Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Ic savas yasadigimiz su son dönemde,disimizda olup bitenlerle ne kadar ilgileniyoruz.

 

Bugün Türkiye'nin dis politikasi,gercekten Türkiye'yi temsil etmektemidir yoksa belirli odaklarin cikarlarina mi hizmet vermektedir.

 

Türkiye nereye gitmekte,nereye götürülmektedir?

 

Bu konuda gercekci yaklasimlarla aslinda genis bir tartisma zemini olusturulabilir saniyorum.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Sadece biz değil, hiçbir ülke dış politikasını bağımsız olarak kontrol edemiyor. Tüm dünya en başta ABD, daha sonra Rusya, Çin ve AB etkisinde. Bu ülkelerin çıkarına karşı olan politikalar başarısızlığa sürükleniyor, rejimler sürdürülemiyor. En bağımsız tavır sergileyen ülkelerden biri olan İran (füze, uzay, nükleer, askeri vb. çalışmalar) bile Rusya'ya yanaşmış durumda. Dış politikada güçlü olmanın ana şartı, bu güçlü ülkelerde güçlü lobilere sahip olmaktan geçiyor.

 

Türkiye Rus silahlarıyla kazandığı Kurtuluş Savaşı dahil, ABDnin Marshal yardımıyla ayakta kaldığı günlerden beri ABD-RUS dünya liderliği mücadelesinde sürekli yönlendirilen bir ülke konumunda. Yıllarca Varşova Paktı ve SSCB-BDT ülkeleriyle koruma bandı altındaki Rusya'nın tek ABD yanlısı komşusu vasfından kaynaklanan jeopolitik önemimiz, bugün enerji bölgelerinin kontrolüyle daha da önem kazanmıştır. Ama bunun hem ekonomik ve askeri yardımlar gibi faydalarını görüyorken, hem de sağ-sol çatışmaları, darbeler, politikamızın dış kontrol altında olması gibi zararlarını görmekteyiz.

 

Bölgede İslam ülkeleri Hristiyanların din faktöründen dolayı ülkelerine saldırdıklarını, yaptırımlar yaptıklarını düşünüyorlar. Oysa ki gerçek İslam ülkelerinin dünyanın en verimli ve büyük enerji bölgesinin üzerinde olmasından dolayı kontrol altında tutulmaya çalışılmasıdır. Bugün petrol rezervleri kurusa, o andan itibaren Ortadoğu ülkeleriyle de uğraşan hiç kimse kalmaz.

 

Türkiye enerji bölgelerine çok yakın ama kendisi bu kaynaklara sahip olmayan bir ülkedir. Bu yüzden bölgemizin hareketli coğrafyası bizim dış politikamızı isteğimiz dışında sürekli olarak belilemeye devam edecektir.

 

Biz Japonların ve AB nin yaptığı gibi eğitim seferbirlikleri ile halkın kalitesini arttırıp dünyada hatırı sayılır bilimsel teknoloji geliştiren ve böylece ekonomik üstünlüğü ele geçiren bir ülke olamadıkça, milli piyango çıkmasını bekleyen biri gibi acaba Kerkük petrolü bizim olur mu, enerji hatları bizden geçerse kontrolü ele geçirebilir miyiz gibi konularla avunmaya devam ederiz.

 

Türkiye kaynağı olan ülkelerden esen rüzgarın estiği yönde havada asılı bir uçurtmadır. Kendi motoru ve pervanesi olmadıkça rüzgarlarda savrulmaya devam edecektir.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Türkiye'nin Cumhuriyetin kurulusundan sonra baslattigi Milli Ekonomi atilimi maalesef,1950 itibariyle bagimli bir ekonomiye dönüsmüstür.

 

DP ile baslayan ithalat,ve dis borclanma ilk dönemlerde,cazip görülmüs ama ilerleyen yillarda kendi ekonomisii kuramayan Türkiye icin büyük bir yük olmaya baslamistir.Tipik bir örnek vermek gerekirse,1950-1960 yillari arasinda memlekette mevcut traktör sayisi 4.000'den 44.000'ne yükselmistir.Traktörlerin ülkeye gelisi ile tarim artmis ama meralar azalmistir.Traktör ve bicerdögerlerle calisan köylüye artik toprakta yapacak is kalmamisti.Siyasi oligarsi ile ekonomik oligarsinin temelleri DP ile atilmistir.Bu dönem özel bir tartisma konusu oldugu icin sadece biraz degindim,ama asil konu Türkiye'nin ulusal güvenliginin ne kadar güvenlikli oldugu ve bugün Türkiye'nin gittigi yolun ne kadar güvenlikli oldugudur.

