Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

'Çılgın Türk' Mustafa'yı eleştirdi

 

 

 

'Mustafa' filmiyle bazı kesimlerin eleştirilerine maruz kalan Can Dündar ile kendisine eleştiriler yönelten Turgut Özakman, 32. Gün'de karşı karşıya geldiler. İşte programda konuşulanlardan çarpıcı detaylar.

 

Milliyet Gazetesi Yazar Can Dündar, senaryosunu yazdığı ve yönettiği 'Mustafa' filmiyle bazı çevrelerin şimşeklerini üzerine çekmişti. 'Şu Çılgın Türkler' kitabının yazarı Turgut Özakman'ın eleştirilerinin kendisini çok üzdüğünü söylemesinden sonra Dündar ve Özakman biraraya gelerek filmi birlikte izleyip karşılıklı görüşlerini paylaşmıştı.

 

 

 

Özakman, 32. GÜn programında bu kez izleyiciler önünde filmle ilgili görüşlerini ve eleştirilerini dile getirdi. Özakman'ın filme yönelik değerlendirmeleri şöyle oldu:

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün adı, ortaokul birinci sınıftan itibaren resmen 'Mustafa Kemal'dir. Mustafa'lığı 13 yaşından beri yoktur. Onu Atatürk'ten koparabiliriz anlatırken ama Mustafa Kemal'i ikiye bölüp anlatmak, annesinin gözüyle görmeye çalışmak, bütün film o estetikte yapılsaydı ona da itiraz etmezdim.

 

-Atatürk'ü biz niye anlatıyoruz? Sıradan, alelade bir insan mı? Bizim ona bir borcumuz var mı? Bizim için büyüklüğü var mı? Devletimizi kuran, dünyanın büyük, ender askerlerinden biri mi? Bir devrimin önderi mi? Bir insan olarak bizim minnet duyduğumuz bir insan mı? Onu anlatıyorsak o zaman onu doğru anlatacağız. Bütün biyografi yazarları için çok ciddi bir tarihçi vicdanı ve sanatçı duyarlılığı gerekiyor. Bunların büyükçe bir bölümünün Can'da olduğunu görüyorum ama bir çok şey gözünden kaçmış, bir çok şey aceleye gelmiş, bir takım şeyleri de işte bu yaştaki gençler Atatürk'ü bilmeden büyüyor. O bilgisizliğin bütün etkilerini ben burada görüyorum. Genel olarak bir şey demiyorum ama tashih yapılması gereken yerler var.

 

-Atatürk'ü Atatürk yapan Çanakkale'dir. Onu sadece Conk Bayır'ı ile anlatmak kabil değil. Bir de onu 28 Temmuz diye Rumi tarihle vermişler. Ama onun doğrusu 10 Ağustos 1915

 

-Ceset tarlası hikayesi dokunmuş size, haklısınız. Ama o laf zaten uydurma. Yeri yok, kaynağı yok, dayanağı yok. Bir kere onu oradan silip atmak lazım.

 

-Vahdettin konusunu Atatürk anlatıyor. Bir üçüncü kişi görüp de Vahdettin Mustafa Kemal'e tarih kitabını gösterip de 'İşte siz bu tarihe geçtiniz' demiyor. Atatürk anlatıyor, o söylüyor bize ve sonra da yorumunu yapıyor. Bu cümlenin nasıl gereksiz, yanlış anlaşılmaya müsait, yani Vahdettin'in iç yüzünü anlatıyor. Onu söyledikten sonra Mustafa Kemal'in yorumunu söylememek hakikate çok büyük ihanet olur. Burada söyleyemeyeceğim kadar sert bir yorum. Onun vatanını sevmediğni, hanedanını ve tahtını koruduğunu ve sadece kendisi adına kullanmak istediğini vs. Atatürk'ün anılarında yazıyor. Bu böyle olur. Bir şey söylüyorsanız karşıtını da vereceksiniz.

 

Bir yerde diyor ki Atatürk meçhule gidiyor. Atatürk'ün Anadolu'ya meçhule gitmediği Tayin Kararnamesi'ne eklettiği maddelerle bellidir. Çok büyük planlarla gidiyor. Ali Fuat Paşa ile teferruatıyla konuştuğu söyleniyor. İsmet Paşa ile kısmen, Kazım Karabekir ile konuştuğu söyleniyor. Rauf Orbay ile de genişliğine kavuşmuştur... Meçhule gider değildi.

 

Yalnızdı diyor giderken. Atatürk Çanakkale kahramanı olarak hiç yalnız olmadığının farkındaydı.

 

23 Nisan töreni için, dayandığı güçlerle ilerde hesaplaşacaktı diyor. Dayandığı güçler dindar, dine bağlı insanlardı. Bunlarla Cumhuriyet'in bir hesaplaşması olamaz. Bugün de olmaz yarın da olmaz. Softalarla, yobazlarladır.

 

Atatürk diktatör değildi

 

Bütün gücün Atatürk'ün elinde toplandığı bir an bile olmadı. Meclisi var, hükümeti var, yargıları var. Söyleyip de yaptıramadıklarını konuşalım mı? 3 kere toprak reformu için neredeyse yalvarıyor ama yapılmıyor. Meclisin fesih yetkisinin Cumhurbaşkanı'nda olmasını istiyor, 'Diktatörlük olur, hayır' diyorlar. Veto hakkını kullanmak istiyor, 'Hayır' diyorlar. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde de İkinci Büyük Millet Meclisi'nde de Ortaçağ galip gelmiştir. Atatürk keşke diktatör olsaydı da şu toprak reformunu getiritip bizim köylümüzü çiftçi yapabilseydi.

 

-'Devrim evlatlarını yemişti' ifadesi kullanılıyor filmde. izmir suikasti dolayısıyla 10 küsur kişi asıldı. Bunların içinde Atatürk'ün arkadaşı olan bir Albay Arif bey vardır. Geri kalanları da devrimin evlatları falan değildir. Bunların devrimle ilgileri bile yok.

 

-Yüzde 10'u okur yazar olan bir milletten bahsediliyor. Erkeklerdir onlar. Doğrusu da yüzde 7'dir onun. Kadınlar binde 4. Böyle bir ülkede kadınlara hak veriyor...

 

-'Sonunda arkadaşlarından kopmuştur' diyor filmde. Koptuğu 2 tane arkadaşı var. Kazım Karabekir ve Rauf Orbay. Onlarla da barışmaya teşebbüs ediyor eğer Ali Fuat Paşa doğru söylüyorsa ne yazık ki bazı talihsizlikler o barışmayı da engelliyor.

 

-Atatürk'ün eleştirilmesi bilimsel olmalı, eleştirilerin yeri filmler olmamalı.

 

-Bu film, baba gibi, abi gibi söylüyorum. Ben onun annesiyle iş arkadaşıyım. Her gencin başarısına sevinirim ama Can'ınkine biraz daha fazla sevinirim. Her gencin hatasına üzülürüm, ama Can'ın hatasına biraz daha fazla üzülürüm. Bu film tashih istiyor. Bu filmde bazı yerlerin çıkartılması istiyor. Finali, kadın ve içki düşkünü Atatürk diye biteremezsiniz. Bu inanılmaz derecede büyük bir saygısızlıktır.

 

-Onun ne içkisi ne kadınlarla ilişkisi tartışılır. Bu magazin yaklaşımını temizleyerek, çocuklarımızı, 'Atatürk çok sigara ve içki içiyordu' gibi böyle onlara kabus gibi çöken (Torunumun söylediklerini Can'a da söyledim) bu gölgeden bir kurtaralım. Televizyon için yeniden yapılacakmış. Herhalde bunu düzeltmek gerekir.

 

-Eğer çocukların önüne ders gibi gidecekse, dersin uyması gereken fazilet kuralları vardır. Bazen ahlak, hakikatten daha güçlüdür. Bizim ahlaki yaklaşıma ihtiyacımız var.

 

-Bu söylediğim hataların dışında özen gösterilmiş. Müzikler, görüntüler çok güzel, çok çalışılmış, her yere gidilmiş. Bu ilk Atatürk filmi olduğu için bu yanlışlar olabilir ama bu filmi o yanlışlardan temizleyerek iyi ve güzel bir film yapalım. Ben bunu rica ediyorum Türkiye ve Türk çocukları adına.

 

-Vahdettin hikayesi çok istismara müsait bir şekilde anlatılmış. Onu düzeltmek zorunlu. Tarihe karşı, hakikate karşı.

 

-Beraber filmi seyredeceğim için eleştirileri okumuştum. Ben filmde o eleştirilerin yarısını bulamadım. Çok abartılmış bir eleştiri dalgası karşısında.Örneğin, sığır sürüsünün geldiğini anlamamış da Yunan askerleri sanmış! Öyle bir şey yok filmde. Dilden dile anlatıldıkça abartı büyümüş. Şaşakaldım. Varolan şeylere dayanarak söylemeliyiz bunları. Varolmayan şeylere göre söylemenin hem filme hem de emeği geçenlere haksızlık olduğunu düşünüyorum.

 

-İlk Atatürk filmi diye Atatürk'ün insan tarafınnı da söyleyeceğim diye birtakım gereksizliklerle süslememek lazım. Sarı Zeybek'i de izledim. Orada da Can'ın içkisi gibi bir takıntısı vardır. O takıntıdan kurtulmasını diliyorum.

