Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ahmetsecer'den Evrim Yazıları


ahmetsecer

Önerilen İletiler

Bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç kazanması nasıl evrime delil olamaz?

 

Evrimciler yıllarca evrim teorisine delil bulmak için çırpınıp durdular. Sürekli insanlara söyledikleri hayali delillerden bir tanesi de bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç geliştirmesiydi. Evrimciler teoriyi desteklemek adına kaynaklarında antibiyotik direncini "faydalı mutasyonların canlıları geliştirmesine dair bir örnek" olarak gösterdiler. Benzer bir iddia, DDT gibi böcek öldürücü ilaçlara karşı bağışıklık geliştiren böcekler için de ileri sürülür. Oysa bu konuda da evrimciler çok büyük bir yanılgı içindedirler.

 

Antibiyotikler, bazı mikroorganizmalar tarafından diğer mikroorganizmalara karşı savaşmak üzere üretilen "öldürücü moleküllerdir". İlk antibiyotik, 1928 yılında Alexander Fleming tarafından keşfedilen penisilindir. Fleming, küf mantarının, Staphylococcus bakterisini öldüren bir molekül ürettiğini fark etmiş ve bu buluş tıp dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Mikroorganizmalardan alınan antibiyotikler çeşitli bakterilere karşı kullanılmış ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Ancak bir zaman sonra çok ilginç bir gerçek fark edilmiştir: Bakteriler antibiyotiklere karşı zamanla bağışıklık kazanmaktadırlar. Bunun mekanizması ise şöyle işlemektedir: Antibiyotiğe maruz kalan bakterilerin büyük kısmı ölmekte, ama bazıları bu antibiyotikten etkilenmemekte ve bunlar hızla çoğalarak tüm popülasyonu oluşturur hale gelmektedirler. Böylece tüm popülasyon, antibiyotiğe dirençli hale gelmektedir.

 

Evrimciler ise bu olguyu, "bakterilerin şartlara uyum sağlayıp evrimleşmesi" olarak gösterme çabasındadırlar. Oysa olay bu yüzeysel evrimci değerlendirmeden çok daha farklı gerçekleşmektedir. Bu konuda en detaylı çalışmaları yapan isimlerden biri, 1997 yılında yayınlanan Not By Chance adlı kitabıyla tanınan İsrailli biyofizikçi Prof. Lee Spetner'dır. Spetner, bakteri bağışıklığının iki farklı mekanizma ile sağlandığını, ama bunların ikisinin de evrim teorisine hiçbir kanıt oluşturmadığını anlatır. Bu iki mekanizma:

 

1) Bakterilerde zaten var olan direnç genlerinin aktarılması

 

2) Mutasyon sonucunda genetik bilgi kaybına uğrayan bakterilerin antibiyotiğe dirençli hale gelmesidir.

 

Spetner, 2001 tarihli bir makalesinde ilk mekanizmayı şöyle açıklamaktadır: Bazı mikroorganizmalar, antibiyotiklere direnç sağlayan genlere sahiptirler. Bu bağışıklık, antibiyotik molekülünün formunu bozma veya onu hücreden dışarı atma sayesinde gerçekleşir. Bu genlere sahip olan organizmalar bunu diğer bakterilere transfer ederek onlara da bağışıklık kazandırabilirler. Bağışıklık mekanizması belirli bir antibiyotiğe yönelik olsa da, pek çok patojenik bakteri farklı gen setleri edinmeyi ve çeşitli bakterilere karşı bağışıklık kazanmayı başarmıştır. (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001

Prof. Spetner bunun bir "evrim delili" olmadığını ise şöyle açıklar: Antibiyotik bağışıklığının bu şekilde elde edilmesi evrim için delil oluşturması beklenen mutasyonlar için bir örnek oluşturmaz. Teoriyi (evrimi) sergileyen mutasyonlar, bakterinin genomuna bilgi ekleyen genetik değişiklikler değildir; bu değişiklikler aynı zamanda tüm biokozma (biyolojik dünyaya) bilgi eklemelidir. Genlerin yatay transferi, sadece, zaten bazı türlerde var olan genetik bir bilgiyi dağıtmaktadır. (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001,

Yani ortada bir evrim yoktur, çünkü yeni bir genetik bilgi ortaya çıkmamakta, sadece zaten daha önceden var olan bir genetik bilgi bakteriler arasında transfer edilmektedir.

 

Bağışıklığın ikinci türü, yani mutasyon sonucunda ortaya çıkan bağışıklık da bir evrim örneği değildir. Spetner konuyu şöyle açıklar: Bazen de bir mikroorganizma, tek bir nükleotidin (DNA basamağının) rastlantısal olarak yer değiştirmesi sonucunda bir antibiyotiğe karşı bağışıklık edinir... Selman ilk kez Waksman ve Albert Schatz tarafından keşfedilen 1944'de rapor edilen Streptomisin (Streptomycin), bakterilerin bu yolla bağışıklık kazanabildiği bir bakteridir. Ama her ne kadar geçirdikleri mutasyon, Streptomisinin varlığı durumunda mikroorganizmaya yararlı olsa da, yine de bu, neo-Darwinist teori tarafından ihtiyacı duyulan mutasyon türü için bir prototip oluşturmaz. Streptomisine bağışıklık sağlayan mutasyonun etkisi ribozomda ortaya çıkar ve bu mutasyon, antibiyotik molekülü ile ribozom arasındaki moleküler eşleşmeyi bozar. (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001

 

Spetner, bu olayı Not By Chance isimli kitabında kilit-anahtar ilişkisinin bozulmasına benzetmektedir. Streptomisin, bir kilide birebir uyan bir anahtar gibi, bakterilerin ribozomuna yapışır ve bu rizobomu etkisiz hale getirir. Mutasyon ise, ribozomun şeklini bozmakta ve bu durumda Streptomisin ribozoma yapışamamaktadır. Bu, "bakteri Streptomisin'e karşı bağışıklık kazandı" gibi yorumlansa da, aslında bakteri için bir kazanç değil kayıptır. Spetner şöyle devam eder: Ortaya çıkmaktadır ki, (ribozomun yapısındaki) bu bozulma, bir spesifiklik azalması, yani bir bilgi kaybıdır. Asıl nokta şudur ki, (evrim) bu gibi mutasyonlar ile sağlanamaz, bu mutasyonlar ne kadar çok olursa olsun. Evrimin, spesifikliği azaltan mutasyonlarla inşa edilmesi mümkün değildir... (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001

 

Konuyu özetlersek, bakterinin ribozomuna isabet eden bir mutasyon, bu bakteriyi Streptomisin'e karşı dirençli hale getirebilmektedir. Ama bunun nedeni, mutasyonun ribozomu "bozması"dır. Yani bakteriye bir genetik bilgi eklenmemektedir. Aksine ribozomunun yapısı bozulmaktadır, gerçekte bir anlamda bakteri "sakat" hale gelmektedir. (Nitekim bu mutasyonu geçiren bakterilerin ribozomunun normal bakterilere göre daha verimsiz olduğu belirlenmiştir.) Bu "sakatlık", ribozoma yapışacak şekilde bir tasarıma sahip olan antibiyotiği engellediği için, ortaya "antibiyotik bağışıklığı" çıkmaktadır.

 

Sonuçta, ortada "genetik bilgiyi geliştiren" bir mutasyon örneği yoktur. Antibiyotik direncini evrime kanıt gibi göstermek isteyen evrimciler, konuyu çok yüzeysel bir biçimde değerlendirmekte ve yanılmaktadırlar.

 

DDT ve benzeri ilaçlara karşı böceklerde gelişen bağışıklık için de aynı durum söz konusudur. Bu bağışıklık örneklerinin çoğunda, zaten daha önceden var olan bağışıklık genleri kullanılmaktadır. Evrimci biyolog Francisco Ayala; "Böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine karşı gösterilen bağışıklık, bu insan-yapımı maddelerin böceklere uygulandığında, o böcek türünün çeşitli genetik varyasyonlarında açıkça vardı." diyerek bu gerçeği kabul eder. (Francisco J. Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, cilt 239, Eylül 1978, s. 64.) Mutasyonla açıklanan diğer bazı örnekler ise, aynen yukarıda anlatılan ribozom mutasyonunda olduğu gibi, böceklerde "genetik bilgi kaybı"na yol açan olgulardır.

