özel girişimci yaratma" politikasına dönüşmüştür. Bu politikanın temelleri daha Demokrat Parti döneminde atılmış, örneğin, Vehbi Koç'a, "devlet olarak" gördüğü CHP'den ayrılıp, DP'yegeçmesi için akıl almaz baskılar uygulanmıştır. AP döneminde bu yozlaştırılmış "destekleme" politikası, Soğuk Savaş şemsiyesi altında "anti-komünizm" ile de kamufle edilir ve yağma düzeni artıkkurumlaşma yoluna girer. Yağma düzeninin, politikacı-tüccar arasındaki kişisel ilişkilerde doruk noktasınaulaşması 1980'lerde ANAP iktidarı döneminde gerçekleşir. Politikacılar alenen, Anayasaya bile aykırı olan yatırımları, politikacı-sermayedar işbirliği ile, hem "devletin ekonomik politikasından kişisel çıkar sağlayarak zengin olmak" hem de "kendilerini destekleyen özel girişimci" yaratmak içindevreye sokar. Böylece yağma düzeni artık "devlet politikası" olarak "yukardan aşağı" doğru, elli yıllık bir süreç içinde bütünüyle kurumlaşır. Prof. Dr. Emre Kongar Alıntı
Φ Siyah_Beyaz Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 3 Mart , 2010 *** TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ BİR YAĞMA REJİMİNE NASIL DÖNÜŞTÜ. 3. Yağma Düzeninin Aşağıdan Yukarı Kurumlaşması. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya dengeleri ve Soğuk Savaş,Türkiye'de "Çok Partili Düzen"e geçiş süreci ile çakıştı. Kurulan yeni dünya dengeleri çerçevesinde, Amerika'nın liderliğindeki Batı Dünyasıiçinde yer alan Türkiye, ekonomik ve siyasal açıdan yeni açılımların ve atılımlarıneşiğindeydi. Bu açılım ve atılımların başında da "tarımın canlandırılması" ve "genişkitlelerin (yani köylülerin) demokratik düzene katılımlarının sağlanması" geliyordu. Bu soyut açılımın somut uygulaması "tarımın makinalaşması" yani tarıma traktörün girmesi biçiminde görüldü. Pek doğal olarak bu "makinalaşma" sürecinde pek çok acemilik yaşandı, yedek parça ve servis eksiklikleri, Türkiye'nin önce bir "traktör mezarlığına"dönüşmesine yol açtı, ama sonunda "teknolojik gelişme" rayına oturdu vetarımın "makinalaşması" sağlandı. Olay, daha tarihsel ve ekonomik anlamda "rayına oturmadan" önce bile,traktörün tarlaya girmesi, derhal sosyolojik sonuçlarını verdi: Tarımdan, yani kırsal alanlardan "makinalaşmanın" açığa çıkardığı iş gücü, kentlere hücumetti. Kentler buna hazırlıklı değildi tabii. Siyasal iktidar ise kentsel planlamaya hiç de sıcak bakmıyordu. Sonuç, hazine, vakıf ve belediye arazileri üzerinde (hatta kimi zaman özel mülkiyetteki arsaları bile işgal eden bir biçimde) tam bir gasp eylemi ileortaya çıkan "gecekondu" bölgeleri oldu. Gecekondu halkı, köyünden kopmuş, kentte yeni yaşam olanakları arayan,ama içinde yaşadığı ev dahil, hemen hemen hiç bir "meşru" dayanağı(örneğin sabit bir işi ve geliri) olmayan, son derece dinamik, atılgan vehatta saldırgan bir niteliğe sahipti. Bu nüfus, gerek gasp yoluyla (önceleri mafyaya sonraları yerel yönetimlere rüşvet vererek) edindiği evini meşrulaştırmak, gerekse düzgün ve sürekli bir iş bulmak, çoluğuna çocuğuna eğitim ve sağlık gibi hizmetleri ve hatta onlardan daönce, evine su ve eletrik gibi temel gereksinmeleri sağlamak için canhıraş biruğraş içine girdi. Toplumun bütün resmi ve gayri resmi ilişkilerini, kentteki varlığını sürdürebilmek ve tabii geliştirebilmek için seferber etti. Bu arada siyaseti keşfetti. Önce yerel sonra da ulusal düzeyde, en atılgan, en etkin ve dolayısıyla en belirleyici biçimde, siyasetteki yerini aldı. Yerel düzeyde, belediye meclisi üyeliklerini, belediye başkanlıklarını, ulusal düzeyde, parti delegeliklerini ele geçirdi. Köyünden kopup geldiğinde elde ettiği "gayri meşru evini meşrulaştırmakiçin kullandığı yol ve yöntemler" artık onlar için günlük yaşamın normal vedoğal davranışları olmuştu: Rüşvet, particilik, hemşehrilik, (sonradan) tarikat, ticaret ve etnik grup ilişkileri, toplumun, güvenlik, adalet, eğitim gibi resmi hizmet ve sorun çözme yöntemlerinin yerini aldı. Sonunda gecekondular kentlere, kentler de siyasete egemen olunca, "yağma düzeni" aşağıdan yukarı doğru da kurumlaştı. 