Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Irak Tarihi


_asi_

Önerilen İletiler

1.KÖRFEZ SAVAŞI

 

WarGulf_photobox.jpg

 

Birinci Körfez Savaşı (1990-1991), 2 Ağustos 1990'da Irak'ın Kuveyt'i isgal etmesiyle başlayan körfez krizinin sonucunda gerçekleşen, ABD öncülüğünde, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır gibi 28 devletin askeri koalisyonuyla Irak Devleti arasında yapılan uluslararası çatışma.

 

Kuveyt'in İşgali

 

Irak'ın Kuveyt'i işgali genelde Saddam Hüseyin'in politikalarına bağlansa da tarihsel olarak sorun 1932 ve 1961'de gündeme gelmiş, hatta Irak Temmuz 1961 'de burayı ilhak ettiğini açıklamış ama bundan vazgeçmek zorunda kalmıştı. İran-Irak Savaşı'nın 1988'de sona ermesinden sonra Saddam rejimi Kuveyt'in kendisine ait petrolü çaldığını ve üretimi yüksek tutarak petrol fiyatlarının düşmesine neden olarak Irak'ı zarara uğrattığını ileri sürmüş ve bu ülkeye 50-80 milyar ABD Doları civarında tahmin edilen borcunun silinmesini istemişti. Bu konuda yapılan görüşmelerden sonuç alınamayınca Irak 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti.

 

Irak lideri Saddam Hüseyin Kuveyt'e karşı giriştiği saldırı ve işgal hareketinin açık hedefi bu ülkenin zengin petrol rezervlerini ele geçirmekti.

 

Saddam Hüseyin yönetimi uluslararası çağrılara rağmen ısrarlı bir tutumla Kuveyt'teki kuvvetlerini çekmeyi reddetti ve 8 Ağustos 1990'da Kuveyt'i Irak'ın 19. ili olarak ilhak ettiğini açıkladı.

 

Diploması Ve Askeri Hazırlık

 

Kuveyt'i işgal etmekle Irak, dünyanın bilinen petrol rezervlerinin yüzde 20'sini ele geçirmişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 3 Ağustos'ta Irak'a Kuveyt'ten çekilme çağrısında bulundu ve 6 Ağustos'ta da uluslararası düzeyde Irak'la ticareti yasaklayan bir karar aldı. Kuveyt'in işgalinden sonra Irak bu kez Suudi Arabistan için potansiyel bir tehdit oluşturmaya başladı; Irak'ın Suudi Arabistan'a da girmesi, dünya petrol rezervlerinin yarıya yakınının bu ülkenin eline geçmesi anlamına geliyordu. ABD ile Batı Avrupa'daki NATO müttefiklerini olası bir saldırıyı caydırmak üzere hemen Suudi Arabistan'a asker sevk etmeye yöneltti. Mısır ve öteki bazı Arap ülkeleri de Irak karşıtı koalisyona katıldı ve bölgeye kuvvet göndererek askeri yığınağa katkıda bulundu.

 

BM Güvenlik Konseyi 29 Kasım 1990'da Irak'ın 15 Ocak 1991'e değin Kuveyt'ten çekilmemesi halinde kuvvete başvurulmasını öngören bir karar aldı.Ocak 1991'e gelindiğinde Saddam'a karşı oluşturulan koalisyonun bölgedeki askeri gücü 700 bin kişiye ulaşmıştı. ABD 540 bin askerle bu gücün asıl ağırlığını oluşturuyordu; geriye kalan bölüm Birleşik Krallık, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve başka ülkelerin sayıca daha küçük asker birliklerini kapsıyordu.

 

Savaş

 

Hava Harekatı

 

Savaş, 16-17 Ocak 1991 geceyarısı ABD öncülüğünde Irak'a karşı girişilen geniş çaplı hava akımıyla başladı.Savaş boyunca kesilmeden süren hava bombardımanı, izleyen birkaç hafta içinde Irak'ın komuta ve iletişim altyapısını, elektrik üretim kapasitesini, havaalanlarını ve hava savunma sistemini, kimyasal silah ve nükleer araştırma tesislerini büyük ölçüde yok etti.Şubat ortalarına gelindiğinde müttefik hava saldırılarının ağırlığı Kuveyt'te ve Irak'ın güneyinde bulunan ileri kara kuvvetlerine kaymış bulunuyordu.Bu saldırılar tahkimatlar, yeraltı sığınakları, silah depolarının, tankların ve öteki zırhlı araçların yok edilmesini getirdi.23 Ocak 1991'de, kara harekatını deniz yönünden bakleyen Irak, petrol vanalarını açarak Basra Körfezi'nin kuzeyini petrol kuyusu haline getirdi.

 

800px-USAF_F-16A_F-15C_F-15E_Desert_Storm_edit2.jpg

USAF 4. Fighter Wing'e bağlı F-16, F-15C ve F-15E yanan petrol sahasının

üzerinde (Kuveyt, 1991)

 

Kara Harekatı

 

100 Saatlik Kara Harekatı: 24 Şubat'ta Suudi Arabistan'ın kuzeydoğusundan Kuveyt içlerine ve Irak'ın güneyine doğru geniş çaplı bir müttefik kara saldırısı başladı.Müttefikler üç gün içinde Irak direnişini çökerterek Kuveyt kentini geri aldı.Bu arada Kuveyt'in batı kesiminde zırhlı birliklerle bir yarma hareketine girişen asıl kuvvetler hızla Irak içlerine yöneldi ve Basra'nın güneyinde tutunmaya çalışan Cumhuriyet Muhafızları adlı seçkin Irak birliklerinin çoğunu 27 Şubat'ta saf dışı bıraktı.ABD başkanı George Bush 28 Şubat'ta ateşkes ilan ettiğinde, Irak direnişi bütünüyle kırılmış bulunuyordu.Ateşkes, Bağdat saatiyle 28 Şubat günü saat 08:00'de uygulamaya konuldu.

