Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dünya müstakile yerleşti, Türkiye apartmanlaşıyor!


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Dünya müstakile yerleşti, Türkiye apartmanlaşıyor!

 

“Apartmana Hayır!” isimli kitabın yazarı Mimar Semih Akşeker, çok katlı betonarme binaların beden ve ruh sağlığımızı tehdit ettiğini söylüyor. Tüm Türkiye’nin müstakil, bahçeli evlere geri dönebilmesi içinse 30 yıl yeterli.

 

 

Tek katlı, bahçeli, pembe panjurlu bir evde, sevdikleriyle yaşamanın hayalini kuranlar neredeyse tarihe karıştı. Çünkü, günümüzün düşleri ya çok modern, lüks apartman dairelerinde ya da üç katlı ihtişamlı villalarda başlıyor artık. Peki ne oldu da atalarımızın yüzyıllardır yaşadığı şirin, mütevazı evleri terk edip sitelere sığındık? Zilini çalıp bir tutam tuz isteyemediğimiz komşularımızla gerçekten mutlu muyuz? Her şeyin başı sağlıksa, beden ve ruhumuza son derece zarar veren beton binalardan neden vazgeçemiyoruz?

 

Biliyoruz ki bu soruları sormak kadar cevaplarını duymak da zor. Ama biri var ki Fuzuli gibi “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” diyerek çıkar bir yola. Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkelerin inşaat sektöründe çalışır, bolca araştırma, gözlem yapar. Edindiği bilgelerden yola çıkarak bir kanaate varır: “Apartmana hayır! Betona hayır!” 15 yıllık birikimini de mimarlık-ev-inanç çerçevesinde bir kitapta toplar ve en ince ayrıntısına kadar niçin çok katlı beton binalarda yaşamamamız gerektiğini anlatır.

 

1964’te Bursa İnegöl’de sevimli, iki katlı bir evde dünyaya gelen Mimar Semih Akşeker’den bahsediyoruz. Semih Bey, hızla yükselen apartmanlardan, yüksek plazalardan hayli rahatsız biri. Hele Batı ülkelerindeki evleri görüp inceledikten sonra... Hâlen bir inşaat firmasında mimarlık yapan Akşeker’in kitabının tek bir amacı var; farkına varamadığımız, düşünemediğimiz gerçekleri bize anlatabilmek, bu amansız gidişata gücü yettiğince karşı koyabilmek.

 

MÜSTAKİL EVLER APARTMANA NASIL DÖNÜŞTÜ?

 

Akşeker’in “Apartmanların bizim kültürümüzle hiçbir bağlantısı yok”, “Betonarme binalar hem beden hem de ruh sağlığına zararlı”, “Müstakil ahşap evlerde yaşamalıyız”, “İstanbul’daki herkes iki katlı, bahçeli bir evde yaşayabilir. Yeterli arazi var”, “Dinimizle mevcut yapılar tamamen birbirine zıt” şeklinde iddiaları var. Yalnız onu daha iyi anlamak için öncelikle müstakil evlerin yığma beton binalara nasıl dönüştüğünü, apartman zihniyetinin niçin ortaya çıktığını bilmekte fayda var.

 

Batı kültüründeki çok katlı evler ilk kez 19. yüzyılda sanayi devriminin yaşandığı Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde inşa ediliyor. Gününün büyük çoğunluğunu çalışarak geçiren kadın ve çocuklar evlerine giderken zaman kaybetmesinler diye aynı katta 3-4 dairenin bulunduğu yüksek binalara yerleştiriliyorlar. Sadece uyumak için evine giden işçiler tuvalet ve banyoları da ortak kullanıyor.

 

İslam-Türk ananesinde ise eve ‘sükun bulunan yer’ anlamında ‘mesken’ deniyor. Atalarımız evlerinin canlılığına inanıyor. Çünkü meskenlerde nesillerin acı-tatlı hatıraları bulunuyor. Ev, güzel yaşamanın, dünyayı mamur etmenin, hayata lezzet katmanın âdeta vasıtası gibi görülüyor. Fakat Batı’nın sanayi inkılabıyla maddi üstünlüğü ele geçirmesi, Osmanlı Devleti’nin aydınlarınca farklı yorumlanıyor, Batı taklitçiliği başlıyor. Bu değişim, sosyal hayatı olduğu kadar mimari yapıları da etkisi altına alıyor. Süleymaniye, Laleli, Fatih’teki ev ve konaklarını terk eden zenginler, ‘Fransızlar yapmış’ diyerek Şişli, Harbiye ve Nişantaşı’ndaki karanlık, izbe apartmanlara taşınıyor. Halk, önceleri müstakil evlerde yaşamayı tercih etse de zamanla apartmanlara taşınıyor.

 

Oysa dünyanın en eski çok katlı binalarını inşa etmiş Fransa, apartmanların yol açtığı şikâyetler sebebiyle 1963’te referanduma gidiyor. ‘Ev mi, apartman mı?’ diye soruyor vatandaşa. Halkın yüzde 68’i ‘ev’ deyince hükûmet derhal iskân politikasını değiştirip müstakil evleri zorunlu hâle getiriyor. O tarihten sonra belli zaruretlerin dışında apartman inşa edilmiyor. İngiltere’de ise mimarlar, eğitimciler, sosyologlar, sendikacılar, sivil toplum örgütleri bir araya gelerek hükûmete baskı yapıyor. Devlet, tarihî eser özelliği taşımayan tüm apartmanların yıktırılmasına karar veriyor.

 

 

 

Türkiye’de ise 1992’de Devlet Planlama Teşkilatı, aynı konuyla alakalı bir anket düzenliyor. Halkın yüzde 93’ü apartmanda değil, müstakil evde yaşamak istediğini söylüyor. Yalnız bu çarpıcı sonuç ülkemizde herhangi bir değişime vesile olmuyor. Siyasiler, bürokratlar ve inşaat firmaları kendi menfaatlerini gözeterek halkın bu isteğini yok sayıyor.

‘YETERLİ ARAZİ YOK’ CEVABI DOĞRU DEĞİL

 

24 yıllık mimar Semih Akşeker ise devlet politikası hâline getirilirse otuz yılda apartmanları bırakıp tamamen müstakil evlerde yaşabileceğimizi söylüyor. Nasıl mı? Hesaplar ortada: Türkiye’de yaklaşık 14 milyon aile yaşıyor. Herkese 250 metrekarelik arsa verilse ihtiyacımız 3 buçuk milyar metrekare (3 bin 500 kilometrekare). Bu da Van Gölü büyüklüğündeki bir alana tekabül ediyor. Ülkemizin düzlemsel yüzölçümünden dağlık alanları, baraj, yol ve köprüleri çıkarınca 700 bin kilometrekarelik boş alan kalıyor. Müstakil evler için harcanacak arazi miktarı ise Türkiye’nin boş arazilerinin sadece yüzde 0,5’ine denk geliyor. Kalan 99,5’lik alan alışveriş merkezlerine fabrika ve atölyelere, turizm ve eğitim binalarına, kara-demir yollarına tahsis edilse bile yüzde 97’lik bölüm yine boş gözüküyor. Aynı mantıkla hesaplamalar yapıp bu verileri hayata geçirmiş Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerde vatandaşlar hem müstakil evlerde yaşıyor hem de devasa endüstri alanlarına sahipler. Hatta dünyaya en çok tarım ürünü ihraç eden ülkeler arasında da başı çekiyorlar.

