Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ANNE, KARDEŞ, EŞ, YANİ “KADIN”, TÜRKİYE’DE "KADIN" OLMAK:


SeDatsan

Önerilen İletiler

:excl:ANNE, KARDEŞ, EŞ, YANİ “KADIN”-TÜRKİYE’DE KADIN OLMAK

 

GÜNÜMÜZDE MODERNİTE VE KADINA VERİLEN DEĞER-BİÇİLEN ROL :

 

Bugünlerde kozmetikten tutun otomobile bütün reklamlar, kadınlara gizli(bilinçaltı) yada açıkça şu mesajı veriyor, “Kadınsanız şayet; mutlu olmak, başarılı olmak,kariyer yapmak,yada istediğinizi, elde etmek istiyorsanız, güzel olmak-seksi olmak zorundasınız".

Kadın olmak, neredeyse şeklen güzelliği-seksiliği hatta cinsel kışkırtıcılığı-teşhiri zorunlu kılmaktadır. Çirkin kadın yoktur; güzel olmasını bilmeyen kadın vardır, sözü neden çıkarıldı acaba?

 

Günümüzde kapitalist toplumun piyasacı değerleri doğrultusunda şekillenen toplumsal ve kültürel yapı içerisinde, kadın kimliği ve bedeni, medyada bir ürünü tanıtmak için kullanılan vitrin ve reklam aracı olmanın yanı sıra, piyasada başlı başına bir meta durumuna getirilmiştir.

Dizilerdeki kadın rolleri, tele-vole, magazin sayfa ve programlarındaki kadın imajı, topluma örnek gösterilen vitrindeki kadın idolleri, daha çok erotik show niteliğindeki, sözüm ona şarkıların kliplerinde ki, kadına biçilen rolü göz önüne alırsak, kadına verilen gayri insani rolü ve değeri daha açık bir şekilde görebiliriz.

 

ERKEK EGEMEN TOPLUMDA KADININ YERİ:

 

Geleneksel bir toplum yapısına sahip olan ülkemizde, kadına ve kadın kimliğine, ne yazık ki, insana yakışmayan bir değer biçilmektedir. Buna karşın erkeğe ve erkek kimliğine ise aşırı biçimde yüceltme daha da ötesi kışkırtma boyutunda değer biçilmektedir.

Toplumda kadın kimliğinin küçültülmesi-aşağılanması bir bakıma Erkek kimliğiyle özdeşleştirilen (güce ve iktidara) tapınmanın da sonucudur ki, bu aynı zamanda erkeğin kendi benliğine ve kendine güveninin de doyumu ve öz kabulüdür. Böylece, kadını kadınlığıyla, aşağılayan Erkek millet anlayış, aslında Erkek kimliğiyle güce ve mülkiyete olan düşkünlüğünü de sergilemektedir.Baltacı Mehmet –Katerina ilişkisinde, “Biz şanlı Baltacının torunlarıyız, elin gavurunun Rus kadınını -kadınlığını ele geçirmiş- feth etmişiz ” diye böbürlenen insanların toplumu, ERKEK MİLLETİMİZ erkek benliğine- egosuna doyum aramaktadır.

Kadının varlığı ve kimliği, Ataerkil Toplumca, erkeğin mülkiyetine bırakılmıştır Kadın Erkeğin hizmetinde olmak ve ihtiyaçlarını gidermekle vede çocuk doğurmakla yükümlendirilmiştir.

 

Aslında geleneksel değerlere bağlılık bile, kimi zaman çıkar ilişkilerinin riyakarlığı olan, duruma göre hareket etmelere kurban oluyor. Kapitalist kar ve mülkiyet hırsının, her türden değer yargılarını, kendi çıkar süzgecinden geçirip, yeniden şekillendirdiği günümüzde, kadın benliği ve bedenide o yönde yeniden değerlendirmeye tabi tutuluyor. Geleneksel toplumlar, erkek egemen kültürün değerlerleri ile, kapitalist tüketim kültürü arasına sıkışmış kalmıştır.

 

Üstelik galeyana geldiğinde namus adına, korkunç töre cinayetleri, RECM ler bile yapılan, Türkiye gibi geleneksel bağlı bir ülkede, nasıl oluyor da, kadınlar böylesine ahlak olgusuna aykırı şekillerde birer cinsel objeye dönüştürülebiliyorlar?

 

 

TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİNDE KADIN VE KADIN HAKLARI:

 

Tarihsel gelişim çizgisi içinde “kadın – erkek eşitsizliği” toplumsal hayatın temel durumlarından biri olma niteliğini maalesef günümüze kadar sürdürmüştür. Toplum içinde kadın sorunu genel olarak kadının statüsü, eşit haklara sahip olması ve bu eşit haklarını kullanabilmesi ve bunların zorunlu sonucu kadının, kişi olarak kendini geliştirmesi konularını kapsamaktadır.

 

Türkiye’de kadın sorunu, özellikle kadınlara tanınan yasal haklar ve bu hakların kullanımı açısından incelenmiştir. Oysa, Türk toplumunda tek bir yasal çerçeve içine sınırlandırılabilecek kadın sorunu yoktur. Cinsel ayırımı destekleyen ataerkil düzen, üretim ilişkileri ve dinsel öğretiler üzerine kurulmuştur. Bu nedenle kadınlar siyasi , sosyal, ekonomik kısıtlamalara maruz kalmakta, toplumsal olanaklardan, fırsatlardan eşit şekilde yararlanamamaktadırlar. Sonuç olarak eğitim sağlık hakkından mahrum bırakılmakta, ücretsiz emek olarak tarım alanında yada düşük ücretle örgütsüz, kayıtsız olarak enformel sektörde istihdam edilmekte, cinsel şiddet veya tacize maruz kalabilmekte, annelik hakkını yaşayamamakta, ev ve iş olmak üzere iki vardiya çalışmak zorunda kalmakta yada başlık parası karşılığı veya aşiret törelerine göre zorla evlendirilmektedir. Ancak kadınların, üretim içindeki konumları, yaşanan sorunun şeklini ve dozunu değiştirebilmektedir.

