Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İNKAR EDİLEMEZ NETLİKTE AHİRET İN İSPATI


Önerilen İletiler

Rahat uyu Doğan abi.. :) hepimiz anladık seni.. :) dayı gibi bir Adem anlayabildiyse..gerisini merak etme :D

 

Eminim,ki senin İmanından kimse şüphe etmez burada..ve burada bulunanlardanda sen şüphe etme.. :)

 

İşte DAYI ya yakışır bir yaklaşım;

 

TEŞEKÜRLER Sevgili Dayı

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 78
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

samimiyetimle söylüyorum;

TARAFSIZ gibi bir arkadaş ile münazara da bulunmak bile, beni mutlu ediyor.

 

Keşke her ateist O nun gibi TARAFSIZ ve ÖnYargısız ve Nüktedan olabilse,

O zaman dünya daha yaşanılası bir yere dönüşürdü...

 

 

İyi düşünceleriniz için teşekkür ederim ama bir ateist olmadığımıda belirtmek isterim !

 

 

saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İyi düşünceleriniz için teşekkür ederim ama bir ateist olmadığımıda belirtmek isterim !

 

 

saygılar

 

Gerçekten Ateist değilmisiniz. Öyle ise, Ne mutlu size

 

Sizi Tebrik Ediyorum.

 

Peki bir ateist olmamak sizi, aynı zamanda bir İnançlı kılıyormu.

 

Yoksa o konuda da TARAFSIZ mı sı nız.

 

Her durumda da, benim nazarım da, gerçekten TARAFSIZ olmayı hakkediyorsunuz.

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Madem ki bu Allah'ın varlığı ispatlandı, şu anda yapmamız gereken şey, onu nasıl yok edeceğimizin yollarını aramaktır. Bunu yaparken de bir zahmet, cinci, perici, ruhcu arkadaşlardan yardım alacağız. Zira biz dinsiz ve ateist arkadaşlar bu işlerin acemisiyiz.

Evet!! sevgili teist arkadaşlar, bir zahmet bir el atın da; şu Allah'ı nasıl ortadan kaldıracağımızın bir yolunu bulalım.

Madem ki; şu Kuran'da anlatılan vicdansız, gaddar Allah gerçekten var, teist, ateist, satanist farketmeksizin; hepimizin başı dertte demektir.

 

2 gün önce öyle bir şey yaşadım ki; artık ben de Allah'ın varlığına inanmaya başladım. Hatta eminim artık var olduğuna. Çünkü o olmasa bu kadar büyük bir vicdansızlık meydana gelemezdi.

O cehennemde anlatılan kızgın kaynar sular başımdan aşağı döküldü. İnanamadım, hala inanamıyorum, tek bildiğim şey; artık Allah'ın var olduğu.

Öyle bir şey yaşadım ki; şu hayvanlarım olmasa, burdaki bazı ateist, dinsiz örnekler olmasa, şu dünyada bir dakika bile daha kalmak istemeyeceğim günler yaşıyorum artık. Çünkü Allah'ın yaratmadığı bir gezegenin ahlakını, vicdanını taşıyan bir yaratık olarak, kendimi fazlalık hissetmeye başladım.

 

 

Bundan sonra hiç kimse kendini garantide hissetmesin, çünkü Allah denen bir şey var.

Kimse "ben inanıyorum, ibadet ediyorum, tapıyorum, çok iyilik yapıyorum" filan demesin. Onun hiç sağı solu belli olmaz. Nasıl ki sizin sağınız solunuz belli olmuyorsa, konuştuklarınızla yaptıklarınız birbirini tutmuyorsa, onunki hiç tutmaz. Bakarsınız tepesi atar, sizi yakıp, bütün satanistleri cennete koyabilir.

O yüzden çok ciddiyim; onu bir an evvel yok etmek gerekiyor, uzman arkadaşların acil yardımına ihtiyacımız var.

 

Değerli ateist/dinsiz dostlarım! Siz farkında değilsiniz ama beni ayakta tutan sizlersiniz. Sizi o kadar çok seviyorum ki; anlatabilmek olmaz. Sizden gelen şefkat dolu mesajlar olmasaydı, şu anda ayakta kalmam mümkün olmazdı. Hele geçenlerde daha önce tanımadığım bir taneniz öyle insanca bir şeyler yazmış ki; okurken gözyaşlarımı tutamadım. (Çok sağol, var ol, şimdi çok işime yarıyor o sözlerin). Sizlerin sayesinde yok olAmıyorum.

 

Yüce Allah hepimizi Allah'tan korusun.

Özellikle şu Notamatik yaratığını; o Allah'ı sevenden, onun adaletini adalet sayandan, onun vicdanını vicdandan sayandan korusun.

Amin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

O yüzden çok ciddiyim; onu bir an evvel yok etmek gerekiyor, uzman arkadaşların acil yardımına ihtiyacımız var.

 

 

Esprili bir dille ele alınmış güzel bir yazı, ama...

 

Aması var.. Nasıl başarılacak bu yok etme, sinelerden gönüllerden nasıl uzaklaştırıcaz?

 

Yerine neyi koyıcaz peki, soru sormayı mı bırakıcaz, biz kimiz nasıl biz olduk, şu evren kainat, bu nizam, bu hayat, bu şuur nasıl var oldu demeyecekmiyiz?

 

Haykırmalımıyız tam inanmasak da sırf yok etme amacına ulaşmak için hayatın var oluşu diye bir şey yoktur hayat ve madde zaten hep vardı diye?

 

Yada bilime sıkı sıkıya yapışın arkadaşlar mı diyeceğiz daha bilimin ne olduğunu tarifleyemeden, körü körüne ?

 

Ya anne karnında gelişen bir bebeğin geçirdiği inanılmaz safhalarımı görmezden gelicez?

 

Bal arısına yahut karıncalara güzelim taylara bembeyaz kedi yavrularına bakmayacakmıyız artık?

 

Ölmüş görünen kupkuru toprağa düşen yağmur damlalarına da mı kıyacaz? Onlarla gelen toprak için bir nevi diriliş yeni hayat olan değişime de mi gözlerimizi kapatıcaz?

 

Yahut da Fizik dersinde, yer çekimi kanunu yada x bir fizik kanunundan bahseden öğretmene, öğrencilerden birinin bu kanunu kim koydu sorusuna cevap bulabilecekmiyiz, bu sorunun sorulmasını mı engelleyeceğiz yada öğrenciyi de yok mu edicez?

 

Yada herşeyi bırakıp sırf Allah (C.C.) dememek için sırf kendi gururumuz kibrimiz için, nefsimizi tatmin etmek için, o yüceler yücesinin yerine KAOS mu diyeceğiz yada Kainat Tabiat mı diyeceğiz..Belki de böyle yapıcaz ve kendi kendimize bir mabut edinmiş olucaz öylemi

 

Ah ahh, İşimiz cok zor...