 

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.as...p;Newsid=208755

 

Sn.Turgut Özakman'in eleştirileri, hicte Can Dündar'in iddialarina benzemiyor. Can Dündar kendi isteklerine göre dinlemis ve yorumlamis gibi.

Gönderi tarihi:
Sn.Turgut Özakman'in eleştirileri, hicte Can Dündar'in iddialarina benzemiyor. Can Dündar kendi isteklerine göre dinlemis ve yorumlamis gibi.

Ben zaten söylemiştim:

 

"Bu değerlendirmeleri saygı duyduğum Özakman hocamın ağzından duymak isterim. Can Dündar'dan aktarmalara güvenmiyorum! Hocam çıkar, bizzat kendi ağzından açıklamalar yaparsa, saygı ile değerlendiririm."

 

demiştim. Beklediğim gibi de çıktı. Birand'ın destek çabaları da Dündar'ı kurtarmaya yetmedi. Özakman Hoca eleştirilerini takır takır saydı.

 

Bence konuyu en iyi özetleyen, Cumhuriyet gazetesindeki karikatür. Başka söze gerek bırakmıyor. Çünkü, şahlanan bir at, herkeste ve normal düşünceli, normal insanlarda kahramanlık temaları çağrıştırır. Sadece niyeti ve düşüncesi çok farklı yerlerde olanlarda karikatürde canlandırılan bakış açısını çağrıştırır, ve amacı farklı noktalarda olanlar da kamerayı o açıda tutar...

Gönderi tarihi:
Mustafa Kemal Atatürk'ün adı, ortaokul birinci sınıftan itibaren resmen 'Mustafa Kemal'dir.

Ben bunu bir yana bırakalım, Fikriye Hanım'dan "Fikriye" diye bahsedilmesinden de rahatsızlık duyuyorum. Latife olunca hanım, Zübeyde olunca hanım, ama Fikriye olunca sadece "Fikriye"! Buna şidetle karşı çıkıyorum. Bu, bu ülkenin yozlaşan kültürünün bir ifadesi ve yansımasıdır. Fikriye Hanım, bir cephe savaşçısı kadar kahraman bir Milli Mücadele neferidir ve saygındır, hatırası azizdir.

 

Bazen kimden bahsettiğimizin çok net olduğu durumlarda yalın isim kullanırız. O ayrı. Özellikle bir soyadının bulunmadığı tarihi kişiliklerden bahsederken. Onların tarihe malolduğu öyle kesindir ki, ayrıca vurgu yapmaya gerek duymayız. "Hammurabi, Tutankamon, İskender, Cengiz, Attila..." gibi. Ama "Fikriye" derken baldızımız veya eltimizden bahsetmiyoruz.

 

Fikriye Hanımefendinin aziz hatırasını saygı ile anıyorum. Can Dündar bir şey yapacaksa, bu aziz insanın dramını anlatan bir belgesel yapabilir. Hiç bir karşılık beklentisi olmadan gönülden hizmet etmiş, sadece bir vefa, küçücük bir minnet ifadesi beklentisine girmenin bedelini canıyla ödemiş bu yiğit kadının hikayesi benim de içimi acıtır...

Gönderi tarihi:
Ben bunu bir yana bırakalım, Fikriye Hanım'dan "Fikriye" diye bahsedilmesinden de rahatsızlık duyuyorum. Latife olunca hanım, Zübeyde olunca hanım, ama Fikriye olunca sadece "Fikriye"! Buna şidetle karşı çıkıyorum. Bu, bu ülkenin yozlaşan kültürünün bir ifadesi ve yansımasıdır. Fikriye Hanım, bir cephe savaşçısı kadar kahraman bir Milli Mücadele neferidir ve saygındır, hatırası azizdir.

 

Bazen kimden bahsettiğimizin çok net olduğu durumlarda yalın isim kullanırız. O ayrı. Özellikle bir soyadının bulunmadığı tarihi kişiliklerden bahsederken. Onların tarihe malolduğu öyle kesindir ki, ayrıca vurgu yapmaya gerek duymayız. "Hammurabi, Tutankamon, İskender, Cengiz, Attila..." gibi. Ama "Fikriye" derken baldızımız veya eltimizden bahsetmiyoruz.

 

Fikriye Hanımefendinin aziz hatırasını saygı ile anıyorum. Can Dündar bir şey yapacaksa, bu aziz insanın dramını anlatan bir belgesel yapabilir. Hiç bir karşılık beklentisi olmadan gönülden hizmet etmiş, sadece bir vefa, küçücük bir minnet ifadesi beklentisine girmenin bedelini canıyla ödemiş bu yiğit kadının hikayesi benim de içimi acıtır...

 

Sayin Demirefe,

 

Ingiliz yazar David Armstrong'un Bozkurt adli kitabindada FIKRIYE diye gecer,Can Dündar'in Mustafa icin kimlerden yararlanmis oldugu gün gibi ortadadir,Armstrong, Atatürk'ü alkolik,yalniz,kimseyle anlasamayan,hicbir arkadasi olmayan gecelerini batakhanelerde geciren bir olarak tanimlamis kitabinda,ne tesadüf degilmi Can Dündar'in Mustafasindada ayni nitelemeler var ve bunlar Atatürk'ün insan yani olarak tanitilmaya calisiliyor.Oyunun farkinda oldugunuza eminim.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

"Mustafa" filmi protesto edildi

 

Başkentte bir grup, senaryosunu Can Dündar'ın yazıp yönettiği, Atatürk'ün hayatının anlatıldığı ''Mustafa'' filmini protesto etti.

 

Kendilerine 90'lılar Dostluk ve Dayanışma Grubu diyen eylemciler, Mithatpaşa Caddesi'ndeki bir sinemada gösterilen

 

''Mustafa'' filmini izlemeye girdi.

 

 

Grup, filmi 15 dakika izledikten sonra ıslık ve alkışlarla dışarı çıktı.

 

 

''Başbuğ Atatürk'' sloganı atan grup adına sinema önünde yapılan açıklamada, Mustafa Kemal Atatürk'e yapılan saldırıların

 

artarak devam ettiği ifade edildi.

 

Bunun basit bir film değil, ''dahili ve harici düşmanların Ulu Önder Mustafa Kemal'in şahsında

 

 

Cumhuriyet'i yıkma ve Türk Milleti'ni bölme oyunu'' olduğunun ileri sürüldüğü açıklamada,

 

 

''Türk milletinin düşmanlarını ve yerli işbirlikçilerini uyarıyoruz; Çanakkale'yi, Sakarya'yı, Dumlupınar'ı unutmasınlar'' denildi.

 

Açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'ün düşmanları karşısında ''milletin sabrının taştığı'' belirtildi.

 

Atatürk'ü rahmet ve minnetle andıklarını vurgulayan protestocular, Atatürk'e ve milletin kutsal değerlerine

 

''laf'' söyleyenleri daha dikkatli olmaya davet ettiklerini ifade etti.

Gönderi tarihi:

TÜRKCELL'i Mustafa adli Atatürk' ü karalama senaryosuna sponsorlugu reddettigi icin kutlamak gerekir.

Mustafa senaryosu uzun calisma ve planlarin sonucu olarak gündeme tasinmistir,amaci Atatürk'ü siradanlastirmak ve halkin ona olan sevgisini vede saygisini yok etmektir.Bugüne kadar ki izlenimlerime bakarak diyebilirim ki bu senaryoyu izleyenlerin büyük bir kesimi Can Dündar'i hayal sükutuna ugratmislardir,cünkü o senaryoyu izlerken Atatürke yapilan cirkin saldirilarin farkina varmislardir.Can Dündar'a fikir babaligi yapmis olduklarindan zerre kadar süphem olmayan isimlerin nasil öfkeyle ayaklarini yerlere vurup 'yine basaramadik,bir yenisine basvurmak lazim 'demelerini görüyor gibiyim.

AB ve ABD kuruluslarinin maddi ve manevi destegini arkasina alarak Atatürke böyle cirkin bir saldiriyi *MÜKEMMEL BIRR BELGESEL* diye empoze etmeye kalkisanlarin bu milleti tanimamis olduklarini anladiklarini saniyorum.Huylu huyundan vazgecmezmis derler,onlar yine devam edecekler ama her defasinda ayaklarinida yerlere vuracak ve bir yenisi diye kollari sivayacakladir.

 

Atatürk herhangi birisi degildir,onu basit hesaplarla halkin gözünden düsürmeye calisanlarin akillarini baslarina toparlamalari gerekiyor,bu milletle cok oynadilar ve oynuyorlar ama sonunda bu millet onlari oynatacaga benziyor böyle giderse.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

2036xy1.jpg....Atatürk'ten şok Hatay planı

 

Atatürk'ün müthiş planı! Hatay davasında Fransız büyükelçisine gözdağı vermek isteyen Atatürk, öyle bir

Hatay için gözdağı vermek isteyen Atatürk'ten ilginç taktik.

 

Fransız Elçi'yle buluşmasında Sabiha Gökçen'e havaya üç el ateş ettirdi.

 

Restaurantın silahlı basılması planını Atatürk ve ilk kadın pilot Gökçen'den başkası bilmiyordu.

"Mustafa" filmiyle birlikte Atatürk'e ilişkin bilinmeyen tarihi olaylar gün ışığına çıkıyor.

 

Resmi tarihin yazmadığı gerçekleri kamuoyunun önemli bir kısmı yeni öğreniyor.