 

Iran'la 600Km'yi bulan bir kara sinirimiz var.Kafkaslarda siyasi durum cok gergin ve Türkiye Kafkaslarda stratejik ortakliklara sahip,Iran hem Israil hem ABD tarafindan tehdit altinda,Güneyde,Amerikanin kontrolü altinda bir Irak ve Kuzey Iraktaki Bölgesel Kürt yönetimi var.Israil ve Filistinliler savas halinde,Türkiye bu savasta yavas yavas taraf olmus gibi bir konumda.Kibris'ta isgalci olarak nitelenen konumdayiz,Egede Yunanistan Kara sularini 12 mile cikarma kararini meclisten yillar önce cikartmis ve bunu uygulamaya koyabilmek icin bir firsat beklemektedir.Bir taraftan Kürtler,bir taraftan Süryaniler,diger taraftan,Iraktaki Yezidiler,Yunanistan ve Ermenistan soykirim iddialari ile bize karsi düsmanca bir siyaset icersindeler.

 

Bütün bu siyasi gelismeleri degerlendirdigimizde yarin cikabilecek olan bir Israil-Iran savasinda direk olarak sinirlarimiz bu savasin etkisi altinda kalacagina göre hic beklemedigimiz bir sekilde kendimizi savasin icersinde bulmayacagimizin bir garantisi varmi

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

SU SAVAŞ NEDENİ OLABİLİR

 

Nasrin Hoseni

 

Ortadoğu’nun sıcağında suyun yaşamsal önemi vardır. Aynı zamanda su, Ortadoğu’da eksikliği duyulan bir nesnedir. Sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın daha birçok bölgesinde eksikliği duyulan bir gereksinim olarak su, yeni çatışmaları kışkırtmaktadır.

 

Dicle bölgesinde suyun ne ölçüde büyük önem taşıdığını kavramak, Suriye, İsrail/ Filistin, Lübnan ve Ürdün’de yaşanan çatışmaların bölgede yarattıkları tahribatı daha derinlemesine anlamaya yardımcı olacaktır.

 

Bu bölgedeki akarsuların, Genesaret (Kinneret, Galile) gölünün ve yeraltı kaynaklarının karmaşık bir sistemleri vardır. Bölgedeki kentler arası ilişkilere yukarıdan çok yönlü zengin görüşlü bir kuşbakışı atıldığı zaman, ülkeler arası çatışmaların ağırlıklı nedeninin su olduğu anlaşılacaktır. Sözkonusu çatışmaların en ciddisi, Filistin’in batı Yakası’nda ve Gazze Bölgesi’nde görülenlerdir. Buralarda binlerce Filistinli kendi su kaynaklarını yitirmişlerdir.

 

Yetersiz yeraltı su kaynakları ve Ürdün Nehri’ne bağımlılık, İsrail ile Filistin arasında olduğu kadar bölgedeki diğer tüm çatışmalar açısından da önem taşımaktadır. Tüm Ortadoğu’da yeraltı suları çok düşük düzeydedir ve bölgenin içinde olduğu politik durum zaten yetersiz olan işbirliğini daha da kötüleştirmektedir.

 

Ürdün Nehri, Fırat, Dicle ve Nil, Ortadoğu’da bulunan başlıca hassas akarsulardır. Birleşmiş Milletler, iki- üç ülkenin sınırlarını aşan akarsular üzerine yapılacak anlaşmaları belirlemiştir. Sınır aşan akarsular üzerine anlaşma, aynı su kaynaklarını kullanan ülkelerin bunu haksever biçimde paylaşmaları gerektiğinin altını çizmiştir. Aralarında Profösör Malin Falkenmark’ın da bulunduğu bölge sularıyla ilgili tüm uzman kişiler, suyun gelecekte Filistin’de yaratacağı huzursuzluğa dikkatleri özellikle çekmektedirler.