4. Yukardan ve Aşağıdan Gelen Yağma Eğilimlerinin Buluşması. Çok partili siyasete geçiş, ne yazık ki sadece Türkiye'nin iç dinamiklerinebağlı olarak gelişmedi. Tam tersine "Soğuk Savaş" Türkiye'deki çok partili düzen ile çakıştı ve dış dinamikler, iç dinamiklerden çok daha belirleyci olarak Türkiye'nin yazgısınıetkiledi. Yeni dönemde hem dinci ve milliyetçi ideolojilerin Sovyetler Birliği'ne karşıseferber edilmesi, hem de geniş köylü kitlelerinin sistemle bütünleştirilmesihedefleri ön plana çıktı. Bu ideolojik hedefler, birbirini destekleyen bir biçimde, "geniş köylü kitlelerinin, dinci ve milliyetçi ideolojiler çerçevesinde sistemle bütünleştirilmesi" biçimine dönüştürüldü ve tek parti döneminin alışkanlıkları ile yetişmiş bulunan Demokrat Parti yönetcilerinin elinde, rejim, "çoğunluğun baskısı"haline geldi. Bu çerçevede "serbest seçimler", dinci ve miliyetçi yaklaşımların,"yol, köprü, baraj edebiyatı ve nurlu ufuklar hedefi" söylemleriyle (ve bir ölçüdeeylemleriyle) desteklenerek, köylülerin kent topraklarını yağmalamasına izin verilmesiüzerine dayandırılan kampanyalalara dönüştü. Böylece siyaset, yukardaki "aferist" politikacılarla, aşağıdan gelen,gözlerini yağma hırsı bürümüş insanların, dinci ve milliyetçi ideolojiler aracılığıyla buluştuğu, bütünleştiği bir platform halini aldı. Bu oluşum, "anti-kominizm"e dayalı "Soğuk Savaş" bağlamında, dış konjonktür tarafından da desteklendi. 1950'den itibaren Demokrat Parti ile başlayan bu birleşme ve bütünleşmesüreci 1965 seçimleriyle iktidara gelen AP döneminde belirginleşti, 1975Milliyetçi Cephe dönemleriyle gelişti, 1983 ANAP dönemi ile dedoruğuna ulaştı. Böylece siyaset, "halkla bütünleşmiş izlenimi veren bir biçimde toplumsal zenginliklerimizi yağmalayarak hayat kazanma" yolu oldu: Hem liderler, hemde ulusal ve yerel siyasal kadrolar için. Ne yazık ki, siyasetin bu yozlaşması doğrudan doğruya "demokrasi kültürünü"de etkiledi, ve Türkiye'de demokrasi kültürü, siyasal yollarla toplumsal ve tarihselzenginliklerimizin yağmalanması anlamanı kazandı. *** SONUÇ:.. Türkiye'de yaşanan "demokrasi sorunları" çok kabaca, "ideolojik-siyasal sorunlar" ve "ekonomik yağma sorunları" olarak iki büyük grupta irdelenebilir. Herkesin üzerinde durduğu ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde gündeme getirilen "İdeolojik-siyasal sorunların" çözümü yasal etkinlikler ile "oldukça kısa bir zaman içinde" olanaklı olabilir. Türkiye'deki demokrasinin asıl sorunu ise "ekonomik yağma sorunu" olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sorun ise o denli yapısal bir nitelik kazanmıştır ki, bunun çözümü hiç de o kadar kolay görünmemektedir. Prof. Dr. Emre Kongar Alıntı
Misafir zates Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 Demeokratik ülke vatandaşı olmayı arzulayan insanlara ve demokrasiyi yerleştirmeye çalışan başarılı! hükümetimize ve demokrasi için büyük fedekarlıklarla çırpınan! önündeki engelleri bir bir aşmaya çalışan,aşamadığı zamanda halkına mazlum olduğunu anlatan değerli ve saygı değer kişiye ithaf olsun... Başbakan, Yazarları köle yerine koyup, işten kovulmakla korkutunca bazı yazarlar, Başbakanı protesto eden bir bildiriyi imzalayıp yayınladılar. Bildiriye imza atanları gören Akif Beki çok sinirlendi. Radikal'deki odasında sinir krizleri geçiren Beki; " Nankörler, utanın biraz utanın. Tayyip Bey sizin eşlerinizi Milletvekili yapmadı mı? Bu sayede siz ikiniz köşe yazarı olup, dört köşe olmadınız mı? Tayyip Beyi protesto etmeye hiç mi utanmadınız?" diye bağırıyordu. Eşi Milletvekili olanlardan ikisi Zaman Gazetesi Yazarlarından Mümtazer Türköne ve İhsan Dağı idi. Bayan milletvekilleri de baş başa vermiş dertleşiyorlardı: Bitti canım, bizim vekillik bitti. Ne vardı bildiriye imza koyacak? Bizi kimse Milletvekili yapmaz artık, yavaş yavaş bavulları toplayalım . Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 O bildiriye, Fatih Altayli'da imza atmadi, gerekcesi de; Ne olacakti atsaydim ne degisekti demek oldu. Ben hep bunu yazdim, Köle olma zihniyeti icinde gazetecilik yapanlarin Erdogan'in tepkisine karsi "Yarabbi sükür" demeleri dogaldir. Akif Beki, Fehmi Koru, Ali Bayramoglu, Mustafa Karaalioglu Nazli Ilicak ve onlarin benzerleri gibi Erdogan'in eteklerinde gezinen gazetecilerin etek öpme aliskanliklarindan vazgecmeleri beklenemez. Basbakanda olmayan Demokrasi kültürünün onun eteklerinde gezinenlerde olacagini düsünmek ise baslibasina bir yanlistir. saygilarla Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 O bildiriye, Fatih Altayli'da imza atmadi, gerekcesi de; Ne olacakti atsaydim ne degisekti demek oldu. Ben hep bunu yazdim, Köle olma zihniyeti icinde gazetecilik yapanlarin Erdogan'in tepkisine karsi "Yarabbi sükür" demeleri dogaldir. Akif Beki, Fehmi Koru, Ali Bayramoglu, Mustafa Karaalioglu Nazli Ilicak ve onlarin benzerleri gibi Erdogan'in eteklerinde gezinen gazetecilerin etek öpme aliskanliklarindan vazgecmeleri beklenemez. Basbakanda olmayan Demokrasi kültürünün onun eteklerinde gezinenlerde olacagini düsünmek ise baslibasina bir yanlistir. saygilarla Cok dogru yazmissiniz ama biraz eksikleri var tamamlayayim dedim. Söylediginiz gibi birileri Erdogan'a Yarabbi sükür derken birileride gecmisten beri Süleyman Demirel'e, Baykal'a, Türkes'e, Ecevit'e, Özal'a vs yarabbi sükür diyorlardi ve halada diyorlar. Önemli olan birilerine yarabbi sükür diyeb gazetecilik degil her türlü yanlisliga karsi olmaktir. Bu tip gazetecilik yapanlarda malesef cok az ülkemizde. Onlarin tümü bölücü olarak fislenmektedir. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2010 Demokrasi kültüründen acilmisken;dün Emre Kongar ve Mehmet Barlas'in tartismasina söyle bir kac dakika zaman ayirdim.Konu yeni cikarilcak ve Cumhurbaskani tarafindan onaylanan "KAMU GÜVENLIGI MÜSTESARLIGI"yasasiydi. Emre Kongar,bunun cok tehlikeli bir adim oldugunu vurguluyor,Mehmet Barlas ise,"Bakin son günlerde neeler cikti ortaya,darbe planlari,iktidari yikma planlari.Bunlarin artik birdaha olmamasi icin bu yasa gerekli ve de cok yerindedir"dedi.Emre Kongar demokrat bir isimdir.Mehmet Barlas ise kim oldugu belli olan bir gazete yazari. Emre Kongar Barlas'a "SIZ LIBERAL DEMOKRAT GECINEN BIRISI OLARAK NASIL BU YASAYI SAVUNURSUNUZ "diyince Barlas,"Siz anlamiyorsunuz"dedi,bunu iki defa tekrarlayinca Emre Kongar Barlas'in agzinin payini vererek nezakete davet etti. Ben bu tartismada Emre Kongar ile Mehmet Barlas farkini bir kez daha gördüm.Barlas zamana göre bir gazetecidir,kimin atina binerse onun düdügünü calanlardan.Emre Kongar ise adam gibi adamdir. saygilarla Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 17 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 17 Mart , 2010 demokrasi nedir: insan haklarını korumak ve en iyi hizmeti temin etmek için toplumda yaşayan herkesin toplanıp görüş beyanetmesi ve bu şekilde hakların korunduğu ve hizmetin en kaliteli hale getirildiği bir düzendir. demokraside ırkçılık yada ırkçı bir devlet olurmu: demokrasilerde ırkçı bir yaklaşım olamaz çünkü ırkçılık ayrımcılık demektir ayrımcılık ise adalete ters düşer ve demokraside insan haklarına göre herkesin yönetime katkıda bulunduğu bir sistemdir yani adaletin temel alındığı bir sistem ve herkesin görüşüne açık bir sistemdir bu yüzden demokrasiye ters düşer yani ırkçı,TÜRKİYE,İNGİLTERE,ALMANYA,FRANSA,HOLLANDA... GİBİ DEVLET YAPILANMALARI DEMOKRASİYE AYKIRIDIR. demokrasi kültürü nedir: demokrasi kültürü herkesin görüşünü saygılı bir şekilde açıklaması ve sorunları bu şekilde çözmeleridir. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 18 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2010 demokrasi nedir: insan haklarını korumak ve en iyi hizmeti temin etmek için toplumda yaşayan herkesin toplanıp görüş beyanetmesi ve bu şekilde hakların korunduğu ve hizmetin en kaliteli hale getirildiği bir düzendir. demokraside ırkçılık yada ırkçı bir devlet olurmu: demokrasilerde ırkçı bir yaklaşım olamaz çünkü ırkçılık ayrımcılık demektir ayrımcılık ise adalete ters düşer ve demokraside insan haklarına göre herkesin yönetime katkıda bulunduğu bir sistemdir yani adaletin temel alındığı bir sistem ve herkesin görüşüne açık bir sistemdir bu yüzden demokrasiye ters düşer yani ırkçı,TÜRKİYE,İNGİLTERE,ALMANYA,FRANSA,HOLLANDA... GİBİ DEVLET YAPILANMALARI DEMOKRASİYE AYKIRIDIR. demokrasi kültürü nedir: demokrasi kültürü herkesin görüşünü saygılı bir şekilde açıklaması ve sorunları bu şekilde çözmeleridir. Örneğin demokrasilerde "Bir Etnik-Unsur'a ayrıcalık" gibi ırkçı yani demokratik olmayan düşüncelere varlık ve eylem hakkı tanınır mı? Demokrasi dediğimizdüzen öyle "Her aklınıza esen düşüncenin özgürce düşünüldüğü ve söylendiği ortam" değildir. Öyle bir demokrasi de yoktur, öyle bir anlayış da yoktur. Ütopya kurmayalım lütfen... Demokrasinin bir kaç olmazsa olmazı vardır: 1- Demokrasi, demokrasi karşıtı düşüncelere müsamaha edemez: örneğin Irkçılığı ya da Faşizmi "Demokratik Düşünceler" kapsamına alabilir misiniz? Ya da "Şeriatçılığı"? 2- Demokrasi'nin, kendi varlığını koruyabilecek çapta "Yasa Gücü"ne ihtiyacı vardır ve bu yasalar, hangi demokratik düşünce olursa olsun, hepsinin üzerindedir. 3- Demokrasiler, hiçbir şekilde hiç bir silahlı gücün korumasına tabi değillerdir; onların korunma amacı yasalardır. 4- Demokrasilerde; hiçbir kişi, kitle, cemaat ya da etnik-unsur'a ayrıcalıklar ve kayırmalar verilemez; "Kürt Açılımı"ndan tutun "İmam Hatipler"in varlığı bile demokrasi karşıtı olgulardır. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 18 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2010 İnsanlar insan olduğunu, herkesin eşit olduğunu herşeyden önemlisi her ne olursa olsun hiçbir zaman kula kulluk edilmeyeceğini öğrendiği zaman demokrasi sorunları çözülür. Biz millet olarak hep birilerinin ardından gitmişiz. Devamlı kendimizden üstün birilerini bulup onun hata yapabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmemişiz. Padişahlar, şeyhler, aşiret reisleri, liderler vs. Hizmet edilmesi gereken bizler olduğumuz halde devamlı birilerinin değirmenine su taşımışız ve taşımaya devam ediyoruz. saygılarla... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 18 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2010 Bir ülkede "Demokrasi" denilen kaygıyı yerleştirebilmenin en önemli adımına Sayın Yılmaz değinmiş ama tekrarlayayım: "İnsanın, insana köleliğini öngören tüm toplumsal örgütlenmelerin ve kültürlerin yok edilmesi" koşuludur bu... Bir ülkede demokratik kaygıların yükselebilmesi için Aşiret kültürünü, Cemaat kültürünü; Yani insanları birbirine etnik ve dini kökenlerini; Yani farklılıklarını ön plana çıkaran toplumsal yapıları ve kültürleri tümden ortadan kaldıracaksınız... İnsanlar dini farklılıkların ve etnik farklılıkların kaygılarını yaşamayacaklar; Farklılaşma kaygısında olmayacaklar; Ekonomik farklılık ve sınıf ayrımı kaygısında olmayacaklar ki Demokrasi kaygısında birleşebilsinler... Dolayısı ile Türkiye'de; Arap Severler "Cemaatçi", Kürt Severler de "Aşiretçi" kafa yapısından ve bu kültürlerden kurtulmadıkları; Bu zihniyetler temizlenmediği sürece Demokrasi yerleşemez. İmkanı, mümkünü yok... Böyle bir ortamda "Ben Sosyalistim" diyen adamdan "Feodalizm Sevicilik"te görürsün; Böyle bir ortamda "Ben Demokratım" diyen adamdan "Cemaat Sevicilik"de görürsün; Böyle bir ortamda "Ben Hümanistim" diyen adamdan "Kürt Etnik-Milliyetçiliği"de görürsün; Böyle bir ortamda "Benim Ülkem" diyen adamdan "Onu bunu eleştirmeyelim" demek sorumsuzluğunu da görürsün... Böyle bir ortam; Kavramların belirsizliklerinin havada cirit attıkları, sek sek oynadıkları, kaydırak tepiştirdikleri bir ortamdır... Herkes, her kavramı istediği gibi esnetip farklılaştırabilir; Çünkü demokrasinin olmadığı ve kavramların anlamlarını yitirdiği yerde; Pişkinlik hüküm sürer... Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 19 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2010 Demokrasi kültüründe "ANANIDA AL GIT" yoktur,dert dinleme vardir. Demokrasi kültüründe, "VAN MINIT "yoktur, "Ben küstüm bidaha gelmeyecegim "yoktur bu birazda cocuklarin biribirine kizdiklarinda birinin digerine "bana ne oynamiyorum iste "demesine benziyor. Demokraside "DEMOKRASI BIZIM ICIN BIR TRAMVAYDIR DURAGIMIZA GELINCE INERIZ "yoktur,Demokraside bizi Milli irade secti istedigimizi yapariz demekte yoktur.Hele de demokraside yürütmenin yasamayi engellemesi,yargiyi ele gecirmesi yoktur. Demokrasi herkesin,her kurumun,hükümetlerin hadlerini ve sinirlarini bilmesinden baska birsey degildir. saygilarla Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 20 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2010 Demokrasi kültüründe "ANANIDA AL GIT" yoktur,dert dinleme vardir. Demokrasi kültüründe, "VAN MINIT "yoktur, "Ben küstüm bidaha gelmeyecegim "yoktur bu birazda cocuklarin biribirine kizdiklarinda birinin digerine "bana ne oynamiyorum iste "demesine benziyor. Demokraside "DEMOKRASI BIZIM ICIN BIR TRAMVAYDIR DURAGIMIZA GELINCE INERIZ "yoktur,Demokraside bizi Milli irade secti istedigimizi yapariz demekte yoktur.Hele de demokraside yürütmenin yasamayi engellemesi,yargiyi ele gecirmesi yoktur. Demokrasi herkesin,her kurumun,hükümetlerin hadlerini ve sinirlarini bilmesinden baska birsey degildir. saygilarla Demokrasi kültüründe dini ve sporu siyasete katmakta yoktur, irkciligi övmekte yoktur. Demokrasinin evrensel bir kültürü vardir, siz ise kendi kafanizdaki anlayisi sergilemissiniz. Alıntı
Φ raif bostan Gönderi tarihi: 24 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2010 Örneğin demokrasilerde "Bir Etnik-Unsur'a ayrıcalık" gibi ırkçı yani demokratik olmayan düşüncelere varlık ve eylem hakkı tanınır mı? Demokrasi dediğimizdüzen öyle "Her aklınıza esen düşüncenin özgürce düşünüldüğü ve söylendiği ortam" değildir. Öyle bir demokrasi de yoktur, öyle bir anlayış da yoktur. Ütopya kurmayalım lütfen... Demokrasinin bir kaç olmazsa olmazı vardır: 1- Demokrasi, demokrasi karşıtı düşüncelere müsamaha edemez: örneğin Irkçılığı ya da Faşizmi "Demokratik Düşünceler" kapsamına alabilir misiniz? Ya da "Şeriatçılığı"? 2- Demokrasi'nin, kendi varlığını koruyabilecek çapta "Yasa Gücü"ne ihtiyacı vardır ve bu yasalar, hangi demokratik düşünce olursa olsun, hepsinin üzerindedir. 3- Demokrasiler, hiçbir şekilde hiç bir silahlı gücün korumasına tabi değillerdir; onların korunma amacı yasalardır. 