 

Öyle zor ki sonsuzun anlamsizliği kadar zor

 

O sebeple

 

Ben yapamam...

 

Ben bu oyunda yokum..

 

Ben yapmayın etmeyin neden böyle davranıyorsunuz diyenlerin yanında olucam.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Notamatik ve selenge… Bu ne kaliteli bir iletişim böyle… Tepkileriniz son derece insancıl. İnsan olmanın, düşünebilir, duygulanabilir bir varlık olmanın izlerini taşıyor. Altı yaşındayken onu binbir sevgi ve özenle büyütmek isteyen anne babasının gözleri önünde löseminin acımasız pençesinde saçları dökülerek, bir deri bir kemiğe dönerek mum gibi eriyip, acılar içinde ölmekte olan bir çocuğu görüp de “hani nerede bu tanrı dediğiniz?” diye sormayacak bir insan, duygu, düşünce taşıyan bir insan düşünemiyorum.

 

Diğer yandan, kartopu gibi bir kedi yavrusunun o sevimli, komik, sanki “ben sevilmek için varım” diyen kıpır kıpır haline bakıp hayran olmamak elde değil. Yeşil çayırlarda zıplayan ceylanın asaleti ve güzelliği, bence hiçbir şeyle ölçülemez. Yoksa tüm bunları bir tanrı mı var etti diye düşünmek de çok doğal bir tepki.

 

Ancak yanlış noktadan yola çıkıyorsunuz. Size, bize bir sunum yapılmış. Düşünmeye başladığımızdan itibaren “bak yavrum, bunlar tanrının işleri. Bunları hep tanrı yapıyor. Her şeyi tanrı yapar” diye öğretilmiş. Beyinlerimiz bu yönde koşullanmış. Biz hayatımızın önemli bir bölümünü, üstelik en önemli bölümünü bu koşullanmayla geçirmişiz. Tam da zihin yapımızın şekillendiği sıralar.

 

Sonra doğanın beyinlerimizde bir “yeniden yapılandırma” yaptığı, harddiske format çektiği hareketli ve isyankar bir dönem gelmiş. Çocukluğumuzda yaşadığımız her şeyi sorgulamışız. Ne yazık büyük bir çoğunluğumuz işin içinden çıkamayıp ya bu formattan pişman olup geri dönüş yapmış, ya da işi inada bindirip beynine işlenen ne varsa hepsine karşı tepki duyup alerjik bir reaksiyon yaşamaya başlamış.

 

Bize yapılan sunum üzerinden gidersek bu işin içinden çıkamayız. O SUNUMU YOKSAYACAKSINIZ. Size böyle bir sunum yapılmadı. Tanrı, cennet, cehennem, melek, şeytan… Bunları hiç duymadınız. Bu empozelerden zihninizi tamamen arındıracaksınız.

 

Şu an hiç bitmeyecek, heyecanlı bir yolculuğa çıktınız. Buna NEDENSELLİK deniyor. Öyle hooop diye en başa, en baştaki ilk nedene gidiverip onun ne olduğunu, nasıl olduğunu hiç düşünmeye kalkışmayın. O yolculuğu iptal eder, evinize döner yine boş düşünceler içinde pineklersiniz. İLK NEDENE TAKILIP KALMAK, NEDENSELLİK SERÜVENİNİ İPTAL EDER. Boşverin ilk nedeni, neyse ne. Belki basit bir kuantum dalgalanmadır. Siz NEDENSELLİĞİ ADIM ADIM İZLEYİN. Nereye götüreceğini boşverin, o da sürprizi olsun. Doğa sürprizleri sever. Belki sizi tam da hayalini kurduğunuz, sevecen, acımalı, hiç öyle din kitaplarında yazdığı gibi kaynar su döküp kızgın demirle dağlamayan bir varlığa götürecek, ne biliyorsunuz? Bakın garanti vermiyorum. “Belki” diyorum. Belki altı yaşında çocukları lösemi ile işkence çektirerek öldüren o değil, kötü bir tanrıdır. Belki bir değil birkaç tanrı vardır. Hiç bilemem, bunların hepsine “belki” diyorum. Belki de hiç tanrı diye bir şey yok. Belki tanrı bizim hiç aklımızın ucundan bile geçmemiş bir formata sahip, belki hiçbir tanımı, adı, dini, ibadeti, yok! Belki hiç öyle söylendiği gibi sonsuz kudretli değil. Belki onun da acıları, umutsuzlukları, korkuları var? NİYE ZİHNİNİZİ SİZE SUNULAN FORMATLARLA BİÇİMLENDİRİP KENDİNİZİ O BİÇİME HAPSEDİYORSUNUZ?

 

NİYE BU FORMATI YA KABULLENMEYE, YA REDDETMEYE KENDİNİZİ KOŞULLANDIRIYORSUNUZ?

 

Nedenselliği izleyin… Hiç kayıp-kazanç hesabı yapmadan, BİLME-BİLMEME hesabı yapın. BEN NEYİN NEDENLERİNİ BİLİYORUM, NEYİN NEDENLERİNİ BİLMİYORUM?

 

Karşılaştığınız herhangi bir olgu hakkında beyninizi zorlayan sadece “BU OLGUNUN ALTINDA YATAN NEDENSELLİK NE OLABİLİR?” olsun. Görünür - görünmez, açık - gizli, önemli – önemsiz tüm nedenselliği keşfetmeye çalışın. Hiç önyargılı olmayın, size en önemsiz gelen neden, belki o olgunun baş mimarıdır. Siz olabildiğince tüm nedenselliği ortaya çıkarmaya çalışın.

 

Tüm nedenselliği zihninizde ilmek ilmek örmeye, her şeyi, gördüğünüz, duyduğunuz her şeyi birbiri ile bu örgüde bağlantılandırmaya başladığınız an, yolculuk başlamış olacaktır. Artık nerde biter… Onu bilemem. Ona da karışmayın canım!

 

Tanrıların gazabını dindirmek için sunağa yatırılan ve kalbi sökülüp tanrılara sunulan zavallı genç kız için, yolculuk kanlı bir sunak taşının üzerinde sona erdiğinde O ZAVALLININ BİZDEN DAHA ŞANSSIZ OLMAK İÇİN İŞLEDİĞİ NE SUÇU VARDI? BİZİM YOLCULUĞUMUZUN DAHA UZUN VE İYİ OLMASI İÇİN BİZİM BİR HALTA YARAR İŞLEDİĞİMİZ BİR İŞ Mİ VAR?

