Misafir demirefe Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Ya zor mu? Sadece bir günlük yaşamımızı düşünüp, bu sayılan bilgilere ne kadar çok başvurduğumuzu anlamak ? Ben artık işe güce bakıyordum da, şeytan dürttü, bir bakayım dedim. Bu cümleye takıldım. Şimdi her gün yıldız falına bakmadan evden çıkmayan, adımını dışarı atarken küçük bir dini seramoni gerçekleştiren, nazara karşı türlü çeşitli önlemler alanlar var. Bu bilgi! lere bu kadar yoğun başvurulması, gerçek bir bilgi olduklarının göstergesi mi oluyor? Bu yakın tarihte daha yoğundu. Osmanlı padişahları dahil, "uzmanına" yıldıznameye baktırmadan bir işe kalkışmazlardı. Avrupa kralları da farklı değildi. "Yıldızname" türü kitaplar da yazılmıştı elbette. E artık bunca emek verilmiş, ayıp olmasın, "bilgi" kabul edelim astrolojiyi, fakültesini de açalım oldu olacak, "Yıldız prof. bilmem kim"ler yetişsin... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Değerli Forumdaşlarım: (Öz eleştiri) "Bilgi"nin ve ona bağlı olan "doğru"ların, bilimsel tespitler dışında olamayacağı, bu güne kadar edindiğim bilgi, tecrübe ve okuduklarımla bende kemikleşmiş bir inanç. Ayrıca "ahlak" konusu benim ilgi alanım. Teknoloji ile uğraştığım bir işim, hobim ve bilime olan fazlaca sempatimden de dolayı, forumlardaki yazışmalarım/tartışmalarım için "bilimselci" kullanıcı ismini seçmiştim. Ancak, bilimsel doğruları savunurken epey eksikliklerimin olduğunu görüyor, var olan bilgilerimle bu isme layık olamadığımı düşünüyorum. Bu konularda araştırma, bilgilenme için bir müddet zorunlu olarak ayrılacağım. Öncelikle bu konu için döndüğümde, en azından bilgilerimle kendimden daha emin ve doyurucu olmalıyım. Bilgi eksiği olmayan insan olmaz ama, eksik bilgilerle de israrcılık olunmamalı. Eleştirileri ve destekleri ile bana katkıda bulunan arkadaşlarıma içten teşekkür borçluyum. 1 Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Doğada sömürünün olduğunu söylediğimizde liberalist, kapitalist olmakla suçlandığımız bir polemikte fazla bir yol almanın olası olmadığını sen de görüyorsundur sanıyorum. Hayır yani, önce bir sorulur. "Doğada sömürü var derken sömürüyü meşrulaştırmak gibi bir amacın olabilir mi?" diye bir soru filan yöneltilir ki biz de burda adabınca, yararlı bir tartışma yapmakta olduğumuzu biliriz. Sayın demirefe "insanın doğasında sömürü vardır" demek dediğimiz gibi liberalist, kapitalist görüşün savunularından biridir. Bunu suçlama olarak kabul edip şaşırmanız aslında felsefe dünyasında daha önceden çokça söylenmiş ve tartışılmış bu konulardan bi-haber olduğunuzun da göstergesidir. Bilgimizi ölçmek için tartışma yapıyorsak iddiacı olmamalıyız. İnsan doğasında sömürü, kötülük vb. vardır demek tam da suçladığınız metafizikçilerin görüşleridir. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Eğer sayın Cyrano ile özel olarak tartışılacaksa metafizikçi olarak suçlanacaksa şu cümlesinden yola çıkılmalıdır. İnsanlık, mağaralarda klanlar halinde yaşamaktan bugün ki haline geldi. Din hep vardı. Ahlak da hep vardı. Dinin hep varolduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan maymundan evrildiyse din ve ahlak nasıl "hep" varolabilirler? Aynı sizin insan toplumunda sömürü hep vardı sözünüz gibi metafizik kokuyor. Alıntı
Φ DRIZZLE Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Eğer sayın Cyrano ile özel olarak tartışılacaksa metafizikçi olarak suçlanacaksa şu cümlesinden yola çıkılmalıdır. Dinin hep varolduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan maymundan evrildiyse din ve ahlak nasıl "hep" varolabilirler? Aynı sizin insan toplumunda sömürü hep vardı sözünüz gibi metafizik kokuyor. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Polemik üslupları yakışık almıyor, ben artık uymamaya karar verdim böyle üsluplara. (Sadece şunu belirtmeden edemeyeceğim: Bi-haber bi-haber daha iki haber eder! ) Ben yine bir toparlama yapayım: Epistemolojik teoriler arasından bilimsel bilgi üretme yönteminin tercih edilmesi; bağlayıcı olduğu, evrende böyle bilgi üretilecek diye bir yazılı yasa olduğu için yapılmamıştır elbette. Bilginin ancak böyle üretilebildiği, bu önerinin geçerli olduğu görülmüştür. Öbür yöntem olan esin, sezin, ilham gibi kaynaklar mahkum edilmemiştir. Biz de isteriz ki onca deney, gözlemle uğraşmayalım, uçan daireler gelsin, bilgileri öğretiversinler cedleri sevabına. Bizi de onca