 

Bu durumda bakteri ve böceklerdeki bağışıklık mekanizmalarının evrim teorisine delil oluşturduğu ileri sürülemez. Çünkü evrim teorisi, canlıların mutasyonlar yoluyla geliştikleri iddiasına dayalıdır. Spetner, ne antibiyotik bağışıklığının ne de bir başka biyolojik olgunun böyle bir mutasyon örneği göstermediğini şöyle açıklar: Makroevrimin ihtiyaç duyduğu mutasyonlar hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Neo-Darwinist teori tarafından ihtiyaç duyulan rastlantısal mutasyonları temsil edebilecek, moleküler düzeyde incelenmiş hiçbir mutasyonun genetik bilgi eklediği görülmemiştir. Araştırdığım soru "gözlemlenmiş mutasyonlar, teorinin destek bulmak için ihtiyaç duyduğu mutasyonlar mıdır" sorusudur. Cevap "HAYIR" çıkmaktadır.( Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001

 

Evrimcilerin evrim teorisini kabul ettirmek adına öne sürdükleri tüm hayali delillerin geçersizliğini sizlere tek tek açıklamaya devam edeceğim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Bilimi ret ederek nereye kadar gerileyebileceksiniz merak ediyorum.

Bugünkü biyolojinin temeli olan Evrimi boş varsayımlarla ancak kendi kafanızda ve bilimden yararlanan

fakat aşağılamak için kanıtlardan uzak sadece ön yargılarından ibaret çoğunluğunun ortamında savunabilirsiniz.

Hastalandığınızda, bu günkü bilgi ile oluşturulmuş teknolojiden yararlanırsınız.

Fakat bu teknolojinin ardındaki bilgiyi ret ederek. Yanlışlardan oluşmuş kişiliklerin çok geçmiş

zamanlardan gelen önyargıları hala devam edeceğe benziyor. Bu nedenle de kendimiz hiçbir şey üretmeden bilgiyi,

değil, teknolojiye sadece borç alarak sahip olacağız. Bilgiyi geliştiremeyeceğiz.

 

http://www.turkish-media.com/forum/topic/182395-turkiyede-evrim-bozgunu/

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Archæopteryx yanılgısı

 

"Dinozorlarla kuşlar arasında geçiş formu" olduğu öne sürülen Archæopteryx, bundan yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamıştır. Teoriye göre küçük yapılı dinozorların bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmış ve uçmaya başlamışlardır. Archæopteryx, sözde dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk türdür.

 

 

Oysa Archæopteryx'in fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler bu anlatımın bilimsel bir temeli olmadığını göstermektedir. Bu canlı bir ara geçiş formu değil, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türüdür.

 

Archæopteryx'in iyi uçamayan bir "yarı-kuş" olduğu tezi yakın zamana kadar evrimci kaynaklarda sıklıkla dile getirilmekteydi. Bu canlının "sternum"unun, yani göğüs kemiğinin olmaması canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. (Göğüs kemiği, uçmak için gerekli olan kasların tutunduğu göğüs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kuşlarda, hatta kuşlardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu göğüs kemiği vardır.)

 

 

Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosili bu iddianın yanlış olduğunu gösterdi. Zira bu son bulunan Archæopteryx fosilinde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği vardı. Nature dergisinde bu yeni bulunan fosil şöyle anlatılıyordu:

 

Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun zamandır varlığından şüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel göğüs kemiğinin varlığına işaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçuş yeteneği hala spekülasyona dayalı, ama göğüs kemiğinin varlığı güçlü uçuş kaslarının olduğunu gösteriyor.1

 

Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uçamayan bir yarı-kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kıldı.Öte yandan, Archæopteryx'in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archæopteryx'in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini gösteriyordu. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar'ın belirttiği gibi, "Tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir kuş özelliği gösteriyordu".2

 

Archæopteryx'in tüylerinin ortaya çıkarmış olduğu bir başka gerçek, bu canlının sıcakkanlı oluşuydu. Bilindiği gibi sürüngenler ve dinozorlar soğukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin vücut ısılarını etkilediği canlılardır. Kuşlarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi ise, vücut ısısını korumalarıdır. Archæopteryx'in tüylü olması, dinozorların aksine sıcakkanlı bir canlı olduğunu, yani vücut ısısını korumaya ihtiyacı olan gerçek bir kuş olduğunu gösteriyordu.

 

ARCHÆOPTERYX'İN ANATOMİSİ VE EVRİMCİLERİN HATASI

 

Evrimci biyologların, Archæopteryx'i ara geçiş formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve ağzındaki dişleridir.

 

Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri ve ağzında dişleri olduğu doğrudur, ancak bu özellikleri canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde bir ilgisi olduğunu göstermez. Zira günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Touraco corythaix ve Opisthocomus hoatzin'de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu canlılar, hiçbir sürüngen özelliği taşımayan, tam birer kuştur. Dolayısıyla Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri olduğu ve bu sebeple de bir ara form olduğu yolundaki iddia geçersizdir.

 

 

Archæopteryx'in ağzındaki dişler de yine bu canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu dişlerin bir sürüngen özelliği olduğunu öne sürerek insanları yanıltmaktadırlar. Çünkü dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bazılarının yoktur. Daha da önemli olan nokta, dişli kuşların Archæopteryx'le sınırlı olmamasıdır. Günümüzde dişli kuşların artık yaşamadıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtlarına baktığımız zaman gerek Archæopteryx ile aynı dönemde gerekse daha sonra, hatta günümüze oldukça yakın tarihlere kadar "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşamını sürdürdüğünü görürüz.

 

İşin en önemli yanı ise, Archæopteryx'in ve diğer dişli kuşların diş yapılarının, bu kuşların sözde evrimsel ataları olan dinozorların diş yapılarından çok farklı olmasıdır. Martin, Stewart ve Whetstone gibi ünlü kuşbilimcilerin yaptıkları ölçümlere göre, Archæopteryx'in ve diğer dişli kuşların dişlerinin üstü düzdür ve geniş kökleri vardır. Oysa bu kuşların atası olduğu iddia edilen Theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de dardır.3 Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan Theropod dinozorların bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve arada hiçbir benzerlik olmadığını ortaya koymuşlardır.4

 

Archæopteryx'in dinozorlardan evrimleştiğini iddia eden ve bu konudaki önde gelen otoritelerden John Ostrom'un, bu canlı ile dinozorlar arasında var olduğunu öne sürdüğü bazı "benzerlik"lerin ise gerçekte birer yanlış yorum olduğu Tarsitano, Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır.5

 

 

Tüm bunlar, Archæopteryx'in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Bu canlıyı Theropod dinozorlarla ilişkilendirmek ise son derece tutarsızdır. Amerikalı biyolog, Richard L. Deem Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory ("Kuşlar Dinozordur" Teorisinin Sonu) başlıklı makalesinde, kuş-dinozor evrimi iddiası ve Archæopteryx hakkında şunları yazmaktadır:

 

Son çalışmaların sonuçları göstermektedir ki, Theropod dinozorların elleri (önkol kemiklerindeki) birinci, ikinci ve üçüncü hanelerden türemiştir. Ama kuşların kanatları, ikinci, üçüncü ve dördüncü hanelerden türer... ' Kuşlar dinozordur' teorisiyle ilgili başka problemler de vardır. Theropodların ön ayakları Archæopteryx'e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, bir tür "ön-kanat" (proto-wing) geliştirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archæopteryx'te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün Theropodlarda V1 sinirleri diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasını yandan terk eder, kuşlarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir başka sorun ise, Theropodların çok büyük kısmının Archæopteryx'ten daha sonra ortaya çıkmış olmalarıdır."6

 

Kısacası Archæopteryx'in birtakım özgün özellikleri, bu canlının bir "ara form" olduğunu göstermemektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin ünlü savunucularından Harvard Üniversitesi paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx'in farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir "mozaik" canlı olduğunu, ama bir ara form sayılamayacağını kabul etmektedirler.7

 

ARCHÆOPTERYX EFSANEİNİN SONU: LONQISQUAMA

 

Evrimcilerin Archaeopteryx hakkındaki iddialarını çürüten en somut kanıt ise, 2000 yılında bilim dünyasının gündemine gelen Longisquama insignis adlı bir başka fosil kuş oldu. Bu fosil 1970'lerde Kırgızistan'da bir böcek bilimci tarafından bulunmuş, fakat uzun yıllar bir müze köşesinde dikkat çekmeden kalmıştı. 2000 yılında ise fosili inceleyen Batılı uzmanlar bunun bilinen en eski kuş olduğunu fark ederek bu önemli bulguyu dünyaya duyurdular.