 

Belki birçoğumuzun haberinin olmadığı bu ilginç tarihi olayı Can Dündar, Kanaltürk'te yayınlanan Kırmızı Halı programında anlattı:

 

 

OLAY SONRASI BÜYÜKELÇİYE SÖYLEDİĞİ O CÜMLE

"Sabiha Gökçen'den böyle bir şey beklemiyorlar. Korumalar atlıyor polisler tutuklayıp karakola götürüyor.

 

Atatürk yanındaki Fransız büyükelçisine dönüp "görüyorsunuz bu millet beni affetmez" diyor.

 

Müthiş bir sahne bu. Dramatize etmeye müsait sahne değil. Silah çekçeksiniz. Ankara Palas vesaire. Yapamadık, anlatamadık.

 

Ama sahne olarak benim içimde çok yer etti. Çünkü Atatürk'ün iletişim dehası aslında.

 

Hem onun yarattığı etkiyi büyükelçi üzerinde tahmin edersiniz."

 

Peki Dündar'ın anlattığı tarihi olayın ayrıntıları nasıl?

 

Çok az insanın bildiği çarpıcı olayın detayları ise şöyle:

TABANCANI BELİNE TAK VE BURAYA GEL

1937'de Fransa'nın, Hatay'ı Suriye'ye devretmeye hazırlandığı yolundaki haberler, Ankara'da sert tepkiyle karşılandı.

 

Atatürk, hemen Gökçen'i de bir parçası yapacağı gözdağı planını uygulamaya koydu.

 

Atatürk, bir akşam Gökçen'e, 'Üniformanı giy. Tabancanı beline tak ve buraya gel.

 

Bu akşam çok önemli bir görev daha vereceğim. Tarihi ilginç bir görev' dedi.

 

Ata, bunu söylerken, Gökçen'e, 'Hatay konusundaki fikrin nedir?' diye de sordu.

 

Gökçen de, 'Eskiden Girit için söylenirdi. Annemden dinlemiştim. 'Girit bizim canımız, feda olsun kanımız!'

 

Aynı şeyi Hatay için düşünüyorum' dedi.

 

GÖKÇEN SALONU SİLAHLA BASTI

 

Atatürk ve beraberindekiler, akşam Ankara'nın ünlü restoranı Karpic'e gitti. Fransız Büyükelçisi M. Ponceau ile elçilik erkanı da oradaydı.

 

Fransızlar'a hitaben bir konuşma yapan General Kasım Sevüktekin, sonunda Fransızlar'ın Hatay'ın Türkiye'nin olduğuna

 

karar vereceklerine inandığını ifade etti.

 

Fransa Büyükelçisi, Sevüktekin'i ayakta alkışladı.

 

Generalden sonra ortaya fırlayan Gökçen, şunları söyledi:

 

GEREKİRSE CANIMIZI VERİRİZ

 

'Generalim, Fransız dostlarımızın bu konuşmanızı değerlendirebileceklerini sanmıyorum. Fransa bir oyun içine girmiştir.

 

Oyunun sonunda bizim olan toprakları Suriye'ye vermeyi planlamıştır.

 

Fransa'nın oyununa gelerek Hatay topraklarını başkalarına bırakmayacağız.

 

Biz gençler gerekirse bu işi silahlarımızla da halledebiliriz. Hatay bizim canımız feda olsun kanımız.'

 

1 GÜN HAPİS YATTI

 

Gökçen, sözlerini tamamlar tamamlamaz, silahını çekip, üç el ateş etti. Bu olayın ardından Atatürk'ün emriyle Gökçen tutuklandı.

 

Hakim karşısına çıkan Gökçen, milli hislerinin galeyana geldiğini ve bunun için kimseden emir almadığını söyledi.

 

Sorgu sırasında, Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule Hanım ile Semiha İnanç da silahlarını havaya boşalttıkları için adliyeye gelmişlerdi.

 

Yasa gereğince, üç kadın 24 saat hapis cezasına çarptırıldı. Mesaj yerine ulaşmış ve Fransa, Türkiye'nin kararlılığını görmüştü.

Gönderi tarihi:

Konu ekseninden saptırılarak gürültüye getirilmeye çalışılıyor. Film ile ilgili eleştiriler yok;

 

"Koyun sürüsünü Yunan ordusu sandı mı sanmadı mı, nasıl gösteriliyor?" yok;

 

"Vahdettin hain miydi değil miydi, hangisi savunuluyor?" Yok;

 

"İçki sigara içiyor gösteriliyor mu yoksa azıcık gösteriliyor, zararı yok mu?"

 

şeklinde anlamsız, çıkmaz konulara sürükleniyor.

 

Konunun özü gözden kaçırılmasın: Film son derece sinsi ve amaçlı bir şekilde "yalnız, kompleksli, acılı, öç duygusu taşıyan ve topluma hınçlı bir adamın tüm hayatını buna göre yaşadığını ve ölmeden pişman olup vicdan azabı içinde öldüğünü!" empoze ediyor. Bu film cumhuriyet tarihinde Atatürk'e ve ilkelerine yapılmış en büyük, en ağır saldırıdır. En vahimi de bunu gizleyerek, dost görünerek yapmasıdır.

 

Karşıysan adam gibi çıkar Atatürk şöyleydi böyleydi dersin kardeşim! Daha film başlarken çocuk Mustafa yalnız, derme çatma kulübesinde, karga kovaladığı yalnız tarlalarda acı çekerken gösteriliyor. Mahalle hocasından yediği dayağın acısını içinde saklıyor. İlerde tekkeleri kapatarak bunun acısını çıkaracak!

 

Filme eleştirim en ağır düzeydedir. Bu basitliğe, bu yavan bakış açısına en ağır dozda karşı çıkıyorum. Film ilk karesinden son cümlesine kadar ağır ve açık bir karalama kampanyası yürütüyor. Haksız, yersiz, art niyetli ve en vahimi amaçlı, satılık, kiralık, ucuz ve kelepir...

 

Ha ama bu bakış açısını ifade etmeye hakkı var mı, var. Film yasaklansın mı? Tabii ki hayır. Fakat neyin ne olduğu ibretle izlensin. Arkadaki ipler, amaçlar ve niyetler görülsün diyorum... İplerin ucunda BOP var, "Kemalizmi yıkın, resimlerini kaldırın, ilkelerini yok edin, ılımlı İslam devleti olun, bize halkı müslüman ülkelerde ortaklık, kılavuzluk yapın, gelelim oraları sömürelim, siz de nasiplenin, üç beş dolar size de veririz" var...

Gönderi tarihi:
Müthiş bir sahne bu. Dramatize etmeye müsait sahne değil. Silah çekçeksiniz. Ankara Palas vesaire. Yapamadık, anlatamadık.

 

Ama sahne olarak benim içimde çok yer etti. Çünkü Atatürk'ün iletişim dehası aslında.

 

 

Konu ekseninden saptırılarak gürültüye getirilmeye çalışılıyor. Film ile ilgili eleştiriler yok;

 

 

Selam sayın demirefe, konuyu saptırma amacın da değilim....öyle gözüküyor ise kusura bakmayin lütfen..

 

Alıntıya aldığım cümleler dikatimi cekti de, buraya ekleyim dediydim...

 

Yoksa belgeselin icersin' e koymak istediği..her neden dolayı ise yapamadığı..belki de kendisini yeterince ifade edemeyeceğinden dolayı...

 

belki de..kısıtlı olduğu icin belgeselin ( zaman bakımın' dan ) ayrı bir başlık mı acsaydım, daha doğru olur' du.

 

Buna acıkcasına gerek duymadım, onca eleştirilerin icersin de, az da olsa sanırım kendi ifadeleri yer alırsa sorun olmaz diye düşündüm..

 

En azindan tek taraf' li değil

 

birazcik olsun kendimizi onun yerin' e koyabilme amacından.

 

Kendimi o kadar acayıp bir durumda hisediyorum ki, sanki belgeselin tümünü savunuyor, toz kondurmuyorum.

 

Bana ' da ters düşen bölüm'leri olmadı mı..? Oldu tabi' ki...fakat önceden de yazdığım gibi tekrarlamak istiyorum...imkanları o kadarmış...ya da o kadar

 

araştırabilmiş...vs...

 

her ne kadar' da, dahası yapilabilir' di denilse' de...burası da doğru elbet...

 

Biliyormusunuz onca eleştiriler' den sonra, bu belgeseli bende izledim

 

ve her ne kadar da kendi kendime, tesir altın' da olmayacagım, kendi fikrimi yürüteceğim dediysem de... bir yere kadar bunu yapabildim...

 

Bir yere kadar yapabildim diyorum ama, şu an yazarken bile yapamadığımı kendim görüyorum...

 

Nedenin' e gelince... daha belgesel başlar başlamaz...ilk dakikalarindan ihtibaren

 

Atatürkü ne zaman görecez...Atatürk'ü elin de sigarasi ile ne zaman hangi esna' da görebilecem...inanın ki pür dikat bakmaya başlamışdım..

 

Sonuc ne oldu: Sanki tek sigara ictiği sahneler'i görmek istemişim de gitmişim ...diye bir görünüm sağladım kendi kendime....

 

ama emin olun ki, onca elestirler' den sonra bunlar gayri ihtiyari oluyor...

 

Oysa hicbirşey okumadan daha ilk günler gitmek varmış ve izlemek.