ilk, orta, üniversite, tez, doktora, master... zahmetinden kurtarsınlar! Ya da uzayda gelişmiş bir uygarlık beyin dalgaları yayınına başlayarak insan türünü bilinçlendirme programı başlatsın, bedavadan bu yayın ile bilgi küpü olalım. Ya da tanrı artık bu insan kullarına çektirdiği eziyete gönlü razı olmayıp, bir anda tamamı doğru rüyalar görmeye başlayalım. Her gördüğümüz gerçek olsun ve her uyandığımızda bilgilerimize bir ansiklopedi kadar bilgi katalım. Bu tür şeyler olur, biz hâla "yooook arkadaş! Biz araştırmaya, didinmeye devam edeceğiz. Bu uzaylılar (veya bu tanrı) bizim güzelim bilimimize kastetmiş. Bizi tembelliğe alıştırıp tersine köreltmek istiyor! Bu bilime yapılmış bir komplodur!" dersek... Şu cefakar ve sabırlı hayvan dostumuzun adı bize verilsin, söz, ben şahsım adına hakettim deyip boyun bükeceğim! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Şunu belirtmem gerek ki insanın doğasında sömürü olduğu değil, olMAdığı metafizik görüştür. Çünkü: "Biz insanı en güzel surette (ahseni takvim) yarattık, sonra onu aşağı bir dereceye (esfeli safilin) düşürdük" şeklinde bir Kurân ayeti vardır. Bu tam insanın doğasında sömürü (ve diğer olumsuzlukların) olmadığı, fakat sonra kötülüğe kaydığı demektir. Bilimsel görüş ise insanın hayvansal bir kökenden evrildiği, doğada ise örneğin aslan ailesinin ceylan populasyonunu oldukça faşizan yöntemlerle sömürdüğü, dolayısıyla insanın da başlangıçta böyle davranırken giderek evrimini geliştirdiği şeklinde... Üstelik dini görüşte ilk insan bir peygamberdir, yani günahsızdır. Demek ilk insanlarda sömürü olduğu değil, olmadığı metafizik görüşmüş, değil mi? Bir daha insanları öyle bi-haber, iki haber diye kafadan suçlayıp polemiğe kışkıtmaya çalışmazsınız umarım sayın nikitin, saygılar... Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Doğada sömürünün olduğunu söylediğimizde liberalist, kapitalist olmakla suçlandığımız bir polemikte fazla bir yol almanın olası olmadığını sen de görüyorsundur sanıyorum. Hayır yani, önce bir sorulur. "Doğada sömürü var derken sömürüyü meşrulaştırmak gibi bir amacın olabilir mi?" diye bir soru filan yöneltilir ki biz de burda adabınca, yararlı bir tartışma yapmakta olduğumuzu biliriz. Şimdi buradaki kırmızı kelime polemik için yeterince kışkırtıcı geldi bana zaten. İki haberi, üç haber de yapıp üslup tartışmalarına bir nokta koyabiliriz. Öncelikle şunu belirteyim ki sömürü kavramını iyi açıklamaya gerek var. Bu tartışmaya girmemin nedeni daha en başta "İlkel komünal toplumlarda sömürü vardır." iddiasıdır. Ve tartışmanın daha da başına gidersek sömürünün gizlenmesi için egemen sınıflarca din ortaya atılmıştır iddiası havada bir iddiadır. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 İlginç olan bunun “Marksist” olduğunu iddia eden bir arkadaşın yapması. Çünkü Marksizme göre ilkel komünal toplumlarda sömürü yoktur. Çünkü ilkel komünal toplumlarda toplumsal sınıflar yoktur. Marksist anlamda sömürü bir sınıfın diğer sınıfın ürettiği artı-değere el koymasıdır. Burada üretim işin içine giriyor. Kavramın son derece toplumsal (yani insan toplumlarına has) olduğu kesindir. Şimdi siz bunun böyle olmadığını ilkel komünal toplumlarda da sömürü olduğunu ispatlamak için geçtik insan topluluklarını hayvanlarda dahi sömürü olduğunu söylüyorsunuz. İtirazım buna. Bir tavuğun başka bir tavuğun ağzındaki solucanı kapmasını, aslanların ceylanları “faşizanca” (doğal biçimde denseydi daha doğru olurdu) yemesini, insanların kuzuları, sarımsakları, domatesleri ve biberleri faşizanca yemesini sömürü olarak kabul ederseniz sömürü kelimesinin içini boşaltmış olursunuz. Ben de buna itiraz ederim. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 “Efendim siz istediğiniz kadar itiraz edin, ben insanların sarımsakları, domatesleri, biberleri yüzyıllardır faşizanca yemelerine sömürü diyorum.” deme (kavramların içini boşaltma) hakkına da sahipsiniz. Fakat kavramların ne olduğu bizim onlardan ne anladığımızdan daha önemlidir. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Bilimsel görüş ise insanın hayvansal bir kökenden evrildiği, doğada ise örneğin aslan ailesinin ceylan populasyonunu oldukça faşizan yöntemlerle sömürdüğü, dolayısıyla insanın da başlangıçta böyle davranırken giderek evrimini geliştirdiği şeklinde... Bilim bir hayvanın bir başka hayvanın besin zincirinde olmasına “onun tarafından sömürülüyor” demez. Bilim bu kavramın toplumsal bir kavram olduğunu bilir. O yüzden bu cümlenin bilimsel görüşle ilgisi yok. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Şunu belirtmem gerek ki insanın doğasında sömürü olduğu değil, olMAdığı metafizik görüştür. Çünkü:"Biz insanı en güzel surette (ahseni takvim) yarattık, sonra onu aşağı bir dereceye (esfeli safilin) düşürdük" şeklinde bir Kurân ayeti vardır. Bu tam insanın doğasında sömürü (ve diğer olumsuzlukların) olmadığı, fakat sonra kötülüğe kaydığı demektir. İyi de cümlenin kırmızı bölümü tam da sizin söylediğinizin tersini söylüyor. Onu çok güzel yarattık sonra aşağı düşürdük. Yani insanın karakteri düşük öyle mi? İnsan meyilli olmasaydı şeytan onu aldatabilir miydi efendim? Kötülüğün insan doğasında olduğuna dair yığınla ayet mi yazmamız gerekiyor şimdi. Kafirler için ayetlerin söylediklerini aktarmamıza gerek yok sanırım. O yüzden bu delilinize de katılamayacağım. Alıntı
Φ hanif_42 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 25 Mayıs , 2009 Konu başlığı Din olmadan öncede ahlak vardi... Ahlak nedir?¿ Dini bir argüman (kavram) Dinsel (islam)bir bigliyi din dışında tahvil edip irdelediğinizden ve kalıntılarını dini bir bulgu olmasına rağmen değerlendirdiğinizin farkındamısınız...Bilimsel kimlik; Hayır sanırım kendinizi yalanlıyorsunuz.....Bilgiden hareketle bu davranış sergilenmez....Sergilenemez...İhtiyacınız Ahlak kavramına denk gelecek ve dini bir ıstılah kavram ve kelime olmayan bir kavram....Bakın bakalım arayıpta bulabilecekmisiniz....not : etik kelimesi ahlak kavramını karşılamamaktadır.... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Eğer sayın Cyrano ile özel olarak tartışılacaksa metafizikçi olarak suçlanacaksa şu cümlesinden yola çıkılmalıdır. Dinin hep varolduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan maymundan evrildiyse din ve ahlak nasıl "hep" varolabilirler? Aynı sizin insan toplumunda sömürü hep vardı sözünüz gibi metafizik kokuyor. Ya da cümleleri içinde geçtiği yazının konusuna göre yorumlasak ? Açıkçası bu yaklaşımınızı şu ana kadar takip ettiğin tartışma yönteminizle bağdaştıramadım. Neden mi ? Din kurumunun tarihi insanlığın bilinen tarihi kadar eski. Siz ne kastedildiğini anlamanızı sağlayacak bu cümleyi yok sayarak, aynı yazıda ardından gelen bir cümlemi nasıl müstakil olarak değerlendiriyorsunuz ? Ne anlatıyorum ? "hep" ten ne kastettiğim aynı yazıda geçen bu cümlemde açıklanmış değil mi? Yani "insanlığın bilinen tarihi" O yazım , din ve ahlak kurumlarının tarihte ki misyonları ile ilgili bir yazı. Sorunuza gelirsek, insanın insan olmadan önce, yani evrim zincirinde insandan bir önceki haliyle tarih ilgilenmez. Tarih biliminin konusu olan İnsanlık tarihine dahil değildir. Tarihin tek ilgi alanı vardır o da insan. Yani Homo Sapiens İnsan dışında ki hiçbir canlı türünün geçmişi, tarih biliminin konusu değildir. Yani Homo Erectus ya da Homo Tricapus'un geçmişi tarihin konusu değildir. Homo Sapiens'in 200,000 yıl önce ortaya çıktığı düşünülmektedir. Ancak az bilinen (diğer bir ifadeyle bilinmeyen tarih) insanlık tarihi 15000 yıl kadar eskiye uzanmaktadır. Dolayısıyla bu soru; İnsan maymundan evrildiyse din ve ahlak nasıl "hep" varolabilirler? haksız bir sorudur. Çünkü tarih, insanın evriminin son halkası olan ve 200,000 yaşında olduğu düşünülen Homo Sapiens'in son 15000 yılını kapsamaktadır(az bilinen tarih). Bilinen insanlık tarihi ise 7000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Ve 7000 yıllık tapınaklar bulunmuştur. Şimdi dostum evrimi ortaya koyarak nasıl söylediğimin metafizik koktuğunu iddia ediyorsun gerçekten anlamadım. Ne kastettiğini anlamadım. "Tarih boyunca var olan kurumların insanlığın gelişiminde olumlu m, olumsuz mu rol oynadığını bilemeyiz" ana temalı bir yazımdan aldığın cümleyi yanlış anlamışsın. Tarihin diyalektiği ile alakalı bir şeyden bahsediyordum. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Değerli Forumdaşlarım:(Öz eleştiri) "Bilgi"nin ve ona bağlı olan "doğru"ların, bilimsel tespitler dışında olamayacağı, bu güne kadar edindiğim bilgi, tecrübe ve okuduklarımla bende kemikleşmiş bir inanç. Ayrıca "ahlak" konusu benim ilgi alanım. Teknoloji ile uğraştığım bir işim, hobim ve bilime olan fazlaca sempatimden de dolayı, forumlardaki yazışmalarım/tartışmalarım için "bilimselci" kullanıcı ismini seçmiştim. Ancak, bilimsel doğruları savunurken epey eksikliklerimin olduğunu görüyor, var olan bilgilerimle bu isme layık olamadığımı düşünüyorum. Bu konularda araştırma, bilgilenme için bir müddet zorunlu olarak ayrılacağım. Öncelikle bu konu için döndüğümde, en azından bilgilerimle kendimden daha emin ve doyurucu olmalıyım. Bilgi eksiği olmayan insan olmaz ama, eksik bilgilerle de israrcılık olunmamalı. Eleştirileri ve destekleri ile bana katkıda bulunan arkadaşlarıma içten teşekkür borçluyum. Tebrik ediyorum. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 bu delilinize de katılamayacağım. Sayın nikitin kardeşim, sizinle tartışabilmemiz için önce sizin neyi tartıştığınızı anlıyor olmanız gerekiyor. Ben Çanakkale boğazının coğrafi olarak Asya ile Avrupa arasında olduğundan bahsediyorken, sizin "Çanakkale boğazındaki akıntıların Antarktika penguen göçlerine ne etkisi olacak da? Bir etkisi olacağına katılmıyorum" demeniz gibi bir şey... Tartışabileybıl bir ortam oluşturmadık sizinle, kusuruma bakmayınız... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Tebrik ediyorum. bilimselci dostumuzun kafasını karıştıran, belki bilimin değişken olup olmadığı sorunu, veya bir diğeri konunun sömürü ile gerçekten ilgisi olup olmadığı sorunu olabilir. Belki de konu gerçekten çok dallanıp budaklandı ve kafa karıştırdı. Bir parça kendine zaman ayırmak her zaman yararlı olacaktır. Dürüstlüğü ve açıksözlülüğü için ben de tebrik ediyorum... O değil de, konuyu açan pinokio arkadaş ne kadar detaylandığını okuyup şaşırıyor mu, "nerden de bir taş attık, millet çıkarmak için seferberlik ilan edecek nerdeyse" diye hayret etmiyor mu merak ettim! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Issız bir adaya düşen bir çocuğun yetişkin hale geldiğinde, hiçbir bilgiye sahip olmayacağını mı iddia ediyorsun ? Bu çocuk o adada bilimle tanışmayacaktır. Bilimsel yöntemlerden haberdar olmayacaktır. Ama yetişkin hale geldiğinde binlerce bilgiye sahip olacaktır. Hayatını devam ettirmesini sağlayan bilgilere. Mızrakla mamut avlayan insanlar bu aracı bilimsel bilgiye dayalı olarak ürettiler? Ağır su testisini iki taşımak için testinin kulpuna bir sopa geçirmek için bilimsel bilgiye mi ihtiyaç duyuyordu köylüler ? Bunları görmemişim. Şimdi görünce şaşkınlığa uğradım. Bu nasıl bir savunmadır yahu? Bilimin şu anki düzeyi nasıl geriye işletilip adada yaşayana, eski çağda yaşayana uygulanır? Elbette o çağda testiye kulp takmak da, baltaya sap takmak da bilimdi, bilimin uygulaması olan teknolojiydi. Böyle bir çarpıtma ve saptırma olabilir mi yahu? Evet kardeşim, adada yaşayan çocuk, iki taşı eline alıp ağırlıklarını kıyasladığında bilim yapıyor! Ama kendi çapında, kendi düzeyinde! Yüksek yerden düşerse öleceğini kestirdiğinde bilim yapıyor! AMA KENDİ ÇAPINDA, KENDİ DÜZEYİNDE!!! Hayır yani, bu iş bir yerden başlamasa, en basit düzeyden köken almasa, gökten pat diye düşümü verecek yahu? Bu nasıl bir düşün tarzı, bu nasıl bir saptırmaca böyle? Şimdi bana şempanzenin ağaç kovuğuna çubuk sokup karıncaları çıkarmasını gösterip “Şempanze bilim mi yapıp teknoloji geliştiriyor da alet kullanıyor?” sorusu mu soracaksınız? Benim şempanzenin bilim yaptığını kanıtlamamı mı isteyeceksiniz yahu? Her şeyin bir alt düzeyi, bir çekirdeği vardır. İnsan bilincinin kökeni, hayvan bilincidir. Ne yani, insan gökten indi, bilimi de peşinden hazır olarak mı gönderildi? Bir şeyin basit kökenini küçümseyemezsiniz! Her olgu zincirleme olarak daha basit bir kökenden kaynaklanır ve bu örüntü en basite kadar gider! Bu bugün yaptığımız bilim, her geçen gün gelişmedi mi? Bu geriye gide gide nereye kadar basitleşir? Buna bir sınır koyabilir, “bilmenin, öğrenmenin tarihi burada başlamaktadır, bilginin miladı burasıdır diyebilir misiniz? Serçe de kırmızı renkli böcekleri yememesi gerektiğini öğreniyor. Bilimin mantıksal bir yöntemle yapılıyor olması, onun kökeni olan öğrenme eyleminin bilime temel oluşturduğunun reddini mi gerektiriyor? Bizim öğrenme, bilim yapma yeteneğimizin kökeninde hayvanların öğrenme yetisi yatmıyor mu kardeşim? Biz o halde boşuna tartışmışız. İş tıpkı doğada sömürü var mı yok mu sorununa dönmüş! “Doğada, hayvanlarda bilim var mı yok mu?” sorununu tartışmışız meğer! Yahu, aslanlar ceylanların sendikaya üye olmasını yasaklayıp, güçlenmemeleri için gündelik ot istihkaklarına zam istediklerinde gösteri ve yürüyüşleri yasaklamıyorlar