Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Çin'e gelelim, bu ülke tarihin hiç bir döneminde önemsiz görülüp gözardı edilmemiştir. "Çin'in saldırması beklenmiyordu" demek, dünyanın en anlamsız sözü olmaya aday olabilir. Tüm tarihi boyunca dünyanın gözünü ayırmadığı ve ihtiyatın elden bırakılmadığı bir ülke olmuştur. "Uyuyan ejderha" olarak tanımlanmış ve uyanmaması için elden gelen yapılmıştır. "Afyon savaşları" bu çabanın en bariz örneğidir. Filmini izleyin, çok irrite edici ve uyandırıcı bir filmdir. Tüm duygularınızın rahatsız olduğunu ve ayaklandığını, kabullenemediğinizi hissedeceksiniz. Bu olayda Çin'in yaşadığı tabii ki bir trajedidir. İngiliz komutana suikast yapmak isterken yakalanan ve öldürülen zavallı Çinli kız içinizi derinden sızlatır. İçinizden bir duygu tanrının elinin uzanıp, o kızı elinden tutup cennetine çekmesi gerektiğini söyler. Bunlar tabii ki insani duygulardır. Çin'inyerinde olmak istemezsiniz. İngilizlerin gelip bir adanıza (Formoza) el koyması sizin de hoşunuza gitmezdi. Ama bu işler böyledir. Çin'i tutarlar tutarlar, tutamadıklarında Kore, Vietnam, Kamboçya, Allah ne verdiyse ele geçirmeye kalkar o da. Şimdi de biraz tutamama durumu oluyor. Vakti zamanında Japonya da Rusya, Çin, o da Allah ne verdiyse işgal etmişti. Yok yani, İngilizler de çok değil az zaman önce savaş gemilerini İstanbul boğazına demirlemişlerdi. Biz de bir zamanlar Viyana kapılarını zorlamıştık. ***** ABD'nin Kore Savaşı sırasında Çin'den bir saldırı beklemediği kore savaşı ile ilgili iki satır okumuş herkesin bildiği bir gerçektir. En temel ansiklopedik bilgilerde bile, Çin'in BM birliklerinin kendi sınırlarına dayandığı güne kadar Kore Savaşı ile tamamen ilgisiz olduğunun altı çizilir. Çin birlikleri Kore'ye girip ABD ordusuna saldırdığında. ABD hükümeti büyük bir şaşkınlık yaşamış. ABD başkanı ile Kore Savaşı'nı yöneten General Mc Arthur birbirinin zıttı açıklamalar yapmış. ABD haftalarca Çin'e karşı gösterilecek tepki ve tavır konusunda karar alamamıştır. Ne demirefe'nin iddia ettiği gibi ABD saldırdığında Kuzey Kore "çin'in kuklası" falandır. Ne de Çin'in Kore savaşıyla uzaktan yakından bir ilgisi vardır. Ancak önce iddia edip, sonra okuyup, ardından manevralarla durumu kurtarma gayreti yerine. Önce okuyup sonra iddia etmek gereklidir. 1950 yılında Çin, yüzyıllar süren İngiliz sömürgeliğini, İkinci Dünya Savaşı'nda Japon işgalini, 1949 yılında Sosyalist İhtilalini yaşamış harap olmuş ekonomisinin yaralarını tamir etmeye çalışan. siyasi birliğini düzene koymaya çalışan. Tüm enerjisini ve mesaisini toprak bütünlüğünü tehdit eden Tayvan adasındaki Milliyetçi Çin Cumhuriyeti'yle mücadeleye ayırmış bir devletti. Türkiye, boğazlarda ve doğusunda gözü olan, burnunun dibindeki totaliter emperyalist bir sömürü imparatorluğu olan, hem de eze eze sömüren bir gücün güdümüne girmemek için ABD desteğini almakla mantıklı hareket etmiştir. Aynı mantıkla, Küba?nın da ABD karşısında ezilmekten ve küçük, önemsenmeyen bir adacık olarak görülmektense, SSCB yanında yer alması da son derece mantıklıdır. Sovyet yandaşı olmasa Küba?yı kim tanır, kim takar, dünyanın bir yerinde bir ada devleti işte? Öyle olurdu. Yerini haritada gösterebilen nadir çıkardı. Ama bugün Küba dediniz mi herhangi bir ülke kadar tüm dünyada popülaritesi vardır. Küba için Sovyet yandaşı olmak bir tür yazgıydı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden bahsediyoruz. İki büyük emperyalist devletin askerlerini silah zoruyla ülkeden atmış (Fransa ve İtalya). İngiltere gibi dönemin dev emperyalist imparatorluğunun siyasi, diplomatik, lojistik hertürlü desteğini arkasına almış Yunan Ordularını kesin bir galibiyetle bozguna uğratmış. Dünyayı kasıp kavuran bir savaşta, her türlü baskı ve tehditlere rağmen tarafsız kalabilmiş bir devletten bahsediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin Sovyet hakimiyetine girme gibi bir tehlikesi mi vardı önünde?. Hala nezaman olmuş, kimden duyulmuş gibi basit sorular sorup cevabını alamadığımız "kars sınırına askeri yığınak yapıldı" yalanı dışında böyle bir tehlikeye dayanak olacak bir bilgi mi var? İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmaktan onlarca yıl uzakta olan Sovyetler Birliği'nin yeni bir savaşa girişecek hali mi vardı? Sovyetler Birliği'nin hakimiyet altına aldığı ülkelerle Türkiye arasında herhangi bir benzerlik var mı? Sovyetler'in o ülkeler arasından savaş yoluyla ele geçirdiği herhangi bir tanesi var mı o yıllarda? Daha çakaralmaz tüfeklerden müteşekkil ordusu olan ve hatta sosyalist bir rejime sahip olan Arnavutluk'a hakimiyet kuramayan Sovyetler Türkiye'yi mi işgal edecekti? İkinci Dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği herhangi bir ülkenin ordusuyla savaştı mı? Dünya yakın tarihini yorumlamak ne maç yorumlamaya benzer. Ne de film senaryosu anlatmaya. Küba; Küba'nın ABD karşısındaki durumu, ABD ile olan ilişkileri ile. Türkiye'nin Sovyetler Karşısındaki durumu arasında bir benzerlik var mı? Küba Sosyalist Blok'a katılmadan önce. ABD Ordusu tarafından hava saldırısına uğradı. Tarlaları bombalandı. ABD Küba'ya sabotajcılar gönderdi. ABD tarafından silahlandırılan göçmen Kübalılar. ABD savaş gemilerinin bombardıman desteğiyle Küba sahillerinde çıkarma yaptı püskürtüldü. ABD Küba'ya karşı, gıda, tıbbı malzemeler, enerji, ve teknoloji ambargosu uyguladı. Türkiye ile Sovyetler arasında bunlar mı yaşandı? Tabi arkadaşımızın "canlı tanıklar" ı dışında kimsenin bugüne kadar duymadığı "kars sınırına askeri yığınak" masalı hariç. Türkiye, Küba değildi. Aynı şey güney Amerika ülkeleri için de geçerlidir. ABD yandaşı olsalar ne olur? ?Eroin üretme, kaçak göçmen yollama? diye itilip kakılıp duran ülkeler olurlar, yaranamazlar bile. Ama karşıt ideolojide oldukları zaman önemsenir, kimlik kazanır ve taviz koparırlar. Şu müthiş siyasi tespite bakar mısınız? Yani bugün Latin Amerika'da ABD karşıtı hükümetler bloğunun varlık sebebi buymuş. ABD karşıtı ideolojide olunca "önemsenmek ve kimlik kazanmak" için. Yani bu ülkelerin ABD karşıtı ideolojiye sahip olmalarının sebebi buymuş. Bu kadar Amerikancılığı, bizzat ABD'de bile bulamazsınız arkadaşlar. Kıymetini bilmek lazım Demirefe arkadaşın. 50 yıl boyunca ABD ordusunun saldırılarına, CIA'nın ABD'li dev şirketlerin finansörlüğü ile düzenlediği kanlı Askeri darbelere, vahşete ve katliamlara maruz kalan Latin Amerika ülkelerinin karşıt ideolojide olma sebepleri buymuş. Hani diyeceğim ki bu arkadaşımız ABD'nin "arka bahçesi" olarak gördüğü Latin Amerika'da ne kıyımlar, ne katliamlar yaptığını bilmiyor olsun. İmkan dahilinde değil. 