 

 

800px-Demolished_vehicles_line_Highway_80_on_18_Apr_1991.jpg

Ölüm Otoyolu; Kuveyt ile Basra arasında uzanan otoyol,

ABD kuvvetlerince yok edilmiş, Irak'a ait binlerce askeri ve sivil araçla dolmuştu.

 

 

Ateşkes

 

Ateşkes görüşmeleri, Körfez Savaşı'na katılan Koalisyon Kuvvetleri ve Irak askeri heyetleri arasında 3 Mart 1991 günü Kuveyt-Irak sınırının 5 km kuzeyindeki Koalisyon Kuvvetlerinin eline geçmiş, Safven kasabası yakınında bir Irak hava üssündeki bir çadır içinde yapıldı.Görüşmeleri Koalisyon Kuvvetleri komutanı ABD'li General Norman Schwarzkopf, İngiliz komutan Sir Peter de la Billiere ve Fransız general Michel Roquejeoffre ile Iraklı generaller Sultan Haşim Ahmet ve Irak'ın Kuveyt işgalinde 3. Alay komutanı olan Salih Abbud Mahmut yürüttü.

 

BM Güvenlik Konseyi'nin 686 numaralı kararı olarak bilinen ateşkesin başlıca şartları;

 

Irak'ın, Kuveyt'i ilhak ettiğine dair kararı kaldırması.

Irak'ın, Kuveyt'ten elde ettiği tüm mülkleri ve esirleri iade etmesi.

Kuveyt'e yönelik askeri harekata son verilmesi.

Irak, bundan böyle tüm Birleşmiş Milletler üye ülkelerine yönelik, füze saldırıları ve savaş uçağı uçuşları dahil, şiddete ve provokasyona dayalı hareketlerden kaçınması.

Irak, Kuveyt'i ilhak kararını kaldırmak ve tazminat ödemek başta olmak üzere bütün şartları kabul etmek zorunda kaldı. Bu şekilde Körfez Savaşı fiilen sona ermiş oldu. 1991 yılı Nisan ayının ilk haftasında, Irak'ın BM Güvenlik Konseyi tarafından ortaya konan ateşkes şartlarını kabul ettiğine dair yazılı müracaatı ile de Körfez Savaşı resmen sona erdi.

 

Irak'ın Yenilmesinin Sebepleri

 

Savaş başlamadan önce Irak, dünyanın beşinci büyük kara ordusuna sahipti. Fakat bu durum Irak'ın çok kısa bir sürede yenilmesine engel olmadı.

 

Bu yenilginin en büyük sebebi, Amerika Birleşik Devletleri ve müttefik ordularının nitelik (eğitim ve donanım) bakımından Irak ordularına kıyasla çok üstün olmasıdır. Müttefik orduları, hızla haraket edebilen ve yüksek teknolojiyi etkin biçimde kullanabilen ordulardı. Buna karşılık Irak orduları, 8 yıl süren Irak-İran Savaş'ndan yorgun çıkmış, savaşma iradesi düşük ve klasik piyade savaşına göre eğitilmiş ordulardı.

 

Irak'ın yenilmesinde pay sahibi olan ikinci önemli etken, II. Dünya Savaşı'ndan beri bilinen bir savaş gerçeğiydi: Savaşılan bölgede hava üstünlüğünü sağlamak ve hava ile kara güçleri arasında etkin bir eşgüdüm sağlamak; karşı konulmaz bir üstünlük getirir. Müttefikler hava-kara koordinasyonunu parlak bir biçimde gerçekleştirirken Irak güçleri bu avantajdan yoksundu. Çölde saklanamayan ve havadan korunamayan Irak ordusu, müttefik saldırıları karşısında yok oldular.

 

Nedenlerden üçüncüsü, vurucu gücü ne olursa olsun, tek bir silaha dayanmanın yarattığı aşırı ve yapay güven duygusudur. Saddam, Sovyetler'den aldığı Scud füzelerine ve bu füzelerin ucuna yerleştirmeyi planladığı kimyasal/biyolojik başlıklara güveniyordu. Ancak, bu füzeler savaş sırasında istenilen başarıyı gösteremedi. Füzeler Amerikan Patriot Hava Savunma sistemi tarafından havada yok edildiler.

 

Kayıplar

 

Körfez Savaşı modern tarihte yaşanmış savaşlar içinde belki de askeri bilançosu en orantısız olanıydı. Irak'ın kayıpları hakkında kesin rakamlar olmamakla beraber, Savaş sırasında Irak kuvvetlerinin, Kuveyt cephesinde bulunanlar da dahil yaklaşık 100-200 bin ölü, 75-150 bin dolayında yaralı, ayrıca 60 bin tutsak verdiği kesin gibi görünmektedir.

 

Irak'ın komuta ve kontrol merkezlerinin yer aldığı Bağdat özellikle savaşın ilk günlerinde yoğun hava saldırılarına maruz kaldı. Askeri komuta merkezlerinin sivil yerleşmelere yakın olması, hem koalisyon güçlerinin hava harekatı sırasında hedef gözetmemesi, hem de Saddam yönetiminin önemli hedefleri insan kalkanıyla çevirmesi sivil ölümleri daha da artırdı. Irak'ın askeri kayıpları gibi sivil kayıpları da hayli yüksek oldu; kesin bilgiler olmamakla birlikte Irak'ın yaklaşık 100 bin sivil kaybı verdiği tahmin edilmektedir.

 

Buna karşılık müttefik kayıpları çarpışma sırasında 190, dost ateşi, kaza ve öteki terslikler sonucunda da 358 dolayında olmak üzere tahmin edilenin çok altında bir düzeyde kaldı.

