Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İnsanın Hayatını Değiştirecek Çok Önemli Bir Gerçek!


ahmetsecer

Önerilen İletiler

Sürekli yazdığım yazılarda dışarıda gördüğümüz insanların, hayvanların, olayların, arabaların, işyerlerinin, kokladığımız, dokunduğumuz, tattığımız, dinlediğimiz her şeyin beynimizin içinde oluşan görüntü ve hislerden ibaret olduğunu yazıyorum. Bu anlattığım gerçekten çok hayati bir konu, bu konuyu çok net anlayan bir insan dışarıda maddenin olmadığını, sadece beyninde oluşan görüntüleri seyrettiğinin farkına varacaktır. Dışarıda ışık yoktur, dışarısı tamamen karanlıktır. Dışarıda ses yoktur, tamamen sessizdir. Ayrıca dışarıda renk de yoktur. Ama biz tamamen kapalı beynimizin içinde apaydınlık ve rengarenk bir dünyayı seyrediyor ve duyuyoruz. Şimdi burada ne kadar olağanüstü bir şeyin beynimizde yaratıldığını görebiliyor musunuz?

 

Bizler aldığımız telkinle hep bedenimizin dışındaki bir kumaşa dokunduğumuzu, bizden 25 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki çiçeklerin kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki kuşları gördüğümüzü, kulaklıktan gelen bir müziği duyduğumuzu zannediyoruz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylar. Kitabın görüntüsünden, müziğin sesine kadar her şey kapkaranlık beynimizin içinde meydana geliyor. Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşıyoruz: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bütün bu görüntüleri algılayan ruhtur. Yani gören gözlerimiz değildir, görüntü beynimizin içinde oluşur ve bunu ruhumuz algılar.

 

Maddenin var olmadığını bilmek insanın hayata bakışını tamamen değiştirir. Artık o insan lüks arabasının, yüzlerce insanın çalıştığı şirketinin, bankadaki paralarının, ailesinin, beyninin içinde bir görüntü olarak yaratıldığını bilir. Bu gerçeği kavrayan bir insan, her şeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar.

 

Maddenin Gerçeği isimli kitabı okuyan Vanguard Araştırma Enstitüsü Kurucusu ve Başkanı Jon Roland dış dünyada maddenin olmaması ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmiş: Yüzyıllardır felsefecileri meşgul eden sorular sormuşsunuz... Biz bir süper bilgisayarın içinde sanal bir dünyada da yaşıyor olabiliriz ve böyle bir durumda hiçbir zaman farkı anlayamayız; aynı The Matrix ve Tron isimli filmlerde olduğu gibi. Doğa kanunları da bu programın bir parçası olduğu takdirde, gerçekle hayal arasındaki farkı asla söyleyemeyiz, çünkü arada bir fark olmaz. Birçok insan bunları düşünmekten korkar çünkü rahatlarına gelen dünya görüşlerini tehdit ettiğini düşünürler.

 

Bu konuyu daha iyi anlayabilmeniz için aşağıda verdiğim linki mutlaka ziyaret etmenizi önemle tavsiye ederim. Maddenin ardındaki sırrı keşfetmek hayata bakışınızı tamamen değiştirecektir.

 

Burada yazdığım yazılarda dışarıda gördüğümüz insanların, hayvanların, olayların, arabaların, işyerlerinin, kokladığımız, dokunduğumuz, tattığımız, dinlediğimiz her şeyin beynimizin içinde oluşan görüntü ve hislerden ibaret olduğunu yazıyorum. Bu anlattığım gerçekten çok hayati bir konu, bu konuyu çok net anlayan bir insan dışarıda maddenin olmadığını, sadece beyninde oluşan görüntüleri seyrettiğinin farkına varacaktır. Dışarıda ışık yoktur, dışarısı tamamen karanlıktır. Dışarıda ses yoktur, tamamen sessizdir. Ayrıca dışarıda renk de yoktur. Ama biz tamamen kapalı beynimizin içinde apaydınlık ve rengarenk bir dünyayı seyrediyor ve duyuyoruz. Şimdi burada ne kadar olağanüstü bir şeyin beynimizde yaratıldığını görebiliyor musunuz?

 

Bizler aldığımız telkinle hep bedenimizin dışındaki bir kumaşa dokunduğumuzu, bizden 25 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki çiçeklerin kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki kuşları gördüğümüzü, kulaklıktan gelen bir müziği duyduğumuzu zannediyoruz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylar. Kitabın görüntüsünden, müziğin sesine kadar her şey kapkaranlık beynimizin içinde meydana geliyor. Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşıyoruz: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bütün bu görüntüleri algılayan ruhtur. Yani gören gözlerimiz değildir, görüntü beynimizin içinde oluşur ve bunu ruhumuz algılar.

 

Maddenin var olmadığını bilmek insanın hayata bakışını tamamen değiştirir. Artık o insan lüks arabasının, yüzlerce insanın çalıştığı şirketinin, bankadaki paralarının, ailesinin, beyninin içinde bir görüntü olarak yaratıldığını bilir. Bu gerçeği kavrayan bir insan, her şeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar.

 

Maddenin Gerçeği isimli kitabı okuyan Vanguard Araştırma Enstitüsü Kurucusu ve Başkanı Jon Roland dış dünyada maddenin olmaması ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmiş: Yüzyıllardır felsefecileri meşgul eden sorular sormuşsunuz... Biz bir süper bilgisayarın içinde sanal bir dünyada da yaşıyor olabiliriz ve böyle bir durumda hiçbir zaman farkı anlayamayız; aynı The Matrix ve Tron isimli filmlerde olduğu gibi. Doğa kanunları da bu programın bir parçası olduğu takdirde, gerçekle hayal arasındaki farkı asla söyleyemeyiz, çünkü arada bir fark olmaz. Birçok insan bunları düşünmekten korkar çünkü rahatlarına gelen dünya görüşlerini tehdit ettiğini düşünürler.

 

Bu konuyu daha iyi anlayabilmeniz için aşağıda verdiğim linki mutlaka ziyaret etmenizi önemle tavsiye ederim. Maddenin ardındaki sırrı keşfetmek hayata bakışınızı tamamen değiştirecektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Osmanlı hükümdarları Kabe için ''Hádimu'l-Haremeyn-i Şerifeyn", "Mekke ile Medine'nin hizmetkarı'' unvanını kullanıyorlardı ve bu şehri canları pahasına korudular. Peki Mekke şehir içinde yer alan bütün Müslümanların ortak kıblesi olan Mescid-i Haram ve onun içinde bulunan Kâbe’nin son halini gördünüz mü? Tüm Müslümanlar için kutsal olan Kabe’yi ve çevresini Araplar tamamen beton yığını haline getirmişler, dev gökdelenleri neredeyse Kabe’nin içlerine kadar sokmuşlar.