 

Yolculuk sonsuzdur, sonunu düşünmeyin…

 

“Var edildiniz, artık sonsuz olacaksınız” bir aldatmaca ve paradokstur. Başlangıcı olan sonsuz olmaz. Tıpkı sonlu olan bir şeyin ezelden beri var olamayacağı gibi. Sonsuzsa sonsuz. Her şey sonsuzdur. “O sonsuz da bu sonlu” böyle bir şey yoktur. VAR OLAN HER ŞEY SONSUZDUR. “Hem ezeli hem de ebedi” diye bir şey olur mu? Ezeliyse zaten ebedi. Ebediyse zaten ezeli. SONSUZ HER ŞEYİ KAPSAR. Sadece geçmişten şimdiye kadar sonsuz olamayacağı gibi, sadece bundan sonra sonsuz diye bir şey de olamaz. Eksi sonsuz, artı sonsuz tamamen göreli ve zihinsel atama ile uydurulmuş varsayımsal kavramlardır.

 

Sonsuzuz, hiç kafa yormayın. Yolculuk değişir sadece. NEDENSELLİĞİ İZLEYİN! Nereye gittiğini kimse bilmiyor. Bir OLUMSUZLUĞA NEDEN OLMAMAYA çalışın. Erdeminiz bu olsun. Bu sonsuz örgüde, örüntüyü bozan, olumsuz etkileyen, yanlış ilmek atan bir davranışınız olmasın. Ahlak anlayışınız da bu olsun. İNSAN OLMAK, GERİ DÖNÜŞSÜZ BİR AŞAMADIR. BU AŞAMADAN GERİ ADIM DEĞİL, DAİMA İLERİ ADIM ATIN.

 

Gerisi hikaye…

 

Son bir ekleme: Bize birisi bir şeyler öğretir gibi bir konum aldığında hepimizin doğal bir savunma, korunma refleksimiz çalışır. Bu, aynen biyolojik savunma mekanizması olan bağışıklık sistemi gibidir. Zihnimizde bir karmaşaya karşı kendimizi savunuruz. Bu tepkimizin doğal olduğunu bilmemiz gerek. Ayrıca ben hiçbir şey öğretmeye kalkışmıyorum. ÖĞRENECEK OLAN SİZSİNİZ, ÖĞRETECEK OLAN BEN ASLA DEĞİLİM!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Olmuyor.. :)

 

Kızmayın bana ama boşveremiyorum.

 

Adım adım işleyen bir iterasyonun adımları arasında dönemiyorum, modeli görmek tüm resme bakmak istiyorum.

 

Evet haklı olabilirsiniz, belki zihinsel mutluluk için bu önerdiğiniz yol işe yarayabilir ancak sorulara cevap olamaz.

 

En azından bende olmuyor..

 

Nedeni boşvererek nedeni açıklayamayız ki

 

Dediğiniz gibi yapın sizde, benmi yanlış düşününüyorum, hepimiz bahsettiginiz slaytı zihnimizden bir süreliğine çıkaralım.

 

Ama bu faydasız, slaytın zihinlerimize işlediğinden dimağlarımızda çıkarılmayacasına yer ettiğinden değil, insan olduğumuzdan sorular hep olmaya devam edecek.

 

Bu sorular hep var sayın demirefe, yüzyıllardır var, ama konu inanç..

 

Çok derinlemesine bilgi sahibi olmaya da gerek yok...

 

Bir ziyafetin ortasında düşlüyorum kendimi , elimi uzatıyorum birşey yapmadan alıyorum istediğimi.

 

Sonra da diyorum ki, bu sofradan atalarımda yediler, yiyen cekildi gitti birdaha da geri dönmedi.

 

Merak ediyorum bu yemeklerini rızıklarını alanlar nerdeler nereye gittiler.

 

Bu sofrayı kim kurdu bunu nasıl olurda merak etmem ?

 

Hem nankörlük olmazmı, hem şımarıklık olmazmı, birisi gelse ve deseki, Kardeş, sen güzel güzel yemene bak, kendini harab ediyosun, düşünme bunları, sana ne bu sofrayı kim hazırladığından, sana ne yiyenlerin yemeklerini yeyip nereye gittiklerinden, düşünme, düşünmemek de bir erdemdir boşverisen mutlu ol yeter dese..

 

 

 

Selam & Hürmet

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaşanacak o kadar çok şey varken,yaşam bittikten sonrasına odaklanmak buradaki Yaşamı anlamamıza engel olur.. :)

 

Henüz bu gezegendeyken bu gezegendeki yaşamı anlamaya çalışmak en akıllıcası..ÖTE,mi..gidelim helede burada nasıl öğretenler eğitenler olduysa oradada vardır bir eğitim sistemi :D

 

Bu gezegendeki her şeye tek bağımız sadece Sevgimiz sevdamız..Anayada Babayada,kardeşe arkadaşada,malada mülkede..her şeye bağımız sadece sevgimiz ve sevdamızdır..ölmüş olanada diri olanada sevgiden başka bağımız yoktur.. :)

 

İçimizdeki sonsuz sevgimizi keşfedip paylaşmayı becerebilir isek,bu sonsuz sevginin kaynağına bir isim koyabiliriz elbet..mesela Allah diyebiliriz.. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın selenge, belli düşünüş şekillerine koşullandırıldığımızı düşünüyorum. Söylediklerimi tam kavrayamadığınızı da düşünüyorum. "Boşversene, önünü arkasını ne düşüneceksin, yemene, içmene, eğlenmene, yaşamana bak" diye özetlenecek bir görüş söylemiş olsam, yanıtınız geçerli olurdu. Ben sadece "ilk" neden'e boşverin demiştim. Sizin bütün zihniniz bu boşvermeye takılmış ve tüm yazıyı bu koşullanma ile okumuşsunuz, ya da belki bu kelimeden gerisini okumamışsınız. Çünkü sizce en önemli şey olan ilk nedene boşveren bir fikrin gerisini okumaya değmez, öyle değil mi? Belki de bu kelimeyi seçmemeliydim.

 

Ben yine de açıklayayım: "İlk nedene boşverme" den kastım şu: Nedenselliğin tümünü kavramak önemlidir. İlk nedene takılıp kalmak, sürekli onun ne olduğunu düşünmek hiç bir katkı ve ilerleme sağlamaz. Örüntü desenini kavrayabilir, yapbozun parçalarının çoğunu bir araya getirebilirsek o zaman resmin tamamının neye benzeyebileceği hakkında bir fikrimiz olur.

 

Bu yöntem eğer varsa! bir ilk nedene bizi en çok yaklaştıracak olan şeydir. Ama bu belki de sonsuz bir akıştır, ilk diye bir şey hiç olmaya da bilir...