50 küsür darbe, yüzlerce siyasi suikast, onlarca askeri müdahele ve saldırı, milyonlarca katledilmiş insan. Bu dünyada yaşıyor olmak bilmek için yeterli ya. İş o değil. Latin Amerika ülkeleri ABD safında olsalar ne olur? Diktatörlükle yönetilirler, aç kalırlar, seçtikleri liderler ABD'li şirketleri rahatsız edecek en ufak bir icraata imza attıklarında ya suikaste uğrar ya da askeri cunta ile devrilir. Ulusal zenginlikleri, maden kaynakları , petrol yatakları ABD'li maden tröstleri tarafından yağmalanır. Kendi topraklarında, kendi madenlerinde günde 5 dolara çalışmak zorunda kalırlar. ABD'nin desteklediği ve finanse ettiği paramiliter silahlı örgütler tepelerinde demokles'în kılıcı gibi dikilir durur. Ülkeleriyle ilgili kritik siyasi kararlar kendi ülkelerinin siyasi makamlarınca değil ABD'li diplomatlar ve pentagon tarafından verilir. Bkz 50 yıllık Latin Amerika tarihi. Peki sonra ne olur. Önce Küba gibi, ABD'nin desteklediği bir diktatörün yönetimi altında, açlık ve sefaletin tam anlamıyla hüküm sürdüğü, şehirleri yalnızca uyuşturucu ticareti, kumar ve fuhuş için üs olma işlevi gören bir ülke iken. İşsizliğin %0 olduğu. Sağlık Sistemi ve kişi başına düşen sağlık hizmeti oranında ABD'yi sollayan. Eğitim alanında en gelişmiş dünya devletleriyle yarışan. Tüm vatandaşlarına %100 sağlık ve %100 eğitim hizmeti sağlayıp üstelik bunu ücretsiz olarak verebilen. Uyuşturucu ticaretine karşı sıfır tolerans gösterdiği ve izin vermediği için BM tarafından ödül alan (bizim basında bazı borazanların satır aralarındaki yalanlarına rağmen) bir ülke çıkar ortaya. Latin Amerika'nın 50 yıllık ABD egemenliğindeki makus talihini kıran ve öncülük eden bir devlet. Ve 50 yıldır ABD yayılmacılığı, saldırganlığı ve vahşetini çok ama çok kanlı şekilde yaşıyan Latin Amerika halkları için bu bir umut olur. Onu takip ederler. Hugo Chavez, Eva Morales, Lula, Ortega gibi. Bunuda "kimlik kazanmak, yaranmak" için değil. Özgür ve zenginliğin üstünde açlık çekmeyen birer ulus olmak için yaparlar. Yani ABD nin karşıta, düşmana filan ihtiyacı yok. Yapay düşman üretmeye filan hiç ihtiyacı yok, zaten istemese de olacaklar çünkü. Bilenmek ve sivrilmek için başkalarının ona düşman olmaya ihtiyacı var. ABD karşıtlığı o yüzden bitmez. Meyveli ağaç daima taşlanır... Diyorum ya bu kadar Amerikancılığı, Amerika'da bulamazsınız. Diye. "meyve veren ağaç" a bakarmısınız arkadaşlar. ABD. O'nun meyveleride hemen yanıbaşımızda Irak'ta hergün yüzlerce insanın kanıyla sulanıyor. Demek ki dünyadaki ABD karşıtlığının sebebi, ABD'nin "meyve veren ağaç" olmasından mış. O yüzen taşlanıyormuş. 50 yıldır dünyanın heryerinde kanın ve şiddetin sebebi olması değil. Dünyanın her karış coğrafyasında saldırmadığı yer olmaması değil. 50 yıldır ABD ordusunun dünyanın bir yerinde insanları öldürmediği bir tane , ama bir tane bile günün yaşanmamış olması değil. Dünya kaynaklarını tekelinde toplamak için. Sürekli savaş ve düşman üreten, dünya tiranlığına soyunan ABD, meyve veren ağaç oluyor. Varşova Paktı'na karşı güvenlik kalkanı olarak kurulduğu söylenen NATO. Varşova paktı dağılalı 30 yıl olacak. NATO denilen savaş makinesi ise büyüyor ve daha çok silahlanıyor. Kime karşı? Hangi Amaçla? ***** Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 sovyetler sadece bir skandaldır çarlık rusya degildir ama... sol denilen şey ise kapitalist denilen şeyin yedegidir, kontrolündedir ama her zaman böyleydi.... başkada bir şey degildir soguk savaşmış, öyle diyorlar, süper güçmüş, öyle diyorlardı sovyetlere. dünyanın önünde komedi oynuyorlar dünyada yutuyordu, yutturulmuş zokalar bunlar.. kusmak gerek.... tabi ki kitleler ve özelde gençler, helede okuyan gençler için bir şeymiş gibi görünüyoru, samimi olanları vardı ama fikirler samimi degildi ki.... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Tarihin bu kadar yanlı yorumlanması bence dehşet bir olay. Aynı kaynağı okuyup nasıl bu kadar zıt yorumlayabiliyoruz doğrusu ilginç. Bunun nedenini az sonra açıklayacağım, önce çarpıtmaları düzeltelim: Bir kere Kore savaşı Kuzey Kore'nin güneye saldırısı ile başladı. Kuzey Kore'nin arkasında güvendiği ise hem Sovyetler, hem Çin'di. Çin'in işe karışması ile şaşırma bocalama diye bir şeyden söz açmak bile abesin abesidir, dünyanın en anlamsız sözü olmaya aday gösterilebilir. General Mc Arthur görevden alındı, çünkü Çin sınırına dayanıp iki Kore'yi birleştirme hevesine kapıldı. Öyle çelişkili açıklama, bocalama filan olmadı. Truman ise bunu gereksiz buldu. Güney Kore'nin işgalinin önlenmesi amaçtı, bu amaç yerine gelince savaşın bitmesi gerekiyordu. Mc Arthur dinlemeyip K. Kore'ye girdi ve bu yüzden görevden alındı. Ben hiç manevra filan yapmadım. Baştan söylediğimi dosdoğru tekrarlıyorum: K. Kore Çin kuklasıydı. Çin'in amacı da Kore'yi kendi şemsiyesinde, güdümünde birleştirmek ve egemenliğini, sömürüsünü yaymaktı. BM olmasa Çin Kore'yi bütün bir lokma olarak yutardı. Güney Asya da Sovyetlerin Doğu Avrupa'sı gibi olurdu. BM müdahale ederek izin vermedi. Çin'in ilgisiz olduğunun altını çizse çizse polarize at gözlüğü ideolojili kafalar çizer. Böyle bir şeyin sözkonusu bile edilmesi komikten öte abes karedir. Türkiye üzerindeki Sovyet emellerini bizzat Stalin'in ağzından belgelendirdiğim için tekrarını abes sayıyorum. Türkiye yerinde saymış veya saydırılmış, Sovyetler gücüne güç katmış, iştihası iyice artmıştı. Hazır Doğu Avrupa'yı yutmuşken, iştahı da yerindeyken, işi bitirmek istiyordu. "Zaten bu Türkler Kurtuluş Savaşında bizden olanca yardımı alıp sonra sırt çevirdiler." Hınç da var yani! Türkiye'yi yerinde saydıranlar da "büyük bir gücün himayesine girelim" diyen boş kafalı, Atatürk'e ihanet içinde olan kişilerdi. ABD veya Sovyetler, onlar için farketmiyordu. Tüm düşündükleri himaye, yatarak beleşten geçinmekti. Kim yapacak onca sanayi hamlesini, binbir sıkıntı, çalışma ile? Gelsin büyük güçler kursunlar! Sovyet himayesini de, ABD himayesini isteyenlerin de kafası aynı: Boş ve tembel, Atatürk'e ihanet içinde olmak! Ancak totaliter emperyalist ve boğazlar, doğu üzerinde emelleri olan Sovyetler tehlikeli idi, ABD daha uygundu, onu seçtiler. Eh, doğru ve mantıklı tercih! Benim söylediğim bu! Güney Amerika ülkeleri hakkında yaptığım yorumlara ise katılıp katılmamak serbest... Umurumda bile değil. Benim yorumum öyle. Yalnız filden bahsederken şöyle cüsseli, şu kadar tonluk bir devdir demek fil hayranlığı filan değildir. Komik hiç değildir. Komik olan, başarısızlığı tescillenmiş ve tarihin sayfalarına gömülmüş ideolojilerle yönetilmiş devletleri savunmaktır. Bu arkadaşlar "vah vah, neleri savunmuşlardı, ne hallere düştüler" diye kendilerinin alaya alınmasının acısını başkalarının alay konusu olduklarını iddia ederek çıkarmasınlar. Bunu söylemek istemezdim, başta bana ağır gelir muhatabımı küçültücü laf etmek ama, işi alay konusu olma polemiğine dökmeyi başlatan ben değilim. Yorum farkı olur, sen söylersin, o söyler. "Alay konususun sen" diye polemik yapılırsa bu işin sonu Kongar-Çandar gibi yayından kaldırılmak olur, benden söylemesi... ********* Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 türkiye bir katakulleyle nato'nun kucagına atılmalıydı ve sovyetler anlaşmayı iptal edince hoop türkiye nato ya üye oldu bunda tabi koreye asker göndermek çok etkili oldu, nato ya dahil olduk emperyalizmin askeri olmayı dini duygularla açıklıyorlardı, yıgınlar başka nasıl kandırılabilirdi ki, aynı yıgınlarda kanrılmamak içinde hiç birşey yapmıyorladı... 