 

Savaş Sonrası Irak

 

Irak'ın yenilgisinden hemen sonra Saddam yönetimini hedef alan halk ayaklanmaları ülkenin önemli bir bölümünü sardı. Saddam yönetimi belirli bir güçlükle karşılaşmakla birlikte elinde kalan kuvvetleri kullanarak bu ayaklanmaları bastırmayı başardı.Mart 1991'de, Basra ve çevresinde başlayan, iki hafta süren ve Bağdat'a kadar sıçrayan Şii ayaklanması Irak kuvvetlerince sert biçimde bastırıldı. Şii ayaklanmasından birkaç gün sonra da kuzeyde Kürt ayaklanması başladı. Ayaklanmalara karşı Saddam Hüseyin yönetiminin giriştiği sindirme hareketinin vardığı boyutlar yeni bir uluslararası bunalım yarattı. Toplu katliam korkusuyla Türkiye ve İran sınırlarına yığılan yaklaşık 1.5 milyon Kürt mülteci için Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında bir kurtarma harekatı başlatıldı. Nisan 1991'de, ABD yönetimi, Irak'a, Kürtlerin bulunduğu bölgede 36. paralelin kuzeyinde karada ve havada faaliyet göstermemesi uyarısında bulundu. Bu çerçevede 36. paralelin kuzeyinin Irak uçuşlarına yasaklanması, Çekiç Güç adındaki uluslararası bir askeri gücün bölgeye yerleştirilmesi ve sonraki gelişmeler Kuzey Irak'ta fiili bir Kürt yönetiminin oluşmasını getirdi. Ağustos 1990'da uygulamaya konan, Birleşmiş Milletler'in Irak'a yönelik ticaret ambargasu savaşın bitiminden sonra da yürürlükte kaldı.

 

Başlangıçta ateşkes hükümlerine uyan Irak yönetimi, zamanla müdahale olarak gördüğü yardım programlarına ve Birleşmiş Milletler'in kitle imha silahlarını yok etme yönündeki çalışmalarına karşı çıkmaya başladı. Savaştan yenik çıkan Saddam Hüseyin'in içerideki konumunu yeniden güçlendirmesi dünya kamuoyunda savaşın gerçek sonucu konusunda kuşkular uyandırdı. Kasım 1992'de, George H. W. Bush'un ABD Başkanlık seçimlerini kaybetmesinden sonra, Saddam yönetimi Kuzey Irak'taki durum, ambargo ve ateşkes uygulamasıyla ilgili olarak sertleşmeye yöneldi. Gerginliğin tırmanmasıyla birlikte Şiileri korumak üzere 32. paralelin güneyi de uçuşa yasak bölge ilan edildi.

 

Körfez Savaşı fiilen sona ermesine rağmen Amerika bazı bahanelerle zaman zaman Irak'ı bombalamaya devam etmiştir. 23 Ocak 1993 gecesi Güney Irak'ı, ABD eski Devlet Başkanı George H. W. Bush'a Kuveyt'te bulunduğu sırada suikast planladıkları gerekçesiyle 26 Haziran 1993 gecesi de Bağdat'ı bombalamıştır.

 

Savaş'ta Türkiye

 

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Batı açısından stratejik önemini kaybedeceğini düşünen Türkiye'nin endişeleri Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle birlikte ortadan kalktı. Özellikle Cumhurbaşkanı Turgut Özal, doğan fırsatı kullanarak Türkiye'nin stratejik öneminin azalmadığını göstermek istiyordu. Körfez krizinde aktif politika izlemek isteyen Özal, temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kaldı, Özal'ın tutumuna tepki gösteren Dışişleri Bakanı Ali Bozer (11 Ekim 1990), Milli Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay (3 Aralık 1990) görevlerinden istifa ettiler. Ayrıca Özal'ın uygulamak istediği aktif siyaset muhalefet tarafından sert biçimde eleştirildi.

 

ABD bu kriz sırasında Ankara'dan 3 konuda yardım istedi; Türkiyedeki üslerin Irak'a yönelik hava hareketlarında kullanıdırılması ve Saddam'ın Kuveyt cephesideki asker sayısını azaltması için Türkiye'nin Irak sınırına asker kaydırması. Türkiye bu iki talebe olumlu cevap verirken, Suudi Arabistan'da toplanan koalisyon kuvvetlerine birlik göndermesi isteği ise Özal'ın ısrarına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı çıkması sonucu gerçekleşmedi. Türkiye bu doğrultuda 180,000 kadar askeri Irak sınırına kaydırarak, Irak'ın kuzeyde 8 tümen tutmasını sağladı ve kara savaşında koalisyon güçleri üzerindeki yükü hafifletmiş oldu.

 

Türkiye, Körfez krizinin başında ılımlı bir politika izlemesine rağmen 8 Ağustos 1990'da, BM'nin Irak'a ambargo kararlarına uyarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapattı. Ambargoya katılmasına rağmen Türkiye, Körfez Savaşı'na fiili olarak katılmadı. Irak sınırına asker yığdı ve İncirlik Hava Üssü'ndeki Amerikan uçaklarının kullanılmasına müsaade etti.

 

Özal'ın Musul ve Kerkük'ün alınmasından, bölgedeki Arap ülkeleriyle geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler ile bu ülkeleri potansiyel silah pazarı olarak görme planları uzun vadede sonuç vermedi. Aksine, savaştan sonra Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatılmasından dolayı Türkiye'nin uğradığı zararın tazmin edilmesi için Körfez ülkeleri tarafından verilen 3 milyar dolarlık yardımın ödenmesinde bile isteksiz davranıldı. Körfez ülkelerinden ve ABD'den alınan yardımlar ve tazminatlar, Türkiye'nin, Körfez Savaşı'ndan sonra da yaklaşık 12 yıl yürürlükte kalan BM ambargosuna uyması nedeniye uğradığı 100 milyar ABD Dolarının üzerindeki zararın karşılanmasında çok yetersiz kaldı.

