Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 ............... Bunların okumuşlarının yaptıklarına ne diyecekler kafalarının içlerindeki karanlık okusalarda çözülmüyor. ............... bakınız kullandığınız cümleye... Tüm değerler korkularla basitleşmiyor .Gerçekler su götürmüyor. Tüm değerler belli çıkar çevrelerinin oyuncağı oluyor. Toplumda diğer partilere güvensizlikten dolayı "aman canım ne olacak dinden zarar gelmez" diye karanlığa verilen oylarla geldiğimiz nokta bellidir. Bu artık korkuyu geçmiş gün gibi gerçektir. Bu gerçekleri insani haklar , değerler gibi evrensel etiketler yapıştırarak ajite etmek ve yumuşatmak doğru bir davranış değildir. Kimsenin samimi müslümanların baş örtüsü giyimi ve inancı ile ilgili bir sorunu olmaz bu ülkede amaç bellidir ve buna bağlı olarak gelinen nokta da. Dün akşam 5N 1K programında Darwin tartışılıyordu. Bir kısım bilimadamı üzerlerinde uygulanan baskıdan ötürü programa katılmak istememiş. Şimdi bu gelinen noktaya bakılıp halen korku olduğunu söyleyebilir misiniz bir önceki iletinizde dediğiniz gibi ; "tabi tabi size göre herkes şeriatçı" Bilim teknik dergisi hem benim bilim çocuk da çocuklarımın düzenli olarak takip ettiği bir dergiydi. Şimdi bu dergiyi almaya devam etsem mi etmesem mi diye düşünmek zorunda kalıyorum ve bu da bu ülke ve benim için çok acı veren bir durum. Bakınız dostum,bilmelisiniz ki bu tür sansürleri onaylamak hiçbir mantığın karı değil.Düşünün ki,yasaklanan düşünceler ve bu yasaklanan düşünceleri haklı kılmaya çalışılan korkular. Basitleştiriyor dedim,demeye devam edeceğim.Siyasi partiler de dahil olmak üzere söz konusu olan çıkar ve dengeler,istenen toplum yada ülke,buna göre resmedilen profiller. Aklı başında olan herkes,farkındadır yaşananların dünü ve bugününe. Darvin Teorisi yada başka bir teori,düşünce...kesinlikle yasaklanamaz,isteseniz de bunu yapamazsınız.Bugün bu yaşananlar,dünden kalan iktidarlığın bugün başka bir mahalda,başka bir surette size ve değerlerinize olan tahammülsüzlüğüdür. Bakın,ben hiçbir siyasi partiye,bizi başklaştıran hiçbir şeye kendimi vermem.Samimi değller,benim değiller.Bilirim ki;dilim,dinim,değerlerim onlar ve çıkarlarıyla birer basitlik olmuştur. Yine aynı şeklide,farkındalıklara rağmen;hak ve özgürlükleri bu denge ve çıkarlarla değerlendirmek de kesinlikle doğru değildir.Korkular gerekçem olamaz. Bu dünya sadece benim değil,sizinde değil.İnsan gerçeğinde farklı olmak yatar.Bize düşen bu farklılıkları aynı çıkarlarda,temel hak ve hürriyetlerin sınırlıklarında belirlemektirt. İlk alıntıladığım cümleniz,ikinci alıntıladığım cümlelerde ki düşüncelere ters. İsterim ki,hiçbir korku yada telaş...başka insanlara kendi düşüncelerimizle haksızlık yapmasın... Zamanım dar,onun için ancak bunları yazdım.Umarım ne demek istediğimi az da olsa anlatabilmişimdir.saygılar! Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Başbakan geçtiğimiz günlerde bir konuşmasında, "TC bizim dönemimizde meşruiyet kazandı" dedi... Bazıları bu sözcüğün yasallık olarak günümüze uyarladılar, ne yani daha önceki hükümetler yasal değil miydi dediler... Fakat yanıldılar... Meşruiyet, yasallık anlamında değildir... Meşruiyet, şeriatın izin verdiği, şeriata uygun, demektir... ÖZETLE, BAŞBAKAN TÜM ULUSUN DUYACAĞI BİÇİMDE "TC'Yİ, DÖNEMİMİZDE ŞERİATE UYGUN HÂLE GETİRDİK..." DEDİ... HAKSIZ MI ? Yani başbakan doğru söylemedi mi? Alıntı
Misafir semAzen Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 bakınız kullandığınız cümleye... . . . Zamanım dar,onun için ancak bunları yazdım.Umarım ne demek istediğimi az da olsa anlatabilmişimdir.saygılar! Yukarıda yazdığım hiç bir ileti birbirine ters değil.Verdiğiniz cevaplardan konuyu tam özümseyemediğiniz belli oluyor. Uzun alengirli cevaplar yazıp hiç bir şey anlatamamak bu olsa gerek. Bakın başka bir forumda şöyle bir yazı yazmıştım. Zaman oku ile ilgili dikkatli okursanız anlayabileceğinizi düşünüyorum .Biraz değiştirerek buraya aktarıyorum. 1400 sene önce yazılmış dogmaları insan hakları , özgürlük diye dayatan zihniyetlerle , bunun aksini düşünen zihniyetleri bir terazinin iki kefesinde olduğunu varsayalım. Bu statik bir durumdur oysa yaşam bir süreç olup dinamiktir. Zaman, termo dinamiğin ikinci yasasına göre tek yönlüdür..Yani doğada kendiliğinden olan olaylar "tersinmez". Bu durum burada savunulan iki görüşün davranışları açısından değerlendirildiğinde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konuda önemli olan zaman okunun yönüdür. Zaman okunun yönü , bu davranışların birbirine göre "ileride-geride " olma durumunu belirler.Geçerli davranış biçimi "ileri" durumda olduğundan ," haklı" davranış biçimi de o olacaktır. Zaman okunun hangi kefeden hangi kefeye olduğu nasıl saptanacaktır? Yaşam süreci bakımından bu okun yönü daima "geçmiş" düşünce ve yaşam biçiminden ya da kültüründen "çağdaş" düşünce ve yaşam biçimine yada kültürüne doğrudur. Örneklemek istersek; enerji keşfedilmemiş olsaydı buna bağlı olarak motorlu araçlar keşfedilmemiş olsaydı, bugün yaşamımızda trafik kuralları olmazdı. vs...... Kısacası ,çağdaş düşünce ve yaşam biçimi, bilim ve ona bağlı olarak teknolojinin üretildiği yerdeki yada toplumlardaki düşünce ve yaşam biçimidir. Zaman okunun yönünde ya da ucundaki ,yani düşünce ve yaşam biçimini hedeflemek " doğru" bir davranış biçimi iken , bunun tersini hedeflemek "yanlış" bir yaşam biçimidir ve ikincisi "dayatmacılığa" girer. Yani sizin dediğiniz gibi geriye gidişi destekleyen her görüş saygıya değer değildir ve bunları insan hakları , yok efendim insani değerler adına desteklemek insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bunun aksini idda etmekte yasakçı ve sansürcü zihniyet olmadığı gibi , korku ve telaşla da alakalı değildir. Sadece görünen köy için klavuz kullanmadığımızı gösterir. 1 metre önümüzü değil gelişmek için 100km öteyi görmek gerekir. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Amacin,devleti kücük düsürmek,devleti zorba göstermek,devleti suclu ilan edebilmek oldugu ve belirli bir kesimin bu hedefe kilitlendigi gercegini asla gözden kacirmamaliyiz.Demokrasi,özgürlük ve insan haklari bu kesimin agzinda sadece sloganlasmis kliselesmis laflardir,cünkü bu sloganlarla hedefe yürümektedirler.Bu sloganlardan birkac örnek verirsek durum daha acikliga kavusur saniyorum;"Türban kisisel tercihtir yasaklanamaz-Müslümanlara baski var."gibi sloganlar aslinda hedefin ne oldugunuda aciklamaktadir. 1923 tarihinde Ortacag kapanmis Türkiye'nin önünde cagdasliga götüren yol acilmistir.Bir kisinin iktidari gitmis halk iradesi gelmistir,Halk'in olmasi gereken irade 1950 yiliyla yine el degistirmistir.Bugün cekilen zorluklarin temelinde halka cok görülen egemenlige halkin sahip cikamamasi ve kendini sömürtmesi yatar. saygilarla Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Yukarıda yazdığım hiç bir ileti birbirine ters değil.Verdiğiniz cevaplardan konuyu tam özümseyemediğiniz belli oluyor. Uzun alengirli cevaplar yazıp hiç bir şey anlatamamak bu olsa gerek. Bakın başka bir forumda şöyle bir yazı yazmıştım. Zaman oku ile ilgili dikkatli okursanız anlayabileceğinizi düşünüyorum .Biraz değiştirerek buraya aktarıyorum....... Lütfen öncelikle konuyu özümseyemediğime dair düşüncelerinizi doğrular mısınız?Bu şekilde gelen eleştirinin muhattabı olarak bunu sizden rica edeceğim. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 15 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 15 Mart , 2009 korku ve telaşla da alakalı değildir. Son derece yerinde ve doğru bulduğum bu belirlemeler içinden, bu cümle ile ilgili görüş geliştirmek istiyorum. Bu korku edebiyatı artık çok bayatladı. "Kürtlerin Kürtçe konuşmasından niye korkuyorsunuz?" "Kızların başını örtmesinden niye korkuyorsunuz?" Kimselerin bunlardan korktuğu filan yok. Demirden korksak trene binmezdik. Bir tane de bu ikisini birlikte dillendirmeyen birini bir görebilsem! Boşuna demedik bu ülkede dinsel bölücülük ile etnik bölücülük evlendirildi diye... Bu işin korku ile zerre kadar alakası yok. İlkeler vardır, temel ilkeler... İlkeler vazgeçilmezdir. Bir şeyin temel ilkelerinden taviz vermek demek, o şeyi ellerinle teslim etmek demektir. Konu tamamen ilkelerin korunmasıdır, başka hiç bir şey değil, korku hiç değil... Eğer ilkeleri korumaktan öte aşırı tepkiler (*) olmuşsa, ki tabii olur, insanlık hali bu... Etki tepki zaman içinde bir dengeye gelecektir. Unutmayın ki çok zaman önce değil, çok yakın geçmişte cebinde döviz bulunan hapse girerdi. Telsiz yasaktı, telsiz! Telsiz suç aletiydi! Öyle ruhsatsız filan değil, kullanamazdınız! Öyle her şey pat diye bir anda rayına girmiyor. Bazı süreçlerden ister istemez geçiliyor... (*) Aşırı tepkilerden kastım, Kürtçe konuşmayı gündelik hayatta yasaklamak, başörtülü anneyi mezuniyet törenine almamak gibi gereksiz provakasyonlar. Bunlar döviz gibi, telsiz gibi zamanla düzelip ortadan kalkacak palyatif olaylardır. Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 16 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 16 Mart , 2009 AKP'li vekilden şok sözler 'Bu adam, sizin ve benim gibi hayvanların rahat yaşaması için babasını toprağa veren kişidir' BANDIRMA(Balıkesir), (DHA) AKP Balıkesir Milletvekili Cemal Öztaylan, partisinin düzenlediği aday tanıtım töreninde, AKP'den Bandırma Belediye Meclisi 1'inci sıra adayı olan, babası ve ağabeyi şehit olan Celil Karabıyık, ?Bu adam, sizin ve benim gibi hayvanların rahat yaşaması için babasını toprağa veren kişidir? diyerek tanıttı. Geçen yılın Ağustos ayında türbanlı milletvekili eşleriyle ilgili haberlere ?Sana ne lan benim karımın başından? diye tepki göstermesiyle tanınan AKP Balıkesir Milletvekili Cemal Öztaylan, partisinin Bandırma İlçe Teşkilatı tarafından geçen şubat ayında düzenlenen aday tanıtım toplantısında yaptığı konuşmayla yine dikkat çekti. ?Ağabeyim? dediği, babası ve ağabeyi şehit düşen Celil Karabıyık'ı partilere ?Ağabeyim, sizin ve benim gibi hayvanların rahat yaşaması için babasını toprağa veren kişidir? diye konuştu. Bugüne kadar şehitler üzerinden siyaset yapmadığını ancak bundan sonra yapacağını açıklayan Öztaylan, milletvekili adayı olduğu gün, Gönen'de bir şehit cenazesine gittiğini anlatırken şöyle dedi: ?Şehit cenazesinde namazını kıldım. Üç tane leylek cami bahçesindeydi. Yemin ediyorum. ?