Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ASKER ESKİYİ İSTİYOR/ASKER ETKİSİZLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

-http://video.google.com/videoplay?docid=5176211471312225409- tıkla ve izle

 

güpe gündüz ve Amerika'lılarla yapılan (!) sözde istihbarat ile tespit edilemeyen pkk'lılar dağlarda nasıl bu kadar ağır silahla dolaşıyor?

 

pkk dağlarda güpe gündüz ve elini kolunu sallaya sallaya dolaşırken Amerika ile yapılan sözde istihbarat anlaşması işe yaramıyor mu?

 

Aktütün'e nasıl saldırdıklarını ayrıntılarıyla videoya bile çekecek kadar rahat olan bölücü ve adi teröristler bu finansal kaynağı kimlerden sağlıyor?

 

Amerika ve İsrail ile sıkı fıkı olan hükümet bunun hesabını Irak'ta kontolü elinde bulunduran ve Irak'ta kendisinden habersiz kuş uçurtmayan Amerika'ya hesabını sorabilir mi?

 

İnsanın kanı donuyor bu görüntüler karşısında...

 

Rahatlığı izleyin ve susmaya devam edelim...

  • Cevaplar 95
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Sayın Doğrucudavut, seçtiğiniz avatar ismini hakeden yorumlar yapıyorsunuz, tebrik ederim. Son zamanlarda okuduğum en iyi siyasi yorumları sizden okuyorum. Doğruya doğrucu insanlara bizim kültürümüzün gelişip olgunlaşması için çok ihtiyacımız var...

Gönderi tarihi:
Değerli arkadaşım,her satırda okunması,her satırda anlaşılması gereken bir ileti bu.Buna affınıza sığınarak;daha sonra cevap vereyim...başka bir iletiniz daha var;şu tartışmaya açık olduğunuzu belirttiğiniz iletiniz kastım...ona da uzun uzun değinmek,düşüncelerimi belirtmek istiyorum;katıldığım ve katılmadığım noktalarıyla...tekrar görüşmek dileği ile...sevgiler!

Sayın Mavi olmayan Gökyüzü,belki okudunuz belki gerek duymadınız.Ergenekonla ilgili olarak eminimki her haberi okumaktasınızdır.

Bu konuda size SAYGI ÖZTÜRK'ÜN profesyonelce yaptıgı arastırmaları topladıgı yeni kitabı olan *Belgelerle Ergenekon*u okuımanızı tavsiye ediyorum.Saygı Öztürk Türkiyede adına uygun olarak saygıya layık bir isimdir.Belgelerle Ergenekon 11.baskısını yaparak halkımız tarafından layık oldugu degeri bulmus ciddi araştırmaların toplandıgı bir belgedir.

 

 

saygılarla

Gönderi tarihi:
Sayın Doğrucudavut, seçtiğiniz avatar ismini hakeden yorumlar yapıyorsunuz, tebrik ederim. Son zamanlarda okuduğum en iyi siyasi yorumları sizden okuyorum. Doğruya doğrucu insanlara bizim kültürümüzün gelişip olgunlaşması için çok ihtiyacımız var...

 

Sn.Demir Efe,

 

Teşekkür ederim, tevecüh göstermişsiniz. Aynı şeyleri ben de sizin için söyleyecektim, yazılarınızı uzun süredir takip ediyorum, boş bir yazınıza rastlamadım. Ülkemizde ve dünyada çözümler olacaksa sizin gibi mantıklı arkadaşlar sayesinde olacaktır.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Değerli arkadaşım,

 

Em.Orgnrl. Özden Örnek'e ait olduğu söylenen darbe günlüklerinde yazılanlar bana pek bu yalana hizmet edecek gibi gelmiyor.Şurası muhakkak ki;Erdoğan bu süreçte olması gereken yerde;yani çıkarı neyi gerektiriyorsa,orada.

 

İşin aslı benim için bu süreçte muhattab ne iktidar ne de ana muhalefet başta olmak üzere muhalif olamayanlardır.Yalan yanlış düzenlenmiş belgeler,dediğiniz gibi gözaltına alınması gerekenler,dışarda olanlar...bu iddialar basit değil.Konuşulması gerekendir.Ben yazdıklarınızı kelime kelimesine,anlamaya çalışarak okudum.

 

Nokta dergisinde yayımlanan bu günlükler,nedense ilk yayımladndığı zaman konuşulmadı.Sonra iktidarın savcılığında ergenekonda yerini buldu.

 

Bakın ben bu günlükleri hala saklarım;arada bir bakarım.Doğan medyasından tutun da önde gelen siyasetçilere uzanan bir ağ.Dikkatimi çeken diğer bir nokta;Özden'in deyimiyle tüm bunlardan haberdar olmayan askeri yetkililerin en önde gelen ismi.

 

Şemdinli de devleti temsil edenlerin eliyle patlayan bombalar,ben bu çocuğu bilirim,iyi çocuktur demeçleri,Savcı Sarıkaya'nın tasfiyesi,öncesinde Susurluk,gece yarısı muhtıraları,darbe çığırtkanlığı,her an yapılabilecek bir darbenin korkuları,faili meçhul cinayetler,Hizbullah,PKK,Jitem,Koruyucular....tüm bu olanları da aynı mantıkla sorgulamak gerek.

 

En basitinden;Hizbullah kimdi,kime karşıydı,etkili olduğu bölge neresiydi ve nasıl etkisiz hale getirildi?Jitem devlet eliyle yalanlanırken,sonra başka isimlerle meşrulaşırken,Erseverler ne yapmak istedi,Abdülkadir Aygan'lar kimdi?

 

Ergenekon benim için baştan beri ''devletin kendi içindeki hesaplaşmasıdır'',sisteme ters düşenlerin,işlerliğin sistem içinde ki tasfiyesidir.

 

Bakın Veli Küçük...ne yaptığı gün gibi aşina...

 

Bu süreç iddianamalerle tartışılan,yargı süreci eleştirilen...tüm bunlar iken iktidar-medya-asker çatışmasını net gösteren olaylardır.

 

Gözaltına alınan herkesin suçlu olmadığı,kimbilir değil eminim gerçek suçluların elini kolunu gezdiği bir zihniyetin ürünüdür.

 

Ben bunu ulusalcılık diye etiketlendirenlere de şunu demeden geçemeyeceğim; ''ulusalcılık'' ulus için olandır ve bu zihniyeti taşıyanlar ulusalcı değildir.

 

Gelelim yumurta ve tavuk meselesine...

 

Şunu baştan belirteyim;benim için asker bu darbelerin tek nedeni,tek suçlusu değildir.

 

1980 darbesine bakın,ABD deyimiyle,''bizim çocuklar işi halletti''.Clinton'unun 21 yy da dünya siyasetinde etkili olacak Türkiye öngörüsü...AB ile çatışan çıkarlar.Bilgiden ve sağduyudan yoksun siyasetçiler...

 

Bunlara eklenecek sağ-sol çatışmaları,ölümler,kutuplaşmalar,temsiliyetteki basiretsizlik...

 

Asker tüm bunları istemeyen,bunun önüne geçmek için çabalayan da olsa;bu ülke bu çatışmaları durduracak güçteyken neden darbe;her darbe sil baştan aynı sonuçları veriyorken, neden darbe...?

 

Soralım kim suçlu...,hayır soralım;hangimiz masum?

 

Sevgiler!

 

 

 

 

 

Gönderi tarihi:
Sayın Mavi olmayan Gökyüzü,belki okudunuz belki gerek duymadınız.Ergenekonla ilgili olarak eminimki her haberi okumaktasınızdır.

Bu konuda size SAYGI ÖZTÜRK'ÜN profesyonelce yaptıgı arastırmaları topladıgı yeni kitabı olan *Belgelerle Ergenekon*u okuımanızı tavsiye ediyorum.Saygı Öztürk Türkiyede adına uygun olarak saygıya layık bir isimdir.Belgelerle Ergenekon 11.baskısını yaparak halkımız tarafından layık oldugu degeri bulmus ciddi araştırmaların toplandıgı bir belgedir.

 

 

saygılarla

 

bu kitabı en kısa zamanda okuyacağım...çok teşekkür ederim...saygılar!

Gönderi tarihi:

AYDINLANMA

 

 

 

EMRE KONGAR

 

 

 

12 EYLÜL'ÜN ZAFERİ: 22 TEMMUZ VE 28 AĞUSTOS

 

Sevgili okurlarım, Türkiye'nin Çok Partili Düzen serüveninde bazı günlerin tarihleri artık simgeleşmiştir.

 

Örneğin 14 Mayıs 1950.

 

Demokrat Parti'nin serbest seçimleri kazanarak iktidara geldiği gündür.

 

Tek Parti Döneminin bittiğini ve Türkiye'de Çok Partili Düzen çerçevesinde iktidarın el değiştirdiğini simgeler.

 

Örneğin 27 Mayıs 1960.

 

Askerlerin bir müdahale ile Demokrat Parti'yi iktidardan uzaklaştırdığı tarihtir.

 

Hem demokrasiyi yozlaştıran ve hukuk dışına çıkaran bir sivil iktidarın askerler tarafından cezalandırıldığını, hem de Türkiye'de askeri müdahalelerin başladığını simgeler.

 

Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ni çağdaş Sosyal Refah Devleti yapısına kavuşturan, temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan atılımların da simgesidir.