 

İtiraf edin, korkuyor ve umuyorsunuz. Zaten dinin kökeni budur. Ya bir de vaat ve tehditler gerçekse, ne yaparım? diye düşünüyorsunuz. Ben kendi adıma nedenselliğin ardından çıkabilecek hiç bir şeyden korkmuyorum. Beni hiç bir şey sürekli biçimde korkutamaz. Aniden karşıma çıkan bir Nepal kaplanı beni irkiltebilir. Çünkü benden iri ve güçlüdür, üstelik saldırma içgüdüsüne sahiptir. Hayatta kalma güdüsü doğaldır. Benim için korkunun anlamı budur. Süregiden korkuya psikolojide fobi ve süregelen endişeye anksiyete denir. Bunlardan kurtulmadan sağlıklı düşünemezsiniz, saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben sadece "ilk" neden'e boşverin demiştim. Sizin bütün zihniniz bu boşvermeye takılmış ve tüm yazıyı bu koşullanma ile okumuşsunuz, ya da belki bu kelimeden gerisini okumamışsınız. Çünkü sizce en önemli şey olan ilk nedene boşveren bir fikrin gerisini okumaya değmez, öyle değil mi? Belki de bu kelimeyi seçmemeliydim.

 

Dürüst olmak gerekirse evet, önceki yazınızı yanlış anlamışım dediğiniz gibi.. Yazinizi baştan sona okudum ama temel nirengi noktasi "ilk nedeni önemseme" olunca kavrayış farklılaşıyor.

 

Sayın demirefe, ilk nedeni ben yaratılış diye açıklıyorum, o sebeple bu hassasiyet.

 

İlk neden açıklanmadıkça da kalbim tatmin olmuyor.

 

Ha keza benim bunları söylüyor olmamın sizi tatmin etmediği gibi.

 

İtiraf edin, korkuyor ve umuyorsunuz.

 

:) Evet korkuyorum...

 

Ama bu korku tarifi yada zihinde canlandırılması biraz zor olacak ama ümitle ve rahmetle dopdolu olan bir korku.

 

Daha çok O zatın kudretinden azametinden azizliğinden kendi aczimden ötürü hissettiğim bir ürperti.

 

Ben bu korkuyu seviyorum.

 

Bu korku başka..

 

Güvensizlikle harmanlanmış bir korku değil bu.

 

 

Saygılarımla..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cevaba tersten başlayalım...

:) Evet korkuyorum...

Ama bu korku tarifi yada zihinde canlandırılması biraz zor olacak ama ümitle ve rahmetle dopdolu olan bir korku.

Daha çok O zatın kudretinden azametinden azizliğinden kendi aczimden ötürü hissettiğim bir ürperti.

Ben bu korkuyu seviyorum.

Bu korku başka..

Güvensizlikle harmanlanmış bir korku değil bu.

Kendi acizliğinizden kaynaklanan bir korku, nasıl oluyor da "Güvensizlik" ile harmanlanmamış oluyor?

Bunu inanın hiç kavrayamadım...

Hem birşey karşısında çok aciz ve güçsüz olduğunuzu biliyorsunuz ve özellikle bunu dile getiriyorsunuz ve ardından diyorsunuz ki "Güvensizlikle harmanlanmış değil!"

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

 

Şöyle düşünün:

Hergün kendisinden güçlü bir çocuktan dayak yiyen bir çocuk düşünün.

Birgün ona dayak atan çocuğa şöyle diyor:

"Kendi zayıflığımdan ve senin güçlü olmandan dolayı seninle karşılaşmaktan korkuyorum ama bunun nedeni kendimi güvensiz hissetmem değil!"

 

Görebildiniz umarım çelişkinizi...

Dürüst olmak gerekirse evet, önceki yazınızı yanlış anlamışım dediğiniz gibi.. Yazinizi baştan sona okudum ama temel nirengi noktasi "ilk nedeni önemseme" olunca kavrayış farklılaşıyor.

Sayın demirefe, ilk nedeni ben yaratılış diye açıklıyorum, o sebeple bu hassasiyet.

İlk neden açıklanmadıkça da kalbim tatmin olmuyor.

Ha keza benim bunları söylüyor olmamın sizi tatmin etmediği gibi.

"İlk Neden"i sordulamaya bu kadar meraklıysanız,

Tanrı'nın "İlk Nedeni"ni niçin sorgulamıyorsunuz o zaman?

Onu sorgulamayınca nasıl kalbiniz tatmin olabiliyor?

Eğer "İlk Neden"e bu kadar bağlı olduğunuzu ve sorgulamadan tatmin olamadığınızı söylüyorsanız,

Tanrı'yı bu şekilde sorgulamayıp;

"Ya hu Madde'de pek ala sonsuz olabilir, göremediğim bir kavramdan ziyade..." diyemiyorsanız,

Kusura bakmayın ama pekte samimi değilsiniz bu "İlk Neden"i öğrenme hevesi konusunda...

 

Hep dediğim gibi:

"Soyut Tanrı"nın sonsuz olabileceğini kabul edebilen birisinin,

"Madde/Enerji"nin sonsuz olduğunu kavrayamaması çok komik geliyor bana...

 

Ya hu bir kere "Ahiret" ya da "Öteki Dünya" hayatının tanımlanması gerekir...

Yani o alem soyut bir alem mi yoksa somut ve maddi bir alem mi?

 

Eğer soyut ise, öyle bir alemin olmadığına inanmamak gayet normal...

Çünkü varlığını ispat edebilecek tek bir delil yoktur...

 

Ha eğer somut ise, bu sefer de Madde'nin sonsuz olmadığını söylemek çok basit ama önemli bir mantık hatasıdır...

 

Birde şu var:

"İlk Neden"i öğrenmenin, sorgulamanın "Tatmin Ediciliği/Cazibesi"nden dem vuran kimselerin

"Tanrı"nın ilk nedenini sorgulayanları anlaması ve onaylaması gerekmez mi?

Zira onlar da aynı duygu ile hareket ediyorlar ve onların cesaret edemedikleri sorgulamayı yapıyorlar...

Ve "Hep vardı zaten!" deyip, kestirip atmıyolar...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

tenqerrin boşiqden:

 

Kendi acizliğinizden kaynaklanan bir korku, nasıl oluyor da "Güvensizlik" ile harmanlanmamış oluyor?

Bunu inanın hiç kavrayamadım...

Hem birşey karşısında çok aciz ve güçsüz olduğunuzu biliyorsunuz ve özellikle bunu dile getiriyorsunuz ve ardından diyorsunuz ki "Güvensizlikle harmanlanmış değil!"

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

 

aczimi zaafımı anlayıp, validemin tatlı tokatından korkarak, yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir...........

sanırım en iyi cevap bu.....

 

saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...

Görebildiniz umarım çelişkinizi...[/b][/size][/font]

...

 

Çelişki yok hocam, olsaydı inanıyor olmazdım, cümleme 'zihinde canlandırması biraz zor olacak' diye başlamıştım. Lütfen bir daha okuyun, nesnellikten uzak şekilde, ne dediğimi anlamaya çalışırsanız memnun olurum, olmassa da çok önemli değil, anlaşamamış oluruz altı üstü.