 

Batı’nın 60 yıl önce terk ettiği çok katlı apartmanlar aslında sağlığımızı da tehdit ediyor. Çünkü beton, radyoaktif radon gazı yayıyor. Radon da vücutta toksit etkisi yapıyor. Mesela İstanbul’da 398 evde yapılan ölçümlerde 260 bekerel radyoaktif değer bulunmuş. Ahşap dairelerde aynı madde sadece 10 bekerel çıkmış. Amerika’da yapılan başka bir araştırmada da akciğer kanserlerinden ölenlerin yüzde 14’ünün bina içi radona maruz kaldığı ortaya çıkmış. Bunun üzerine hükûmet betonarme binalara radon gazı tahliye aspiratörleri konulmasını zorunlu hâle getirmiş.

 

Betonarme binaların Batı ülkelerinde kullanım oranlarına gelince… Almanya’da yüzde 23, Fransa’da yüzde 17, Amerika’da yüzde 3’ken Türkiye’de yüzde 95. Beton içine konulan malzemeler basit gibi görünse de elde ediliş şekli oldukça teknolojik. Dökümünden kurutulmasına kadar birçok önemli ayrıntıyı bünyesinde barındırıyor. Fakat üreticilerin çoğunun özel santrali, test edecek laboratuvarı, yeterli sayıda teknik personeli ve betonarme inşaat kültürü bulunmuyor. Üstelik betonun ömrü bilinenin aksine karbonlaşma ve korozyon sebebiyle 50-60 yılı geçmiyor. Kat sayısı ne kadar fazlalaşırsa binaların yıkılma oranı da o kadar artıyor. Türkiye Hazır Beton Birliği Başkanı Ayhan Paksoy da aynı dertten yakınıyor: “Türkiye’deki beton santrallerinin yüzde 40’ı bize kayıtlı, diğer yüzde 30’unun kaydı yok ama kaliteli. Ancak yüzde 30’luk ne idüğü belirsiz bir grup var. Türkiye’ye yurtdışından taşınan bir şeyin doğru dürüst geldiğini hiç görmedim. Ya her şeyiyle beraber getireceksiniz ya da hiç almayacaksınız.”

APARTMANLARDA YALNIZLAŞIYORUZ

 

30-40 daireli apartmanlarda yaşayanlar bırakın komşularıyla oturup kalkmayı hemen yanı başında hangi ailenin kaldığını bile bilmiyor. Nadir de olsa asansörde karşılaşanlar birbirine ‘günaydın’ı esirgiyor. Değişen insani ilişkiler içtimai hayatımızı da ister istemez şekillendiriyor. İnsanlara güvenmemeye başlıyor, çevremizden kendimizi de çocuklarımızı da sakınıyor, giderek yalnızlaşıyoruz.

 

Mahalle kültürüyle büyüyen Mimar Semih Bey’e göre, çok katlı binalarda oturanlar yaşadıkları yeri sahiplenemiyor. Çünkü bir nesnenin tamamı kendine ait değilse insanoğlu onu koruyup gözetemiyor. Apartmanlar doğası gereği insanı sorumsuz yapıyor. Çocuklar merdiven duvarlarını düşünmeden çiziyor, büyükler giriş kapılarını rahatlıkla tekmeleyebiliyor, merdivenlerin kirlenmesi kimseyi rahatsız etmiyor. Günümüz çocukları apartmanlarda mahpus hayatı yaşıyor. Çimenlerde koşturup meyve ağaçlarının tepelerinde gezinecekleri yerde televizyon başında pinekliyor, henüz hayatı tanımadan gençliğe adım atıyor. Oyun oynarken, arkadaşlarıyla rekabet ederken öğreneceği iyi-kötü ayrımını, merhameti, dostluğu, arkadaşlığı ileriki yıllarda büyük zorluklarla karşılaşarak öğreniyor.

 

Mimarlık, güzel sanatlara ait estetik bir konu olmaktan öte fikir, tasarı, biçim verme gibi nitelikleriyle aslında inançların, dünya görüşlerinin fiziki dünyaya yansımış hâli. Türk-İslam evinden beklenen ise kâinatın

 

halifesi vazifesi yüklenmiş insanı bu hedefine yaklaştıracak, onun ahlaklı ve erdemli yetişmesine zemin hazırlayacak nitelikte olması. Çünkü evdeki sadelik-karmaşa, büyüklük-küçüklük, eşya azlığı-çokluğu, mütevazılık-lüks gibi unsurlar hane halkının hissiyatını doğrudan etkiliyor. Zamanla ev, insanı kendine benzetmeye başlıyor.

 

Ülkemizde 20. yüzyılın başlarına kadar evler İslami çerçeveler içerisinde mütevazı, sade, güzel, fıtri yapılıyor. Hatta Batılı seyyahlar Anadolu topraklarına geldiklerinde zenginle fakirlerin evini birbirinden ayırt edemiyor, çok şaşırıyor. Yalnız Tanzimat Fermanı’ndan sonra mütevazı çizgiden yavaş yavaş uzaklaşılıyor. Bu durumu Mimar Akşeker, şöyle açıklıyor: “Ne zaman Müslümanlar kendi değer dünyalarından uzaklaştılar, ev ve şehir mimarisinde bambaşka bir çıkmaza girdiler. Ev inşasında ihtiyacın İslami sınırlar içinde, mütevazı karşılanması yeterli görülmedi. Yerine lüks, yükseklik, büyüklük, teknoloji harikası gibi kıstaslar belirlenip meskenler bu temel kabullerle üretilmeye başlandı. Ev fikrinde haddi aşmamak için sadelik, israf, gösterişten kaçınma, tevazu, mahremiyet gibi şartlar asli unsurlardır.”

 

“Apartmanlar bizzat onu yapanlar tarafından terk edilmiştir.” diyen Semih Bey’in önerisi müstakil ahşap ve çelik (yapısal/hafif bükme) evler. Bu ev tipl erini hayatımıza geçirmek içinse ulusal bir dönüşüm projesi şart.

 

NEDEN AHŞAP EVLER?

 

Ahşap çok sağlıklı. İnsanla aynı kökten (topraktan) geldiği için doku uyumu var. Bundan dolayı huzur verir.

 

Ahşap, betonarme evlere göre çok daha ucuz. 120 metrekarelik iki katlı bir evin toplam maliyeti en fazla 50 bin YTL.

 

Ahşap pratik üretiliyor. 120 metrekarelik betonarme bir ev 168 ton iken, ahşap 10 ton.

 

Ahşabın ömrü 500-600 yıl.

 

Ahşap binaların kolayca yanabileceği söyleniyor. Fakat ahşabın yangına direnci beton ve çeliğinkinden daha fazla.

 

‘Ahşap evler için yeterli ormanımız yok’ bilgisi ise doğru değil. Avrupa’nın orman alanı, toplam yüzölçümünün yüzde 27’si kadar. Türkiye’de ise bu oran yüzde 26’larda. Hem de ağaçlarımızın 1/3’ü inşaatlarda tercih edilen kızılçam.