Örneğin 12 Mart 1971.

 

Yine askerlerin sivil iktidarı düşürmek için muhtıra verdiği gündür.

 

Amerikan etkisinde bir Soğuk Savaş müdahalesini, 1961 Anayasası'ndan geri gidişi, Türkiye'deki özgürlükçü demokrasinin sona erdiğini, baskıcı devlet uygulamalarını simgeler.

 

Örneğin 12 Eylül 1980.

 

Kenan Evren'in liderliğinde yapılan bir askeri darbenin tarihidir.

 

Askerlerin yine Amerikan etkisiyle iktidara el koymasını, özgürlükçü, demokratik, çağdaş Sosyal Refah Devleti yapısından tümüyle geriye dönüşü, yeni bir baskıcı, antikomünist bir Soğuk Savaş devletinin kurulmasını simgeler.

Örneğin 28 Şubat 1997.

 

Bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısı tarihidir.

 

Milli Tehlike olarak komünizmin kalktığını yerine irticanın geçtiğini, zorunlu eğitimin sekiz yıla çıktığını, İmam Hatip okullarının orta kısımlarının kapatıldığını, Amerikan karşıtı bir dinci partinin iktidar ortağı olamayacağını simgeler.

 

* * *

 

Şimdi bu tarihlere iki yenisi daha eklendi:

 

22 Temmuz 2007.

 

AKP iktidarının ikinci kez seçimleri kazandığı gündür.

 

Dinci Oligarşi iktidarının pekiştiğini simgeler.

 

28 Ağustos 2007.

 

Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği tarihtir.

 

Dinci Oligarşik yapının devleti de denetimine alarak kurumlaştığını simgeler.

 

* * *

 

Bu tarihler arasında kimi zaman karşıt, diyalektik, kimi zaman da doğrusal, güçlendirici bir ilişki vardır.

 

14 Mayıs 1950, demokrasiyi yozlaştırdığı için, diyalektik olarak özgürlükçü Sosyal Refah Devleti'ni getiren 27 Mayıs 1960'a yol açmıştır.

 

27 Mayıs 1960, Türkiye'yi özgürleştirdiği için diyalektik olarak, baskıcı ve Amerikancı 12 Mart 1971'e neden olmuştur.

 

12 Mart 1971, doğrusal olarak, güçlendirici biçimde 12 Eylül'ün yolunu açmıştır.

 

12 Eylül 1980, dinciliği güçlendiren faşizan 1982 Anayasasıyla, bütün demokratik ve sol güçleri, oluşumları, örgütleri ve kişileri baskı alan uygulamalarıyla ve Özal'ı iktidara taşımasıyla, diyalektik olarak 28 Şubat 1997'ye yol açmıştır. (Yalnız burada bir dış faktör olarak Sovyetler'in yıkıldığını ve Soğuk Savaş'ın bitmiş olduğunu unutmamak gerek.)

 

28 Şubat 1997, dinci politikacıların ve onlara destek verenlerin tepkilerine neden olduğu için diyalektik biçimde, buna karşılık, Amerikan karşıtı bir dinci partiden, Amerikan düşmanlığını reddeden, tam tersine ABD uzantısı haline gelen bir dinci parti (AKP) ürettiği için doğrusal olarak, 22 Temmuz'a ve 28 Ağustos'a yol açmıştır.

Gönderi tarihi:

Artık Ergenekon’u ben de yazabilirim!

 

Soner Yalçın

24.08.2008 Hürriyet

 

Henüz ortada ne Susurluk vardı ne de Ergenekon. Ne "Yeşil" biliniyordu ne de JİTEM. PKK itirafçıları daha ortaya dökülmemişlerdi. Faili meçhul cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu.

 

Tam o günlerde, bugün artık adını herkesin bildiği bir subayla tanıştım; Binbaşı Ahmet Cem Ersever... Ersever’i öldürenler nüfus cüzdanını bana gönderdi; ölüm sırası bendeydi. Bugün, avazı çıktığı kadar bağıranların o gün sesleri hiç çıkmıyordu. Evet, geliniz Ergenekon’u bir de benden dinleyiniz; çünkü kafanızı çok karıştırdılar.

 

ERGENEKON soruşturması/davası konusunda son günlerde ortalık biraz sakinleşti; "kayıkçı kavgası" bitti gibi.

 

Eee artık Türkiye’nin bu sözde derin gündemi hakkında birkaç söz edebilirim. Sanıyorum bu konuda bir şeyler söyleyecek kadar bu konuyla ilgili haberler, kitaplar yazmış ender gazetecilerden biriyim.

 

Önce "Binbaşı Ersever’in İtirafları" adlı kitabımı yazdım. Yıl: 1993.

 

Binbaşı Ahmet Cem Ersever ile 7 Haziran 1993’te tanıştım.

 

Ersever’in cesedinin bulunduğu 4 Kasım tarihine kadar geçen beş aylık sürede çeşitli görüşmeler yaptım. Bunların çoğu yazılmamak üzereydi.

 

JİTEM’i, JİTEM’in neden ve nasıl kurulduğunu, ilk komutanının kim olduğunu; "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım’ı, Vedat Aydın’dan Musa Anter’e kadar nice yargısız infazın nasıl yapıldığını, PKK itirafçılarının kimler olduğunu, bunların hangi cinayetlerde kullanıldığını Binbaşı Ersever anlattı.

 

İlk kez bir subay, Güneydoğu’daki hukuk dışı hareketler konusunda, kontrgerilla hakkında konuşmuştu. Ve çok şey biliyordu. Ersever’i hep şaşırarak dinledim.

 

Zamanla Ersever’le görüşmemizi birileri öğrendi. Ve daha fazla konuşmaması için onu öldürdüler. Nüfus cüzdanını beyaz bir zarf içinde bana gönderdiler. Zarfta başka hiçbir şey yoktu.

 

Sonra birileri bazı gazeteleri arayarak, "Sıra Soner’de" diye telefon ettiler.

 

Kaçtım, kayboldum.

 

Ve o kaçak günlerde Ersever’in bana anlattıklarının hepsini "Binbaşı Ersever’in İtirafları" adlı kitapta yazdım.

 

Ersever’e yazmayacağıma söz vermiştim ama artık yazmak zorundaydım. Belki bu yazdıklarım sonucu katillerinin bulunacağına inanıyordum. Ne safmışım o yıllar! Neyse.

 

Ersever’in anlattıkları, bugün konuşulan Ergenekon soruşturmasından daha değerli bilgiler içeriyordu. Ancak "Binbaşı Ersever’in İtirafları" kitabı hiçbir gazetede, dergide, TV’de haber ol(a)madı.

 

Bir Binbaşı elleri ayakları bağlanıp, kafasına sıkılan iki kurşunla infaz edilip Ankara’nın çıkışına bırakılıyor ve kimsenin bu cinayetle ilgili sesi çıkmıyordu!

 

Oysa, Türkiye’de o tarihe kadar tam 20 yıldır kontrgerilla konusu tartışılıyordu.

 

İlk kez içeriden biri, kontrgerilla faaliyetini ayrıntılarıyla açıklıyordu. Yapılanların kanunsuz olduğu ortadaydı. Ama kimsenin sesi çıkmıyordu.

 

Çünkü terör herkesi esir almıştı. Sanılıyordu ki, terörle mücadelede her yol mübahtı!

 

O yıllar, 1990’lı yılların başında Güneydoğu’da oluk oluk kan akıyordu. Faili meçhul cinayetlerde büyük artış vardı. Herkes canından bezmişti ve kimsenin aklına hukuk gelmiyordu.

 

Sadece Güneydoğu’da değildi bu kanunsuz hareketler. Dev-Sol gibi sol örgütlerin İstanbul-Ankara’daki hücre evlerine yapılan baskınlarda teslim olanlar bile infaz ediliyordu. Yargısız infazlar dönemi başlamıştı.

 

Devletin bir bölümü, terörü böyle bitireceğine inanıyordu.

 

Susurluk’a uzanan kanlı yol işte böyle oluşturuldu.

 

Susurluk’a uzanıyor

 

Daha Susurluk meselesi ortaya çıkmamıştı.

 

Ama Susurluk çetesi ardı ardına cinayetler işliyordu. Yöntemleri aynıydı; polis yeleği giyip "biz polisiz" deyip kişileri evlerinden, işyerlerinden, araçlarından indirip götürüyor ve infaz ediyordu.

 

Bu yöntemi ilk Güneydoğu’da denemişler; SP Şırnak il yöneticisi İbrahim Sarıca, HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın, ÖZDEP Erzincan İl Başkanı Cemal Akar, ANAP Varto İlçe Başkanı Kerim Geldi ve niceleri aynı yöntemlerle öldürüldü.

 

O günlerde Başbakan Tansu Çiller’in ilginç bir demeci oldu.

 

Çiller, 4 Kasım 1993’te İstanbul’daki Holiday Inn Oteli’nde basın mensuplarına şöyle konuştu: "Türkiye, milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış bir terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK’nın haraç aldığı işadamları ve sanatçılarının isimlerini biliyoruz, hesap soracağız."

 

PKK’ya yardım eden 67 Kürt işadamı ve sanatçısının bulunduğu bir listeden bahsediliyordu.

 

Listenin ilk başında Behçet Cantürk vardı.