Şak şak şak? diye bağırıyorlar. ?Allah, Allah? diye zikrediyorlardı. Cenaze namazı ardından oradakiler tarafından alkış koptu. Baktım ki biz neyiz ya! Biz Komünist miyiz dedim yav. Bolşevik miyiz? Allah diyor ki peygamberlikten sonra insanlara bahşettiğim en yüce makam şehitliktir. Bir baktım şehit cenazesinde alkış yapılıyor. Biz ve Türk ve Müslüman değil miyiz? ?Bu bize yakışır mı ulan' dedim. Ondan sonra bir baktım beni tenkit ettiler. Bakın Bandırma Belediye listesi yapıldı. Listenin başına ağabeyimi koydum. Kim ne derse desin. Kim ne söylerse söylesin. Ama o benim ağabeyim. Bu toprak için, sizin ve benim gibi hayvanların rahat yaşaması için babasını toprağa veren, şehit bayrağını tabutundan alan, Diyarbakır'da şehit olan ağabeyini benimle beraber mezara indiren, kardeşinin sarılı olduğu Türk bayrağını tabutundan alan Celil ağabeyimi birinci sıraya koydum. Bandırma'nın şerefidir bu adam.? Belediye başkanlığı yaptığı dönemde hakkında çok sayıda dava açıldığını belirten Öztaylan, bu konuda, ?Bu davalar neden var biliyor musunuz? Cumhuriyet Meydanı'nda çınar ağaçlarını budadığımdan, Atatürk'ün etrafını mermer kapladım diye var. Ayıp değil mi ulan bunlar. Adam utanır be. Cevap vermeyeceğim. Ama cevap vermezsem ?korktu' diyecekler. Ben demirden korksam trene binmem. Allah'a bir can borcum var. Başka kimseye borcum yok. Çamur at izi kalsın. Yav kardeşim, yapma. Bunları söyleme? diye devam etti. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 16 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 16 Mart , 2009 . . . kimseye borcum yok. Çamur at izi kalsın. Yav kardeşim, yapma. Bunları söyleme? diye devam etti. Hem lan hem Allah kelimeleri birbirine ne kadar zit degil mi,ne ilgincki bu kelimeleri AKP'liler özelliklede basbakanlari cok kullaniyor.Artizlik yapma lan!gibi.Iste bizim siyasetcilerimiz demiyorum,iste AKP liler diyorum. saygilarla Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 16 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 16 Mart , 2009 ...................... 1400 sene önce yazılmış dogmaları insan hakları , özgürlük diye dayatan zihniyetlerle , bunun aksini düşünen zihniyetleri bir terazinin iki kefesinde olduğunu varsayalım. Bu statik bir durumdur oysa yaşam bir süreç olup dinamiktir. Zaman, termo dinamiğin ikinci yasasına göre tek yönlüdür..Yani doğada kendiliğinden olan olaylar "tersinmez". Bu durum burada savunulan iki görüşün davranışları açısından değerlendirildiğinde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konuda önemli olan zaman okunun yönüdür. Zaman okunun yönü , bu davranışların birbirine göre "ileride-geride " olma durumunu belirler.Geçerli davranış biçimi "ileri" durumda olduğundan ," haklı" davranış biçimi de o olacaktır. Zaman okunun hangi kefeden hangi kefeye olduğu nasıl saptanacaktır? Yaşam süreci bakımından bu okun yönü daima "geçmiş" düşünce ve yaşam biçiminden ya da kültüründen "çağdaş" düşünce ve yaşam biçimine yada kültürüne doğrudur. Örneklemek istersek; enerji keşfedilmemiş olsaydı buna bağlı olarak motorlu araçlar keşfedilmemiş olsaydı, bugün yaşamımızda trafik kuralları olmazdı. vs...... Kısacası ,çağdaş düşünce ve yaşam biçimi, bilim ve ona bağlı olarak teknolojinin üretildiği yerdeki yada toplumlardaki düşünce ve yaşam biçimidir. Zaman okunun yönünde ya da ucundaki ,yani düşünce ve yaşam biçimini hedeflemek " doğru" bir davranış biçimi iken , bunun tersini hedeflemek "yanlış" bir yaşam biçimidir ve ikincisi "dayatmacılığa" girer. Yani sizin dediğiniz gibi geriye gidişi destekleyen her görüş saygıya değer değildir ve bunları insan hakları , yok efendim insani değerler adına desteklemek insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bunun aksini idda etmekte yasakçı ve sansürcü zihniyet olmadığı gibi , korku ve telaşla da alakalı değildir. Sadece görünen köy için klavuz kullanmadığımızı gösterir. 1 metre önümüzü değil gelişmek için 100km öteyi görmek gerekir. Değerli forumdaşım, Yanılmıyorsam biz burada sansürcü zihniyetlerin tahammülsüzlüğü hakkında ki düşüncelerimizi paylaşıyorduk.Konunun özü buydu. Özüne dair yazdıklarımın özeti;kendisi dışında olmayanları sansürleyen,yok sayan bu zihniyetler hiçbir şekilde hoşgörülemez. Dostum,tüm yazdıklarıma "çok şey yazıp birşey anlatamamak bu olsa gerek" şeklinde bir cümle ile yaklaşmanız,özür dilerim sizin beni anlamadığınız anlamına gelir.Ben burada bir dini,ideolojiyi yazmadım.Kimsenin bayraktarlığını yapmadım.Siz dediniz ki; .............. Bunların okumuşlarının yaptıklarına ne diyecekler kafalarının içlerindeki karanlık okusalarda çözülmüyor. ........... ben de dedim ki,duralım burda.Bunu söylemeye kimin hakkı olabilir ki? Bakınız,bunu ikinci defa yazıyorum.Birileri kalkıp diyor ki;"yok efendim bu Darvin bize uymuyor,basalım sansürü" .Bunun adı nedir? Bana sorarsanız cehalettir,tahammülsüzlüktür,haddini bilmemezliktir.Hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz.Darvin Teorisinin doğruluğu yada yanlışlığı değil,sadece bu yasakçı zihniyetin kendini bilmezliğidir bu ayıbı meşrulaştırmayan. Daha önce korku demiştim.Yazdıklarınızı okuyunca,yine korku dedim.Çünkü,siz dediniz ki;"kimsenin örtüsüyle değil sorunumuz,sadece yapılmak istenenlerle..." Bu bir korkudur. Bana özümseyemediğiniz dediğiniz tüm düşüncelerin temelinde korkularınız var.Haklı yada haksız. Değerli forumdaşım. Ben burada İslam'ı değil,sadece insani hak olarak kişinin kendi kıyafetini seçmede ki özgürlüğünü yazdım.Vicdan özgürlüğünü de değil,sadece bir kadın olarak kendi özgürlüğümü. İran'da kadınlar örtülere mecbur bırakılırken,benim ülkemde o örtülere el uzatılıyor.Soruyorum,bir kadın ve insan olarak;hangi hak? Siyasiler elinden bir araça dönüşmüş bu örtü.Namus denilen bir kavramın,cehaletin belki de çoğu zaman zorbalığın silahı oluvermiş bu örtü... BENİ İLGİLENDİREN BU LANET OLSAI HESAPLAR DEĞİL,SADECE AMA SADECE İNSAN! İNSANI YOK SAYAN,KENDİSİNE VE DÜŞÜNDÜKLERİNE YASAKLAR KOYAN ZİHNİYETİN SONUNA KADAR KARŞIYIM. ............ Siz diyorsunuz ki; "1400 sene önce yazılmış dogmaları insan hakları , özgürlük diye dayatan zihniyetlerle , bunun aksini düşünen zihniyetleri bir terazinin iki kefesinde olduğunu varsayalım." Evet,varsayalım.Ama öncesinde kendi düşündüklerimizi bir tarafa bırakalım.Terazinin doğru işlenmesi,tarafların ağırlığına sizden birşey katılmamasına bağlıdır. Örneğiniz biraz ağır geldi.Anlamak için bir daha okumalıyım.Güzel bir örnek Dinin kendisini açıklayacak kadar bilgili değilim,bilmediğim bir konuda atıp tutmak gibi bir derdim de yok,ki haddime düşmez. Ama ileri-geri,çağdaşlaşma konularında ekleyeceklerim var...şimdilik hoşçakalın. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 17 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 17 Mart , 2009 1400 sene önce yazılmış dogmaları insan hakları , özgürlük diye dayatan zihniyetlerle , bunun aksini düşünen zihniyetleri bir terazinin iki kefesinde olduğunu varsayalım. Bu statik bir durumdur oysa yaşam bir süreç olup dinamiktir. Zaman, termo dinamiğin ikinci yasasına göre tek yönlüdür..Yani doğada kendiliğinden olan olaylar "tersinmez". Bu durum burada savunulan iki görüşün davranışları açısından değerlendirildiğinde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konuda önemli olan zaman okunun yönüdür. Zaman okunun yönü , bu davranışların birbirine göre "ileride-geride " olma durumunu belirler.Geçerli davranış biçimi "ileri" durumda olduğundan ," haklı" davranış biçimi de o olacaktır. Zaman okunun hangi kefeden hangi kefeye olduğu nasıl saptanacaktır? Yaşam süreci bakımından bu okun yönü daima "geçmiş" düşünce ve yaşam biçiminden ya da kültüründen "çağdaş" düşünce ve yaşam biçimine yada kültürüne doğrudur. Örneklemek istersek; enerji keşfedilmemiş olsaydı buna bağlı olarak motorlu araçlar keşfedilmemiş olsaydı, bugün yaşamımızda trafik kuralları olmazdı. vs...... Kısacası ,çağdaş düşünce ve yaşam biçimi, bilim ve ona bağlı olarak teknolojinin üretildiği yerdeki yada toplumlardaki düşünce ve yaşam biçimidir. Zaman okunun yönünde ya da ucundaki ,yani düşünce ve yaşam biçimini hedeflemek " doğru" bir davranış biçimi iken , bunun tersini hedeflemek "yanlış" bir yaşam biçimidir ve ikincisi "dayatmacılığa" girer. Yani sizin dediğiniz gibi geriye gidişi destekleyen her görüş saygıya değer değildir ve bunları insan hakları , yok efendim insani değerler adına desteklemek insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bunun aksini idda etmekte yasakçı ve sansürcü zihniyet olmadığı gibi , korku ve telaşla da alakalı değildir. Sadece görünen köy için klavuz kullanmadığımızı gösterir. 1 metre önümüzü değil gelişmek için 100km öteyi görmek gerekir. Dostum bireysel özgürlüklere konu olan eylem , yaşam biçimi vs nin dogma ya da bilimsel bilgiye dayanması gerektiği gibi bir kaide yoktur. Özgürlüklerin tanınması veya reddedilmesindeki kriterde bu saydıkların olamaz. Tek kriter vardır, başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde bitmesi. Bir insanın nasıl yaşayacağı onun tercihidir. Onun yaşamını çağdaş, ileri, geri bulup bulmamakta değerlendirenin tercihidir. Ama yaşamını veya yaşam tarzını çağdaş olmadığı gerekçesiyle dikte yoluyla değiştirmek imkansız olduğu gibi değiştirmeye çalışmakta pek ilericilik değildir. Zaten başarı şansıda yoktur. Necibullah denemiştir ama başaramamıştır. Çağdaş bir toplum için , çağdaş bir altyapı sağlanmadıkça da imkansızdır. Senin ortaya koyduğun formel bakışı anlıyorum. "Kadınların örtünmesi bir özgürlük olamaz, olsa olsa özgürlüğün kısıtlanması olabilir. Kadınları çağdaş yaşamdan uzaklaştıracak unsurlar özgürlük olarak tanınamaz, özgürlük adı altında sunulması yanlıştır" çıkarımını yaptım ben yazdıklarından. İlk önce üniversitelerdeki türban sorunun temelinde türban takan genç kızların çağdaş yaşamdan uzaklaşacakları korkusu yatmıyor. 1982'de kesin olarak yasaklanmasının sebebide bu değil. Zira yasaklayan cunta aynı zamanda, liderinin bir elinde kuranla meydanlarda kitlelere hitap ettiği, mevcut sayıdan kat kat fazla imam hatip okulları açan, tarikatların ve cemaatlerin önünü açan cunta. Çağdaşlaşma ve çağdaş düşünce gibi değerlerle uzaktan yakından alakası olmayan bir kadro. 