 

Amerika ve Avrupa, ormanlarının yüzde 95’ini ev yapımında, geri kalanını ısınmada kullanırken; ülkemizdeki ağaçların yüzde 60’ı yakacak olarak tüketiliyor.

 

Evlerini ahşaptan yapan ülkelerde ormanlık alanlar azalmıyor, aksine her yıl yüzde 10 çoğalıyor. Genç ağaçlar daha fazla karbondioksit emip havayı daha iyi temizliyor.

 

Yıkılan ahşap binalardaki malzemelerin yüzde 90’ı geri dönüşüyor. Betonarme ise geri dönüşüme en elverişsiz malzeme. Yıkılan binaların molozları nadir de olsa yol inşaatlarında dolgu için kullanılıyor.

 

NEDEN ÇELİK (YAPISAL/HAFİ BÜKME) EVLER?

 

Homojen ve sağlıklı.

 

Çekme mukavemeti, basınç mukavemetine eşit. Betondan on kat daha fazla yük taşıyor.

 

Elastikiyet özelliği betonunkinin yedi katı. Bu sebeple daha az eğilme yapıyor.

 

Sünebilir. Şekil değiştirme kapasitesi betonarmeden 18 kat fazla.

 

Ağırlığının taşıdığı yüke oranı küçük. Yani çok hafif. 125 metrekarelik bir evin ağırlığı sadece 16 ton.

 

Malzemenin hafifliği depreme direnci artırıyor.

 

Çelik, fabrika koşullarında üretiliyor, denetleniyor ve belli bir standardı bulunuyor.

 

Çelik evler, beton gibi kalıp gerektirmediği için kaynak veya vidalarla birleştirilerek yapılıyor. İnşaat birkaç haftada bitirilebiliyor.

 

Çelik strüktürde inşaat hatalarının gizlenmesi imkânsız. İnşaat bittikten sonra dahi çıplak gözle denetim mümkün. Kusurların telafisi de her zaman yapılabiliyor.

 

Yangın konusundaki dezavantaj da giderilebilir nitelikte. Bunun için evin içindeki çelikler alçı sıvayla kapatılıyor, binanın dışına da mantolama yapılıyor. Ya da çelikler yanmaz boyalarla kaplanıyor.

 

 

 

MİMAR SEMİH AKŞEKER’DEN YAPILAŞMA İLE İLGİLİ ÖNERİLER

 

Öncelikle çok katlı dikey yapılaşma modeli terk edilmeli, bahçeli nizam evlerden müteşekkil yatay şehirleşme modeli, iskân politikamızın temelini oluşturmalı. ‘Ev araştırma merkezi’ kurulmalı. Bu merkez Türk aile yapısına uygun ev projeleri geliştirmeli. Halka, evlerde yön, manzara, oda sayısı, malzeme, bahçe büyüklüğü, banyo sayısı gibi yaklaşık elli kıstasla alakalı sorular sorarak genel bir ihtiyaç listesi çıkarmalı. Mevcut apartmanları ömürleri bitene kadar kullanmalı ama yeni binalara kesinlikle izin verilmemeli. Yatırımlarla küçük şehirlerde de endüstri merkezleri, fabrikalar kurulmalı, büyük şehirlere nüfus akışı engellenmeli. Sayısal veriler doğrultusundaki önerilere gelince; ortalama 5 nüfuslu bir aile için taban alanı 60 metrekarelik iki katlı evler tasarlanmalı. Meskenler 250 metrekarelik parsellere yerleştirilip her aileye 190 metrekarelik bahçe bırakılmalı.

__________________________________

 

Dünya müstakile yerleşti, Türkiye apartmanlaşıyor! biz bu konuyu defalarca dile getirdik ben daha önce forumda bu konuyu defalarca dile getirmistim ülkemize ne büyük zarara soktugunu maddi ve manevi yönden ve ilerde ne büyük tehlikelere sokabilecegini hatda ülkenin ülkelerin ekonomi olarak can damari olan insaatciligin ülkemizde apartmanlaşmayla nasil öldürüldügünü.. gaztede kamuoyunda nihayet bugün yer aldi bir cok yaniyla olmasada güzel bir acilim!

 

Efendi Türkler

Gönderi tarihi:

Yapmayın arkadaşlar, ben etrafıma bakınca 4-5 katlı binalara bile öfkeleniyorum, yanındaki 4-5 katlı en az 3-4 tane bina üst üste konulabilir ve onların yeri ağaçlandırılabilir diye..

Yapılacaksa böyle bir değişim, doğum yasağıyla yapılsın. İnsanların çocuk yapma oranlarına sınırlar getirilsin.. Bizim ülkede Afrika gibi, maddi durumu kötüleştikçe çocuk sayısının arttığı ortamda,aman yapmayın, bir de iyice bina yanına bina, bahçede bi kaç ağaç,yok istemem.. Etrafımdan sökün atın binaları, ben toprak istiyorum, ağaç değil, orman istiyorum çevremde,.. kuşların hayatını, kedilerin köpeklerin hayatını mahvettiğimden usandım, kendimden, insan olmamdan usandım çevrecisizliğimizden.. insan değilmişiz gibi ürememizden... ekolojik sistemin düşmanı oluşumuzdan.. Fransa, Almanya,şu bu .. hatta Norveç,devlet çocuk yapılsın diye para üstüne para veriyor.. Biz Türkler, maşallah, bol keseden boy boy.. ne bina yetiyor, ne iş olanağı, ne okul , nu şu ne bu, yetişilmez bizdeki insan artışına.. bizlerden müstakil olmaz kardeş,apartmanda kurtarmaz kısa sürede, gökdelen lazım boy boy...

Gönderi tarihi:
Yapmayın arkadaşlar, ben etrafıma bakınca 4-5 katlı binalara bile öfkeleniyorum, yanındaki 4-5 katlı en az 3-4 tane bina üst üste konulabilir ve onların yeri ağaçlandırılabilir diye..

Yapılacaksa böyle bir değişim, doğum yasağıyla yapılsın. İnsanların çocuk yapma oranlarına sınırlar getirilsin.. Bizim ülkede Afrika gibi, maddi durumu kötüleştikçe çocuk sayısının arttığı ortamda,aman yapmayın, bir de iyice bina yanına bina, bahçede bi kaç ağaç,yok istemem.. Etrafımdan sökün atın binaları, ben toprak istiyorum, ağaç değil, orman istiyorum çevremde,.. kuşların hayatını, kedilerin köpeklerin hayatını mahvettiğimden usandım, kendimden, insan olmamdan usandım çevrecisizliğimizden.. insan değilmişiz gibi ürememizden... ekolojik sistemin düşmanı oluşumuzdan.. Fransa, Almanya,şu bu .. hatta Norveç,devlet çocuk yapılsın diye para üstüne para veriyor.. Biz Türkler, maşallah, bol keseden boy boy.. ne bina yetiyor, ne iş olanağı, ne okul , nu şu ne bu, yetişilmez bizdeki insan artışına.. bizlerden müstakil olmaz kardeş,apartmanda kurtarmaz kısa sürede, gökdelen lazım boy boy...