 

Allah ayetlerde Kâbe-i Muazzama ve etrafında yer alan Mescid-i Haram için “Kendi evi” ifadesini kullanmıştır. Bu kutsal mekan her yıl dünyanın pek çok ülkesinden Müslüman tarafından ziyaret edilir. İslamiyetten önce Roma ve Bizans İmparatorları, Acem ve Habeş Kralları Mekke’yi topraklarına katmaya çalıştılar ama şehri hiçbir şekilde ele geçiremediler. Çünkü Kabe Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından inşa edilmesinden itibaren Allah tarafından korunmuştur.

 

“Hani Evi insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi, tavaf edenler, itikâfa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin” diye ahid verdik.“ (Bakara Suresi, 125)

 

Osmanlı devlet adamları 600 yıllık ömürlerinin sonuna kadar Mekke ve Medine’nin hizmetkârı olmuşlar, kendilerine verilen bu kutsal görevi en mükemmel şekilde yerine getirmişler. Fakat şimdi Suudi Arabistan hükümetinin idaresi olan bu topraklarda, İslam dünyasının tümüne yol gösterecek ciddi bir otoritenin eksikliği hissediliyor. Kutsal beldeler peygamberlerimizin dolaştıkları kutsal topraklar, namaz kıldıkları mekanlar tek tek yok ediliyor ve yerlerine gökdelenler dikiliyor! Tüm Müslümanlar tarafından kutsal olan bu mekanlar turistik bir belde haline getirilmeye çalışılıp, Kabe’nin çevresini otellerle, işyerleriyle, yüksek binalarla adeta bir beton yığınına dönüştürülüyor. Bunun sonucunda Kabe bu gökdelenlerin arasında adeta görülemeyecek kadar küçük ve dar bir alana sıkıştırılıyor. Kabe’nin çevresinin tamamen açılması, şehrin çok uzağa taşınması, çevredeki bütün bu beton yığının biran önce kaldırılması gerekiyor.

 

Kabe’nin çevresinin tam anlamıyla betonlaştırılmasına bir an önce son verilmeli. Türkiye’nin de bu kutsal mekanların korunmasında söz sahibi olması gerekir. Türkiye, Osmanlı'dan gelen miras gereği, İslam dünyasının manevi lideri sayılır, bu yüzden Kabe’nin yüksek gökdelenler arasına sıkıştırılmamasına kesinlikle izin verilmemelidir. Peygamberlerimizin ayak bastığı, namaz kıldığı bu kutsal beldedeki toprakların bu şekilde harap edilmesine göz yumulmamalıdır. Peygamberlerin bu topraklarda namaz kıldıkları yerler tüm Müslümanlar için kutsal sayılır, bu namaz kılınan yere camiler inşa edilmelidir. Kabe ve çevresi turistik bir mekan değil tüm dünyadaki Müslümanların Hac ibadetini yapmak üzere toplandıkları kutsal topraklardır. Bu konuda Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı mirası gereğince elinden geleni yapması, Kabe’nin korunması için bir komisyon kurulmasına öncülük etmesi, kutsal mekanların beton yığınına dönüştürülmemesi için mutlaka çaba göstermesi gerekir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bazı evanjelik Hristiyanlar, bazı masonik odaklar tarafından çok yanlış yönlendirildiler. Hz. Mehdi’nin gelip dünya nüfusunun üçte birini katledeceğini, tam 2 milyar 335 milyon insanın yok edileceğini söyleyerek onları kandırdılar. Bazı Musevilerde yine aynı dönemde hem Hıristiyanların hem de Musevilerin katledileceğine inanıyorlar. Bu yüzden hem Hristiyanlar hem Museviler Hz Mehdi’yi durdurmak için yoğum bir çaba göstermeye başladılar. Amerika’nın hem Irak’a hem de Afganistan’a saldırmasının arka planında Hz. Mehdi’yi arayıp bulma ve yok etme çabaları vardır. Son derece yanlış yönlendirilen Evanjelikler, masonların uyguladıkları kusursuz planlar sayesinde etrafı kan gölüne çevirmişlerdir.

 

Şu anda dünyada Müslüman, Yahudi, Evanjelik ve Hıristiyan masonların en büyük tedirginliği Hz. Mehdi’nin çıkması ve Hz. İsa’nın geri dönmesidir. Ortadoğu’da yapılan yoğun faaliyetlerin, yoğun savaşların kökeninde de bu vardır. Masonlar sürekli bu konuda istihbarat toplarlar, sürekli bilgi alırlar. Bölgede en ufak bir hareket olduğunda bilmek isterler. Halbuki Hz. Mehdi asla yenilemeyecek bir insandır. Çünkü kaderinde yenilmek yoktur. Fakat masonlar bunu akledemezler. Allah’ın Hz. Mehdi’yi koruyacağını kavrayamazlar. Masonların Hz. Mehdi’nin çıkışını ve Hz. İsa’nın yeryüzüne inişini engellemeleri mümkün değildir.

 

Masonlar Hristiyanları ve Musevileri Hz. Mehdi’ye ve Müslümanlara karşı sürekli kışkırtıyorlar. Hz. Mehdi’nin Müslümanların başına geçip bütün dünyayı kana bulayacağını söylüyorlar. Deccal Hıristiyanları Hz. İsa'nın gelişine kadar, dünyada bir savaş, kargaşa ve anarşi ortamı olması gerektiğine inandırmaya çalışıyor. Irak savaşının da, oluşmasını bekledikleri bu kıyamet alametlerinde anahtar bir rol üstlendiği fikrini benimsetiyor. Etkisi altına aldığı insanlara, Mesih'in gelişinden önce barışı vaaz etmenin sözde bir delalet, kutsal kitapların sözüne karşı gelmek ve hatta Deccallik olacağına inandırıp, bu yolla Ortadoğu'da gerilimin düşürülmemesi gerektiğine ikna ediyor (Evanjelizm Beyaz Saray'ın Gizli Dini, İsmail Vural, s. 23 (Grace Hallsell, Prophecy and Politics: Militant Evangelists on the Road to Nuclear War)) Bu doğrultuda savaş karşıtı ülkeleri ve barış hareketlerini Deccal hareketi olarak göstermekte, Mesih gelene kadar asla barış olmaması için bölgedeki savaş ortamının mutlaka sürmesini sağlamayı amaçlıyorlar.