 

Ayrıca savaştan sonra ayaklanan Kürtlerin Saddam kuvvetleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda, yarım milyon Kürt Türkiye sınırına yığıldı. Türkiye, 1988'deki gibi bir Kürt göçünün yaratabileceği güvenlik ve maliyet sorunlarından çekinerek sınırlarını Kürtlere kapadı. Ancak duruma kayıtsız kalmayıp Kürtlerin sığındıkları dağlardan indirilip, Irak tarafındaki düzlüklere yerleştirilmesi için burada bir tampon bölge oluşturulması fikrini ABD'ye iletti. Bundan sonra Irak'ın kuzeyinde Kürtler için oluşturulan Güvenlik Bölgesi'nin korunması için aralarında Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransız askeri kuvvetlerinin bulunduğu Çekiç Güç'ün (Operation Provide Comfort 2) Türkiye sınırları içinde de konuşlanmasına izin verildi (Temmuz 1991). 2003'teki Irak Savaşı'na kadar görev yapan Çekiç Güç'ün varlığı Türkiye'de büyük tartışmalara yol açtı.

 

Savaşın Sonuçları

 

Körfez Savaşı kesin bir askeri sonuç getirmekle birlikte bölgedeki istikrarsızlığı doğrudan çözemedi. Birinci Körfez Savaşı'nın en önemli ve en uzun vadeli sonucu, tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde köktenci akımların güçlenmesidir. Bölgede 1945'den beri üzerinde çok konuşulan ve tüm siyasal partilerin programlarının başında yer alan Arap Birliği fikri, büyük bir darbe yemiştir. Körfez Savaşı'nda Arapların ayrı ayrı saflarda toplanmaları ve kendi ulusal devletlerinin olduğu kadar Batı'nın da çıkarlarını korumak için savaşmaları, Arap Birliği düşünü çok zayıflattı.

 

Savaşın bir o kadar önemli başka bir sonucu da, Irak'ın zayıflamasıyla beraber, İran'ın bölgedeki ağırlığı arttı. Bölgede İsrail Irak'ın yanilmesiyle rahatlarken, Irak'ın yanında yer alan Filistin Kurtuluş Örgütü zor durumda kaldı.

 

Komplo Teorileri

 

ABD'nin Bağdat'taki büyekelçisi olan April Glaspie'nin 28 Temmuz 1990'da Irak lideri Saddam Hüseyin'le yaptığı görüşmede Araplar arasındaki sorunlara karışmak istemediğini belitmesi, 2 gün sonra da Bağdat'tan ayrılması ve Irak'ın Kuveyt sınırına asker yığdığını bilmesine rağmen ABD yönetiminin ciddi bir uyarıda bulunmaması ABD'nin bilinçli olarak Irak'a yeşil ışık yaktığı şeklindeki değerlendirmelere yol açtı. ABD'nin bu savaştan elde ettiği kazançlar öyle sıralanabilir;

 

500,000'den fazla askeri Orta Doğu'ya kaydırıp Irak'ı kesin bir yenilgiye uğratarak uluslararası alanda lider olduğunu ve Vietnam sendromunu atlattığını göstermesi

Savaşın maliyetinin önemli bir kısmının Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Japonya ve Almanya gibi ülkelere yüklemiş olması

Demode olan ve silahsızlanma anlaşmaları doğrultusunda elinden çıkarmak zorunda olduğu silah ve cephanenin bir kısmını burada kullanarak bunlardan kolay yoldan kurtulması

Yeni silah sistemlerini gerçek savaş ortamında denemesi ve geliştirmesi

Saddam'ı devirmeyerek ondan çekinen tutucu Körfez ülkelerine daha sonraki dönemde büyük müktarlarda silah satarak fazladan büyük karlar elde etmiş olması

Irak'ı fiilen üçe bölerek ve ambargo uygulayarak zayıf tutması ve bu ülkenin petrol ihracını baskı altına alarak uluslararası alanda petrol fiyatlarını denetleyebilmesi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İRAN-IRAK SAVAŞI

 

İran-Irak Savaşı, İran'da Tahmilî Savaş veya Kutsal Savunma ,Irak'ta Saddām'ın Kadisiyesi ve Arap Dünyasında Birinci Körfez Savaşı olarak anılan 1980-1988 yılları arasında Irak ve İran arasında yapılmış ve perde arkasında olan bir savaştır. Yaklaşık bir milyon kişinin ölümüne, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasara, her iki ülkede de ağır yıkımlara yol açmıştır. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştır.

 

Savaş öncesinde Irak-İran ilişkileri

 

Soğuk Savaş boyunca Irak-İran ilişkileri iyi olmadı. 1969 Nisan ayında, Amerika Birleşik Devletleri’nin de desteğini alan İran Şahı, önemli bir su yolu olan ve 1937 yılı Irak-İran sınır antlaşması ile Irak’a bırakılan Şatt-ül-Arap’ı geri almak istedi. Bu amaçla, güç gösterisi olarak gemilerini bölgeye gönderdi. 1970 yılında kesilen diplomatik ilişkiler, 1973 yılında tekrar kuruldu ve 1975’te bir antlaşma imzalandı. Buna göre iki ülke arasındaki sınır, su yolunun en derin noktasından geçecekti. Ayrıca İran, Irak’taki Kürtleri merkezî hükümete karşı desteklemeyeceğini taahhüt ediyordu. Fakat 1971 yılındaki silahlı çatışmalar sırasında İran’ın ele geçirdiği Körfez adalarından çekilmemesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin olumlu yönde gelişmesine engel oldu.

 

İran’da Humeyni iktidarı

 

Adalar sorunu yüzünden zaten gergin olan Irak-İran ilişkileri, İran’da Şiiliğin savunucusu olan Humeyni iktidarının başa gelmesi ile iyice bozulmaya başladı. Bağdat’taki Saddam Hüseyin hükümeti, İran’daki Şii hükümetin, Irak’taki Şii çoğunluğu Sünni iktidara karşı kışkırtmasından endişe ediyordu. Bu arada Irak, İran’daki Arap bölgesi Huzistan’ı elegeçirmek fikrini savunmaya başlamıştı.

 

Savaşın başlaması ve ilk aşamalar

 

1980 yılının ortalarında, ordudaki yüksek rütbeli subayların tasfiye edilmesi ve rehineler olayıyla ABD’nin düşmanlığını çekmesi dolayısıyla, İran'ın güçsüz durumda olduğu izlenimi uyanmıştı. İran’ın iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olan bölgeden askerlerini çekmeyi reddetmesi üzerine 22 Eylül 1980’de Irak ordusu sınırı geçti. Irak 16 Eylül’de, Şatt-ül-Arap antlaşmasını feshettiğini açıklamıştı.

