Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2010 Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2010 AŞK NEYSE ONU YAŞİYAH Modern Krodan Aşk Şiiri Gel el ele tutuşip kendimizi elehtriğa verah Zangir zangir titriyah ölmiyah Elektronik eşk neyse onu yaşiyah Sen meni sev men seni sevim Sen menin için yan Men seni severah yanim dutuşim Glasik eşk neyse onu yaşiyah Ya da sevme haberin olmasın Men sana sevdalanıp dolaşim Platonik eşk neyse onu yaşiyah Sevdada oturah yiyah içah El ele olah gan kusah Tombilik eşk neyse onu yaşiyah İstersen sevdandan kendimi kesim Sağımı solumu doğriyim biçim Psikopatik eşk neyse onu yaşiyah Eyle sevah ki gara sevda olah Araplara benziyeh gapgara olah Gara eşk neyse onu yaşiyah Yalan söylemiyah hep dogru diyah Beraber oturah beraber yiyah Realist eşk neyse onu yaşiyah Birbirimize türkü söyliyah mizildiyah El ele tarlalarda bostanlarda gezah Romantik eşk neyse onu yaşiyah Kediyi gudiği sen diye sevim Sen de horozi guliği men diye sev Sembolik eşk neyse onu yaşiyah Ahırlarda komlarda buluşah Tezek agalahlarının dibinde oturah Otantik eşk neyse onu yaşiyah Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2010 GÖKKUŞAĞINDAN DARAĞACI Şimdi'nin bedeni yok, Yontuyor geçmiş bilgisiyle gelecek belki olur diye taşı, taşını kokluyor yontu dağılıyor... Şimdi'si yitik bundan boyuyor boyuyor evine aldığı ağacın üzerine tüneyip duvarını, tavanını, geçmişi ve geleceği ve her yanını; dal kırılıyor... Şimdi'si yitik diziyor diziyor notalarını, göğe ışık üzerine boncuklarını, ucuza getiriyor varlığını sonsuzun sessizliğiyle sonlunun gürültüsü arasında, O bitirince kıyısında gezindiği yol çöküyor... Şimdi'si yitik bundan yazıyor yazıyor enine boyuna içini ve dışını ve yeri ve göğü ve suyu, bindiği kadırga o inince batıyor Nilgün Marmara Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2010 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ağustos , 2010 bir mektup kaç kere okunur ? bir mektup kaç kere okunur en fazla ? bir mektup kaç kere okunur ? gözlerinizin o şehir kalabalığında ve sabırsızlığında renkli günlerinizin boyalı aşklarla dolu kucağınızda bir mektup hangi kelimesinden başlar solmaya ilkin ? ve hangi cümlesinden dökülür susmaya ve ne kadar üşür, ne kadar titrer bir mektup, sizin buzdan parmaklarınız arasında bir mektup, ne zaman ölür ? artık hiçbir kelimesi çiçek açmıyorsa ölmüş çiçekler sizde nereye gömülür ? . . . bir mektup kaç kere okunur en fazla ? bir mektup kaç kere okunur küçülürken deryanız, ağlarla büyüyen suç ortaklığınızla küçük bir mercan balığı kirli suyunuzda hangi kelimesinden çırpınmaya başlar ilkin ve hangi kıyınızdan vurur karaya hangi kıyınızdan vurur, taştan ve kabuktan toprağınıza zaten cansız küçücük bir balığa içiniz ne kadar üzülür ? . . . bir mektup kaç kere okunur en fazla ? bir mektup kaç kere okunur, vurulduğundan habersiz bir kuş gibi hareketsiz duruyorken kucağınızda ölü kuş kanatlarınca kelimeleri sessiz ölü kuş kanatları kadar cümleleri gereksiz bir mektup ebedi uykusunda sizinse yastığınızda başınız hani uykusuz sabahlarınızda bir kuşun ölmüş ötüşünü, hanginiz özler ? kim bekler ? düşünür, hanginiz ? . . . bir mektup kaç kere okunur en fazla ? bir mektup kaç kere okunur ? kalplerinizin o şehir kalabalığında yağsa bir saman sapı sürüklenir yağmurunuzda, önemsiz