 

Longisquama'nın anatomik özellikleri, modern (günümüzdeki) kuşlardan farksızdır. Tüyleri, içi boş kemikleri ve lades kemiği vardır. Oregon State University paleontoloğu Terry Jones, "İskelet (yaşayan) kuşlara çok benziyor... Bir kuş kafasına, omuzlarına ve lades kemiğine sahip. Lades kemiğini Archaeopteryx'inkinden ayırmak mümkün değil" diye yazmaktadır.8

 

Konunun en önemli yönü, Longisquama'nın 220 milyon yıl yaşında olmasıdır. Bu, Longisquama'nın Archaeopteryx'ten yaklaşık 70 milyon yıl daha eski olduğunu göstermektedir. Elbette ki bu durum, Archaeopteryx'in "tüm kuşların ilkel atası" ve "sürüngenler ile kuşlar arasındaki kayıp ara form" olduğu yönündeki evrimci iddiaları çürütmektedir.

 

Science ve Nature isimli ünlü bilim dergileri ve dünyaca tanınmış BBC televizyonu tarafından kabul edilen bu gelişme evrim teorisi lehindeki yaklaşımıyla tanınan Milliyet gazetesinde ise şöyle ifade edilmiştir:

 

"Orta Asya'da bulunan ve günümüzden 220 milyon yıl önce yaşadığı anlaşılan söz konusu fosilin tüm vücudunun tüylerle kaplı olduğu, kuşların atası olduğu iddia edilen Archaeptoryx'de ve günümüz kuşlarında olduğu gibi bir lades kemiğine sahip olduğu ve tüylerinde ise içi boş sapların bulunduğu tespit edildi. Bu ise, ARCHÆOPTERYX'İN KUŞLARIN ATASI OLDUĞU İDDİALARINI GEÇERSİZLEŞTİRİYOR... Çünkü bulunan fosil Archaeopteryx'ten 75 milyon yıl daha yaşlı; yani kuşların atası olduğu iddia edilen canlıdan 75 milyon yıl önce de tüm özellikleriyle tam bir kuş yaşıyordu."9

 

Longisquama'nın bulunmasıyla birlikte, sadece Archaeopteryx efsanesi değil, aynı zamanda "kuşların evrimi" hakkındaki tüm evrimci varsayımlar da sarsılmış durumdadır. Fosili inceleyen paleontologlardan biri olan Jones, "Bu fosil, insanların kuşların dinozorlardan evrimleştiği fikrini sorgulaması için son derece yeterlidir" demektedir.10

 

 

Kaynaklar:

 

1 Nature, cilt 382, 1 Ağustos 1996, s. 401

2 Carl O. Dunbar, Historical Geology, New York: John Wiley and Sons, 1961, s. 310

3 L. D. Martin, J. D. Stewart, K. N. Whetstone, The Auk, cilt 98, 1980, s. 86

4 L. D. Martin, J. D. Stewart, K. N. Whetstone, The Auk, cilt 98, 1980, s. 86; L. D. Martin "Origins of Higher Groups of Tetrapods", Ithaca, New York: Comstock Publising Association, 1991, s. 485, 540

5 S. Tarsitano, M. K. Hecht, Zoological Journal of the Linnaean Society, cilt 69, 1985, s. 178; A. D. Walker, Geological Magazine, cilt 177, 1980, s. 595

6 Richard L. Deem "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory"

7 S. J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, cilt 3, 1977, s. 147

8 Science, 23 Haziran 2000, cilt. 2149

9 "Kuşların Atası Kuş Çıktı", Milliyet, 25 Haziran 2000

10 Science, 23 Haziran 2000, cilt. 2149

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Başlık HY'den evrim yazıları olmalıymış bence. Hayır, HY'nin sitelerinden yazılarını bize "bilimsel" diye copy-paste eden arkadaşlar, neden sonuna copy paste ettikleri yerin adını kaynak olarak yazmaktan çekiniyorlar onu bir anlayabilsem smile.gif

 

Benim varsayımım, bugüne kadar "bilimsel" diyerek yazdığı hiçbir yazının, hiçbir "çalışma"sının dünyada hiçbir üniversite, hiçbir bilim kurumu tarafından ciddiye alınmayan bir adamın kaleminden çıktığını belirtmenin yazının niteliğini belli edeceğini bildikleri için.

 

Tarikatlar bilim kuruluşu değildir smile.gif HY ve müritlerinin photosopta çizdikleri resimler, av malzemeleri satan sitelerin internet sitelerinde yer alan oltanın ucuna takılan oyuncak hayvan resimleri ve yaşayan hali diye sundukları hayvanlarla alakası olmayan "fosilleri" bastıkları "yaratılış atlası" diye bir yayınları vardı. Avrupa ülkelerindeki okullara da göndermişlerdi. Ve o ülkelerde "çocukları bilimden soğutmak, bilim düşmanı fikirleri aşılamak" yüzünden okullarda dağıtımı yasaklandı smile.gif

 

Arkadaşlar bilimi, bilim insanlarından, bilim kuruluşlarından takip edin. Tarikatlardan değil. Gönderildikleri her bilim kuruluşu, her üniversite tarafından ciddiye alınıp incelenmeye dahi değer bulunmayan, bilim ve adı geçen kavramlar hakkında hiçbir bilgisi olmayan insanlara yönelik hazırlanmış demogojik metinleri ne kadar copy-paste edilirse edilsin ciddiye almayın.

 

Size "evrimi çürüttük" "evrim bitti" vs vs diyenlere, iddia ettiklerinin bugüne kadar hangi bilim kurumu ya da üniversite tarafından kabul edildiğini sorun.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tarikatlar bilim kuruluşu değildir :) HY ve müritlerinin photosopta çizdikleri resimler, av malzemeleri satan sitelerin internet sitelerinde yer alan oltanın ucuna takılan oyuncak hayvan resimleri ve yaşayan hali diye sundukları hayvanlarla alakası olmayan "fosilleri" bastıkları "yaratılış atlası" diye bir yayınları vardı. Avrupa ülkelerindeki okullara da göndermişlerdi. Ve o ülkelerde "çocukları bilimden soğutmak, bilim düşmanı fikirleri aşılamak" yüzünden okullarda dağıtımı yasaklandı :)

 

Richard Dawkins, son kitabında bu olayla öyle bir dalga geçiyor ki, görmelisin Cyrano.

Bakalım Richard Dawkins'in internet sitesini yasaklatan,

Yine onun en önemli kitaplarından birisi olan Gen Bencildir'in Tübitak'taki son baskısını iki senedir engelleyen,

Hatta Tübitak'ın Darwin Yılı'nda çıkartacağı Bilim ve Teknik'in Darwin Sayısı'nı yasaklayan o kafa yapısı,

Bu sefer bu son kitabı da yasaklayacak mı?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrimciler Sansürsüz Programında yine büyük hezimete uğradılar!

 

Öncelikle Yiğit Bulut’u böylesine önemli bir konuyu tekrar tartışmaya açtığı için, evrimcilerin nasıl yenildiklerini tekrar milyonlarca insana gösterdiği için tebrik ediyorum. Ayrıca evrimcileri de hala yaratılışçıların karşısına çıkmaya cesaret ettiklerinden dolayı da kutlamak istiyorum. Çünkü evrim teorisini yıkan bu kadar delile rağmen yaratılışçıların karşısına yine de çıkabilmeleri taktire şayan doğrusu. Gece boyunca evrimciler köşeye sıkıştıkça sıkıştılar, oflayıp pufladılar, iyice daraldılar, yaratılışçıların delillerine verecek hiçbir cevap bulamadılar ve tüm Türkiye teorinin nasıl da desteksiz temellere oturtulduğunu Darwin’in bile teorisinden nasıl bir “hipotez paçavrası” olarak bahsettiğini öğrenmiş oldu.