elbet! Bizim bilimi tartışmamız buna dönmüş o zaman! Bu "bilim" sözcüğünü, kavramını biz icat ettik, alooo! Bu adı biz koyduk yahu, bu kavramı biz ortaya attık! Adada yaşayanın bilimi mi var, taş devri adamının bilimi mi var, hadi bu da benden kıyak olsun: şempanzenin bilimi mi var ne demek yahu? Biz adlandırmadan, yönteme, tekniğe bağlayıp kurallarını koymadan, ÖĞRENME YOK MUYDU? Yapılan deneylerde solucan bile T şeklinde bir boruda hangi tarafa döndüğünde besin, hangi tarafa döndüğünde elektrik şokuyla karşılaşacağını ÖĞRENİYOR! Ben şimdi "SOLUCANIN BİLİME SAHİP OLDUĞUNU" MU KANITLAYAYIM? İnanamıyorum yahu! Şimdi "solucanın bilim yaptığını mı iddia ediyorsun?" denirse şaşmayacağım! İnanamıyorum, gerçekten inanamıyorum... Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Aşağıdaki yazı www.art.metu.edu.tr/arsiv/arsiv4/index.html adresinden alıntıdır. Yazı kimseye cevap niteliğinde olmayıp sadece tartışmayı takip edenler için bilgilendirici not olarak kabul edilsin. GİRİŞ Yunanca "anthropos" ve "logos" sözcüklerinden oluşan Antropoloji, "İnsanbilim" anlamına gelir. Antropoloji, insanın canlılar dünyasındaki yerini, geçirdiği evrim sürecini ve modern insan tiplerine kadar tüm formlarını inceler. İnsanların diş şekillerinden nasıl beslendiklerine, insan topluluklarının yaşam ve inanç biçimlerinden ırksal özelliklerine kadar birçok konu antropolojinin ilgi alanı içindedir. Böylece arkeoloji, psikoloji, tıp, jeoloji, tarih, genetik ve benzeri birçok bilim dalıyla ilişki içindedir. İnsanı hem biyolojik hem de kültürel yönü ile ele alan antropolojiyi, başta sosyal ve fiziksel olmak üzere iki ana bölümde inceleyebiliriz. BİRİNCİ BÖLÜM: FİZİKSEL ANTROPOLOJİ İnsanı biyolojik olarak ele alan antropolojinin bu alanı "Paleoantropoloji" ve "Fizik Antropoloji" alt başlıklarına bölünmektedir. Paleoantropoloji, insanın ortaya çıkışını, geçirdiği evrim sürecini inceler. Fizik Antropoloji ise yerleşik yaşama geçmiş toplumları, morfolojik ve demografik açılardan ele alır. İnsan topluluklarının nüfus yapısını; ortalama yaşam süresini; iskelet yapılarına dayanarak insanların cinsiyetini, yaşam biçimini araştırmak fizik antropolojinin konuları içinde yer alır. İnsanın düşünme ve kendi geçmişiyle ilgili sorulara cevap arama yeteneğine ulaşması, yaşam ile dünya tarihini yazması ve yeryüzünde egemen hale gelmesi için 200 milyon yıl beklemesi gerekti. Ancak bu noktaya vardıktan sonra, evrenin oluşmasından hayatın başlangıcına, insanın en eski atalarından günümüz uygarlıklarının kaynaklarına kadar merak edilen bir çok sorunun cevabına çok daha çabuk ulaşmayı başarmıştır. İnsanın kendi geçmişi ile ilgili yaptığı en önemli çalışmaların başında Darwin’in 1859 yılında yayınladığı "Türlerin Kökeni" gelmektedir. 1863’te Huxley "İnsanın Doğadaki Yeri" adlı kitabında kuyruksuz maymunların biyolojik bakımdan insana en yakın akrabalar olduğunu iddia etmiştir.Darwin 1871 de çıkan "İnsanın Türeyişi" adlı eserinde insan ve maymunun ortak bir atadan gelen "yeğenler" olduğunu söyleyerek Huxley’i desteklemiştir. Yirminci yüzyılın başlarından beri devam eden bir çok kazılar ve araştırmalar sonucunda maymunumsular ve insanımsıların ortak bir atadan geldikleri fakat 15-20 milyon yıl önce birbirlerinden ayrıldıkları görüşü kabul görmeye başlamıştır. Bu ayrım aşamasında yeralan Ramapithecus türünün 12-15 milyon yıl önce yaşadığını destekler kanıtlar bulunmuştur. İlk insanın ataları olarak kabul edilen Australopithecus türünün ise 6 milyon yıl önce Doğu ve Güney Afrika’da yaşamaya başladığı saptanmıştır. Bu keşif, antropologları insanlığın kökenini Afrika’da aramaya yöneltmiştir. 1924 yılında bulunan, bu türe ait olan Australopithecus Africanus’un otluk bölgede yaşadığı ve iki ayağı üstünde yürüdüğü ortaya çıkmıştır. 1994 yılında Etiyopya’da gerçekleştirilen kazılarda bulunan ve günümüzden yaklaşık 4.4 milyon yıl önce yaşamış Ardipithecus Ramidus ile evrimin kayıp halkalarından birinin daha günışığına çıkarıldığı düşünülmektedir. 