 

Ve Behçet Cantürk 14 Ocak 1994’te İstanbul’da evine giderken, polis yeleği giymiş kişiler tarafından otomobilinden indirilerek bilinmeyen bir yere götürüldü. Bir gün sonra cesedi bulundu.

 

Behçet Cantürk’ü diğer cinayetler takip etti: Fevzi Aslan, Salih Aslan, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Hacı Karay, Sefa Erciyes, Yusuf Ekinci, Namık Erdoğan, Medet Serhat, Faik Candan gibi Kürtler, İstanbul ve Ankara’da kaçırılıp öldürüldü.

 

Haziran 1996 tarihinde, "Behçet Cantürk’ün Anıları" adlı kitabımı çıkardım. Daha Susurluk’taki o malum kaza olmamıştı. Devleti çıplak görmüştüm.

 

Ne yalan söyleyeyim, çok korktum.

 

İtalyan gladiosunu ortaya çıkaran Savcı Fellice Casson’un bir lafı vardır: "Gladioyu keşfettikten sonra ondan örgüt elemanlarının haricinde haberdar olan tek kişinin kendin olduğunu bilmek, bunun neticesinde de seni her an öldürebileceklerini düşünmek korkunç bir duygu."

 

Korktum ama yine de Susurluk Çetesi’nin cinayetlerini ve yöntemlerini, "Behçet Cantürk’ün Anıları" kitabımda yazdım.

 

Aslında ortada pek de gizli saklı bir durum yoktu. Cinayetlerin görgü tanıkları, Susurluk Çetesi’nin infaz timlerinin robot resimlerini bile çizdirmişti. Dava dosyalarında birçok ayrıntı vardı. Ama bunların üstüne gidecek ne bir siyasi güç ne de yargı vardı.

 

Para, para, para

 

Terörle mücadele maksadıyla yola çıkan Susurluk Çetesi, Kürt işadamlarının infaz edilmesi sürecinde parayla tanıştılar. Öldürülmekten korkan herkes, canını kurtarabilmek için oluk oluk para dağıtıyordu.

 

Terörün finans kaynağı silah kaçakçılığı ve uyuşturucudan elde edilen paraların büyüklüğü, bu sözde idealist çetenin aklını başından aldı.

 

Para için "kumarhaneler kralı" Ömer Lütfi Topal öldürüldü.

 

Ve artık bir büyük oyun sahneleniyordu; önde terörle mücadele görüntüsü vardı; arkada para paylaşımı.

 

İşin içine para girince çete elemanları birbirine düştü.

 

Bir taraf Tarık Ümit’i yok ederken, diğer taraf "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım’ın başına bela oldu.

 

Çete içindeki kavga kamuoyunda, "İkinci MİT Raporu" olarak bilinen raporun ortaya çıkmasına neden oldu. Rapor basında elden ele dolaşmaya başladı. Kimse yazmaya cesaret edemedi. Aydınlık Dergisi, 21 Eylül 1996 tarihinde raporu kamuoyuna açıkladı. Rapor yalanlandı. Meselenin üstü bir kez daha örtüldü.

 

3 Kasım 1996’daki Susurluk’taki trafik kazası, raporu doğruladı.

 

Yaranın irini akmaya başladı. Basın kararlılıkla olayın üzerine gitti.

 

Biz de Doğan Yurdakul ile birlikte "Reis, Gladio’nun Türk Tetikçisi: Abdullah Çatlı" ve "Bay Pipo, Sıradışı Bir MİT Görevlisi: Hiram Abas" kitaplarını yazdık.

 

Sonra ne oldu; Refah Partisi-DYP koalisyon hükümeti, Susurluk’u "fasa fiso" ilan etti. Basının gayretlerine rağmen Susurluk’un üzeri örtüldü.

 

Aradan yıllar geçti...

 

Ergenekon soruşturması patlak verdi.

 

Evet, üzerine dört kitap yazdığım Ergenekon meselesi konusunda bir şeyler söyleyebilirim artık.

 

Ergenekon’u doğru okuma kılavuzu

 

ERGENEKON aslında Susurluk’tur.

 

Peki, Susurluk gladio mudur?

 

Bu soru kafaları çok karıştırıyor. Bu nedenle önce gladio nedir ona bakalım:

 

Gladioyu II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte CIA ile anlaşan eski Naziler kurdu. Hedefi komünist örgütlerdi.

 

Ve her NATO ülkesinde bir gladio teşkilatı kuruldu.

 

Türkiye, soğuk savaşın başladığı iki kutuplu dünyada safını Batı olarak belirledi.

 

NATO’ya girdi. Ordusunu, istihbaratını ve bürokrasini ABD’ye teslim etti.

 

Türkiye’nin hedefinde bir tek güç vardı; Sovyetler Birliği ve sözde "uzantısı" içerideki komünistler. CIA ve dolayısıyla gladionun yardımlarıyla solculara karşıt sivil örgütler meydana getirildi; Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti gibi.

 

Türkiye’de sol kitleselleştikçe karşısına bu kez inanmış idealist ülkücüler çıkarıldı. Komando kampları kurulmaya başlandı.

 

Türkiye siyasal cinayetlere sahne oldu. İlginçtir, öldürülen ilk 10 kişinin hepsi solcuydu. Öldürülen ilk 100 kişinin 76’sı da solcuydu.

 

Birileri halkı ve vatanı için ölüme koşan idealist gençlerini kışkırtmak için elinden geleni yaptı. Toplumda saygı gören isimler öldürülmeye başlandı. Ardından kitlesel katliamlar geldi; K.Maraş, Çorum gibi.

 

Toplum, akan kanlarla askeri darbeye mecbur edilmek isteniyordu. Zaten 12 Eylül 1980’de darbe yapanlar açıklamışlardı: "Durumun olgunlaşmasını iki yıl bekledik!"

 

Bugün artık ortaya çıkmıştır ki, Türkiye’deki bu katliamların sorumlusu CIA/Gladio güdümündeki örgütlerdi.

 

CIA, Türkiye’yi sola teslim etmek istemiyordu.

 

Bunun dış politik nedenleri de vardı: ABD’nin bugün nasıl "Büyük Ortadoğu Projesi" varsa, 1970’li yıllarda da "Yeşil Kuşak Projesi" vardı. CIA’nın planına göre Sovyetler Birliği; Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan gibi Müslüman ülkelerle çevrilecek ve bunlar içerideki Müslümanları etkileyerek Sovyetler Birliği’ni yıkıma yol açacak büyük ayaklanmalara neden olacaklardı.

 

Ancak CIA’nın isteği gerçekleşmedi: İran’da ABD karşıtı İslam Devrimi oldu; Sovyetler Birliği Afganistan’a girdi. Mısır, Irak, Suriye’de ABD karşıtı Baas hareketleri güçlüydü; iktidardaydı.

 

ABD Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamazdı.12 Eylül askeri darbesine giden kanlı yolları gladio/kontrgerilla döşedi.

 

Ve...

 

1989’da Berlin Duvarı yıkıldı. Doğu Bloku çöktü. Sovyetler Birliği dağıldı.

 

Avrupa’daki gladiolar bir bir ortaya çıktı: Batı Almanya’daki adı "Sword"; Avusturya’da "Schwert"; İngiltere’de "Secret British Netword Revealed"; Belçika’da "Bdra8"; Hollanda’da "Command"; İsviçre’de "P:26" ve "P27"; Yunanistan’da "Sheepskin" idi. Fransa’daki adı Teoman’ın şarkısının adıydı: "Rüzgárgülü!"

 

Neo-Ergenekoncular

 

Hepsi komünist hareketlere karşı gizlice görev yapmıştı. İlginçtir, sadece Türkiye’deki gladio açığa çıkarılmadı.

 

Gladio, kontrgerilla ya da Ergenekon adı ne idiyse, bugün kamuoyunun kafasını karıştırmaya devam ediyor.

 

Elinizde kaba bir şablonunuz varsa; kontrgerillanın/Ergenekoncuların, gladio olduğundan emin olabilirsiniz. "Dün öyleydi ve bugün ortaya çıkan çeteler bunun uzantısıdır" kolaycılığı sizi yanıltır.

 

Bakınız: Soğuk savaş döneminde öyleydi. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde CIA-Gladio vardı. ABD’nin hedefi-amacı belliydi.

Peki, bugünkü Ergenekon’un altında/arkasında CIA olabilir mi?

 

Sorunun yanıtını soru ile vermemiz gerekiyor: ABD’nin bölgedeki Kürt politikası belli; AKP’ye bakışı belli; Yeni Dünya Düzeni’nin hedefi belli; diğer yanda Ergenekoncuların da sözde hedefleri belli; o halde?

 

Üstelik Ergenekon’a karşı savaş açan dinci-liberal takımının ABD-AB ilişkileri de malum.

 

Gladio bugün; Ergenekoncuların mı, yoksa güya Ergenekonculara savaş açmış gibi görünüp Kemalist Cumhuriyet’i yıkmayı amaçlayan Neo-Ergenekoncuların mı arkasında? Sorunun yanıtını "Gladionun Babası" ABD’nin dış politikalarına bakarak yanıtlayabilirsiniz.

 

Bugün ortaya çıkarılan Ergenekon’un gladio olduğunu söylemek zor. Ancak gladiodan kötü bir anlayışı devraldığını söylemek zorundayız.