 

Evrimciler tek bir proteinin bile tesadüfle oluşamayacağına hiçbir cevap veremediler…

 

Yeraltından çıkan 300 milyona yakın fosilin hiç değişikliğe uğramadığına, dolayısıyla canlıların birbirlerinden evrimleşmediklerine hiçbir cevap veremediler…

 

Kambriyen döneminde nasıl olup da birçok kompleks canlının birdenbire ortaya çıkmasına cevap veremediler…

 

Nasıl olup da bir balığın tüm sistemlerini değiştirerek karaya çıkıp bir sürüngene dönüştüğüne cevap veremediler…

 

Yine nasıl olup da bir dinazorun sinek avlarken kanatlanıp uçtuğuna cevap veremediler…

 

Kelebekteki muhteşem simetri karşısında da yine ezildiler.

 

Darwin canlılardaki renklerin neden özel anlamlarının olduğunu anlayamadığını şöyle ifade ediyor:

 

"Zorlandığım nokta, neden bazı tırtılların oldukça güzel ve sanatsal bir şekilde renkli olduklarıdır. Bazıları tehlikelerden korunmak için renklendirilmişlerdir. Sadece fiziksel şartlar için böylesine parlak renklerinin olmasını zorlukla anlayabiliyorum... Eğer birisi, erkek kelebekler cinsiyet seçimi ile güzel bir görünüm almalarına rağmen neden aynı sebeplerle tırtılları kadar güzel olmadıklarını sorarlarsa nasıl cevap verirsin? Ben buna cevap veremem."

 

Evrimciler ilkel bir canlıya mutasyon uygulandığında o canlıyı sadece bozacağına, hiçbir şekilde yeni bir canlıya dönüştüremeyeceğine cevap veremediler…

 

Programı seyretmediyseniz çok şey kaçırmışsınız demektir, evrim teorisi debelene debelene çöküyor, bazı kişiler teoriyi kurtarmak adına kendilerini yerlere atıyor, çırpınıyor da çırpınıyor. Fakat nafile! Teori 21. Yüzyıl bilimi karşısında tamamen çökmüştür. Dün akşam evrimcilerin yaratılışçıların karşısında nasıl büyük bir hezimete uğradıklarına da 70 milyon şahit olmuştur…

 

Programı seyredemeyenler youtube'a "Sansürsüz" yazarak izleyebilirler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yeni bulunan fosil Anchiornis Huxleyii'i ara fosil zannetmek son derece komiktir!

 

Evrimciler en uzman oldukları konulardan birini söyleyeyim mi size, son derece gelişmiş canlıları durup durup ara fosil gibi göstermek, sonra da “pardon yanılmışız!” deyip tüm söylediklerini geri almak, Ardi de olduğu gibi, Lemur’da olduğu gibi, Nebraska adamında olduğu gibi, Piltdown adamında olduğu gibi… Şimdi de bir blog yazarı Anchiornis Huxleyii’i ara fosil gibi göstermeye çalışmış, şimdi bu canlının nasıl ara geçiş formu olamayacağını tekrar açıklayalım. Aslında evrimciler de bu canlıyı ara form gibi göstermeye çalışırlarken hiçbir şekilde ara form olmadığını biliyorlar ama yine de belki inanan olur diye her zaman olduğu gibi “bir olta atalım, belki yakalayan olur” diye düşünüyorlar…

 

Anchiornis Huxleyii geçtiğimiz günlerde Çin’de bulundu ve dört kanatlı kuş olarak aceleyle evrimciler tarafından dünya basınında sanki ara fosilmiş gibi tanıtıldı! Evrimciler aceleyle bu canlıya hemen bir isim uydurdular. Fosile Darwin’in bulldogu olarak bilinen atesit evrimci Thomas Huxley’in anısına Anchiornis Huxleyii adını verdiler. Fosil, kanatları olan aynı zamanda da arka bacaklarında da tüyler bulunan bir kuş fosili idi. Evrimcilerin bir türlü açıklamasını yapamadıkları bu fosil, aslında evrim teorisinin kendi iddiaları ile de çelişiyordu.

 

Bilindiği gibi Archaeopteryx, mükemmel bir kuş olmasına rağmen, Darwinistler tarafından tamamen çocuksu iddialarla ara fosil olarak kabul edilir. Daha önce yazdığım yazılarda bu iddianın nasıl çürütüldüğünü yazmıştım. 151-161 milyon yıl öncesine ait katmanların arasında bulunan bu yeni fosil ise, Archaeopteryx’den yaşlıydı. Fakat evrimciler açısından Archaeopteryx’e doğru gitmesi gereken hayali ara geçiş özelliklerini göstermiyordu. Canlının sahip olduğu dört kanadı ile aslında evrim teori açısından büyük bir açmaz teşkil etmekteydi. Evrimciler, iki kanadın hayali evrimini açıklamaya uğraşırlarken, şimdi ne dinozorlarda, ne uçan sincaplarda, ne de kuşlarda görülmeyen üçüncü ve dördüncü kanatları açıklamak zorundaydılar. Bu durum elbette ki evrimcilerin iki ayaklı dinozorlardan evrimleşme iddiasına derin ve büyük bir darbe indirmekteydi. İşte bu sebeple evrimciler, “arkadaki kanatsı yapıları zamanla körelen” bir ara formdan bahsetmeye başladılar. Daha henüz kuşun iki kanadını açıklayamazken, “bir şekilde oluşup sonra da her nedense körelen iki çift kanat” açıklamasını savundular. Oysa bu açıklama, bir çaresizlik itirafından başka bir şey değildi…

 

Anchiornis Huxleyii fosili üzerinde kısa bir inceleme yaptığımızda günümüzde bu kuşun benzerlerinin yaşadığını görüyoruz. Ayrıca bu fosil, kafatası ve genel vücut yapısı bakımından tam olarak kuş özellikleri göstermektedir. Sahip olduğu kanatlar ve tüyler açısından da canlının, günümüzde yaşayan paçalı güvercin türüne benzediği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi söz konusu canlılarda, kanatların yanı sıra, hayvanın bacaklarında kanatları andıran tüyler bulunmaktadır. Söz konusu tüyler, doğrudan kanat görevi görmese de canlının gösterişli görünümü için önemlidirler. Yaklaşık 160 milyon yıllık bu canlı da, günümüzde yaşayan paçalı kuşlarla aynı özelliği taşımaktadır. Bu familyaya ait söz konusu türlerin, soyu tükenmiş bir mensubunu oluşturmaktadır. Bu öylesine açıktır ki, fosil resmini inceleyen her bilim adamı, bu açık benzerliği kolaylıkla görecektir.

 

Evrimciler kendileri için bir açmaz teşkil eden bu fosili bir ara fosil görünümünde sunabilmek için, teorilerine oldukça zorluk çıkaran arka tüylerin zamanla “köreldiğini” iddia ederler. Bu, aslında evrime göre şu demektir: “Bir dinozor zamanla uçmaya karar verdi, ardından bunun için iki kanat geliştirdi, bir çift daha kanadın iyi olacağını düşünerek onları da geliştirdi. Fakat son iki kanadı geliştirirken aniden bunların gereksiz olacağını düşündü. Sonra bu kanatların körelip ortadan kalkması gerektiğine karar vererek iki kanatla hayali evrim sürecine devam etti.” İşte evrimcilerin dünyaca ünlü dergilerde süslü bilimsel kelimelerle anlatmaya çalıştıkları masal özetle budur. Çocukları bile artık aldatamayacak olan bu olağanüstü derecede mantıksız senaryoda, evrimcilerin ne kadar çaresiz kaldıklarını açıkça göstermektedir…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrimciler Sansürsüz Programında yine büyük hezimete uğradılar!

Vay be gerçekten kaçırmışız!