27 yıllık tek parti faşizmi sıkınca, çok partili ama kontrollü bir uydulaşma devam etmeliydi, bu devamı nato çok iyi becerdi... 27 mayıs cuntası ve destekçileri başbakanı amerikancı diye suçluyorladı, halbu derin amerikancı ta kendileriydi. o zamanki başbakan ya da şimdiki başbakan çok iyi olmayabilir ama onlara muhalefet edenler hep derin amerikancıydılar.... kimse göstere göstere gelmez arkadaşlar, herkes adını saklarda gelir... perde gerisindekiler hep aynı, perde önündekilerin farklılık arzetmesi kimseyi yanıltmasın. ancak bu oyuna dahil olmayanlarda iş vardır, gerisi boş... Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Deniz Gezmiş’e çamur atan akıllılar" .. Bulaşmayayım bu yanlislik saçan şizofren akıllılar" diyorum... Demokraside her görüş olur, herkes fikrini söyler diye içimden geçiriyorum... Ama olmuyor, çünkü her sabah başka bir rezillikle uyanıyorum... Türkiye’nin bütününü “faşist” diye nitelediler, hapislerde işkence görenleri, 68 devrimcilerini, Zincirbozan mahkûmlarını, Yassıada avukatlarını, devrimci işçi sendikalarını, profesörleri, hukukçuları, gazetecileri yazarları “cuntacı” ilan ettiler, şimdi de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına çamur atacaklar... “Deniz Gezmiş’lerin zihniyetinde ulusalcı, yabancı düşmanı çizgiler varmış, onlar cesaretle ortaya konabiliyormuş” artık... *** “68 hareketinin vizyonu evrensel değil milliyetçi bir vizyonmuş...” ......................................... Bir insan yanlis olabilir... Bir insan geri ileri olabilir... Bir insan cok yanlisda da olabilir... Ama bir insan, hem yanlis hem arti niyetli hem de bu kadar olamaz, olmamalı... Deniz Gezmiş ve arkadaşları Marksist’tiler... Her Marksist gibi antiemperyalisttiler... Çünkü sömürü düzenine karşıydılar, onun en üst biçimi olan emperyalizme de doğal olarak karşı olacaklardı... 68’ler Amerikan emperyalizminin çok güçlü olduğu yıllardı ve Deniz Gezmiş ile arkadaşları Amerikan emperyalizminin Türkiye ve dünyadaki etkinliğine karşıydılar... *** O dönemin anti Amerikan’cı, antiemperyalist mücadelesini “yabancı düşmanı” çizgi olarak nitelemek için, insanın CIA’den para alması ya da silme düsüncesiz olup milleti de kendi gibi düsüncesiz zannetmesi gerekir... Deniz Gezmiş’ler enternasyonalistti... Her Marksist sosyalist gibi... Ve esasen onun için asıldılar... Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Amerikan emperyalizmine karşı olmalarını, yabancı düşmanlığıyla ve milliyetçilikle adlandırabilmek için ya travmatik kompleks sahibi olmak ya da belli yabancı odaklar tarafından alenen nemalanmış olmak gerekir... Yabancıya, kendi milletinden olmadığı için ırksal nedenlerle karşı çıkan, onu hor gören, nefret besleyen insana ve idelojilere “yabancı düşmanı” denir... Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Yunan halkına, İran halkına, Bulgar halkına, Amerikan halkına ya da herhangi başka bir milletin halkına düşman mıydılar ki “yabancı düşmanı” olsunlar?.. Yabancı düşmanı diye Fransız aşırı sağcı lider Le Pen’e denir... Ülkedeki yabancılara, sırf Fransız milletinden olmadıkları için karşı çıkar Le Pen... Amerikan emperyalizmine karşı çıkan Deniz Gezmiş’lerle, Fransız Le Pen’in ve yabancı düşmanlığının ne ilgisi var, nemalanmaya müsait akıllılar" ?.. *** Amerika’nın emperyalist politikalarına karşı çıkmak, sosyalistler için sınıfsal savaşın bir parçasıdır... Buna yabancı düşmanlığı değil antiemperyalizm denir... Siz, yapmakta olduğunuz bu yayınların hangi sermayeyle yapıldığını sorguluyor musunuz?.. Hangi sermayenin “parasıyla” bu kadar ...... yayınları yaptırıyorlar size?.. Bir de, emekli bir generalin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla “görüştüğü ve onları eyleme sürüklediği” haberleri var... Buradan yola çıkarak, Deniz Gezmiş’leri de bir çeşit darbeci ya da cuntacı göstermeye çalışıyorlar... Hiçbir utanma, haya, ya da ar yok bunlarda... Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hareketlerinden kendi iktidar mücadeleleri için yararlanan iki üç generale bakarak, o gençleri ve izledikleri çizgiyi, cuntacılıkla suçlayanlar, birer akıllılar" ... Önce kendilerine baksınlar... Onların söylemlerini şu anda dünyanın en kirli emperyalist güçleri, en vahşi amaçları için söylüyorlar... Deniz Gezmiş’ler kendi yurtsever ve devrimci duygularının dışında kimsenin oyuncağı olarak darağacına gitmediler, ama bugün onlara arsızca çamur atanlar, kendilerinin papağan gibi tekrarladıkları “yabancı istihbarat örgütü dezenformasyonlarının hangi emperyalist gücün çıkarına hizmet ettiğini gayet iyi biliyorlar...” Bilerek ve taammüden Deniz Gezmiş’lere bu çamuru atıyorlar... Çünkü şu anda dünya emperyalizminin “Türkiye için biçtiği rolü” uygulatacaklar... Deniz Gezmiş’ler yabancı düşmanı çizgideymiş... Niye?.. Amerikan emperyalizmine karşı çıktılar diye... Sizlere Ali Kemal demek bile, Ali Kemal’e hakaret olur... Sizler ancak Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı Goebbels’in kötü bir kopyası olabilirsiniz... .................................. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına yapılan suçlamalar bana da yersiz geldi. -Ulusalcı olamazlardı, çünkü enternasyonalisttiler. -Yabancı düşmanı olamazlardı, çünkü Marksisttiler. Ama bir generalin yönlendirmesi altında oldukları iddiasına bir şey diyemem. Geçenlerde 68 kuşağının temsilcisi bir konuşmacı vardı tv'de. Adını hatırlamıyorum. Devrimin üç yolla olabileceğine inandıklarını söylüyordu: 1. Seçimle komünist partisinin iktidara gelmesiyle. 2. Halk ayaklanmasıyla. 3. Askeri darbe ile. Kendisi halk ayaklanmasına inanmış olduğunu ifade etti ve diğer seçenekleri benimsememiş olduğunu anlattı. Bence üçü de olanaksızdı. Tek yol vardı, bir silahlı iç karışıklık çıkması ve Sovyetlerin duruma müdahale etmesi. Bunu hiç bir zaman kabul etmiyorlar. Çünkü o zaman kullanılmış olduklarını itiraf etmiş olacaklar... Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına yapılan suçlamalar bana da yersiz geldi. -Ulusalcı olamazlardı, çünkü enternasyonalisttiler. -Yabancı düşmanı olamazlardı, çünkü Marksisttiler. Ama bir generalin yönlendirmesi altında oldukları iddiasına bir şey diyemem. Geçenlerde 68 kuşağının temsilcisi bir konuşmacı vardı tv'de. Adını hatırlamıyorum. Devrimin üç yolla olabileceğine inandıklarını söylüyordu: 1. Seçimle komünist partisinin iktidara gelmesiyle. 2. Halk ayaklanmasıyla. 3. Askeri darbe ile. Kendisi halk ayaklanmasına inanmış olduğunu ifade etti ve diğer seçenekleri benimsememiş olduğunu anlattı. Bence üçü de olanaksızdı. Tek yol vardı, bir silahlı iç karışıklık çıkması ve Sovyetlerin duruma müdahale etmesi. Bunu hiç bir zaman kabul etmiyorlar. Çünkü o zaman kullanılmış olduklarını itiraf etmiş olacaklar... sayin demirefe' sürekli sovyet müdahalesinden bahsediyorsun! o zaman söyle bir soru cikiyor, gercekden o dönemde 70.li yillarda o dönemde sizce sovyetlerin Türkiyeyi hafife alip birde üstüne üstlük batiya karsisina alacak gücü varmiydi bir müdahale sonucu, cünkü bu savunma olmuyor? Alıntı