özleseniz, saçlarınızı annenizin okşadığı günler kadar uzakta bir geçmiş ve hani güneşi ve hani sevişi ve hani suyu ihmal edilmiş solgun çiçekler rengi bakışlarınızda kalan tek dürüstlüğünüz unutkanlığınızsa ve ölümsüz denen şeyleri dahi öldürebilen ustalığınızla kendini sizde yaşatmakta çırak bir mektup hangi kelimesinden geçirir ilkin hangi kelimesinden geçirir, içinde eski bir salıncaktan kalan ipi boynuna ? ve hangi cümlesinde vurur taburesine bitap hangi satır arasına düşer de işitilmez sesi oysa kalbinizin sönmüş kibrit çöpü sükutunda hep tekrarlarken aynı yerinde kendini bir tabure devrilişi sizin buzdan serin, taştan sağır duruşunuzda karaya vurmuş küçük bir balık ölü bir kuşun kanatları bütün çiçekleri kurumuş bir mektup sarılsanız da hani bir gün sıkı sıkıya sarılsanız da her şeye geciken kollarınızla bir ceset bir ceset bir ceset, buna ne kadar sevinir ? ____ ^^ 29.08.2010,ŞAFAK Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2011 Karanlık Bir rastlantı, Zifiri karanlığa Kara gözlükle baktım Karanlıkta Hiçbir şey görünmezken Kara gözlükle görmeye başladım Seçiliyordu, Karanlığın ayrıntısı Kimi yer, koyu karanlık Kimi yer, hafif karanlık Görünüyordu artık Görünmeyen karanlık Sanki gelmiş gibi aydınlık Şaşırdım ilk anda Gözlüklerimi çıkardım Tekrar baktım karanlığa Karanlık yine aynıydı Hiçbir şey görünmüyordu Gözlükleri tekrar taktım Yine aydınlandı karanlık Seçiliyordu her farklılık İlginçti Çok ilginçti Bu ne işti Ne garip şeydi Karanlığa Karanlık bakınca Seçiliyordu karanlık Sanki ortalık aydınlık Hatırladım Allah’ın sözünü “Karanlıkta olanlar Kendilerini aydınlıkta sanırlar” “Olmayınca aydınlık Aydınlık sanılır karanlık” “Gelince hidayetin aydınlığı Ortaya çıkar karanlığın yalancılığı” 28 Aralık 2008 - İzmir Mehmet Çoban Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2011 beyhude ... suya gölge söze uyku güne akşam serinliği düşüyor dileksizim oysa gökte erkenci bir yıldız ah, nasıl da heyecanlı söz verdiği gülüşe parlamaya çalışıyor suya uyku söze gölge güne serin bir akşam sokuluyor takatsizim oysa sebebini anımsasam hemen geçecek bir yara içimi hanidir sebepsizce sızlatıyor güne uyku söze akşam kirpiklerime serin sular birikiyor kimsesizim ama gözlerimin en karasında bir kadınının unuttuğu en güzel yaşı duruyor söze gölge suya akşam içimde bir serinlik uyukluyor sessizim kuşlar kadar bile değil inancım onlar umutlu çünkü her akşam gün batımına doğru giden güneşi tutmaya havalanıyor hep umutları durun dahi diyemiyorum durun çünkü beyhude beyhude çünkü her “gitme” her “gitme” hep biraz geç kalmıştır hep biraz geç ne vakit söylense … suya akşam söze uyku bana gölgem kalıyor üzgünüm şimdi kim özür dileyecek kuşlardan ben, dilsizim … ____ ^^ 05 Mart 2011 Cumartesi, Safak Kücükyagci Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 24 Mayıs , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 24 Mayıs , 2011 KARANLIKLARDA gözlerimi kapattım kendime... kendimde görecek nem var ki zaten gözlerimi kapatmalıydım kendime... kendi kendimle sonra karanlıklarla kaldım ...karanlıkta ne vardı ... meraka daldım yapayalnızdım kapattım hayata gözlerimi hala soluk almaksa yaşamak yaşıyandım sevdayı aradım karanlıklarda karanlık bir caddenin kaldırımlarına daldım koştum sağa sola tökezledi ayaklarım görmeden ne kadar koşacaktım ki