1982'de türbanı yasaklayan YÖK. Bu ülkede üniversitelerin aydınlığın, çağdaşlığın, ilericiliğin mevzileri olmasına karşı kendini siper etmiş bir YÖK. Üniversite eğitimini bilimsellikten, çağdaşlıktan hayli hayli uzaklaştıran YÖK. Sanki gençlerin çağdaş düşüncelere sahip olmasına, çağdaş beyinler taşımasına kendini adamış bir kurum olarak kuruldu da YÖK. Bu güdüyle yasaklamış olsun türbanı. Burada simgesel bir durum söz konusu. İşin özgürlükler boyutuna gelirsek, büyük bir zihin karışıklığı görüyorum. Misal bize forumda ABD'de ırkçıların bile ırkçı görüşlerini yasal alanda rahatça yayabildiğini, örgütlendiğini. ABD'nin özgürlükler ülkesi olduğunu. Zaten düşüncelerin yasaklanmaması gerektiğini, yasaklanarak engellenemeyeceğini ballandıra ballandıra anlatan arkadaşımız. Konu Türkiye olunca, Türbanın üniversitelerde serbest olmasına karşı çıkabiliyor. Ya da tam tersi, ateist olduğunu beyan ettiği için Aziz Nesin'e yapılanları meşru bulma noktasında olan. Ya da Üniversite'de ramazanda kantinde yemek yediği için, bir genci öldürebilen zihniyete sahip kimseler. Türban yasağını bir insan hakları ihlali ve inanç özgürlüğüne darbe olarak tarif edebiliyor. Üniversiteye gelen türbanlı genç kız. Arama noktasında başını açıp içeri öyle girdiğinde bir dakika öncekinden daha farklı bir beyne mi sahip olacak ? O kızın başı kapalı olarak üniversiteye girmesi, o kurumu bilimsel ve çağdaş olmaktan çıkarabiliyorsa o kurumu zaten kapatalım. Derslere girmek için kampüste bulunduğu zamanlarda başını açması sonra yine hayatına başı kapalı olarak devam etmesi o genç kızın, gerek o üniversitenin gerekse, ülkenin çağdaş ve bilimsel kalmasını sağlayacaksa, o ülkeyi de bir daha gözden geçirelim. Ülkenin en önemli siyasi liderleri, en önemli hukukçuları, en önemli akademisyenleri, türbanlı genç kızların kampuse başlarını açarak mı yoksa kapayarak mı gireceklerini birincil gündem olarak tartıştıysa, ve ülkede böyle bir başlık temel siyasi kutuplaşmalardan birisi haline geldiyse. Zaten o ülkede çağdaş düşünce ve bilimsel bakış dünyayı bir yirmi yıl geriden takip ediyor demektir. Mesele, türbanın siyasal islamın toplumsal dönüşüm için bir bayrak ne bileyim Amerikan Devrimi'ndeki "Çay Vergisi" gibi bir simge olarak kullanması. Buna karşı bireysel özgürlükler ile siyasal islamın manevralarını birbirinden ayıracak siyasa geliştiremeyen kesimin, ikisini bir ilan edip toptan bir karşı koyuş sergilemesi meselesidir. Türbanın siyasal islam için "ideolojik mücadelede kavramlar ve sembollerin önemi" yasası gereğince kullanıldığı açıktır. Başbakan'ın Ramazan Bayramı/Şeker Bayramı şeklinde yarattığı polemik gibi. Uzun süredir dikkatimi çeker "hayırlı sabahlar, hayırlı akşamlar - günaydın, iyi akşamlar," şeklinde dilde ayrım oluşması gibi. Elbette bu yasadır. İdeolojik mücadelelerde kavramlar ve semboller oldukça etkili ve önemlidir. Türbanın da böyle bir misyon taşıdığı aynı zaman da açıktır. Fakat bu bireysel özgürlük boyutunu yadsıamayı ve reddedişi getirirse.bir, maçı siyasal islamın istediği sahada oynamayı kabul anlamına gelir. İkincisi, türbanla üniversiteye gelen genç kızların da birer insan olduğunu yok saymak anlamına gelir. İnsanların hayat tarzlarının doğruluğu, yanlışlığı, ileri veya geriliği başka bir konudur. Yaşadıkları hayat tarzlarını yaşabilmeleri başka bir konudur. Bu noktayı kabul edip, işin ikinci boyutu olan yani "başkasının özgürlüğünün başladığı yerde kişinin özgürlüğünün bitmesi" gerektiğinide unutmadan tabiki. Üniversite'ye türbanla girebilmenin özgürlük olması gibi, daha lise çağına erişmeden aile baskısıyla örtünen genç kızların özgürlüğününde göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlayarak. Zira onlarında sayısı muhakkak türbanla üniversiteye giremeyen genç kızlar kadar vardır. Alıntı
Misafir semAzen Gönderi tarihi: 17 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 17 Mart , 2009 Sayın cyrano bireysel özgürlüklerini insan ,dayandığı dünya görüşüne göre belirler. Bu ya dogmalara dayanır ya da çağdaş düşünce biçimlerine. Başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde benim ki biter bu konuda hemfikiriz. Benim anlatmaya çalıştığım zaman hep ileri gider. Din eksenli bir yaşamı özgürlük olarak addediyorsanız gelişme mümkün değildir. Çünkü din eksenli bir yaşamın ve getirdiği kuralların değiştirilmesi veya tartışılması mümkün değildir. Bu kurallara ya uyacaksınız ya uyacaksınız. İsteyen herkes kendi dünya yaşamını dinsel hükümlere göre uyarlar ve yaşar bu onun hakkıdır. Ama isteyenherkes de dünya yaşamınıdin hükümlerinin dışında yaşar kimsenin bu ikitarafa da söyleyecek bir şeyi olmamalıdır. Biri ötekiden daha değersiz yada daha değerli değildir. Ancak bilim , sanat , kültür gibi etkinlikler din eksenli bir yaşamın kabul edildiği bir ortamda yeşermez .Bunun örnekleri hepimizin gözleri önündedir. YOK sadece türbanı değil bu toplumdaki gençleri apolitize ederek bilimsel düşünmeyi ve araştırmayı da bir anlamda yasaklamıştır. 1950 lerden beri gelişen ve sistematik olarak uygulamaya konan olay farklıdır. Ve yukarıda söylediğim gibi bunun korku ya da teleşla alakası yoktur. Tamamen din eksenli bir yaşamı hayata geçirmek ile alakalıdır. Bakın namaz kılmayan eşi boşa konusundabir yazı yazdım. Diyanet işleribakanlığında oluşturulan bir birim ile alakalı . Tamamen bilimsel eğitim gerektiren konularda verilen öğütleri bir okuyun ve burası devlet kurumu, yerleştirlen ve önerilen dinsel çözümler. Çocuklarımızı ve gençlerimizi iyi ve doğru yetiştirmek istiyorsak bilimsel kültürü vereceğiz , bilimsel düşünmeyi öğreteceğiz. Deniyor ki "okuma hakları elelrinden alınıyor "dogmalarla beyni daha ufak yaşlarda yıkanan adamların oturtmak istedikleri sistem ve yaptıkları ortada. Karanlık çözülmüyor kafalarında , belli bir kesimi kullanarak bunu genele yaymaya çalışıyorlar. Bakın okullarda idari kadrolara yükseltilen öğretmenlerin branşlarını sorgulayın. % 90 I DİN ÖĞRETMENİ. Bugün bakan Çelik şunu söylüyor : "Bu adamlar gelirse okullarda darwin öğretilecek ama darwin Türklerin aşağılık bir ırk olduğunu söylüyor" Bu adam mili eğitim bakanı. Ve halen sayın mavi korkudan sözediyor. Fazla Ahmet Altan okuyor sanırım. Diğer alanlarda getirilen müthiş kadrolaşmaları saymıyorum bile adli tıptan tutun da ekonmik alanlardaki kendi gibi olmayanlara iş vermeme durumlarını hele hiç saymıyorum . Ramazan aylarında oruç tutmayanlara yapılanları söylememe gerek var mı? Şimdi hal böyle olunca kim kimin özgürlüğünü kısıtlamış oluyor. İkisini bir arada yaşamasını sağlayacak siyasayı geliştirecek olanlar kimler ? Yapılan ihtilaller ve alınan kararlara ve bu ülkeyi yöneten kadrolara bakıldığında nurcuların çok yoğun bir ağırlık teşkil ettiği görülür ki. Burada suçlanacak olanlar laik cumhuriyeti ve bilimsel yaşamı korumayı isteyen bizler değil, din eksenli yaşama bizi adım adım götürecek olan iktidarlar , bunları seçenler ve dolayısıyla bunları insani değerler ve insan hakları diye meşrulaştırıp yumuşatmaya çalışanlardır. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 semAzen'in son derece yerinde belirlemelerini takdirle izliyorum. Diğer yandan bir türban konusunun bu ülkede netleşememesi o kadar acayip bir şey ki, bu ülkenin fikir ve düşünce tarlası bu kadar mı çorak, inanmak zor geliyor. Bu ülkede türban yasağı diye bir şey yoktur. İsteyen traktörle tarla sürmenin haram olduğuna inanır, isteyen keçi sütünden başka içeceğin haram olduğuna inanır, dağ başında yaşar. Bunlar kimsecikleri ilgilendirmez. İsteyen asansöre binmenin günah olduğuna inanır, merdivenleri çıkar. İstiyorsa tarağına takılan saçları bile erkeklerin görmesinin maazallah kadını öte tarafta cayır cayır yakacağına inanır, şimdiden tarağındaki saçlarını sobaya atıp kurtulacağını düşünür. Daha istiyorsa kadının saçının erkek nazarı temas eylediği anda maazallah alev alacağına inanır. Bu inançlar da kimsecikleri ilgilendirmez. Biz türban yasağı kalkmasın diye bir savunu hiç yapmadık, çünkü türban yasağı diye bir şey yok. İsteyen istediği biçimde giyiniyor, kimse karışmıyor. Siz hiç köşelerde bekleyip türbanlıların başından türbanlarını çeken biri gördünüz mü? bazı aklıevvel mezuniyet törenlerine başörtülü anneyi almayan aşırıları gözardı ediyorum. Böyle aklıevveller her yerde çıkabilir ve bazen etkilerin şiddeti tepkilerin de şiddetini doğru orantılı olarak artırabilir. Yasak yoksa olan nedir? Yönetmeliklerdir. Hemşireye kep giyme, memura kravat takma, mühendise ve teknisyene baret takma, işçiye maske takma, motosikletliye kask takma gibi zorunluluklar getiren yönetmelikler varsa, bu da böyle! Bu yönetmelikler nasıl hakime kafasına sarık sarıp duruşmaya çıkma, savcıya kippa giyip ya da haç takıp duruşmaya çıkma izni vermiyorsa, dini simge kullanımını ayrımcı buluyorsa, türban da aynı! Bu bir yönetmelik işidir. Yasa ile, hele anayasa ile kıyafet düzenlemeye kalkmak, insanı uygar dünyaya kepaze edecek bir rezalettir. Biz buna karşı çıktık. Önce anayasa maddesi koymaya kalktılar, komik oldular. Yasaya razı oldular, bunun da olamayacağını lisanı münasiple tefhim ettik. (Belki bu dilden anlarlar diye Osmanlıca yazıyorum.) Bu sefer "yaptırmıyorlar, ettirmiyorlar" diye sızlanıp işi oya tahvil ettiler. Bu bu kadar basit yani, ne özgürlüklerle, ne bir şeyle alakası var. Maksadın üzüm yemek olmadığını, bağcıyı dövmek, mümkünse kovmak ve bağa el koymak olduğunu artık sağır sultan da duydu, embesil sultan da anladı... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 bakan Çelik şunu söylüyor : "Bu adamlar gelirse okullarda darwin öğretilecek ama darwin Türklerin aşağılık bir ırk olduğunu söylüyor" Bu adam mili eğitim bakanı. Vah Türkiye, vah ki vah... Koskoca kabine üyesi, hem de en önemli bakanlık koltuğunu işgal eden böyle de, entelektüeli farklı mı? Kelli felli, gazetelerde köşe tutmuş, aklı başında sandığın adamlar, "ha İran'da polisin başı açık diye kadın tutuklaması, ha üniversitelere başörtülü alınmaması" diyebiliyorlar. Ben dünyada bundan yoz bir ülke daha tasavvur edemez oldum... Bu fikir zavallılığına inanmakta güçlük çekmekteyim... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 örnek gösterilen olaylar arasında ilgi, alaka, bağ bulunması gerekir ki. yazılanlar mantıklı olsun. Üniversite öğrencisi, işçi, hemşire, hakim, savcı, mühendis değildir. Hizmeti veren kimse değildir hizmeti alan kimsedir. Üniversite öğrencileri, bir yerin işçisi, memuru, çalışanı, emir altındaki personeli değildir. Devlet kendi bünyesinde hizmet verenlerin, giyimine kuşamına, yaşamına, davranışlarına karışabilir. Zira onlar devleti temsil etmektedirler ve bu iş için para almaktadır. Üniversite öğrencileri ise dediğim gibi hizmet veren değil, hizmet alan kimselerdir. Kişi kendi kafasında üniversite öğrencilerini, bir hakimle, bir işçiyle, bir mühendisle , bir hemşireyle aynı statüde görüyorsa. Üniversitelere bakışındaki ufkuda ancak o kadardır. Neyin çarpıtma çabasıdır bu ? Türban yasağı bir yasak değilmiş ? Sen üniversite kampusune girmek istiyorsan başını açacaksın demek yasak değil mi ? "Yasak yoksa olan nedir. yönetmeliklerdir" artık cümle kurarken dahi mantık sınırlarında kalamamanın belirtisi. Bu ülkede en yaygın yasaklama yönteminin yönetmelikler olduğu ortadayken bu kurulan cümleyi asgari mantık yönünden inceleme gereği duymuyorum. Yine tekrarlıyorum, nasıl bir çapraşık zihniyet ki bu. ABD'de ırkçıların, klancıların serbestçe propaganda yapabilmesini, simgelerini ve sembollerini heryerde istediği gibi kullanabilmesini "özgürlük" olarak görür. Yok efendim yasaklamak yanlıştır diye vaazlar verir. Kendi ülkesinde üniversitelerde türban yasağına gelince, özgürlükten bile saymaz. Ayakları türkiye de, kalbi hala Amerikan özentiliğinde olan yurdum dinazor ilerici geçinen gericilerinin klasik açmazlarındandır. Nesilleri gün geçtikçe tükenmektedir. Uygar dünyaya kepaze olmakmış. Uygar dünyanın acaba hangi ülkesinde böyle bir uygulama var ? Uygar dünyanın hangi ülkesinde devlet üniversitelere öğrencilerinin neyi giyip neyi giyemeyeceğine kadar karışabiliyor ? Yine bu dinazorların büyük açmazıdır. Bir yandan dillerinden "uygar dünya" lafını eksik etmezler. Diğer yandan savunduklarının uygar dünya da yeri ve örneği yoktur. Diğer bir deyişe ne söylüyorlarsa uygar dünya tersini söylemekte ve yapmaktadır. Onlar ülkemizin 30-40 yıl öncesinin düşünce ve siyasal ortamında çakılı kalmış beyinlerdir. O zamanki kabeleri Washington'da artık kendilerini kapının önüne koymuş, kendine yeni arkadaşlar edinmiştir bu ülkede. Ne musa'ya, ne isa'ya bir faydaları yoktur yani. Uygar dünyanın hiçbir ülkesinde devlet üniversitelere öğrencilerin kıyafetlerine müdahele edecek kadar karışamaz. Üniversite öğrencileri yetişkin bireylerdir hemen hemen hepsi 18 yaşını aşmış vatandaşlardır. Neye inanacakları, neyi düşünecekleri, nasıl giyineceklerine devlet te dahil hiçkimsenin müdahele ve karışma izni olmayan vatandaşlardır. Ne bir yerin memurudurlar, ne bir yerin işçisi, ne de emir altında olan askerdirler. Artı üniversiteler özgür düşüncenin yatağıdır. Türkiye'de 1982'den beri YÖK adlı kurum. Üniversitelerin bu vasfının önüne dikilen duvardır. Yine bu yasağında mimarı olan YÖK'ün muadili bir kurum uygar dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Üniversite'ye girmek isteyen türbalı genç kızların tümüne birden etiket yapıştırmak saçmalığın daniskasıdır. Sanki bu genç kızların hepsi, "dur üniversiteye türbanla gidelim de ılımlı islam gelsin" diye düşünen öğrencilerdir. Devletin bir kurumu olan diyanet işleri başkanlığı, "örtünmek müslüman kadınlar için farzdır" fetvası verir. Devletin bir başka kurumu, örtülü oldukları için kapıdan içeri sokmaz. Sonra başkası çıkar "bunlar zaten böyle böyle" der. Türban yasağı neden vardır ? Türban yasağını savunanların kaygıları ve endişeleri nelerdir ? Bunlar tartışılır, tartışılmalıdırda. Ama bu yasak yüzünden mağdur olan, ve o üniversitedeki herhangi bir öğrenciden tek farkı türbanlı olması olan genç kızların uğradığı haksızlığı yoksaymak. Türban yasağı sanki normal birşeymiş gibi tanımlamak. Türban üzerinden yürüyen tartışmanın nesnesi olan gençkızları, öznelermiş gibi göstermeye çalışmak. boştur. anlamsızdır. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Sayın cyrano bireysel özgürlüklerini insan ,dayandığı dünya görüşüne göre belirler. Bu ya dogmalara dayanır ya da çağdaş düşünce biçimlerine. Başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde benim ki biter bu konuda hemfikiriz. Benim anlatmaya çalıştığım zaman hep ileri gider. Din eksenli bir yaşamı özgürlük olarak addediyorsanız gelişme mümkün değildir. Çünkü din eksenli bir yaşamın ve getirdiği kuralların değiştirilmesi veya tartışılması mümkün değildir. Bu kurallara ya uyacaksınız ya uyacaksınız. İsteyen herkes kendi dünya yaşamını dinsel hükümlere göre uyarlar ve yaşar bu onun hakkıdır. Ama isteyenherkes de dünya yaşamınıdin hükümlerinin dışında yaşar kimsenin bu ikitarafa da söyleyecek bir şeyi olmamalıdır. Biri ötekiden daha değersiz yada daha değerli değildir. Ancak bilim , sanat , kültür gibi etkinlikler din eksenli bir yaşamın kabul edildiği bir ortamda yeşermez .Bunun örnekleri hepimizin gözleri önündedir. Şimdi bu tartışmaya pek girmeyelim, böyle kesin yargılara varmak yanlış olur. zira dünyanın en büyük filozofları, en büyük bilimadamları Avrupa'nın koyu din eksenli yaşamında ve ortamında doğdu değil mi ? Bu tartışmanın ana konusunu oluşturan kişi olan Darwin'in din eğitimi almış olmasıda evrim teorisini geliştirmesine engel olmadı. Tarihsel açıdan söyledim bunu. (Hatta çok zorlasak seküler Avrupa'dan yeni bir filozof çıkmadığı sonucuna bile varırız ) Şimdi işte ince nokta burada. Din eksenli yaşam. Bireyler yaşamlarını istedikleri gibi yaşayabilirler. İster din eksenli yaşarlar, ister başka bir şekilde. Devletin onların yaşamlarına müdahele hakkı yoktur. Ancak devlet eliyle din eksenli bir yaşam uygulanamaz. Devletin işleyiş esasları, çıkardığı yasalar ve uygulamalar din eksenli olamaz. Tabiki dinle örtüşebilir, ama kıstas ve kriter olarak dini emirler alınamaz. Dolayısıyla bir devletin bir genç kızdan başını açmasını istemesiyle, kapamasını istemesi. siyasal olarak farklı olabilir, ideolojik olarak farklı olabilir. Ama teknik olarak aynıdır. Fark yoktur. Şimdi burada birbirimizi kandırmaya çalışabiliriz bazı arkadaşların yaptığı gibi. İşte efendim yasak yok, sokakta isteyen istediğini takar. Ancak biz biliyoruzki, zaten yasaklar sokak için geçerli değildir pek. ABD'de 1940-50'lerde zencilerin sokakta istediği gibi dolaşırdı kimse birşey demezdi. Ama üniversiteye girmek istediklerinde kıyamet kopardı. Bulgaristanda 80'li yıllarda Türk'ler sokakta, ya da kendi aralarında istediği dilde konuşabilirdi. Ama herhangi bir devlet kurumuna gittiklerinde bulgarca konuşmaları istenidir. Bulgarca konuşamayan hastalar ya bulgarca bilen bir yakınıyla gelirdi hastaneye ya da doktorlar ilgilenmezdi onlarla. O yüzden sokakta isteyen istediğini giyer söylemi pek uyuşmuyor bu durumla. YOK sadece türbanı değil bu toplumdaki gençleri apolitize ederek bilimsel düşünmeyi ve araştırmayı da bir anlamda yasaklamıştır. 1950 lerden beri gelişen ve sistematik olarak uygulamaya konan olay farklıdır. Ve yukarıda söylediğim gibi bunun korku ya da teleşla alakası yoktur. Bir korku ve telaş vardır. Laik insanların haklı bir korku daha doğrusu kaygı diyelim duymalarını gerektirecek bir ortamda vardır. Evet tarikatlar devlet içinde örgütlenmektedir. Medyada tekel durumuna gelmektedirler. Fakat bunun sebebi üniversitelere türbanla girmek olamaz değil mi ? Zira 12 yıldır üniversitelere türbanla girilemiyor. Ama 12 yılda siyasal islam iktidara geldi. Ya da, türban yasağının varlığı siyasal islamın bu kadar güç kazanmasını sağlayan en önemli unsurlardan birisidir diyemez miyiz ? Şimdi hal böyle olunca kim kimin özgürlüğünü kısıtlamış oluyor. İkisini bir arada yaşamasını sağlayacak siyasayı geliştirecek olanlar kimler ? Yapılan ihtilaller ve alınan kararlara ve bu ülkeyi yöneten kadrolara bakıldığında nurcuların çok yoğun bir ağırlık teşkil ettiği görülür ki. Burada suçlanacak olanlar laik cumhuriyeti ve bilimsel yaşamı korumayı isteyen bizler değil, din eksenli yaşama bizi adım adım götürecek olan iktidarlar , bunları seçenler ve dolayısıyla bunları insani değerler ve insan hakları diye meşrulaştırıp yumuşatmaya çalışanlardır. Açık konuşayım mı, Türkiye'de " ulusalcu laik" kesimin son beş yıldır sloganlar dışında ürettiği hiçbir siyasa yoktur. Bu forumdan biliyorum, fw mailler ayarında siyasal söylemlerle "istemezuk, istemezuk" dan öte gitmeyen reddiyelerle varılacak sonuç ancak budur. Öbür yanda bu kesim gibi bir rakibi nimet sayan siyasal islam hala yükseliştedir. İnanılmaz birşey olmuş ilericilik bayrağı AKP'ye, gericilik ve tutuculuk bayrağı ise Ulusalcı-laik kesimin elinde kalmıştır. 90'lardaki roller ters dönmüştür yani. Görünüş anlamında söylüyorum. Bir yanda kendi ideolojisi doğrultusunda hergün yeni açılımlar yapabilen ve alıcı bulan AKP. öbür yanda , her şeye "vatan bölünüyor, millet yok ediliyor" diye karşı çıkan bir zihniyet. Vatanın bölünmesi öyle kolay bir iş değildir. 45'ten beri şu dünyada pek az harita değişmiştir. İki sadece karşı çıkma ve reddetme bir siyasa değildir. Alternatif olmak gerekir. Oysa türkiye'de laik insanların, siyasal alanda alternatif olabilecek bir temsilcisi yoktur. Sorunda buradadır. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Başörtüsü konusunu bu konu gündemde yoğun şekilde yer almaktayken biz de yoğun olarak tartıştık. Tekrarında yarar görmüyorum. Görüşlerimde hiç bir tutarsızlık ve dinozorluk da göremiyorum. Karşımdaki iddia sahipleri görüşlerinin tutarsızlığının çok iyi farkındalar aslında ama, neyin kavgasında olduklarını ya bilmiyorlar, ya bilmek işlerine gelmiyor. Hangisi geçerli, onu da bilemeyeceğim, kendileri, kendilerini irdelesinler... Siyasi boşluk ve alternatifsizlik görüşlerine ise sonuna kadar katılıyorum. Bunu çok kez dile getirdim. Ama bu durum açılımla, müşteri toplamakla filan ilgili değil. Bölünen çok ülke de olmuştur, her ülke çok kolay bölünebilir. Adamlar dünyanın en sağlam devleti olan ve sınırlarının değişmeyeceğine rahatlıkla iddiaya girebileceğim ABD'nin bölünme senaryolarını bile her gün ortaya atıyorlar. Biz de bu vatanı sokakta yürürken a o ne yerde bir vatan var, alıverdik tarzı bulmadık. Tabii ki böldürmeyeceğiz... Alıntı
Misafir semAzen Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Şimdi bu tartışmaya pek girmeyelim, böyle kesin yargılara varmak yanlış olur. zira dünyanın en büyük filozofları, en büyük bilimadamları Avrupa'nın koyu din eksenli yaşamında ve ortamında doğdu değil mi ? Bu tartışmanın ana konusunu oluşturan kişi olan Darwin'in din eğitimi almış olmasıda evrim teorisini geliştirmesine engel olmadı. Tarihsel açıdan söyledim bunu. (Hatta çok zorlasak seküler Avrupa'dan yeni bir filozof çıkmadığı sonucuna bile varırız ) Darwin gibi örnekler bana göre uç örneklerdir din eğitimi alıpta bu teoriyi geliştirmesi vs. Din eksenli yaşama doğru giderken darwin hakkında yapılanlar ve sansürlerin sonucunda böyle bir ortamda bilimsel düşüncenin yeşeremeyeceği açıktır. Kaldı ki tarihe bakıldığında din eksenli yaşamlarda filozofların ve bilim adamlarının yaşadığı eziyetleri söylemeye bile gerek yok. Bugün bunun yansıması da sansürcü zihniyetlerdir. Zorlamanıza gerek yok bilim adamı çıkmadığını söylemek için ama bilimsel ortamın yaratılmadığını söyleyemezsiniz ve şimdiki bilim adamların din eksenli yaşamdaki bilim adamı olmaya çalışanlardan daha rahat çalışma imkanları olduğunu söylemek sanırım abes olmaz. Bakın cern deneyi sonunda belki bir yaratıcının olmadığı ortaya çıkacak. Bugün darwine tahammül edemeyen zihniyetlerin olduğu bir ülke de bu yapılabilir miydi zaten bilimsel çalışma ve düşüncenin önü kesildiği ve bu tarz şeylere maddi imkanlar aktarılmadığından yapılamayacaktı. Diyanetin bütçesi 22 üniversitenin bütçesine eşit bu ülke de. Bir korku ve telaş vardır. Laik insanların haklı bir korku daha doğrusu kaygı diyelim duymalarını gerektirecek bir ortamda vardır. Evet tarikatlar devlet içinde örgütlenmektedir. Medyada tekel durumuna gelmektedirler. Fakat bunun sebebi üniversitelere türbanla girmek olamaz değil mi ? Zira 12 yıldır üniversitelere türbanla girilemiyor. Ama 12 yılda siyasal islam iktidara geldi. Ya da, türban yasağının varlığı siyasal islamın bu kadar güç kazanmasını sağlayan en önemli unsurlardan birisidir diyemez miyiz ? Yine söylüyorum korku ve telaş yoktur. Çünkü bu aşama çoktan geçmiştir. 