 

Şimdi bana bir ters gelen yerini size söyleyim...eleştiri yok demişsiniz... eleştireyim.

 

Belgeselin icersin' de..yine birkac saniye yer alan bir bölüm' de...

 

Atatürk'ün gemizi yer alıyor' du...ben bunu gördüğüm an, ne güzel'mis dediğimi hatirliyorum icim'den....

 

fakat birkac saniye gecmiyor' ki...kabinıin icersin'de siyah bir koltuğa uzanmış, dirseğini başının altına koymuş...

 

bir diğer elinde'de sigara tutuyordu.

 

Evet tam o an

 

Bula bula bu fotoyu mu buraya eklediler, onca güzelim geminin icersin' de... hic mi daha güzel bir resmi yoktu, bir anısı...

 

ne bileyim yemek yerken.... yada denizi seyrederken... yada balık hicmi tutma dı...diye otomatik olarak düsündüm o ara, bu bir gercek.

 

( bu arada bu foto'yu koyarken bir kasit var yada yok ben bilemem )

 

Simdi ise bir başka konuya deyinmek istiyorum az...

 

Dün eklenmiş olan buraya... ve bugün yine gazeteler' de yer alan

Atatürk'ün Orman Çiftliği'ni Ziyareti

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...=view&id=56

 

 

bunu sanırım izlediniz

 

izlemiş olduğunuzu var sayarak devam ediyorum...

 

diyelim' ki bu sunumun önce'den bulun du...( ki ben bulunmusdur diye düsünüyorum ama neyse )

 

Ne güzel bir sunumun değil' mi...kendi sesi ve kendisini fotolar da değil,

 

Gercek olarak görebiliyoruz...

 

Belgesel az daha uzun olabilsey' di... yada bazı kısımların yerine bu sunumu eklemiş olsaydılar

 

( ki bu defa eklenmemiş olanlar elestirilecek' ti... suan bile elestirilmek' te )

 

 

sonucta bu bir gercek görebiliyoruz değil ' mi....ne iyi olur du diyenler sanım olacak' tır

 

Sonuc'ta bir hatıra...hic izlenmemis olan önceden...

 

Belgesel' de yer aliyor.... ( var sayalım )

 

Peki şimdi sormak istediğim birşey var... son sahnelerine bu sunumun'un dikat etiniz' mi..?

 

sanırim ettiniz değil mi

 

ve dikatinizi de cekti...nedir dikatinizi ceken söyleyim izininizle, benim de cekti cünkü...

 

Arın icersine girdiği hal'de inekler' e bakmak icin...yine elinde tutmuş olduğu bir sigara.

 

Belgeselin icersine bunu koysaydı....nasıl olur du

 

yada son kısmını yani elinde tutugu sigara'li bölümü kesip işlesey' di belgeselin icersin' e... nasıl olur' du!

 

Iyi olur' du degil' mi ( işte ben bura; da kasit var derim aslın da " o vakit ", neden kesiyor )

 

Iyi peki iyi olurdu' da...........şimdi şuan tüm gazeteler'de media'da dolaşan bu sunumun tümünü...

 

değil bir kere Belgesel' de..........istedikleri an istedikleri defa oncası.... ister büyüklerimiz ister kücüklerimiz....... izlemeyecekler mi...

 

Bu da bir kötü örnek olmayacak' mı........." O yönden bakar isek"

 

Saygılar

 

 

Bu ara; da size yazıyorum, kendi acım'dan daha kolaylık' la cevaplayabildiğim için..yani bunda kasit var üzerime gidiyor gibi bir düsünce olmasin lütfen :)

 

Gönderi tarihi:

Can Dündar'dan kimse rica etmedi Mustafa icin.Bunu kendiliginden yapti ise adam gibi yapmasini bilseydi.

 

Mustafa Kemal,elestirilemez tartisilamaz,onun icin elestirilmeli tartisilmali diyenler Atatürk karsiti olmaktan öte olamazlar,hickimse kendini kandirip demokrasi falan filan demesin.Bu ülke ugrunda savasilrken savasanlarin ne para ne iktidar nede meshur olma amaclari vardi tek amac bu ülkenin düsman isgalinden kurtulmasi ve Türk milletinin namusunun korunmasiydi,bu milletin namusunu korumak icin kendilerini feda edenleri tartismak elestirmek helede onlari ickici sigaraci gibi basit ve etik disi yakistirmalarla tanimlamaya calismak bence farkli amaclara hizmet etmektir ki Can Dündar'da bu farkli amaclara hizmet vererek seviyesini ispat etmistir.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Sayın Birce, kesinlikle sizi suçlamayı aklımdan geçirmemiştim. Sizi kastetsem, bunu söylerdim. Ben saptırma konusunu kamuoyundaki tartışmalar nedeniyle söyledim. Hatta saygı duyduğum Özakman Hoca bile konuyu pek bu eksenden çıkaramadı. Ama tabii o tarihçi olduğu için nokta eleştiriler yaptı.

 

Bence Türkiye'nin laik eksenden çıkarılarak halkı müslüman ülkelere şirin gösterilip bir köprü olarak kullanılmasının istendiği konusuna dikkat etmek gerekiyor. Tabii ki hiç bir stratejik ortaklığa girmeyelim demiyorum. Fakat bize biçilen ve dayatılan rollere boyun eğmek, ulusal benliğimizi yitirmemize ve kullanılmamıza yol açar.

 

Konu bu, yoksa biri Atatürk'ü eleştirmiş, eleştirsin. Fakat çok koldan bir yıpratma çalışmasıdır yürütülüyor. Kemalizm yok edilmeye, ulusalcılık silinmeye, Kürtlü etnikli çok uluslu ümmetçilik yerleştirilmeye, laiklik yerine ılımlı İslamcı bir yönetim getirilmeye çalışılıyor. Bütün bunlar Allah rızası için, sevabına mı yapılıyor? Tabii ki hayır. Amaç, yukarda belirttiğim gibi stratejik çıkarlar.

 

Bunu görelim, bilelim, yeter...

 

NOT: Bakın Almanya bunu gördü çoktan. Almanya ABD'ye her zaman rakiptir. Türkiye üzerinde oynanan oyunları Almanlar çoktan gördüler. Türkiye'nin yeni ABD eyaleti olmasını istemiyorlar. Peki Fransa niye Humeyni'yi himaye etti ve sağ salim İran'a dönünceye kadar koruma altına aldı? Şimdi Almanya daha önce hoşgörü gösterdiği dinci kuruluşlara dirsek çıkarmaya başlarken ABD Gülen'i niye koruyor? Tüm bunlar dünyada dönen pasta paylaşım dümenleridir. ABD ile AB yi hiç ahbap çavuşlar sanmayın. Ortak olsalar da pasta paylaşmak için olmadık stratejiler yaparlar birbirlerine...

Gönderi tarihi:
Can Dündar'dan kimse rica etmedi Mustafa icin.Bunu kendiliginden yapti ise adam gibi yapmasini bilseydi.

 

Mustafa Kemal,elestirilemez tartisilamaz,onun icin elestirilmeli tartisilmali diyenler Atatürk karsiti olmaktan öte olamazlar,hickimse kendini kandirip demokrasi falan filan demesin.Bu ülke ugrunda savasilrken savasanlarin ne para ne iktidar nede meshur olma amaclari vardi tek amac bu ülkenin düsman isgalinden kurtulmasi ve Türk milletinin namusunun korunmasiydi,bu milletin namusunu korumak icin kendilerini feda edenleri tartismak elestirmek helede onlari ickici sigaraci gibi basit ve etik disi yakistirmalarla tanimlamaya calismak bence farkli amaclara hizmet etmektir ki Can Dündar'da bu farkli amaclara hizmet vererek seviyesini ispat etmistir.

 

 

saygilarla

:clover::clover::clover::clover:

 

Kim ne derse desin, eleştirilemez ve tartışılamaz noktasında sizinle hemfikirim... Daha filmi izlemeden sırf filmin adına sarsıldım ve filmin içeriğinden beklediğim yazıları forum ortamında buldum.. Hayatta para verip gitmeyeceğim bu filmin bir çekimini elbet izlerim yakında ama ""Açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'ün düşmanları karşısında ''milletin sabrının taştığı'' belirtildi"" noktasında da keşke hazır Ankara dayken, bende orda olsam dedim içimden..Sabırlar cidden taşmak üzere ve bir taşarsa olay kalan sağlar bizimdir hesabı işleyecek heralde.Çok çetin günler yaklaşıyor arkadaşlar.. Hala iyimser tablo çizip filmi normal karşılayan arkadaşlara bi de ben sorayım,lütfen düşünüp cevap versinler "mustafa" kim? Atatürk ün boy boy,çeşit çeşit resimlerine baksınlar ve sırf duruşuna istinaden cevap versinler, " mustafa" kim?

İnsaf..

 

Sevgili Politika nın dediği gibi "Türk milletinin namusunun korunmasiydi".. Ya bizim anneannelerimizin tehdidiydi hamile kadının karnını deşip çocuğu üzerine oynadıkları iddianın hazzını yaşayanlar.. Öyle bir ortamda, bütün benlikleriyle savaşan onca dedemiz adına,onlar hürmetine,yine bu saygısızlık olmaz,yine olmaz,yine olmaz..Bu insanların başarısı,bu kadar basite indirgenemez. Mustafa Kemal Atatürk e yapılan her eleştiri,bu milletin atasına gelir,şehidine,kanına gelir.. Bayrağımız kırmızı,gerektiğinde sonuna kadar kırmızı kalsın diye..