 

Gerçek bir kadın – erkek eşitliğinin sağlanması için var olan toplumsal yapıların oldukça köklü ve önemli değişiklikler geçirmesi gerektiği ortadadır. Tarih göstermiştir ki; Bu değişim ancak emeğin, emekten yana politikaların iktidar olduğu sitemlerde mümkün olmuştur. Ve kadınlar, daha yaşanası bir dünya için emek mücadelesinde ön sıralarda yerlerini almaktadırlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

evet çok güzel bir yazı teşekkürler sedatsan.

bu sıkıntıları açıkçası çekmiyorum desem yalan olur.çalıştıgım sektörden dolayı giyim kuşamımın çok şık makyajlı olmam gerekmiyor ama kot kazakla işe geldiğimde bazı kamu yerlerine gittiğimde karşılanmam farklı oluyor güzel giyinip de gittiğimde farklı oluyor bu beni aşırı derece de sinirlendiriyor ve çok aptalca geliyor.insanlara artık bakış açımız giyime güzelliğine yönelmiş.ilk sordugumuz soru güzel mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın seDatsan yine her zamanki gibi güncel konulardaki ufak gözüken toplumsal sorunu mercek ile önümüze koyma hassasiyetini ve yürekliliğini göstermişsin...

 

Gerçekten de günümüz gerçeklerinde öncelikler arasında yer alabilecek bir konu tebrikler...

Bende yazına katkı olması açısından aşağıda başlıkta toplanan inanılmaz gerçekleri paylaşmak istiyorum...

 

 

2005 TÜRKİYESİ�NDEN NAMUS TARİFLERİ

 

__Bizim anketlerin yüzde 70'inde "namus nedir?" (sorusuna), "kadındır". Bunu diyen kadınlar. (Batman, kadın STK çalışanı)

__Bizde namus kavramı şeydi yani, sadece c..... ilişkiye girmek diyildir bizim için. Konuşmak, sinemaya gitmek, radyodan şarkı istemek bile bir ölüm kararıdır. Oldu böyle bir olay da, Urfa'da yaşandı; bir kız radyoya çıkıpta "bütün sevenler, sevilenlere" şarkısını armağan edince kadının ölüm kararı çıktı ve sokağın ortasında infaz edildi. Bir kadın Mardin'de, sinemaya gittiği için öldürüldü. Ha, Batman'da bi tane yaşanan, şimdi aklıma geldi, kız pantolon giyip düğüne gittiği için öldürüldü. (Batman, kadın, 31 yaşında, STK üyesi)

__En çok gezen kadın eyi degildir. Evinde oturacah. Yani, fazla, dışarılara açık, gitmek; dışarı gitmek, fazla, yabancı erkeklerlen konuşmak, eyi degil. Seheb [yani sahip, kadının sahibi olan babası, amcaları, erkek kardeşleri] için de şerefiyi koruyacaksan.� (Şanlıurfa, kadın, 70 yaşında, okuma yazması yok, doğma büyüme Şanlıurfalı)

__Boyun eğiyorsa kadın olarak namusludur, boyun eğmiyorsa, karşı çıkıyorsa, intihar ediyorsan, sevdiğine varmak için ölümü göze alıyorsan namussuzsun, özgür ruha sahipsen namussuzsun. (Şanlıurfa, kadın grup görüşmesinden, 30 yaşında, ortaokul mezunu).

__Bana göre şu anda, bu zamanda bir insanın ilkokul, ilkokulu bitirmesi bence yeterlidir. Çünkü bayanlar dışarda çoğaldıkça, fitneler de çoğalır, fitneler çoğaldıkça zulümler artar. Zulümler de arttıkça insanlar helak oluyor (Batman, erkek, 23 yaşında, lise terk, Diyarbakırlı)

__Mesela insanı tahrik edici pantolonlar vardır, giyersin, insanın vücut hatları ortaya çıkar. Bu tür pantolonlara karşıyım, şu şekil olabilir, yani biraz bol kesim. Bütün vücut hatları ortaya çıktıktan sonra ben kaldıramam onu. (Batman, erkek, 24 yaşında lise terk, Gercüşlü)

__Onu öldürüp kendimi de öldüreceğime boşarım. Çünkü, onu öldürdüğüm zaman kendimi de öldürüyorum. Çoluk çocuğumu da yok ediyorum. (Batman, erkek, 40 yaşında, lise mezunu, doğma büyüme Batmanlı)

__Kızdır, kaçabilir. Belki biz vermeyecektik. Isteseydi belki vermeyecektik. Ee, ama kız kendi gönlüyle gitmiş. Ee, bizim bunu öldürme hakkımız var mı? Kişinin hürriyetine kast etme yetkin var mı senin? Olmaması lazım. (Istanbul, erkek, 64 yaşında, Tuncelili)

__Ama kötü koca da sokaklardan daha iyidir. (Batman, kadın, 42 yaşında, okur-yazar, Siirtli)

__Bizde bu şeysi davası (namus demek istiyor) olduğu için, ne bilem yani kız büyüdü mü nasıl okula gider erkeklerle beraber?� (Şanlıurfa, erkek, 60 yaşında, ilkokul terk, doğma büyüme Şanlıurfalı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben türkiyede yasal mevzuat açısından, kadına negatif ayrımcılık uygulanan bir durum olduğuna inanmıyorum. toplumsal normalar ve ananeler açısından böyle bir şey var. sonuçta o çocuğuda yetiştiren bir kadın iş ailede başlar. çocuğa kadınalr nasıl öğretilirse oda ileride öyel görür.

 

içimdeki deniz. kamu kurumuna bende kotla gidince farklı karşılanıyorum takım elbiseyle gidince farklı karşılanıyorum bunun cinsiyetinizle alakası yok.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÇALIŞMA YAŞAMI VE KADIN

 

 

Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kadınların temel rolünü, anne, eş ve ev kadını olarak çizen resmi ideoloji, kadının işgücüne katılımının sınırlarını da belirlemiştir. Kapitalist üretim içinde çalışma kelimesi, yalnızca piyasa için yapılan faaliyetler anlamında kullanıldığı için kadınların, kendileri ve aileleri için yaptıkları ve yarattıkları, ancak kullanım değeri olduğu halde piyasaya girmeyen ve dolayısıyla parasal karşılığı olmayan her türlü iş(çocuk ve yaşlı bakımı,ev işleri vb.) çalışmadan sayılmamış, “kadının yapması gereken yükümlülükleri” olarak görülmüş, değersizleştirilmiş ve önemsizleştirilmiştir. Oysaki; Kadınların bu görünmeyen emeğinin değeri ulusal gelirin %40’na denk düşmektedir.