80 ihtilalinden sonra yapılanlar ve alınan her türlü kararlar bu ülkede siyasal islamın yerleşmesi için yapılmıştır. Bize sadece kardeş kavgasını önlemek için yaptık dense de. Türban belli şeylerin sadece yansıyan yüzüdür. Biz bu toplumda tarikatler olarak çöreklendik ve bizim yandaşlarımız yavaş yavaş her yeri ele geçirecektir. Tabiki bu tür yasaklar kürtçe konuşma yasağı gibi olayı keskinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır . Onların da asıl istediği budur .Olayı sadece basit bir başörtüsü sorunuymuş, aslında niyetleri çok safmış ve tamamen inançları için örtünüyorlarmış gibi göstermek. Yani niyetlerine kaymak sürülmüş oluyor bu tür yasaklarla.. İnsanlar o zaman doğal olarak şu soruyu soruyor: Bugün inancın gereği örtünüyorsun yarın inancın gereği üniversitede haremlik selamlık mı isteyeceksin? Erkek hoca istemem mi diyeceksin veya doktorsan erkek hasta muayene etmem diyeceksin? .Çünkü bunun örnekleri çok var toplumda. Nitekim dilimizi konuşamıyoruz dendi kürtçe tv açılımı yapıldı. Adamın biri çıktı dedi ki "bugün dilimizi kabul ettiler yarın topraklarımızı kabul edecekler. " Yani işin özü elini versen kolunu kaptırıyorsun. Bu tip şeyler adım adım yapılır. Açık konuşayım mı, Türkiye'de " ulusalcu laik" kesimin son beş yıldır sloganlar dışında ürettiği hiçbir siyasa yoktur. Bu forumdan biliyorum, fw mailler ayarında siyasal söylemlerle "istemezuk, istemezuk" dan öte gitmeyen reddiyelerle varılacak sonuç ancak budur. Öbür yanda bu kesim gibi bir rakibi nimet sayan siyasal islam hala yükseliştedir. İnanılmaz birşey olmuş ilericilik bayrağı AKP'ye, gericilik ve tutuculuk bayrağı ise Ulusalcı-laik kesimin elinde kalmıştır. 90'lardaki roller ters dönmüştür yani. Görünüş anlamında söylüyorum. Bir yanda kendi ideolojisi doğrultusunda hergün yeni açılımlar yapabilen ve alıcı bulan AKP. öbür yanda , her şeye "vatan bölünüyor, millet yok ediliyor" diye karşı çıkan bir zihniyet. Vatanın bölünmesi öyle kolay bir iş değildir. 45'ten beri şu dünyada pek az harita değişmiştir. İki sadece karşı çıkma ve reddetme bir siyasa değildir. Alternatif olmak gerekir. Oysa türkiye'de laik insanların, siyasal alanda alternatif olabilecek bir temsilcisi yoktur. Sorunda buradadır. Evet bu konuda bende aynı şeyleri düşünüyorum . Asıl mesele burdadır. Laik düşüncenin savunucuları sadece kuru sloganlar üretmekten öteye geçemiyorlar. Siyasal islamın yükselişinde ki başarı senelerdir sürdürdükleri ve hiç taviz vermedikleri çalışmalardan ötürü elde edilmiştir. Tabi bu ülkede ılımlı islamın!!!! yerleşmesi işlerine gelen ülkelerin desteklerini de gözardı edemeyiz. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Darwin gibi örnekler bana göre uç örneklerdir Yo, uç örnek değil. Genetiği bulan Mendel de papazdır, bezelyeleri kilise bahçesinde çaprazlamıştır. Ama yani bu, din kurumu bu araştırmacıları üretti anlamına gelmez. Böyle din adamını öper, başıma koyarım ben... Din insanı olursun, ama dini dogmatik ele almazsın, hiç sorun olmaz... Fasülye konservesinin içini boşaltmış, lahana turşusu koymuşsun. Üzerinde hâla fasülye yazsa ne yazar... Astronominin parlak dehası Tyco Brahe de krallara yıldız falı bakıyordu! Ama kurduğu gözlem sistemi ayakta alkışlanacak eşsiz bir bilimci idi. Kafanın içinde beyin oldu mu, sorun yok... Şahsen benim kafa kağıdımda ne yazdığı ile ilgili en küçük sorunum olmadı. Ne yazarsa yazsın, bana ne... Adım niye demir olmuş, keşke çelik olaydı diye bir saniye kafa yormuşluğum yoktur... Öldüğümde kiliseye mi camiye mi götürecekler, bundan bana ne? İsterlerse havraya götürsünler, canları istiyorsa çöpe atsınlar! Bu beni hiç ilgilendirmez. Kimyanın en parlak dehalarından Lavoisier, "devrimin bilimcilere ihtiyacı yoktur!" diyen yargıç tarafından giyotine gönderildiğinde, bir dostundan kesik kafasını sepetten alıp adını çağırmasını rica etmişti. Bu büyük beyin, bilincin ne olduğunu, ölesiye merak etmekteydi! En azından nerede olduğunu, ölmek üzereyken bile anlamanın derdindeydi! Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Evet bu konuda bende aynı şeyleri düşünüyorum . Asıl mesele burdadır. Laik düşüncenin savunucuları sadece kuru sloganlar üretmekten öteye geçemiyorlar. Zaten bu konuda bir konsensüs oluşmuş durumda. Bu kadar üzerinde ittifak edilen bir konu, doğru olsa gerektir. Düşüncelerini çok önemsediğim Emre Kongar da bu üretemezlikten şikayetçi. Zaten bu iktidarı getiren bu durumdur. Ayıp denen bir şey var, gelen geçen onca iktidarlar bir enflasyonu düşüremedi, bir yolsuzluklara dur diyemedi. Deprem paraları iç edilir mi yahu, deprem paraları iç oldu! Kimse başörtü yasaklandı, Kürtçe yasaklandı diye, sonra da AKP bu açılımlarla patlama yaptı diye yutturmacalara kalkışmasın! Alakası bile yoktur. Bu açılım denilen şeyler, hazır kadayıfın üstü kızarmışken altını da kızartıp, şerbetini de döküp oooh mis gibi servise hazır etmeden başka bir şey değildir. Erbakan hoca kadayıfın üstünü kızarttıydı da, altını kızartamadıydı. Bu işi de öğrencisi üstlendi. Laikler de başörtülüleri üniversitelere sokmadılar, Kütçe konuşturmadılar filan diye değil, bir doğru dürüst işleri yoluna koyan iktidar çıkaramadıkları için gerilediler. Yok zaten, işleri yoluna koy, devletin yağmasını durdur, öbür "açılım"lar kimsenin umru olacak değildir! Ki, ne başörtüsü yasaktır bu ülkede, ne Kürtçe! Değildi de! Fi tarihindeki yasaklara bakarsan telsiz de yasaktı, döviz de... Bu açılımların hiç birini kafasında ampül yanıp da akepe icat etmedi! Ne tuhaf ülke yahu? Adamlar: -"Hayrola, betin benzin atık bu gün, hasta mısın?" diye dalga geçip arkamızdan gülüyorlar, inanıp hasta olup yatağa düşüyoruz. Saftirik Elmor'a ibret olacağız, yemin ediyorum! Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2009 Sayın Semazen, 1400 yıl önce ki doğma düşünceler olarak nitelediğiniz bir dine olan bakışınız karşısında tek yazacağım size ve düşüncelerinize olan saygımdır.Yalnız bu düşüncenizlerden hemen sonra gelen çağdaşlaşma,bağlantılı olarak ilerici- gerici ile ilgili düşüncelerinize aynı şekilde yaklaşamam.Bu yazıyı aylar belki de yıllar önce okumuştum.Mutlaka bu yazıyı paylaşmalıyım dedim,sonunda da buldum.Lütfen beraber okuyalım.Teşekkkür ederim. Bengül Güngörmez - “İlerici”liğin “gerici” retoriği II.Meşrutiyet’ten bu yana süregelen bir tartışma olan “ilerici – gerici” meselesi son günlerde politik gündemi çok fazla meşgul etmeye başladı. İlericiler var, gericiler var. Bir de ne ilerici ne de gerici olanlar. Hem entelektüellerin hem de politikacıların zihnini meşgul eden ilerici – gerici ayrımının bizatihi kendisi “gerici” bir ayrımdır. Bu ayrım, yüzeyselliği ve keyfiliğiyle tarihin çöp kutusuna atılmayı hak etmiştir. Bununla birlikte böyle bir yazıyı kaleme alan kişinin kendisine sorması gereken ilk soru şudur: İlerici – gerici ayrımının “gerici” bir ayrım olduğunu söylemek de bir gericilik biçimi midir? Bunu iddia etmekle “gerici” mi sayılmalıyım? “İlerici – gerici” meselesinin Meşrutiyet’e kadar giden tarihsel serüvenini elbette burada ayrıntılarıyla ele alamayız. Ancak bu ayrımın belirsizliği, ayrımın kendisine ilişkin bazı tespitlerle kısmen de olsa açıklığa kavuşturulabilir. “İlerici – gerici” ayrımının en bariz özelliklerinden birisi ayrımın taraflarının birbirlerinin karşıtı olmalarıdır. İlerici, gerici olmayan, gerici de ilerici olmayandır. İlericiler olmasaydı gericiler olmayacaktı. Ancak burada bize karşıtlıkmış gibi görünen şey, aslında bir yanılsamadır. Çünkü karşıtlık tarafların aynı statüde olmasını gerektirir. Gericiler ve ilericiler aynı statüye sahip özneler değildirler. Zira gericileri tanımlayanlar ilericilerdir; onları adlandıranlar ya da sınıflandıranlar ilericilerdir. Sınıflandırmaya hakim olanlar, sınıflandırmanın kendisini belirleyenler ve anlamlandıranlar ilericilerdir. Gericiler ve ilericiler birbirinin eşiti olan karşıtlar değillerdir. Buradaki karşıtlık ilericilerin zaferi, kendilerini doğrulama biçimidir. Gericiler, ilericiler tarafından “tasarlanmış” olanlar, zoraki dışlanmışlar, ilericiler ise kendilerini doğrulamak için bu “tasarlanmış”lara ihtiyaç duyanlar, bağımlı olanlardır. İlerici kendi başına ilerici, gerici kendi başına gerici değildir. İlerici ancak gerici karşısında ilericidir. Bu yüzden ilericilik koşula bağlıdır; gericiliğin olma koşuluna. “İlerici – gerici” ayrımının ikinci özelliği diğer sınıflandırma eylemleri gibi bir sınıflandırma eyleminin ürünü olmasıdır. Her sınıflandırma eylemi, bir dahil etme ve bir dışlama eylemidir. Dahil olanlar ve dışlananlar, içerde olanlar ve dışarıda kalanlar dünyayı ikiye bölen bir eylemin ürünüdürler. Sınıflandırmak güç uygulamaktır. Sınıflandırmak kontrol etmektir. Çünkü her sınıflandırma böler ve ayırır. İlericiler ve gericiler sınıflandırması da dünyayı ikiye bölen bir eylemin ürünüdür. İlericiler dahil olanları, gericiler dışlananları oluşturur. Dışlananlar dahil olanların ötekisidirler. Gericiler, ilericilerin ötekisidir. Onlar, sınıflandırma işleminde sonradan gelenler, arkada kalanlar, takip edenlerdir. Arkadan geldikleri için de itibarsızdırlar. Varlıkları ilericiler için utanç kaynağıdır. Gericiler, gerici olduklarını ilericilerden öğrenirler. Kimlerin gerici kimlerin ilerici olacağına, gericilerin ne zaman gerici ne zaman ilerici sayılacağına ilericiler karar verir. Çünkü icadı ilk onlar yapmışlar, ilk onlar sınıflandırmışlardır. Taraflardan ilki ikincisine kendini doğrulamak için ihtiyaç duyarken, ikincisi birincisine varlığını, adını, statüsünü borçludur. Sınıflandırma eylemi dilde gerçekleşir. Dolayısıyla “ilerici – gerici” sınıflandırması da dilde gerçekleşir. Ancak bu dilsel durum karşılıklı diyalogun olmadığı bir durumdur; yani, diyalogun gerektirdiği, birbirini dinleyen ve birbirlerinin ne söylediğini anlamaya çalışan taraflar, bir başka deyişle özneler yoktur. Bu yüzden sınıflandırma dilsel şiddet içerir. Sınıflandırmak için güce sahip olmak gerekir; güce, yani iktidara. İlericiler sınıflandırma/adlandırma gücüne sahiptirler; yani, iktidardakilerdir. Gericiler ise sınıflandırılanlar, yani güçsüzler, iktidara sahip olmayanlardır. İlericiler iktidarlarının keyfini çıkartırken gericiler “politik iktidarsızlık” durumunda yaşarlar. Üçüncü olarak, “ilerici – gerici” sınıflandırması zamana ilişkin bir sınıflandırmadır. Gericiler, zamanlarının gerisinde kalanları, ilericilerin deyişiyle “kendi zihinsel tasavvurlarının ürünü olan bir tarihe” inananları, eskide yaşayanları, ilericiler ise çağlarının “şimdi”sinde ve gelecekte yaşayanları tasvir eder. Bu sınıflandırma tarihin düz bir çizgi halinde kesintisiz olarak ilerlediği fikrine dayanır. “İlerici – gerici” ayrımı, ilk defa ülkemizde değil, Batı toplumlarında ortaya çıkmıştır ve ayrımın kaynağı Aydınlanma düşüncesidir. Aydınlanma düşüncesinin geleneksel düzenle hesaplaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan “ilerici – gerici” ayrımı, Aydınlanmacıların modern şemaya direnen fenomenleri, bilhassa da dinsel fenomenleri “gerici” olarak