 

@ftoyd,

 

Enteresan bir yazı. Biraz gerçek dolu, biraz şirin, biraz gamlı, biraz şefkat... ve çok insaniyet dolu! Tesekkurler.

Gönderi tarihi:
Yapmayın arkadaşlar, ben etrafıma bakınca 4-5 katlı binalara bile öfkeleniyorum, yanındaki 4-5 katlı en az 3-4 tane bina üst üste konulabilir ve onların yeri ağaçlandırılabilir diye..

Yapılacaksa böyle bir değişim, doğum yasağıyla yapılsın. İnsanların çocuk yapma oranlarına sınırlar getirilsin.. Bizim ülkede Afrika gibi, maddi durumu kötüleştikçe çocuk sayısının arttığı ortamda,aman yapmayın, bir de iyice bina yanına bina, bahçede bi kaç ağaç,yok istemem.. Etrafımdan sökün atın binaları, ben toprak istiyorum, ağaç değil, orman istiyorum çevremde,.. kuşların hayatını, kedilerin köpeklerin hayatını mahvettiğimden usandım, kendimden, insan olmamdan usandım çevrecisizliğimizden.. insan değilmişiz gibi ürememizden... ekolojik sistemin düşmanı oluşumuzdan.. Fransa, Almanya,şu bu .. hatta Norveç,devlet çocuk yapılsın diye para üstüne para veriyor.. Biz Türkler, maşallah, bol keseden boy boy.. ne bina yetiyor, ne iş olanağı, ne okul , nu şu ne bu, yetişilmez bizdeki insan artışına.. bizlerden müstakil olmaz kardeş,apartmanda kurtarmaz kısa sürede, gökdelen lazım boy boy...

Sayin 'ftoyd' Hizli nüfus artisi tabiiki sorun buna birsey dedigimiz yok fakat bu artisin ülkemizde su anda sorun yaratmiyor ilerde tabiiki bu sorun olarak karsimiza cikacak.. bu sorun cikayasiya kadar önümüzde cok uzun bir dönemde var bu dönem zarfinda kendimizi gelistirirsek biraz daha okur yazar olursak hayati gercek anlamda biraz daha fazla seversek bu cocuk sayisida aile basi iki ücü gecmez..

 

Sonra nüfus artisiyla evle apartmani birbirine karistirmayada gerek yok sizin bakmis oldugunuz insanlarin dünyada cogalarak bir gün insan yiginiyla yasanmaz hale gelecegidir? ayni bakis acisi apartmanlar icinde olmali..

 

Bakin bir ev sahibi olmak demek dogayi da kucaklamak demektir.. ekonomiyede büyük katki demektir bir cok is sahalarinin acilmasi demektir bir cok hayvan, bitkiyi kucaklamak demektir.. Aile bireylerinle en az birinle bu evde birlikte yasamak demektir.. iki katli ev zaten görünüm olarak bir katla esittir! gelecek te evlatlarinin bu evde yasamini devam ettirecektir hergün mücadele ettigin evin bahcen bu mücadeleyi evlat larin devam ettirecektir yaz mevsiminde diktigin cicekler solmayacaktir kisin diktigin kis mevsimi agaclar solmayacaktir dogadaki bütün canlilar senin bahcende bir yer bulacaktir barinacak köpeginden kedisinden solucanina kadar kusundan arisina kadar.. biraz latife ama gercek payi daha büyüktür biraz düsün daha daha ne katkilari olacak bir düsün ben simdilik bu kadar yaziyorum.. yazacaklarim bitmeyecek bitmezde EV ve APARTMAN Bir ülkenin topraklari halkin elinden nasil alinir bir ülkenin ekonomisi nasil cökertilir bir ülkenin insanlari nasil mutsuzluga itilir bir ülkenin insanlari nasil A sosyal lastirilir yazacaklarim okadar derinlere gidiyorki EV Aparman deyip gecme? en azindan apartman kati emanettir ev senin topragindir gelecek nesline emanet edecegin topragindir! bitkisiyle icindeki canlilariyla herseyinle..benliginle ruhunla.

Gönderi tarihi:
Yapmayın arkadaşlar, ben etrafıma bakınca 4-5 katlı binalara bile öfkeleniyorum, yanındaki 4-5 katlı en az 3-4 tane bina üst üste konulabilir ve onların yeri ağaçlandırılabilir diye..

Sayın fftoyd

Ağaçlar hakkında yanlış bildiğiniz bir durum var. Her orman ve ağaç havayı temizlemez. Ağaçlar ışık altında, gündüzleri karbondioksiti, oksijene çevirir ve bu yoldan enerji elde eder, suyu parçalayarak büyümelerini sağlarlar ve bu suyu yapraklarından buharlaştırırlar. Fakat gece karanlıkta işlem tersine döner, ağaçlar oksijeni karbondioksite çevirerek havayı kirletirler.

Bir ağacın havayı temizlemesi yada kirletmesi, ne kadar güneş gördüğüyle alakalıdır. Eğer ağaç, 24 saatin 10 saati güneşli, 14 saati karanlık geçen bir ülkede ise havadaki oksijeni azaltır ve karbondioksiti arttırır. Bu sebeple dünya ormanları ekvatoral bölgede olduğunda oksijen üretmekte, ılıman kuşakta oksijen-karbondioksit dengesini fazla etkilememekte, az güneş alan kuzey ve güney bölgelerde ise oksijen miktarını düşürüp, karbondioksiti arttırmaktadır. Bu yüzden faydalı olan ormanlar ekvator kuşağındaki yağmur ormanlarıdır. Sanılanın aksine Sibirya, İskandinavya ve Kanada ormanları ise karbondioksit miktarının artmasına yol açmaktadır. Bu arada dünyada en kirli hava kutuplardadır. En temiz hava ekvatordadır.

Ayrıca yapraklı ağaçlar kışın yapraklarını döker, bu da fotosentezi önler. Kışların uzun olduğu kesimlerde, ağaçlar karbondioksit üreten bir fabrika gibidir.

Tüm dünya için önemli olan ekvator kuşağındaki yağmur ormanlarının yok olmasını önlemektir.

Gönderi tarihi:
Sayın fftoyd

Ağaçlar hakkında yanlış bildiğiniz bir durum var. Her orman ve ağaç havayı temizlemez. Ağaçlar ışık altında, gündüzleri karbondioksiti, oksijene çevirir ve bu yoldan enerji elde eder, suyu parçalayarak büyümelerini sağlarlar ve bu suyu yapraklarından buharlaştırırlar. Fakat gece karanlıkta işlem tersine döner, ağaçlar oksijeni karbondioksite çevirerek havayı kirletirler.

Bir ağacın havayı temizlemesi yada kirletmesi, ne kadar güneş gördüğüyle alakalıdır. Eğer ağaç, 24 saatin 10 saati güneşli, 14 saati karanlık geçen bir ülkede ise havadaki oksijeni azaltır ve karbondioksiti arttırır. Bu sebeple dünya ormanları ekvatoral bölgede olduğunda oksijen üretmekte, ılıman kuşakta oksijen-karbondioksit dengesini fazla etkilememekte, az güneş alan kuzey ve güney bölgelerde ise oksijen miktarını düşürüp, karbondioksiti arttırmaktadır. Bu yüzden faydalı olan ormanlar ekvator kuşağındaki yağmur ormanlarıdır. Sanılanın aksine Sibirya, İskandinavya ve Kanada ormanları ise karbondioksit miktarının artmasına yol açmaktadır. Bu arada dünyada en kirli hava kutuplardadır. En temiz hava ekvatordadır.