 

Halbuki Hz.Mehdi masonların kışkırtarak Hıristiyanları ve Musevileri korkuttuğu gibi geldiğinde asla kan akıtmayacak, Hz. İsa ile birlikte tüm dünyaya barış ve huzur getirecektir. Bu hadislerle şöyle bildirilir:

 

İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)'nin çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)

 

Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163)

 

(Hz. Mehdi (a.s.)) Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44)

 

Ona (Hz. Mehdi (as)'ye) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

 

Bu (Emir) de (Hz. Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

 

Hz. Mehdi geldiğinde masonların gizli planları tamamen bozulacak, Masonların ve onların destekçisi haline getirilmiş olan bir kısım Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin kan ve vahşet beklentileri boşa çıkacaktır. Gerçek Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler ittifak ederek tüm dünyaya sevgi, barış, huzur getireceklerdir. Dünya çapında yaşanan büyük zulüm, savaşlar ve katliamlar sona erecektir.

 

Konuyla ilgili kapsamlı bilgi edinmek için aşağıda tavsiye ettiğim siteyi ziyaret etmenizi öneririm.

 

Önemli Not: Benim burada anlattığım, dünya çapında kan dökmek üzere Hıristiyanları, Musevileri ve Evanjelikleri yönlendirenler 33. derecede Masonlarla ateist Siyonistlerdir. Bunlar bütün bu savaş kararlarını, bütün bu katliam kararlarını birlikte alırlar. Ateist-Siyonistlerin ve masonların birlikte kurdukları gizli bir dünya devleti var ve bu dünya çapında biliniyor. Bu çok gizli oluşum hakkında yurt dışında sürekli kitaplar yazılıyor. Bu yüzden burada da konuşulmamasının, saklanmasının hiçbir anlamı yok. Bu üst düzey masonların ateist Siyonistlerle aldıkları kanlı savaş kararlarını düşük dereceli Masonlar bilemezler, dünya çapında kötülüğü nasıl organize ettiklerinden haberleri yoktur. Asıl Alman locaları ve özellikle Fransız locaları çok güçlüdür. Bu yüzden benim burada kastettiğim düşük dereceli hiçbirşeyden haberi olmayan Masonlar değildir. Bu konunun da bilinmesi gerektiği kanaatindeyim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dün okuduğum bir blog yazarı kızının her şeyine karıştığını, ona birçok yasaklar getirdiğini yazıyordu. Bu yazı üzerine düşüncelerimi yazmaya karar verdim. Neden çocuğunun her şeyine karışıyor ve yasak getiriyor biliyor musunuz? Müthiş bir koruma içgüdüsü var da ondan. Bir anne ve bir baba evladı için her şeyi yapabilir. Aklınıza gelen her türlü fedakârlığı yapar. Yemeyip yedirir, içmeyip içirir. Çok büyük çaba sarfedip, en ağır işlerde çalışıp çocuklarını en iyi okullarda okutmak için uğraşırlar. Bir yangın olsa çocuğunu kurtarmak için bir dakika bile düşünecek anne ve baba tanımıyorum. Bir evladın hayatını kurtarmak dünyada her şeyin ama her şeyin önüne geçer.

 

Peki aynı anne ve baba ahirete gittiklerinde yine evlatları için kendilerini ateşe atarlar mı? Evlatlarını korumak için aynı fedakârlığı gösterirler mi? Bir baba Allah’ın huzurunda durduğunda evladını kurtarmak için sonsuz ahiret hayatını feda eder mi? İşte bu konu gerçekten çok önemli. Çünkü insanlar bazı konularda çok yanılıyorlar, dünyada birbirini kollayan, arka çıkan, gerekirse canını veren anne ve baba ahirette sadece kendilerini kurtarma telaşına düşüyor. Orada insanlar Allah’ın huzurunda durduklarında aile, anne, baba ve çocuk kavramı hiçbir şekilde kalmıyor. Allah ayetinde bu gerçeği şöyle bildiriyor:

 

Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)

 

Dünyada evladını kurtarmak için hiç düşünmeden kendini ateşe atan bir baba orada sonsuza kadar sürecek azaptan kurtulmak için her şeyini feda etmek, dünyada sahip olduğu tüm mallarını, mülklerini, eşini, evlatlarını vermek isteyecektir. Bu gerçek ayetlerde şöyle bildirilir:

 

Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;

 

Kendi eşini ve kardeşini,

 

Ve onu barındıran aşiretini de;

 

Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.

 

Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: (Mearic Suresi, 11-15)

 

Bir annenin ve babanın ahirette bütün mallarını, evlatlarını vererek kurtulmak istemesinin nedeni çok zorlu bir azabın kendisini beklemesidir. Cehenneme gireceğini anlayan bir insan bu çok şiddetli ateşten kurtulmak için her şeyini hiç düşünmeden verir. Allah ayetlerle insanlara ahirette malların ve evlatların değerini yitireceğini hatırlatır. Allah zaten bu gerçekleri Kuran’da birçok ayetle açıklamıştır. Ama insan hayatı boyunca kendisine indirilen Kuran’ı okumazsa bu kesin olarak karşılaşacağı gerçeklerden de habersiz olur. Allah dünyada insanlara bu evlatları, eşleri, malları, mülkleri şükretmeleri ve iman etmeleri için vermiştir. Gerçek sevgi daima Allah’a yöneltilmelidir. İnsanın bunları kendisine verenin Allah olduğunu mutlaka bilmesi gerekir. Fakat insan zalim olduğundan dünya hayatında evlatlarının yaratanın Allah olduğunu unutur, Allah’a iman etmez, ahireti tamamen unutur, kendisine verilenlerle alabildiğine şımarır ve büyüklenir. Ama sonunda Allah’ın huzuruna geldiğinde bütün bunlardan anında vazgeçecek, Allah’ın huzurunda diz çökecek ve kurtulmak için çırpınacaktır.