isimlendirmesiyle ortaya çıkmıştır. “İlerici – gerici” ayrımı, temelde, on dokuzuncu yüzyılda Aydınlanma düşüncesiyle egemen olan “ilerleme” fikrine dayanır. On dokuzuncu yüzyılda zirvesine ulaşan, yirminci yüzyılda ise taraftarlarının büyük ölçüde terk ettiği bir fikir olan, ilerleme fikri basitçe, insanlığın geçmişte ilerlediğini, halen ilerlemekte olduğunu ve gelecekte de öngörülebilir bir geleceğe doğru ilerleyeceği düşüncesini içerir. İlericiler, ilerleme fikrinin çizdiği şemaya uymayan, bu hattan sapma gösteren veya şemaya direnen fenomenleri gericiler olarak adlandırırlar. Ülkemizde, ilk defa Meşrutiyet zamanında ortaya çıkan “ilerici – gerici” sınıflandırması ise, Türk aydınları ve devlet adamlarının on dokuzuncu yüzyılda, Aydınlanma düşüncesiyle yaptıkları aşksız evliliğin çocuğudur. “İlerici – gerici” sınıflandırmasının zamana ilişkin bir sınıflandırma oluşu en büyük handikaplarından biridir. Çünkü, bugün kendilerini ilericiler olarak tanımlayan kesim, yarının gericileri konumuna düşebilir, geçmişin gericileri ise bugünün ilericileri olarak adlandırılabilirler. Tarihimiz bu durumun ilginç örnekleriyle doludur: “Meşrutiyet’i, Kanuni Esasi’yi savunanlar, Meşrutiyet’in ilanının ardından, Milli Mücadele’ye destek verenler Cumhuriyet kurulduğunda, Demokrasiyi savunanlar, çok partili hayata geçişten sonra mürteci konumuna düşmüşlerdir.” Yine “1950’lerden başlayarak 1970’lerin sonlarına kadar ‘komünizmle mücadele’ eden dini söylemin zaman zaman, siyasal iktidar tarafından tahkim edilmesine karşın, sol düşünce tehdit olmaktan çıktıktan ve dini söylem giderek daha fazla toplumsal talep ve tepkileri temsil etmeye başladıktan sonra, irticanın baş düşman ilan edilmesini bu şekilde anlamak kolaylaşır.” Önceden komünist söylem gerici sayılırken sonraki dönemlerde dini söylem gerici sayılmıştır. “İlerici – gerici” sınıflandırmasının diğer handikapı ise sınıflandırma yetkisine, yalnızca iktidarı elinde bulunduran kesimin sahip olmasıdır. İktidarda olanların ve iktidardan düşmüş olanların toplumsal sirkülasyonuna göre “ilerici – gerici” ayrımının tarafları da değişebilir. Belirli bir zamanda, iktidara göre gerici ya da ilerici sayılan kesim iktidar değiştiğinde tanımlanma sırasında birbiriyle yer değiştirebilir. Yine bu handikapın diğer bir uzantısı, bir toplumda ilericiler olarak adlandırılan kesimin, dünyanın toplumsal hiyerarşisinde en üst mevkiyi işgal eden toplumlar, ya da statüko tarafından “gerici” olarak adlandırılabilmesi ihtimalinin söz konusu olmasıdır. Nitekim, AP Dış İlişkiler ve İnsan hakları Komitesi Türkiye Raportörü Arie Oostlander’in, hazırladığı raporda, “Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engel Kemalizm’dir” tesbitinde bulunması bu çerçevede değerlendirilebilir. Batı toplumsal hiyerarşisinin zirvesinde bulunanlar, Batıya dahil olmak isteyen, Batı dışındaki bir toplumun “ilerici” kesimlerini “gerici” olarak adlandırabilmişlerdir. Bununla birlikte ayrımın, sanki mutlakmışçasına sunumu ve kabulünün, yukarıda sözünü ettiğimiz türden sakatlıklara yol açması, kendisine kaynaklık eden ilerleme fikrinin tarihsel konteksinde değerlendirildiğinde anlam ifade eder. İlerleme fikri ortaya çıkışından itibaren, tarih boyunca Batı toplumlarının fikirler hiyerarşisinde farklı konumları işgal ederek günümüze kadar gelmiştir. Grek düşünürlerinden (henüz baskın bir fikir değilken) Ortaçağ’ın Hristiyan düşünürlerinin miras aldığı ilerleme fikri, on dokuzuncu yüzyılda sekülerleşerek, entelektüel arenada zirvesine ulaşmış, yirminci yüzyılda ise ihtişamını yitirerek taraftarlarını büyük ölçüde kaybetmiştir. On dokuzuncu yüzyılda, insanlığın mutlak surette ilerlediğine inanılırken, yirminci yüzyılda bu inanç yerini pesimizmin güçlerine terk etmiştir. Yirminci yüzyılın, Hiroşima, Yahudi Soykırımı ve Gulag Kampları gibi büyük olayları ilerleme fikrine inanan entelektüellerin bu fikri terk etmelerine neden olmuştur. Böylece Batı entelektüelleri arasında, “ilerleme” olarak kutsanan şeyin bir “çöküş”, “dejenerasyon” ve “yabancılaşma” ile sonuçlandığı düşünülmeye başlanmıştır. Bugün Batı’da “ilerleme” fikri itibarını büyük ölçüde yitirmiş olduğu halde, entelektüel ve politik hayatımızda “ilerici – gerici” ayrımına hala prim veriliyor olması, en azından entelektüel(lerimizin) ayıbı(dır)mızdır. Eğer gericilikten illaki söz edilecekse, bu “gericilik” tam da Batı toplumlarının çoktan terk etmiş oldukları fikirleri hala savunuyor olmamız, üstelik bu entelektüel atıkları kendimizi bir de “ilerici” diye isimlendirerek savunuyor olmamızdır. “Gericilik”, böyle güdük, yüzeysel ve aşırı basit şemalarla toplumsal sorunlarımızın üzerini örtmek, kamuoyunu gerçek sorunlardan uzaklaştırarak, günü kurtarmaktır. “Gericilik” dünyada “müzakereci demokrasi”, “radikal demokrasi”, “çokkültürcülük”, “postmodernizm” tartışmaları yapılırken toplumsal farklılıklarımıza, bir başka deyişle renklerimize gösterdiğimiz demokrasinin ruhuna uygun olmayan hoşgörüsüzlüğümüz, farklı olanı tecrit etme, dışlama politikalarımızdır. “Gericilik” sekülerleş(e)memiş toplumsal kesimleri suçlayarak, onların sorunlarıyla ilgilenmemek, onlarla diyaloga girmeyi reddetmektir. Politik gündemimizin, bu türden ucube ve modası geçmiş ayrımların kirliliğinden kurtulması, problemlerin çözümüne giden tartışma yollarının temizlenmesi demektir. “İlerici – gerici” ayrımı terk edilmesi gereken politik bir klişedir[b]. Bugünkü kısır tartışmaların ve gereksiz çekişmelerin arkasında, “ilerici – gerici” ayrımının bizatihi kendisinin “gerici” bir ayrım olduğunun hala fark edilememiş olması yatmaktadır. [/b]Bu farkındalık, bizi Batı toplumlarına şimdikinden daha fazla yaklaştıracak ve sağlıklı bir demokrasinin gelişmesinde etkili olacaktır. “İlerici – gerici” ayrımı için söylenebilecek en anlamlı şeyi bize Fransız ünlü düşünür Jean Baudrillard söyler: “Tarihsel ve entelektüel atıklar sanayi atıklarından daha büyük ve ciddi bir sorun yaratır. Yüzyıllar sürmüş olan saçmalıkların çökeltisinden bizi kim kurtaracak?” Bize şunu sormak kalıyor: Bu sözü söylediği için Baudrillard da bir “gerici” miydi? Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 19 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2009 .............. 1400 sene önce yazılmış dogmaları insan hakları , özgürlük diye dayatan zihniyetlerle , bunun aksini düşünen zihniyetleri bir terazinin iki kefesinde olduğunu varsayalım. Bu statik bir durumdur oysa yaşam bir süreç olup dinamiktir. Zaman, termo dinamiğin ikinci yasasına göre tek yönlüdür..Yani doğada kendiliğinden olan olaylar "tersinmez". Bu durum burada savunulan iki görüşün davranışları açısından değerlendirildiğinde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konuda önemli olan zaman okunun yönüdür. Zaman okunun yönü , bu davranışların birbirine göre "ileride-geride " olma durumunu belirler.Geçerli davranış biçimi "ileri" durumda olduğundan ," haklı" davranış biçimi de o olacaktır. Zaman okunun hangi kefeden hangi kefeye olduğu nasıl saptanacaktır? Yaşam süreci bakımından bu okun yönü daima "geçmiş" düşünce ve yaşam biçiminden ya da kültüründen "çağdaş" düşünce ve yaşam biçimine yada kültürüne doğrudur. Örneklemek istersek; enerji keşfedilmemiş olsaydı buna bağlı olarak motorlu araçlar keşfedilmemiş olsaydı, bugün yaşamımızda trafik kuralları olmazdı. vs...... Kısacası ,çağdaş düşünce ve yaşam biçimi, bilim ve ona bağlı olarak teknolojinin üretildiği yerdeki yada toplumlardaki düşünce ve yaşam biçimidir. Zaman okunun yönünde ya da ucundaki ,yani düşünce ve yaşam biçimini hedeflemek " doğru" bir davranış biçimi iken , bunun tersini hedeflemek "yanlış" bir yaşam biçimidir ve ikincisi "dayatmacılığa" girer. Yani sizin dediğiniz gibi geriye gidişi destekleyen her görüş saygıya değer değildir ve bunları insan hakları , yok efendim insani değerler adına desteklemek insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bunun aksini idda etmekte yasakçı ve sansürcü zihniyet olmadığı gibi , korku ve telaşla da alakalı değildir. Sadece görünen köy için klavuz kullanmadığımızı gösterir. 1 metre önümüzü değil gelişmek için 100km öteyi görmek gerekir. Değerli forumdaşım. "ilerici-gerici" kavramlarına olan bakışımı,bir önceki iletide,"Bengül Güngörmez - “İlerici”liğin “gerici” retoriği" başlıklı yazısıyla açıklamaya çalıştım. Önce ki iletimde belirttiğim gibi,bu yazıyı bulmak için oldukça uğraştım.Bunun nedeni "yanıt verme" telaşı değil,okuduğum zaman bu kavramları kendime özetleyen bakıştı.Sizinle paylaşmak istedim. Dostum,ben bu kavramları kendi düşüncelerimde bir yere oturtmadım.Oturtmayacağımda.Çünkü ileri ve geri vardır,ilerici yada gerici değil. Yaşam dediğiniz gibi sürekli işleyen,kendini yenileyen dinamik bir süreçtir.İnsan doğar,büyür ve ölür.Yalnız burada ki insan değişemeyendir. İnsana ve ona ait olan tüm değişmeler maddidir.Bundan asırlar önceki insanın duyguları ne ise bugün ki insan da aynı duygulara sahiptir. Bu açıdan baktığımızda,1400 asır önceki doğmalara sahip olduğu zihniyeti,ınun dayattığı olarak gördüğünüz hak ve özgürlükleri böylesine es geçemeyiz. Çünkü,din herşeyden önce vicdandır.Vicdan ise maneviyatın,sürekliliğin ve değişmezliğin adresidir.Bu sadece din için geçerli değil,insana ait tüm değerler bu noktada sahiplenmesi gerekendir. Kongar,Atatürkçülük ile ilgili bir yazısında ileri-geri kavramlarına şu noktalarda yaklaşmaktadır(Sayın Kongar,ilericilik kavramında gericiliği bu kriterlerle açıklasa da ben sadece sizin değişinizle "saattin ibresinde" olunması gereken yer olarak görüyorum bu kriterleri ) -İnsanoğlunun tarihsel gelişimi ile değerlendirecek kavramlar bütünü.Avcılıktan toplayıcılığa,sitelerden devletlere... -Üretim ilişkilerine göre değerlendirilecek kavramlar bütünü.Kölecilikten işçiliğe,kapitalizmden sosyalizme. -Tüketim ve paylaşım ilişkilerine göre değerlendirilecek kavramlar bütünü.Daha çok ekonomik ilişkileri kendisinde barınıdırır. -Siyasal rejime göre değerlendirilecek kavramlar bütünü(!) Siyasal rejimle değerlendirilecek kavramlar bütünü ayrıca düşünülmesi gereken bir kriter.Onun için yanına sadece ünlem koynakla yetineceğim. Ve izninizle soracağım. Bu kriterlerden hangisi kılık-kıyafeti çağdaşlaşma yada ileri olma ölçütü olarak gösteriyor ki? Ben göremedim. Diyeceksiniz ki,ilkeler(ki Demirefe böyle açıklamış) ve yine diyeceksiniz ki;"ödün ödünü doğurur"....Bunlar korkularımızdır.Haklı yada haksız(siz Altan ile açıklamazsınız korkularımı ama kendilerini okumam pek) Bakınız dostum, 1940'lardan beri aynı korkuların ürünleriyle uğraşıyoruz.Ben "türban bir simgedir" diyenlerin yazdıklarına baktığımda da sadece bu korkuları görüyorum. Deniliyor ki,örtü herşeyden önce siyasi bir simgedir.İstemlerin temel hedefi "şeri bir düzendir." Yine deniliyor ki,feodal bir yapının yolu burdan geçer.Kadını erkeğin kölesi yapmanın en iyi yolu örtmektir. Bende diyorum ki,evet abiler,haklı olabilirsiniz.Olay sadece hak ve özgürlükler olmayabilir. Yalnız,siz kalkıp bu korkularla yasakları olması gereken olarak görme yerine öyle yasalara önayaklık yapın ki,kişisel hak ve özgürlükler korkuların değil,halkın olsumn. Ne yani,birileri diğerinden korkuyor diye en temel hakları yok mu sayacağız. Dostum,örtünme İslam'ın emridir.İnanan bunu yapmak ister,çünkü bunu zorunlıuluk olarak görür.Uluslarası insani hak sözleşmesinin temel haklarından biri de,inancı yaşama ve inanç doğrultusunda kendini geliştirmedir. Bu arada bunu yazarken aklıma AİHM tarafından verilen karar geldi.Kararda hepimizin bildiği gibi "türban" toplumsal farklılığı tetikleyici bir unsur olarak "yasaklanarak,yasaklılığı haklı kılınarak" uluslararası hukukta da yerini almıştı. Toplumda ki sen-ben,yada son moda ile mahalle baskıları...vs. Tüm düşündüklerimin özeti,tüm bu hesap ve korkulara rağmen;insan,insani hak ve talepler! Hiçbir gerekçe üniversitede ki yasağı haklı kılmaz. Hiçbir güç,kendsisinde bayanın kıyafetine müdahale hakkını bulamaz.Hakkı yok. Çağdaşlaşmak kıyafet ile değil zihniyet ile ilgilir.Gerici kavramını saçma buluyor,kabul etmiyorum.Ha yazılacak bir gericilik varsa,bu da tahammülsüzlüktür,bu da kadının giydiklerine edilecek müdahaledir. Çözüm yasak değil,çözüm sağlam yasalardır. Yazdıklarıma bir daha dönemeyeceğim.Umarım ki yanlış anlaşılmalara ve cümlelere yer verecek kullanımlarım olmamıştır. Alıntı