Gönderi tarihi:

Belki tuhaf bir duygu ama, Mustafa filmine eleştiriler yoğunlaştıkça ve sertleştikçe, belli belirsiz bir huzur hissediyorum. Normalde fikirlerimin desteklenip desteklenmemesinden herhangi bir duyguya kapılmam. Hatta farklı, karşı çıkılan fikirler ortaya atmak hoşuma gider. Çok desteklenirsem sıradan şeyler mi söyledim diye endişeye kapılırım.

 

Bu konuda böyle olmuyor. Bu bir itiraf, ilginç ama niye böyle, bilmiyorum. Atatürk'ün yozlaştırılmasına bayağı içerlemiş olmalıyım. Hatta empati yapmaya bile başladım. Demek herkesin gönlünde olana eleştiri yapılması böyle ağır geliyor, içerleniyor demek ki diye... Bundan sonra sevilen insanları eleştirmeye pek dilim varmayacak mı yoksa bilmiyorum.

 

Aslında her zaman gönül kırıcı olmamaya çalışırım ama, her aşırılık, ters yönde bir aşırılık yaratıyor. Dalgalar ne kadar yükselirse, dalgalar arasındaki çukurlar da o kadar derinleşir. Hatta bu Atatürk için de geçerli. Zoraki saygıya zorlandıkça insanlar "bir de saygısızlığı deneyelim, bakalım nasıl olacak?" diyebilirler.

 

Epey eskiden dindar bir arkadaşımı ramazanda yemek yerken gördüm. "Hayrola yola mı çıkacaksın?" diye sorunca şöyle demişti: "Ramazanda oruç tutmamak nasıl bir duygu, merak ettim!"

 

Şimdi de bir arkadaşım "Mustafa filmine gitmek istemiyorum ama, merakımı yenemiyorum, hadi gidelim!" demez mi?

 

"Lüzumsuzluk yapma" diye kızdım. "ben burda sinir olurken senin teklif ettiğin şeye bak!" Hiç tınlamayıp ısrar etti:

 

"Yıllardır Atatürk'ü yücelttik. Bir de eleştirisini görelim, ne çıkar? Film yemez ya bizi?" deyince güldüm. Çünkü doğru söylüyordu. Fakat:

 

"Olsun. Gişe yaptırmam ben bu filme. CDsini alır izlerim olmazsa." dedim ve gitmeyi reddettim. Şimdi CD sini bulup getirecek, bekliyorum. Gidip "Mustafa CDsi var mı?" diye sormak bile bana ağır geliyor.

 

Yahu ben de az fanatik değil mişim de haberim yokmuş! Milleti fanatiksiniz diye eleştiririrken düştüğüm hallere bak! Ben de akılcı, mantıklı benimserim Atatürk'ü, fanatik hayranı değilim diye geçinirdim. Yok ama yine öyleyim ya, baksana CDden de olsa filmi baştan sona izlemeyi kabul ettim.

 

Ama hadi bir de "Mustafa" diye bir filmin İslam peygamberinin hayatını anlattığını ve yalnız, öksüz, toplumdan dışlanmış ve Mekke tanrılarına hınçlanmış olarak gösterildiğini düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum. Yer yerinden oynar, savaş çıkardı herhalde. Ama yani bu iş beni bir durdurup düşündürdü en azından, demek her işte bir hayır olduğu doğruymuş. Can Dündar ısmarlama film yapar, hisse çıkarmak yine bize düşer, vay be...

Gönderi tarihi:
Ama hadi bir de "Mustafa" diye bir filmin İslam peygamberinin hayatını anlattığını ve yalnız, öksüz, toplumdan dışlanmış ve Mekke tanrılarına hınçlanmış olarak gösterildiğini düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum. Yer yerinden oynar, savaş çıkardı herhalde. Ama yani bu iş beni bir durdurup düşündürdü en azından, demek her işte bir hayır olduğu doğruymuş. Can Dündar ısmarlama film yapar, hisse çıkarmak yine bize düşer, vay be...

 

Sn.Efe, bunu söylediğiniz anda Atatürk'ü peygamber yerine koymakla suçlanırsınız. Biz Atatürk'ü, kafamızdaki bir tabu olduğu için, putlaştırdığımız için bu eleştirilere sinirlenmiyoruz. Biz, yanlış değerlendirmelere, doğruların çarpıtılmasına, mantıksızlıklara, doğruları ve tarihi bildiğimiz için isyan ediyoruz. Atatürk bizim kutsalımız falan değil. Birisi çıkıp da iddialarını geçerli kanıtlarla ispat ettiği anda kabul ederiz. Bizde körü körüne bağlılık diye bir şey yoktur. Biliyoruz ki, Atatürk bu millete hayatını adamış, kendini feda etmiş, ülkeye aydınlanmayı getirmiş gerçek bir Türk milliyetçisidir. Bu anlamda duyduğumuz minnet hissidir. Onun kişiliğine saklanarak fikirlerini etkisiz hale getirmeye çalışanlara da, her zaman karşı çıkarız, kendimizin ve milletimizin menfaati için.

Gönderi tarihi:

Cumhuriyet'ten Can Dündar'a şok karikatür !

 

 

Can Dündar'ın Mustafa belgeseline en sert eleştiri Cumhuriyet Gazetesi'nden geldi. Cumhuriyet'te yer alan ve Murat Sayın'ın çizdiği karikatür çok tartışılacak gibi.

Gazete ayrıca Devrim Tarihçisi Yrd. Doç. Dr. Görgülü'nün 'Mustafa' hakkındaki görüşlerine de yer verdi:

Atatürk'ü Silmek

 

Devrim Tarihi uzmanı Yrd. Doç. Dr. İsmet Görgülü, "Mustafa" filmini izledi, notlarını tuttu. Ciddi bir hazırlık içinde. Pop kültürüne bulanmış niyeti belli operasyona karşı bilimsel yanıtlar verecek. Görgülü, şöyle düşünüyor:

 

"Olay, Mustafa Kemal'i ?Atatürk' olmaktan düşürmek, Mustafa Kemal'i Türk insanının gönlünden çıkarmak, dimağından silmek amaçlı idi. Duruma bu gözle bakınca, işin ciddiyeti, önemi büyüdü."

 

Atatürk'ün uydurmalarla, iftiralarla neden kötülendiğini, asıl hedefin Atatürk mü olduğunu sorgulayan İsmet Görgülü, yanıtın Amerikalı gazeteci Nick Ludington'un sözlerinde bulunabileceği kanısında:

 

"Türkiye'yi birleştiren, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bunlarsız Türkiye dağılabilir?"

 

Görgülü'nün vardığı sonuç şu:

 

"Asıl hedef Türkiye'dir, Türkiye'nin dağıtılması, bölünmesidir. Bunun için, Türkiye'nin kuruluş felsefesi olan Kemalizmi tasfiye etmek, Kemalizmin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü Türkiye'den silmek politikası izlenmektedir.

 

Bu politikayı kimlerin izlediğini anlamak için Kemalizme yaklaşımlarına bakmak yeterli olur. Hangi ülke veya ülkeler Kemalizme karşıt ise bu politikanın peşindedir ve Türkiye üzerine bir niyeti vardır. İçerideki dinciler, bölücüler ve işbirlikçiler ise bunların vasıtasıdır."

 

Obama'nın Irak politikası

 

ABD siyasetini yakından izleyen deneyimli gazeteci Yılmaz Polat, yeni ABD Başkanı Obama'ya seçilir seçilmez, geçen perşembe günü üst düzey bir istihbarat brifingi verildiğini aktardı bize. Brifing, Irak, İran ve El-Kaide üzerine olmuş.

 

Türkiye açısından en güncel konu belli: Obama, Irak politikasını nasıl biçimlendirecek? Yılmaz Polat'a göre perşembenin gelişi çarşambadan belli:

 

"Bence oradaki Amerikan çıkarları başka hangi yollardan fazla zarar görmeden devam ettirilecek çalışması yapılacaktır. Bush'un Irak'ın işgaline Demokratların da hemen hemen tam kadro destek verdiğini, Obama'nın Irak danışmanları arasında şahinlerin olduğunu da unutmamak lazım. Örneğin, Büyükelçi Peter Galbright, çok uzun yıllardır Kürt konusunun mimarıdır. Barzani ve Talabani'yle ilişkileri, uzun yıllar önce Senato'da Claiborne Pell adlı çok etkili bir senatörün yardımcısı olduğu günlerde başlamıştır. Hoşyer Zebari ve Behram Salih'in yakın arkadaşıdır. Şu anda Obama'nın Irak danışmanları arasındadır ve Barzani'nin de Washington'da lobiciliğini yapmaktadır. Kendisi Senatör Pell'in yanında çalıştığı zaman Pell, Senato Dış İlişkiler üyesiydi ve Joseph Biden'ın yakın arkadaşıydı. Burada, Obama'nın yardımcısı Joseph Biden'in Irak'ın 3'e bölünmesi gerektiği yolunda açıklamalarını hatırımıza getirmeliyiz.

 

Sonuç olarak, Obama'nın yanındaki bu isimler ve geç-mişlerine baktığımızda, Obama'nın Irak politikasının nasıl şekilleneceğini de tahmin etmek zor olmayacaktır.