 

Savaşın ilk günleri, baskın avantajını koruyan Irak’ın üstünlüğü ile geçti. Fakat, zamanla İran’ın direnişinin artması ile savaş karşılıklı yıpratma sürecine girdi.

 

Savaş

 

İran’ın ilk tepkisi, sadece ilerleyen Irak birliklerini değil, aynı zamanda Irak’ın Basra limanını da bombalamak oldu. Aynı günlerde Tahran ve Bağdat karşılıklı bombalandı. Eylül ayının sonunda Irak ordusu Abadan ve Hürremşehr kentlerini abluka altına almıştı, ama kış gelmeden bitirmek istediği savaşta istediği sonuca gidemiyordu. 1980 kışı boyunca yapılan barış girişimleri başarısız oldu ve 1981 Nisan ayından itibaren savaş yeniden alevlendi.

 

Tarih, yıpratma savaşlarında ekonomik gücünü ve insan kaynağını en uzun süre kullanabilen tarafın avantajlı olduğunu göstermiştir. İran bu uzun savaşta kendisini, stratejisini hızlı bir zafer üzerine kuran Irak’a göre daha rahat hissediyordu. Bunu bilen Irak, İran’ın ekonomik gücünü zayıflatma amacıyla saldırıya başladı.

 

İki ülkenin de ekonomik gücü büyük ölçüde, en büyük ihraç ürünleri olan petrole dayanıyordu. Irak, boru hatlarından petrol ihraç edebilirken İran, ihracatını büyük ölçüde Basra Körfezi’nden yapıyordu. Yani, Basra Körfezi'ndeki petrol ticaretinin kesintisiz sürmesi Irak’ın değil, İran’ın işine geliyordu. Bu sebeple Irak, petrol taşıyan İran gemilerine saldırılar düzenlemeye başladı. Benzer şekilde İran da, Irak petrol tesislerine saldırıya başladı.

 

Körfez petrol ticaretinin zarar görmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa aktif olarak katılmasına sebep oldu. ABD ve müttefikleri (Avrupa ve Japonya) büyük ölçüde Körfez petrolüne muhtaçtı ve petrol yolunun saldırıya açık olması Batı dünyası için tehlikeliydi. Körfez petrol yolunu açık tutmak için Amerika Birleşik Devletleri bölgeye bir filo gönderdi ve ABD bayrağı çekmiş Kuveyt tankerlerini korumaya başladı.

 

Sekiz yıl süren savaş 1988 Ağustos ayında yapılan ateşkes ile sonlandı. Ancak Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan barış görüşmelerinden sonuç alınamadı. İran, görüşmeler için ön koşul olarak topraklarındaki tüm Irak askerlerinin çekilmesini isterken, Irak Şatt-ül-Arap suyolu üzerinde ortak denetim kurulmasında ısrar etti. İki ülke arasındaki barış, ancak Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos ayında işgali ve ABD ile savaşa tutuşma korkusuyla İran’dan aldığı toprakları geri vermesiyle gerçekleşti.

 

Amerika’nın tutumu

 

Amerika Birleşik Devletleri, İran’daki müttefiki Şah'ı devirip iktidara gelen İslami rejimden hiçbir zaman hoşnut olmamıştı. Bu sebeple, 1967 yılında diplomatik ilişkilerini kestiği Irak ile tekrar yakınlaşmaya çalıştı. Çeşitli kanallardan Irak’a silah yardımı yaptı ve büyük miktarda borç para sağladı. Irak’ın biyolojik ve kimyasal silahlar üretmesine yardımcı oldu.

 

Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere 1986 Mart’ında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik silahlar) kullanmasını eleştiren kararlar almasını, karşı oy kullanarak engelledi.

 

Savaşın Sonuçları

 

Irak-İran Savaşı, yaklaşık bir milyon insanın hayatına mal oldu. Savaşan taraflar ufak kazançlar için ekonomik kaynaklarını tüketti. Savaşın sonucunda Irak-İran sınırı değişmedi. Savaşın etkileri yıllar boyunca hissedildi.

İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı.

Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalışmasına yol açtı. Bu tavrı da Irak'ı uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürükledi ve desteksiz bıraktı.

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

HALEPÇEYE ZEHİRLİ GAZ SALDIRISI

 

Halepçe Katliamı olarakta bilinir İran-Irak Savaşı esnasında, Saddam Hüseyin'in, 1986-1988'de Irak'ın kuzeyinde Kürtlere karşı düzenlettiği El-Enfal Harekâtı adlı isyanı bastırma operasyonunun bir parçasıdır.

 

Saddam Hüseyin'in 23 Şubat - 6 Eylül 1988 tarihleri arasında El-Enfal Harekâtını şiddetlendirdiği dönemde Mart ayının ortasında İran ordusu Zafer-7 Harekâtı adlı genel taarruzu başlattı. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne bağlı Peşmergeler de İran Ordusu ile işbirliği yaparak Halepçe kasabasına girdi ve isyan başlattı.

 

 

Saddam Hüseyin İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için Irak Ordusunun Kuzey Cephesi Komutanı olan Korgeneral Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî'ye (batı medyası tarafından 'Kimyasal Ali' lakabı ile bilinir)'e zehirli gaz bombaları kullanmayı emretti.

 

16 Mart 1988'de zehirli gaz bombalarını taşıyan sekiz MiG-23 uçağı tarafından Halepçe kasabasına bombardıman düzenlendi. Halepçe sakinleri , İran askerleri ve Peşmergelerle birlikte 5.000'den fazla insanın öldüğü, 7.000'den fazla insanın da yaralandığı tahmin ediliyor. Ancak Irak Savaşı'ndan sonra bölgeye giren yabancılar tarafından bu rakamın daha da büyük olduğu tespit edildi.