4- Demokrasilerde; hiçbir kişi, kitle, cemaat ya da etnik-unsur'a ayrıcalıklar ve kayırmalar verilemez; "Kürt Açılımı"ndan tutun "İmam Hatipler"in varlığı bile demokrasi karşıtı olgulardır. demokrasi her düşüncenin varolduğunu söylemiyorum benim söylemime dikkat ederseniz ben DEMOKRASİLERDE HERKES İNSAN HAKLARINI KORUMAK VE HİZMET KALİTESİNİ ARTIRMAK İÇİN GÖRÜŞ BEYANEDER VE BU ŞEKİLDE YANİ HERKESİN BU TEMEL PRENSİP DOĞRULTUSUNDA GÖRÜŞ BEYANETMESİNDEN SONRA KARARA BAĞLANIR DİYORUM. ayrıca ben yukarda demokrasinin TÜRKİYE,ALMANYA,İNGİLTERE,FRANSA,HOLLANDA gibi ırkçı devlet yapılanmalarına aykırıdır dedim ve şuan türkiyede demokrasiye aykırı bir yapılanmadır ve kürtlere bu konuda zulum edilmektedir çünkü türkler kendilerine devlet kurma hakkını görüyorsa kürtlerinde tüm milletlerin olduğu gibi devlet kurma hakkı adalet prensibi içerisinde olması gerekir çünkü sen kendine devlet kurma hakkını görüyorsan başka milletlerinde devlet kurma hakkı vardır ama demokraside ırkçı bir yaklaşım olamayacağı için türkiye yada kürdiye yada almanya,fransa,italya gibi oluşumlar kabuledilemez. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 24 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2010 Demokrasi kültürü diye diye en sonunda Kürtlerin devlet kurma hakkina kadar geldik.Bu da ayri bir demokrasi versiyonu olmali. Türkler devlet kurma hakkina sahipse Kürtlerde ayni hakki vermeliymis.Demokrasinin bu kadar carpitilmasi gercekten cok ilginc.Ve irkci yapilanmis ülkeler listesine Türkiye ilave edilmis.Türk irki vardir dogrudur ama Türk irkciligi yoktur veya etkisizdir varsada.Kürt diye bir irk yoktur.Irk olmasada devlet kurabilmeli Kürtler...kursunlar ama bizim topraklarimizda degil.Türkiye bin yildir Türklerin vatanidir.Bu topraklarda degisik etnik kimlikli toplumlar yasiyor ve bunlarin tümüne vatandaslik kimligi nezdinde Türk deniyor.Bin yil önce bu topraklari kendisine vatan olarak secmis ve günün sartlarina göre olusumlarla bu topraklar Türklerin vatani olarak tescillenmistir.Simdi Kürtlerinde devlet kurma haklari var teraneleriyle demokrasi tanimi yapmak ya demokrasinin ne oldugunu bilmemektir ya da "Demokrasi bir aractir amac degil"diyenlerle ayni saflarda olmaktir. Türkler bin yil önce basarili olmasalardi,bu topraklar onlarin vatani olmayacakti,belki Kürtlerin olacakti belki bir baskasinin.Ve büyük ihtimalle Türkler bu topraklarin sahiplerinin tebaasi olacakti.Bunun tersi olmustur.Bu sartlari zorlamak birlik ve bütünlügü etnik amacli olarak yikmaya calismak karsi siddetide birlikte getirir.Bunu bir türlü kabullenemiyorlar.Ve yatip kalkip yalan yanlis, demokrasi kültürü diye bölücülügü anlatiyorlar. saygilarla Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 24 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2010 demokrasi her düşüncenin varolduğunu söylemiyorum benim söylemime dikkat ederseniz ben DEMOKRASİLERDE HERKES İNSAN HAKLARINI KORUMAK VE HİZMET KALİTESİNİ ARTIRMAK İÇİN GÖRÜŞ BEYANEDER VE BU ŞEKİLDE YANİ HERKESİN BU TEMEL PRENSİP DOĞRULTUSUNDA GÖRÜŞ BEYANETMESİNDEN SONRA KARARA BAĞLANIR DİYORUM. ayrıca ben yukarda demokrasinin TÜRKİYE,ALMANYA,İNGİLTERE,FRANSA,HOLLANDA gibi ırkçı devlet yapılanmalarına aykırıdır dedim ve şuan türkiyede demokrasiye aykırı bir yapılanmadır ve kürtlere bu konuda zulum edilmektedir çünkü türkler kendilerine devlet kurma hakkını görüyorsa kürtlerinde tüm milletlerin olduğu gibi devlet kurma hakkı adalet prensibi içerisinde olması gerekir çünkü sen kendine devlet kurma hakkını görüyorsan başka milletlerinde devlet kurma hakkı vardır ama demokraside ırkçı bir yaklaşım olamayacağı için türkiye yada kürdiye yada almanya,fransa,italya gibi oluşumlar kabuledilemez. Bu anlayışa göre Lazların, Gürcülerin, Tatarların, Boşnakların, Zazaların, Macırların vs. devlet kurması demokrasi gereği mi oluyor? Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Bu anlayışa göre Lazların, Gürcülerin, Tatarların, Boşnakların, Zazaların, Macırların vs. devlet kurması demokrasi gereği mi oluyor? Tabii sayin yilmaz.Amaclari odur.Bu akil onlarin akli degildir,bu akil onlarin beynine sokulmustur.Onlar SEVR ile yapamadiklarini bugün aldattiklari beyinlerle yaptirmaya calisiyorlar.Türk MILLETINE hayat hakki tanimamak prensibi yeni degildir.Türkler'in Anadolu'ya gelip yerlestikleri tarihten beri Türkler'e karsi olusturulmus bir cephe vardir.Ermeni davasi yeni bir dava degil ta asirlar öncesine dayanir.Yani asirlar öncesinden Ermeniler Türkler'le ugrasmaktadirlar ve bunu da 1.Dünya Savasi yillarinda ve öncesinde gördük.Rus ve Fransizlarin himayesinde katledilen yüzbinlerce masum Türk insani.Bugünde onlari savunanlar ayni ülkelerdir. saygilarla Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 