 

- Aşırı derecede haksız hatalı paylaşım

 

Su kaynaklarının İsrail ile Filistin arasında ileri derece haksız hatalı paylaşımı, kökleri geçmişe uzanan bir problemdir. İsrail’de Yahudi toplumuna kişi başına 400 metreküp su düçerken, Filistin’de bu kişi başına 100 metreküpün altındadır. Batı Yakası’nın su kaynaklarının yüzde 73’ünü İsrail kullanmaktadır. Bu kaynakların ancak yüzde 17 kadarını Filistin halkı, yüzde 10 kadarını da illegal Yahudi yerleşimciler kullanmaktadırlar. Suyunun asıl büyük kısmı Filistin bölgesinden akıyor olmasına karşın, Ürdün Nehri’nin sularının en büyük kısmını da israil kullanmaktadır.

 

- Kuyu kazma yasağı

 

Filistin halkı, İsrail işgali nedeniyle kendi su kaynaklarını ve kaynakları üzerindeki denetimini yitirmiştir. Aslında uluslararası yasalara göre, işgal edilmiş bölgelerin suyunun işgalci gücün kendi toplumu için kullanılması yasaktır.

 

Bu yasağı çiğnemesinin ötesinde İsrail, Filistin halkına yeni kuyular kazmasını da yasaklamaktadır. Ve eski kuyulara da elkoymakta, bunların sularını da İsrail’de kullanmaktadır. İşgalci İsrail, Filistin halkının eski kuyulardan ne ölçüde su alıp kullanabileceğini tekyanlı olarak kararlaştırmaktadır.

 

Sözkonusu su problemi Gazza Bölgesi’nde en ağır biçimiyle hissedilmektedir. İsrail bu bölgedeki kuyulardan suyu çekip gittikten sonra, boşalan kuyuları tuzlu sular istila etmektedir. Birleşmiş Milletler uzmanları, Gazza’nın 15 yıl sonra susuz kalacağı uyarısını yapmaktadırlar.

 

 

Tarafların su sorunuyla ilgili sorumluluğu bütünselliği içinde paylaşmamaları ve İsrail’in mevcut su kaynaklarını sadece kendi yararları uğruna aşırı biçimde sonuna dek kullanması, bölgedeki su problemini giderek ağırlaştırmaktadır. Filistin’i işgalinin ötesinde İsrail’in Güney Lübnan’da ve Golan Tepelerinde varolan konumu, aynı problemden soyutlanarak ele alınamaz. Bölgedeki suyun yetersizliği ve su problemi üzerine işbirliğinin bulunmayışı, gelecekte sonderece ciddi sonuçlara yolaçacaktır.

 

- Duvarın gerisinde kalan su

 

İşgal edilen ve elkonulan Filistin toprakları ile su kaynakları arasında göze batan açık bir ilişki bulunmaktadır aynızamanda. Filistin bölgesini derinlemesine bölen İsrail duvarı öyle hileli inşa edilmektedirki, tüm su kaynakları duvarın İsrail tarafında kalmaktadırlar. Duvarın inşa edilmesinden beri birçok Filistin köyü tüm su kaynaklarını yitirmilşlerdir. Durum en kötü olarak Qukqiliya bölgesinde gözükmektedir. Batı Yakasında 50 tane yeraltı su kaynağı vardır ve duvar çekilirken 200 tane su haznesi Filistinli sahiplerinden kopartılmışlar veya tahrip edilmişlerdir. Bu durum Filistinli köylüler için yıkıcı sonuçlara yolaçmaktadır. Filistin halkının kendi geçimini sağlama olanaklarını ve becerisini yoketmektedir. Bölgedeki Filistinli köylüler yılda 2 200 ton zeytinyağı, 50 bin ton meyva ve 100 bin ton sebze üretmektedirler.

 

Su sorunu Filistin halkı için özel dikkati zorunlu kılmaktadır. Su kaynaklarının İsrail ile Filistinliler arasında haksız çarpık paylaşımı, sadece Filistinli köylüleri etkilememektedir. Sözkonusu haksızlık tüm bölgenin yeraltı su kaynaklarının azalmasına neden olmakta ve bölgeye egemen iklimle uyuşmayan bu durum, ileride daha da azalacak su kaynakları nedeniyle çok kişi tarafında umut edilen barışı tehdit etmektedir.