 

Bu isimlerin AKP değil ama, Türkiye'deki siyaset tüccarları diye adlandırdığım çok Cumhuriyetli karakterlerle öteden beri yakın ilişkisi olmuştur. Ayrıca bunların DTP'li Ahmet Türk ve Leyla Zana'nın HEP yıllarında Washington'da pazarlandığı 90'lı yılların başında da çalışmaları vardır. Bu isimler şu anda Irak konusunda hareket halindeler."

 

Tarih anlayışı

 

Can Dündar?ın "Mustafa" filminin tarih danışmanı Faruk Alpkaya imiş.

 

SBF öğretim üyesi olan Faruk Alpkaya, "Kemalizm, ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder" diyen liberal düşünceci Prof. Dr. Atila Yayla'ya destek bildirisi ile "türbana özgürlük" bildirisine imza atan akademisyenler arasındadır.

 

Faruk Alpkaya, Türkiye'deki tarih ders kitaplarının "ulusçuluk ideolojisini aşılayan" metinler olduğunu, hatta "düşmanlık" ve "potansiyel şiddet" kaynağı olduğunu "okullarda anlatılan tarihin hayattan tamamen koptuğunu, tarih eğitiminin bugünü yönlendiremez hale geldiğini" dile getiren raporlara imza atan akademisyen olarak da tanınır.

 

Faruk Alpkaya ayrıca, Tarih Vakfı'nın, "Çocuklar ve Yetişkinler İçin Tarih Aracılığı Avrupa Yayınları Projesi" kapsamında öğrenciler için yayımladığı "20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi" kitabının yazarları arasındadır.

 

Faruk Alpkaya'nın bu kitabında, okullarımızda yıllardır "İzmir'in işgali" olarak öğretilen olay, "...Yunan kuvvetleri İzmir'e çıkarak, Rum nüfusunun da desteğiyle Ege bölgesinde işgal yönetimi kurdu. Bu son gelişme İzmir'in de Selanik gibi kaybedileceği endişesini güçlendirdi" gibi bir anlatımla aktarılmış, yine okullarımızda "İzmir'in kurtuluşu" olarak okutulmakta olan 9 Eylül 1922 tarihi ise "İzmir'in alınması" ifadesi ile tanımlanmıştır.

 

Yani Yunan İzmir'e çıkmakta, Türk ise İzmir'i almaktadır.

 

Böylece tarih, "ulusçuluk ideolojisini aşılayan" metin olmaktan da, "düşmanlık" ve "potansiyel şiddet" kaynağı olmaktan da çıkmaktadır.

 

Piyasaya yeni sürülen "Mustafa" filmi ekibinin tarih anlayışı işte bu kadar yalındır...

 

İnce sanat

 

Can Dündar, "Mustafa filminde Atatürk korkak biri olarak mı gösterildi" sorusuna şu karşılığı veriyor:

 

"Atatürk ?Ben karanlıkta yatamam çocuk' diyor. Karanlıktan korktuğunu söylemiyor filmde. Benim o sahneyi koymamın amacı, o dönem mum alacak paralarının bile olmadığını anlatmaktı. Eğer buradan Atatürk'e korkak denildiği imajı çıkıyorsa bunda kötü niyet var demektir."

 

Arkadaş çok iyi niyetli aslında da, izleyici *******... Öyle ince sanat yapıyor ki, anlayamıyorlar :clover:

Gönderi tarihi:

Ciliz kalmaya mahkum birkac ses disinda,bu forumda herkesin görüsü ayniydi ki Can Dündar'in Mustafa adiyla gündeme oturttugu bu senaryo tamamen Atatürk'ü insanlarin gözünde degersiz,düsük karakterli biri olarak göstermeyi amaclayan bir saldiridir.Bu senaryonun arkasinda olanlarin kimler oldugu önemli degildir,bu senaryoda emegi olan herkes Atatürk karsitidir.Meclis baskanindan tutunda cok sahane diyenlere kadar.

Mustafa ayni zamanda 301.in kaldirilisina kaldirilan bir kadehten farksizdir.301 in kaldirilmasini kimler istediyse,Mustafa senaryosuna bilerek veya bilmeyerek katkida bulunmustur.

Biz acaba yanlismi düsünüyoruz?"Türk'ten bosalacak ******* yerini dolduracak temiz kan,Ermeni'nin Ermenistan'la kuracagi asil damarinda mevcuttur"diyerek Türk'ü kücük düsüren adam hakkinda savci dava acti diye kiyametler koparanlarin hangisi Mustafa'yi dolayisiyla Can Dündar'i elestirdi?hic birisi,birakin elestirmeyi birde üstelik elestirenleri sig düsünmekle sucladilar.

 

Mustafa Yildirim'in su satirlari ne kadar cok seyler ifade etmektedir anlayan icin;

 

..."Sira artik son 85 yili yok saymaya geldi.Artik ne bahtiyarliktir(!) ki,sira Mustafa Kemal'e geldi.O'nu,Rum tehcirinden,Ermeni soykirimindan,Kürt soykirimindan,Araplara karsi ayirimciliktan,Müslümanlara yaptigi mezalimden,seyhlere karsi acimasizliktan,velhasil dünyayi yüzyil geriye biraktirmaktan yargilamaya basliyorlar.

Ama tarih boyunca asla cilgin olmamis olan,akilli Türklerden bazilari hala diyor ki:

 

"O zaman da ihanet vardi,simdi de var.

Nihayetinde Ulus Dagina cikilacak

Ve yine bir ates yakilacak

Savasmadan yenilmek yok! "

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Sn.Efe, bunu söylediğiniz anda Atatürk'ü peygamber yerine koymakla suçlanırsınız.

Bu sorun, herhangi bir insanın kutsal kişi olarak kabul edilmesi durumunda ortaya çıkar. Böyle bir bağlam kabul etmeye herkesin zorunlu olduğunu, "ahana benim kutsal kişim şu insandır" diye bir bağlam göstermek zorunda olduğunu iddia edemezsiniz herhalde.

 

Yani bir "yer" olacak ki, birini o yere koyabileceksiniz. Olmayınca?

Gönderi tarihi:
"Benim o sahneyi koymamın amacı, o dönem mum alacak paralarının bile olmadığını anlatmaktı."

Sevgili Kayımca, hani "sen onu benim külahıma anlat" denir ya! Tam bu lafı haketmiş kendileri! Şu işe bakın yahu! Ha her şeyi alamıyorlardı, her şey yoktu da, sen seçe seçe alamadıkları, bulamadıkları içinden mumu seçtin! Kimi avuttuğunu, kimi uyuttuğunu sanıyor bu belgeselci(!!!) efendi yahu?

 

İnsanları zekadan yoksun sananlar, kendilerinde var olan yoksunluğu herkeste var zannedenlerdir!

Gönderi tarihi:
Böyle bir bağlam kabul etmeye herkesin zorunlu olduğunu, "ahana benim kutsal kişim şu insandır" diye bir bağlam göstermek zorunda olduğunu iddia edemezsiniz herhalde.

 

 

Ben, herkesten bahsetmedim, genellikle algılanan biçimi, bir fenomeni ortaya koydum.

Gönderi tarihi:

Can Dündar, "Mustafa filminde Atatürk korkak biri olarak mı gösterildi" sorusuna şu karşılığı veriyor:

 

"Atatürk ?Ben karanlıkta yatamam çocuk' diyor. Karanlıktan korktuğunu söylemiyor filmde. Benim o sahneyi koymamın amacı, o dönem mum alacak paralarının bile olmadığını anlatmaktı. Eğer buradan Atatürk'e korkak denildiği imajı çıkıyorsa bunda kötü niyet var demektir."

 

Mum olayına gelmeden önce...

 

Bir gün öncesi...

 

Hatırladığım kadarı ile Askeriye de okuyor du...ve cebine elini atıyor

 

bu güne kadar paraya hic önem vermezdim... simdi ne kadar gerekli olduğunu anlıyorum...verilen mahaş

 

( askeriye ücreti ) buna benzeyen kelimer yer aliyor du tam hatırlayamıyorum... yetersiz kalıyor...ve

 

kendi kendine düsünüyor' du, ne yapabilir diye....

 

Hemen arkasından

 

O günün gecesi...

 

Bu mum olayı belgesel de yer almış, hemen birkac saniye sonra...

 

 

 

Ciliz kalmaya mahkum birkac ses disinda,bu forumda herkesin görüsü ayniydi ki

 

Coğunluğun görüşü aynı olabilir sayın Politika fakat herkesin sanmiyorum...

 

Belgeseli elestirenlerin bile araların da düşünce fark' i olabiliyor

 

Hem sesimiz yada sesim cılız cıksa dahi, ara' da kaynasa bile

 

duyurabiliyorum az cok, bu da bana yeter li..

 

Ha her şeyi alamıyorlardı, her şey yoktu da, sen seçe seçe alamadıkları, bulamadıkları içinden mumu seçtin!

 

yukarıda az cok anlatmaya calışdım sayın demirefe, bir ihtimal neden eklenmiş olmasının nedenini

aynı günün sonuydu mum olayı

 

Saygilar

Gönderi tarihi:

Ben sesleri ciliz kalanlarin disindaki herkesten bahsettim ve aralarindada hicbir celiski yok elestirenlerin,hepside Atatürk'e saldiri yapildigini dile getirmektedir Mustafa ile.