Misafir semAzen Gönderi tarihi: 19 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2009 Sayın mavi yazılarımdan da anladığınız üzere inançlı değilim ve buna saygı duyacağınızı belirtmişsiniz. Diğer konular hariç. Yazınızı sonuna kadar okudum ve bu konuda düşüncelerimi başka ifadelerle ve örneklerle anllatmaya çalışacağım. Belki bir orta yol bulunur ve halen özümseyemediğiniz kanatindeyim anlattıklarımı yada ben yeterince açık ifade edemedim. Olabilir gelelim yazınıza ve söyleyeceklerime. Zaman okuile yazdığım ileti de davranışların ileri de ya da geride olma durumu ile ilgili olarak şöyle bir cümle kurmuştum: Yaşam süreci bakımından bu okun yönü daima "geçmiş düşünce" ve yaşam biçiminden ya da kültüründen "çağdaş düşünce" ve yaşam biçimine yada kültürüne doğrudur. Örnek olarak da şunu vermişim: enerji keşfedilmemiş olsaydı buna bağlı olarak motorlu araçlar keşfedilmemiş olsaydı, bugün yaşamımızda trafik kuralları olmazdı. vs...... Çağdaş düşünce ve yaşam biçimi, bilim ve ona bağlı olarak teknolojinin üretildiği yerdeki yada toplumlardaki düşünce ve yaşam biçimidir. Bu evrensel bir kuraldır olması gereken budur bir toplumun veya kesimin toplumsal yada yöresel dayatmalarının bir sonucu değildir. Laik düşünce , yüzyıllar boyunca Tanrının emirleriyle toplumları yöneten ortaçağ düşüncesinin Rönesans ve aydınlama ile değişerek insan iradesinin egemen kılınmasıyla kazanılmış büyük bir gelişmedir. Laik yaşam ekseni toplumun yaşamını din hükümlerine göre değl, insan kurallarına göre düzenler. İnsan kurallarına göre düzenlenmiş yaşam , her zaman gözden geçirilebilir, yanlış olan yanları düzeltilebilir, eskimiş yönleri yenilenebilir. Onun için de esnektir, değişime açıktır, insanlar eleştiriye , tartışmaya açıktır. Din hükümlerine göre düzenlenmiş yaşam ise, değişime kapalıdır, eleştirilemez, tartışılamaz. Dinler birer dogmadır hangisi olursa olsun ve gelişime ve değişime kapalıdır . Aksi takdirde dinden çıkma gibi bir sorun ortaya çıkar bu açık ve nettir. Peki bugün yapılmaya çalışılan nedir? Din eksenli bir yaşamı toplumun her alanına yaymaya çalışmak. Laikliği dinsizlik olarak kabul eden bu furyaya sadece kendilerinin din kuralları içersinde yaşaması yetmemekte başkalarının da din kurallarına göre yaşamasını gerekli kılan bir sistemi topluma egemen kılmak istemektedirler. Dogmatik özellikleri toplum hayatına geçirmek isteyenlerin ise ilerici olamayacağı oldukça açıktır.Geçmişte din adına bilimadamlarına yapılanları görmek yeterli olacaktır. Önceden komünist söylem gerici sayılırken sonraki dönemlerde dini söylem gerici sayılmıştır. İşte buraya bakın çok güldüm .Bu ülkede böyle bir söylem gelişmediği gibi komünizmi kötüleme gerekçesi din düşmanı olması ve amerikanın bölgedeki çıkarları gereğidir. Bu yazıyı yazan sanırım bu ülkeyi ve üzerinde oynanan oyunları hiç bilmiyor .Böyle bir düzleme indirgediğine göre olayı. İlginç olan ise bunda da dini kullanmış olmaları ne garip değil mi? Nasılsa sorgulamadan biat var. ]“Gericilik”, [/u]böyle güdük, yüzeysel ve aşırı basit şemalarla toplumsal sorunlarımızın üzerini örtmek, kamuoyunu gerçek sorunlardan uzaklaştırarak, günü kurtarmaktır. “Gericilik” dünyada “müzakereci demokrasi”, “radikal demokrasi”, “çokkültürcülük”, “postmodernizm” tartışmaları yapılırken toplumsal farklılıklarımıza, bir başka deyişle renklerimize gösterdiğimiz demokrasinin ruhuna uygun olmayan hoşgörüsüzlüğümüz, farklı olanı tecrit etme, dışlama politikalarımızdır. “Gericilik” sekülerleş(e)memiş toplumsal kesimleri suçlayarak, onların sorunlarıyla ilgilenmemek, onlarla diyaloga girmeyi reddetmektir. Sanırım altta ki cümlelerimi atladınız ya da görmezden geliyorsunuz. İsteyen herkes kendi dünya yaşamını dinsel hükümlere göre uyarlar ve yaşar bu onun hakkıdır. Ama isteyen herkes de dünya yaşamınıdin hükümlerinin dışında yaşar kimsenin bu iki tarafa da söyleyecek bir şeyi olmamalıdır. Biri ötekiden daha değersiz yada daha değerli değildir. Ve aslında kimsenin neye inandığı benim umurumda bile değil kimin nereye neyle girdiği, ister başörtüsüyle girsin, ister iççamaşırı ile.Benim anlatmaya çalıştığım bu değil. Şimdi gelelim şu sizin çok taktığınız " kafalarındaki karanlık çözülmüyor" cümleme. Bakın ben size bunu başıma gelen şahit olduğum ve etrafta gözlemlediğim örneklerle açıklayayım. Belki ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. . Bakın bu ülkede , samimi müslümanlar hariç onun dışındakilerin %90lık bir kısmı , daha çok küçük yaşlarda dogmatik sistemi bu topluma yerleştirmeye çalışan zihniyetlerin tezgahından geçiyorlar. Bunu kimse inkar edemez ve ederse de ya yalancıdır ya da kötü niyetlidir. İş daha kreşlerden başlıyor .Bir çok samimi müslüman "aman neolacak canım dinden zarar gelmez bir iki dua öğrenir" diyerek bu tuzağa düşüyorlar. Kreşten bir örnek vereyim. Arkadaşım yukarda bahsettiğim dinden zarar gelmez mantığı ile çok meşhur olan İST.fatih semtinde "sevgi çiçeği" denilen bir kreşe çocuğunu yazdırdı. Belli bir süre sonra çocuktaki değişiklikleri şöyle anlatmaya başladı ve daha sonra fazla beyni yıkanmadan çocuğunu aldı oradan. -Çocuk giderek erkeklerden ve babadan uzaklaşmaya başladı -Yuvada ne şarkılar öğrendin söyle dendiğinde ; elini yumruk yapıp ilahiler söylemeye başladı -Ve öğretilen kuran alfebesiydi -Ve asıl ilginci yuvada öğretilen hiç bir şeyin evde anlatılmasının kesinlikle yasaklanmasıydı. Gelelim orta öğretime; Bu konuda malum dersaneleri saymaya gerek var mı ? Yan komşumun oğlu bu tip dersanelerden birine devam etti iyi olur düşüncesiyle. Malum evlerde kaldıktan sonraki değişiklikler; -Belli süre sonra çocuğun giyim tarzı değişti -Evdeki başı açık kız kardeşlerine , annesine karşı tavırlar değişti Şimdi daha kreşlerden başlanarak ve karanlık zihniyetlerin tezgahından geçerek , üniversite kapısına dayanan bu çocukların samimiyetinden bana söz edebilir misiniz? Yukarda saydığım niteliklerin ve değişikliklerin kazandırıldığı çocuklardan çağdaş düşünce biçimini kavramalarını beklemek mümkün mü ? (Burada çok azından bahsettiğimi de belirtmeden geçemeyeceğim. O kadar çok var ki) En son direk benim başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum Bir konuşma ortamında öğretmen ve aynı zamanda hukuk eğitimi alarak avukat olmuş bir tanıdığımız, benim inançsız olduğumu farkedip aynen şunu söyledi: -Bu kadar kötü olamazsın sen Ben laik bir insanım , başka bir insanı inancına göre değil, kişilik özellikleri ile, dürüst olup olmamasıyla, yararlı olup olmamasıyla, çalışkan olup olmamasıyla değerlendiririm. vs... Umarım kafalardaki karanlık okusalarda çözülmüyor nitelememin altında yatan nedenleri anlamışsınızdır . Çünkü bu örnekler aklınızın alamayacağı kadar çok ve derin. Lütfen bu korku edebiyatından vazgeçin .Sayın demirefenin dediği gibi bayatladı artık. Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 19 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2009 ................. Kimse başörtü yasaklandı, Kürtçe yasaklandı diye, sonra da AKP bu açılımlarla patlama yaptı diye yutturmacalara kalkışmasın! Alakası bile yoktur. Bu açılım denilen şeyler, hazır kadayıfın üstü kızarmışken altını da kızartıp, şerbetini de döküp oooh mis gibi servise hazır etmeden başka bir şey değildir. Erbakan hoca kadayıfın üstünü kızarttıydı da, altını kızartamadıydı. Bu işi de öğrencisi üstlendi. .............. Ki, ne başörtüsü yasaktır bu ülkede, ne Kürtçe! Değildi de! Fi tarihindeki yasaklara bakarsan telsiz de yasaktı, döviz de... Bu açılımların hiç birini kafasında ampül yanıp da akepe icat etmedi! Ne tuhaf ülke yahu? Adamlar: .......... Dostum bu ülke de başörtüde yasaktı,Kürtçe de! "Efendim,herkes evinde,sokakta istediğini giyiyor,istediği dili konuşuyor" diyecekseniz,ben de derim ki;"yasağın ölçütü,sokaklar değil,ortak alanlardır." AKP söz konusu olunca,kendi yaşadığım bölge de şöyle bir yaklaşım var;"AKP bazı tabuları yıktı vs." Yok efendim,AKP diğer iktidarlardan hiçbir farkı yoktur. AKP değil,dönem bazı tabuları yıktı.Sadece AKP'ye denk geldi.Çıkar ve dengeleri de dipnot olarak belirteyim. Kongar'ı takip edenlerden biri de benim. Kürt sorununa olan yaklaşımını da çok iyi biliyorum,türban yasağına olan yaklaşımını da. Kendileri Kürt sorunu demez,ama adı vermediği sorunu eksik de olsa çok iyi analiz eder. Türbana gelince... "Türbanı eğitimle yarattık,şimdi eğitimi türbanladık"...diyen kendileri,tüm iktidarlara şunu söyler;"ikna edin beni,türbanın simge olmadığına" Dediğim gibi kendilerini takip ederim,samimiyetine de güvenirim...ancak "keşke" biraz daha "iktidar" hesaplarından sıyrılabilsek. saygılar. Sayın Semazen,yazdıklarınızı okudum.Sizi anlamak için özellikle bir daha okuyacağım.size de saygılar. Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 21 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2009 ..................... Laik düşünce , yüzyıllar boyunca Tanrının emirleriyle toplumları yöneten ortaçağ düşüncesinin Rönesans ve aydınlama ile değişerek insan iradesinin egemen kılınmasıyla kazanılmış büyük bir gelişmedir. Laik yaşam ekseni toplumun yaşamını din hükümlerine göre değl, insan kurallarına göre düzenler. İnsan kurallarına göre düzenlenmiş yaşam , her zaman gözden geçirilebilir, yanlış olan yanları düzeltilebilir, eskimiş yönleri yenilenebilir. Onun için de esnektir, değişime açıktır, insanlar eleştiriye , tartışmaya açıktır. Din hükümlerine göre düzenlenmiş yaşam ise, değişime kapalıdır, eleştirilemez, tartışılamaz. Dinler birer dogmadır hangisi olursa olsun ve gelişime ve değişime kapalıdır . Aksi takdirde dinden çıkma gibi bir sorun ortaya çıkar bu açık ve nettir. ........... Değerli forumdaşım,siz anlamadınız deseniz de beni,inanın ki ne demek istediğinizi çok iyi anladım.Verdiğiniz örnekler de bana "doğru anlamışım" dedirtti.Verdiğiniz örneklere ben şimdi onlarca örnekle devam edebilirim.Bakınız,ben de üniversite de okurken,çok kısa süre de olursa,İslami anlayışla kendini ifade eden öğrenci evlerinde kaldım.Orada verilen zihniyetti,orada ki insanları da çok iyi bilirim. Bir insana yapılabilecek en büyük haksızlık,onu düşünmekten ve tepki vermekten alıkoymaktır.Siz bunu bir disiplin adıyla kültüre dönüştürürseniz,o zaman birilerinin bu gidişata dur demesi gerekir ki;bunu yapacak olan da "düşünme ve tepki gücünü" kaybetmeyenlerdir. Bakınız,cemaat kültürü dedik,hemen akaibin de düşünme ve tepki koymayı ekledik. Sakın kimse yazdıklarımı bir çıkarım yada genelleme olarak algılamasın.Burada A veya B kişisini eleştirmek değil amacım.Sadece düşündüklerim. Düşünme yada tepki koymak,işte Ortaçağ zihniyetinin bitti yer.Düşündüğünüz zaman sorgularsınız,görürsünüz.Tepki koymanız ise varlığınızı pekiştirir.Bakınız,Ortaçağ zihniyetine... Kilise devletin çok çok üstünde.Din vicdanken kendi içinde bir bakmışsınız ki paraya dönüşmüş. Kendi dışında ki tüm gerçekleri yok sayan doğmalar,kendi dışında ki hiçbir güce geçit vermeyen erkler...işte karanlık,işte ortaçağ. Asıl karanlık nedir diye defalarca sordum kendime.Cevabım,karanlık cehallettir.Cehaletle beraber gelen suskunluk,kabullenme... ORTAÇAĞ ZİHNİYETİ BELKİ DE BUNUN İÇİN CEHALETİN BAYRAĞA DÖNÜŞTÜĞÜ ZAMANLARDA İNSANA DAİR TÜM DOĞRULARI EZİP GEÇMİŞ,SADECE KENDİ DÜNYASINDA DOĞRULAR YAZIP KALMIŞTIR. Ve bu zihniyetin adı sadece Ortaçağ değildir.Zira tüm yasakların adı da bu zihniyettir. Daha önceki iletim de İran demiştim.Bakınız,orada ahlak polisleri vardır.Kadının saçı ahlaksızlıktır.Bu tür bir zihniyet,yine yasakların ve kendine dair doğruların işlediği ortaçağ zihniyetidir. Aynı şekilde bizim ülkemiz de de buna benzer bir durum var.Bu sefer sistem üniversite kapısında işler.Başınız kapalı giremezsiniz.Bu da ortaçağ zihniyetidir. Dostum,eğer çağdaş yaşam kurallarının ölçütü kıyafet ise,o zaman ben susarım.Yok eğer düşünce ise o zaman ben de bu çağdaş olma durumunu sorgularım. Dün ile bugün aynı değildir.En azından dün yaşadıklarınız bugün itibariyle anıdır.Bugünü dünden ayıran giydiğiniz kıyafet değil düşüncelerinizdir. Bakınız,inancın kendisini sorgulamak(başörtüsü farz yada değil...)ile inancın sınırlarını belirlemek birbirinden farklıdır. İnsan Hakları Uluslarası Sözleşme de "vicdan özgürlüğü" temel özgürlüklerden biridir.Vicdan özgürlüğünde birey kendi inancını yaşar ,inacını yaşayan bireyi de devlet korur. Bu kadar basit. Zor olan galiba,hepimizin kafasını karıştıran "sınırllar" Vicdan özgürlüğünün sınırı nedir? Bunu Cyrano yazmış,ben de yazayım. "başkasının özgürlüğünün başladığı yer" Yazdıklarınızı okuyunca,şu son dönemin popüler "mahalle baskısı" kullanımı aklıma geldi.Galiba demek istedikleriniz de biraz bu.Önce topluma belirli değerler aşılanır.Toplum bunun farkına varmaz.Bir bakarsınız ki,zihniyet aşılanan değerle beraber siyasi bir otoriteye yada yaşam biçimine dönüşmüştür. Bu da bir korku değil midir?Haklı yada haksız. .................... Laiklik,din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.Bu en basit,en kabul edilen tanım.Laiklik,hiçbir dini ön plana çıkarmaz,din endeksli bakışlarla düzenlemeler yapmaz. Sadece bu tanıma bakarak ben "Laik bir ülke değil Türkiye" derim. Bunun yanında "Laiklik" kavramının düşüncelerde ki yansıması da oldukça önemlidir. Etyen Mahçupyan bir yazısında Laiklik ile ilgili olarak şunları yazar; "Ne var ki her kavram gibi laiklik de sahip olduğumuz zihniyetin içinde şekillenir. Eğer bu zihniyet demokratlığa çok yatkın değilse, `laiklik` kelimesi kullanılmaya devam edilse de, kavramın içeriği ve işlevi değişecektir. Nitekim nasıl demokrasiden hiçbir biçimde nasibini almamış bazı rejimler kendilerine `demokratik cumhuriyet` deme gereği duymaktaysalar; aynı şekilde demokrat bir laikliği hazmedememiş toplumlar ve devletler de kendilerini ille de `laik` olarak tanımlayabilirler ve bu `laikliğin` bizatihi demokratlık olduğunu iddia edecek kadar cahilane bir tutum içinde olabilirler." ve şöyle devam eder; "Böylece `bizim dünyamız ve hayatımızın` ne olduğu, nasıl bir şey olduğu sorusuna geliriz. Laik kesimin çoğunluğu bunu `modern` ve `çağdaş` kelimeleri ile betimlemeye çalışırlar. Söz konusu kavramlara atfedilen içerik ise dinsel inançlarından uzaklaşarak `aydınlanmış`, Batılı hayat tarzını benimseyerek `ileri` bir medeniyet seviyesine ulaşmış olmayı ifade eder. Dolayısıyla `laik` olmak bir kimlik sahibi olmak demektir... Öte yandan `laik` kişi, bir önceki cumhurbaşkanının vurgulamaktan hoşlandığı üzere `olunması gereken` kişidir. Bu `laik` olanla olmayan arasında `doğal` bir hiyerarşinin mevcudiyetine işaret eder. Diğer bir deyişle `laik` olanla olmayan arasında eşitlik söz konusu olamaz; çünkü biri ileri öteki geridir. Böylece nötr bir hakemlik kurumu olarak laiklikten çıkıp, çağdaşlığın belirtisi ve taşıyıcısı bir kimlik olarak laikliğe varırız. Kimlik ise her zaman bireyi aşan grupsal bağları ima eder. Dolayısıyla Türkiye`de laiklik aynı zamanda yeni bir cemaatleşmenin dinamiği ve kıstası olarak işlevselleşmiş ve kendisini muhafazakârların `üzerinde` bir konuma oturtmuştur. Bütün bu bakış açısının rasyoneli ise insanlık tarihinin `çağdaşlaşmaya` dönük bir ilerleme olduğu ve bugün geri olanların yarın ileri olanlara benzeyeceği inancıdır. Öyle ki tarihin bu yasasını kabul etmemekte direnenler, örneğin başörtülüler; ancak irticaî bir unsur olarak değerlendirilebilirler." Bakın,özellikle dikkatinizi çekmek istediğim şu; "Laiklik kavramı sadece bir tanımlamanın kargaşasını yaşamıyor ülkemizde.Aynı zaman da bir kimlik,aynı zamanda bir ayrışma aracı.Ötesinde ise olmayan bir demokrasinin çıplak kalan ironisi." Değerli dostum, inanın ki gerçek anlamda demokrasinin ve demokrasinin işlerliğinde olacak Laikliğin olduğu bir ülke de "mahalle baskıları" olmaz. baskının olmadığı yerde,toplum neyi yaşamak istiyorsa ona doğru yön alır. Kaldı ki,kalkıp da "birileri etkilenecek o örtüden" mantığıyla bir genç kızın giydikleri üzerinden teoriler üretmek de cehalettir.Bağnazlığın kendisidir. Aslında önce kendi ülkemizden başlayarak Laikliğin ne olduğunu yazmak gerek. Laiklik dedikten sonra insanı olması gereken yere koymanın ne demek olduğunu yazmak gerek. bakınız,Şahin ile uluslararsı hukukta tartışılan başörtü yasağını onaylayan AİHM'nin kararına,Kevin Boyle şu cümleyle özetliyor; "Leyla Şahin kararı, AİHS'ye aykırı" "Eğer konu BM İnsan Hakları Komitesi'nin dikkatine getirilirse, hüküm farklı olabilir mi? BM farklı bir tutum alırsa AİHM kararının hükmü ne olur? " şeklinde ki soruya şöyle yanıt veriyor; "Türkiye BM İnsan Hakları Komitesi'nin yetkisini tanıyan protokolü henüz onaylamadığı için bu teorik bir yaklaşım olacaktır. Şu an itibarıyla, BM Komitesi'ne Türkiye'den hiçbir şikâyet yapılamaz. Ancak sanıyorum şunu söyleyebiliriz, eğer Komite'ye bu konuda bir şikâyet iletilebilirse, kararın farklı olması muhtemeldir. Geçtiğimiz günlerde Komite, Özbekistan'dan yapılan benzer bir müracaatta din hürriyetinin ihlal edildiği kararını verdi. Taşkent Devlet Enstitüsü'nde dil öğrenimi gören Raihoan Hudoyberganova, dinî inançları dolayısıyla başörtüsü takıyordu. Kamu alanlarında dinî elbiseleri yasaklayan yeni bir kanunun yürürlüğe girmesi üzerine enstitüden uzaklaştırıldı. BM Komitesi, hükümetin mezkur kişinin dinî inançlarına müdahalesini meşrulaştıramadığı ve yasağın dinî inançları yüzünden kişiye baskı oluşturduğu hükmüne vardı. Komite bu yaklaşımın BM Sivil ve Siyasi Haklar Milletlerarası Sözleşmesi'ne aykırı olduğu kararını verdi. BM'nin farklı bir karar alma ihtimalinin diğer bir sebebi ise, Komite'nin AİHM'nin Şahin davasında kullandığı "devlet lehine takdir" ya da "takdir marjı" gibi doktrinlerinin bulunmamasıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki, İnsan Hakları Komitesi bir mahkeme değildir, herhangi bir ülkeye yönelik ancak bağlayıcı olmayan tavsiyelerde bulunabilmektedir. Mahkeme, kararında Şahin'in üniversiteye kaydolurken başörtüsü yasağından haberi olduğunu ve başörtüsünü çıkartmasının kendisinden talep edilebileceğini bilmesi gerektiğine işaret ediyor; ancak başörtüsü yasağının Türkiye'deki bütün üniversitelerde uygulandığına değinmiyor. Kanunun hem özel hem de devlet üniversitelerinde uygulanıyor olması bence önemli bir nokta. Mahkeme'nin Şahin'in inançları gereği yurtdışına giderek eğitimini orada tamamlamasının dışında herhangi bir alternatifi olmadığını vurgulamaması talihsizlik. Eğitimini ikmal etmek için herkes Viyana ya da New York'a gidemez. Şahin'in avukatları bu noktaya işaret etti; ancak Mahkeme bu itirazları değerlendirmedi. Mahkeme'ye göre Şahin'in bir başka seçeneği daha vardı, o da başörtüsünü çıkarmak. Karara göre uzlaşması gereken devlet değil, Şahin'dir. Demokratik bir toplumda buna ihtiyaç olmamalı. " özellikle bunu beraber okuyalım.... söyler misiniz bana,inandığını yaşamakla onu başkalarına dayatmak arasında ki farkı nasıl belirliyorsunuz? insani hakları kendi yaşam alanınızda tehlikeli olarak görüp yoksaymayı sadece yavaşça empoze edilecek düşünceler ile mi açıklıyorsunuz? ilk sorunun cevabını gerçekten merak ediyorum. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 21 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2009 Benim bu konu başlığı altına ekleyeceğim bir kaç cümle var: Eğitim ve savunma, bir vatandaşın vergi dairesine para yatırmaya gitmesi, bir karakola ifade vermeye gitmesi, bir hastaneye tedavi olmaya gitmesi gibi değerlendirilemez. Bu gibi "hizmet alan" kategorisinde değerlendirilemez. Çünkü eğitimde ve savunmada, karşılıklılık vardır, etkileşim vardır. Vatandaş gelip burada pasif bir hizmet almıyor. Bir sürece katılıyor, karşılıklı etkileşim içinde bir kamusal etkinlikte bulunuyor. Bakın örneğin, örgün eğitimde kıyafet yönetmeliği varken, yaygın eğitimde kıyafet yönetmeliği yoktur. Neden? Çünkü yaygın eğitimde etkileşimli eğitim yoktur. Açık öğretime kayıtlıysanız, öğretmenlerle etkileşime girmez, sadece sınav olmaya gider ve istediğiniz kıyafetle sınava girersiniz. Açık öğretim sınavlarının sürücü sınavlarından bir farkı yoktur. Ama KPSS sınavı farklıdır, çünkü oraya kamu personeli olmak için giriyorsunuz. Yani ortada mantıksız hiç bir uygulama yoktur... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.