 

19 Ağustos 1988'de Irak ve İran, ateşkes anlaşmasını imzaladılar. Irak ordusu ateşkesten 5 gün sonra Halepçe'yi geri aldı ve bu işgal esnasında 200 sakinin öldürüldüğü söylenmektedir.

 

Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli 'The Sydney Morning Herald' gazetesinde yayımlanan 'Experiment in Evil' başlıklı makalesinde, Halepçe'de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki'nin 4-5 katı olduğunu iddia etti. Amerika ise bu iddiayı suistimal ederek Zayıflatılmış Uranyum mermilerini kullanmasını meşrulaştırmaya çalıştı.

 

Mart 2007'de Halepçe'yi ziyaret eden bir Japon heyeti Hiroşima'ya yapılan atom bombası saldırısı'ndan hasar gören Aogiri (İmparatoriçe Pavlonyası)nin fidesini hediye etti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

El-Enfal Operasyonu

 

el-Enfal Operasyonu veya el-Enfal Harekâtı Irak'taki Saddam Hüseyin rejimi tarafından yürütülen ve liderliğini Ali Hasan el-Mecid'in yapmış olduğu, Kürt isyancıları hedef alan bir operasyondur. Operasyon ismini Kur'an'daki Enfal Suresinden almaktadır. Irak'taki Baas rejimi bu kodadı ile gerek peşmerge isyancılara gerekse kırsal Kuzey Irak'ın çoğunluğu Kürt sivillerden oluşan nüfusuna karşı 1986 ve 1989 arasında bir dizi saldırıda bulunmuştur. Operasyon özellikle 1988 yılında doruğuna ulaşmıştır. Enfal Operasyonu kara harekatları, havadan bombalamalar, yerleşkelerin sistematik bir şekilde yıkılması, toplu zorunlu göçler, idam mangaları ve kimyasal silah kullanımı içermiştir ki operasyonun baş ismi el-Mecid buradan hareketle daha sonra "Kimyasal Ali" olarak anılmaya başlanmıştır.

 

Bağımsız kaynaklar ölü sayısı üzerine 100.000 ile 150.000 üzeri gibi tahminlerde bulunurken, 100.000 kadar kadının dul kaldığı ve daha büyük sayıda çocuğun yetim kaldığı tahmin edilmiştir.Uluslararası Af Örgütü ise sadece 1988 yılında "ortadan kaybolmuş" 17.000'den fazla kişinin ismini toplamıştır.Operasyon doğası ve içerdiği çeşitli özellikler gereği birçok soykırımsal diye nitelendirilirken,Human Rights Watch (Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü)'a göre bu nitelemenin sebeplerinden birisi de eli silah tutabilecek yaştaki erkeklerin operasyon boyunca ana hedef teşkil etmesidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI

 

Babil ve Asur uygarlıkları, bugünkü Irak’ta, Fırat ve Dicle ırmakları arasındaki bölgede 5.000 yıl önce kurulan en büyük kentlerden Babil ve Asur çevresinde yaratılan uygarlıklardır. Bu kentler, Babil ve Asur ülkelerinin de merkeziydi. Yazı başta olmak üzere burada pek çok buluş gerçekleştirildi. Asur ve Babil’de ortaya çıkan uygarlık, Filistin, Yunanistan ve Roma’ya doğru yayıldı. Babil ve Asur böylece Batı uygarlığının da çıkış yeri oldu.

 

Uygarlığın yükselişi

 

Babil ve Asur uygarlıklarına başlıca üç halk katkıda bulundu. Bunların en eskisi, Fırat ile Dicle ırmakları ağızları çevresinde yaşayan Sümerlerdi. Ama Sümerlerin kim oldukları ve Mezopotamya’da ne zaman ortaya çıktıkları bilinmemektedir. Mezopotamya'da ileri bir uygarlık kuran Sümerler, İÖ 3000'de Babil'in güneyini egemenliği altında tutuyorlardı. En ünlü Sümer kentleri Ur, Uruk, Lagaş ve Eridu'ydu. Sümerlerin en önemli buluşlarından biri, sözcükleri işaretlerle gösteren bir yazı sistemi geliştirmiş olmalarıdır. İÖ 2300 yıllarında, Sümerlerin topraklarını Akadlar ele geçirdiler ve Doğu Akdeniz'e kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Sonraları İran'dan gelen Persler Akadları yenilgiye uğratarak, pek çok Babil kentini yağmaladılar. Daha sonra Persler bölgeden çekildiler ve bu kez bölgeye Sümer kenti Ur egemen oldu. Bu egemenliği Dicle Irmağı'nın ötesinden gelen Elam orduları sona erdirdi. Bunun sonucunda, Mezopotamya'da üç kent devleti ortaya çıktı. Bunlar kuruluş sırasına göre İsin, Larsa, ve Babil’di. Bu kent devletleri, adını taşıdıkları kenti ve çevresindeki toprakları denetim altında tutuyorlardı.

 

Asur İmparatorluğu'nun yükselişi

 