 

Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Mümtehine Suresi, 3)

 

Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman,

 

Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar;

 

Annesinden ve babasından,

 

Eşinden ve çocuklarından, (Abese Suresi, 33-36)

 

Açıkça gördüğünüz gibi bir anne ve baba dünyada evlatları için her fedakarlığı yaparken, gerekirse aç kalırken, gerekirse kendini ateşe atarken ahirette bunun tam tersini yaparlar. Ahirette bu duruma düşmemek için her insanın Allah’a iman etmesi, ahiret hayatının kesin gerçek olduğunu bilmesi, evladını da mutlaka imanlı yetiştirmesi gerekir. Çünkü bir evlada verilecek en büyük nimet onu imanlı ve Allah inancıyla, ahiret inancıyla yetiştirmektir. Bir evladın da ailesine yapacağı en büyük iyilik budur. Evlatta eğer anne ve babası iman etmiyorsa onları Allah’a iman etmeye çağırmalıdır. Aksi taktirde dünyada birbirine arka çıkan baba ve oğul, anne ve çocuklar ahirette mutlaka birbirlerinden yüz çevirecekler, azaptan kurtulmak için kendi ailelerini vermeyi teklif edeceklerdir. Bu gerçekleri anlatmamın nedeni bu olayların mutlaka ama mutlaka yaşanacak olmasıdır. Bu gerçekleri anlatmamak demek insanların ahiretteki bu sonsuz azaba hazırlıksız yakalanmaları demektir. Halbuki insanların bu gerçekleri bilmesi, Allah’a iman ederek yaşamaları onlara sonsuza kadar evlatlarıyla birlikte, nimetlerle dolu cenneti kazandırır. Kişi hem kendini kurtarırken hem eşini, hem de evlatlarını sonsuz ateşin içinden kurtarır. Ama iman etmezse, çocuklarını da imansız yetiştirirse hem kendini, hem de tüm ailesini sonsuza kadar çıkmamak üzere kendisiyle birlikte uçuruma sürükler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İnsanlar Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceklerini hiç düşünmüyorlar. Hesap günü nasıl olacak, nasıl Allah’ın huzuruna yapayalnız gelecek, yanında hiçbir dostu, yakını olmayacak, tek başına Allah’ın huzurunda boyun eğmiş bir halde duracak. Peki Allah hesap günü insanlara neyi soracak, onları nasıl hesaba çekecek? Dünyada yaptığı her şey ortaya dökülecek mi, yoksa bunları bir bir kendisi mi anlatacak? Allah’ın sorduğu tüm soruları kendi ağzıyla mı cevaplayacak? İşte insan dünyada yaşarken kendisi için hayatındaki en önemli anı bir kere olsun düşünmüyor, düşünmediği için de tamamen şuursuz bir şekilde, her yaptığının bir karşılığı olduğunu bilmeden yıllarını geçirip gidiyor ve kaderinde belirlenmiş o an gelip öldüğünde hiç bekletilmeden Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere getiriliyor.

 

Her şeyden önce Allah insanlara karşı son derece merhametli ve şefkatlidir. Onlara Kuran’ı indirerek her detayı, nasıl sorguya çekileceklerini, cenneti, cehennemi tüm detaylarıyla ve yüzlerce ayetle açıklamıştır. Dolayısıyla insan Allah’ın huzuruna geldiğinde “ben bunların hiçbirini bilmiyordum” diyemez.

 

Allah insanları hesap gününde dünyada kendilerine verdiği her nimetten bir bir sorguya çekeceğini “Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz. (Tekasür Suresi, 8) diyerek bildirmiştir. Peki her nimet ne demek biliyor musunuz? Dünyada size verilen her şey demek. Ahiret gününde insanlar dünyada yedikleri içtikleri her yiyecekten, her meyveden, evindeki buzdolabından, arabasından, kullandığı kalemden, içtiği sudan, yattığı yataktan, kullandığı gözlükten, giydiği gömlekten kısaca her şeyden, her detaydan sorulacak. Çünkü Allah bütün bunları insanlar için çok güzel, tüm detayları ile insanlar için yaratıyor. Topraktan bir mucize olarak çıkardığı meyveleri tam insanın ihtiyacına göre sulu, tadı nefis, kokusu mükemmel olarak yaratıyor. Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz? (Vakıa Suresi, 59) diyerek Allah bütün bu detayları kendisinin yarattığını bildiriyor. Burada Allah bütün bu nimetleri bir emekle yaratır, tabii ki Allah’ın yaratma için emeğe ihtiyacı yoktur ama insanların anlaması için bu şekilde ifade ediyorum. Bütün nimetleri Allah insanlar için tek tek, hem de her gün, hiç kesinti olmadan yaratmaktadır. Allah dilemese insan tek bir damla su bile bulamaz, isterse her yolu denesin, tüm imkânlarını ortaya sersin, bir damla suyu elde edemez.

 

Bütün bu nimetler dışında insan her sabah yatağından kalktığında da tam sağlıklı bir şekilde yaratılır, gözleri görür, kulakları duyar, kalbi tüm gece hiç durmaksızın atmıştır. Tüm gece nefes alıp vermiştir, ama bunun farkında bile değildir. Peki o uyurken kalbinin atmasını sağlayan kimdir, ona nefes alıp verdiren kimdir? Onu uyutan, dinlenerek yatağından kalkmasını sağlayan kimdir? Mesela insan kalkar kalmaz yatağından yürümeye başlar. Peki onun bu adımları atmasına izin veren kimdir? İşte insanlar bütün bunları tek tek yapanın Allah olduğunu hiç düşünmezler. Oysa insanın bunlara sürekli şükretmesi, kendisine verilen her nimetin Allah’tan olduğunu bilmesi gerekir: De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

 