 

Peki, bugün ortaya çıkan Ergenekon nedir?

 

Ergenekon devlet içindeki çetedir. Yereldir; yani uluslararası bağlantıları yoktur.

 

Bakınız: PKK terör örgütüne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri büyük bir mücadele vermektedir. Ancak terör örgütüyle mücadelede, kendini herkesten çok "kahraman" ve "milliyetçi" gören bazı kişiler hukuk dışı yollara sapmışlardır. Ergenekon, devlet içinde çeteleşmiş ve kişisel çıkar peşinde olan mafyadır.

 

Neo-Ergenekoncular aksi görüştedir. Onlara göre, Ergenekon salt bir çete değil, bir devlet örgütlenmesidir. Kanunsuzluğunu TSK’dan aldığı güçle yapmaktadır. Amacı darbe yaparak AKP’yi yıkmaktır. Devletle, TSK ile hesaplaşmadan bu sorunun ortadan kalkamayacağı görüşündedirler.

 

Siz hangi gruba dahilsiniz!

 

Şaka bir yana, Türkiye’de yıllardır yapılan ilkel soruşturma Ergenekon’da da karşımıza çıktı: Delilden sonuca gidileceğine, sonuçtan delile gidildi.

 

Daha soruşturma aşamasında, ortada kamuoyunu ikna edecek bir delil bile yokken; yıllarca kontrgerillayla mücadele edenler-kontrgerillanın hedefi olan aydınlar, gazeteciler, akademisyenler "Ergenekoncu" olarak kamuoyu önüne çıkarıldı.

 

Cumhuriyet mitinglerine katılanlar, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği darbeci yapıldı! Türkiye’deki tüm AKP muhaliflerine "Ergenekon Çetesi" yaftası vuruldu.

Yandaş medyanın hukuku hiçe sayan fütursuz yayınları çok kişiyi rahatsız etti.

 

Aslında bu çevrelerin amacı, Ergenekon’u aydınlatmak değildi. Ergenekon sadece araçtı. Amaç, ulus devleti yıkıp "renkli devrimin" yolunu açmaktı.

 

Ergenekoncuların aksine Neo-Ergenekoncular yerel değildir.

 

Neyse. Artık hukuksal süreç başladı.

 

Türkiye çete kamburundan kurtulmalıdır. Umarız dava terörün, siyasetin ve Neo-Ergenekoncuların gölgesinde kalmaz.

 

Çünkü hukuk bir gün herkese lazım olacaktır.

Gönderi tarihi:

AYDINLANMA

 

 

 

EMRE KONGAR

 

 

 

SİVİL DARBE

 

 

 

Darbe, siyasal anlamda, iktidara zorla el koymak veya siyasal rejimi zorla değiştirmek anlamına gelir.

 

Ordu tarafından yapılırsa askeri darbe olur:

 

Genellikle silah gücüne dayanır.

 

Sivil kökenli bir siyasal hareket veya bir siyasal parti tarafından yapılırsa sivil darbe olur:

 

Genellikle bir meclis veya bir halk gücüne dayandırılır.

 

Her başarılı darbe, kendi hukukunu ve dolayısıyla kendi meşruiyetini kendi oluşturur.

 

Her başarısız darbe (girişimi), yıkmaya çalıştığı düzen tarafından gayri meşru ilan edilir ve cezalandırılır.

 

* * *

 

Demokrasilerde bir iktidarın meşruiyeti üç temel kaynağa dayanır:

 

1. Belli aralıklarla uygulanan "serbest ve genel seçim", yani "sandık".

2. Laiklik ekseninde örgütlenmiş olan temel hak ve özgürlüklere dayalı olarak işleyen muhalefet.

3. Bunları güvenceye alan bir Anayasa.

 

Askeri darbeler, genellikle "seçilmiş" yani "serbest seçime" "sandığa" dayalı iktidarlara karşı yapılır.

 

Sivil darbeler ise, genellikle seçilmiş siyasal iktidarlar veya iktidar ortakları tarafından "Anayasa" ile güvenceye alınmış olan "laiklik ekseninde örgütlenmiş olan temel hak ve özgürlüklere", "muhalefet hakkına" yani "demokratik rejime" karşı yapılır.

 

Tabii askeri darbelerin yapılması kısa sürede (genellikle sabaha karşı, bir gecede), sivil darbelerin uygulanması ise (önce seçimle başlayan, sonra rejimin yozlaştırılmasını sağlayan birkaç yıl gibi) uzun bir süreçte gerçekleşir; bu nedenle sivil darbelerin hem uygulanması hem de toplum tarafından algılanması zaman alır.

 

* * *

 

Dünyadaki en güzel askeri darbe örnekleri, ABD güdümündeki Latin Amerika uygulamalarında ve ne yazık ki ülkemizde görülür.

 

Tarihteki en güzel sivil darbe örneği ise, oyların üçte birini alarak iktidara gelen ve sonra zaman içinde Faşist darbeyi gerçekleştiren Hitler'inkidir.

 

* * *

 

Yukarıdaki tanımlar, kurallar ve örnekler herkesin bildiği basit gerçekler.

 

Türkiye'de "darbe" denilince akla hemen askeri darbeler gelir.

 

Oysa ne yazık ki Türkiye, sivil darbe örneğini de yaşamış, hatta siyasetindeki "darbeler dönemini" bu örnekle başlatmış bir ülkedir.

 

Sivil darbeyi, Tek Parti Dönemi'nin bitmesi ile 1950 yılında seçimle iktidara gelmiş olan Demokrat Parti, 1960 yılında yapmıştır:

 

İktidarda kaldığı on yıl boyunca bütün temel demokratik hak ve özgürlükleri zedelemiştir.

 

En sonunda, 1960 yılının Nisan ayında, Meclis'ten geçirdiği bir yasayla, 15 DP milletvekilinden, yani kendi partisindeki politikacılardan oluşan bir Tahkikat Komisyonu kurmuştur.

 

Bu komisyona, temyiz edilemez bir biçimde kullanılacak olan askeri ve sivil mahkeme yargıçlarının ve savcılarının yetkilerini vermiş, Ana Muhalefet Partisi CHP'yi bu "sözde mahkemede" yargılayıp kapatmaya kalkmış, böylece muhalefet hakkını yok ederek Demokratik rejimi ve tabii Anayasayı da rafa kaldırmıştır.

 

Türkiye'de "Darbeler Dönemi" böyle başlamıştır.

 

Önce, meşruiyetini kaybetmiş olan sivil darbeci Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs'ta bir askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştır.

 

Bu askeri darbe sonrası yapılan 1961 Anayasası ise, ABD'nin ve Türkiye'deki egemen Soğuk Savaş güçlerinin hoşuna gitmediğinden, 1971 ve 1980 askeri darbeleri ile ortadan kaldırılmıştır.

 

Türkiye'de siyaset hâlâ, Demokrat Parti'nin bu "sivil darbe örneğinin" ve bu örneğin başlattığı "darbeler döneminin" sancılarını çekmektedir.

Gönderi tarihi:

AYDINLANMA

 

 

 

EMRE KONGAR

 

 

 

AGARTA-ERGENEKON İDDİANAMESİNİN ADRESİ

 

 

 

İddianamenin hukuksal tartışmasını hukuk otoritelerine bırakalım...

 

Sanıyorum, Türk Hukuk Tarihi açısından önemli bir örnekolay...

 

Yıllarca Hukuk Fakültelerinde okutulacak, irdelenecek, eleştirilecek, sonuçlar çıkartılacak bir vaka...

 

* * *

 

İddianameyi sadece düz mantık açısında irdelemek istiyorum...

 

İddianamenin "kendi mantığı" ne gibi sonuçlara götürüyor bizi:

 

1. İddialar doğru ve geçerliyse, bu örgütlenmeyi kim kurmuş olabilir?...

2. İddialar doğru ve geçerliyse, bu örgütlenme kimin işine yaramıştır?...

 

* * *

 

Aşağıdaki satırları istediğiniz gibi okuyabilirsiniz:

 

İsterseniz "Kara mizah" deyin...

 

İsterseniz "Komplo teorisi"...

 

İsterseniz "Mantık egzersizi"...

 

Orası sizin bileceğiniz iş...

 

* * *

 

Velev ki, bu iddianamenin mantığı doğru ve geçerli...

 

Velev ki, ortada kökleri çok eskiye giden ama özellikle son zamanlarda Türkiye'yi istikrarsızlaştıran, kana bulayan bir büyük örgütlenme var...

 

Velev ki, bu örgütlenme, legal ve illegal, birbirine dost ve düşman, tüm dernekleri ve terör çetelerini yönlendiriyor...

 

Velev ki, PKK'yı, Hizbullah'ı, DHKP-C'yi, İBDA-C'yi kontrol ediyor...

 

Velev ki, içinde emekli ordu komutanları, parti genel başkanları, gazete imtiyaz sahipleri var...

 

Velev ki, bütün suikastlardan, Atatürkçü aydınların katledilişinden, misyonerlerin, rahibin, Ermeni kökenli gazetecinin, yargıcın canavarca öldürülüşünden sorumlu...

 

Velev ki, dış bağlantıları, dış güçlerle koordinasyonu var, ABD Başkan Yardımcısı'nın ofisine kadar uzanıyor...