Asurlar, Sami halklarındandı ve Mezopotamya'nın kuzeyinde yaşıyorlardı. Asur ülkesinin merkezi olan Asur kenti, İÖ 2000'den önce genellikle Babil krallarının denetimindeki güçsüz krallarca yönetiliyordu. Bu tarihten sonra Asur kralları güçlü bir ordu kurdular ve Babil ülkesinin bazı topraklarını da ele geçirdiler. İlk Asur kralları üzerine fazla bilgi yoktur. Hakkında bilgi bulunan ilk kral, İÖ 1280’lerde egemen olan I. Şalmanezer'dir. Onun döneminde Asur İmparatorluğu’nun güçlü bir devlet olduğu anlaşılmaktadır. İÖ 1120 dolaylarında tahta çıkan I. Tiglat-pileser, Asur topraklarını Babil'den Akdeniz'e kadar genişletti ve Fenike denizcilerini vergiye bağladı. Büyük tapınaklar, saraylar ve geniş bahçeler yaptırdı. İÖ 883-859 arasında hüküm süren II. Asurnasirpal, I. Tiglat-pileser’in ölümünden sonra Asurluların yitirmiş olduğu toprakları geri aldı. II. Asurnasirpal’in fetihlerini anlatan belgeler, onun acımasızlığını dile getiren öykülerle doludur. Bir çöküş döneminden sonra Asur tahtına çıkan birkaç kralın en büyüğü Tiglat-pileser III’di. İÖ 745-727 arasında hüküm süren bu kral, Suriye’deki Şam kentini Asur topraklarına kattı. Asur ordusunda bir general olan II Sargon (Şarrukin), İÖ 722’de tahtı güç kullanarak ele geçirdi ve İsrail'i işgal etti. Sargon'un oğlu Sinahheriba ise İÖ 704-681 arasında hüküm sürdü. Yahuda Krallığı'ndaki Kudüs'ü talan etti ve Asur yönetimine karşı gelen Babil kentini yaktırdı. Asurahiddina'nın (Asarhaddon) krallık döneminde (İÖ 680-669) Asurullar, Mısır’ı ele geçirdiler ve imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştırdılar. Ama bundan kısa süre sonra imparatorluk çöküş sürecine girdi. İmparatorluk sınırlarındaki halklar merkezi yönetime karşı başkaldırdılar. İÖ 614'te Medler Asur topraklarını ele geçirdiler ve Babil'e yerleşmiş olan Kaldelilerle ittifak kurarak, Asur başkenti Ninova'yı yerle bir ettiler. Bu korkunç yıkım Ninova’yı tarihten sildi ve günümüze kadar kentin izine bile rastlanmadı. Asur İmparatorluğu da Ninova ile birlikte tarihin derinliklerine gömüldü .asLında şunuda düşünmemiz Lazım asurLuLarın günümü uygarLığına kattığı güzeLLikLer...asurLuLar,mezopotamya'da kurulan diğer devLetLerde oLduğu gibi çivi yazısı kuLLanmışLardır.AnadoLu'dakiiLk yazıLı kaynakLar Asur tüccarLarının bıraktıkLarı KüLtepe'deki tabLetLerdir.asurLu'Lar tarihte biLinen iLk kütüphaneyi ninova'da kurmuşLardır.

 

HeykeLtıraşLıkta önemLi geLişmeLer gösteren asurLuLarın kabartmaLarı ünLüdür.Nemrut Tapınağındaki arsLan heykeLLEri asur kraLLarının savaş ve av sahneLerini tasvir etmiştir.

 

Yeni Babil imparatorluğu

 

Asur İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra, Babil yeniden güç kazandı. Kentin yönetici sınıfı Kaldelilerden oluşuyordu. Kaldeliler, Mezopotamya'nın çok eski halkıydı ve Sümer kenti Ur çevresinde yaşıyorlardı. Bir Kaldeli olan II. Nebuchadnezzar (yönetim dönemi İÖ 605-562), Yeni Babil ya da Kalde İmparatorluğu’nu güçlü bir devlet durumuna getirdi. Babil'i, görkemli tapınaklar, saraylar, surlar ve kapılarla donattı. İÖ 586'da Kudüs'ü ve Yahuda Krallığı'nı yağmalayıp, tutsak aldığı Yahudileri Babil'e yerleştirdi. Kalde İmparatorluğu, Fırat Irmağı'ndan Mısır'a, Ermenistan'dan Arabistan'a uzanıyordu. Bu dönemde, sanatlar, ticaret ve sanayi çok gelişmişti. Ne var ki bu parlak dönem çok uzun sürmedi. Nebuchadnezzar’ın ölümünden sonra imparatorluk çöküş sürecine girdi.

 

Çöküş ve yıkılış

 

Pers İmparatorluğu'nun kurucusu Büyük Kiros (Kurus), İÖ 539'da Babil ülkesini ele geçirdi. Buna karşın Babil, uzun süre kültürel kimliğini korudu. Büyük İskender, Pers İmparatorluğu'nu ele geçirdiğinde bile Babil hâlâ görkemli bir kentti. Büyük İskender İÖ 323’te bu kentte, Nebuchadnezzar’ın sarayında öldü. İskender'den sonra bölgeye egemen olan Selevkoslar döneminde Babil bir süre daha önemini korudu. Ama Selevkoslar İÖ 311'de Babil kentinin kuzeyinde Seleukeia adında bir başkent kurup Babil'de oturanları buraya yerleştirdiler. Babil de zamanla tarihten silindi. Ama Babil uygarlığının izleri varlığını korudu. Örneğin, çivi yazısı Hıristiyanlık'ın başlangıcına kadar kullanıldı.

 

Sanat ve mimarlık

 

Babil ile Asur sanat ve mimarlığında Sümerlerin izleri görülür. Onlar da Sümerler gibi tapınaklarını ve saraylarını pişmiş kil tuğlalarla yaptılar. Kentlerin merkezine yerel tanrılar adına tapınaklar diktiler. Tapınaklar, merdivenler ya da eğimli yollarla çıkılan geniş bir platform üzerinde yükseliyordu. Babilliler, bu tapınaklardan başka, basamaklı piramit biçiminde yükselen tapınaklar inşa ettiler. Ziggurat adı verilen bu yapıların tepesinde, genellikle mavi sırlı çinilerle kaplanmış küçük bir tapınak bulunurdu. Kutsal Kitap'ta öyküsü anlatılan Babil Kulesi'nin de bir ziggurat olduğu sanılmaktadır. Mimari açıdan önemli yerlerden biri, Asur başkenti Ninova’ydı. II. Sargon'un Ninova yakınlarında yaptırdığı görkemli sarayının bine yakın odası olduğu bilinmektedir. Sarayın hemen yanı başında dev bir ziggurat yükseliyordu. Sinahheriba, Ninova'da üç büyük saray yaptırmıştı. Asurlular ve Babilliler yapıları farklı biçimde süslüyorlardı. Babilliler duvarları renkli sırlı tuğlalarla kaplıyorlardı. Asurlular kalın ve yassı kireçtaşı ya da kaymaktaşıyla ördükleri duvarlara savaşları, avcılığı, din ya da saray yaşamını konu alan sahneler oyuyorlardı. Bu kabartma resimlerin çoğunda kral, sakalı ve kıvırcık saçlıdır. Çevresindeki öbür insanlar ise birbirine benzer. Av sahneleri çok canlı biçimde tasvir edilmiştir. Asur tapınaklarının ve saraylarının kapılarını, insan başlı aslan ya da boğa heykelleri koruyordu. Kentler, planlı biçimde kurulmuştu ve geniş caddeleri vardı. Su gereksinimi, büyük su kanallarıyla karşılanıyordu.