Ayrıca yapraklı ağaçlar kışın yapraklarını döker, bu da fotosentezi önler. Kışların uzun olduğu kesimlerde, ağaçlar karbondioksit üreten bir fabrika gibidir.

Tüm dünya için önemli olan ekvator kuşağındaki yağmur ormanlarının yok olmasını önlemektir.

Evet, bu bilgiler bizim Karadeniz gerçeğimizle örtüşüyorsa,bu kadar bilgiye minnet duymalı.. Ağaçların gece ve gündüz nasıl işlediğini de ben zaten bilmiyordum aslında.. Bu bilgi doğrultusunda, etrafımızdaki ağaçların gereksiz olduğunu düşünüp hepsini kesmekten yola çıkalım isterseniz, bahsettiğiniz buhardan nemden, benim bahsettiğim kuştan börtüden böcekten ekolojiden de bahsetmeyelim tabi bunu yaparken.. Yanlış bildiğim bir durum yok, bizim ülkede ağaç faydalıdır sevgili kardeşim,ben pikniğim için bile muhtacım o ağacın yoğunluğuna,nefesimde güzel kokar o ağaçların çokluğu, burnumda hissederim onun farklı soluğunu... Geceleri,gündüzden daha az nefes aldığıma göre,bu denge benim otomatikmen faydam olur zaten... Ekvator kuşağına gelince, keşke düşünce gücümüz ve ağaca verdiğimiz önem ,oralara da yetse de, dünyaca ortak bir çalışma yapsak.. Tüm dünya insanları bıraksada saçma çıkar ilişkilerini savaşları, biraz insan gibi doğanın hakkını versek.. Yiyeceğiz, ihtiyacımızı gidereceğiz, yaşayacak ve öleceğiz.. Yok millet, yok ırk, yok din, yok sınır, yok dil .. doğuştan aslında hemen hemen aynı olan bebeklerden tuhaf tuhaf çeşitler.. herkes evrensellik peşinde, bi damla ortada evrensellik yok.. İyisi mi bol miktarda karbondioksit üreten,oksijen tüketen insanoğlu azalsın,ağaçlar yerinde kalsın,olmaz mı?

Ve Sevgili Efendi Türkler, ülkemizde alan çok olabilir ama ben büyükşehirde sen gibi düşünemiyorum.. Bu tekno kentte boğulmaya başladım.. Bir zamanlar evimdeki resimlerde dağ tepe olan alanların üzerinde şimdi yığınla beton var.. Her yıl bir öncekini aratıyor bu şehrin havası.. Napalım şimdi, köye göç mü başlatalım,anamın köyü bile değişmeye başlamışken. Gidişat iyi değil, demek istediğim bu, ne kadar kısa sürede ne kadar büyük arsaların betonla dolduğunu neden tehlikesiz bir gidişatmış gibi vurguluyorsunuz?Ben Türkiyede aklım yeteli hadi 15 sene olsun. 15 senede etrafım ne halden ne hale geldi..Bunun sonu ne?nereye gidiyoruz? Ben hiç iyimser değilim, üzgünüm... Hatta benim bulunduğum yeri geçin,İstanbul ne halde.. ne kadar sürede bu hale geldi peki? ya her ilimizin yavaş yavaş değil, hızla bu hale geldiğini ,nasıl doğal bir olaymış gibi basite indirgiyorsunuz. "Hizli nüfus artisi tabiiki sorun " deyip fakatla devam ederken, ya bu sorunun ne kadar büyük bir sorun olduğu endişesinden zerre taşımıyorsunuz.Bu bence korkunç bir sorunumuz.. Fakatla devam edemiyorum ve konuda takılıp kalıyorum.. Bu konu sorun olmaktan çıkarılıncaya kadar ben endişede karamsar olacağım. Ne zaman ki bu sorun ortadan kalkar biz kendine yeten yetmeye başlayan, gelişmiş toplum olma yolunda ilk adımı atmaya başlarız.

Gönderi tarihi:
Evet, bu bilgiler bizim Karadeniz gerçeğimizle örtüşüyorsa,bu kadar bilgiye minnet duymalı.. Ağaçların gece ve gündüz nasıl işlediğini de ben zaten bilmiyordum aslında.. Bu bilgi doğrultusunda, etrafımızdaki ağaçların gereksiz olduğunu düşünüp hepsini kesmekten yola çıkalım isterseniz, bahsettiğiniz buhardan nemden, benim bahsettiğim kuştan börtüden böcekten ekolojiden de bahsetmeyelim tabi bunu yaparken.. Yanlış bildiğim bir durum yok, bizim ülkede ağaç faydalıdır sevgili kardeşim,ben pikniğim için bile muhtacım o ağacın yoğunluğuna,nefesimde güzel kokar o ağaçların çokluğu, burnumda hissederim onun farklı soluğunu... Geceleri,gündüzden daha az nefes aldığıma göre,bu denge benim otomatikmen faydam olur zaten... Ekvator kuşağına gelince, keşke düşünce gücümüz ve ağaca verdiğimiz önem ,oralara da yetse de, dünyaca ortak bir çalışma yapsak.. Tüm dünya insanları bıraksada saçma çıkar ilişkilerini savaşları, biraz insan gibi doğanın hakkını versek.. Yiyeceğiz, ihtiyacımızı gidereceğiz, yaşayacak ve öleceğiz.. Yok millet, yok ırk, yok din, yok sınır, yok dil .. doğuştan aslında hemen hemen aynı olan bebeklerden tuhaf tuhaf çeşitler.. herkes evrensellik peşinde, bi damla ortada evrensellik yok.. İyisi mi bol miktarda karbondioksit üreten,oksijen tüketen insanoğlu azalsın,ağaçlar yerinde kalsın,olmaz mı?

Sayın ftoyd

 

Doğa sevgisi, hepimizin içinde olan bir duygu. Elbette ağacın ve yeşilin verdiği huzuru başka bir şeyle yakalamak zor. Zaten insanın kendisi özünde doğanın bir parçası. Ben az ve de genellikle yanlış bilinen bir bilimsel gerçeğe vurgu yapmak istedim. Dünyanın akciğerleri olan yağmur ormanları en çok Amazon bölgesinde kendini gösteriyor ve giderek yok olması hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Bu ormanlar tüm dünyanın mirası. Buraya ekilecek bir ağacın, bizim ülkemizde ekeceğimiz ağaçtan kat kat faydalı olduğunu kavramalıyız.

Örneğin hayvanları da çok seviyoruz ama bugün küresel ısınmanın bir numaralı sebebi, başta büyük baş hayvanların dışkıları. Evet, inek dışkısı dünyayı yok edecek ilk sebeplerden bir değeri.