İşte ahirette Allah’ın huzuruna yapayalnız gelen insanlar dünyadaki bütün bu detayların, kendilerine verilen nimetlerin tek tek hesabını verecekler. Mesela bir muz düşünün, Allah bu meyveyi topraktan harika kokusuyla, nefis tadıyla yaratıyor. Eğer insan dünyada bu nimeti Allah’ı düşünmeden, şükretmeden yiyorsa bunun hesabını verecek, mesela Allah kendisine verdiği gözlerin hesabını soracak. Orada “dışarıda hiç ışık yokken sen beyninin içinde apaydınlık bir görüntü görüyordun, bu nasıl yaratılıyordu” diye sorulduğunda insan “bilmiyorum, hiç düşünmemişim” diyemez. Orada “Allah’ım hepsini sen yarattın diyecek” Mesela her sabah suyu açtığınızda su o an yaratılır, peki nerden geliyor bu su? Tabii ki bütün detaylarıyla Allah tarafından yaratılıyor. Sadece bir sebep olarak size musluğu açıyormuşsunuz gibi gösteriliyor. İşte insan bütün bu milyarlarca detaydan sorulacak, hepsi için teker teker hesap verecek. Allah “17 Şubat Cuma saat 13:00’da yemek yiyordun, ama Allah aklına gelmiyordu, hiç şükretmiyordun” diye soracak. Daha önce yazdığım yazılarda söylemiştim, dünyada yaptığımız her iş, aklımızdan geçen her düşünce saniyesi saniyesine saklanmıştır, Allah hiçbir detayı unutulmaz. O yüzden insanlar Allah’ın huzurunda şöyle diyorlar: (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp herşeyi sayıp-döküyor?" Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi, 49) İşte bütün bunlara cevap veremeyen insan orada asıl kendisinin zalim olduğunu, Allah’ın çok esirgeyen ve bağışlayan olduğunu kabul edecek. Eğer Allah bu insanı dünya hayatını gaflet içinde geçirdiğinden, Kuran’ı hiç okumadığından, ibadetlerini yapmadığından, şükretmediğinden ve Allah’tan tamamen habersiz olduğundan cehenneme atıyorsa bunu tam anlamıyla hak etmiş olacak. Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir. (Mü'min Suresi, 17)

 

Mümin ise hayatının her anında şükreder, güzel bir çocuğun yüzünü görür, güzel bir meyvenin tadını alır, güzel bir çiçeğin kokusunu alır, hemen Allah aklına gelir, hemen şükreder. Sabah yataktan kalkar kalmaz Allah onu şuurlu ve mümin olarak yarattığı, ona görebilecek göz, duyabilecek kulak verdiği için, hayatındaki bütün nimetler için sürekli şükreder. Gün içinde kalbi sürekli Allah ile birlikte olduğundan her gördüğü detayda Allah aklına gelir. İçi hep coşkuyla ve Allah sevgisi ile dolu olduğundan hep Allah’ı anar, her nimete şükreder. Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)

 

Allah yarattığı milyarlarca insanı huzurunda toplayıp hepsini tek tek hesaba çekecek. Allah bu hesabın çok çabuk olacağını ayetinde şöyle bildiriyor: Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir. (Mü'min Suresi, 17) Allah insanları o kadar hızlı hesaba çekecek ki en son hesaba çekilen en önce kendisinin hesap vereceğini sanacak. İşte Müslüman hesap gününe güvenle gelecek, tüm dünyada yaptıklarından, şükründen, Allah için yaşadığından emin olarak gelecek ve çok kolay hesap verecek. İnkar edende kalbi yerinden sökülürcesine korkuyla, dehşete kapılmış bir şekilde, diz çökerek Allah’ın huzuruna gelecek, dünyada kendisine verilen tüm nimetlerden sorguya çekilecek ve tüm hayatı boyunca kendisine durmadan nimet veren Allah’ı nasıl unuttuğunun, nasıl şükretmediğinin hesabını verecektir. Kendisi yaptıklarını anlatmadığında kendi bedeni kendi aleyhine şahitlik edecektir.

 

Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet Suresi, 20)

 

Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz." (Fussilet Suresi, 21)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

DAHA ÖNCE BENZER BİR YAZIYA YAZDIĞIM CEVAP SENİN YAZININ KONUSU AYNI OLDUĞU İÇİN FAYDALI OLACAKTIR.

 

Tanrı bizi aldatıyormu -1-

 

Sığınıyorum Allâh’a taşlanmış şeytandan

 

Adıyla Allâh’ın, Merhametiyle Kuşatanın, Gereğince Merhamet Edenin

 

İslâm târihinin nurlu dönemi salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi muhammed ve arkadaşlarının yaşadığı dönemdi. Sonra başlayan dîni saltanata kul eden , yeni din olan mezhepler dönemidir. Ardından yeni dîne dâir açıklamalar yapmayı engelleyip , uydurulmuş dîni allâh ve peygamber hükmü gibi tartışılmaz değiştirilmesi dâhi düşünülemez hâle getirdiler. Bu işi dine dinde olmayan ictihâdı sokup , ictihâd ile yeni dîni kurmak ve ardından , kendi açtıkları dinde sahtekârlık kapısını , ictihad kapısını kapatarak yaptılar. Bu yeni câhiliyet dönemi bitti. Artık müslümanlar satanatın , egemen islam dışı yönetimlerin yönetimi dışında islâm hakkında araştırarak münâzara ediyorlar. Bu çabalar yeni nurlu dönemin müjdesi olmaya başladı. Ancak dinde ihtisas yapan , ihtisas yaptığı konuda münâzara yapanların , ihtisas konuları dışında fikir açıklamalarından ve hiç bir ihtisası olmadığı halde konuşanların olmasından oluşan pek çok yanlışlar dîne mal edilmektedir.

Bu çağın iletişim imkânlarını kullanan , fikirlerini tercüme ederek dünyâya yayan pek çok kişi bu yayınları ile yanlışlarını tüm dünyâya yayıyorlar. Bilgi kirliliği gerçeği örtmeden , duru bilgi kaynakları oluşturulmalı. O zamana kadar bilen bildiği kadar yanlışlarla mücâdele ederek doğruları açıklamak zorunda.

Dünyâya tercümeler yapılarak yayılan yanlışların kaynaklarından birisi de , kur’ân mûcizeleri konusunda yaptıkları yayınları bir kişiye mal ederek yayın yapan bilinen bir gurup. Bu sözde kişi ile temsil edilen gurubun yayınlarından alıntı yaparak , mantık üzerine kurdukları iddiâlarının yanlışlarını mantık ve kur’ân âyetleri ile açıklamaya çalışacağım. Bu kişinin adını anmıyacağım . Çünkü hak ettikleri vasıflarla kendilerini vasıflandıranları hakâret ettikleri gerekçesiyle , kur’ân’ın tâğût ve şeytanın dostları olarak vasıflandırdığı islam dışı hükümlerle hükmedenlerin , kâfirlerin mahkemelerine havâle ediyorlar.

Ayrıca bilinmelidir ki, burada , bu ve benzeri yazılarda gâyem yanlışın yanlışlığını açıklamak ve doğruyu ifâde etmektir. Yazılardaki , kâfir veyâ şeytân veyâ başka türlü vasıflandırmalarım kur’ân ve sünnete uygundur , en azından bu uygunluğa dikkat etmeye gayretim var. Düşmanlık olan bu tür vasıflandırmalarım, yanlışa ve aldanışa olan bir düşmanlıktır. Hakkında yazdığım kişiler hatâ yapıyor olabilir, bilmeden yaptıkları hatâlarla suçlanamazlar. Bu durumda olmalarını ve yanlışlarını anlayıp tevbe etmelerini umarım.