 

Ancak, kadınların iş gücüne yoğun katılımına ihtiyaç duyulan savaş dönemleri gibi dönemlerde geleneksel değerler yeni durumlara adapte edilmiş ‘kadının yeri evidir’ söyleminin yerini ‘vatan için çalışmak kutsaldır’ gibi ideolojik yönlendirmeler almıştır. Örneğin 1915 yılında Osmanlı ticaret nezaretinde kadınlar için ‘mecburi hizmet’ kanunu kabul edilmiş ve bir çok fabrikada kadınlar işçi olarak çalışmaya zorunlu kılınmışlardır. O yıllarda sanayide işçi statüsünde çalışanların yaklaşık % 35’ni kadınlar oluşturuyordu.

 

Türkiye de kadının iş gücüne katılım oranı 1999 yılı itibariyle % 29,7’dir. Devlet İstatistik Enstitüsünün Hane Halkı İşgücü Anketlerinin verilerine göre 1989 yılında bu oran kadınlar için % 35.1dir. Erkekler için katılım oranları aynı yıllar itibarıyla % 75.7’den %68.3 düşmüştür.

 

Türkiye’de kadınların işgücüne katılımının düşmesine yol açan nedenler; ekonomik yapıdaki değişmeler, yani küreselleşmenin gereği uygulanan özelleştirmeler, bunlara ek olarak da sosyal faktörler ve özellikle köyden kente göçtür.

 

Göç, kadınları, ücretsiz aile (genellikle tarım) işçisi olmaktan çıkarmış ve kentte aile içine hapsetmiştir. İş gücüne katılım oranı , 1990 yılında kentte % 17, kırda % 51 iken, 2000 yılında kentte % 15,7 ve kırda % 34,9 olmuştur.

 

1930 ve 1940’lı yıllar kadının çalışma yaşamı içine girmesini kolaylaştırıcı yasal düzenlemelerin olduğu yıllardır. O dönemde dünya çapında gelişen sosyalizim dalgası diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfı mücadelesini yükseltmiştir. SSCB’de kadının iş yaşamına katılımını arttırmak için ev ve çocuk bakımı gibi işler toplumsallaştırılmış ve eğitim olanakları yaygınlaştırılmıştır. Kadının biyolojik açıdan en zayıf olduğu ayni zamanda yeni işgücü üretimi gibi önemli bir görevi üstlendiği dönemler koruma altına alınmıştır. Bu kolaylıklar kadını istihdam alanına yöneltmiştir. 1970’lerde patlak veren ve halen devam eden ekonomik kriz, 1980’lerde SSCB’nin dağılması sosyo-ekeonomik politikalarıda değiştirmiştir. Bu dönemden sonra hızla uygulamaya konulan Dünya Bankası yapısal uyum programları gereği liberal özelleştirmeci politikalar ve esnek çalışma sistemi en çok kadını etkilemiştir. Özelleştirilen fabrikalarda ilk işten çıkarılanlar kadınlar olmuşlardır. İstihdam edilen kadın işgücü giderek azalırken, gerekli işgücü ise kayıtsız olarak, düşük ücretle çalıştırılmış yada evde parça başı iş veya part-time çalışmaya zorlanmıştır. Türkiye’de evde çalışan ücretli kadın sayısının tüm çalışan kadınlara oranı 1991de %2.8 iken 1994de %10’a bugün ise %20’lere yükselmiştir. Kadın emeğinin kullanımı açısından bu üretim tarzı son derece önemlidir. Evin reisinin erkek olduğunu söyleyen resmi ideoloji, kadınların gelirini evi geçindiren değil aile bütçesine katkı yapan gelir olarak gören geleneksel yapıyı güçlendirerek sürecin içselleştirilmesini sağlamaktadır. Bu nedenle çalışmak için piyasaya giren kadın, daha baştan ‘yedek iş gücü’ olarak çalışma yaşamında da eşitsiz bir çok muamele ile karşılaşmak zorunda bırakılmıştır.

 

Çalışma saatlerinin uzunluğu, evde çalışmanın devam etmesi kadını yormaktadır. Bu konuda değişik araştırmalar vardır. Bu nedenle kadın yalnızca evde çalışmayı tercih edebilmektedir.ev ve çocuk bakımı sosyalleştirilerek kadının çalışma hayatına katılması teşvik edilmelidir.

 

İktisadi faaliyet kollarına göre dağılıma baktığımızda, kadınların geleneksel iş bölümüne uygun olarak ağırlıkla tarım ve hizmet sektöründe yer aldığını görüyoruz. Kadınların yoğun olarak çalıştığı alanların başında % 72’lik oran ile tarım sektörü gelmektedir. Dikkat çeken bir husus da erkeklerin bu sektördeki oranının gittikçe gerilemesidir. (% 33) Erkekler bu alanı terk etmekte ve kadınlara bırakmaktadır. Son yıllardaki artışa rağmen, sanayide çalışan nüfusun % 9,7’si ve hizmet sektöründe çalışan nüfusun % 18,1’ini kadınlar oluşturmaktadır. Hizmet sektörü kentlerde kadınların çalıştığı en yoğun sektördür. Genellikle sağlık, eğitim alanlarında ve son yıllarda artış gösteren bir şekilde bankacılık sektöründe çalışmaktadırlar. Banka sahipleri ile yapılan bir ankette kadın işgücünü kullanmayı tercih ettiklerini çünkü, kadınların daha sakin ve uysal (!) olduklarını ve ayrıca ev işleri yüzünden sendika vs.. çalışmalarına da katılmaya zaman bulamadıkları cevapları alınmıştır. 1989 yılında kadınların bu sektör içindeki oranı % 55 iken, 1999 yılında % 58’e yükselmiş; sanayideki oranları ise 1989 yılında % 31 iken 1999 yılında % 28’e gerilemiştir.

 

2000 yılı verilerine göre, Türkiye’deki tüm çalışan kadınlar içinde ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı % 49,8’dir. Bunu % 38 ile ücretli ve yevmiyeli çalışan kadın oranı izlemektedir. Bu oran kentlerde, % 83 ile ücretli ve yevmiyeli çalışan kadınların artması şeklinde değişmektedir.