Duygusallığımızın önünde her zaman bilimsel gerçekler olmalı. Bu dünyada sadece bizler değil çocuklarımız da yaşayacak. Her şeyin faydası ve zararı var. Ağaç polenlerinin yarattığı astım yüzünden her yıl ölen milyonlarca insana, bizim onlarsız yaşamı düşünemediğimiz ağaçlar pek de sevimli gelmiyordur herhalde!

Tabi ki çıkar ilişkileri, savaşlar konularında size katılıyorum. Bu arada dünyanın durduğu gün diye vizyonda olan bir film var şu ara. Tavsiye ederim seyredin, tam bahsettiğiniz konuları anlatıyor.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Sayin Domuzbagi

 

Kuresel isinmaya vermis oldugunuz ornekler gercekten ilginc, hani gulmedim deyil sanirim fazla bilim kurgu filmleri izliyorsunuz buyuk bashayvanlarin diskilari tarim alaninda en cok tavsiye edilenidir.. insan oglu hic bir zaman kendi yaptigi sucu kabul etme geregini dahi goremeyiz cunku yeryuzunun en ustun varliklari bizleriz.. Polenlerden insanlar neden astim oluyor peki dusundunmu cunku yeterince agac cicek bocek yok boyle oluncada polenler toz halinde ruzgarin etkisiyle dagilmakta nicin bundan 10 -15 yil once boyle bir sorun yoktu.. Beton binalar dikilecegine birazda agaclar dikilse hic fena olmaz 3-5 kurus fazla kazanacagiz diye ormanlari yakip icindeki bocekleri hayvanlari diri diri yakmak dahami kolay

saygilar

Gönderi tarihi:
Sayin Domuzbagi

 

Kuresel isinmaya vermis oldugunuz ornekler gercekten ilginc, hani gulmedim deyil sanirim fazla bilim kurgu filmleri izliyorsunuz buyuk bashayvanlarin diskilari tarim alaninda en cok tavsiye edilenidir.. insan oglu hic bir zaman kendi yaptigi sucu kabul etme geregini dahi goremeyiz cunku yeryuzunun en ustun varliklari bizleriz.. Polenlerden insanlar neden astim oluyor peki dusundunmu cunku yeterince agac cicek bocek yok boyle oluncada polenler toz halinde ruzgarin etkisiyle dagilmakta nicin bundan 10 -15 yil once boyle bir sorun yoktu.. Beton binalar dikilecegine birazda agaclar dikilse hic fena olmaz 3-5 kurus fazla kazanacagiz diye ormanlari yakip icindeki bocekleri hayvanlari diri diri yakmak dahami kolay

saygilar

Sayın Yakisikli

 

Büyük baş hayvanların dışkılarından çıkan metan gazı küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden biridir.

 

dünya üzerinde beslenen evcil hayvan sayısı 20 milyar olarak tahmin edilmekte. bunların 1,5 milyarını danalar oluşturuyor. kesimlik hayvan sanayi atmosfere salınan karbondioksitin %9?undan ve metanın % 37?sinden sorumlu. bir ineğin midesinde yılda 75 kilo metan gazı oluştuğunu, bunun da toplamda yıllık 112 milyon ton gaz olarak atmosfere salındığını hesaba katarsak, ortaya çıkan sonuç, ineklerden çıkan gazların küresel ısınmaya katkısının karbondioksit salınımına kıyasla 23 kat daha fazla olduğu ve ineklerden tüm dünyada var olan trafikten daha fazla zararlı gaz çıktığı.

 

işin bir de hayvancılığın meraya ihtiyaç duyması nedeniyle yok edilen orman kısmı var ki oraya hiç bulaşmak istemiyorum.

 

kaynak: fleisch-macht-krank.de

 

eklenti:

şimdi, birçok yazar ya da okuyucu bu duruma pek inanmak istemiyor. onları anlıyorum; çünkü ben de ilk duyduğumda olur mu öyle şey falan demiştim.

fakat oluyor; şimdi başlarda ben de dâhil olmak üzere birçok kimsenin anlayamadığı şey şu: burada suç ineklerde falan değil. inek deyince hemen pastoral bir köy manzarası geliyor akla, her şey doğal, öyle küresel sorunlardan uzak bir köy, gitmesek de görmesek de. ancak, kazın ayağı veya ineğin toynağı öyle değil işte: burada sözü edilen endüstriyel hayvan besiciliği. tam 20 milyar evcil hayvandan ve konu özelinde 1,5 milyar inekten bahsediyoruz. bunlar planlı ve programlı bir biçimde sayıları daha da artacak bir şekilde yetiştiriliyor; çünkü insan nüfusu ve talepleri artıyor. doğal ortamlarında ineklerin sayıları hiçbir zaman bu niceliğe varamayacaktı, çünkü aslanı olsun kaplanı olsun, ki hepsi saygı duyduğumuz hayvanlardır, bunlarla bir takım seviyesiz ilişkilere girecekti, aynı tavşan ? tilki denklemindeki gibi. oysaki biz bu hayvanatı doğal ortamında yaşatmıyor, tamamen yapay bir çevrede kendi ihtiyaçlarımız için üretim bandındaki herhangi bir nesne gibi çoğaltıyoruz. insan nüfusu arttıkça, insan denen canlıyla simbiyoz halinde yaşayan bu hayvanın nüfusu da artıyor ve çevreye en az insan kadar zarar veriyor. burada yıllık 112 milyon ton metan gazından söz ediyoruz yiğitler, metan gazı ki, o istisnasız herkesin tü kaka dediği karbondioksite oranla küresel ısınmada 20 kat daha fazla etkili bir gaz. örnek verilecek olursa, bir porsche ile ki en az aslan, kaplan kadar saygı duyduğumuz bir arabadır yılda 10.000 km yol yapsanız, salınım yapacağınız karbondioksit oranı 3 tondur (kaynak: learn-line.nrw.de). birim olarak hesapladığımızda, evde yetiştirdiğiniz iki inekle de aynı çevresel zararı verirsiniz. şöyle ki bir ineğin yılda saldığı metan gazı 75 kilo, bu metan gazı küresel ısınmada karbondioksite kıyasla 20 kat daha etkili. 75kg * 20 = 1500 kg, 1500 kg * 2 = 3 ton. ne oldu? porsche yerine iki inek sahibi olduk, çevreye aynı zararı veriyoruz?

tabii ki inek de en az porsche kadar saygı duyduğumuz, etinden, sütünden, yününden (yoksa koyun muydu ya o?) yararlandığımız bir hayvan. ancak, kaldırmıyor artık dünyamız bu kadar ineği. yani, tüm dünya toptan etyemez olsun da demiyorum, ama arada sırada sebze, meyve, balık falan da yemek lazım.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:
Sayın ftoyd

 

Doğa sevgisi, hepimizin içinde olan bir duygu. Elbette ağacın ve yeşilin verdiği huzuru başka bir şeyle yakalamak zor. Zaten insanın kendisi özünde doğanın bir parçası. Ben az ve de genellikle yanlış bilinen bir bilimsel gerçeğe vurgu yapmak istedim. Dünyanın akciğerleri olan yağmur ormanları en çok Amazon bölgesinde kendini gösteriyor ve giderek yok olması hepimizi çok yakından ilgilendiriyor. Bu ormanlar tüm dünyanın mirası. Buraya ekilecek bir ağacın, bizim ülkemizde ekeceğimiz ağaçtan kat kat faydalı olduğunu kavramalıyız.