Dünyanın en önde gelen bilim adamlarının dünyanın en önde gelen bilim dergilerinde tartıştıkları bir gecede Yitiğ Bulut'un programına katılmış bir kaç insan sayesinde çökmüş ha?

Artık bilimsel yazılar makaleler okumayacağım, ne gerek var ki? Otur tartışma programını izle ve katılımcıların "şuna şuna cevap veremediler" şeklinde yorumlanan yenilgisiyle bilim öğren bilim yap... :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yeni bulunan fosil Anchiornis Huxleyii'i ara fosil zannetmek son derece komiktir!

sayın ahmetsecer,

bütün bunları hangi akademik bilgiyle yazdığınızı çok merak ediyorum

Anchiornis Huxleyii üzerinde hangi üniversitede ne tür bir akademik çalışma yaptınız? akademik çalışmayı bir tarafa bırakın hayatınızda hiç yakından gördünüz mü? nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz?

Darwin ve Thomas Huxley'in hangi çalışmalarını okudunuz. üzerinde ne tür bir antitez üretiyorsunuz?

şimdi çok moda olan "sansürsüz" programını izleyerek konunun tüm yönlerine hakim bir bilim adamı olamazsınız. bu konularda çalışan bir akademisyen olduğunuzu da hiç sanmıyorum.

türkiyedeki evrim teorisi karşıtlarının tek yaptıkları evrim teorisini bir grup doktorla çürütmeye çalışmak ve bu sayede de kendi tezlerini kanıtlamaya çalışmak. kendi tezlerinizi karşı tarafı çürüterek kanıtlayamazsınız.

bütün bunlar bir yana evrim konusu teknik bir konudur. herhangi bir insanla tartışılıp karara varılacak bir mesele değildir. uzun uzun yazınızı yazmışsınız. ama bunlar hiçbir şey ifade etmiyor. ben yine de sorduğum sorulara yanıt almak isterim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrimciler Sansürsüz Programında yine büyük hezimete uğradılar!

 

''Biz her şeyi bir KADER(ÖLÇÜ) üzere var ettik'' ayet.. :)

 

Ölçme biçme varsa bir süreçte var..pıt diye oluvermez hiç bir şey..OL dedi OLdumu sanki herşey..olup durmaktadır olması gerekenler..OL emrine OLDU diye cevap verecek babayiğit varsa buyursun.. :D

 

Gelişim,oluşum sürecindeki durumların TESPİTİ ve bu günkü durumun tesbitiyle BİLİM tam gaz yol alırken Yiğit abinin programı'da tam gaz reyting alıyordu F tipi düşünceye sahip YOKTAN pıt diye VAR olanlardan.. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yeni bulunan fosil Anchiornis Huxleyii'i ara fosil zannetmek son derece komiktir!

konun devamı olarak

 

yaratışçılık dediğiniz şey bir bilimsel teoriyi çürüterek kanıtlanmaya çalışılan bir kavram. yaratılışçılar, evrimcilerden sürekli bilimsel ispatlar bekleyerek karşılığında hiçbir kanıt sunmadan haklı çıkmaya çalışan bir grup HY müridi. bütün bu cevaplayamadılar dediğiniz sorulara kendileri de bilimsel bir cevap veremiyor zaten. yani olay neresinden bakarsanız bakın fasa fiso.

 

ve siz bir bilimsel teoriyi hipotez paçavrası olarak adlandırıp karşısına bilimsel yanı olmayan tamamen din temelli yaratılış kavramını koyuyorsunuz. bilimsel meseleler bilimsel ortamlarda bilimsel tezler karşısında kıyaslanır. -eğer bir antitezle kıyaslanacaksa-.

 

peki yaratılış nedir. tümüyle dini bir kavramdır. dinle bilim aynı şey değildir ve birbirlerinin antitezi olamazlar.

şimdi size soruyorum. madem ki siz bu konularda yazılar yazacak kadar bu meseleye hakimsiniz o halde evrimcilerin bilimsel eleştirisini yapıp antitezlerinizi bizimle paylaşın ve kendi bilimsel tezlerinizle evrimcilerin kanıtlayamadığı şeyleri siz kendi tezleriniz doğrultusunda kanıtlayın.

 

reyting amaçlı yayınlanan bir programın hiçbir bölümünü kaçırmadan izleyerek ve HY'nın ajitasyon amaçlı kitaplarını okuyarak ne kadar başarılı olacaksınız bakalım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrimciler Sansürsüz Programında yine büyük hezimete uğradılar!

Yiğit Bulut yanılmıyorsam benzer programmı bir kaç keredir yapıyor ve bir keresinde biraz izleyeyim dedim.

Yarım saat dayanamadım.

 

Birincisi, bir ilahiyatçı ile bir biyolog yani bilim adamı tartışıyor. Bilim bilim adamları arasında tartışılır, dini konular ise dini bilenler...

İkincisi, her yaratılışçı gibi, tartışma uslupleri çok basit bir sokak diliydi. Bilimsel terimler bile bilinmiyordu. Biyologlar bu en basit terimleri bile düzeltmeye çalışıyordu;

Üçüncüsü, biyologların bu tavrına Yiğit Bulut bile katlanamadı diğerleri gibi. Orada onu çok yadırgadım.

 

Ve sonunda programı izlemeye değer bulmadım...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın ahmetsecer,

bütün bunları hangi akademik bilgiyle yazdığınızı çok merak ediyorum

 

uzun uzun yazınızı yazmışsınız. ama bunlar hiçbir şey ifade etmiyor. ben yine de sorduğum sorulara yanıt almak isterim.

 

H.Y. Evrim Karşıtları Akademisi...

 

Size, sorduğunuz sorulara kendine ait düşünsel yanıtlar vermek yerine,

o kaynaklardan kopyala yapıştır tarzı bir yaklaşaımın devam edeceğinden şüpheniz olmasın. :)

 

Umarım yanılıyorumdur...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

H.Y. Evrim Karşıtları Akademisi...

 

Size, sorduğunuz sorulara kendine ait düşünsel yanıtlar vermek yerine,

o kaynaklardan kopyala yapıştır tarzı bir yaklaşaımın devam edeceğinden şüpheniz olmasın. :)

 

Umarım yanılıyorumdur...

 

eğer öyle yapacaksa samimiyetle söylüyorum, kalsın, kendini yormasın.

 

o zaman bu arkadaşa şöyle bir soru soralım.

 

bu HY adındaki şahsın (asıl adı Adnan Oktar'dır) bu konulardaki akademik bilgisi ve seviyesi nedir. -gerçi kendisinin daha önce çeşitli suçlardan göz altına alındığını, yargılandığını, bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde tedavi gördüğünü biliyoruz-

 

bu şahıs hangi fosil üzerinde ne tür bir bilimsel çalışma yapmış ve ortaya ne tür bir bilimsel tez sunmuştur? heralde bu soru daha basittir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben burada Anchiornis Huxleyyii'n ara fosil olamayacağını bilimsel delillerle ispat ediyorum. Yaratılışçılar hangi delili getirirlerse

getirsinler evrimciler zaten kabul etmeyeceklerdir. Proteinlerin, DNA'nın tesadüflerle oluşamayacağını, 300 milyon değişmeyen fosili

hiçbir şekilde açıklayamayacaklardır, çünkü inkar edecek şekilde yaratılmışlardır. Bizler elimizden geldiği kadar"anlatıyoruz, belki içlerinden

anlayan olur diyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben burada Anchiornis Huxleyyii'n ara fosil olamayacağını bilimsel delillerle ispat ediyorum. Yaratılışçılar hangi delili getirirlerse

getirsinler evrimciler zaten kabul etmeyeceklerdir. Proteinlerin, DNA'nın tesadüflerle oluşamayacağını, 300 milyon değişmeyen fosili

hiçbir şekilde açıklayamayacaklardır, çünkü inkar edecek şekilde yaratılmışlardır. Bizler elimizden geldiği kadar"anlatıyoruz, belki içlerinden

anlayan olur diyoruz.

 

ha yani siz şimdi ortaya bilimsel kanıt koydunuz ama evrimciler anlamadı öyle mi?