 

Kadınların çalışma yaşamları evlilik ve doğumla birlikte kesintiye uğrayabilmektedir. Bu kesintiyi göze almak istemeyen kadınlar sosyal yaşamlarında ikilem yaşamakta ve tercih yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu işverenler açısından da istemeyen bir durumdur. Bugün bir çok kadın işe girerken gebelik testine tabi tutulmakta yada iş kanunun 17. maddesi uyarınca doğum sonrası işten çıkartılabilmektedir. Yine 1475 sayılı yasaya tabi olarak çalışan kadınlar evlilik durumunda birikmiş tazminatlarını toplu olarak alabilmekte yada işini bıraktığında isteğe bağlı sigortalanabilmekte ve emeklilik hakkını çalışmadan elde edebilmektedir. Bunlar kadını koruyucu düzenlemeler gibi görünse de kadını çalışma yaşamından uzaklaştırmakta eve entegre etmektedir. Kadınların işgücüne katılım oranı özellikle 20-24 yaş arası % 35’lik dilim ile önde gelmektedir. 15-19 yaş arası bu oran % 28; 25-29 yaş arası % 31; 30-34 yaş arası % 32 ve bu şekilde azalarak devam etmektedir. Yine 20-24 yaş arası kadınların kentte işgücüne katılımı % 26 ve kırda % 52 ile önde gelmektedir. Bu oran yaş ilerledikçe azalmaktadır.

 

Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, evli kadınların işgücüne katılım oranı Türkiye genelinde % 27,2, kentte % 13 ve kırda % 48’dir. Dikkat çekici bir husus boşanmış kadınların işgücüne katılımının % 46 ile önde gelmesidir. Evli kadınların işgücüne katılımı hiç evlenmemiş (% 30) veya boşanmış kadınların oranından daha düşüktür. Bu oran kentte % 47 ile yine öndedir. Kırsal alanda evli kadınların daha çok işgücüne katılması yine aile içi tarım işçisi olması ile açıklanabilir.

 

Kadınların eğitim durumuna göre işgücüne katılım oranları eğitim seviyesi arttıkça doğru orantılı olarak artış göstermektedir. Okuryazar olmayanların işgücüne katılım oranı Türkiye genelinde % 27 iken, ilkokul mezunlarının oranı % 30,5; lise mezunlarının oranı % 33; lise ve dengi meslek lisesi mezunların oranı % 44 ve yüksek okul mezunlarının oranı ise % 71’dir.

 

Devlet İstatistik Enstitüsünün 2000 yılı verilerine göre, kadınların işsizlik oranı erkeklere oranla daha fazladır. Bu oran kadınlarda % 6,1’dir. Eğitimli kadın genç işsizlik oranı ise % 29’dur. Bu oran şehirlerde % 26 ve kırda % 43’tür. Kırsal kesimdeki genel kadın işsizlik oranı % 1,9’dur, ancak bunun sebebi yine kadınların ücretsiz aile işçisi olarak çalışmasıdır. Kadın işsizliği ile ilgili diğer bir boyut da, işsizliğin en yoğun olarak 15-19 yaş grubu arasında görülmesidir (% 15,6). Bunu % 15,5 ile 20-24 yaş arası genç kadınlar izlemektedir. Bu oran kentlerde 15-19 yaş arasındaki kadınlarda % 33, 20-24 yaş arası kadınlarda % 26 olmaktadır.

 

Kadınların eğitim durumuna göre işsizlik oranları incelendiğinde ise, eğitim düzeyinin yüksekliğinin genç kadınlar için yüksek işsizlik eğilimini azaltmadığı görülecektir. 12-24 yaş arası, ilkokul mezunu kadınların işsizlik oranı % 7 iken, bu oran ortaokul mezunlarında % 26, lise mezunlarında % 34, yüksekokul mezunlarında ise % 34 olarak tespit edilmiştir.

 

 

Örgütlenme;

 

Türkiye’de kadın çalışanların sendikal örgütlenmesi bu istihdam yapısı üzerinde yükselmektedir. 1996’da ücretli ve yevmiyeli olarak çalışan ve teorik olarak sendikalaşabilecek kadın sayısı 1.461.000’dir. bu sayı toplam kadın iş gücünün %22.3’nü oluşturmaktadır. Yine bu grubun %35-40’ı sendikalaşma için önemli bir potansiyel oluşturan kamu çalışanı(657 sayılı kanuna bağlı çalışan devlet memurları) kadınlardan oluşmaktadır. Ancak bu alanda, sendikal haklarda kısıtlamalar, idari baskılar yaşanmaktadır. Sözleşmeli personel statüsünde çalışan kadınlar içinse örgütlenme yasağı bulunmaktadır.

 

İşçi olarak çalışan kadınların sendikalaşması önünde ciddi engeller vardır. Bunlardan ilki kadın işçilerin erkek işçilerden yüksek oranda, sendikalaşmanın zor olduğu özel sektör işyerlerinde istihdam edilmeleridir. Yine önemli sayıda kadın işçi enformel sektör kapsamında değerlendirilebilecek küçük işyerlerinde istihdam edilmekte ve bu tür işyerlerinin önemli bir kısmı sendikalaşmak bir yana sosyal güvenlik imkanı bile sunmadan kaçak işçi çalıştırmaktadır. Bunun yanı sıra kentlerde kişisel hizmetlerde gündelikçi olarak çalışmak, eve iş verme sistemi içinde çalışmak,kentlere göç eden kadınlar için önemli bir istihdam alanı sunmakta ancak, bu işler iş yasası kapsamında bulunmadığı için, bu işlerde çalışanlar her türlü yasal güvenceden dolayısıyla örgütlenmeden yoksun kalmaktadır.

 

Türkiye’de sendikalı kadın sayısına ilişkin net bir veri yoktur. Ancak Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)’e üye sendikalardaki kadın sayısı ve oranı bulunmaktadır. (KESK’e üye sendikaların kadın-erkek sayıları ve oranları ektedir.) Sosyal sigortalar kurumu istatistikleri sendikalı kadın işçi sayısını %10 dolayında göstermektedir. Yine ülkemizde en büyük işçi konfederasyonu olan TÜRK-İŞ’ de ortalama %10 civarında kadın üyeye sahiptir.

 

Ayrıca sendikal örgütlenmeler içinde yönetici ve temsilci kadrosunda ki kadın sayısıda oldukça azdır. Bunda da kadının ev çocuk bakımı vb. işleri üstlenmesi önemli bir etkendir.