Örneğin hayvanları da çok seviyoruz ama bugün küresel ısınmanın bir numaralı sebebi, başta büyük baş hayvanların dışkıları. Evet, inek dışkısı dünyayı yok edecek ilk sebeplerden bir değeri.

Duygusallığımızın önünde her zaman bilimsel gerçekler olmalı. Bu dünyada sadece bizler değil çocuklarımız da yaşayacak. Her şeyin faydası ve zararı var. Ağaç polenlerinin yarattığı astım yüzünden her yıl ölen milyonlarca insana, bizim onlarsız yaşamı düşünemediğimiz ağaçlar pek de sevimli gelmiyordur herhalde!

Tabi ki çıkar ilişkileri, savaşlar konularında size katılıyorum. Bu arada dünyanın durduğu gün diye vizyonda olan bir film var şu ara. Tavsiye ederim seyredin, tam bahsettiğiniz konuları anlatıyor.

 

Saygılar...

Tavsiyenizi dinlemek için neler vermezdim ama şu iş saatlerim yüzünden foruma bile nasıl baktığımı ben bile anlamıyorum.. :) Gerçekten ilginç bilgiler ,ilginç noktalar var mesajlarınızda, vakit buldukça araştırmak öğrenmek isterim,üzerinde durmak isterim.. Ama değindiğimiz gibi, bu dünyada çocuklarım olmasa da yiğenim yaşayacak,kardeşlerimin çocukları ve onların çocukları yaşayacak.. Ve malesef biz hızla tüketiyoruz herşeyi.. İster ağaçları yok ederek olsun, ister inekleri misli misli arttırarak olsun, ister fabrikalarla,ister sırf sebze tüketerek,ne olursa olsun, ne yaparsak yapalım, üredikçe tüketiyoruz biz insanlar. Çoğaldıkça yok ediyoruz bişeyleri.. Bilimsel en büyük gerçeklik, şu an çok tehlikeli bir sınırı aşmış olduğumuz ve ekolojik sistemin çökmesi ile gelecek felaket dışında bir yeniden doğuş olmayacağı.Çoook can gittikten sonra,kalan sağlar bizimdir hesabı yeniden bir doğuş bizi bekliyor sanırım..Önlemler için geç kalındı ve geç kalınmaya devam ediliyor.. Dünyanın akciğerlerini bile koruyacak önlemler alamıyoruz hala..yani hala,bu zamanda, bile bile,göz göre göre,sıcağı ensemizde hissede hissede..

Gönderi tarihi:
@ftoyd,

 

Enteresan bir yazı. Biraz gerçek dolu, biraz şirin, biraz gamlı, biraz şefkat... ve çok insaniyet dolu! Tesekkurler.

Ben Teşekkür ederim , öyle gören gözün güzelliği için,öyle algılayan yüreğin güzelliği için,ben Teşekkür ederim..

Gönderi tarihi:

Sayın Efendi Türkler,

 

Bu konuyu gündeme getirmiş olmanızdan ötürü sanırım en çok ben memnun oldum. Yıllardır, çeşitli mercilerde, çeşitli arkadaşlarımızla dillendirdiğimiz, üzerinde fikir paylaştığımız bir konuydu. İnsani yaşamanın gerekliliklerinden biridir diye düşünüyorum müstakilleşmeyi.

 

Müstakil, aynı zamanda kendine has karakteristik özellikleri barındıran, dolayısı ile, insanın evine kendi ruh dünyasından, kendi hayat biçiminden bir şeyler katabileceği ve yaratıcılığını geliştirebileceği bir hayat alanıdır. Bu gün bahçelerinizde görmek istediğiniz bitki türlerinden, beslemek istediğiniz evcil hayvanlara kadar pek çok alanda size hayatın çeşitli zevklerini sunan, kendi ellerinizle yaptığınız ve doğanın size açıkgönüllülükle eşlik ettiği bir ortamın yaratılmasını sağlar.

 

Apartman hayatlarının bize dayatmış olduğu tekdüze standart kalıplar içinde, kendi dairelerimizi ancak, başkalarının al kullan dedikleri formatta döşemek, biçimlendirmek zorundayken, müstakil yapılar bizlere o kadar fazla seçenek sunarlar ki.

 

Doğanın canlanmasıyla birlikte, evinizin penceresinden baktığınızda siz de doğayla birlikte canlanırsınız adeta. Bahçenizdeki çimenlerin yeşermesini seyretmek, güneşi görebildiğiniz ve çevrenizde apartman gölgeleriyle kapanmamış bir doğayla bütünleşmek insanın, insanca yaşayarak bu hayattan zevk almasını sağlamaz mı?

 

Velhasıl, Türkiye'nin içinde bulunmuş olduğu deprem sıkıntısının da en önemli çözümü bu değil mi?

 

Ben tüm kalbimle, bu tip yapılanmanın desteklenmesini ve bu konu hakkında herkesin bilinçlenmesini sağlayacağım.

 

Foruma kattığınız bu güzel yazıdan ötürü teşekkür ederim.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Sayin Domuzbagi

 

Metangazi sadece ineklerin diskilarindan olusmuyor kaynak olarak vermis oldugunuz linkler calismiyor evvela bunu size bildireyim.. Metangazi oncelikle nerelerde bulunur atmosferimizde metan gazi bulunmaktadir, bunun disinda hayvanlarin diskilarinda oldugu kadar unutmayinki biz insanlarin diskilarindada vardir ve dunyada nekadar insan bulunmakta 6milyar civarinda, bir diger atik coplerde dunya uzerinde nekadar atik cop var ?, yani tek sebep sizin saydiginiz gibi bir ineklerle cozulmuyor ayrica bugun ineklerin dunyayi tehdit altina aliyor diyorsunuz ama inek atiklari bugun organik tarimda kullanilmaktadir.. bir diyeride Türkiye’deki çöp miktarının yaklaşık %15-20 sini geri kazanılabilir nitelikteki atıklar oluşturmaktadır, peki bu atiklarin nekadari kullaniliyor.. Ornek mamak coplugu metangazi yuzunden kac defa patladi avrupa metan gazini isinmak icin kullanirken bizde boyle bir proje varmi ? Ve yine büyük bir kayın ağacı, 72 kişinin 1 günlük oksijen ihtiyacını karşılamaktadır... Eskiden insanlar doga ile savasmak icin mucadele ederken bugun tam dersi olmustur.. simdi soylermisiniz insanlarmi dogaya ve diger canlilara zarar vermekte yoksa doga ve diger canlilarmi..

 

Saygilar

Gönderi tarihi:

Sayın Yakisikli

 

Konuyla İlgili Kaynak Linkler:

 

-Atmosferimizdeki metan gazına büyükbaş hayvanların katkı oranını ve önemini önceden yazdığım için tekrarlamayacağım. Tüm dünya bu konuya çareler arıyor ve öneminin farkında.

-Metan gazı inekler bağırsaklarında ve aynı zamanda tarımda kullanılan gübrelerde oluşmakta. Küresel ısınmanın artışıyla tarım yapacak alan kalmayacağını söylemeyi de gereksiz buluyorum.