 

Velev ki, Barzani gibi, Talabani gibi yabancıları da yönlendiriyor...

 

Velev ki, istediği zaman yüzbinleri meydanlara topluyor...

 

Velev ki, toplumu birbirine düşürüyor, toplumsal çatışmalar ve kitlesel katliamlar düzenliyor...

 

Velev ki, "devlet içinde devlet", moda deyimiyle "Derin devlet"...

 

Velev ki, darbe yapma, iktidarı belirleme gücüne sahip...

 

Velev ki, Türkiye'yi istikrarsızlaştırıyor, güçsüzleştiriyor...

 

* * *

 

O zaman ilk grup sorularımızı soralım:

 

Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmasından, bölgedeki gücünü yitirmesinden kim yararlanır?

 

Hangi uluslararası güç, örgüt veya devlet ya da devletler, Ortadoğu'yu, Balkanlar'ı, Kafkaslar'ı denetlemek ister, istiyor?

 

Türkiye, kimin ya da kimlerin önünde bölgesel bir güç, bir engel gibi görünür, görünüyor?

 

Böyle bir örgütlenme hangi dış güce hizmet eder?

 

Böyle bir örgütlenmeyi gerçekleştirmeye ve etkili bir biçimde kullanmaya kimin, kimlerin gücü yeter?

 

Bu soruların yanıtları, burada dile getirilmeye gerek görülmeyecek denli açık değil mi?

 

Peki o zaman ikinci grup sorularımızı soralım:

 

Bütün bu toplumsal olaylar, suikastlar, darbeler ve benzeri yönlendirmeler kimin, kimlerin işine yaramış?

 

Sonuçta, iktidara kim, kimler gelmiş?

 

Türkiye'yi kim, kimler yönetiyor?

 

Bu soruların yanıtları da yeterince açık değil mi!

 

* * *

 

İster "kara mizah" deyin...

 

İster "komplo teorisi"...

 

İster "iddianamenin kendi mantığı"...

 

İddianamenin "adres" konusunda bana çağrıştırdıkları bunlar...

Gönderi tarihi:

ÇAĞDAŞ ULUSALCILIK

 

Yayin Tarihi 8 Eylül, 2008

 

Çağdaş Ulusalcılığı Görmek İstemeyenler…

 

Ulusalcılığı saptırmaya çalışan çevreleri iyi anlamamız gerekir. Çağdaş ulusalcılığa kimler karşıdırlar?

 

1) Vahşi kapitalizm, ulusalcı hareketleri, önündeki en büyük engel olarak görür. Kapitalist piyasaların küresel sömürülerini sürdürebilmeleri için, “ulusalcıların tasfiye edilmesi gerekir”.- Mustafa Kemal’in kapitülasyonları yırtıp atması, Avrupalı (ve Batılı) sömürgeciler için milliyetçileri en büyük tehdit haline getirdi.

 

- Chavez, Venezüella’nın petrolünü sömürgeci tekellere terk etmeyip millileştirdiğinde, saldırganlar bu ulusalcı ve halkçı çıkışlardan hiç hoşlanmadılar.

 

Vahşi kapitalizm kendi çıkarına olan “tek yanlı bozuk düzeni” sürdürebilmek için ulusalcı (milliyetçi) hareketleri ortadan kaldırmaya çalışır.

 

2) Katılımcı demokrasi ve çağdaş sosyal hukuk devleti yerine, “şeriat düzenini getirmek isteyen dinciler” de, ulusalcı ve halkçı hareketlere şiddetle karşı çıkarlar. Şeriat düzeni içindeki “ümmetçi anlayış”, milliyetçiliği kendisine rakip olarak görür.

 

Ancak özünde “sömürgecilerin işine yarayan milliyetçilik karşıtlığı”, dinciler için de çelişkili sonuçlar doğurur. Ulusalcılığa karşı çıkarak sömürgecilerin ekmeğine yağ süren dinciler, önünde sonunda kendileri de emperyalistlerin hedefi durumuna düşerler.

 

3) Azgelişmiş ülkelerdeki “oligarşi çevreleri”, ulusalcılardan hoşlanmayan diğer bir kesimi oluştururlar. Bu çevreler, “sömürgecilerden pay aldıkları için”, bozuk düzenin değişmesini istemezler.

 

Sömürgecileri tehdit eden ulusalcı hareketler oligarşi için de zararlı görülür. Çünkü azgelişmiş ülkedeki oligarşinin çıkarları, “Batı oligarşilerinin çıkarları ile bütünleşmiştir”. Liberallerden kimi eski solculara, bazı sermaye çevrelerinden bürokrasiye kadar bu bozuk düzenden beslenenlere rastlanır.

 

Nasıl tanımlamalıyız?

 

Oligarşinin içinde yer alan kimi yazar çizerler ulusalcılığı, “kendi kafalarında kurguladıkları bir model içinde” pazarlarlar. Onlara göre ulusalcılık “kapanmaktır”; statükoyu korumak ve değişimi engellemektir. Hatta işi kafatasçılığa kadar götüren ilkel yaratıklara bile rastlanabilir.Aslında bu yanlış tanımlamalar, “emperyalizmin ulusalcıları tasfiye etmek için kullandıkları araçlardır”.

 

Teknik ve siyasal boyutları ile çağdaş ulusalcılığın (milliyetçiliğin) taşıdığı özellikler şunladır:

 

1) Uluslararası ilişkilerde karşılıklı çıkarların dengeli bir biçimde korunması; iktisadi, siyasi, kültürel ve güvenlik ilişkilerinde bu ilkenin göz önüne alınması gerekir. Bunlar kapanmakla, statükoculukla uzaktan yakından ilgili değildir. Bu yalanı söyleyenler sömürgecilerin, dincilerin ve oligarşinin sözcüleridir.

 

Uluslararası ilişkilerde karşılıklı çıkarların gözetilmesi ve dengenin sağlanması, “demokrasinin ve çağdaş olmanın bir gereğidir”. Ancak bu yolla ülkeler kendi halklarının iktisadi, siyasi ve kültürel haklarını koruyabilirler.

 

2) Ulusalcılık, katılımcı demokrasiyi gerektiren bir düzen peşindedir.

 

- İçerde toplumsal dengenin sağlanması,

 

- Toplumsal sınıfların paylarını gereği gibi alabilmeleri,

 

- Oligarşik dayatmalara karşı yapılanmaların hedef alınması..

 

Bütün bunlar ulusalcı (milliyetçi) politikaların alt başlıkları olmak zorundadır.

 

Ya sahte milliyetçiler?

 

 

1950′li yıllarda Amerika, bürokrasiyi, siyasileri, toprak ağalarını ve kimi sermaye çevrelerini kullanarak soğuk savaştaki “Amerikancı milliyetçileri” üretti.1970′li yıllarda yine Amerika, “anti Amerikan sola karşı sağcı milliyetçileri yarattı”.

 

2000′li yıllarda ise mafya ve kaçakçılar milliyetçi yaftası yapıştırılarak sahneye çıkarıldılar.

 

Bütün bunlardan yararlanan kim? ABD ve AB’nin Türkiye ve bölge üzerindeki planlarının bir parçası olduklarını iyi görmemiz gerekiyor.

 

Çağdaş milliyetçilik uluslararası ilişkilerde “karşılıklı çıkarları dengeleme amacını güttüğü için” hukuka saygıyı öne çıkarır. Sömürgeci baskılara karşı çıkar, antiemperyalist bir duruşu simgeler.

 

Dış ilişkilerde çıkarların dengelenmesi için “içerde katılımcı demokrasinin işlemesini destekler”. Çağdaş ulusalcılık özünde budur. Bundan rahatsız olan sömürgeciler ve ortakları, “kendi kurguladıkları saçmalıkları, naylon milliyetçilik olarak” sahneye çıkarırlar.

 

Güney Amerika’daki antiemperyalist gelişmelere Batılılar bile, “ulusalcı sol hareketler” adını vermişlerdir.

 

Çağdaş ulusalcılık, sömürgeci, dinci ve oligarşik hareketlere karşı duruşa verilen isimdir.

 

Prof. Dr. Erol MANİSALI

Gönderi tarihi:

Aktütün'e yapılan saldırıda anı anına çekilen ve bir kaç açıdan meydana getirilmiş bir video. Artık bu kadarına pes dedirtecek ve insanın içini parçalayan görüntüler. Bu kadar gürültüye neden müdahele edilmedi? Buraya yakın bir askeri birliğe neden haber verilmedi? Verildiyse oraya jetler neden gelmedi?

Yanıtsız sorular ve yanan onca yürek..

 

 

 

Saygılar,

Gönderi tarihi:
Aktütün'e yapılan saldırıda anı anına çekilen ve bir kaç açıdan meydana getirilmiş bir video. Artık bu kadarına pes dedirtecek ve insanın içini parçalayan görüntüler. Bu kadar gürültüye neden müdahele edilmedi? Buraya yakın bir askeri birliğe neden haber verilmedi? Verildiyse oraya jetler neden gelmedi?

Yanıtsız sorular ve yanan onca yürek..