Broderskap, Nr 10, 30 Mart 2006 www.broderskap.se

isveççeden türkçeye çeviren: Yusuf Küpeli

Gönderi tarihi:

SU SAVAŞ NEDENİ OLABİLİR

 

SU SAVAŞ NEDENİ OLABİLİR

 

Sözkonusu su problemi Gazza Bölgesi’nde en ağır biçimiyle hissedilmektedir. İsrail bu bölgedeki kuyulardan suyu çekip gittikten sonra, boşalan kuyuları tuzlu sular istila etmektedir. Birleşmiş Milletler uzmanları, Gazza’nın 15 yıl sonra susuz kalacağı uyarısını yapmaktadırlar.

 

 

Tarafların su sorunuyla ilgili sorumluluğu bütünselliği içinde paylaşmamaları ve İsrail’in mevcut su kaynaklarını sadece kendi yararları uğruna aşırı biçimde sonuna dek kullanması, bölgedeki su problemini giderek ağırlaştırmaktadır. Filistin’i işgalinin ötesinde İsrail’in Güney Lübnan’da ve Golan Tepelerinde varolan konumu, aynı problemden soyutlanarak ele alınamaz. Bölgedeki suyun yetersizliği ve su problemi üzerine işbirliğinin bulunmayışı, gelecekte sonderece ciddi sonuçlara yolaçacaktır.

Arca Arıyoruk’ın 14 Ağustos 2003 tarihli ve “Turkish Water to Israel?” başlıklı ingilizce makalesinde, kişibaşına düşen.. 2 150 metreküp ile bölgenin en su zengini ülkesinin Irak olduğu ve ardından kişibaşına 1850 metreküp su ile Türkiye’nin geldiği yazılmaktadır. İsrail’de ise kişibaşına yaklaşık 325 metreküp su düşmektedir ama, aşağıdaki makalede okuyacağınız gibi İsrailli Yahudiler bu ortalamanın çok üzerinde su kullanmaktadırlar. Bunun nedenide Filistin halkından çalınan sulardır ve anlaşılmış olacağı gibi Filistinli insanlarda sözkonusu ortalamanın çok altında su tüketmek zorunda kalmaktadırlar... Tüm bunların ötesinde İsrail, çekilecek boru hatlarıyla Türkiye’nin Manavgat suyunun önemli birkısmını ve yine Mısır’ın yaşam kaynağı Nil’in sularını almayı planlamaktadır...

Gönderi tarihi:

Türkiye su Savaşın Neresinde?

ULUSAL GÜVENLIGIMIZ NE KADAR GÜVENLI

Ulus. devletimize demokrasi maskesi altında Batidan yönelen tehdit

 

Su savaslari ulus-devletimiz tehdit altında mi birakiyor..

 

 

 

İsrail’in su savaşları

 

İktidardaki İsveç Sosyaldemokrat İşçi Partisi’nin (SAP) Hıristiyan sosyaldemokratlarının örgütü Broderskapsrörelsen'in (Biraderlik/ Erkekkardeşlik Örgütü) yayın organı Broderskap’ın (Biraderlik) 10 Mart 2006 tarihli 10ncu sayısının arka sayfasında, Nasrin Hoseini imzalı ve “Vattnet som kan orsaka krig” (“Su savaş nedeni olabilir”) başlıklı bir makale yayınlandı. Hoseini, İsrail yönetiminin, Filistin, Suriye ve Lübnan halklarının sularını nasıl gaspettiğini kısaca ve sonderece ılımlı bir üslupla anlatıyor. Türkçeye çevirildigi yukardaki bu metinde, “terör” bahanesi ile Filistin halkını hapseden kilometrelerce uzun duvarın, aynızamanda ve asıl olarak bu halkı nasıl su kaynaklarından koparttığı açıklanıyor.

Gönderi tarihi:

Elime güzel bir yazi gecti,2006 yilinda yazilmis.Baslik "KOMSU DEVLETTEKI NÜKLEER MERKEZ"

 

""O sehirde 15 yil önce bir deprem oldu.Öyle siradan degil.Ciddi bir depremdi.T.C. Devleti hemen yardim etmek istedi.O devlet,ayni gün senden yardim almama dedi.Kimse,o devletin yöneticilerini irkcilikla,insanlik düsmani olmakla suclamadi.

 

O devletin baskenti sinirlarimizin dibinde sayilir.O baskentin yakinlarinda bir nükleer santral vardi.Yakin zamanda deprem de olmus bir yerde ki santrala karsi kimsecikler bir eylem yapmadi;bildiri dahi yayinlamadi.