 

 

Eğer "İlk Neden"e bu kadar bağlı olduğunuzu ve sorgulamadan tatmin olamadığınızı söylüyorsanız,

Tanrı'yı bu şekilde sorgulamayıp;

"Ya hu Madde'de pek ala sonsuz olabilir, göremediğim bir kavramdan ziyade..." diyemiyorsanız,

 

Anlatmaya çalıştığım bu, görmek fiili..

Ya doğuştan ama olsaydınız ne olacaktı ?

cümleniz muhtemelen "... dokunamadığım bir kavramdan ziyade..." olacaktı.

Aynen onu diyorum, anlaşılması kolay olsun diye temsil getiriyorum.

Bilgisayar simulasyonundaki bir karakterden bahsetmiştim onun duyularından bahsetmiştim hatırladınızmı?

 

Kusura bakmayın ama pekte samimi değilsiniz bu "İlk Neden"i öğrenme hevesi konusunda...

Samimi olmasam bu foruma üye olup kendimi anlatma gayretinde olmam.

 

 

Ya hu bir kere "Ahiret" ya da "Öteki Dünya" hayatının tanımlanması gerekir...

Yani o alem soyut bir alem mi yoksa somut ve maddi bir alem mi?

Çok söyledim yine söylüyorum, soyut ve somut kavramları bu dünya için geçerli olabilecek kavramlardır, metafizik ogeler barındıran konuları fizik kurallarıyla açıklamak istiyorsunuz.

Yapamazsınız.

Anlayın artık...

 

 

 

Daha da uzatmayı düşünmüyorum, bu konuda söylenmesi gerekenleri söyledim.

 

Bir parça detayda aşağıdaki sayfada mevcut, direk size yazmıştım, okumanızı öneririm.

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...50&start=50

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ÖLDÜKTEN SONRA BENİ HANGİ GÜÇ DİRİLTEBİLİR..?

 

Biz de cevaben deriz ki,

 

SİZİ YOKTAN KİM VAR ETMİŞ İSE, YİNE O DİRİLTECEK.

 

Sizi yoktan kim var etti derseniz ben derim ki beni annemle babam var etti ki yoktan var olmadim ben onlarin dogasinda zaten vardim.

 

Ayrica su olup de dirilme olayina soyle baksak; Bir insan oldugu zaman gomulur degil mi, topraktaki solucanlar onu yemeye baslar ve o insan o canlilarda yeniden hayat bulur, o solucani da bir kus gelir yer, o kus olur yine topraga karisir ve bu boylece surup gider... Yani insanin olmesiyle dirilmesi olayi doganin bir parcasidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ayrica su olup de dirilme olayina soyle baksak; Bir insan oldugu zaman gomulur degil mi, topraktaki solucanlar onu yemeye baslar ve o insan o canlilarda yeniden hayat bulur, o solucani da bir kus gelir yer, o kus olur yine topraga karisir ve bu boylece surup gider... Yani insanin olmesiyle dirilmesi olayi doganin bir parcasidir.

 

İnsanoğlu benlik kavramıyla tanıştıktan sonra ölüm gerçeğini kara kara düşündü. Kabullenemezdi. Zamanla kurduğu hayalleri, kendilerinin ürettiği dinlerin tarihine şöyle bir kabadan baksak bile anlarız (Bu arada, son dinler de, bu cümlenin önüne geçebilmek için binlerce peygamberin gönderildiğini, tarih boyunca insanoğlunun uyarıldığını, aslında dinler tarihinin kendi inanç tarihlerini yansıttığını söyler ve hazıra konarlar). Öldükten sonra atına bineceğine inananlar, değerli eşyaları yanında gömülenler... Sonra anladılar ki, maddi eşyalar bir yere gitmiyor kalıyor... Öyleyse giden bir şey olmalıydı; ruhları ile yanlarında taşıyabilekleri ve diğer tarafya para edebilecek başka birşey: SADAKAT... Tanrılarına sadık olduklarında, zaten eskiden beri inanılan sonsuz yaşam sorunsuz geçecekti. Mutlu olacaklarıdı (mutluluk terimi hangi toplumda nasıl ifade ediliyor ise o toplumun dinine o şekilde girmiş. Diğer bir deyişle, ve daha doğrusu, neyden haz alıyorlar ise diğer taraftaki mutluluk da buna denk olmalıydı... Tesadüf mü sanırsınız cennetteki hurileri ve şarapları :) )Sonuç olarak, bu ölüm korkusuyla gelen aynı hikayelerin farklı renkleri için farklı dinlere bakabiliriz...

 

Saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sizi yoktan kim var etti derseniz ben derim ki beni annemle babam var etti ki yoktan var olmadim ben onlarin dogasinda zaten vardim.

 

Ayrica su olup de dirilme olayina soyle baksak; Bir insan oldugu zaman gomulur degil mi, topraktaki solucanlar onu yemeye baslar ve o insan o canlilarda yeniden hayat bulur, o solucani da bir kus gelir yer, o kus olur yine topraga karisir ve bu boylece surup gider... Yani insanin olmesiyle dirilmesi olayi doganin bir parcasidir.

 

Kısa ve öz olarak tam da budur işte cevap...

 

Çok söyledim yine söylüyorum, soyut ve somut kavramları bu dünya için geçerli olabilecek kavramlardır, metafizik ogeler barındıran konuları fizik kurallarıyla açıklamak istiyorsunuz.

Yapamazsınız.

Anlayın artık...

Ya hu bende diyorum ki

Metafizik alemden nasıl haberdar oluyorsun?

Madem öyle bir gerçeklik var, bunu nasıl ispat ediyorsun?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslam felsefesinde nedensellik önemli bir yer tutmakla birlikte, bu hiçbir zaman determinizm değildir. Çünkü İslam felsefesi(*) nedenselliği sadece önemsiz bir geçiş alanı olarak görmüştür. Bu alanı önemsemeden ve çabucak geçip, hemen ve öncelikle “ilk neden” sorununu ele almıştır. Bu düşünüşe göre, bir vagonu çeken önceki vagon, onu çeken bir önceki ve onu da çeken daha da önceki vagondur. Bu zinciri bir yerde kesmek ve artık hepsini lokomotifin çektiğini söylemek zorundayızdır. Lokomotif sorgulanamazdır, onun öncesi yoktur.

 

Halbuki bu anlayış, en karmaşık olanı en başa koymakla nedenselliği tersine çevirmektedir, bir... Nedensellik basitten karmaşaya doğru gelişir.