Bu kişiler hakkındaki sözlerim , islâm düşmanlığı anlamına gelen yanlışları bilerek ve islam düşmanlığını kasdederek savunuyor olmaları durumunda kendileri için geçerlidir.

Bu yanlışları bilmeden yapanlar , doğruyu yanlışı ayırmaya , anlamaya gayret edip doğru olduğunu zannettiği halde bu yanlışları savunanlar ise “allâh’dan başka tanrı yok , muhammed allâh’ın elçisidir” sözünü kabul ettikleri ve bu sözün gereği olan inanç ve söylem ve eylem içinde bulundukları müddetçe dinde kardeşimdir.

 

(kur’ân, sûre 20 tâhâ , âyet 47) “…ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene.”

 

 

 

Bu yazı bir tekzîb yazısıdır.

 

Alıntı :

 

Maddenin ardındaki sır

Çevresini akıl ve vicdan yoluyla izleyen kişi evrendeki canlı-cansız herşeyin yaratılmış olduğunu fark eder. Peki tüm bunlar kim tarafından yaratılmıştır?

Açıktır ki, evrenin her noktasında kendini belli eden "yaratılmışlık", evrenin kendisinin bir ürünü olamaz. Örneğin bir böcek kendi kendisini var etmemiştir. Güneş sistemi, bitkiler, insanlar, bakteriler, alyuvarlar, kelebekler kendi kendilerini yaratmamışlardır. Tüm bunların "tesadüfen" oluşmaları gibi bir ihtimal de, kitabın önceki sayfalarında incelediğimiz gibi, söz konusu değildir.

 

İşte allah'ın varlığını tanımayanların saptığı nokta da buradadır. Bu kişiler, allah'ı gözleriyle görmedikleri sürece, o'nun varlığına iman etmemeye şartlandırmışlardır kendilerini. Ancak bu durumda, evrenin her yerinde apaçık görünen "yaratılmışlık" gerçeğini gizlemek, evrenin ve canlıların yaratılmamış olduğunu iddia etmek zorunda kalırlar. Bunu yapmak için yalanlara başvururlar. Evrim teorisi ve materyalist felsefe bu konuda başvurulan yalanların ve sonuçsuz çırpınışların en belirgin iki örneğidir.

 

İnkar edenlerin temel yanılgısı, aslında allah'ın varlığını inkar etmeyen, ancak çarpık bir allah inancına sahip olan pek çok kişi tarafından da paylaşılır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan bu kişiler, yaratılışı reddetmezler, ancak allah'ın "nerede" olduğuna dair ilginç batıl inançları vardır: çoğu, allah'ın "gökte" olduğunu sanır. Bilinçaltlarındaki düşünceye göre, allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasındadır ve çok nadiren "dünya işlerine" müdahale eder. Ya da hiç etmez; evreni yaratmış ve bırakmıştır, insanlar kendi kaderlerini çizerler...

 

Kimileri de kuran'ın allah'ın "her yerde" olduğuna dair haberini duymuşlardır, fakat bunun anlamını tam olarak çözemezler. Bilinçaltlarındaki batıl düşünce; allah'ın radyo dalgaları ya da görünmez, hissedilmez bir gaz gibi, maddeleri çevrelediği şeklindedir.

 

Oysa bu düşünce ve baştan beri saydığımız, allah'ın "nerede" olduğunu bir türlü çözemeyen (belki de bu yüzden o'nu inkar eden) düşünceler, ortak bir yanlışa dayanmaktadırlar: hiçbir temeli olmayan bir ön yargıyı benimsemekte, ondan sonra da allah ile ilgili olarak zanlara kapılmaktadırlar.

Nedir bu ön yargı?

 

Bu ön yargı maddenin varlığı ve niteliği ile ilgilidir. Maddenin var olduğu konusunda öyle şartlanmışızdır ki, acaba gerçekten var mıdır, yoksa sadece bir gölge varlık mıdır, hiç düşünmemişizdir. Oysa modern bilim, bu ön yargıyı da yıkarak, çok önemli ve etkileyici bir gerçeği ortaya koymaktadır. İlerleyen sayfalarda kuran'da da işaret edilen bu büyük gerçeği açıklamaya çalışacağız.

 

Karşılık :

 

Büyük yanlış bu mantıksız iddiâ , yazara göre gerçekte madde yoktur. Bu yazıda da bu mantık dışı , akıl ve bilim dışı ve din dışı sözü isbâta ve bu iddiâsının dine islâma âit bir gerçek , hikmet olduğunu isbâta çalışacak. Tüm gerçekleri inkâr ederken kendi seçme saçmalarının gerçek olduğuna okuyucuyu inandırmaya çalışacak.

 

 

Alıntı :

Elektrik sinyallerinden oluşan evren

Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.

 

Karşılık :

Algıladığımızdan farklı olabileceğini düşünmemiz akılsızlık olurdu , algıladığımız şekilde olduğuna tanık olan milyarlarca insan ve tirilyonlarca akıllı canlı varken , ve kur’ân bildirirken.

 

Alıntı :

 

Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar son derece farklı bir anlayışı beraberinde getirmiş, algılarımız ve algıladığımız dünya ile ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.

 

Bu yeni anlayışın çıkış noktası ise şudur: bizim "dış dünya" olarak algıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Elmanın kırmızılığı, tahtanın sertliği, dahası anneniz, babanız, aileniz, sahibi olduğunuz bütün mallar, eviniz, işiniz ve bu kitabın satırları yalnızca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir.

 

 

Karşılık :

 

Bu ne yaman çelişki , beynimizdeki elektirik sinyallerinin varlığını iddiâ edip var olan her şeyi inkâr. Ayrıca eğer bizler yoksak bu salak kime neyi isbâta çalışıyor.

 

Alıntı :

 

Frederick vester bilimin bu konuda ulaştığı noktayı şöyle ifade eder:

Bazı düşünürlerin, 'insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir' şeklindeki sözleri günümüzde bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir.

Karşılık :

Bu yazıda bilimsel yada bilimsel olmayan bir isbat yok. “insan bir hayaldir” yada “evren bir gölgedir” bu sözler acabâ “insan tanrının gölgesidir” sözünü kabul ettirmek içinmi yazılmış.