 

O devlet,o baskent yakin yerde ikinci bir 730 MV'lik nükleer santral yapti.Ona da ne yapim süresince,ne de yapildiktan sonra sesini cikaran olmadi."DEPREM KUSAGINDA NÜKLEER SANTRAL MI OLUR?"demediler.Atina devleti o santral icin "bölgeyi tehdit ediyor"deyip Avrupa-Amerika Birlesik devletleri'ni ayaga kaldirmadi.

 

Türkiye Cumhuriyeti sinirlari icinde hic kimse,ama hic kimse,"Cernobil su kadar Km uzaktayken basimiza neler geldi,"deyip santralin kapatilmasini istemedi.Üstelik o santral ,Rize'ye,Artvin'e,Kars'a,Van'a;Silifke'deki Akkuyu'dan Adana kadar uzaktaydi.

 

Hicbir Genel Kurmay Baskani,Cumhurbaskani,durup dururken "Türkiye NÜKLEER tehdit altinda"diye,savas acma anlamina gelebilecek bir aciklama yapmadi!T.C.'ne karsi,diplomatlarini öldürtmek dahil,düsmanca tavirlar sergileyip,Türkiye'nin topraklarinda gözü oldugunu acikca ifade etmisti.

 

Hangi devlet? Hangi sehir? Hangi nükleer santral mi?

 

Onu da siz bulun

 

MUSTAFA YILDIRIM'in bu yazisi tabii ki cok uzun ben sadece bir bölümünü aldim.

 

Ülkemiz öyle bazilarinin bizi paranoya ile suclamalarinin tam tersine büyük bir tehlike altindadir.Komsularimizla olan iliskilerimiz,siyasi ve askeri stratejik anlasmalarimiz hic beklemedigimiz bir an da bizi bölgemizde ki bir savasin ortagi haline getirebilecek kadar ciddidir.

 

Türkiye'nin komsuluk iliskilerinin yani sira asil büyük tehlike ülkenin icindedir.Belirli kesimlerin Güneydoguda halki devlete karsi kiskirtma faaliyetleri cok sinsi ve planli bir sekilde devam etmektedir.Ege bölgesinde Yunanistan'in 12 mil dayatmasi simdilik perde arkasindadir,bunun resmen uygulamaya konulmasi Türkiye icin savas anlamina gelecegi defalarca vurgulanmistir,ne varki eski meclis baskani Bülent Arinc'in savas nedeni siyasetimiz yeiden gözden gecirilsin demis olmasi bende,ilerde Türkiye'nin böyle bir oldu bittiye getirilebilecegi kuskusunu uyandiriyor,cünkü bu iktidara güvenmiyorum.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Ic savas yasadigimiz su son dönemde,disimizda olup bitenlerle ne kadar ilgileniyoruz.

 

Bugün Türkiye'nin dis politikasi,gercekten Türkiye'yi temsil etmektemidir yoksa belirli odaklarin cikarlarina mi hizmet vermektedir.

 

Türkiye nereye gitmekte,nereye götürülmektedir?

 

Bu konuda gercekci yaklasimlarla aslinda genis bir tartisma zemini olusturulabilir saniyorum.

 

 

saygilarla

Türkiye'nin gercek düsmanlari icimizdedir, bunlar bizleri yillardan beri yöneten hükümetler ve onlarin siyasetleri ve diger devlet mercileridir. MIT terör örgütlerini bile desteklerken, insanlarimiza cetelerin yapmis oldugu katliamlari ve hukuk disi davranislari vatanperverlik ve Atatürkcülük olarak gösterip aldatan siyasilerimiz, devlet adamlarimiz, bürokratlarimiz ve bu akimin destekcileridir. Bunlar ülkemizin en büyük düsmanidir. Demokratik acilimi bölücülük olarak deklara edenler, azinliklari düsman gösterenler, olmazsa olmaz deyip her türlü yanlislarimizi inkar edenler, insanlarimiza demokrasiyi ve özgürlügü cok görenler en büyük düsmanindir ülkemin.

Hakkini arayani linc etmek isteyen bir zihniyet, ülkeyi uluslar arasi arenada devamli güc duruma düsüren siyasiler ve yandaslari, demkrasinin önünü kapatmak icin terörüstlerle bile ortak calisan devlet birimleri ve onlarin destekleyicileri insanligin en büyük düsmanidir.

Gönderi tarihi:

Türkiye su Savaşın Neresinde?