 

Din

 

Babilliler, birden çok tanrıya tapıyorlar ve bu tanrılara ilişkin kuşaklar boyu anlatılan efsanelere inanıyorlardı. Bu efsanelerin çoğu Sümer kaynaklıydı. Evrenin ve insanların yaratılışını konu alan Sümer efsaneleri arasında Âdem ile Havva öyküsüne benzer bir öykü de vardır. Kral Gılgamış’ın serüvenlerini anlatan Gılgamış Destanı da bu döneme ilişkin efsanelere dayanır. Sümer tanrılarının en büyüğü, Uruk kentinin tanrısı Anu, Babillilerin en büyük tanrısı ise Babil kentinin tanrısı Marduk idi. Marduk’un yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılıyordu. Babil’in baştanrıçası İştar ise bereket tanrıçasıydı. Onun oğlu Tammuz ise bitkilerin tanrısıydı (Türkçe’deki temmuz ayının adının da buradan geldiği sanılır). Asurlular da büyük ölçüde Sümerlerin ve Babillilerin dinleriyle tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama, en büyük tanrıları, adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur'du. İştar aynı zamanda Asurluların da baş tanrıçasıydı.

 

Yazı ve bilim

 

Çivi yazısı da denen Sümer yazısı en eski yazıdır. Bu yazı kil tabletler üzerine yazılıyor, sonra bu tabletler pişiriliyordu. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan bu tür tabletlerin bazıları 5. 000 yıl öncesine aittir. Çivi yazısında, kavramları belirtmek için köşeli simgeler kullanılırdı. Bulunan tabletlerin üzerindeki yazılar din, matematik, yasalar, bilim ve başka konulara ilişkindir. Asurluların, tarihlerindeki büyük olayları kayda geçiren ilk halk olduğunu söylenebilir. Şiirler ve dini şarkılar da yazan Asurlular, yazdıkları tabletleri büyük kitaplıklarda saklıyorlardı. Asurbanipal'in Ninova'da bulunan "tablet evi"nde, değişik konuları içeren 25 binden fazla çivi yazısı tableti vardı. Kaldeliler, yıldızların ve gezegenlerin hareketlerinden geleceğin bilinebileceğine inanıyorlardı. Bu amaçla gökyüzünü incelerken astronominin de temellerini attılar. Ekvatoru 360 dereceye bölmeyi ve yıldızların haritasını çıkarmayı da ilk kez Kaldeliler başardı. Geliştirdikleri ağırlık ve ölçü sistemini daha sonra Yunanlılar ve Romalılar da kullandı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

NİNOVA

 

Ninova ,Dicle Nehri'nin batı kıyısında bulunan ve bir dönem Asur Devleti'ne başkentliğini yapan bir eskiçağ kentidir. Modern Musul şehrinin hemen yanında bulunmaktadır.

 

Burada ilk arkeolojik kazılar 1847 yılında Sir Austen Henry Layard tarafından yapılmış ve bu çalışmalar George Smith ve Hormuzd Rassam tarafından devam ettirilmiştir. 20.yy. başında British Museumdan Leonard William King, 1927 yılından itibaren de Campbell Thompson tarafından kazılar sürdürülmüştür. Iraklı arkeologlar ikinci dünya savaşı sonrası kazıları devralsa da 1981 yılından sonraki çalışmalar Kaliforniya Üniversitesi'nden David Stronach tarafından yürütülmüştür.

 

Milâttan önceki yıllarda Musul bölgesinin de içinde bulunduğu “Mezopotamya” üzerinde çok önemli uygarlıklar kurulduğu bilinmektedir. Bunların en önemlileri “Asur” ve “Babil” uygarlıklarıdır.

 

Asur Devleti’nin merkezi olan Ninova; Dicle nehrinin karşısında ve doğu yönünde, Musul’un yanıbaşındadır. Ninova şehrini kuran Ninova veya Ninos. Ninova;, Asurluların hükümdarı olup 52 sene hükümran olmuştur. Asur Devleti yaklaşık 1300 yıl varlığını sürdürmüştür.

 

Kerkük şehrini bina eden Asur Hükümdarı Sartnabal’ın (M.Ö. 800 yılında) bu şehre “Kerhsuluh” adını verdiği tarihî kaynaklarda rivayet edilmektedir.Keldânîcede “Kerh” şehir anlamına gelmektedir. “Suluh” ise Sartnabal’in esas ismidir.

 

Asurlulardan sonra Babil Devleti’nin bölgeye tamamiyle hâkim olduğu görülmektedir. Fakat Babil’in hâkimiyeti Pers tecavüzleri karşısında uzun sürmemiş ve Musul-Kerkük bölgesi Perslilerin eline geçtikten sonra buraya çok kalabalık şekilde Pers nüfusu iskân ettirilmiştir.

 

İskender’in işgaline de marûz kalan Musul bölgesi ahâlîsi, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından sonra bu dine yöneldi. Hıristiyanlığın nüfuz etmiş olduğu Musul, II. yüzyılın başından itibaren Asurluların dinî merkezi olan Ninova’nın yerini aldı.

 

 

 

800px-Adad_gate_exterior_entrance_north3.JPG

 

 

 

 

800px-Nineveh_Adad_gate_exterior_entrance_far2.JPG

 

 

 

 

800px-Nineveh_Nebi_Yunus_Excavation_Bull-Man_Head.JPG

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.