 

Alıntı :

 

Ünlü filozof george berkeley'in, bu şaşırtıcı gerçek ile ilgili açıklaması ise şöyledir:

Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir… öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur..

Karşılık :

 

Gerçeğin yalanlanması yalanı savunanların tek çâresidir. Gerçeğin kabul ve isbâtı ise gerçeği savunanların yoludur. Gerçeğin düşmanı şeytandır. Yalanın düşmanı allâh ve elçileri ve müslümanlardır. Müslüman gerçeği doğrular , yalanı yalanlar. Kâfir ise gerçeği yalanlar , yalanı doğrular.

Bu bölüm tam olarak , iddiâ edilen yalanın doğruluğunu isbât gayretinin merkez bölümü.

 

Demiş:

Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir.

 

 

Dedim:

Algılanan şeyler inanılan şeyler değildir. Algılanan şeyler var olduğu şüphesiz bilinen şeylerdir.

 

Örnek: bu yazı algıladığımız bir şeydir. Öyleyse bu yazı vardır. Varlığını algıladığımız bu yazının varlığına , delilsiz , aslında var olmayan bir şeye inanır gibi inandığımız iddiâsı , mantık dışı , akıl dışı , deli zırvası bir söz olur. Aksine bu yazıyı algıladığımıza göre bu yazının var olduğunu biliriz, bu yazının var olduğunu bilmek , bu yazının var olduğu isbat edilmemiş olmasına rağmen varlığına inanmak değildir.

Burada bilmek ve bildiğinin varlığına inanmak ile isbatsız yanlış bir inancın aynı şey olduğuna iknâ edecek şeytan işi bir saptırma yapılmış.

Hangi akıl var olduğunu bilerek , var olduğuna inandığı şeyi inkâr edebilir ve bile bile var olduğunu inkâr edebilir.

Ancak bir şeytan yada bir kâfir var olduğu açıkça belli bir şeyi inkâr eder.

 

Gerçeği yalanlarken yalanladığı gerçeğin varlığını kabul etmek zorunda olduğunu ise göz ardı ediyor. Algıladığımız şeyi algılamamızın , algıladığımız şeyi görmemiz ve ona dokunmamız olduğunu söylerken algılanan bir şeyin varlığını kabul ediyor, gerçeği itiraf ediyor , ardından da varlığını itiraf etmek zorunda olduğu şeyi inkâr için , o şeyin varlığını bilmediğimiz , var olduğuna inandığımız sapıklığını ileri sürüyor. Bu kadarı yetersiz kaldığı , yalanını desteklemesi gerektiğini düşündüğü için , ikinci bir saptırma kademesine geçerek devâm etmiş.

 

Demiş :

Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir.

 

Dedim :

Algılarımızın nerede olabilir ki. Doğal olarak algılarımız zihnimizdedir. Neden böyle diyor. Çok doğal olan bu gerçeği özel bir durummuş gibi , bu çok hikmetli konuya neden dâhil etmiş. Galiba bu büyük şeytanlığını ifâde etmek için bir geçiş cümlesi. Varlığını itiraf ettiği halde , açık bir söyleyişle de varlığını yalanladığı nesnenin , algılarımızın zihnimizde olmasıyla ne ilgisi olabilir. Burada diğer bir sokuşturma daha var. Algılarımız fikirler imiş. Ya türkçe bilmiyor ya sözlüğe bakmamış yada aklından zoru olmalı. Gördüğü manzaraya bu ne güzel manzara diyen olurda bu ne güzel fikir diyen olabilirmi. Şeytanın işi ne. Her şeyi olduğundan farklı göstermeden yanlışın doğruluğunu kabul ettiremeyeceği için bu uydurmalar. Bu arada bahsedilen nesnenin aslında var olmayan , sadece bir algı, algıdanda öte bir değersiz fikir olduğuna dâir ciddî bir zan oluşturuyor okuyucuda.

 

Demiş :

. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak…

 

Dedim :

Şimdide nesneleri algılamış oluşumuzu tersine çevirerek yeni bir saptırma daha oluşturuyor. Algılar nesnelerden bize ulaşan bilgiler olduğu halde , algıları algı araçları olan duyu organları yerine göz, kulak, dil yerine koyarak , nesnelere onlarla ulaştığımızı iddia ediyor.

Ve burada şeytanlığını açıklayarak söylemek istediği sapık inanışı açıklıyor. Kısa bir yazıda bir kaç saptırma dönemecinden sonra istediği büyük sapıklık konumuna vardırabiliyor konuyu.

Nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler. Müthiş salaklık. İnsanın bu kadar salak olabilmesi için bu işi yüksek okulda , üniversitede okumuş olması gerekir. Salaklık üniversitesi şeytani ilimler fakültesindenmi mezun oldun ey salak oğlu salak denir böylesine.

Dahasıda var nesneleri fikirlere dönüştürmekle de hızını alamayıp saptırma dönemeçlerine bir saptırma daha ekliyor , nesneler hem fikir hemde bu fikirler yani nesneler zihnimizde imiş.

Ne demek bu. Yani demek istiyorki , meselâ , bir oduna bakıyor olsam o odunu zihnimde algılarım , öyleyse o odun aslında var değildir yoktur ve ben o odunun var olduğuna algıladığımiçin inanırım. Oysa benim algım zihnimdedir. Algım zihnimdeki bir fikirdir . Şu halde algıladığım , duyu organlarımla gözümle ulaştığım o odun bir fikirdir. Ve bu fikir (odun) zihnimden (beynimden) başka bir yerde bulunmaz. Diyor.

Kısaca eğer bir oduna bakıyorsam , ben bir odun kafalıyım demek istiyor. Kafasının içinde beyin yerine bir odun var bu adamın.