 

Saygılar,

 

Sn.ÇarpışıkTümceler,

 

Bu sorular yanıtsız falan değil. Biraz araştırsaydınız yanıtları bulurdunuz. Size bir ipucu vereyim Erdal Sarızeybek. Ya da bu forumdaki "Şehitlerimizin Ardından..."," Asker etkisizleştrilmek isteniyor" gibi konu başlıklarında da bu soruların cevabını kısmen bulabilirsiniz.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Sayın DoğrucuDavut,

 

Benim ne askeri kötülemek gibi bir niyetim ne de başka bir ereğim var. Benim görüntülerde izlediğim ve eksik olarak gördüklerim onlardır. Bunlar için herhangi bir şekilde mazeret üretilemez. Her şey yerinde ve zamanında yapılsa idi belki de bu kadar fazla acı yaşanmazdı. Bu ülkede askeri yatırımın boyutu alenen ortadadır. Bunların ne için ve neden yapıldığıda aşikardır.

 

O yüzden tekrar diyorum ve soruyorum ki;

 

Arkadaki ve bir kaç kilometre geride bir birliği korumak için yapılan bir karakola saldırı yapılıyor ise ve bu karakol saldırır anında en yakın birliğe haber veriyorsa ve o birlikte merkezde ki "hava üssü" olan bir birliğe haber iletiyorsa o birliğin ve jetlerin bu karakola gelmesi ne kadar zaman alır? Saldırı yaklaşık olarak 2 ila 3 saat arasında devam etmiştir. Ve bu süreçte o jetlerin oraya gelmesi an meselesidir.

 

Bu hiç bir şekilde inkar edilemez. Benzine zam geldi diye jetlerin yakıtı mı yok? Yok canım onlar "jet yakıtı" kullanıyor daha ucuz.

Bırakın yahu..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Sayın DoğrucuDavut,

 

Benim ne askeri kötülemek gibi bir niyetim ne de başka bir ereğim var. Benim görüntülerde izlediğim ve eksik olarak gördüklerim onlardır. Bunlar için herhangi bir şekilde mazeret üretilemez. Her şey yerinde ve zamanında yapılsa idi belki de bu kadar fazla acı yaşanmazdı. Bu ülkede askeri yatırımın boyutu alenen ortadadır. Bunların ne için ve neden yapıldığıda aşikardır.

 

O yüzden tekrar diyorum ve soruyorum ki;

 

Arkadaki ve bir kaç kilometre geride bir birliği korumak için yapılan bir karakola saldırı yapılıyor ise ve bu karakol saldırır anında en yakın birliğe haber veriyorsa ve o birlikte merkezde ki "hava üssü" olan bir birliğe haber iletiyorsa o birliğin ve jetlerin bu karakola gelmesi ne kadar zaman alır? Saldırı yaklaşık olarak 2 ila 3 saat arasında devam etmiştir. Ve bu süreçte o jetlerin oraya gelmesi an meselesidir.

 

Bu hiç bir şekilde inkar edilemez. Benzine zam geldi diye jetlerin yakıtı mı yok? Yok canım onlar "jet yakıtı" kullanıyor daha ucuz.

Bırakın yahu..

 

Saygılar..

 

Neyi bırakayım, Sn.Çapraşık Tümceler, lütfen, zahmet edin okuyun diyorum, bu sorular o başlıklarda tartışıldı. Önce okuyun ondan sonra gelin tartışalım. Tamam.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Sayın DoğrucuDavut,

 

İsteğiniz üzere göz gezdirerek size cevap verebileceğim kısımları okudum ve taradım. Bir arkadaşımızda güzelce, hava araçlarının yakın mesafede şu şu şartlarda ateş açamayacağını veyahut bombamdıramana tutamayacağını söylemiş. Fakat uçakların yatay ve dikey pozisyonlarını ve bombamdırmanın etkisini hesaplarsak saldırı yapılan kısımdan direkt karakolun paraleline değil de saldırı yapılan yerin sağ veya solundan gelindiği takdirte uçakların olumlu sonuç verebileceğini uzman bir asker olmadanda hesaplayabiliriz.

 

Ben düz mantık ile en basite indirgenmiş şeklinde sorumu soruyorum. Video'yu izlediyseniz saldırının yapıldığı kısımı görür ve mesafeyide hesaplayabilirsiniz.

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:

Selamlar...

 

gerek Golf meselesi, gerekse bir ihmal olup olmadığı meselesi diğer başlığın meseleleridir. Buradaki konunun gitmekte olduğu yön ile başlama noktası farklı bir soru ve soruların meselesidir. Konu başlığında iki farklı mesele vardır.

 

1-Asker eskiyi istiyor derken; niye eskiyi istiyor, şimdi olmayıp da eskiden asker lehine olan ne vardı soruları yer bulabilir zihinlerde

2-Asker etkisizleştirilmek isteniyor derken; kim askeri etkisizleştirmek ister, hangi etkilerinin azalmasını ister, niye ister soruları akla gelmeledir.

 

Hem birinci mesele ve hemde ikincisi etrafındaki sorular aslında birbirine geçmiş meselelerdir. Yani konu sanılanın aksine aşırı derecede girifttir, ve gelinen noktada "girift bir (veya bu) bilmeceyi çözemeyip kenara atmak" lüksüne artık sahip değiliz. Niye mi değiliz. Bu bilmece veya problem birbirimize bakış açımızın da negatif yönlü olmasına neden oluyor. Niye mi? Hayatın akışına ters bu bilmecenin çözülmemesi...

 

Önce 1. meseleden başlarsak; askerin eskiyi istemek için bir nedeni var mı veya şimdi olmayıp eskiden asker lehine olan ne vardı sorusunun cevabını bilmemiz gerekir.

 

Bu sorunun cevabı ak veya kara değildir. Fludur. Yada melezdir. Hegel'yen devlet anlayışında hikmetinden sual olunmayacak irade vardır. Tarihimizin çok da eski olmayan tarihinde;(ne başlangıç cümlesi ama) askerimizin hikmetinden sual olunmazdı. O ne yaptı ise doğrudur anlayışı hakimdi. Hakimdi diyorum, %95'in dışında kalanlar istisnadır. Yanlış da yapabilir inancında olanlar azılı/azınlık grubundandı. Hasılı; 28 Şubat süreciyle beraber bazı algılamalarda değişiklik yaşandı. Bugün gelinen noktada bir paşanın başı istenecek noktaya gelindi. Buraya şerh düşecekler olabilir. Yahu eskiden de vardı filan. Bu kez kazın ayağı öyle değil. Şu anda tüm medya neredeyse birlik olup; buradaki hatayı gözler önüne koyuyor ve hiç olmazsa bir özür beyanı bekliyor.

 

Hasılı askerin artık hikmetinden sual olunuyor. Kahrolsun cep telefonu, kahrolsun globalizasyon, kahrolsun internet...

Yine askerin, demoklesten aldığı kılıç elinden alındı bir tarihte. DGM'ler gitti. Ergenekon davası ile bir pıstırma harekatı başladı. Anlatımın akışını bozan cümle bu olsa gerek. Ohal kaldırıldı. Askerin elini en fazla genişleten şeylerden biriydi OHAL. Ama bunlar benim konumda ehemmiyeti çok da haketmiyor. Ehemmiyet kesbeden şey; bir bildiriye hükümetin direnmesi idi. Hatta o bildiriyi yayınlayan kuruma dönüp "Sen bana bağlı bir kurumsun" açıklamasının yapılmasıydı. Şapkanın alınıp gidilmemesi idi. Artık hiçbirşey eskisi gibi değildi askeri cenah açısından. Hatta; muhtıraya mesnet seçimde Cumhurbaşkanının istemedikleri birinin seçilmesi askerin kalesinde gördüğü roveşata golüydü.

 

Asker istediğini Cumhurbaşkanı seçtirememişti. Bunlar konunun farklı farklı vecheleri. Pekiyi askerin gücü sıfıra mı indi. Hayır. Askerin hangi gücünden bahsediyoruz? Siyasi olmayan siyaset üstü gücünden. Ancak çok büyük ölçüde irtifa kaybetti bu güç hegemonya olmaktan çıktı. Ergenekon dosyasındaki telefon kayıtlarında da bu gücün artık askerin elinde olmadığı ikrarını içeren ifadeler vardı. Bu sevindirici mi?

 

İkinci cenah açısından esker etkisizleştirilmek mi isteniyor sorusu etrafında sorduğumuz diğer soruları ele alırsak.

 

Asker niye etkisizleştirilmek istenir sorusuna farklı farklı cevaplar vermiştik.

 

-Siyaset üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak isteyebilirsiniz

-Asker düşmanısınızdır. Niye; bu sorunun cevabı birkaç farklı cevap olarak verilebilir.

1-Cumhuriyet rejimine karşısınızdır ve onun tek koruyucusu olarak askeri görüyorsunuzdur. Hasılı geçitli suçta önde gelen yok edilmeli ki asıl amaca ulaşılsın. Bu savunmanın kimlere ait olduğu aşikar

2-Askerin hikmetinden sual olunmaz davranışlarından nefret etmektesiniz.

3-Dünya görüşünüzün karşısında yegane güç olarak askeri görmektesiniz

4-Bu zamana kadar askerce; sizin isteklerinize karşı takınılan negatif tavrın ancak onun etkisini kaybetmesiyle gönlünüze su serpileceğini düşünmektesiniz

5-Askerin siyasi etkisinin ortadan kaldırılarak asıl görev alanına dönmesi ve siyasi alanın siyasi aktörlere bırakılarak normalleşmenin yaşanması için askerin siyasi alandaki etkilerinin kaldırılmasının şart olduğunu düşünmektesiniz

6-Devlete düşmansınız, askere düşmansınız; bu da ya başka devlet yararına hizmet ediyorsunuz demektir veya ******.