 

ULUSAL GÜVENLIGIMIZ NE KADAR GÜVENLI

 

Ulus. devletimize demokrasi maskesi altında Batidan yönelen tehdit

 

Su savaslari ulus-devletimiz tehdit altında mi birakiyor..

 

 

İsrail’in su savaşları

 

 

BBC, 16 Haziran 2003 tarihli ve “Water war leaves Palestinians thirsty” başlıklı yazılı haberlerinde, Kyoto’da düzenlenen Üçüncü Dünya Su Konferansı’nda konuşan eski Sovyet Cumhurbaşkanı Mikhail Gorbaçov’un, “yakın tarihte su kaynakları üzerine 21 kez silahlı savaş oldu ve bunların 18 tanesini İsrail’in başlattı”, dediğini bildirmektedir. Yine aynı habere göre, 1993 Oslo Barış Görüşmeleri’nde, Filistin halkının su kaynakları üzerinde daha fazla haklarının ve denetimlerinin olması gerektiğinin altı çizilmiştir. ABD gibi emperyalist güçlere güvenerek Birleşmiş Milletler kararlarını en çok çiğneyen ülke ünvanına sahip İsrail, Filistin halkının yaşamsal su gereksinimi üzerine bu öneriyi rahatça geri çevirmiştir. “West Bank Water Usage” başlıklı makalede ve ayrıca isveççeden çevirilmis aşağıdaki makalede açıklandığına göre, Batı Yakası’nın suyunun yüzde 73’ünü İsrail, yüzde 17’sini Filistin halkı ve yüzde 10’unu da -nüfusları çok daha düşük olan- illegal Yahudi yerleşimciler kullanmaktadırlar. Ve saldırgan militarist ırkçı İsrail devleti, güçlü propoganda aygı ile halen “mazlum” rolü oynamaya çalışmaktadır.

Gönderi tarihi:
Türkiye su Savaşın Neresinde?

 

ULUSAL GÜVENLIGIMIZ NE KADAR GÜVENLI

 

Ulus. devletimize demokrasi maskesi altında Batidan yönelen tehdit

 

Su savaslari ulus-devletimiz tehdit altında mi birakiyor..

 

 

İsrail’in su savaşları

 

 

BBC, 16 Haziran 2003 tarihli ve “Water war leaves Palestinians thirsty” başlıklı yazılı haberlerinde, Kyoto’da düzenlenen Üçüncü Dünya Su Konferansı’nda konuşan eski Sovyet Cumhurbaşkanı Mikhail Gorbaçov’un, “yakın tarihte su kaynakları üzerine 21 kez silahlı savaş oldu ve bunların 18 tanesini İsrail’in başlattı”, dediğini bildirmektedir. Yine aynı habere göre, 1993 Oslo Barış Görüşmeleri’nde, Filistin halkının su kaynakları üzerinde daha fazla haklarının ve denetimlerinin olması gerektiğinin altı çizilmiştir. ABD gibi emperyalist güçlere güvenerek Birleşmiş Milletler kararlarını en çok çiğneyen ülke ünvanına sahip İsrail, Filistin halkının yaşamsal su gereksinimi üzerine bu öneriyi rahatça geri çevirmiştir. “West Bank Water Usage” başlıklı makalede ve ayrıca isveççeden çevirilmis aşağıdaki makalede açıklandığına göre, Batı Yakası’nın suyunun yüzde 73’ünü İsrail, yüzde 17’sini Filistin halkı ve yüzde 10’unu da -nüfusları çok daha düşük olan- illegal Yahudi yerleşimciler kullanmaktadırlar. Ve saldırgan militarist ırkçı İsrail devleti, güçlü propoganda aygı ile halen “mazlum” rolü oynamaya çalışmaktadır.

 

 

Sayin Efendi Türkler,Demokrasilerin en ileri noktasi basibozukluktur,bugün demokrasi acilimi ve özgürlük sloganlari ile halay cekenler,saga sola saldiranlar,masum insanlari ceteci,katil,insanlik düsmani gösterenler,bu ülkede istedikleri gibi at kosturamayan cevrelerdir.Hapishanelerde ölüm oruclari ile devleti dize getirmeyi hesaplayanlar hayal sukutuna ugrayinca demokrasi özgürlük feryadlarina basladilar,halbuki o ölüm orucundakiler polise,jandarmaya ates yagdiranlardi.Halkin malini yakip yikanlardi,devleti bölmeye calisanlardi,bölücülerin istedigi özgürlük ne olabilirki?