 

İkincisi, nedenselliği önemsememekle nedenleri aslında maksatlı bir biçimde mahkum edip, iptal etmekte, hükümsüz kılmaktadır. “Yaratan tanrı, ama nedenleri bahane etmiş” anlayışı ile nedenleri bir hiç, bahaneler ve asılsız gölgeler konumuna indirgemiştir. Bu da kader anlayışıdır: “İlk nedene bağlı olan nedenselliğe karışılamaz.” Determinizm ise nedenleri irdeler, çözümler ve gücü yettiğince değiştirebilir. Bir asır önce olsa basit bir enfeksiyon yüzünden ölecekken, bugün bir kutu antibiyotik hayatımızı kurtarıyor. Bunu “din antibiyotik haram mı diyor?” diye geçiştirmek dürüstçe değildir. Kökendeki dinamiklere bakınca antibiyotiği kader değil determinizm üretmiştir. İki anlayışın farkı tedavi alanında bile görülür. Kader “dert gezer, derman da gezer” anlayışındadır. “İki ayrı hazır yaratım, karşılaşınca şifa gerçekleşir. Tüm mesele, artı ile eksi gibi buluşmalarında!” Determinizmde böyle bir anlayış yoktur. Derman komplike bir kavramdır, altta yatan karmaşık bir nedenselliğin çözümünü gerektirir. Kaderci anlayışa göre tanrı derdi de dermanı da yaratmış, şifanı dilerse bahane eder, seni onunla buluşturur. Determinizm böyle bir anlayışı kesinlikle reddeder. “Dert bende, derman sende” ancak arabesk şarkılarda geçerli banal bir anlayıştır.

 

Bu tutum yüzünden de İslam dünyasında hiçbir zaman determinist felsefe gelişmemiş, buna bağlı olarak determinist bilimsel yöntem anlaşılamamış ve benimsenememiş, buna bağlı olarak da bilim yapılamamış, buna bağlı olarak da teknoloji gelişmemiştir. Tüm nedenselliği ilk nedenin yönettiğini varsayarak nedenselliği gereğince irdelemek olanaksızdır. Hatta insanlarda nedenselliğe gereğinden fazla önem atayarak “ilk neden”i gücendirme endişesi, öfkelendirme korkusu bile aşılayabilir. İstanbul’da bir rasathane kurulmasının ardından bir deprem olunca, şeyhülislam göğün sırlarını araştırmanın “gayretullaha dokunduğunu” söyleyince, halk rasathaneyi yerle bir etmiştir. (Çünkü Kuran zaten gözünü defalarca çevirip çevirip baksan bile gökte bir kusur görülemeyeceğini söylemiş. O halde aramaya gerek yok!)

 

Daha kötüsü, nedenselliğin zaten açıklanmış olduğu, daha fazlasının gerekli olmadığı anlayışlarıdır. Ademin topraktan yaratıldığı, Havva’nın onun kaburgasından yaratıldığı zaten biliniyordur, doğal seleksiyon, mutasyon, evrim de nerden çıkmış? Bu tür bilimsel açıklamalara soğuk bakılması bir yana, şiddetle karşı çıkılmıştır.

 

Yani sonuç olarak tanrı hakkında düşüncelerde korku ve endişe esastır. Tanrı sevgisi, bu korku ve endişeyi bastırmak ve gidermek için üretilmiş gerçek bir dayanağı olmayan bir zihin üretimidir. Tanrı soyuttur, ondan duyulan korku somuttur. Sevgi somuttur, ama tanrı sevgisi soyuttur. Hani din propagandistleri “şu an kapıdan içeri peygamber girse ne yaparsınız?” diye zihin üretimlerine başvururlar. Bu, soyut olanı somutlaştırma gayretidir. Bir zamanlar yaşamış olduğunu bile kulaktan kulağa duyduğunuz bir kişiyi somut bir sevgiyle sevemezsiniz. Sevginin karşılıklı somut göstergeleri olması gerekir. Tanrının ise namaz, oruç, kurban, zekat gibi göstergelere öbür dünyada karşılık vereceği varsayılır. Üstelik tüm bunlarda korku ögesi ön plana çıkarılır. Çünkü peşin bir getirisi yok. Farz olarak tanımlanmayan kurbanda bile, kan akıtmanın gerekçesi “bir kazaya uğrayıp benim kanım akmasın”dır. Sanki tanrı kankolik de kan akmayınca rahat edemiyor!

 

Olası bir uzaylı uygarlık ziyareti dünyamıza barış ve esenlik mi getirecek, savaş ve yıkım mı? Eğer böyle bir olasılık varsa, (bence çok çok azdır) tabii ki bu yıkım ve savaş demektir. Mantık bunu gerektirir. Yabancı bir uygarlığın sevgi ve barışla gelmesi en zayıf olasılıktır. Bunu ancak uçuk insanlar olası görebilir. Tıpkı bunun gibi. Tanrı tasavvurlarında sevginin ön planda olduğunu iddia etmek bence olası değildir. Tanrıya inanan her kim olursa olsun, kendini iyi irdelerse, korkunun ağır bastığını mutlaka görecektir…

 

(*) En önemli temsilcisi Farabi. İbn Sina daha farklıdır. O, vaktinden yüzlerce yıl önce doğmuş bir dahidir ve zamanında doğsa kesinlikle mükemmel bir determinist olurdu. Gazali ise ikisini de bir kefeye koyup felsefe ile uğraştıklarından dolayı kafir ilan etmiştir.

 

Nasreddin Hoca da çağına göre mükemmel bir deterministtir. Kendisinden kaynaklanan, uydurma olmayan tüm fıkraları determinizmin destanları gibidir. Hiç onun ağzından bir soyutluk nakleden var mı? Hoca dendiği halde?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslam felsefesinde nedensellik önemli bir yer tutmakla birlikte, bu hiçbir zaman determinizm değildir. Çünkü İslam felsefesi(*) nedenselliği sadece önemsiz bir geçiş alanı olarak görmüştür. Bu alanı önemsemeden ve çabucak geçip, hemen ve öncelikle “ilk neden” sorununu ele almıştır. Bu düşünüşe göre, bir vagonu çeken önceki vagon, onu çeken bir önceki ve onu da çeken daha da önceki vagondur. Bu zinciri bir yerde kesmek ve artık hepsini lokomotifin çektiğini söylemek zorundayızdır. Lokomotif sorgulanamazdır, onun öncesi yoktur.

.

.

.

 

(*) En önemli temsilcisi Farabi. İbn Sina daha farklıdır. O, vaktinden yüzlerce yıl önce doğmuş bir dahidir ve zamanında doğsa kesinlikle mükemmel bir determinist olurdu. Gazali ise ikisini de bir kefeye koyup felsefe ile uğraştıklarından dolayı kafir ilan etmiştir.

 

Nasreddin Hoca da çağına göre mükemmel bir deterministtir. Kendisinden kaynaklanan, uydurma olmayan tüm fıkraları determinizmin destanları gibidir. Hiç onun ağzından bir soyutluk nakleden var mı? Hoca dendiği halde?