7-Hadi yedinciyi uydur sana madalya. İlk altıyı birbirinden ayırabilen var mı? Olma mı? Uyduracağız bekleyin...

Gönderi tarihi:

Ben bu üsluplardan bir şey anlamıyorum Sayın bekir... "Siperlerin anası ağladı" dediğinizde de karşı çıktım, "rövöşata gölü" tanımlamanıza da bir anlam veremiyorum. Yok böyle bir şey... Asker sizden daha demokrattır, hiç merak etmeyin. Böyle şeyleri gol mol diye değerlendirmez. Bunlar demokrasinin gerekleridir.

 

Asker hiç bir zaman "ülkenin başına çörekleneyim de bir daha da gitmeyeyim" derdinde olmamıştır. "Şapkayı alıp gitmek" de Sayın Demirel'in esprili zekasının ürünü güzel bir sözüdür. Kendisini severim, bu ülkede gelmiş geçmiş en zeki siyasetçidir. Yeri de doldurulamamıştır ne yazık ki. Asker hakkındaki en akılcı yorumları kendisinden alabiliyoruz, ilerleyen yaşına rağmen zaman zaman çok akılcı ve çarpıcı açıklamalar yapıyor. Zamanında hataları tabii ki oldu.

 

Neyse, asker bugün Türkiye'nin en ileri, en akılcı, en modern yüzünü temsil etmektedir, ulusumuzun gözbebeği ve gururudur. Tüm bilimsel gelişmeleri dikkatle izleyen, teknolojik ilerlemeleri olanaklar elverdiğince gerçekleştiren, demokrasiye ve tüm çağdaş değerlere içtenlikle inanmış bir yapıdır.

 

Öyle bir seçimde filanın feşmekanın seçildiğiyle gol mol yemez, hiiiç merak buyurmayınız...

Gönderi tarihi:

Sayın Çarpışık tümceler'i okuyan da Aktütün karakolu yerle bir oldu, askerimizin yarısı şehit oldu, ordu bozguna uğradı, panik halinde sınırın gerisine çekildi ve PKK Türk toprağına bayrak dikti filan sanacak! Ne oluyoruz yahu? Bu kadar mı hevesliyiz yenilgi yüzü görmeye?

 

Bir kere adamlar uzaktan ellerine yeni geçirdikleri (en azından ben şidiye kadar duymamıştım. Duyan varsa söylesin) geri tepmesiz top ya da topları da kullanarak ateş açmışlar ve sonra da hemen kaçmaya başlamışlar. Şehitlerimizn çok büyük çoğunluğu da bu ilk ateşte verildi maalesef.

 

Şimdi yapılacak iki şey var: Bu hainleri karadan izler, yakaladığını layık olduğu sona ulaştırırsın. Bu sırada hainler mayın atacak ve pusu kuracaktır. Paldır küldür peşinden gidemezsin. İkinci yapılacak, havadan kovalamaktır. Bu da ya helikopterle, ya uçakla yapılır. Uçak havadan o kadar dağlık bir bölgeyi önceden istihbar etmeden zor görür. Teröristler delikli peynirde saklanan kurtlar gibi araziye dağılırlar o coğrafi şartlarda. Her taraf tepe, vadi, kovuk... Helkikopter ise her zaman bir parça risk taşır. PKK ister ki üzerine gelen bir helikopteri düşürüp sansasyon yaratsın. Daha ellerine güdümlü füze de geçebilir, durun bakalım. Böyle şeyler olur, olmayacak diye bir şey yok. Afganlılar ikiyüz küsür Sovyet uçağı düşürdü yahu, omuzdan atılan Stinger füzelerle! Klavyem bozulsun ama, "PKK F-16 düşürdü" haberi de alabiliriz bir gün. Bu işler öyle paldır küldür yurra işleri değildir. Ordumuz gerekeni yapmış ve hainleri perişan etmiştir. Resmi sayının çok çok üzerinde ölü verdikleri kesindir. Yazık aslında bu zavallılara da. Kandırılıyor, bir kampa tıkılıp beyinleri yıkanıyor, uyuşturucu da veriliyor. Dünyadan haberi olmayan zavallı insanlar bunlar. Gazete yok, TV yok, dünya ile ilişkileri kesilip beyinleri yıkanıyor. Yazık, ben acıyorum. Bir ateşe sürülen maşalar gibiler. Tahtadan yapılmışlar ve hem maşa, hem odun oluyorlar. Bu yüzden asker her zaman dağa çıkmayı önlemeye, dağdakini indirmeye önem vermiş ve sıcak bakmıştır. Hiç bir zaman terminatör gibi yoketme yanlısı olmamıştır.

 

Ordumuz bunların hepsiyle başa çıkacak güçtedir. Yedi düvel gelsin, bir halt edemez. Bizim kendimize güvenimiz tam, gücümüz yerinde ve alnımız açık. Yüreği yeten gelsin. Hayatının baharında toprağa düşen yiğitlerimiz için ağlamayayım diyorum, gözyaşlarıma söz geçiremiyorum. Evet, yüreğimiz yanıyor. Bu bir acı, büyük bir acı. Teröre verilen bütün kurbanlara yazık, kandırılan dağa çıkarılıp eline silah tutuşturulanlara da yazık. Yazık diye acıyacak değiliz tabii ama, keşke yapmaslar, keşke askerimize kurşun sıkmasalar da terör olmasa isterdik.

 

Olunca gereğini elbette kararlılıkla yapacağız. Hainlere af yok...

Gönderi tarihi:
7-Hadi yedinciyi uydur sana madalya. İlk altıyı birbirinden ayırabilen var mı? Olma mı? Uyduracağız bekleyin...

Aman ne komik... Buzdolabına koyalım da eriyip ziyan olmasın! Çıkarır çıkarır güleriz...

 

Tabii ki asker devreden çıkarılmak isteniyor. Asker eskiyi filan istemez. Asker Türkiye'nin en aydınlık, en çağdaş ve en ileri yüzüdür...

Gönderi tarihi:
Ben bu üsluplardan bir şey anlamıyorum Sayın bekir... "Siperlerin anası ağladı" dediğinizde de karşı çıktım, "rövöşata gölü" tanımlamanıza da bir anlam veremiyorum. Yok böyle bir şey... Asker sizden daha demokrattır, hiç merak etmeyin. Böyle şeyleri gol mol diye değerlendirmez. Bunlar demokrasinin gerekleridir.

 

Asker hiç bir zaman "ülkenin başına çörekleneyim de bir daha da gitmeyeyim" derdinde olmamıştır. "Şapkayı alıp gitmek" de Sayın Demirel'in esprili zekasının ürünü güzel bir sözüdür. Kendisini severim, bu ülkede gelmiş geçmiş en zeki siyasetçidir. Yeri de doldurulamamıştır ne yazık ki. Asker hakkındaki en akılcı yorumları kendisinden alabiliyoruz, ilerleyen yaşına rağmen zaman zaman çok akılcı ve çarpıcı açıklamalar yapıyor. Zamanında hataları tabii ki oldu.

 

Neyse, asker bugün Türkiye'nin en ileri, en akılcı, en modern yüzünü temsil etmektedir, ulusumuzun gözbebeği ve gururudur. Tüm bilimsel gelişmeleri dikkatle izleyen, teknolojik ilerlemeleri olanaklar elverdiğince gerçekleştiren, demokrasiye ve tüm çağdaş değerlere içtenlikle inanmış bir yapıdır.

 

Öyle bir seçimde filanın feşmekanın seçildiğiyle gol mol yemez, hiiiç merak buyurmayınız...

 

Hem birşey anlamıyorsunuz hem de anlamadığınız bir metin dolayımında bana yazı yazıyorsunuz. Yapmayın. Yazılarıma cevap vermek gibi bir zorunluluğunuz yok.

 

Gelelim roveşata meselesine. Bilindiği üzere roveşata, futboldaki en zor hareketlerden biridir. Hele de iyi bir roveşata ile atılan gol hem seyirciyi coşturtur hem de golü yiyenin ,yediğinin basit bir gol olmaması nedeniyle, moralini bozar. Yani ki basketboldaki smaç gibidir roveşata. Yine roveşatanın yapıldığı an beklenmedik andır. Yine roveşata ters istikametteki topun sizin kalenize yönlenmesidir.

 

Asker muhtırayı verdiğinde; tarihimizin bu zamana kadar gidişatına göre Tayyip Erdoğan'ın ikinci el bir şapka uydurarak alıp gitmesi gerekiyordu. Olmadı. Ve dönüp; sen bana bağlı bir kurumsun dedi. Yine muhtıraya mesnet seçim sürecinin sonunda istenmeyen iki şey gerçekleşti. Bir; seçim oldu ve halk tepkiyi ortaya koydu, iki seçilmesi istenilmeyen seçildi.

 

Asker neyi görmüş oldu; böylesi çıkışlar artık halk tarafından bloklanıyor. Askerin o çıkışı demokrasinin gereği değildi. Size daha nice hayırlı Demireller dilerim.