-Atık fabrikaları son derece pahalı tesislerdir ve bunları kurma görevi belediyelerdedir. Fakat belediyelerin bu konuya yaklaşımı bizim bilinçlenmemizle oluşturacağımız sivil toplum baskısına bağlı görülmekte.

-Bu arada ağaçlar da metan gazı salınımına yol açar. Üstelik önemli boyuttadır. Ama aynı zamanda gövdelerinde karbon tutmaları sonucu bu bir nebze dengelenmektedir. Kaynak:

Sorunuzun cevabına gelince, insanlar sebebiyle doğal dengeler bozulmuştur. Doğada insan olmasaydı ormanlar ekvatoral kuşakta, yani çok ışık alan bölgelerde yaygın olacak, et ve süt gibi ihtiyaçlar sebebiyle büyükbaş hayvanlar bu sayılara ulaşamayacaktı. Zannederim karıştırılan konu, doğayı şu anki haliyle doğal kabul etme yanılgısından kaynaklanıyor. Oysa doğa şu anda olması gereken dengesinden insanların başlattığı sebeplerden dolayı çok uzakta ve bu dengesizlikler büyük zincirleme felaketlere yol açıyor. Önemli olan bunu eski dengesine döndürebilmek ve bunu bilimsellikle yapmak.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Sayin Domuzbagi

 

Bilim adamlarinin gorevi zaten bilinmeyenleri ve eksik kalan soru isaretlerini gun isigina cikarmaktir.. Sizinde sozunu ettiginiz bu bilimsel calisma fransada yapilmis ve bilim adamlarinin inekler daha fazla metan gazi urettigi kanisina varmislar ve bu calismalari 2 yil aradan sonra alman bilim adamlari dogrulamis ilginc aslinda birisi tarim ve endustri ulkesi diger endustri devi boyle bir tezi dogrulamalarida gayet normaldir cunku cevreyi en fazla kirleten iki ulke Eger bu soyledikleri dogru olmus olsa idi Danimarka bugun ekolojik hayvanciliga ve tarima yonelirmidiki bugun danimarka dunyada cevreye en cok onem veren ulkelerden birisidir..

Bir digeri ise bilim adamlarinin soylemeye calistiklari aslinda sudur Evet dogru inekler metan gazini fazla uretmektedir ama buna sebepte aldiklari besinlerden kaynaklanmaktadir ve buna sebep yine biz insanlariz fazla sut versinler diye hormonlu yiyeceklerle besleyip fazla et versin diye dopinglerle yetistirmekteyiz hayvanlari durum boyle oluncada inegin midesindeki metabolizma kendiliginden bozulmuyor sanirim sebepler yine insanlardan kaynaklaniyor inekler bundan 20 yil evvelde vardi ama boyle bir sorun yoktu cunku ozaman inekler dogal ortamlarda besleniyordu hormonlar yoktu bugunku gibi bugun hersey suni ve yapaydir...

 

Saygilar

Gönderi tarihi:

Bence Tokinin yaptığı evler büyük hizmettir. böylece ve bu sayde ağaçlar için alan açılmaktadır. İstanbulda belediye her tarafı yeşillikler, çiçekler ve ağaçlarla donatmıştır.Bunun neticesi insana hizmettir bundan şübhe yok.

Gönderi tarihi:

Sayin Manivela

Turkiye sadece bir istanbuldan ibaret degildir ayrica Bugun icAnadolu bolgesi her gecen gun collesiyor ayrica sizin sozunuzu ettiginiz gibi istanbulda okadar yesil degil bir iki yesillik sizin gozunuze cok gorunuyor demekki´.. Akdeniz bolgesinde bir kac fazla turist cekmek icin yakilan ormanlar herhalde normaldir eger istanbul ve turkiyenin diger bolgeleri karadenizin yaylalari olmadigi surece collesmeye mahkumdur ..

saygilar

Gönderi tarihi:

Bence sihirli sözcük 'denge' dir. Özellikle de tabiatın dengesini korumak insanoğlunun öncelikli amacı olmalı.

 

Büyük kentlerde artık sanırım tren kaçtı. Bundan sonra yapılması gerekenler:

-Çok katlı binalardaki meskenlerin mümkün meretebe m2. lerinin düşük tutulması, apart ya da stüdyo tipi dairelere öncelik verilmesi.

-Kentin tarihi dokusunu oluşturan binaların yıkılıp yerine gökdelenler yapılması yerine kente uydu yerleşim alanları oluşturulması ve bu yapılırken yeşil alanların korunması, oluşturulması.

 

Kırsal kesimde ise durum aynen şöyle:

Tarlasında, bahçesinde yetiştirdiği ürünün para etmediğini gören yurttaşımızın tek derdi arazisini müteahhite verip çok katlı bloklardan kurulu siteler yaptırmak ve ordan alabildiği kadar kat almak. Yani bir fasit daire sözkonusu.

 

 

Bu arada makalede dikkatimi bir konu çekti. Ahşap binaların diğerlerine göre daha dayanıklı olduğunu yazmışsınız. Bence bu bilgi çok hatalı. Bugün Avrupa'da birkaç yüz yıllık taş binalar atlattıkları onca bardireye rağmen sapasağlam ayakta dururken bizde , yanıp yeniden yapılanları saymazsanız ,kaçtane iki yüzyılını tamamlamış bina gösterebilirsiniz.

Gönderi tarihi:
Bence Tokinin yaptığı evler büyük hizmettir. böylece ve bu sayde ağaçlar için alan açılmaktadır. İstanbulda belediye her tarafı yeşillikler, çiçekler ve ağaçlarla donatmıştır.Bunun neticesi insana hizmettir bundan şübhe yok.

 

O gördüğün laleler ve çimlerin ömründen haberin var mı ? Ayrıca, sulamak için ne kadar su sarfedildiğinden ? İstanbul'da kullanacak suyun bile az olduğu o sıcak yaz günlerinde üstelik. Laleleri ve çimleri hangi firmaların sattığını, Belediye sayesinde neler kazandıklarını düşün bir de, hiç ihtiyaç ve yarar yokken, suya en çok gereksinim duyulan zamanlarda, sırf göz boyamak için, ' Büyükşehir Çalışıyor' ha, geç bunları -_-

Gönderi tarihi:
Bu arada makalede dikkatimi bir konu çekti. Ahşap binaların diğerlerine göre daha dayanıklı olduğunu yazmışsınız. Bence bu bilgi çok hatalı.

 

Sn.Nicleno, makalede, yangın açısından dayanıklılıktan bahsedilmiş, basınç yada çekme mukavemetinden değil. :)

Gönderi tarihi:
Sn.Nicleno, makalede, yangın açısından dayanıklılıktan bahsedilmiş, basınç yada çekme mukavemetinden değil. :)

 

Değerli dostum, iyi ya..Şahtı, şahbaz oldu. Özellikle İstanbul'daki tarihi ahşap binaların çoğunun başka nasıl rahmetli olduğunu düşünüyorsunuz ki? Bu konuda belgelere dayalı bir araştırma dosyalamıştım. Ne yazık ki burda (Side) yanımda değil. Bir İzmir'e gittiğimde alır getiririm, paylaşır yorumlarız. Sevgi vre dostlukla...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.