 

 

Eşit işe eşit ücret;

 

Türkiye’de çalışan kadınların ücretleri erkeklerinkinden düşüktür. Genel olarak Dünyada kadınların ücretleri erkeklerin % 78’i kadardır. Devlet İstatistik Enstitüsünün 1996 yılı verilerine göre, okuryazar olmayan kadınların saatlik kazancı erkeklerin kazancının % 62’si kadardır. Bu oran ilkokul mezunu kadınlarda % 41, lise mezunu kadınlarda % 59 ve yüksek okul mezunu kadınlarda % 59’dur. Yine, çeşitli meslek gruplarına göre de kadınlarla erkekler arasında ücret farklılığı bulunmaktadır. DİE’nin 1996 verilerine göre, en büyük kazanç farkı tarım sektöründedir. Hizmet sektöründe bu oran % 56; idari sektörde ise % 80’dir. Yalnızca kamu alanında çalışan kadınların kazancı erkeklerin kazancına yakındır.

 

Kadın emeğini değersiz hale getirmenin yolu, kadınlara düşük ücret ödemektir. Bu durumu kadının öğrenim ve beceri düzeylerinin düşük olması ile açıklamaya çalışanlar vardır. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta, burjuva ataerkil düşüncenin bir sonucunda kadınlarımız bilinçli olarak eğitim,öğretim süreçlerinden ve çalışma yaşamından uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Bu sistem içinde erkek evin esas geçindiricisidir ve kadın da ona bağımlıdır. Bu düşünce sistematiği içinde kadın aileye ek gelir sağlayabilir ama asıl görevi ev ve çocuklara bakmaktır. Bu nedenle kadınlarımızın büyük bir çoğu vasıfsız işçi olarak , düşük ücretle ve kayıt dışı çalıştırılabilmektedirler.

 

İş güvencesi

 

Her ne kadar yasalarımızda göstermelik de olsa var olan eşitlik durumları, gerçek yaşamda varlığını bulamamaktadır. Özellikle iş güvencesi ve eşit işe eşit ücret konularında kadınların hâlâ korumasız oldukları söylenebilir. İş kanunun 13. ve 17 maddeleri İşverene çalıştırdığı işçiyi herhangi bir nedenle işten atma hakkı tanımaktadır. İşçinin bu duruma itiraz hakkı yoktur, sadece kanundan kaynaklanan tazminat alacaklarını talep edebilir. Kadınların işten çıkarılmalarına pek çok gerekçe gösterilmekte ve bunların başında da evlenme, hamile kalma, doğum yapma gelmektedir. Türk-İş tarafından kendi kadın üyelerine uygulanan bir anketde, kadınlar açısından çalışma yaşamının temel sorunu ‘iş güvencesi’ olarak belirtilmiştir. Daha sonra sendikasızlaştırma, yetersiz ücret ve işsizlik, taşeronlaştırma, özelleştirme vb. gelmektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin

 

kadınlarımızın aldığı eğitim seviyesi nekadar yükselirse yükselsin

 

erkek egemen bi toplum hala süregelmekte

 

burda en önemli görev yine kadınlarımıza düşüyor

 

çünkü erkeği de kadını da yetiştiren , onları çocukluktan itibaren bi kalıba sokan yine kadınlarımız

 

kadınlarımız yetiştiriyor erkekleri

 

ve sonra yine kadınlar tarafından yetiştirlen erkekler kadına şiddet uyguluyor, o erkekler tarafından toplumda ikinci sınıf insan muamelesi görüyor, o erkekler tarafından iş yerlerinde eziliyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Sedatsan özellikle bu topicin icin sana yürekten tesekkür ederim....

 

gecenlerde bi haber izledim ve saskinligim, kizginligim hala sürüyo..

Dogu da esi üzerine kuma getirdigi icin evini terk eden kadini 8 yil boyunca kümese kapatmislar.....

 

töre cinayetleri mi?

 

kaba bir tabir olacak ama bazi gercekleri adiyla anmak gerek, namusun iki bacak arasi aranmasi mi....?

 

senin de dedigin gibi böyle olmasina ragmen kadinin basit bir obje olarak sunulmasi mi?

 

köylerde kadinlarin hice sayilmasi mi?

 

büyük sehirlerde calisan kadinlarin sorunlari mi?

 

nerden baslayip nerde bitirmek gerek bilmiorum ki,ama bu konular beni cok gerio....

 

ve bunlara parmak bastigin, ve burada gözler önüne serdigin icin tesekkürler...

 

 

NoT: ayrica yeni avatarini sevdim, gözüm bir yerden issirio ;)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sevgili alaTurka

 

Konuya gösterdiğin ilgi ve düşünsel katkın için asıl teşekkür etmesi gereken benim. Bu konuda epey bir araştırma yapmıştım. Şu üzerinde çalıştığım bu konuya, yazmakta olduğum kitap projemde de, genişçe ele almaktayım.

Saygı ve dostlukla.

Sedat.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kadınların yaşamları gerçekten zor ve acımasız! Aslında hayat koşulları acımasız ve sadece kadınları etkiliyor değil ama ister şehir de,ister köyde olsun kadınların herzaman 2. ve 3.plana atılması bir gerçek! Eşitlik isteniyor ya sonra... Feminizm diye birşey var bu kadar saçma bir savunma politikası olamaz! Bir bayanım ama feminizmi savunmuyorum çünkü feminizmi savunan kadınlar da aslında bu görüşü saptıran insanlar. Hayat hepimiz için zor bunu kolaylaştırmak elimizden gelir mi bilmiyorum ama ben hayatımı zorlaştırmamak için elimden gelenin en iyisini yapacağım hatta elimden gelmeyeni de başarmaya çalışacağım!..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

feminizm bu gün yanlış kullanılmakta ve yanlış anlaşılmakta. fenimizmin kökeni, Chicagoda 8 saatlik iş günü için gösteriler düzenleyen ve mitralyözlerle makinelilerle katledilen kadın işçilerinin hareketi, zira 8 mart dünya emekçi kadınlar günü, Birleşmiş Milletler tarafından 8 martta Chicago'da katledilen yüzlerce kadın işçi için ilan edildi.

 

ama bu gün feminizm çok farklı bir noktaya geldi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

TARİHİN AKIŞINDA KADININ TOPLUMDAKİ YERİ

 

Tarihte sınıfların ortaya çıktığı ilk andan itibaren, çalışan, emek veren kesimlerin yüz yüze oldukları tüm insanlık dışı baskılar, aynı zamanda kadınların, emekçi kadınların yüz yüze oldukları baskılar olmuştur. Köleci toplumda, köle sahipleri tarafından kölelere uygulanan baskılar, aynı zamanda köle kadınlara karşı uygulanan bir baskı olmuştur. Bir tek farkla ki, köle kadınlar, aynı zamanda köle sahiplerine yeni köleler yetiştirmek durumundadırlar. Ve baştan köleliği kabul eden, bunu kendisinin bir "kaderi" gibi gören yeni ve genç kölelerin yetiştirilmesi, köle kadınların, köle emeği dışında yapmak zorunda bırakıldıkları bir "toplumsal görev" olarak benimsetilmeye çalışılmıştır.