 

Sevgiler...

Gönderi tarihi:
Artık Ergenekon’u ben de yazabilirim!

 

Soner Yalçın

24.08.2008 Hürriyet

 

Henüz ortada ne Susurluk vardı ne de Ergenekon. Ne "Yeşil" biliniyordu ne de JİTEM. PKK itirafçıları daha ortaya dökülmemişlerdi. Faili meçhul cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu.

 

Tam o günlerde, bugün artık adını herkesin bildiği bir subayla tanıştım; Binbaşı Ahmet Cem Ersever... Ersever’i öldürenler nüfus cüzdanını bana gönderdi; ölüm sırası bendeydi. Bugün, avazı çıktığı kadar bağıranların o gün sesleri hiç çıkmıyordu. Evet, geliniz Ergenekon’u bir de benden dinleyiniz; çünkü kafanızı çok karıştırdılar.

.

.

.

 

 

Soner Yalcın'ın bu makalesi diger sayısız acıklamalar gibi göstermektedirki Eregenekon ıddıası bir senaryodur amacı tamamen ulus devletın yıkılmasına yönelik dinci-liberal bir tezgahtir.Atatürkcülere Cumhurıyetcilere AKP karsıtlarına karsı yapılmıs bir komplodur.Gerek failler ellerini ogusturmaktadırlar.

 

 

saygılarla

Gönderi tarihi:
Hem birşey anlamıyorsunuz...

Benim anlamadığım sizin üslubunuz. Kime cevap vereceğime de ben karar veririm. Ona kalsa sizin de yorum yazma zorunluluğunuz yok. Burası açık bir forum.

 

Futbol yorumlarınızı kendinize saklayın. Kimsenin moralinin bozulduğu filan yok.

 

Askerin bir şey görmesine gerek filan da yok, asker her şeyi gayet iyi görüyor. Askerin çörekleneyim de bir daha gitmeyeyim hevesinde hiç bir zaman olmadığını söyledim. Tabii ki zaman değişiyor, demokrasi dünyada ve Türkiye'de bir bakımdan olgunlaşabilir, fakat yozlaşma olmayacağının garantisi de yoktur, yozlaşa da bilir. Ama değişimin esas olduğunu, doğruya doğru bir değişim için çaba gösterilmesi gerektiğini herkesten iyi asker biliyor. Asker hepinizden demokrat, çağdaş ve aydınlıktır, merak etmeyin.

 

Asker de usandı artık ikide bir "Cafer yine yapacağını yaptı, koş yetiş" lerden. Rutine bağlamayı düşünüyordu mu sanıyorsunuz? Askere keşke iş düşmesin, demokrasi tıkır tıkır işlesin. Bu askerin de istediği şey...

 

Niye Aktütün üzerinden bu tartışmayı açtınız? Hazır moraller bozukken diye mi?

 

Bizi üzerimize salınan üç çapul kesmez. Efendileri, ağababaları gelsin. Moralimiz süper, çakı gibiyiz. Yedi düvele yeteriz!

Gönderi tarihi:

Şimdi efendim bizde dünyanın hicbir ülkesınde olmayan komik ve anlamsız TV programları vardır bunlardan biride Futboldur.Her kanalda birileri oturur oynanan futbol karsılasmaları üzerinde yorumlar tartısmalar yaparlar ve şunu oynatsaydı bunu oynatsaydı,bence bu yanlıs.A calıstırıcı ile gitmez falan flan tarzı tartısmalarla saatler doldurulur.Yani herkes calıstırıcı kesilmek bir yana kimim kime gıcıgı varsa o programlarda ortaya cıkar yapılan eleştırmelerle.

Orduya yapılan saldırılarda hemen hemen aynı taktıkle yürütülür.İnsanın *GİT O ZAMAN KENDİN SAVAS*diyesi geliyor.

Orduya karsı yapılan bu saldırılar aslında elestiri sınırlarını aşarak etik dışı bir konuma gelmistir.Dinci-Liberal takımının bu davranısı yeni degildir.Osmanlının yıkılısından ve ortadan kaldırılısından itibaren bu savas vardır.Bu savası ben kuyruk acısı savası olarak niteliyorum.*********.Cünkü saldırdıkları ordu Cumhurıyet ordusudur devsırmelerın ordusu degildir.cıkar icin padısahı savas alanında bırakıp kacanların ordusu degıldır,Osmanlı tarıhı bu yüz kızartıcı olaylarla doludur.İyiki tarıhe karıstı,şimdi onun torunları Cumhurıyet ordularından bunların acısını cıkarmaya calısmaktadır.Bunların tarıhcilerıde Kadir Mısıroglu denilen Cumhurıyet ve Atatürk düsmanı Rıza Nur'un yasayan vekili sözde tarihci.En büyük ıddıalarıda eger Islam devletı kurulursa PKK biter,ıste calısmaları bu yöndedir,askere saldırmaları bu nedenledir,türban kavgaları bundandır.Bakın yardımlasma kurumlarına nesekilde kadrolasmıs ve insanların ınanclarını sömürerek gaspettıklerı paraları nerelere harcamıs olduklarına göreceksınızkı o paralar tamamen dinci kuruluslara gitmistir.Askerın yaptıgı yanlısları hep aynı kesımlerın koro halınde gündeme gelmeleri tesadüf degil bunlar tam organize olmus cevrelerdır.Askerde ınsandır tarıhe bir bakın ne kadar askerı hatalar olmustur.Napolyon koca bir Fransız ordusunu Rusya ugruna yanlıs hesaplarla heba etmıstır.daha buna benzer nice askerı hatalar yapılmıstır kı Aktütünde askerın hıcbır hatası olmamıstır,malum cevrelerın saldırı taktıklerıne kanmamalıyız.O KARAKOLLAR CELIKTENDE YAPILSA AGIR SİLAHLARA DAYANMAZ.PKK agır silah kullanmaya baslamıstır,daha bilincli terör yapmaktadır.PKK Amerıkalılar tarafından veya profesyonel uzmanlar tarafından egitilmektedir.Bu gerceklerı bile bile askere dil uzatanlar samimi olamazlar ve art niyetlıdırler.

 

 

saygılarla

Gönderi tarihi:
güpe gündüz ve Amerika'lılarla yapılan (!) sözde istihbarat ile tespit edilemeyen pkk'lılar dağlarda nasıl bu kadar ağır silahla dolaşıyor?

Sardunyam, siz de katılmayın terör propagandasından etkilenenler kervanına... ABD tabii ki bize istihbarat veriyor. Ama bu istihbaratta boşluklar olmayacağının garantisi yoktur. Teröristler sivil halkın arasına karışarak aylarca istihbarat toplar ve plan yaparlar, eylem saati dağınık düzenden plan dahilinde bir noktaya hızla yönelir ve yapabildikleri kadarını bir anda yapıp tabana kuvvet kaçarlar. Ağır silah dediğinin en ağırı geri tepmesiz top. Sırtta rahatlıkla taşınır. Sökülüp sonra eklene de bilir, markasını modelini tam bilmiyorum. Ama bildiğiniz bazukanın gelişmiş hali. Ya da havan topunun yatık mermi yollu olanı, ya da RPG nin uzun menzillisi diyeyim. Güçlü bir silahtır, tankı bile havaya uçurabilir.

 

Bunlar asker için rutindir. PKK ya yarın güdümlü füze de verebilirler, bize vız gelir. Bunları satın alan ağababaları, bu köleciklerin efendileri yedi düvelle gelsin. Hiç korkmayız. Hepsinin defterini dürer, ellerine veririz. Zerre kadar endişeniz olmasın.

 

Yalnız canlar yanıyor, fidanlar toprağa düşüyor, yüreklere kor düşüyor. Yazık bu verilen canlara... Keşke terör olmasa ama var diye en küçük yılgınlık gösterecek değiliz. Toplanıp gelsinler, yedi düvel birleşip gelsinler. Bu üç çapul bizi kesmedi!!!

 

Bu işin hamisi AB'dir ve biraz Araplar da var işin içinde. Rusya? Belki çok belirsiz ve dolaylı desteği olabilir. Fakat ABD'nin terörden pek bir çıkarı yoktur. ABD bölgede güçlü müttefik ister. Ha tabii aşırı güçlenmesin, ters çıkmasın diye Kürt kartını koz olarak elinde tutar mı, tutar. Bunu her devlet yapar, bu rutin dünya siyaseti.

 

Biz hoşnut muyduk yanıbaşımızda sağa sola efelenen, saldıran bir Saddam Irak'ından? Değildik. Kimse olmaz. Kimse rest çeken, güçlü bir rakip istemez.

 

Fakat Türkiye'nin çıkarları hep ABD ile koşut gider. Çatıştığı pek görülmemiştir. Bunun kara kaşa kara göze hayran olmakla ilgisi yok, dünya konjonktürü böyle. Bir ABD karşıtlığı modasıdır alıp yürüyor. Bizim ABD ile pek bir alıp veremediğimiz yoktur. Terör konusunda da işbirliği içindeyiz. Yalnız bakın, hep "pek bir ..." diye tereddütlü cümleler kuruyorum, bu işlerin kesinliği olmaz. Diplomasi çok kaypak ve kaygan bir zemindir. ABD müttefik diye yan gelip rahat olmak diye bir şey sözkonusu bile olamaz...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.