Biz kimsenin cenesini tutmak gibi bir yanlisin icinde degiliz,bizim söylemeye calsitigimiz ama sizlerin anlamamakta direndiginiz nokta;Atatürk'e saldiri hangi kesimden gelise gelsin karsisinda dag gibi duracagimizdir,siz sesinizi duyurma calismalarina devam edebilirsiniz.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Bir gün öncesi...

Hatırladığım kadarı ile Askeriye de okuyor du...ve cebine elini atıyor

Bu iş bir belgesel de olsa, yine de bir kurgusu var, öyle değil mi? Yani niye simitçinin önünde durup elini cebine atıp para bulamıyor değil de niye illa mum? Amaç çok ama çok net belli. Sen başından beri Mustafa'yı yalnız, sorunlu bir çocukluk geçirmiş olarak göster, üstüne bir de tüy dikmek için karanlıkta yatamadığını, yani karanlıkta korktuğunu ima etmekten iyi vurgu mu olur? Tezgah sinsice ve kendince kurnazca, yiyene, yemek isteyene...

 

Buna maksatlı ve art niyetli demeyen eğer mantıktan yoksun değilse yürütülen mantığı gizleme amacındadır. Bu film hakkında en küçük bir olumlu yorum yapmanın imkanı ihtimali yoktur, benim zihnimde mahkum olmuş, hükmü kesinleşmiştir. Hiç boşuna çene yormayalım. Amacı belli güçler amaçları doğrultusunda ısmarlamışlar, o da yapmış.

 

Tepkimin yoğunluğundan değil filmi izlemek, televizyon programını da filmden beri bir kere bile izlemedim. Halbuki izliyordum, çünkü "neden?" sorusu benim için vurucu bir sorudur...

Gönderi tarihi:
Bu film hakkında en küçük bir olumlu yorum yapmanın imkanı ihtimali yoktur, benim zihnimde mahkum olmuş, hükmü kesinleşmiştir.

 

 

"Bence bu kadar sert olmayın, sonuc' ta bu sadece bir belgesel

Tamam bizler icin önemli..

Kimisi icin "benim icin önemsiz" dedigim... önem taşıyabiliyor...

Yada "benim icin önemli" dedigim...karsi taraf, bir baskası icin hic bir değer i olmayabiliyor...

Fakat kim bilir daha nice buna benzer belgesel'ler yada Film'ler

Varlığın' dan bile haberimiz olmadığı..

Tozlu raflar arasın' da duruyor' dur...

Bakarsınız bunu' da kaldırırlar, rafların arasına ve

Sorun yara'tan bu belgeselin, sorunları da bitmiş olur ?

 

 

Saygılar

 

Mustafa'dan 'Mustafa' dersleri

Büyük ses getiren ve tepki çeken Can Dündar'ın "Mustafa" filmi için en sağlıklı eleştiriyi yine bir yönetmen, Mustafa Altıoklar yaptı.

 

"Mustafacan" hakkında her şey...

 

Can'ı tanırım? Uzun yıllara dayanan bir sevgi vardır aramızda ?sanırım karşılıklı-. Bilirim ki Can'ın içinde kötülük yoktur. Şairin dediği gibi, "vallahi yoktur"? Mesele, sinema dilini bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Sinemanın öyle bir dili vardır ki kendine özgü, "şeytan ayrıntısında gizlidir" o dilin. Bilebilseydi Can, şeytanın gizlendiği sinematografik ayrıntıları, adım kadar eminim ki düşmezdi safiyetin tuzaklarına, "Mustafa"da düştüğü gibi. Ne sevgi dağlarının doruklarındaki pamuklu tahtından olurdu, ne de ülkenin gündemi ........ savunmalara karşı, ....... savunmalarla işgal edilirdi.

 

"Mustafa" vizyona girdiği andan itibaren, gerek seyircilerin, gerekse yazar, çizerlerin kopardığı fırtına çerçevesinde sadece belgesel içeriğiyle değerlendirilmiş, eleştirilmiştir. Bir başka deyişle değerlendirme "yarım" yapılmıştır. Çünkü sinematografik estetik bir filmin izleyende bıraktığı "tortu"nun esas belirleyicisidir. Can Dündar'ın "Mustafa'' adlı belgesel filmi de her biyografik belgeselde olduğu gibi, iki ana başlıkla analitik mercek altına alınmalıdır.

 

Sinematografik Estetik:

 

"Tortu" bir filmin seyircide bıraktığı duyguların toplamıdır. Salondan çıktığımız anda hafıza süzgecimizin deliklerinden geçip giden ses ve görüntü parçacıklarından artakalanların toplamıdır. Aynı senaryodan iki ayrı yönetmen tarafından çekilen filmler, aynı izleyici grubuna gösterilse, bıraktıkları tortular farklı olacaktır. Yani, konu ve seyircinin değişmediği durumda, tortunun belirleyicisi yönetmenin sinematografisidir. Peki, nedir sinematografi? Sinematografi, bir filmin dilidir, dil bilgisidir ve yönetmenin kamerayı, ışığı, mekânı, dekoru, oyuncuyu, ses efektlerini, müziği, kurguyu işleme biçimiyle belirginleşir. Kamerayı örneğin, hareketli ya da durağan kullanmak bile aynı konuda iki ayrı film dili oluşturur. Ya da filmin hâkim renginin kırmızı ya da mavi olması iki ayrı sinematografi demektir. Farklı tortular bırakır izleyende. Aynı filme kilise müziği koyarsanız başka, türkü koyarsanız bir başka tortuyla çıkmasına neden olursunuz seyircinin salondan. İşte "Mustafa" ile ilgili kopan vaveyla, tam da buradan, yönetmeninin sinematografik seçimlerinden kaynaklanmaktadır. Şimdi bu çerçevede, "Mustafa"nın sinematografik değerlendirmesini yapalım.

 

1.Kamera Kullanım:

 

Yönetmen, sinematografik anlatımın en belirleyici parametresi olan kamera kullanımını, Atatürk'ü canlandıracak oyuncunun yüzünü görmemek üzerine kurmuştur. Kamerayı, ya Atatürk'ün "amors"una ya da onun "bakış açısı"na yerleştirmiştir. "Amors", kameraya arkası dönük duran oyuncunun ensesinden bir parçayı çerçevenin içine ve ön plana alarak, omzunun üzerinden yapılan çekimlerdir. "Bakış açısı" adını verdiğimiz kamera pozisyonunda ise, kamera, oyuncunun gözü gibi yerleştirilir. Bu kamera pozisyonuna "öznel kamera" da denmektedir. Karanlık bir odada iki saat boyunca "amors" ve "öznel" kamera pozisyonlarının seçimi nedeniyle hakkında pek çok şey söylenen bir kişinin yüzünü görmeden izlenen filmlerin seyircide bıraktığı duygu tortusu tek kelimeyle özetlenebilir: "huzursuzluk"?. Bu nedenle amors ve öznel kamera pozisyonları, gerilim ve korku sineması türlerinin asal olarak seçtiği kamera pozisyonlarıdır. "Mustafa"da yönetmenin kamera kullanım seçimi, seyircide huzursuzluk ve gerilim duyguları yaratan bir üslûptan yana olmuştur.

 

Seyirci, empati kurduğu film kahramanının olaylar, ya da söylemler karşısındaki tepkilerini, yüzünde görerek rahatlamak ister. Oysa gerilim duygusu isteyen filmler, seyircinin rahatlamasını istemez. Karakter, örneğin karanlık bir koridorda yürür ancak kamera onun gözüdür. Bu çekimi perdede izleyen seyirci, sahne boyunca, yüzünü bir görse rahatlayacaktır ama yönetmen, onu gergin tutmak istiyorsa mümkün olduğunca göstermez o yüzü seyirciye. Çünkü o koridorda yürüyen "kötü adam" dahi olsa, yüzü "insandır". Gözleri vardır ve gözler ruhun aynasıdır. Hele "insan"ı anlatmak için yola çıktığını iddia eden bir filmde, kahramanın gözlerini, yani insani duygularını göstermeniz şarttır. "Mustafa" filminde ise yönetmen, Atatürk'ün "arkasından" konuşmuştur. Sonuç olarak filmden çıkan seyirciler, gerilim filmlerinin tüm sinematografik elemanlarıyla bombalandıktan sonra içlerinde kabaran huzursuzluk, rahatsızlık ve gerginlikle terk ettiler sinema salonlarını ve fakat bu duygu tortularının, "sinematografik" kaynağını bilmedikleri için, filme dair oluşmuş olan "negatif" enerjilerini, filmin içindeki kimi altı çizilen mesellere tahvil ettiler. Kimi "Atatürk'ün boyunu kısa göstermişler." dedi, kimi "korkak göstermişler?" kimi "o kadar rakı içmiyordu, şu kadar içerdi" dedi, kimiyse "bu dönemde zamanı mıydı??" Aslında pek çoğu çocukça olan bu tepkiler, yönetmen tarafından ustalıkla maniple edildi ve "kullanıldı". Bu belgesel içerik mesellerini bir sonraki yazıda tartışacağız. Şimdi "Mustafacan"ın sinematografik değerlendirmesine dönelim.

 

2.Controlling Idea: ?