 

Aynı zamanda köle sahiplerinin her türden isteğini yerine getirmeye zorlanan köle kadınlar, böylece köleci toplumun sürdürülmesinde, köle sahipleri tarafından kendisine benimsetilmeye çalışılan "düzen koruyucu" görevi de üstlenmek durumunda kalmışlardır. Bir kölenin, kölelik koşullarının sürdürülmesi ve korunması için yapacağı ya da yapmaya zorlanacağı her iş, ne kadar "toplumsal" bir görevmişcesine sunulursa sunulsun, bir insanın kendine, kendi insanlığına karşı durmasından başka bir anlama gelmemektedir.

 

İşte köleci toplumda köle kadına, emeğini tüketmekten öte yüklenen "görev" ve bunu yerine getirmesi için onun üzerinde yoğunlaştırılan baskının niteliği budur. Böylece köle kadınlar, köle sahiplerinin, kısacası bu toplumsal düzenin egemen sınıfının ideolojik hegemonyasının asıl hedefi olmuşlardır. Bu yüzden de köle kadınların, köleci toplumda kadın olarak kendilerine yüklenilen görevler, egemen sınıfın ideolojisinde, yani düşüncede üretilmiş ve onlardan beklenilmiş bir "toplumsal görev" gibi sunulmuştur. Bu görevinde kadın, ne köledir, ne de köle sahibi. O sadece "iyi yurttaşlar yetiştiren" basit bir araç, eşyadır. Ona verilen köle sahiplerinin çıkarlarının "genel çıkar" olarak sunulmasıyla oluşturulmuştur. Böylece köleci toplumda köle kadınlar, kendi sınıfının bir üyesi olmaktan öte bir görev ve baskıyla yüz yüze bırakılmıştır. Bu da onun salt kadın olmasıyla ilintili hale getirilmiştir.

 

Köleci toplumun feodalizme doğru evrilmesiyle birlikte, yeni egemen sınıf feodal beyler, yani toprak sahipleri, toprak ağaları, eski toplumdan devraldıkları mirasla yola koyulmuşlardır. Artık, basit bir alet, araç, mal gibi görülen, alınıp-satılan köleler yerine, "daha özgür", sadece toprakla birlikte alınıp-satılabilen serfler, köylüler vardır. Bu sınıf, feodal beylerin egemen oldukları toplumsal düzenin sömürülen kesimi olarak, kadını ve erkeği ile var olmuşlardır.

 

Tıpkı köleci toplumda olduğu gibi, feodalizmde de kadının yeri, tarlada, bahçede, ağılda çalışmak, toprak sahipleri için çalışmaktır. Ancak kadın, köylü kadın, aynı zamanda kadın olarak yeni toprak köleleri yetiştirmekle yükümlüdür. Tüm işler içinde ve işlerle birlikte çocuk yapmak ve onları büyütmekle "görevlendirilmiş"tir. Sırtına bağladığı çocuğuyla çapa yapan, harman yerinde çalışan kadın hep aynı sömürü çarkının içindedir. Erkek serfler gibi, kadın da toprakla alınıp-satılabilindiği için, çocuk da toprak sahibinin malıdır. Doğal olarak kadın, toprak sahibi için sağlıklı yeni toprak köleleri yetiştirmekle yükümlüdür. Aksi halde cezalandırılması işten bile değildir. Oysa, en elverişsiz koşullarda büyütülmeye çalışılan çocuklar arasında ölüm oranları günümüzle kıyaslanmayacak kadar çoktur.

 

"Böyle gelmiş-böyle gider" kavrayışıyla hiçbirşeyi sorgulayamayan kadının bu yeni köleliği, yerleşik yaşamın gelişmesiyle birlikte, evde erkeğin, toprak sahibinin malı olmaktan öte bir değeri olmayan köylü erkeğin hizmetçisi olması belirginleşmeye başlamıştır. Erkek, toprak sahibinin malıdır ve kadın evde toprak sahibi adına onun "malını" korumakla yükümlüdür. Sabah tarlada, bahçede daha verimli çalışması sahibine daha iyi hizmet etmesi için erkeğin hizmetçisi kılınmıştır kadın. Erkeğin fiziki güçlerinin çok daha fazla gerekli olduğu bu toplumsal düzende, erkeğe göre fiziki olarak daha zayıf olan kadına biçilen bu işlev, belirgin biçimde kadının kadın olmasından kaynaklanan bir durumdur.

 

İşte kapitalizme doğru evrilen tarih sahnesinde kadının kadın olarak yeni ve ek hizmetlere sürülmesi, feodalizmle birlikte daha da belirginleşmesi yeni ideolojik saptırmaların da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ve kadın bu dönemde "şövalye"nin platonik aşkının nesnesi olarak sunulmuştur. Bu çağın tüm sanat ürünlerinde kadına verilen değer, hep onun kadın olmasıyla yüz yüze bırakıldığı toplumsal baskının ve ezilmişliğinin gizlenmesinin ifadeleri olmuştur. "Beyaz atlı şövalye"nin kadının kurtarıcısı olarak sunulması, aynı zamanda burjuvazinin feodalizmden devralacağı temel mirası oluşturmaktadır.

 

Ve kapitalizmin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, toprak köleleri, kapitalistin ücretli köleleri haline geldiler. Artık işçiler, bir köle gibi alınıp-satılmıyorsa da, kapitalistin elinde tuttuğu parayla alınıpsatılabilen bir emek-gücü sahibi olarak kendisini yaşam boyu kapitaliste bağlayan bağlarla bağlanmıştır.