 

o zaman benim yukarıda sorduğum sorulara cevap verebilecek misiniz veremeyecek misiniz?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaratılışçılar hangi delili getirirlerse getirsinler evrimciler zaten kabul etmeyeceklerdir.

İşte bu ifadenizde son derece haklısınız...

Buraya taşımaya çalıştığınız kaynaklar ne kadar bilimsel bir görüntü ve üslup kullanmaya kalkılsada...

Evrimi çürütmek amacıyla, bir bilim dalı değil inançsal bir yaklaşım olan yaratılışçılık kavramlarını kullanarak öne süreceğiniz hiç bir şey kabul edilebilir olmayacaktır.

 

Bizler elimizden geldiği kadar"anlatıyoruz, belki içlerinden anlayan olur diyoruz.

Bilimi dejenere ederek anlatacağınız her şey "anlayan olur" ifadesindeki" anlaşılmak isteği değil, bilimsel verilere karşı inanç kaygılarınıza dair yaklaşımlardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrimciler tek bir proteinin bile tesadüfle oluşamayacağına hiçbir cevap veremediler…

Evrim, elbette ki tek bir proteinin bile tesadüfle oluşamayacağına cevap veremez;

Çünkü Evrim, hiçbir şeyin tesadüfle oluşabileceği gibi bir iddia da bulunmaz.

 

Evrim'in böyle bir iddiada bulunduğunu sananlar,

Evrim'in ve Evrim Teorisi'nin ne olduğundan zerre kadar haberi olmayanlardır...

 

En basit proteinin bile oluşmasının nesnel nedenleri vardır Evrime göre

Ve bilimde tesadüflere yer yoktur...

 

Her şeyin, en azından bizim keşfedemediğimiz nedenleri vardır.

 

O yüzden bir bilim insanına "bir protein tesadüfle nasıl oluşmuştur?" diye sorduğunuzda,

Bir yanıt alamazsınız...

Tıpkı aynı bilim insanına "bir insan çamurdan nasıl yaratılmıştır?"

Ya da "herşey yoktan nasıl yaratılmıştır?" diye sorduğunuzda,

Yanıt alamayacağınız gibi...

Çünkü bu sorular saçma sorulardır.

Mantıksız ve sallama sorulardır.

 

Bilim insanlarının, bir proteinin nasıl tesadüfle oluştuğunu cevaplayamamasını hor görüyorsunuz.

Kaldı ki bu soruyu cevaplayamaması kadar doğal birşey yoktur.

Çünkü bilimde, bilim insanına göre, tesadüf diye birşey yoktur.

 

Ama gidin sorun bakalım bir imama;

"İyi de hacı, bu Allah insanı nasıl olup da topraktan yaratmış?" diye.

Bakalım ipe sapa gelir, ikna edici, bilimsel tek bir yanıt verebilecek mi?

 

Hikaye...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu müridlerden çok yakın bir zamanda "Evrim'den aslında Kuran'da bahsedilmektedir" diye yazılar okursanız hiç şaşırmayın, ancak hesap da sorun: "Durup durup ne diye kafa bulandırıyordunuz" diye...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Darwinistlerin ''Yapay Yaşam'' Aldatmacası

 

Son dönemlerde özellikle Darwinist yayınlarda ön plana çıkarılan bir haber gündeme geldi. Yapay olarak üretilen DNA molekülüne ait bir parça, bir başka hücre çekirdeğine transfer edilmiş ve bu DNA’nın söz konusu hücre içinde çalıştığı gözlemlenmiştir. Bazı Darwinist yayınlarda “sentetik yaşam üretildi”, “yaşayan hücre yaratıldı” (Allah’ı tenzih ederiz) gibi yanıltıcı başlıklarla verilen bu konu Darwinist spekülasyonlara malzeme haline getirilmiştir. Hatta Financial Times gibi bazı yayınlar, evrimcilerin cansızlıktan canlılık oluşturma konusunda hiç bitmeyen hayallerini sonunda gerçekleştirdiklerini dahi iddia etmiştir. Oysa söz konusu çalışma, Darwinistlerin asla açıklamasını yapamadıkları canlılığın nasıl başladığı sorusuna hiçbir cevap vermemektedir. Tam tersine bu çalışma, hücre DNA’sındaki kompleksliğin önemli bir ispatı hükmündedir.

 

Konuyla ilgili açıklamalar şöyledir:

 

 

Amerikalı bilim adamı J. Craig Venter, bir mikoplazma (Mycoplasma mycoides) genini, laboratuvarda suni olarak düzenlendikten sonra, başka bir mikroplazma (Mycoplasma mycoides) hücresinin çekirdeğine dahil etmiş ve hücre bu DNA ile çalışmasına devam etmiştir.

 

Yapılan işlemler canlılığın bilinen klonlama yöntemlerinden farklı değildir.

 

Yapılan işlemde 1.08 milyon baz çiftinden oluşan Mikoplazma mikoides DNA’sından alınan bir kopya, laboratuvar şartlarında düzenlenmiş ve başka bir canlı hücresinin içine nakledilmiştir.

 

Yeni bir DNA üretilmemiş, daha önce var olmayan yeni bir bilgi oluşturulmamış, laboratuvarda yapay bir DNA dizilimi sıfırdan meydana getirilmemiştir. Hücre de DNA da zaten vardır. Yapılan işlem, olağanüstü bilgiye sahip olan mevcut DNA’nın alınıp yeniden düzenlenmesi ve başka bir hücreye nakledilmesinden başka bir şey değildir.

 

Söz konusu düzenleme, zaten DNA’da var olan olağanüstü komplekslikteki bilgi dahilinde, bilinçli bilim adamlarının kontrolü altında, en teknolojik laboratuvarlarda, kontrollü koşullar altında, Allah’ın yoktan yaratmış olduğu mevcut bir örnek kullanılarak ve yıllarca denenerek gerçekleştirilebilmiştir.

 

Sadece tek bir bakteriye uygulanan bu klonlama işlemi, temelde 20, arka planda binlerce bilim adamının dahil olduğu, 40 milyon dolara mal olan 10 yıllık bir çalışma sonunda gerçekleştirilebilmiştir.

 

Sadece var olan bir örneği, bilinçli bir ortamda bilinçli kişiler tarafından kopyalayabilmek için bilim adamlarının gösterdiği bu çaba, söz konusu kompleks yapının, mevcut bir örnek olmadan, bilinçli bir müdahale ve teknik imkanlar olmadan bir kopyasının dahi yapılamayacağını açıkça gözler önüne sermiştir.

 

Söz konusu gelişme bilim adına güzel bir gelişmedir. Genom çalışmaları ilerledikçe canlı hücrelerinden DNA kopyalamaları yapmak ve bunları diğer hücrelere nakletmek mümkün olabilecektir. Bu çalışmalar, Allah’ın izniyle çeşitli hastalıkların tedavisi gibi çok fazla yönde faydalı şekilde kullanılabilecektir. Fakat bunların tümü mevcut yapılara yapılan bilinçli bir müdahaledir. Yaratılmış üstün yapılar üzerinden yapılan bu bilinçli ve kontrollü deneylerin evrime delil olarak sunulmaya çalışması hem büyük bir aldatmacadır hem de Darwinistler adına bir çaresizlik göstergesidir. Yaşamın başlangıcını ve kompeksliğini açıklayamayan Darwinistlerin kullandıkları acizce bir spekülasyondur.

 

Darwinistler eğer iddialarını kanıtlamak istiyorlarsa, canlılığı oluşturan parçaları YOKTAN VAR EDEBİLMELERİ gerekir. Ardından da bunun başıboş tesadüfler sonucunda, kontrolsüz ve canlılık için son derece tehlikeli bir ortamda, hiçbir bilinçli müdahale olmaksızın nasıl olabileceğini izah etmeleri gerekmektedir. Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİ BİLE, kontrollü şartlar ve bilinçli müdahaleler sonucunda dahi meydana getirememektedirler. Meydana getirmeleri de imkansızdır.

 

Darwinist bilim adamları, bu çalışma ile aslında, kendi elleriyle yaşamın kompleksliğini, hayatın en küçük parçasının dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini bir kez daha kanıtlamış bulunmaktadırlar.