Misafir huseyinn Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Sayın hüseyin, "Stalin hakkında söylenen YALANLAR" mı buyurdunuz? Geçelim, ne sizin, ne benim ağzımın tadı bozulsun. Anlaşamadıysak anlaşamamışızdır. Ötesi yok... Batılı bilim adamları mamut fosili aramaya Sibirya'ya gidiyorlar. Köylü bir kadınla sohbet ederlerken kadın onlara Stalin dönemini özlediğini söylüyor. Bilim adamları sizin verdiğinize benzer tepkilerle ağızlarının tadını kaybederek işlerine dönüyorlar. Yani ABD nin karşıta, düşmana filan ihtiyacı yok. Yapay düşman üretmeye filan hiç ihtiyacı yok, zaten istemese de olacaklar çünkü. Bilenmek ve sivrilmek için başkalarının ona düşman olmaya ihtiyacı var. ABD karşıtlığı o yüzden bitmez. Meyveli ağaç daima taşlanır... Amerikan sinemasında sadece bilimkurgu örnekleri yok biraz da muhalif yönetmenlerden birşeyler izleyin. Örneğin M. Moore'un Fahrenayt 911'ini şiddetle tavsiye ederim. Ya da Loose Change adlı bir belgesel vardı. Bir ara internette. 11 Eylül provokasyonunu gerçekleştiren böbrek hastası Bin Ladin midir? Yine bir komedi filmi vardı Holywwod'dan. Sovyet temsilcileri tamam kaybettik çekip gidiyoruz diye tası tarağı toplayıp uçağa biniyorlardı. Amerikalı diplomatlar da onların peşinden koşuyorlardı. Aman durun gitmeyin şimdi bize kim düşman olacak diye. Sonra düşman olarak Kanada'yı buluyorlardı. Gülmekten kırılmıştım. Amerikanın düşmana ihityacı yok tezi görüldüğü üzere Amerika'da bile alay konusudur. O yüzden Sayın Cyrano bu konuda oldukça haklı. Ekonomimizi savaşla ayakta tutuyoruz, kuruldumuz günden beri sürekli savaşıyoruz savaşmaya mecburuz diyen kendi bilim adamları. Savaşmaya muhtaç olanın düşmana da ihityacı vardır. Nerede hani Irak'taki nükleer silahlar? Amerikalılardan daha Amerikancı olmayalım lütfen. Alıntı
Misafir huseyinn Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Atatürk'e ihanet içinde olan kişilerdi. ABD veya Sovyetler, onlar için farketmiyordu. Tüm düşündükleri himaye, yatarak beleşten geçinmekti. Kim yapacak onca sanayi hamlesini, binbir sıkıntı, çalışma ile? Gelsin büyük güçler kursunlar! Sovyet himayesini de, ABD himayesini isteyenlerin de kafası aynı: Boş ve tembel, Atatürk'e ihanet içinde olmak! Ancak totaliter emperyalist ve boğazlar, doğu üzerinde emelleri olan Sovyetler tehlikeli idi, ABD daha uygundu, onu seçtiler. Eh, doğru ve mantıklı tercih! Benim söylediğim bu! İlla bizi iki seçeneğimiz vardı başka dabir seçenek yoktu, fikrine inandırmaya çabalıyorsunuz sanırım. Peki hadi kabul ettik. Peki niye Sovyetler tehlikeli ABD daha uygundu onu da bir söyleyiverin de öğrenelim. ABD totaliter mi değil? Emperyalist mi değil? Doğu üzerinde emelleri mi yok? Nedir? Neden mantıklı bir tercih? Komik olan, başarısızlığı tescillenmiş ve tarihin sayfalarına gömülmüş ideolojilerle yönetilmiş devletleri savunmaktır. Bu arkadaşlar "vah vah, neleri savunmuşlardı, ne hallere düştüler" diye kendilerinin alaya alınmasının acısını başkalarının alay konusu olduklarını iddia ederek çıkarmasınlar. Tarih sayfalarına gömülmüş bir ideoloji mi? Ne oldu dünya üzerinde kapitalizm bitti mi de onun çelişkilerini ortaya koyan ideolojilerin tarihi geçti? Alıntı
Misafir huseyinn Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mayıs , 2008 Dünya, rekabetlerin, trajedilerin yaşandığı bir sahne. İnsan türü, diğer türlerle kıyaslanamaz biçimde baskın, sınırsız işgal gücüyle bu gezegeni böyle bir yere çevirdi. İnsan türü daha ateşi ve keskin obsidiyen baltayı bulduğu çağda, çevresini değiştirmeye başlamıştı bile. Hayvan sürülerini uçurumlara sürerek yok ediyor, ormanları yakarak alanlar açıyordu. O günden beri de dünyayı sonsuz, uçsuz bucaksız ve bitmez tükenmez kaynakları olan bir yer sanıyor. İyi bakın işte evrimi ne güzel tarif ediyorsunuz. Dünyanın en büyük ekonomik gücüne sahip ülke Amerika. Şu an Amerikan hapishanelerinde beş milyondan fazla insan var. Bu sayı bugüne kadar hiçbir ülkede görülmedi. Atmosfere sera gazı salınımında dünya birincisi. Güneş enerjili taşıtlara ya da temiz yakıtlara geçecek teknolojimiz var. Ama toplu dönüşümler maliyetler çok yüksek olduğu için gerçekleştirilemiyor. Çokuluslu petrol şirketleri engelliyor bu dönüşümleri. Anti kapitalist olmadan çevreci olmanız da mümkün değil. Çünkü dünyanın bu hale gelişinde en büyük paya onlar sahip. Bu perspektifi de sizin modası geçmiş dediğiniz ideolojiler sağlıyor. Eğer dünyanın çevresel felaketine gerçekten duyarlıysanız bu kar hırsı hakkında da bir şeyler söylemeniz "hür dünya" teriminden dönmeniz gerekiyor. Saygılar efendim. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 türkiye bir katakulleyle nato'nun kucagına atılmalıydı ve sovyetler anlaşmayı iptal edince hoop türkiye nato ya üye oldubunda tabi koreye asker göndermek çok etkili oldu, nato ya dahil olduk emperyalizmin askeri olmayı dini duygularla açıklıyorlardı, yıgınlar başka nasıl kandırılabilirdi ki, aynı yıgınlarda kanrılmamak içinde hiç birşey yapmıyorladı... Bu kısmına katılıyorum. Türkiye'yi NATO'ya dahil edip. Bölge ülkeleri soğuk savaşta taraf olmaktan kaçmak için elinden geleni yaparken (ki İsrail bile soğuk savaşta taraf olmamıştır) Türkiye'yi bir ileri karakol haline getirmek için memlekette komünizm öcüsü masalları üretilmiştir. 27 yıllık tek parti faşizmi sıkınca, çok partili ama kontrollü bir uydulaşma devam etmeliydi, bu devamı nato çok iyi becerdi...27 mayıs cuntası ve destekçileri başbakanı amerikancı diye suçluyorladı, halbu derin amerikancı ta kendileriydi. o zamanki başbakan ya da şimdiki başbakan çok iyi olmayabilir ama onlara muhalefet edenler hep derin amerikancıydılar.... kimse göstere göstere gelmez arkadaşlar, herkes adını saklarda gelir... perde gerisindekiler hep aynı, perde önündekilerin farklılık arzetmesi kimseyi yanıltmasın. ancak bu oyuna dahil olmayanlarda iş vardır, gerisi boş... Şimdi birincisi "27 yıllık tek parti faşizmi" tanımı ! Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir demokrasiside monarşiye son verip, devrim ya da ihtilal yapıp, demokrasiye cumhuriyete geçip ertesi gün çok partili rejimin uygulandığı bir ülke var mı? Ya da böyle olabilir mi? Cumhuriyet Devrimi, monarşiyi yıkıp, monarşistleri ülkeden kovup ardından çok partile rejime geçmek midir sadece? Monarşiyi yıkmak yalnızca resmi olarak ona son verip, monarşistleri iktidardan indirmek demek midir? Yoksa yüzyıllar boyu sürmüş bir sistemin etkilerini, izlerini, formel ve informel yapılarını parçalamak. Toplumun demokrasi ve Cumhuriyeti benimseyeceği ve toplum için bunların vazgeçilmez değerler olacağı zamana kadar bunu devlet eliyle korumak mıdır? Feodal yapıları parçalamadan. Feodal yapıların halk üstündeki yüzlerceyıllık etkisini kırmadan. Bir devrim gerçekleşmiş olabilir mi? Monarşiyi yıktınız ve genç bir cumhuriyetsiniz. Ertesi gün seçim düzenleyip, cumhuriyeti kaldırıp tekrar monarşiyi getirmek isteyenlerle seçim yoluyla yarışır mısınız? Yüzlerce yıldır halkı, gerek feodal kültürle, gerek dini inançarını istismar ederek yöneten monarşinin halk üstündeki manevi gücüne boyun eğmek demokrasi midir? Fransız İhtilali'nde ihtilalciler kralı idam edip hemen demokrasiye mi geçtiler? Yoksa kilisenin, asillerin, aristokratların, derebeylerinin halk üstündeki tüm maddi ve manevi güçlerini yok edene kadar devam mı ettiler? Genç Türk Cumhuriyeti, son yüzyılların en kanlı, en buhranlı, en karışık döneminde doğdu. Dünyanın 1914'te başlayıp 1945'e kadar sürecek olan. Ve ancak dünyanın gördüğü en büyük ve en kanlı iki savaşla çözülecek olan buhranın ortasında doğdu. Avrupa'nın en gelişkin demokrasi kültürüne sahip olan. Bilimde felsefede dünyaya önderlik eden ulusların birer birer demokrasiden uzaklaşıp diktatörlükler, fiili tek partili rejimler, olağanüstü hallerle yönetildiği dönemde doğdu. Şu haksızlıktır; Sanki yüzlerce yıllık demokrasi geçmişi ve kültürüne sahip bir ülkede. Atatürk ve arkadaşları demokrasiyi ortadan kalırıp tek partili bir rejime geçmişler gibi tanımlama yapmak. Şöyle biraz insaflı düşünelim. Bilimde, felsefede, düşün hayatında yüzlerce yıl geride kalmış. Tebasının hertürlü milli birliktelik ve bağlardan yoksun olduğu bir imparatorluğun küllerinden. bir cumhuriyet kuruyorsunuz. Bunu yaparken bırakalım kıtayı dünyanın en büyük emperyalist devletleriyle savaşıyorsunuz. Bağımsızlığını kazanıp çökmüş bir imparatorluğun topraklarında cumhuriyeti yeşertiyorsunuz. Karşınızda halk üstünde yüzlerceyıl boyunca dini ve feodal yetkilerle hakimiyet kurmuş monarşi yanlıları. Dünyanın en güçlü emperyalist devletlerin kimi zaman el altından. kimi zaman açık açık desteklediği etnik gruplar. Ve belkide en önemlisi, halen dini duyguları istismar edilerek kolayca ayaklandırılabilecek, monarşi ortadan kalkmış olsada monarşi döneminin yapılarına hala sadık bir halk. Ve ülkenin iç durumu böyleyken. Tekrar fırtına bulutlarının kıtanın üstünde toplandığı, buhranların ve ekonomik faciaların elinde harap olmaya başlıyan bir dünya İşiniz o kadar kolay olmaz. Cumhuriyeti ayakta tutmanız için yapmanız gerekenlerde kolay işler değildir. 27 Mayıs'a gelince. 27 Mayısçıların "derin amerikancı" olduğu gibi bir saptama. Hem teknik olarak, hem siyasal olarak son derece yanlış olur. Emperyalist ülkelerin desteklediği darbeler hiyerarşik kademe içerisinde gerçekleşen darbelerdir. Oysa 27 Mayıs genç ve düşük rütbeli subayların önce ordunun üst kademesine sonra, siyasal iktidara karşı gerçekleştirdiği bir darbedir. Genelkurmay Başkanın, bir.ok generalin, ordu komutanlarının yüzbaşılar, teğmenler tarafından tekme tokat gözaltına alındığı, tutuklandığı bir darbedir. Emperyalist devletler, destekledikleri darbelerde bir konuda çok hassastırlar. Darbenin kontrol edilebilir olması. Zira cuntaların nasıl ve nereye doğru evrileceği çok iyi planlanmamış ve ordunun üst kademesinin tam kontrol ve hakimiyetinde gerçekleşmemişse önceden kestirilebilecek bir şey değildir. Amerikancı bir darbe içinde Menderes ve partisi gibi koyu amerikancı bir siyasal iktidar mantıklı bir hedef değildir. 27 Mayıs Osmanlı'dan beri bu topraklardaki askeri cunta geleneğine benzemektedir. Orta rütbeli subaylar tarafından, ordunun üst kademesine rağmen gerçekleşen cuntalar gibi. Bkz. Yeniçerilerin kazan kaldırıp vezirlerin kellesini alamları. bkz Jontürkler, bkz ittihatçılar ve Bab-ı Ali baskını. orta rütbeli subayların ülke siyasetine müdahil olmak için ülkenin kendi iç dinamikleri ve çatışmalarının doğurduğu darbelerdendir. 27 Mayıs, darbeyi gerçekleştiren subayların. ertesi gün "ne yapacakları" konusunda içinde radikal olmayan DP'li siyasetçilerden, sivil aydınlara kadar kapı kapı gezip fikir aldıkları bir darbedir. İronik tarafı. Bu ülkenin gördüğü en ileri ve en özgürlükçü anayasa, 1961 anayasasıdır. 1961 Anayasası'nın verdiği haklar. ABD'nin açık açık desteklediği iki kanlı darbeyle geri alınmıştır. Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Şimdi birincisi "27 yıllık tek parti faşizmi" tanımı ! Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir demokrasiside monarşiye son verip, devrim ya da ihtilal yapıp, demokrasiye cumhuriyete geçip ertesi gün çok partili rejimin uygulandığı bir ülke var mı? Ya da böyle olabilir mi? mesele şurada; tek parti faşizmi derken, bunu çok parti faşizminden ayırmak için yani bize ait tarihi bir kesit anlamında söyledim, yoksa demokrasinin çok iyi bir yönetim şekli oldugu yanlışına düşmemek lazım, en azından ben böyle inanıyorum dünyaya hakim olan düzen böyle istemişdir, yani biraz tek tabanca takılalım ama şartlar degişince çok partiliş gibi takılabiliriz... görünen şeyler düzenin partileridir. bilinirki her önüne gelen fikirler için parti kuramazsınız, bunun için belli izinler almanız ve belli sözler vermeniz lazım düzenin sahiplerine... bilmem derdimi azda olsa anlatabildim mi? Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Türkiye'de laiklik ve demokrasi uzun zamandır yontuldu ve nihayet bugün demokrasi ve laiklik yok... Bakın artık tiyatrocular ve tiyatrolar muhalif oyunlar sergileyemiyor bile zaten sanata bile müdahale olmaya başlamışsa artık demokrasi vardır demek hayali bir safsatadır... İnsanlar korku ile fikrini açıkça söyleyemiyor tepki gösteremiyor ve düzenin insanı olmaya zorlanıyor birileri atı almış üsküdarı geçti hala ne tartışıyoruz, Türkiye faşizme teslim edilmeye zorlanıyor turuncu devrim ABD ve AB nin ortak gayretiyle AKP eliyle getirildi... Ne demokrasisi o artık can çekişiyor... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Haa şimdi sayın sardunyam, konuyu günümüze getirirsek tamamen haklısınız. Yakın geçmişte ABD dindarları maşa etmiş, SSCB sosyalistleri ama günümüze gelirsek iş tamamen farklı. Bugün ben sizlerle beraberim, bu kesindir. Benim doğruya doğru gibi bir huyum var. Her şeyin nedenselliğini irdeleme ve kendimce en doğru bakış açısını yakalama gibi bir hobim var. En şiddetli muhalefetten doğru bir şey duyarsam kabul etme ve en paralel göründüğümden yanlış bir şey duyarsam karşı çıkma gibi bir özellik. Laiklikten en küçük bir taviz vermek aklımın ucundan geçmez. Bu, ilkedir. Vazgeçilmezdir. Laiklik olmadan bir adım daha öteye atılamaz. Ne demokrasi adına, ne insan hakları, ne bilim, ne kültür ne sanat... Dogmatizmden bağımsızlık ön şartttır, ilk kuraldır. Hatta çevre bile dogmatizmden yalıtılmalıdır. Çünkü çevreye duyarsızlık "Allah vermiş, dilerse yine verir, dilerse vermez" düşüncesinden kaynaklanır. Ben bunu çok görmüşümdür. "Ben avlarım. Neslini sürdürecekse Allah sürdürür, sürdürmeyecekse sürdürmez." Bu düşünceyle adamlar bir türün neslini rahatlıkla tüketebilirler. Bir düşüncesi olmayanları zaten sözkonusu etmiyorum. Ama düşünce yapısı söz konusu edilecekse, canlıların evrimin nadir meyveleri olduğunu, doğanın tanrının inayetiyle filan değil, milyonlarca yılda ulaştığı hassas dengeler üzerinde giden bir yapı olduğunu idrak etmek gerek. Şimdi bakalım. Melih Gökçek ne diyor: "21 gündür (bu herhalde kuluçka süresi olmalı) Kızılırmak suyu içiriyoruz, kimse ishal olmadı"! Olmaz tabii, herhalde arıtıyor ve mikro organizmaları ayrıştırıyorsunuzdur. Sorun bu değil ki? Sorun ağır metaller. Bunlar da ne ishal yapar, ne 21 günde kendini ortaya koyar. Yıllar süren birikimden sonra belirtiler başlar. Yok şimdi dese ki "arıtma tesislerimiz her türlü olumsuzluğu önleyecek teknik düzeydedir" tamam, amenna. Ama bu sözün iler tutar bir yanı yok! Bilimle hiç alakası yok. İshal olmadı, demek olumsuzluk yok! Sen her gün radyasyona maruz kal bakayım, 21 gün sonra ishal mi oluyorsun, yoksa altı sene sonra kanser mi? Yani herkes bilimci değil ama, bir bilime danışılır da öyle konuşulur. Az daha cesaret bulsa "Evelallah bir şey olmaz. Cenabı hak korur müslümanları, Allah kerim" diyecek. Emin olun az daha cesaret bulsa dilinin ucunda, diyecek... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 sevgili demirefe örneğini verdiğin şeyleri yaşıyoruz zaten değil mi? ormanları talan ediyorlar ve kendi aralarında konuştukları şey: Allah herşeyi insan için yarattı denizleri kirletiyorlar, nükleer tesis kuruyorlar ve Allah büyük nasılsa temizler zaten bizim için yarattı diyorlar Allah aşkına söylesin biri doğaya karşı duyarlı bir antilaik gördünüz mü? Mesela hangi cami cemaati ormanlık alana ağaç dikti? ve bunu hangi hoca organize etti... yapmazlar ki düşünmezler bile, Allah verdi Allah aldı... neyse meselenin özü bu bu zavallılar hiç düşünürler mi (benimkide soru) Allah insan için yarattıysa bütün bunları insanıda bunlar için yaratmış olmuyor mu? insan bütün bu türettikleri olmazsa var olmaya devam edebilir mi? Sanırım bunuda Allah düşünecektir zira böyle bir kaygısı olan laik düzen karşıtı olduğunu sanmıyorum... Melih Gökçek adı bile benim için komedi... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 mesele şurada; tek parti faşizmi derken, bunu çok parti faşizminden ayırmak için yani bize ait tarihi bir kesit anlamında söyledim, yoksa demokrasinin çok iyi bir yönetim şekli oldugu yanlışına düşmemek lazım, en azından ben böyle inanıyorum dünyaya hakim olan düzen böyle istemişdir, yani biraz tek tabanca takılalım ama şartlar degişince çok partiliş gibi takılabiliriz... görünen şeyler düzenin partileridir. bilinirki her önüne gelen fikirler için parti kuramazsınız, bunun için belli izinler almanız ve belli sözler vermeniz lazım düzenin sahiplerine... bilmem derdimi azda olsa anlatabildim mi? dostum yalnız çok önemli bir noktayı atlıyorsunuz? Biz henüz ülkede bir bujuvazinin oluşmadığı. Kapitalizmin, "devlet kapitalizmi" modeliyle ülkede yaşatıldığı bir dönemden bahsediyoruz. Yani senin kuramına altyapı oluşturacak "düzenin sahibi bir bujuva sınıfı" yok henüz 1930 larda. 1940'larda. Burjuvazi olarak nitelendirilmesi dahi zor olan bir elit tabaka, azınlıklardan oluşmaktaydı. Ve onları mülksüzleştirip, milli sermaye yaratma amacı varlık vergisiyle somutlaştırıldı. "Düzenin sahipleri" denilebilecek burjuva sınıfı ne zaman oluştu Türkiye'de. 1950 DP iktidarıyla birlikte cumhuriyet devrimleri kritik noktalarda durduruldu. Feodal yapının parçalanması amacına son verildi. Ve Feodal unsurlar evrilerek burjuvaya dönüştü. Ki halen Türkiye'de burjuvazi içindeki en zengin insanlar. Dedeleri köy ağası, bey, toprak ağası, pamuk ağası, tütün ağası olan insanlardır. Yani monarşi devrinin feodalleri, 1950'lerle birlikte burjuvaya dönüştü. Yani dünyadan farklı olarak Türk Cumhuriyet Devrimi, Feodal yapıyı tam olarak parçalayıp yeni bir bujuva sınıfı yaratmadı. Feodal yapının unsurları burjuvaya dönüştü. Bu yüzden ekonomik olarak feodalizm yerini kapitalizme bıraksada. Sosyal ve kültürel olarak feodalizm halen ülkenin büyük bölümünde etkin. Bunun olumsuz sonuçları ülkenin geri kalmışlığının en büyük sebeplerinden birisidir. Birçok problemininde aynı zamanda. Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 dostum yalnız çok önemli bir noktayı atlıyorsunuz? Biz henüz ülkede bir bujuvazinin oluşmadığı. Kapitalizmin, "devlet kapitalizmi" modeliyle ülkede yaşatıldığı bir dönemden bahsediyoruz. Yani senin kuramına altyapı oluşturacak "düzenin sahibi bir bujuva sınıfı" yok henüz 1930 larda. 1940'larda. Burjuvazi olarak nitelendirilmesi dahi zor olan bir elit tabaka, azınlıklardan oluşmaktaydı. Ve onları mülksüzleştirip, milli sermaye yaratma amacı varlık vergisiyle somutlaştırıldı. "Düzenin sahipleri" denilebilecek burjuva sınıfı ne zaman oluştu Türkiye'de. 1950 DP iktidarıyla birlikte cumhuriyet devrimleri kritik noktalarda durduruldu. Feodal yapının parçalanması amacına son verildi. Ve Feodal unsurlar evrilerek burjuvaya dönüştü. Ki halen Türkiye'de burjuvazi içindeki en zengin insanlar. Dedeleri köy ağası, bey, toprak ağası, pamuk ağası, tütün ağası olan insanlardır. Yani monarşi devrinin feodalleri, 1950'lerle birlikte burjuvaya dönüştü. Yani dünyadan farklı olarak Türk Cumhuriyet Devrimi, Feodal yapıyı tam olarak parçalayıp yeni bir bujuva sınıfı yaratmadı. Feodal yapının unsurları burjuvaya dönüştü. Bu yüzden ekonomik olarak feodalizm yerini kapitalizme bıraksada. Sosyal ve kültürel olarak feodalizm halen ülkenin büyük bölümünde etkin. Bunun olumsuz sonuçları ülkenin geri kalmışlığının en büyük sebeplerinden birisidir. Birçok problemininde aynı zamanda. düzenin sahibi hiç bir zaman bizden degildi ki... cumhuriyet devrimlerini düzenin sahipleri buyurdu zaten.. kapitalist sistem yani sermaye hakimiyeti kendisine alternatif olabilicek tüm yapıları yok etti, etmek zorundaydı, işin dogası geregi... imparatorluklar ve hakimiyetindeki halklar ''serbest'' olmalıydı yeni düzen sahipleri için... sömürüye, yeni pazarlara ulaşmadan bir dünya hakimiyet söz konusu olamayacagı için bir takım yerlerde ''devrimler' 'modernleşmeler' 'çagdaşlaşmalar' vb. yaşanmalıydı.. düzen tek elden sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel yönlendirilmedigi müddetçe dünyaya yayılma ve hakimiyet kurma söz konusu olmazdı.. bu hakim olma istenci tabi ki insanların kara kaşı kara gözü için degildi, sömürmek be hakimiyet kurmak, hakimiyet kurmak ve sömürmek.. yoksa insanlar devrim adı altında uydulaştırma çabalarına kucaklarını açarak koşmadılar ama **** için aynı şey geçerli degil... Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 bop’un temel hedefi, ortadoğu’da israil’den daha büyük devlet bırakmamaktır. yaşadığımız günlerin abd ve ab’sinde, türkiye ile ilgili ilk hedef türk ordusu’nu etkisizleştirmek olarak dikkat çekiyor. laikliğe saldırıyı emperyalizmin haçlı kurmayları kotarıyor. müslümanlar burada sadece taşeronluk yapmaktadır. Turan Dursun'un sevdiğim sözü: "Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım." Daha güzel bir dünyanın, daha özgürlüklü bir dünya olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Daha özgürlüklü bir dünyanın kurulabilmesi için de tabuların yıkılması gerekli. Her türlü tabu yıkılmalı. En başta da dinlerden , "inanç"lardan kaynağını alan tabular. "Özgürlükleri bağlayan her türlü zincir kırılmalı, en başta da kafalardaki "iman zinciri". İman zincirine bağlı düşünce sabittir, değişmezdir. Bu ise doğanın değişken yapısına terstir. Zincirli zihin gelişme gösteremez; değişmelere, gelişmelere ayak uyduramaz. Dünyamızdaki her türlü olumlu gelişme, dinin ve imanınki başta olmak üzere, tabuların zincirinden kurtulabildiği, yol bulabildiği ölçüde gerçekleşebilmiştir. İnsan aklı, bilim, teknoloji, insan hakları alanında ulaşılan noktalar, bu yoldaki adımların ürünleridir. Akıl ve bilim aydınlık kesimdedir. Din ve iman ise karanlık kesimde. Aklın, bilimin ölçüleri bellidir. Gözlem vardır, deney vardır, nesnellik vardır...Yolu ışıklandıran da bunlardır. Öyleyse "din"in üzerine nasıl gidilmesi gerektiği ortada ve son derece açık: Karanlığın üzerine nasıl gidilirse, "din"in üzerine de öyle gidilmelidir. Karanlıkla savaşılırken ışık gereklidir. Dinin, imanın üzerine gidilirken de..." Böyle başlıyor Turan Dursun yayına çıkacak ilk kitabının önsözünde. Şeriatın kurşunları 4 eylül 1990 günü onu sırtında yedi yerinden vurup öldürmeden üç ay evvel...Öldürüleceğini çok iyi biliyordu Turan Dursun, ama şöyle diyordu: "Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım." Aydın ve cesur bir insan olarak ikincisini seçti o. Ben yanmasam, Sen yanmasan, Biz yanmasak, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. Nazım Hikmet .................................... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Türk devriminin feodal yapının üzerine gidemediği söylemine tamamiyle hak veriyorum. Bir söz vardır: “Türk gibi başla, Alman gibi sürdür, İngiliz gibi bitir.” Türk devrimi hızla ve inançla başladı. Başında yüzyılın en büyük lideri vardı. Çok büyük, inanılmaz bir mesafe kaydetti, daha başladığında. Ancak Atatürk henüz sağken bir çok ihtilaf, ayak sürüme, yozlaşma ve tembellik, azimsizlik baş göstermeye başlamıştı bile. Atatürk, İsmet İnönü ve Celal Bayar arasında tereddütler yaşadı. Hangisinin ülkeyi sırtlayıp iyi işler başarabileceğinden emin olamadı. Atatürk’ün ölümüyle birlikte de devrim bitti. Hemen onun mirasını yeme ve yerinde sayma devri başladı. Hazırcılık, “büyük bir güce dayanalım, onlar yapsın” anlayışı hortlayıverdi. ABD den yana tercih yapan DP değil, CHP dir. İnönü meclis toplantısında büyük bir güce dayanmamızın gerekliliğini söylediğinde meclis kendisini ayakta alkışlamıştır. Ardından Missouri zırhlısı 5 Nisan 1946 günü ölen Washington büyükelçimiz Münir Ertegün’ün cenazesini getirme bahanesiyle İstanbul’a gelmiştir. ABD ile yakınlaşma o zamandandır. Bu gemi rasgele bir gemi değildir. 1945'te Japonların savaş sonunda kayıtsız şartsız teslim olması antlaşması Missouri Zırhlısında imzalanmıştı. DP bu tercihi sürdürmüştür. Hatta İnönü DP iktidarının NATO’ya girmeyi başaramayacağını iddia etmiştir. Ancak Kore savaşı sonrası bu gerçekleşmiştir. Tek parti döneminde feodal yapının üzerine gidilmeyişi bir yana, desteklenmiş ve ayrıca bir de bürokrasi oluşturulmuştur. Köy ileri gelenleri tek kuruş salma vergisi ödemezlerdi. Memur ayrıcalıklı, işçi amele takımıydı. Ayrıca Atatürk’ten sonra tek çivi çakmamışlardı. Sovyetlerin gücünün artmasına paralel bir tercih değiştirme eğilimi artışı görülüyordu. Sovyetlere eğilim ve ABD karşıtlığı, 1980 yılına kadar sürekli artış göstermiştir. DP iktidarı bürokrasi egemenliğini kırma ve kalkınma hamleleri konularında başarılıdır. Tek parti döneminde burjuvazi yoktu, doğru. Bürokrasi idi devletin sahibi. Halka göre çok büyük önemli ayrıcalıklara sahiptiler. Ancak DP iktidarı öylesi vahim hatalar yaptı ki, inanılmaz. Dogmatizme kapıları sonuna kadar açtı. Öyle ki bilimciler dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylüyorlarsa, ama halk buna inanmıyor, “ahana görüyoruz begim, Allah güneşi dünyanın etrafında döndürübatır! Gözümüze mi, sana mı inanak?” diyorlarsa, bilim değil, halk haklıydı. Halk öyle inanıyorsa güneş dünya etrafında dönmek zorundaydı! ABD nin Sovyet yayılmasını güneye, sıcak denizlere yöneltmesi tehdidine karşı yeşil kuşak oluşturma projesi DP iktidarının öyle işine geldi, bu projeyi öyle sevdi ki, aşkla şevkle dine, dogmatizme kapıları sonuna kadar açtı. E çünkü halk da dini seviyor ve dine kapıları sonuna kadar açan iktidara sonuna kadar oy vermeye, odunu aday gösterse onu bile seçmeye dünden hazırdı. Artık DP ülkenin ebedi iktidarıydı, dinini bu kadar seven halk başka kime iktidar verirdi ki zaten? İstese hilafeti bile geri getirirdi! CHP ye ne gerek var, kapat gitsin. Zaten sittin sene iktidar olamaz. Muhalefet? Ne gerek var canım? Dine muhalefet mi olur, küfür maazallah! Üniversite? Zındık, komünist yetiştirmekten başka hayrı yok. Olmazsa getiririz ABD den birkaç öğretim görevlisi. Ordu? Askeri bürokrasi! Orduyu astsubaylar da götürür. Subaylara ne gerek var? Öğretmen? Ne öğretmeni yahu? Milletin çocuğuna dinsizlik mi öğretecek? Eğitmen kadrosu açarım, devlet memuru da yapmam, sözleşmeli yaparım, bülbül gibi benim istediklerimi öğretir. DP nin bu fikirleri laik demokrasinin bağrına saçılan virüslerdi ve tabii ki temizlenmesi gerekiyordu. Ancak idamları yanlış buluyorum. Bu başlığın konusu olan idamlar da eklenince, bu ülkede dogma ve rasyonellik arasında bitmez bir nefret başlamıştır. Ben bunun telafisini imkansız görüyorum. Ben hem nalına, hem mıhına vurma ve tek kutuplu görüş açıklamama yanlısıyım ama, böyle yapmak da yetmeyecek. Bu nefret dinmeyecek bu ülkede. Taş tam kuyudan çıkarıldı derken biri çıkıp haydiii taşı yine kuyuya… "Başörtüsü çene altına mı bağlanmalı, boyuna mı salınmalı?"!?!! Üzgünüm ama durum böyle... Bir kesim, “A. Menderes ve diğer ikisine oh oldu, iyi ki asıldılar ama D. Gezmiş ve iki arkadaşına çok yazık oldu.” Diğer kesimde cümle aynı, isimlerin yerleri değişik: “D. Gezmiş ve diğer ikisine oh oldu, iyi ki asıldılar ama A. Menderes ve iki arkadaşına çok yazık oldu.” Bu tartışma bizi iflah etmeyecek gibi görünüyor… Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 sanki laiklik bizim ebedi ve evrensel bir degerimizde emperyalist güçler onu yok etmek istiyor... bu çok masum ve çocukca bişi bana kalırsa... akıl ve bilim putu neye çare oldu ki... insanları ebedi huzuramı çıkardı, yoksa daha vakit var mı? neyin anahtarlına sahip oldu bilim putu (bilim putu diyoruz ya hemen damgayı koyarlar bilim düşmanı diye) ilahi siz... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 bilim putu diyoruz ya hemen damgayı koyarlar bilim düşmanı... Damga koymak ne haddimize, sen kendin ne olduğunu kendi ağzınla söylemişsin. Bize laf bırakmamışsın... Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2008 Damga koymak ne haddimize, sen kendin ne olduğunu kendi ağzınla söylemişsin. Bize laf bırakmamışsın... demedim mi ben size çıkar biri diye bilim putunu yıkalım hadinnn Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 31 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 31 Mayıs , 2008 düzenin sahibi hiç bir zaman bizden degildi ki...cumhuriyet devrimlerini düzenin sahipleri buyurdu zaten.. kapitalist sistem yani sermaye hakimiyeti kendisine alternatif olabilicek tüm yapıları yok etti, etmek zorundaydı, işin dogası geregi... imparatorluklar ve hakimiyetindeki halklar ''serbest'' olmalıydı yeni düzen sahipleri için... sömürüye, yeni pazarlara ulaşmadan bir dünya hakimiyet söz konusu olamayacagı için bir takım yerlerde ''devrimler' 'modernleşmeler' 'çagdaşlaşmalar' vb. yaşanmalıydı.. düzen tek elden sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel yönlendirilmedigi müddetçe dünyaya yayılma ve hakimiyet kurma söz konusu olmazdı.. bu hakim olma istenci tabi ki insanların kara kaşı kara gözü için degildi, sömürmek be hakimiyet kurmak, hakimiyet kurmak ve sömürmek.. yoksa insanlar devrim adı altında uydulaştırma çabalarına kucaklarını açarak koşmadılar ama **** için aynı şey geçerli degil... Hangi düzenin sahipleri arkadaşım? Onu soruyorum. Henüz olmayan düzenin sahipleri mi? Kalıp tespitler her ülke ve coğrafya için geçerli olabilecek numarasız gözlükler değildir. Türk Cumhuriyet Devrimi, feodalist monarşinin bağrında bir burjuva sınıfının gelişip feodal yapıyı parçaladığı bir devrim değildir. Cumhuriyet Devrimi gerçekleştiğinde ortada ne burjuvalar vardır. Ne de kapitalizm. Devrime öncülük eden kadrolar burjuva kadrolar değildir. aydınlar, askerler ve sivil bürokratlardır. Ne jontürk devrimlerinin, ne ittihat terakkicilerin, ne de Cumhuriyet Devrimini gerçekleştiren kadronun içinde burjuva sayılabilecek hiç kimse yoktur. Orta dereceli bürokratlar, modern eğitim almış subaylar, aydınlar ve feodal unsurların batıda eğitim görmüş çocukları. "imparatorluklar ve hakimiyetindeki halklar ''serbest'' olmalıydı yeni düzen sahipleri için..." böyle bir tespitin ise hiçbir mantıklı tarafı yok. Zira emperyalizm bunun tam aksini gerçekleştirmek için iki kez dünya savaşı çıkardı o dönemde. Eninde sonunda sömürgelerin paylaşılamaması, alman ve japon imparatorluklarının emperyalist sistem içerisinde eşit bir aktör olmak istemesi sebebiyle doğan iki büyük savaş tam aksine, imparatorlukların daha fazla halk ve ülkeyi hakimiyetleri altına almak için giriştikleri eylemlerdi. Cumhuriyet devrimleri "düzenin sahipleri"nden büyük britanya imparatorluğuna sömürgelerinin yarısını kaybedeceği dalganın doğmasına mal oldu. Bağımsız olunabileceği, britanya, italya, fransa gibi devletlere karşı zafer kazanılabileceği fikri Kurtuluş Savaşından asyaya kıvılcım olarak sıçradı. Başta Büyük Britanya olmak üzere, italya ve fransa Anadoludaki hakimiyeti baki kılmak için son kozlarına kadar oynadılar. Ve ancak Cumhuriyet Devrimi'nin gücü karşısında ısrarcı olmaları durumunda kıtadaki tüm sömürgelerinin tehlikeye gireceğine ikna oldukları anda pes ettiler. Sakarya Muharebesi, Hindistan'dan , Cezayire kadar üç büyük avrupalı devletin sömürgesi olan ülkelerde insanların kahvehanelerde köşebaşlarında, ellerinde gazeteler günü gününe takip edip tartıştıkları, Türk'lerin lehine en küçük bir haberin bile bir coşku vesilesi olduğu bir olaydı. Pakistan'dan, Afganistan'dan, Hindistan'dan, Cezayir'den Anadolu hükümetine halkın topladığı bağışlar gönderiliyordu. Üç büyük emperyalist devletin sömürelerinde insanlar bu üç büyük avrupalı emperyalist devlete karşı bağımsızlık savaşı veren Anadolu Hükümeti'ne yardım gönderiyordu. Büyük Britanya henüz sakarya savaşının sonunda Anadolu'daki hakimiyetinin sona erdiğine ikna olduysada. Hakimiyeti altındaki diğer sömürgelerde halkın Türk direnişine olan sempatisini ve örnek oluşturma riskini ortadan kaldırmak için ısrarcı oldu önce. Oysa, İtalya ve Fransa sessiz sedasız askerlerini alıp, çekip gittiler. Büyük Britanya ise asyadaki diğer sömürgelerine örnek oluşturmaması ve yayılmaması için Anadolu'dan bir yenilgi ile ayrılmayı istemedi ve ısrarcı oldu. Bizzat padişahını yanlarına çektileri, "ingilize kurşun sıkan kafirdir" diye fetva verdirecek kadar halka dayatma yaptıkları halde. Düzenli bir ordu kurup büyük devletlerle savaşmayı dahi göze alacak kadar bağımsızlık konusunda ısrarcı bir halka hakimiyetlerini kabul ettirmiyeceklerini zaten anlamışlardı. Lord Gurzon'un Anadolu'daki olası bir yenilginin zincirleme bir yenilgi getireceği konusundaki propagandası ve ısrarı Büyük Britanya'lı yöneticileri son ana kadar gitmeye ikna etti. İtalya, Fransa gibi büyük ordulara sahip devletlerin dahi savaşmak istemediği ve çekildiği. Büyük Britanya gibi bir devletin dahi sıcak çatışmaya yanaşmadığı bir orduya, salt yerel direnişlerle dahi iki büyük emperyalist devletin "şark rüyası" nı son erdiren bir halka karşı, zafer kazanacaklarına basiretsiz ve iradesiz bir kralın, kendi ülkesinden çok İngilizler'in çıkarlarını düşünen bir başbakanın öncülüğünde ikna edilen Yunan'lıları "büyük yunanistan" masalıyla ateşin ortasına ittiler. Ve sonunda artık Türk Ordusu'nun kesin galibiyetiyle ısrarlarının asya sömürgelerinde toplu bir savaşa yol açacağını anladıklarında pes ettiler. Cumhuriyet Devrimi'nin önemi ve kendi sınırlarını çok çok aşan etkisini ondan onlarca yıl sonra "emperyalistler istedi öyle oldu" şeklinde komplo teorileriyle değerlendirmek hatadır. Alıntı
Φ cenk başaran Gönderi tarihi: 31 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 31 Mayıs , 2008 Hangi düzenin sahipleri arkadaşım? Onu soruyorum. Henüz olmayan düzenin sahipleri mi? hangi düzen mi? cumhuriyet devrimleri falan mı? sevgili arkadaşım bu konuda asgari anlaşma zemini bitmişdir ve biz deminden beri havaya konuşmuşuz... insanların hakikatten serbest falan kaldıgını mı sandın dediklerimden ? gelenegi 'serbest' bırakan modernlikdir, insan kümelerini gelenegin zincirlerinden kurtaran aslan modernlik? kendi kaderini tayin etme masalı varya... türkiye çevre ülke olarak merkezin iman esaslarını kabul etmişdir. iş bundan ibarettir. malesef böyledir başka konularda buluşmak dilegiyle.. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.