 

Sevgili Demirefe ;

 

Yazınızı sonuna kadar okudum, Lakin ilk anda yazınızın en başında anlamadığım bir kavram var. Ben de ileride yazının gelişme bölümleri itibari ile ,

ne olduğu açıklanıyordur, diye ümid etmeme rağmen halen büyük bir Merak ve Hayret içerisindeyim.

 

Lütfen Söylermisiniz ; Nedir Bu İSLAM FELSEFESİ.

 

Dinler Felsefesi Tamam hatta bu gereksiz meseleler, bugün Okullarda bile okutulmaktadır. Kabul Edilebilinir. Ancak ;

Lakin bizzat İSLAM ın FELSEFESİ Ne Demek tir, bu Nasıl Olabilir.

İSLAM ve FELSEFE aynı cümlede, yanyana yazılınca bile, GÜNEŞ ve MUM kadar birbirlerinden uzak kalıyorlar.

 

Dinler Felsefesi Olabilir, Kabul Edilebilir, Kesinlikle, İSLAM da FELSEFE olamaz. İslami Felsefe ise hiç olamaz.

İslam Vahiy Dinidir. Semavi bir Din dir. Fikir ve Düşünce Ürünü Değildir. İnsani Felsefe ler ile Muhatap Edilemez. Yakınlık dahi Kurulamaz.

Yalnızca '' Ben Yaptım Oldu İşte'' tarzında bir kinaye ile bahis konusu edilebilir.

 

Her Müslüman için Bunlar Böylece Biline...

 

Ateistler ise İslamiyet hakkında yeterli bigi edinip, Daha gerçekci beyanlarda bulunsunlar ki , Realist ve Bilimsel olarak tartışabilelim.

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

 

 

İSLAM da, FELSEFE Yoktur.

FELSEFE de, İSLAM ı Anlatamaz.

 

İslam ve Felsefe Temelde birbirine aykırıdır. Birlikte Düşünülemez. Sadece Tercih Edilebilir.

 

Bu Kadar Net ve Kesin...

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Demirefe ;

 

.

.

.

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

 

Doğan GÜLBUDAK,

 

Felsefe kısaca bir faaliyet, bir düşünce faaliyeti, düşünceyi dışa vurma faaliyetidir. Sen şimdi islam felsefe değildir sözünle, arkadaşımızın sözünü yanlışlamışmı oluyorsun? Yine dünya görüşlerimiz devreye giriyor. Sen islamiyete vahiy diyorsun, ben (biz) ise felsefe diyoruz. Anlaşmazlık şuradan tabiiki; islamın bir felsefe olduğu kabul edilirse, insani olduğu açığa çıkacak.

 

Aşkın olan mistisizm, dinler felsefe olurda, içkin olan islam neden felsefe olmazmış? Üstelik bizler, tüm dinlerin metafizik felsefenin alt dalları olduğunu söyleriz hep. Senin dediğin her şeyi bizlerin kabullenmesimi gerekir? Lutfen.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Doğan GÜLBUDAK,

 

Felsefe kısaca bir faaliyet, bir düşünce faaliyeti, düşünceyi dışa vurma faaliyetidir. Sen şimdi islam felsefe değildir sözünle, arkadaşımızın sözünü yanlışlamışmı oluyorsun? Yine dünya görüşlerimiz devreye giriyor. Sen islamiyete vahiy diyorsun, ben (biz) ise felsefe diyoruz. Anlaşmazlık şuradan tabiiki; islamın bir felsefe olduğu kabul edilirse, insani olduğu açığa çıkacak.

 

Aşkın olan mistisizm, dinler felsefe olurda, içkin olan islam neden felsefe olmazmış? Üstelik bizler, tüm dinlerin metafizik felsefenin alt dalları olduğunu söyleriz hep. Senin dediğin her şeyi bizlerin kabullenmesimi gerekir? Lutfen.

 

Sevgili Bilimselci ;

 

Metafizik Felsefe mi dediniz. yoksa yalnış mı görüyorum. Tekrar okusamda aynı Sonuç değişmiyor, METAFİZİK FELSEFE.

METAFİZİK, Hem de Yalnızca Felsefi de değil, Bir de Alt Dalları Mevcut, Kendi içinde Bölümler içeriyor.

 

Tamam Ama Oldumu Şimdi Ya ;

Siz Bizzat kendi ifadeleriniz ile Metafizik MASAL dır. Metafizik ****** dır. Demediniz mi..? Ben mi Yanlış Anladım..?

 

Lütfen karar Verin; METAFİZİK kendi içinde bölümler halinde incelenebilen Bir FELSEFE mi. Yoksa, MASAL mı. Hangisi..?

Sayın Bilimselci Emin olun ben bir yazımı yayınlamadan Önce, yani ''Gönder'' linkini tıklamadan Önce Sürekli Düşünüyorum.

Defalarca Kontol Ediyorum. Bir yanlışım olurmu diye.

 

Çünki Biliyorum ve Eminim ki ; Benim bir hatamı bekleyen bir çok kişi Çıkabilecektir.

 

Yani Kendi Tecrübelerime dayanarak, Size Acizane Tavsiyem Şudur ; Birazcık da olsa yeterli Bilim, ama Çok Çok Dikkat.

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Lütfen karar Verin; METAFİZİK kendi içinde bölümler halinde incelenebilen Bir FELSEFE mi. Yoksa, MASAL mı. Hangisi..?

 

Felsefe kendi içinde yöntemi bakımından ikiye ayrılır: Metafizik ve diyalektik yöntemler. Metafizik yöntemi idealist felsefe kullanır ki dini felsefeler de bunun içine girer. Diyalektik yöntem ise materyalist felsefe tarafından kullanılır. Neden sonuç ilişkileri şeklinde düşünebilirsiniz. Sonuçta felsefeyi iki büyük başlıkta inceleyeebiliriz: Materyalist ve İdealist. Dİni felsefe ise metafizik yöntemi kullanır ki bu bakımdan bilimin gözünde bir hikayedir. Sayın bilimselcinin bir çelişkisi yoktur. Anlatmak istediği budur...

 

Sayın Bilimselci Emin olun ben bir yazımı yayınlamadan Önce, yani ''Gönder'' linkini tıklamadan Önce Sürekli Düşünüyorum.

Defalarca Kontol Ediyorum. Bir yanlışım olurmu diye.

Çünki Biliyorum ve Eminim ki ; Benim bir hatamı bekleyen bir çok kişi Çıkabilecektir.

Yani Kendi Tecrübelerime dayanarak, Size Acizane Tavsiyem Şudur ; Birazcık da olsa yeterli Bilim, ama Çok Çok Dikkat.

 

Sanırım birazcık daha dikkat edip biraz daha fazla düşünerek gönder linkini tıklamanız gerekmektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nedir Bu İSLAM FELSEFESİ.