 

Şunu da belirtmek gerekir ki bu sonuç, CANLILIK ANLAMINA GELMEMEKTEDİR. Canlı hücre, sayısız parçadan oluşan kompleks yapıların bütünüdür ve ancak bunların tümünün aynı anda ve aynı yerde var olmaları ve kompleks bir organizasyon oluşturmaları ile meydana gelir. Olağanüstü komplekslikteki tek bir DNA’nın kopyalanması, sadece zaten var olan bir sistemin küçük bir parçasının taklit edilmesinden başka bir şey değildir. Kopyalama yoluyla elde edilen bir DNA’nın varlığına sevinen Darwinistler, hayal ettikleri ilk canlıyı yani hayali ilk hücreyi açıklamaktan kesin engellerle uzaktırlar.

 

Dahası ve en önemlisi, söz konusu çalışmanın HAYATIN NASIL BAŞLADIĞI KONUSUYLA HİÇBİR İLGİSİ YOKTUR. Bu çalışma, hayatın başlangıcı hakkında Darwinistlerin içinde bulunduğu açmazı ortadan kaldırmamaktadır. Darwinizm’i temelinden bitiren bu derin açmaz, daha da büyüyüp gelişerek Darwinizmi çöküşe sürüklemektedir.

 

Nitekim Boston üniversitesi Biomedikal Mühendislik Profesörü Jim Collins de, söz konusu klonlama çalışması üzerinden yapılan spekülasyonlara karşı çıkarak Nature dergisine şunları söylemiştir:

“Venter ve arkadaşları tarafından rapor edilen bu çalışma organizmaların yeniden inşası konusundaki yeteneğimiz için önemli bir gelişme. Fakat sıfırdan yeni bir yaşam ortaya çıkarma konusunu açıklamıyor .”[1]

 

 

Sonuç:

 

Darwinistlerin özelliği, yaratılışın muhteşemliğini gösteren yapıları taklit etme konusundaki çabalarını, büyük puntolarla, eldeki tüm Darwinist yayınların manşetlerini kullanarak Darwinist yaygaraya dahil etmektir. Darwinist yaygara, özellikle bilimin evrimi reddettiğinin tüm dünyaya gösterildiği şu son dönemlerde sıklıkla kullanılmaya başlamıştır. Demek ki Darwinistler müthiş bir darboğazdadır.

 

Hayatı çok basit anlatmaya çalışan evrim teorisi için, hayatın yapı taşlarının da o oranda basit olması gerekir. Öyle ki canlılığa dair her şey, her şeyi tesadüflerle açıklayan Darwinistlerin bu sahte ve basit iddialarına uygun düşmelidir. Dolayısıyla, eğer Darwinistlerin iddiası doğru olsaydı, çamurlu suda oluştuğunu savundukları hayali ilk hücrenin, tıpkı Darwin’in sandığı gibi su dolu bir baloncuktan başka bir şey olmaması gerekirdi. Oysa durum hiç böyle değildir. Canlılığı oluşturan proteinlerden tek bir tanesi daha son derece kompleks bir yapıya sahiptir. Tüm dünyada Darwinist bilim adamları tam 150 yıldır aynı şey için çabalayıp durmakta ve kesinlikle başarılı olamamaktadırlar: TEK BİR PROTEİNİ ÜRETEBİLMEK İÇİN.

 

İşte bu sebeple DNA’nın klonlanmasını evrime delil gibi göstererek bu yaygarayı sürdürmek isteyen Darwinistlerin çaresiz çırpınışları önemli bir gerçeği değiştirmemekte ve insanları aldatamamaktadır. Bu önemli gerçek, yaşamın olağanüstü kompleksliğidir. Bu kompleks yaşamın tek bir parçasının anlaşılabilmesi, bir kopyasının elde edilebilmesi için gösterilen çabanın büyüklüğü bunu ortaya koymaktadır. Oysa bu insanlar, laboratuvarlarda onlarca yıl boyunca tek bir DNA’yı anlamaya çalışırlarken, onların her birinin 100 trilyon hücresinde muhteşem DNA molekülleri olağanüstü bir sistem ve düzen içinde zaten kendilerine ilham edilmiş olan görevlerini yapmaktadırlar. Çünkü onları yaratan Allah’tır. Onları yokluktan var eden Allah’tır. Yüce Allah tüm varlıkların Hakimi, yerlerin ve göklerin Yaratıcısı’dır. Bilim, her geçen gün Yüce Rabbimiz’in Şanını yücelten deliller sunmaya devam edecektir. Bilimde gerçekleşen her yeni buluş, bu görkemli yaratılışın ihtişamlı delillerini sunmayı sürdürecektir.

 

 

[1]“Artificial life? Synthetic genes 'boot up' cell, Reuters

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddiasına göre, yeryüzünde henüz hayat yokken, cansız maddeler tesadüfler sonucunda bir araya gelerek ilk canlı organizmayı meydana getirmiştir. Bu evrimci iddiaya göre, ilk canlı organizmanın tesadüfen gelişebilecek kadar basit bir yapıya sahip olması gerekmektedir.

 

Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİN BİLE NASIL ORTAYA ÇIKTIĞINI AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.

 

Tek bir proteinin kendi kendine oluşamayacağı gerçeği zaten evrim teorisini tamamen temelinden yok eden bir gerçektir. Fakat bir an için bu imkansız ihtimalin gerçekleştiğini varsaysak bile, Darwinistlerin iddia ettiği “ilkel hücre”nin zaten yaşamın kendi kendine başlaması ihtimalini çok daha kesin delillerle ortadan kaldırdığını görürüz. 21. yüzyılda bilimin sağladığı bilgiler, en sade yapılı denebilecek canlının bile aslında çok kompleks olduğunu ve bu nedenle tesadüfen ve kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğunu göstermektedir.

 

Bu bilgiyi bize genom araştırmaları vermektedir. Bilim adamları en küçük genoma sahip olan canlıların (ekstremofilik arke ve öbakteriler) en az kompleksliğe sahip canlılar oldukları düşüncesinden yola çıkarak, bu canlıların tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimallerini hesaplamışlardır. Burada önemle belirtilmesi gereken bir nokta ise şudur: Bu canlılar aynı zamanda bilim adamlarının dünyadaki en eski yaşam formu olarak gördükleri canlılardır.

 

Genom araştırmaları sonucunda yaşam için gerekli olan en düşük protein sayısının 250 ile 450 arasında olması gerektiği ortaya konulmuştur. [1]Yani hücrenin yapısal özelliklerini oluşturmak ve hayatın devamı için gerekli olan temel fonksiyonları yerine getirmek için aynı anda bir araya gelmesi gereken minimum farklı protein sayısı 250 ile 450 arasındadır.

 

Şu noktayı da ayrıca belirtmek gerekir ki, bu bulunan 250-450 minimum protein sayısı, parazit olarak yaşayan mikroplardan elde edilen protein sayısıdır. Bir organizmanın, başka bir canlı organizmaya bağımlı olmadan yaşayabilmesi için gereken minimum protein sayısı ise yaklaşık 1500 proteindir. Yani Darwinistlerin, tek bir işlevsel hücrenin oluşabilmesi için gereken 1500 ayrı proteinin varlığını ayrı ayrı açıklamaları gerekmektedir. Fakat tekrar hatırlatmak gerekirse, Darwinistler tek bir proteinin kendi kendine oluşumunu dahi açıklayamamışlardır.

 

Bir organizmanın canlı sayılabilmesi için gereken 250 ila 1500 arasındaki farklı proteinin tesadüfen, aynı anda ve aynı ortamda kendiliğinden oluşması olasılığı imkansızın da ötesindedir. Konuyla ilgili yapılan olasılık hesapları aşağıdaki tabloda verilmektedir:

 

Minimum Protein Sayısı[2] Aynı Anda Oluşma Olasılğı

 

250 1018,750

 

350 1026,250

 

500 1037,500

 

1,500 10112,500

 

1,900 10142,500

 

 

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi en az proteine sahip bir canlı organizmanın tesadüfen oluşma ihtimali, 1018,750’de 1 ihtimaldir. (Sayının büyüklüğünü anlayabilmek için, tüm evrendeki atomların sayısının 10 üzeri 78 olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.) Yani böyle bir ihtimal yoktur. Evrimciler tüm bu hesaplara ve bilimsel verilere rağmen, yine de büyük bir ısrarla imkansızın gerçekleştiğine inanmak istemektedirler. Bu ısrarın tek nedeni ise, her şeyi yoktan var eden Yüce Allah’ın varlığını inkar etmedeki kararlılıklarıdır.