1974’te Doğu Afrika’da bulunan ve 3.7 milyon yıl öncesine tarihlenen Australopithecus Afarensis (Lucy) bazı uzmanlara göre Homo (İnsan) olarak sınıflandırılsa da kimi kemikleri maymununkilere çok benzediği için Australopithecus türüne sokulmuştur ve ona insanımsılardan modern insana uzayan merdivenin ilk basamağında yer verilmiştir. İlk antropolojik kazı çalışmalarının başlamasıyla birlikte 1856 yılında Almanya’nın Düsseldorf yakınlarında bulunan garip bir kafatası ve birkaç insan kemiği bilim alanında önemli bir aşama kabul edildi ve daha sonra bu kalıntıların ait olduğu tür Homo Sapiens Neanderthalensis olarak adlandırıldı.. Daha sonra Belçika’da da benzer buluntulara rastlandı. Buluntuların sadece Avrupa ile sınırlı kalmaması için Afrika ve Asya’da da çalışmalara başlandı. Afrika’da yapılan kazı çalışmaları ile alet yapmasını ve kullanmasını beceren, dik yürümeye uyum sağlamış Homo Habilis (Becerikli İnsan, 1.8 milyon yıl önce) türüne ait birçok fosile rastlanmıştır. 1891’de Java Adasında Homo Erectus (Dik İnsan) fosilleri ortaya çıkarılmıştır. Bu tür, ateşi bulması ve balta kullanması ile bugünkü insana yakın özellikler göstermektedir. Bugünkü modern insana en yakın türlerden biri olan Homo Sapiens Arkaik’in (Akıllı İnsan) ise günümüzden 200 bin yıl önce yaşadığı, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da bulunan kalıntılardan anlaşılmıştır. Evrim çizgisinin bugün erişilen son halkasında Homo Sapiens Sapiens türü yer almaktadır. İnsanın evrim sürecinde insana benzeyen pek çok insanımsıların oluşturduğu yan dallar gelişmiş fakat bunların bir kısmı belki de aşırı özelleşmenin etkisiyle zamanla ortadan kalkmıştır. Paleoantropoloji insanın atasının 20-25 milyon yıllık tarihi üzerine çalışmaktadır. Evrim birkaç yüzyıllık bir süre içinde gözlenemeyecek kadar yavaştır. Bu yüzden evrim çizgisinde maymunumsudan insansıya geçişin tam olarak nerede başladığını ve bittiğini söylemek güçtür. Paleoantropoloji insanın yeryüzündeki macerasının ancak bir kısmını açıklar, öbür yarısı insanın "kültür" tarihinde saklıdır. İKİNCİ BÖLÜM: SOSYAL ANTROPOLOJİ İnsanın fiziksel varlığı yanında, toplumsal ve düşünsel varlığı da sözkonusudur. "İnsanbilim" başlığıyla yola çıkan antropoloji, insanın bu konumuyla da ilgilenmekte ve bu alandaki çalışmaları, antropolojinin "Sosyal Antropoloji" dalı yürütmektedir. Sosyal Antropoloji alanındaki araştırmalar, diğer sosyal bilimlerle etkileşim ve işbirliği içindedir. Sosyoloji, psikoloji, etnoğrafya ve felsefe ile sosyal antropoloji ortak paydaları olan “insan”da buluşmaktadırlar. Sosyal antropoloji çalışma konularından dolayı kimi zaman kültürel antropoloji diye de adlandırılmaktadır. Çünkü çok genel bir söyleyişle, sosyal antropoloji, insanın doğal ve toplumsal çevresiyle olan etkileşimini ve bu etkileşim sonucunda ortaya koyduğu ürünleri yani insan topluluklarının "kültür"lerini inceleme konusu seçmiştir. Kültür, çok farklı tanımları yapılabilen bir kavramdır ancak bir insan topluluğunun bireylerinin düşünce, inanç ve yaşama biçimleri, yaptıkları aletler ve davranış biçimleri çoğunlukla kültürün göstergeleri olarak kabul edilmektedir. Bir toplulukta, bireylerin ölmelerine karşın kültür sürer gider.Diğer yandan da değer yargıları ve anlayışlar değiştikçe, kültür de değişime uğrar ve bu süreç böylece sürer gider. Bugün aynı ülkede yaşayan bizler kültürümüzü varederken, dünya üzerindeki diğer insan toplulukları da bizimkinden çok ayrı olabilen kendi kültürlerini bizimle aynı anda yaşamaktadırlar. Günümüzden çok önceleri, tarihöncesi devirlerde yaşamış toplulukların yarattığı "Tarihöncesi kültürler"e gelinirse; bu çok uzun dönemi tanımamıza yardım edebilecek yazılı belgeler yoktur. Elimizdeki temel bilgi kaynakları, sadece, insanların yaptıkları aletler, yaşadıkları ve ölülerini gömdükleri yerlerde bulunan her türlü kalıntıdır. Bunlar da ancak büyük bir bütünün çok küçük parçalarıdır.Buna rağmen bugün, bu çok gizemli ve uzun öykünün, insanın varoluş öyküsünün genel hatlarını çizebilmek mümkün olmaktadır. İnsanımsı diye adlandırılan türlerin bıraktığı en eski kalıntılar, çok basit aletlerdir. Tarihöncesinde taş alet yapımında olasılıkla üç önemli aşama vardır. İlki, elde olanın yalnızca kullanılmasıdır ve belki de bu aşamayı çok eskiden insan ve gerçek maymunların ortak ataları yaşamışlardı. Kenya’da bulunan bir Ramapithecus fosilinin yanında ele geçen ucu kırılmış çakıl taşı, 14 milyon yıl önce maymunumsu bir yaratığın, bu ilk aşamayı temsil eden aleti kullanmış olabileceğini gösteriyor. İkinci aşama olan biçimlendirme yani gerektiğinde rastgele alet yapabilmektir. Büyük bir olasılıkla çok uzun sürmeyen ve ilk aşamayla kısmen çağdaş olarak ortaya çıkan bu aşamaya ilişkin kalıntılar 3 ile 2 milyon yıl önceye tarihlenmektedir. Üçüncü aşama tekbiçimcilik (standardizasyon) dönemidir. Bu dönemde insansılar belli bir iş için belli bir tür alet yapma alışkanlığı edindiler. 