demokrasi her düşüncenin varolduğunu söylemiyorum benim söylemime dikkat ederseniz ben DEMOKRASİLERDE HERKES İNSAN HAKLARINI KORUMAK VE HİZMET KALİTESİNİ ARTIRMAK İÇİN GÖRÜŞ BEYANEDER VE BU ŞEKİLDE YANİ HERKESİN BU TEMEL PRENSİP DOĞRULTUSUNDA GÖRÜŞ BEYANETMESİNDEN SONRA KARARA BAĞLANIR DİYORUM. ayrıca ben yukarda demokrasinin TÜRKİYE,ALMANYA,İNGİLTERE,FRANSA,HOLLANDA gibi ırkçı devlet yapılanmalarına aykırıdır dedim ve şuan türkiyede demokrasiye aykırı bir yapılanmadır ve kürtlere bu konuda zulum edilmektedir çünkü türkler kendilerine devlet kurma hakkını görüyorsa kürtlerinde tüm milletlerin olduğu gibi devlet kurma hakkı adalet prensibi içerisinde olması gerekir çünkü sen kendine devlet kurma hakkını görüyorsan başka milletlerinde devlet kurma hakkı vardır ama demokraside ırkçı bir yaklaşım olamayacağı için türkiye yada kürdiye yada almanya,fransa,italya gibi oluşumlar kabuledilemez. "Türkiye Cumhuriyeti" ile kurulmasını, bu devletin karşılığında meşru gördüğünüz "Kürt Devleti"nin olası toplumsal yapılarına bakalım isterseniz öncelikle... Sonra bakalım "Türkiye Cumhuriyeti" mi Irkçı bir devlet niteliğinde; Yoksa olası "Kürt Devleti" mi? "Türk Halkı" dediğimiz zaman, "Türk" adının, Anadolu'da bir "Irk" ya da "Irka dayalı toplumsallaşma biçimi gerçekleştirmiş bir kitle" adı olmadığını çok rahatlıkla görebiliriz. Bunun en önemli kanıtı; Öncelikle Anadolu'da, o "Irk" olarak nitelediğimiz Orta Asya kökenli "Türk Irkı"na ait saf-kan olan ve toplumsallaşmalarını bu çerçevede sürdüren bir insan topluluğu, kitlesi, boy ya da budunu bulunmamaktadır. Aynı zamanda Irkçı Devletlerin ya da Irkçılığı prensip ve ideoloji edinmiş devletler, tek bir etnik kimlik üzerinde yükselirler ve asimilasyon politikası gütmezler. Irkçılık anlayışının doğasına, prensiplerine aykırıdır Asimilasyon politikası. Fakat Türkiye'nin "Asimilasyon Politikası" olmadığı gibi, toplumun bireylerinin "Birbirlerine benzeşmesine" de engel olmamıştır. Türkmenlerin Kürtleşmeleri, Kürtlerin Türkmenleşmesi ya da Arapların Türkmenleşmesi veya Kürtleşmelerine engel olmamıştır örneğin. Veya bu yönde kararlar da alınmamıştır. Irkçı bir devletin yapacağı en tutarlı iş; Temeline aldığı ırkın, diğer ırklar ile karışmasını; Diğer ırkların da, o temeline aldığı ırka karışmasını engellemektir. Çünkü Irkçılığın mantığı budur: Hiçbir ırkçı, kendi "Üstün Irkı"nın, diğer "Alçak Irklar" ile melezleşmesine tahammül edemez. Fakat baktığımızda, Türkiye'de "Irkçı Olabilecek" tek bir tane bile uygulama gösteremezsiniz. Böylelikle, Türkiye Cumhuriyeti, kesinlikle "Irkçı" bir devlet değildir. Irkçı olduğunu ispatlayabileceğiniz bir Etnik-Dayanağı ya da Etnik olarak diğerlerinden üstün gördüğü Etnik-Kimliği yoktur. Irkçı bir ülkede, o ırkın mensubu olmayan bir kimseyi Başbakan, Cumhurbaşkanı, Asker, Sanatçı ya da İşadamı olarak görmeniz mümkün değildir; En bilinen örnek olarak Hitler Almanya'sına bakabilirsiniz... Bir kere Türkiye Cumhuriyeti, diyelim ki "Türk Irkından Olmaklığa" dayanan bir ülke olmuş olsun: Türkiye'de öncelikle Türk Irkından Olmaklığa dayalı bir toplum kesiti, bir toplumsallaşma biçimi ya da tutarlı bir ırkçı yapılanma göremezsiniz. Ülkücüler arasında bile Kürdü de vardır, Alevisi de vardır, Şiisi de vardır, Arabı da vardır... "Kürtlük" dediğinizde ise tam anlamı ile toplumsal varlığını "Kürt Etnik-Unsurundan Olmaklığa" dayandıran bir kitle görürsünüz. Örneğin, dediğimiz gibi "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" olmanın yani "Türk Olmanın" koşutu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anne-babadan doğmak Ya da resmi koşullar sağlandığı takdirde Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı'na geçmektir. "Türk Olmak"tan sıkıldıysanız, bu topluma Ulusal anlamda bir bağlılık hissetmiyorsanız, Örneğin bir "Fransız" olarak yaşamınıza devam etmek istiyorsanız; Gider, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı'ndan çıkarsınız Ve "Fransa Devleti Vatandaşlığı"na geçersiniz... Fakat "Kürt Olabilmeniz" için böyle bir tercih şansınız yoktur. Kürt olabilmeniz için, "Kürt Olarak Doğmak"tan başka çareniz de yoktur. Kürt olarak doğduktan sonra, Kürtlükten çıkmak istediğinizde; Böyle bir seçeneğiniz de yoktur. Çünkü "Kürtlük" bir "Etnisite"dir. Ya öyle doğarsınız; Ya da öyle doğmazsınız... Türkiye'de, sözde Türk Milliyetçiliği yapan ile Güya "hümanistik" davranan Kürtçü kesimin Çok sempatik bulduğum bir sloganları vardır: "Türk-Kürt Kardeştir"... Türkiye'de "Türk" ve "Kürt" Ayrımı diye birşey yoktur. Ve Türk ile Kürt'ün kardeş olması gibi bir durumda olamaz. Çünkü Türklük, Ulusal bir