 

Morowitz’in olasılık hesabı

Yukarıda bahsedilen olasılık hesapları, biyofizikçi Harold Morowitz’in yaptığı bir hesaplama ile de uyumludur. Morowitz, E.koli bakterisinin tüm kimyasal bağlarını kırıp, E. Koli bakterisini oluşturan tüm atomların serbest kaldığını varsaymış ve sonra bu atomların tekrar kendiliklerinden bir araya gelerek tekrar E.koli bakterisini oluşturma ihtimalini hesaplamıştır. Bu teorik deneyde hem gerekli olan tüm atomlar gerekli olan miktarda ortamda bulunmaktadır,, hem de dışarıdan hiçbir başka atomun aralarına karışmayacağı farz edilmiştir. Buna rağmen, yani tüm gerekli atomlar, gerektiği kadar sayıda ve en elverişli ortamda bir arada bulunmalarına rağmen, belirli bir düzende kendiliklerinden bir araya gelerek tekrar E. koli bakterisini oluşturma ihtimallerinin 10100,000,000,000 ‘da bir ihtimal olduğunu tespit etmiştir. [3]Bu imkansızın da ötesinde bir ihtimaldir. Böyle bir sayı evrende en az kompleksliğe sahip bir bakterinin bile, tüm koşullar ve malzemeler bir araya getirilse dahi kendiliğinden oluşmasının imkansızlığını gözler önüne sermektedir.

 

 

Canlılığın oluşması için sadece yeterli sayıda proteinin bir araya gelmesi de yeterli değil

Canlılık için gereken sayıda proteinin elimizde hazır olduğunu düşünelim. Herhangi bir şekilde oluşması imkansız olan bu proteinlerin var olması dahi TEK BİR HÜCRENİN OLUŞMASI İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR. Mikrobiyologlar veya biyokimyacılar, bu proteinlerin hücre içerisindeki organizasyonlarının da çok önemli olduğunu, aksi takdirde proteinlerin hiçbir işe yaramayacağını açıkça belirtmektedirler. Üstelik Darwinist bilim adamlarının da çok iyi bildiği gibi hücre, proteinlerden çok daha kompleks olan, proteinleri üreten organellere ve muhteşem bilgi bankası DNA’ya sahiptir. Canlı bir hücre, bütün bu yapıların tamamının aynı anda, aynı işlev ve organizasyona sahip olarak, aynı bilinç ile haraket etmeleriyle mümkün olur. Bu, Darwinizm’i yıkan en temel gerçektir.

 

1990’ların ortalarına kadar bakterilerin olağanüstü bir iç organizasyona sahip oldukları bilinmiyordu. Oysa, artık tek hücreli protozoanları oluşturan kompleks hücrelerin (ökaryot) bir çekirdek, organeller, zar sistemleri, bir sitoiskelet, birçok iç bölüm ve moleküler seviyede hücre içeriğini organize eden diğer içeriklerden oluştuğu bilinmektedir. [4] Bu sistemlerin tamamı, olağanüstü derecede komplekstirler. Biri diğerinden ayrı işlev göremezler,

Sonuç

 

Burada verilen bilgilerden görüldüğü gibi mikrobiyoloji, biyokimya, genom araştırmaları, kısacası 20. yüzyılın ikinci yarısına ve 21. yüzyıla hakim olan başlıca bilimsel gelişmeler, evrim teorisinin tüm iddialarını ortadan kaldırmıştır. Bu bilimsel sonuçlar, Darwinizm’in kesinlikle gerçeklikten uzak, bilim dışı iddialardan oluştuğunu çok açık olarak ortaya koymuştur. Evrimcilerin “çok basit ilk canlı organizma” iddiaları, bilimle çürütülmüştür. Bir organizmanın canlı olabilmesi için gereken minimum protein sayısı ve minimum komplekslik dahi, evrimcilerin tesadüf iddialarıyla açıklanamayacak kadar komplekstir ve mükemmel bir organizasyona sahiptir. Tüm bu komplekslikler bir yana, evrim teorisini, yalnızca tek bir hücenin varlığı sona erdirmektedir.

 

Canlılığın, Allah’ın sonsuz Aklı, İlmi ve Gücü ile yoktan var edildiği çok açık bir gerçektir. Akıl ve vicdanla çok açık olan bu gerçek, günümüzde sayısız bilimsel veriyle de desteklenmektedir.

 

 

[1] Jack Maniloff, “The Minimal Cell Genome:’On Being the Right Size’,” Proceedings of the National Academy of Sciences, USA 93 81996), pp. 10004-10006; Mitsuhiro Itaya, “An Estimation of Minimal Genome Size Required for Life,” FEBS Letters 362 (1995), pp 257-260; Rana and Ross, Origins of Life, p. 163

 

[2] Rana and Ross, Origins of Life, p. 163

 

[3] Robert Shapiro, Origins: A Skeptic’s Guide to Creation of Life on Earth (New York:Bantam Books, 1986), p. 128; Rana and Ross, Origins of Life, p. 164

 

[4] Lucy Shapiro and Richard Losick, “Protein Localization and Cell Fate in Bacteria,” Science 276 (1997), pp.712-718; Rana and Ross, Origins of Life, p. 166

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Darwinistlerin ''Yapay Yaşam'' Aldatmacası

 

Son dönemlerde özellikle Darwinist yayınlarda ön plana çıkarılan bir haber gündeme geldi. Yapay olarak üretilen DNA molekülüne ait bir parça, bir başka hücre çekirdeğine transfer edilmiş ve bu DNA’nın söz konusu hücre içinde çalıştığı gözlemlenmiştir. Bazı Darwinist yayınlarda “sentetik yaşam üretildi”, “yaşayan hücre yaratıldı” (Allah’ı tenzih ederiz) gibi yanıltıcı başlıklarla verilen bu konu Darwinist spekülasyonlara malzeme haline getirilmiştir. Hatta Financial Times gibi bazı yayınlar, evrimcilerin cansızlıktan canlılık oluşturma konusunda hiç bitmeyen hayallerini sonunda gerçekleştirdiklerini dahi iddia etmiştir. Oysa söz konusu çalışma, Darwinistlerin asla açıklamasını yapamadıkları canlılığın nasıl başladığı sorusuna hiçbir cevap vermemektedir. Tam tersine bu çalışma, hücre DNA’sındaki kompleksliğin önemli bir ispatı hükmündedir.

Evrim'in, canlılığın nasıl başladığı sorusuna bir yanıt vermemesinin nedeni;

Belki de Evrim'in canlılığın nasıl başladığı ile ilgilenmiyor olmasındandır?

Ne dersin?

Bunu bir düşün istersen!

 

Mesela İlahiyat'a şu soruyu sorabilir misiniz?

"Kuantum Fiziği'nin yasaları nelerdir?"

 

Sorarsınız elbette;

Ama tabii ki İlahiyat'ın bu soru ile ilgilenmediğini bilmiyorsanız!

 

İlahiyat size yanıt veremez bu soru karşısında;

Çünkü ilgi ve araştırma alanı değildir.

Ee böyle olunca da çıkıp:

"Ahanda bakın, ilahiyat bu soruya yanıt veremiyor! Allah'ın olmadığının kanıtı da budur!" denilebilir mi?

 

Evrim'i de bu yüzden, o soruya yanıt vermemekle suçlayamazsınız.

Bu suçlama çok saçma olur.

Ha ama saçma sorular sormak kaygısında olan herkes de bu soruyu sorabilir;

O ayrı tabii ki...

 

Evrim, canlılıktaki çeşitliliğin nasıl gerçekleştiğini inceler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.