 

Ama bu andan itibaren tarih sahnesinde yer alan ücretliemek, tarihin yeniden biçimlendirilmesinin de koşullarını yaratmıştır. Adına proletarya dediğimiz işçi sınıfı, sınıf olarak tüm çağların getirdiği tüm pisliklerden haksızlıklardan, baskılardan ve sömürülerden kurtuluşun ifadesi olmuştur. "Kadın sorunu" ile birlikte daha nice sorunların, bu dönemde ve bu toplumda ortaya konulabilinmesinin ve çözümlerinin tartışılabilinmesinin gerçekliği de burada bulunmaktadır. Artık proletarya, yani işçi sınıfı, kadın ve erkeğiyle, insanlığın kendi kaderlerini kendilerinin yapacakları bir çağın başlangıcı olmuştur.Bu yeni çağ, insanın bilerek, isteyerek, yani bilinçle, kendi sorunlarını ele alabilecekleri ve kendi iradeleriyle, bilinçleriyle çözebilecekleri bir çağdır. Ve "kadın sorunu", çalışan, emek veren kadınların sorunu da bu tarzda çözümlenebilecek sorunlardan birisidir.

 

Biraz yakından bakıldığında, kapitalizm koşullarında ücretli-emeğin durumu ele alındığında kadın sorununun da tarihsel evrimi anlaşılabilinmektedir. Ve artık kapitalizm, tüm dönemlerin getirdiği sorunların en had safhaya çıktığı ve çözümünün kaçınılmaz hale geldiği toplumsal düzendir.

 

Bu toplumsal düzende, her sorun gibi kadın sorunu da yakıcı hale gelmiştir. Artık köleden, serften farklı bir sınıf vardır. Bu sınıf, sadece kendi emek-gücü ile yaşamını sürdürmektedir. Bu sınıf için mülk edinme sadece bir yanılsama ve aldatmadır. Bu sınıf, tüm değerlerin yaratıcısının emek olduğunun gerçekliğidir. Kısacası, işçi sınıfı, sınıf olarak her türden özel mülkiyetin karşısındadır. Onun için tek bir değer vardır: Emek.

 

İşte bu değer, yani emek, işçi sınıfının bir niteliği olarak tüm toplumsal sorunların da çözüm biçimini belirlemiştir. Artık emeğe dayanmayan hiçbirşey kendisini var edemez. Ve kadın ile erkeğin ilişkisi, burada sadece emeğe dayanır. Karşılıklı ve eşit, özgür koşullarda verilen emektir ki, onların sevgisini, ilişkisini belirler. Ev-işinden, sosyal ilişkiye kadar her yerde ve her şeyde emek geçerlidir. İşte bu nedenle herşeyi emeği ile yaratmak ve yarattığı emek ürünlerine sahip çıkmak durumundadır.

 

Fabrikadan posası çıkmış bir halde eve gelen işçi erkek, evde kendisine sadece bir imzayla (kimi durumlarda sadece bir imamın duası) bağlanmış hizmetkârın sunacaklarını ve sunmak zorunda olduklarını bilerek yaşamak durumunda bırakılmıştır. Ve kadın, doğduğu andan itibaren sadece bu "toplumsal görev" için yetiştirilmiştir. Ve yüzyıllardır egemen sınıfların bile isteye sürdürdükleri kadın-erkek ilişkisi yeniden yeniden var edilmiştir.Ama kapitalist bir yerde dur durak bilmez. Tıpkı fabrikadaki makinalar gibi, kapitalist de sürekli kârını artırma peşindedir. Onun tek amacı kârdır ve bunu tasarlanamayacak kadar üst boyutlara çıkarmak ister. Ve o andan itibaren kadın emeği de ücretli-emek haline dönüştürülmüştür. Daha düne kadar, erkek işçiye, bakmakla yükümlü olduğu ailesini en alt düzeyde geçindirecek kadar ücret vermek durumunda olan kapitalist, ailenin her ferdini ücretli-emek unsuru haline getirerek, ücretleri azaltmanın yolunu bulmuştur. Kadın emeği ve çocuk emeği kapitalistin en son göz diktiği emek olarak devreye sokulmuştur.

 

Ve kadın, kapitalist tarafından önce ev-işinin doğal bir uzantısı gibi gözüken, kadının kadın olarak yapmak zorundaymış gibi sunulan işin bir uzantısı gibi görünen işlerde çalıştırılmaya başlanılmıştır. Ve herkesin de çok iyi bildiği gibi, bu iş tekstil alanında dikiş işi olarak ortaya çıkmıştır. Düne kadar işçi erkeğin aldığı düşük ücretle geçinebilmesi için kadına verilen bir görev, yani elbiseyi kendi emeği ile dikmesi, eski elbiseleri yamaması vb. işler için öğretilen dikiş dikme, dikiş makinası kullanma, şimdi kapitalistin konfeksiyon atöyesinde ya da fabrikasında kâr getiren bir iş haline getirilmiştir. Kadın, bu iş için verilebilinecek en düşük ücretle çalıştırılmaya başlanmıştır.

 

İşçi ailesinin eline geçen para toplamındaki artış, işçi ailesinin kapitaliste çalıştığı zamanın artmasıyla birlikte olmuştur. Artık erkek işçinin daha düşük ücretle daha uzun çalıştırılamadığı koşullarda eşin emeği devreye sokulmuştur. Ama gelişme hiç de kapitalistin beklediği gibi olmamıştır. Kadın işçiler de sömürüldüklerini anlamaya başlamışlar ve erkekleri gibi kendi emek-güçlerini en elverişli koşullarda vermek bilincine ulaşmışlardır. Artık onlar da sendikanın ne olduğunu, grevin ne işe yaradığını öğrenmişlerdir. Ve bu andan itibaren, ister erkek işçiyle birlikte, ister kendi başlarına kapitaliste karşı mücadeleye başlamışlardır.

 

Ama kadın işçiler bununla da kalmamışlardır. Artık kendi emekgüçlerinin bilincinde olduklarından ve kendileri de emek-gücü tükettiklerinden, sadece işçi erkeğin hizmetkârı olmaya baş kaldırmışlardır. Onlar için, her işçi, cinsiyet ayrımı yapmaksızın işçidir ve her birinin emek-gücü aynı biçimde kapitalist pazarda değerlendirilmek durumundadır. Böylece kadın işçiler, işte ve ücrette cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele başlatmışlardır. Eşit işe-eşit ücret, kadın emekçilerin dilinde kendi gerçekliğini bulmuştur.

 

Kadın işçi yüzyılladır kendisine biçilmiş "toplumsal görev"e karşıdır artık. Evde çocuk bakan, yemek yapan bir alet gibi görülmeye başkaldırmıştır artık. Yüzyıllardır erkek işi diye kadından uzak tutulan işlerde çalıştırılarak bunun bir aldatmaca olduğunu gören emekçi kadın, aynı zamanda ev-işinin sadece kadın işi olduğu şeklindeki aldatmaya da kanmaz olmuştur. Ve erkeğinden herşeyi birlikte paylaşmayı istemektedir artık.