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

ULUSAL GÜVENLIGIMIZ NE KADAR GÜVENLI

Ulus. devletimize demokrasi maskesi altında Batidan yönelen yeni tehdit yeniden Osmanli!

Türkiye´yi gercek anlamda bagimsiz, egemen, kendi kararlarini kendisi veren, kendi cikarlarını korumasini bilen bir ülke haline getiren kisi Mustafa Kemal Atatürk´tür. Hem Kurtulus Savasin´da, hem de daha sonra Lozan Antlasmasi sirasinda, Cumhuriyetin kurulması döneminde Türkiye´nin tek ölcüsü egemenligini ve bagimsizlıgini korumak ve diger devletlerle esit konuma gelmek olmustur.

 

Atatürk, bir yandan Türkiye´yi her alanda cagdas bir ülke haline getirirken hukukta, devlet yönetiminde, egitimde, alt yapida vs. diger taraftan da Türkiye´´yi hicbir ülkenin baskisi ve mandasi aliına girmeyi kabul etmeyen, kendi cikarlarini ve kendi egemenligini kararlilikla koruyan bir ülke haline getirmisken..

 

Bugün osmanli döneminde fetih edilen ülkeler bir rahatsizlik duymazken Osmanlidan bugün öz topragina cekilmis Türk milletinden kendi icimizde rahatsizlik duymak ne oluyor..

 

Herkes her devlet ulusal bagimsizlik savasini vermis bizde vermisiz kimse de osmanliyi öve öve bitirmiyor bizde osmanlinin üzerine kurulmus tekden bagimsiz egemen ülkeyiz..

 

Nedir bu rahatsizlik birilerinin rahatsizligi nerden kaynaklaniyor..

 

Biz osmanli hevesiyle batinin bizi etnik kökenlere bölme tehlikesini konusmamiz gerekirken geldigimiz nokta tekrar feodalizm onun savunuculari vede feodalizm savunucularin gercek amaclari bizi osmanliyi savundurma noktasina cekmek!

 

Halimize gülermisin aglarmisin..

Gönderi tarihi:
Sayin Efendi Türkler,Demokrasilerin en ileri noktasi basibozukluktur,bugün demokrasi acilimi ve özgürlük sloganlari ile halay cekenler,saga sola saldiranlar,masum insanlari ceteci,katil,insanlik düsmani gösterenler,bu ülkede istedikleri gibi at kosturamayan cevrelerdir.Hapishanelerde ölüm oruclari ile devleti dize getirmeyi hesaplayanlar hayal sukutuna ugrayinca demokrasi özgürlük feryadlarina basladilar,halbuki o ölüm orucundakiler polise,jandarmaya ates yagdiranlardi.Halkin malini yakip yikanlardi,devleti bölmeye calisanlardi,bölücülerin istedigi özgürlük ne olabilirki?

 

saygilarla

Demokrasiyi ve özgürlügü red eden bir zihniyet, insanlari hice sayarak onlarin adina neyin dogru ve yanlis oldugunu söyleyen bir bakis acisi ve cuntacilari devletin koruyuculari ve yapilan her türlü baski ve zorbaci sistemi vatan kurtarma adina yapildigini idaa eden bir zihniyet dogal olarak her türlü demokratik acilimlari ve o dogrultudaki istekleri terör destekcileri, bölücü ve devlet düsmani olarak gösterecektir. Biz bu hikayeleri yilardan beri biliyoruz ve karnimz tok. Demokrasiyi icine hazmetmis ve toplumuna ögretmis devletlere bakarsak bizlerin demokrasiyi agzimizdan düsürmememize ragmen aslinda demokrasinin d'sini bile hazmedemedigimiz cok acik ortadadir.

Bu savas cigirtganlarinin ve halki birbirine düsman edip yillardan beri kirdiranlarin sonu gelmistir ve dolayisiyla bu kadar saldirgan olmalarida gayet dogaldir. Son nefeslerini aliyorlar ve saltanatlarinin devami icin her türlü entrikalara basvuruyorlar. Bölücü basinin MIT ile ortak calismalarini irdelemeden gercek yurtseverlere ve demokrasi hayranlarina bölücü diyerek haksi suclamalarda bulunarak sadece kendilerini kurtarmaya calisiyorlar.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.