 

beni unutmayınız? güzel, çok güzel bir seçim. Hayatını bir ulusun özgürlük ve refahına adamış bir kahramanın biyografisini anlatmak için çok güzel bir controlling idea? (henüz controlling idea yerine Türkçe doyurucu bir terim bulamadım, çalışıyorum, yardımlara müteşekkir olurum? Şu manayı ifade etmek için kullanılan bir terimdir controlling idea: filmin, ana fikir kavramının tanımlamaya yetmediği çekirdeği, DNA'sı, zerresi, film bir bütünse, o bütünün tüm özelliklerini taşıyan en küçük bölünemez birimi, atomu, en el Hak'ı, ?)

 

3.Senaryo:

 

Maalesef ortada bu controlling ideadan yola çıkan bir senaryo yok. Sadece Can'ın öznelinde şekillenmiş bir biyografik kırpıntılar dizini var. Belgesel dahi olsa dramanın 2500 yıldır değişmeyen kalıpları vardır ve bunlara uymazsanız hikaye anlatamazsınız. Mustafa'da senaryoyu senaryo yapan özelliklerden; tetikleyici olay yok, asal çatışma yok, dönüm noktaları yok, küçük sekans zirveleri yok, hikayeyi zirveye taşıyan büyük kriz yok ve nihayet unutulmayacak bir final yok? Bunların olmadığı yerde bir film senaryosundan bahsedemeyiz.

 

4.Kurgu:

Mustafa'da sıradan bir televizyon belgeseli kurgusundan daha öte bir kurgu anlayışı yok. Üstelik var olan televizyon kurgusu, senaryodaki yoklar nedeniyle, düz ve cansız akmakta. Filmin kurgusu, hikayenin ölüm döşeğindeki kahramanının, "bırakalım her şeyi, gidelim buralardan Afet" deyişiyle başladıktan sonra bir büyük flashback (geridönüş) yapıp, Atatürk'ün doğumu ve çocukluğuna geri sıçrıyor ve devamında kronolojik bir düz çizgi izleyerek bir hayatı anlatıyor ve finalde aynı noktaya dönerek kahramanın ölümüyle bitiyor. Çok sevdiğim bir kurgu yöntemidir bu. Ancak, burada da sinematografik seçimin içeriği nasıl etkilediğini göreceğiz şimdi? Duvardaki resimden başlayıp, duvardaki resimde bitirmeyi enfes bir kurgu olarak saptamış olan yönetmen, aslında bir biyografiyi anlatan filmin bittiği yerin, pekala kahramanının öldüğü sahne olduğunu biliyor. 10.Kasım.1938, saat 9:05 Atatürk ölür? Biyografik bir belgeselin finali budur. Ancak Can, senaryosunun "controlling idea"sını Atatürk'ün "beni unutmayınız" sözünden etkilenerek, yalnızlıktan ve unutulmaktan çok korktuğu vehmi üzerine bina ettiği için ölümle biten bu büyük finali kullanamazdı. Çünkü 10.Kasım.1938, 9:05'te gerçekte yaşanan, "beni unutmayınız" diyen kahramanın hiç unutulmadığını, unutulmayacağını dosta düşmana bangır bangır gösteren bir siyah beyaz büyük üzüntü belgeseli, Mustafacan'ın, Atatürk'ün yalnız öldüğü tezinizi çürütürdü. Yüz binlerin hançerelerini yırtarak 1938, 10 Kasımında ağladığı siyah beyaz belgesel filmi, onca arşivler kimselere nasip olamayan bir güven ve samimiyetle açılmış olan bir belgeselcinin atlaması beklenebilir mi? Atlarsa af edilmeyi bekleyebilir mi? Çünkü o belge, Atatürk'ü içkisine, insani zaaflarına, osuna busuna bakmadan katışıksız bir sevgiyle seven milyonların resmidir. Atatürk'ün unutulmadığının resmidir. "Beni unutmayınız" sözünü controlling idea olarak seçen yönetmen öyküsünü, unutulmamanın o büyük resmiyle bitirseydi eğer, ne drama kurallarını, ne de bir büyük hayatı harcamış olurdu. Olsa olsa batıdan gelecek sahte ve üstten bakan "aferin ufaklık" alkışlarından olurdu.

 

5. Müzik:

 

Bir filmin müziği de, diğer sinematografik parametreler gibi filmin controlling ideasını temsil edebilmelidir. Yani, müziğin DNA'sı da filmin DNA'sıyla aynı kodları taşımak zorundadır. Aksi halde film başka yere, müzik başka yere gider. Bregoviç'in Mustafa için yaptığı müzik de bu alakasızlıktadır. Atatürk'ün, Mustafa olduğu günlerden beri seçimi değildir kuzey batı Balkan romanlarının müziği? Bregoviç'in enayi zannettiği Türkiye insanları için ise epeyce tanıdıktır filmin ana teması aslında? Çingeneler Zamanı filmi için düzenlediği (bestesi anonim balkan romanlarının folk müziğidir) "Hıdırellez"in arpejleriyle azıcık oynayıp, ölçeğini biraz değiştirerek, kendinden araklayıp çakması, Atatürk'ün müziği değildir, hatta saygısızlıktır. Diğer yandan final müziği ise tam bir felakettir. Finaldeki müzik, yine filmin anlattığı kahramanın DNA'sıyla aynı kodlarda değildir. 5.sınıf berbat bir oratoryo, seyircinin kulaklarını ve ruhunu tırmalayarak bitirir filmi. Ancak ?amaç buysa, ki inanmam Can'ın böyle bir amaç taşıyacağına- amacına ulaşmıştır. Kamera kullanımındaki, gerginlik ve huzursuzluk yaratan tortuyu perçinleyen bu müzik, salondan çıkan çocuklarda hayatları boyunca Atatürk sözünü duyduklarında unutamayacakları bir bilinçaltı korkusu yaratmıştır, ki Can işte burada başarılıdır, Atatürk'ün vasiyetini yerine getirmiş ve unutulmamasını sağlamıştır.

 

6.Final:

Bir filmin finali, kendinden önceki iki saatten seyircide kalmasını istediği tortunun vücuda gelmiş halidir. Controlling idea'nın, ne demek istediğini açıkladığı yerdir. Mustafa'nın finalinde ise şu vardır: "Beni unutmayınız" önsözüyle başlayan film, "gidelim buralardan Afet" son sözüyle bitmektedir. Yani, unutulmamak için yola çıkmış bir adamın, yaptıklarından pişmanlık duyarak, "çekip gidelim buralardan" demesiyle bitmektedir film. Finalde, dünyanın saygı duyduğu, bir ulusun arkasından öldüğü bir adam değil, bir kaybeden zavallı karakter vardır.

 

Umarım anlaşılmıştır, seyircinin "Mustafa"ya neden kızdığı. Yoksa mesele ne Atatürk'ün içki içmesidir, ne karanlıktan korkması? Bunlar zaten anaokulundan başlayarak her Türkiye vatandaşının gayet iyi bildiği özelliklerdir. Mesele, filmin sinematografik seçimleriyle bizde bıraktığı tortudur. O tortu da filmin afişinde net bir şekilde "tek karede" vücut bulmuştur.

 

Filmin afişinde, önüne bakan, rüzgarla savrulmuş, dağınık, yaşlı bir adam vardır. Arkasında da yarım yamalak bırakılmış boş bir bozkır şehri, yüzünde ağır bir pişmanlık ifadesi..

 

Başka söze ne hacet Can'ım?

Sana kızanlara kızmaya hakkın yok?

Ama bilirim içinde kötülük yoktur,

vallahi yoktur?

Ama olmaz ki?

Böyle de yatılmaz ki?

 

Saygılarımla

Mustafa Altıoklar

Film Yönetmenleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

 

SON SÖZ:

 

Yukarıda anlattığım sinematografik nedenlerle "Mustafa" tortu olarak huzursuzluk, rahatsızlık, gerginlik bırakmıştır seyircide geriye, film bitip de salondan ayrılırken... Sevmek üzere gittiği liderini anlatan filmden, bu olumsuz duygu tortularıyla çıkan seyirci, stresinin gerçek nedenini bilemeden, kızgınlığını filmin kimi sahnelerine tahvil etmekten başka ruhunun sızısını dindirecek ilaç bulamamıştır. Bu nedenle, bir sonraki yazımda, "Mustafa"nın belgesel içerik olarak bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde içine düştüğü tuzakları ve seyircinin kızgınlığını tahvil ettiği meselleri inceleyeceğiz.

Gönderi tarihi:
Bakarsınız bunu' da kaldırırlar, rafların arasına ve

Sorun yara'tan bu belgeselin, sorunları da bitmiş olur

Kusura bakma Birce, eleştirimi yumuşatmaya hiç niyetim yok. Bu belgeselin layık olduğu yer, o tozlu raflar... Bence unutulsun, gitsin, hiç yapılmamıştı gibi olsun...

 

"Filmin afişinde, önüne bakan, rüzgarla savrulmuş, dağınık, yaşlı bir adam vardır. Arkasında da yarım yamalak bırakılmış boş bir bozkır şehri, yüzünde ağır bir pişmanlık ifadesi..

 

Başka söze ne hacet Can'ım?

Sana kızanlara kızmaya hakkın yok?" Alıntı: Mustafa Altıoklar

 

Bu afiş seçimi bilinçsizce mi? Güldürmeyin beni... Bir daha Can Dündar'ın değil filmine, bir programına bir dakika vaktimi bile ayırmayacağım. Filme son anda gitmekten vazgeçtiğim için büyük bir vicdani huzur duyuyorum...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.