tanımdır. Kürtlük ise bir "Etnik Unsur"dur. Kürtler ile Türkmenleri kardeş ilan edebilirsiniz... Kürtler ile Çerkezleri kardeş ilan edebilirsiniz... Kürtler ile Lazları kardeş ilan edebilirsiniz... Kürtler ile Türkiye'de yaşayan herhangi bir Etnik-Unsur'u kardeş ilan edebilirsiniz... Fakat, Kürtleri zaten mensubu bulundukları Türklük ile kardeş ilan edemezsiniz. Kardeşlik anlayışı, "Eşitlik/Denklik" anlayışından gelir. Yani siz, eşitiniz ile kardeşsinizdir. Kürtlük de en fazla, kendisi gibi bir Etnik-Unsur sıfatında olabilen bir kesim ile kardeş olabilir. Örneğin Kürtlüğü, Fransızlık ile de kardeş ilan edemezsiniz; Çünkü Fransız olmak bir Ulusal Kimliktir, Etnik değil... Dengi değildir yani Fransızlık Kürtlüğün... Türklük de en fazla Fransızlık ile kardeşlik ilan edebilir; Çünkü ikisi de Ulusal Kimliktir... Kürtlük ise zaten Türklükten ayrı bir kişilik değil; Türk Ulusu'nun bünyesindeki diğer Etnik Unsurlar gibi bir Etnik Unsurdur... Örneğin "Sünni ile Müslüman Kardeştir" diyemezsiniz. Çünkü Sünniler, zaten Müslümandırlar; Ondan ayrı bir kitle ya da inanç değildirler. Sünnilik ile Aleviliği ya da Katolikliği veya Gregoryenliği kardeş ilan edebilirsiniz... Müslümanlık ile de Hıristiyanlık ya da Yahudilik ile kardeş ilan edebilirsiniz... Ama bir Mezhep ile bir Dini kardeş ilan edemezsiniz; Dengi değildirler çünkü. Aynen protokolde bir Cumhurbaşkanı ile bir Başbakanı denk tutmanızın imkanı olmaması gibi... Aynen hiyerarşide bir Albay ile bir Astsubay Başçavuş'u denk tutamayacağınız gibi... İkisi de yaklaşık 20 sene askeriyede görev yapmış da olsa; Birisi Astsubaydır, Diğeri de Üstsubaydır. Bir Etnik-Unsur ile de O Etnik-Unsur'un bünyesinde bulunduğu Ulusu kardeş tutamaz ya da denk gösteremezsiniz. Size "Meyveler ile Sebzeleri ayırın" dediklerinde; Sebzeleri bir tarafa, Meyveleri bir tarafa, Elmaları da başka bir tarafa koyup Elmanın ne sebze ve ne de Meyve olduğuna karar verememek gibi birşey; Ya da bütün meyvelerin dengi olarak Elmaları tespit etmek gibidir... Kalıpları farklıdır yani... Türkiye'de tam olarak bu kalıp farklılığından dolayı bir "Türk-Kürt Ayrımı"nın da olmasının imkanı yoktur. Fakat Türkiye'de Kürtler tarafından siyasallaştırılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından da hala tam olarak anlaşılamamış bir -"Kürt Olan" ve "Kürt Olmayan" Ayrımı- vardır. Aynen okuduğunuz gibi: Türkiye'de; Var olan Feodal ve İlkel toplumsal modellerini terkedemeyen bir kesimin oluşturduğu ve neden olduğu, Devletin de Ulusal Egemenlik anlayışından ve Halkçılık ilkesinden vazgeçemediğinden çatışan bir "Kürt Olan" ve "Kürt Olmayan" ayrımı vardır. Toplumun tüm kesimleri feodaliteyi ve Etnik Toplumsallaşma biçimlerini terketmişken, Bir kesim bu ilkel modeli terk edemediğinde Zaten başka bir çatışmanın olmasını da bekleyemezsiniz. Yine benzer bir biçimde; Dini anlayışa dayalı toplumsallaşmayı temel alan kesimlerin Çağdaş modellere ayak uyduramamalarından kaynaklanan bir Tarikat Sorunu da vardır. Diğer sorunun, dinsel örneğidir bu da... Sonuca gelecek olursak eğer: Bir Kürt Devleti kurduğunuzda, bu devletin anlayışının ve toplumsallaşmasının "Irkçı Nitelikte" olması KAÇINILMAZDIR. Çünkü "Kürtlük" tam anlamı ile Etnik bir tanımdır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ne Irkçı bir devlettir, ne de tek bir ırkın egemenliği anlayışına dayanır. Buna dayandığına dair, Türkçe'nin Ulusal Dil olarak kabul edilmesinden tutun; Ülke adının "Türkiye" olmasına kadar tek bir kanıt dahi gösteremezsiniz... Şu anki uygulamaların ise Demokrasiye aykırı bir durum olması konusunu ise eleştirmiyorum bile zaten. O çok belli... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Akademik bir yazı olmuş Tespitler muhteşem, yorum çok güzel... Anlayana bu yazıda çok ders var. Keyifle okudum Tengeriin boşig Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2010 Akademik bir yazı olmuş Tespitler muhteşem, yorum çok güzel... Anlayana bu yazıda çok ders var. Keyifle okudum Tengeriin boşig Sardunyam, Anlaşılmak mı? "Anlaşılmak" kaygısı, anlattıklarınızı ya da tartıştıklarınızı anlama ve anlamlandırma kaygısının var olduğunu hissettiğiniz ortamlarda olur. Yani sizinle muhatap olanların, aynı zamanda sizi anlayabilmek gibi de bir kaygıları olmak zorundadır. Kimse kusura bakmasın ama burada "Anlaşılmak" gibi bir kaygı duymuyorum. Çünkü burada tartışmıyoruz; Bağırışıyoruz... Teşekkürler... Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Yukaridaki iki yaziyi okuyunca söyle bir düsündüm.Bu arkadasin demek istedigi su:Tüm dünyadaki ülkeler irkcidir cünkü,Almanya,Fransa,Ingiltere,Amerika,Italya vs vs .Bunlarin arasinda Kürdistan olsaydi oda irkci olacakti demektir. Simdi gelelim,kaygananin kac yumurtandan yapildigina:Efendim Kürtcüler ne icin ugrasiyor?KÜRDISTAN ICIN.HA DEMEK KI ONLARDA IRKCIDIR.Bir ülkenin adi nasil ki Türkiye olamazsa Kürdistanda olamaz.Bilgi dagarciklari dar olanlarin böyle ne dedigini bilmeyenler olmasi dogaldir.Ülkenin adi Türkiye olamazmis niye olamiyor.Kim kurdu bu devleti diye sorarlar adama.Türk'ün kurdugu devletin adinin Türkiye olamiyacagini iddia edenlerin beyinlerinin arkasinda nelerin oldugunu bilmeye gerek yoktur.Adamlarin Türk-Türkiye kavramlarindan nasil allerjik krizlere kapildiklarini bu krizler neticesinde ne söylediklerinden bihaber olduklarini her gün görmekteyiz.Türkiye'ye Kürdiye denmesini cok arzu edenlerin Türk kavramindan allerji duymalarida kacinilmazdir.Bu limonu görüp agzin eksimesine benzer,ama limonsuzda yapamazlar bir türlü.Arada bir nar eksisi kullaniyorlar ama o da colosterini yükseltiyormus. Demokrasiyi Türkiye'ye Türkiye denmesinin yanlis oldugu ile tanimlamaya calisanlarin kültürleride ortaya cikmiyormu. saygilarla Alıntı
Φ dominik Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Türk toplumunda Demokrasi kültürü ve gelenegi asla olmadigi icin, herkes kendine göre bir demokrasi kültürü acikliyor. Her türlü irkci, fasist düsünceye sahip, seriatci, gerici düsünceyi tasiyanlar dahi Türkiye'deki insanlara Demokrasi dersi veriyorlar. Dünya ise bizim halimize gülüyor haberleri yok. Demokrasi kültürünü yasayabilmek icin önce Demokrasinin evrensel anlamini kavramak ve sonrada o kavrami icine sindirmek önemli. Bizler sadece kendi istek ve siyasi düsüncemiz cikarlari etrafinda demokrasi diye haykiriyoriz. Baska bir seyde yapamayacagimiza göre en iyisi tabiiki haykirmak. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Demokrasini mucidi ülkeler, adı Fransa, İngiltere, Almanya olduğu için demokrat değilmiş ve de ırkçıymış. Türkiye Cumhuriyeti yönetim şekli demokrasi olmayabilir; ama ınsanları asla ırkçı değildir. Irkçı ınsanlar birbiriyle evlenip akraba olmazlar. Türkler yaşadığı için değil, her ülkenin bir adı olması gerektiği için, demokraside herkesin isteğinin yerine getirilmesi mümkün olmadığından Kendini Türk kabul edenlerin nufusunun fazlalığından olsa gerek bu ülkeye Türkiye denmiş. Birilerine bu niye batıyor, anlamak mümkün değil. Dil dediler, ırk dediler, ordu dediler, yargı dediler sıra ülkenin adına geldi. Millet işsizmiş, aç yatıyormuş, işyerleri kapanıyormuş kimin umurunda? Ülkenin Adı Anadolu Cumhuriyeti olunca herşey düzelecek. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2010 Demokrasini mucidi ülkeler, adı Fransa, İngiltere, Almanya olduğu için demokrat değilmiş ve de ırkçıymış. Türkiye Cumhuriyeti yönetim şekli demokrasi olmayabilir; ama ınsanları asla ırkçı değildir. Irkçı ınsanlar birbiriyle evlenip akraba olmazlar. Türkler yaşadığı için değil, her ülkenin bir adı olması gerektiği için, demokraside herkesin isteğinin yerine getirilmesi mümkün olmadığından Kendini Türk kabul edenlerin nufusunun fazlalığından olsa gerek bu ülkeye Türkiye denmiş. Birilerine bu niye batıyor, anlamak mümkün değil. Dil dediler, ırk dediler, ordu dediler, yargı dediler sıra ülkenin adına geldi. Millet işsizmiş, aç yatıyormuş, işyerleri kapanıyormuş kimin umurunda? Ülkenin Adı Anadolu Cumhuriyeti olunca herşey düzelecek. Türkiye ismi Türklerin verdigi bir isim degildir.1000 yildan beri buraya verilen bir isimdir. Demokrasi ve hukuk icinde cözüm arama basligi ve tecrübesi,son dönemlerin yani 12 Eylül ve sonrasi siyasete tepeden inen köksüz politikacilarin yaptiklari yanlislari ve beceriksizlikleri bir kenara koyarsak zaten Türkiye'nin belki de en demokrat bilinen batili ülkelerden daha tarihseldir ve köklüdür. Koparilan yaygara bir ülkenin egemenligine ortak kosulmasi yaygarasidir.Bütün kavga budur.Türklerin egemenligi bazilarini rahatsiz etmektedir. Dikkat edersek demokrasiden bahsedenler,12 Eylül darbesinden hesap sorulmasini isteyenlerin büyük bir kismi Kürtlerin haklarindan bahsedenler,Kürtlere 12 Eylül'de nasil iskenceler yapildigini savunanlardir.Halbuki 12 Eylül rejimi Kürtce'yi yasaklarken tam tersine bir sürecle Kürtcülügüde tesvik,etnisiteyi öne cikarmak,ideolojik kimlikleri dönüstürme hevesiyle ve Kürt Marksistlerle Türk Marksistleri ayristirma taktigiyle bugünü hazirladigini her akliselim olan insan bilir.Evren'in Özerklik düsünülebilir demesini Kürtcülerin inkar etmesi mümkün degildir.Yani darbe ile önleri acilanlarin bugün demokrasi diye tutturmalari sadece bos laftir. saygilarla Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.