 

Ama yine de yaşamak için çalışmak durumundadır emekçi. Kadın emekçi de, tıpkı erkek emekçi gibi çalışmak zorundadır. Kapitalistin kendisine dayattığı en düşük ücretle de olsa çalışmak durumundadır. Ve bu zorunluluk, yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Artık bir işçi olarak kadın, kapitalistin dayattığı çalışma koşullarında tüm emek-gücünü harcamak zorundadır. Eve o da yorgun ve bezmiş olarak gelmektedir. Evde sadece dinlenmek zorundadır, aksi halde ertesi gün fabrikada, iş yerinde kapitalistin istediği gibi çalışamayacaktır ve belki de bundan dolayı işten çıkartılacaktır. Bunun korkusuyla emekçi kadın ev yaşamının tüm insani yanlarını dışlamak zorundadır. Artık onun için çocuklar, herhangi bir nesne gibidir. Kimi zaman onların hoş gürültülerine bile dayanamaz olmuştur; çocuklarının gürültülü neşelerini paylaşamaz olmuştur. Ve bu yüzden onlara sert davranmak durumundadır. Ve çocuklar anne sevgisinin gerçekliğini yaşamadan büyümek durumundadırlar. Kadın, içine girdiği süreçte, kendine, kendi parçasına yabancılaşmaktadır artık.

 

Bu durum, kapitalist toplumun her alanında kendisini gösterir. Pazar için üretimin boy gösterdiği her ülkede, sadece işçi sınıfında değil, köylü ve küçük-burjuva kesimlerinde de, kadın aynı durumu yaşar. Kimi durumda karşılarında doğrudan kapitalistler bulunmaz. Ancak emperyalist-kapitalizmin dayattığı üretim ilişkileri, bu kesimleri de işçi sınıfıyla aynı konuma getirir. Doğal olarak da kadınların kadın olarak yüz yüze oldukları sorunlar da, çarpılmalar da benzeştir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kadınları ezen 'erkekler...' bu kadar mı?

 

peki ya kendi kendini ezen kadınlarımız...

erkek kardeşlerimize sofra kurmamız konusunda bizleri uyaran annelerimiz...

bulaşık yıkamayı,güzel yemek yapmayı,düzgün ütü vurmayıı öğreten annelerimiz...

sofrada en son 'kadın' çoçugun tabağına yemek koymayı gereklilik bilen annelerimiz...

hemcinsleriyle biraraya geldiklerinde ''hamarat kızım bize bir kahve pişirsinde görün'' diyen annelerimiz...

 

ilkokul sıralarından bu yana genç kadınlar arasında duyulur,rastlanır söylemlerdir bunlar:'valla ben en iyi erkeklerle geçiniyorum...dost ancak erkeklerden oluyor'...

bu cinsler arası anlamsız bir 'en' olma çabası,iç çatışmalardan kaynaklanan ifadeler...

nasıl en iyi dostun erkek olabilir ki senin herzaman...

seni en iyi anlayabilecek,sorunlarını,kendinden yaşadığı için en iyi dile getirebilecek,çözüm arayabileyecek olan yine senin hemcinslerindir...

erkekleri erkek yapan,bizlere 'adam gibi adam olmayı' ögreten,'ayşeler de tadabilir tarzı onaylar veren' erkekler,biz kadınların ürünü unutmayalım....

bu yüzden önce dayanışmayı kendi aramızda sağlayalım...sağlayalım ki cephelerimiz dolu,nedenlerimiz az olsun...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kız ve erkek çocuklar aşağı yukarı 7 yaşına kadar eşit ortamlarda büyürler.Ama 7 yaşında sonra kız çocukları oturmalarına ve kalkmalarına dikkat etmek zorundadırla.Kızım düzgün otur bacağın açılır denir fakat erkek çocuklarına da amcalara göster diye ısrar edilir çünkü en büyük özelliğidir erkek olmalarıdır.Erkek olmaları her ortamda istedikleri gibi davranma hakkını zaten vermiştir onlara.Günümüz türkiyesine bakıncada bir reklam furyasıdır gırla gidiyor.Araba reklamlarında kadınlar,permatik reklamlarında kadınlar,alakalı alakasız her ortamda kadın kimliği bir obje olarak karşımıza malasef ve malesefki çıkıyor..

 

Bekar olmak ayrı dert,evli olmak ayrı dert,dul olmak ayrı derttir bu ülkede.

 

Bekarsanız baba ocağında ezilirsiniz.Babaya,abiye ve kardeşlere bakmaktan kendinize bakmaya vakit ayıramazsınız.Evlenir koca evinde rahat ederim diye bir hayal kuruyorsanız bunuda unutun.Orada da hem koca baskısı hemde el birliği ile kocanın ailesinin baskısı devam eder.

 

Çocuk yaparsınız bu kezde tek başınıza büyütürsünüz.Babalar sadece işin maddi boyutu ve sevgi bölümünde devreye girerler.Çalışmak istersiniz bunada izin verilmez.Siz izin almak zorundasınızdır.Kendiniz böyle bir kararı verebilecek beyne ve zekaya sahip değilsinizdir.Kocanız uygun görürse çalışırsınız.

 

Sonra bir gün canınıza tak eder ayrılmaya karar verirsiniz.Her zamanki gibi çocuklar anneye devredilir ve belli bir nafaka bağlanır size ve siz çocuklarınızı büyütene kadar eski eşinizin eline mahkum bir hayat sürersiniz fakat azıcık dişli iseniz inat eder çalışırsınız.

 

Ama öyle yohhh kurtulamazsınız ne demek işe girip kendi hayatınızı kurmak olmaz.Sırada toplumun değer yargıları var.Üstelik bu kez aile daha sıkı baskı altına alır çünkü artık kadınsınızdır..

 

 

Belki acımasız gelebilir bunlar size fakat bir kadını anlamak için kadın gibi düşünmek gerekiyor.Ki bazen biz kadınlar bile birbirimizi anlayamıyoruz. Bizi ezen evde annelerimiz, evlilikte kayın validelerimiz ,iş yerinde bir üst mercihteki bayan yönecimiz,vs vs bu örneklemeler böyle çoğalır gider.......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.