 

Demiş :

Bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir…

 

Dedim : yüce allâh tevbe nasip ede. Saptırmalarına ve saçmalarına devamla gördüğümüz hiç bir şeyin zihnimizin dışında olmadığını, hiç bir şeyin var olmadığını iddia ederek tüm yaratılışı ve allahın fiilerinin sonucu olan tüm varlıkları ve allahın tüm fiillerini inkar ediyor. Tüm bunların fikir bile değil bir takım hayaller olduğunu iddia ederek dahada aşağılıyor. Ayrıca varlıkların var olduğunu zannetmemizin bir aldanış olduğunu ileri sürüyor. Demek istiyorki bizi bu şekilde donatan , var eden , yaratan bizi aldatmaya çalışıyor ama , biz uyanıklar aldanmayız . Bu iddialar tam olarak yüce allâhın bizi aldattığını iddia etmektir. Çünkü bizi bu yapıda yaratan odur. Bu yaratışı ile allah kullarına doğruyu göstermeyi değilde kullarını aldatmayı kasdetti diyor. Öyleyse allah gerçeğe çağırmıyormu. Yalanamı çağırıyor. Kur’ân âyetleri bize ,

Görmüyormusunuz âyetleri , gördüğünüz âyetlere inanın , gerğini yapın , allaha uyun derken yalanmı söylüyor. Yoksa yalancı bu yazarmı.

Tüm varlık âlemi allâh’ın âyetleridir. Varlığı inkar âyetleri inkârdır. Varlığı inkâr o varlığı kendi varlığının âyeti yapan allâh’ı inkârdır. Yüce allâh’ı , kulları aldatan şetanın vasfıyla vasıflandırmak , şeytanın işinden başka kimin işi olabilir.

 

Demiş :

… öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur..

Dedim :

Aynı sözün tekrarı , hiç bir şey yoktur deyişinin tekrarı. Aslında bu söz ile söylediği bir şey daha var hiç bir şey yok benim zihnim var , hiç bir şey yok ben varım . Bu ne büyük bir bencillik , tüm varlıkları ve tanrıyı tamâmen inkar ve tek tanrının nefsi , kendisi olduğunu iddia etmek.

Bu kişinin târif ettiği sahneyi bir düşünün , gözlemci olduğumuzu düşünelim. Bir kişi bir nesneye mesela bir ağaca bakıyor ve onu bu iddiacının iddia ettiği gibi zihninde algılıyor. Ve şöyle diyor , bu sadece bir yalan , aslında burada bir ağaç yok. Halbuki biz gözlemciler o kişiyi ve yalanladığı ağacı görüyoruz. Cevap hazırdır, sizin gördüklerinizde yokki, sizde hayal görüyorsunuz. Fakat o kişi kendi varlığının gerçek olduğunu iddia ediyor. Tüm gördüklerini ise inkar ediyor. Halbuki onun yanlış mantığına göre , kendi varlığını kendisinin kabul ettiği gibi , kendi varlığını kabul eden , dolayısıyla varlığı kabul edilmesi gerken bir çok varlık var. Halbuki o kendi dışındaki hiç bir varlığın varlığını kabul etmiyor. Bu taktirde her var oluş iddiasında olan varlık da onun varlığını inkar etmelidir. Öyleyse her varlık kendi varlığını kabulde yalnız kalır. Halbuki varlığının inkar edilmesi konusunda tüm varlıklar adedince tanık oluşur. Öyleyse bu durumda kendi varlığına inanmakta haklı olduğunu iddia edişine delil olabilecek tek tanığı olan kendisine karşı , varlıklar adedince , var olmadığına inanması gerektiğine dair tanıklar olması sebebi ile , kendi varlığının var olduğuna inanmaması daha mantıklı olacaktır. Kendi mantığına göre var olmadığı kanıtlanan bu zavallının sözleri ve iddiaları ise kendi var olmadığı için bir değer değil, bir hayalin gölgesi kadar bile değerli değildir.

Hal bu ki yüce allâh kur’ân’da görülen şeylerin gerçek olduğunu bildiriyor.

 

(6 en’âm 25) “ve onlardan kimi , dinlemeye devâm eder seni ve yaptık üzerine kalplerinin (onların) kaplamalar anlamalarına onu ve kulaklarında (onların) duymayı ağırlaştırıcı ve hepsini belirtinin (âyetin) gördülerse güvenmiyorlar (îmân etmiyorlar) ona , o âna kadar (ki) geldiler sana mücâdele ederler seninle , der (onlar) ki küfrettiler (kâfir oldular) bu ancak hikâyeleridir öncekilerin”.

 

(14 ibrâhîm 19) “görmedinmi elbette allâh yarattı gökler ve yeri gerçek olan ile (hak ile) dilerse giderir sizi ve gelir yaratılışın yenisiyle”.

(20 tâhâ 56) “ve elbet muhakkak gösterdik ona belirtilerimizi (âyetlerimizi) hepsini onun böyle iken yalanladı ve beğenmedi”.

 

(34 sebe 6) “ve görür (onlar) ki getirildiler bilgiye (ilme) ki indirildi sana düzenleyeninden (rabbinden) o gerçek (hak) ve iletir yoluna azîzin hamîdin”.

 

(41 fussılet 53) “göstereceğiz onlara belirtilerimizi (âyetlerimizi) ufuklarda ve kendilerinde tâki tamâmen açığa çıkar onlara elbette o gerçek(tir) (haktır) , yeterli olmadımı düzenleyenine (rabbine) elbette o üzerine her şeyin çok iyi tanık”.

 

(53 necm 18) “elbet muhakkak gördü belirtilerinden (âyetlerinden) düzenleyeninin (rabbinin) en büyük olanı”.

 

(79 nâziât 19) “ve iletirim seni (hidâyet ederim seni) düzenleyenine (rabbine) böylece ürperirsin”.

(79 nâziât 20) “böylece gösterdi ona belirtinin (âyetin) en büyüğünü”.

(79 nâziât 21) “böylece yalanladı ve isyân etti”.

(79 nâziât 22) “sonra ardını döndü çabalıyor”.

(79 nâziât 23) “böylece (bir alana) topladı ve seslendi”.

(79 nâziât 24) “böylece dedi ben düzenleyeniniz (rabbiniz) en yüce olanım”.

 

 

 

Âyet : (17 isrâ 36) “ve ardına takılma neyin (ki) (var) değil senin için onunla (ilgili) bilgi, elbette işitme ve görme ve gönül, hepsi işte (onlar)ın oldu ondan mes’ûl”.

Âyet : (24 nûr 31) “…ve (hatâdan) dönün allâh’a toptan ey güvenenler (îmân edenler) olurki siz kurtulursunuz”.

Âyet : (20 tâhâ 47) “…ve sağ olsun kim uydu (gerçeğe) iletene”.

 

Âyet : (1fatiha 1) “övgü allâh’a düzenleyeni evrenlerin”.

 

 

 

Yazının telif hakkı yazar adı ve web sayfasının yayınlanmasından ibarettir.

Alıntı : yazar, ali kenan aydın

 

**********

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.