Sayın Gülbudak, felsefeye bu kadar alerjik reaksiyon göstermenize şaşırmadım. Çünkü Said Nursi felsefe ile uğraşanlara türlü hakaretler ederek "muannid feylesof" gibi tabirler kullanır. Onun gözünde felsefe inkar ve küfürle eşdeğer bir şeydir, zaten Gazali'nin Farabi ve İbn Sina hakkındaki kafir fetvasını da onaylar.

 

İslam felsefesi denince akla hemen Farabi gelir. Yani bu iki kelimenin bir araya gelmesi "kuru su" ya da "gündüz gecesi" ya da "hava boşluğu" gibi oksimoron değildir.

 

Siz ve üstadınız yok sayarsınız, o ayrı. Halbuki Farabi nedensellik yoluyla "ilk neden"e ulaşmayı amaçlamıştır, Said Nursi'den ve Gazali'den yüz kat daha zeki olduğuna eminim. Ki bunu Farabi'nin görüşlerini eksik ve yanlış bulduğum halde söylüyorum. İbn Sina'yı ayrı tutarım. O çok daha müthiş, zamanından evvel dünyaya gelmiş bir dahi idi. Maalesef bilimle değil, tutuculardan canını kurtarmakla uğraşmak zorunda kaldı.

 

Said Nursi'nin böyle takıntıları vardır. Bir takıntısı da "müddei" dir. Bu, savcı demek. Hayali bir inkarcı kafir savcı yaratır zihninde ve onu "müddei şöyle, müddei böyle" diye yerden yere çalar. Herhalde savcıların hakkında düzenledikleri iddianamelere çok öfkelendiğinden olsa gerek...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Bilimselci ;

 

.................

 

Lütfen karar Verin; METAFİZİK kendi içinde bölümler halinde incelenebilen Bir FELSEFE mi. Yoksa, MASAL mı. Hangisi..?

.................

 

Felsefe kendi içinde yöntemi bakımından ikiye ayrılır: Metafizik ve diyalektik yöntemler. Metafizik yöntemi idealist felsefe kullanır ki dini felsefeler de bunun içine girer. Diyalektik yöntem ise materyalist felsefe tarafından kullanılır. Neden sonuç ilişkileri şeklinde düşünebilirsiniz. Sonuçta felsefeyi iki büyük başlıkta inceleyeebiliriz: Materyalist ve İdealist. Dİni felsefe ise metafizik yöntemi kullanır ki bu bakımdan bilimin gözünde bir hikayedir. Sayın bilimselcinin bir çelişkisi yoktur. Anlatmak istediği budur...

Sanırım birazcık daha dikkat edip biraz daha fazla düşünerek gönder linkini tıklamanız gerekmektedir.

 

Teşekkürler Yarasa. Bana söyleyecek yeni bir şey bırakmamışsın. Söylemiştim ama demekki tekrarlayıp daha da açmak gerekiyor. Üstelik hiç bir zaman hedefe de varmıyor.

 

Ne demiş bilge adam: "Ön yargıları yıkmak, dağları yıkmaktan daha zordur."

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Gülbudak, felsefeye bu kadar alerjik reaksiyon göstermenize şaşırmadım. Çünkü Said Nursi felsefe ile uğraşanlara türlü hakaretler ederek "muannid feylesof" gibi tabirler kullanır. Onun gözünde felsefe inkar ve küfürle eşdeğer bir şeydir, zaten Gazali'nin Farabi ve İbn Sina hakkındaki kafir fetvasını da onaylar.

 

İslam felsefesi denince akla hemen Farabi gelir. Yani bu iki kelimenin bir araya gelmesi "kuru su" ya da "gündüz gecesi" ya da "hava boşluğu" gibi oksimoron değildir.

 

Siz ve üstadınız yok sayarsınız, o ayrı. Halbuki Farabi nedensellik yoluyla "ilk neden"e ulaşmayı amaçlamıştır, Said Nursi'den ve Gazali'den yüz kat daha zeki olduğuna eminim. Ki bunu Farabi'nin görüşlerini eksik ve yanlış bulduğum halde söylüyorum. İbn Sina'yı ayrı tutarım. O çok daha müthiş, zamanından evvel dünyaya gelmiş bir dahi idi. Maalesef bilimle değil, tutuculardan canını kurtarmakla uğraşmak zorunda kaldı.

 

Said Nursi'nin böyle takıntıları vardır. Bir takıntısı da "müddei" dir. Bu, savcı demek. Hayali bir inkarcı kafir savcı yaratır zihninde ve onu "müddei şöyle, müddei böyle" diye yerden yere çalar. Herhalde savcıların hakkında düzenledikleri iddianamelere çok öfkelendiğinden olsa gerek...

 

 

Sevgili Demirefe ; Diyorsunuz ki ;

Çünkü Said Nursi felsefe ile uğraşanlara türlü hakaretler ederek "muannid feylesof" gibi tabirler kullanır. Onun gözünde felsefe inkar ve küfürle eşdeğer bir şeydir, zaten Gazali'nin Farabi ve İbn Sina hakkındaki kafir fetvasını da onaylar. Alıntı Demirefe

 

Bu paragraf Tümüyle bir varsayım ürünüdür, ve kesinlikle Gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

 

Yalnızca; Bediüzzamanın Muannid Feylesof ifadesini kullandığı doğrudur, O nun dışında hepsi Asılsız dır. Bu ifade ise hiçbir Literatürde Hakaret olarak geçmez.

MUANNİD Kelimesi nin Tam karşılığı İNATÇI anlamına gelir. Söyleyin Sizce Bu Ne Tür Bir Hakaret dir.

Size, Bizzat Bediüzzaman adına bu forumda kullandığınız İfadeleri, kelimeleri tetkik etmenizi Öneririm. Kendi Üslubunuz husunda aydınlanmış olursunuz.

 

BEDİÜZZAMAN ın Bizzat Telif Etmiş ve İslama Kazandırmış olduğu Risalei Nur Külliyatı ndan ve ;

O nun adına ya da Eserleri adına derlenmiş yada İthaf edilmiş ya da bir şekilde Yazılagelmiş olan Kitaplar dan,

Henüz benim Okumadığım Ve İncelemediğim Bir Kitap, Bir Eser Mevcud değildir. (Tahkir ve Yalanlama ve İftira İçerikli olan ve Toplatılan Bir İkisi dışında)

 

Böyle iken , Siz Benim bilmediğim duymadığım, görmediğim Ne Çok şey biliyormuşsunuz Meğer. Sizi Tebrik Ediyorum.

Lakin Bir Zahmet şu kaynak larınızı Açıklayın ki ; Tartışma seviyeli ve Bilimsel bir boyut kazansın, Ne Dersiniz..?

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.