2 milyon yıl öncesinde başladığı düşünülen ve Homo Habilis türü ile denk düşen evrim basamağında, birkaç farklı yerde birden birbirine çok benzer alet yapma alışkanlıkları saptanmıştır. İnsanımsıdan Homo Sapiens Sapiens yani modern, günümüz insanına ulaşana kadarki çizgide bu eğilim sürmüş ve birbirinden bağımsız insan toplulukları tarafından farklı yerlerde, çoğu kez de farklı zaman dilimlerinde olmak üzere, aynı iş için aynı tür alet yapım alışkanlığı paleoantropologlar tarafından saptanmıştır. Ayrı bir aşamayı temsil eden her bir alet yapım geleneği ayrı bir isimle adlandırılmaktadır (Olduvai, Acheul , Mouster ve diğerleri). En eski taş aletler, bir ana taş parçadan başka bir taş ya da tahta parçası ile küçük parçalar (yongalar) kopartma ve daha sonra bu yongaların kenarlarını yine taş parçaları ile düzeltme ya da keskinleştirme tekniğine dayanır. Bu aletleri bitki kökü kazımak ya da hayvan postu temizlemek gibi işlerde kullanan insanlar, zamanla, aletleri geliştikçe toplayıcılığın yanında avcılığa geçmişler ve buzulların izin verdiği ölçüde bol av hayvanı bulabilecekleri yerlerde kamplar kurmaya başlamışlardır. Bir sonraki aşamada yine taştan el baltaları, kazıyıcılar ve dilgilerin yanında hayvan kemiklerinden ve çakmaktaşından benzer aletler de yeralır. Ayrıca insanlar açıkhavanın yanında mağaralarda da yaşamaya başlamışlardır. Avrupa’da İspanya ve Fransa’da incelenen bazı “Eski Taş Devri” (Paleolitik Dönem) mağaralarında tabana gömülü insan iskeletleri bulunmuştur. Bu da insanı insan yapan kimi geleneklerin en eski örneklerinden birini oluşturmaktadır. En eski taş aletler Afrika’da ele geçmişken, daha gelişkin olanlarına Afrika’nın yanısıra Çin’de, Java Adası’nda ve Avrupa’da da rastlanmıştır. Tüm “Eski Taş Devri” (Paleolitik Dönem) boyunca dört kez tekrarlanan buzul ve buzularası devrelerin getirdiği iklim koşulları ve gittikçe artan insan nüfusun yarattığı toplayacak ya da avlayacak besin kaynağı kıtlığı insanları göç etmeye ve belki de daha önce yerleşilmemiş yeni bölgelerde yaşamaya zorlamış olmalıdır. Homo Erectus aşamasına varan bu hareketli insan artık iğneler, süs ve giyim eşyaları da kullanıyordu. ”Eski Taş Devri” (Paleolitik Dönem)’in günümüze en yakın olan son döneminde (Üst Paleolitik) insanlar, biraz daha önceki zamanlarda başlamış olan ölü gömme ve av başarısını artırma ayinlerini geliştirerek sürdürdüler. Bu ayinlere M.Ö. 30 000 yıllarında, Avrupa’da ilk örneklerine rastlanan kadın figürinleri eşlik etmeye başladı. Taş, fildişinden yontulan ya da balçıktan yapılan, cinsel özellikleri ısrarla vurgulanan (iri kalçalar, büyük göğüsler) küçük kadın heykelleri din oluşumunun ilk işaretleri sayılabilir ve kadının üremeyle ilgili işlevinden dolayı avdaki verimi artırmak için kullandıkları söylenebilir. Ayrıca, bu dönem insanları mağara duvarlarına, kaya yüzeylerine, avladıkları hayvanların resimlerini çizdiler, kazıdılar; bunun avlarını artıracağını düşündüler. ”Eski Taş Devri” (Paleolitik Dönem)in sonlarında son buzullar erimeye başladı ve ormanları, tundraları istila etti. Bu durumda hem av hayvanı sürüleri hem insanlar dağlık mağaraları bırakıp deniz ve nehir kıyılarına, ormanlar içindeki açıklık alanlara dağıldılar. Paleolitik dönemden hemen sonra yer alan bu döneme “Orta Taş Devri” (Mezolitik Dönem) denir ancak; kimi bilimciler bunu da çok kısa süren bir geçiş dönemi olduğu için Paleolitik Döneme dahil ederler. Daha sonra bu dönem yerini “Yeni Taş Devri” (Neolitik Dönem)e bırakır. Bu dönemde doğal olarak yetişen besinler yeterli olmayınca insanlar kendileri besin yetiştirmeye ve bunun gerektirdiği yerleşik yaşam biçimine geçtiler. Böylece toplumsal yaşam ve günümüz uygarlığına doğru hızlı bir gelişim başlamıştır. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Bizim tartışmamızda, tartışma ilerledikçe gerçekten ve bilimden daha fazla uzaklaşıp, fantazi boyutunda savlar üretip. Bu "sav"lar için dayanak istendiğinde "komiklik" yapma girişimleriyle tartışmayı sulandırma çabası bunun karşısında konunun özünden sapmayan insanların gerçekçilik ısrarı vardır. Ben, bu tartışmada iddia ettikleri için talep edilen hiçbir kaynak ve dayanak ortaya koyamayanların durumunu artık anladığımız ve bunu aştığımızı düşünüyorum. Zira bilgi eksikliğinin farkına varan bilimselci arkadaşımızın davranışı doğru ve güzel bir davranışken. "komiklik" (bkz bol smile koyunca komik olur sanma psikozu) yaparak tartışmayı sulandırıp bilgisizliğin üstünün örtülebileceği sanrısı kişinin kendisini komik duruma düşürmekten öte gitmez. Olanda budur zaten. Genel birşeydir **** Bir insan yanlış bir şey iddia ettiğinde doğrusunu kaynağı ve dayanağıyla ortaya koyarsınız. Olgun insanlar böyle bir durumda eksikliğin farkına varır ve bunu gidermeye yönelir. Birde alternatif davranış vardır; oda ***** yapmaya çalışmaktır. neticeisinde ne anlatıldığını anlaşılmaz yazılar çıkar ortaya. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Sayın nikitin kardeşim, sizinle tartışabilmemiz için önce sizin neyi tartıştığınızı anlıyor olmanız gerekiyor. Ben Çanakkale boğazının coğrafi olarak Asya ile Avrupa arasında olduğundan bahsediyorken, sizin "Çanakkale boğazındaki akıntıların Antarktika penguen göçlerine ne etkisi olacak da? Bir etkisi olacağına katılmıyorum" demeniz gibi bir şey... Tartışabileybıl bir ortam oluşturmadık sizinle, kusuruma bakmayınız... Hayvanların beslenme alışkanlıklarını sömürüye örnek göstererek kimin neyi tartıştığımızdan bi-haber olduğu ortaya çıktı. Böyle düşünmenize üzüldüm. Madem ben bu tartışmalarda Fransız kalmakla suçlanıyorum. O zaman çekiliyorum sayın demirefe. Siz neyi tartıştığını anlayan başkalarıyla tartışmaya devam edin lütfen. Umarım tartışmayı takip eden (varsa) forum ahalisi de sizin gibi düşünmüyordur. Yani söylediklerimiz boşunaysa hiç konuşmayalım. Sayın bilimselciyi tebrik ediyorum. Çok erdemli bir davranış gösterdi. Alıntı
Φ nikitin Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Tarihin diyalektiği ile alakalı bir şeyden bahsediyordum. Şimdi demek istediğinizi daha iyi anlıyorum. Teşekkürler. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 bol smile koyunca komik olur sanma psikozu Kendilerine verilen yanıtın kelime ve cümlelerine hiç bakmayıp sadece smilileri görmeyi başarabilenlerden neticeisinde ne anlatıldığını anlaşılmaz yazılar çıkar ortaya. cümlesinden başka yanıt beklenemez zaten. Ama haklı arkadaş... Okursa, bir de kazara anlayıverirse bir de, Allah korusun... Ama iyi taktik, tebrik etmek gerek. Baktın iş sarpa sarıyor, ne dendiği anlaşılmıyor deyip sıyrılmak... Bahane edecek hiç bir şey kalmadı, bir smililer kaldı! Kardeş, sen smili olmayan yere kadar oku, o kadarı bile yeter sana, anlarsan eğer... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Bakın kardeşim, açık seçik, net ve kesin biçimde yazayım; madem sevmediniz, smili koymayayım: En ilkel, hiç kimse ile konuşmamış, adada doğmuş insan, bir taşı bir eline, diğerini öbür eline aldığında, ağırlıklarını kıyasladığı zaman BİLİM yapmaktadır! Fizik biliminin kökeni, onun bu davranışının aynısını yapan ilkel atalarının aynı davranışlarıdır. Bu insan bir hayvanın belli miktar kan kaybettiğinde yaşamını yitirdiğini görüp, kendisinin de kan kaybedebildiğini gördüğünde, fazla kan kaybetmemesi gerektiğini, yoksa ölebileceğini anlamıştır. Bu düşüncesi, TIP BİLİMİnin kökenidir! Bu insan kendisi suyun altında nefes alamıyorken balıkların neden havaya çıkınca öldüklerini illa ki merak etmiş ve balığın suyu ağzına çekip çekmediğini, çekince ne yaptığını incelemeye çalışmıştır. Bu yaptığı, BİYOLOJİ BİLİMİnin kökenidir! Bu insan, yaralandığı zaman acaba yarasına hayvan eti koysa yararı olur mu diye düşünmüş ve bunu denemiştir, çünkü hayvan ile arasında bir çok metabolik benzerlik olduğunu farketmiştir. Bunu yapmakla EVRİM TEORİSİne küçük, küçücük bir başlangıç yapmıştır. Neden hayvanın ve benim kanlarımız kırmızı? Bunu mutlaka düşünmüştür. Neden hava ve su mavi? Bunu da mutlaka ve mutlaka düşünmüştür. Hayatta en önemli şey, hayatta kalmaksa, şu vahşi hayvan yavrularını yese ya, beleşten karnını doyurur, bunu niye yapmadığını da mutlaka düşünmüştür. İşte bu da ETİK BİLİMİNİN temelini oluşturmuştur! Her şey çok BASİT TEMELLERDEN BAŞLAR. HİÇ BİR ŞEY GÖKTEN PAT DİYE İNMEZ! (Bu sefer de büyük fontlara takılıp okumamak için bahane edilecek ama, neyse...) Alıntı
Φ Mouchette Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 Gönderi tarihi: 26 Mayıs , 2009 bravo arkadaşlar konuyu resmen prisoner's dilemma ya dönüştürdünüz ya sonunda. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.