kendime... yakında ben vardım ama... göremedim aradığım ben olsam ...kendime dokunacaktım çömeldim... oturdum kendi başıma bir sigara yaktım yalnızlığıma ne dumanı vardı ne de ateşi ucunda sadece kokusu ve acı tadı dudağımda... Koray OYACI Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2011 [ Kırda Karanlık Kırda metalsi bir uçurum kalınlığında Hiçkimselerin geçmediği sesi Orda burda yaşlı ışınlar. Ötede az Bir korkuluk; ölümün kırçıl çiçeği Saklı bir seyircini resim kalışındaki leke Her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki. Gündüzler kimi yerde gecedir artık Bakışım kumdan şimdi Önce yaşlı ışınlar, sonra sonra karanlık Avuçlarımı yüzüme kapatıyorum Ben kapatır kapatmaz Evet, biliyorum, iki kere karanlık. Edip Cansever Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2011 Kısa Bir Not: KONAKTA SON GÜN VE... Ve yıllarca sonra kadının ölüsünü Bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden. O gece konağın bütün lambalarını yaktım Elimde bir içki şişesiyle ben Sanki bir insan şehrayini vardı da, ben Gecesiz bir sarışındım Gecesiz bir sarışındım ve işte Bütün kapıları açtım kapadım Kırdım parçaladım elime ne geçtiyse Biblolar mı olur, yağlıboya tablolar mı, kristal takımlar mı Elime ne geçtiyse Açtım pencereleri dışarı attım. Durmadan atıyordum, eşyalar bitmiyordu ki hiç Eşyalar bitmedikçe öfkeyle içiyordum Ve kinle İniltiler duyuyordum aşağıdan yukarıdan Ve bağrışmalar Ve çığlıklar duyuyordum bir de Tanıdığım artık ve bildiğim iyice Acayip hayvan seslerine benzeyen - Konak ki bir şimşekti de, elle düzeltilmişti sanki bir yağmur öncesinde - Uşaklar evlatlıklar birbirine giriyordu Birbirlerinden çıkıyordular Aralarına karıştım Boşaldım boşaldım boşaldım Ve bilirdim, biliyordum, süresiz bir sarışındım Başkalarını da çağırdım daha sonra Ve karşıladım. Oramla karşıladım, en çok oramla Kapıda karşıladım, düşümde karşıladım Bir sürü adamlar geldi,o bir sürü adamla bir sürü kadınlar Nerde kim varsa işte bir bir geliyordular Mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar Ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki - İçkiler, çiçekler, pastalar Küçük küçük paketler, büyük büyük kutular. (Ah, ne de çok şeyleri vardır da, nasıl Hep böyle yerinde harcar bu kentsoylular.) Giysiler giysiler gene giysiler Fiyonklar, boncuklar, payetler Değerli - değersiz, sahici - yalancı Türlü türlü iğneler, yüzükler ve kolyeler Önce hep nasılsınızlar, lütfenler, oturmaz mısınızlar Denenmiş iç geçirmeler, gizliden bakışmalar Ve yaldızlı cümleler Bu pazar ne yaptınız? Hangi pavyonda? Sahi mi? İğreti kahkahalar, ucuzundan gülmeler Bacak bacak üstüne atmalar, yerlere uzanmalar Sigaralar içkiler Sonra gene içkiler, hiç bitmeyen içkiler Ve dudaklar ve gözler, ince uzun boyunlar Memeler, kalçalar, kıçlar, falluslar Ve yavaştan seviciler, ibneler Poz kesen jigololar. (Nasıl da vaktini bilirler her şeyin Ve vaktinde girişirler herşeye bu kent soylular.) Sabaha karşı duruldu her şey Gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler Duruldu konak Denizanaları gibi açıldı kapandı Sızanlar mı dersiniz, uyuyup kalanlar mı - Elle düzeltilmiş bir yağmur sonrası mı acaba - Bir ara yağma edildiydibütün kamçılar Ne kalmışsa kırıp dökmediğim Fırlatıp atmadığım Yağma edildiydi gümüş şamdanlar Saatler, konsollar, sehpalar Perdeler, avizeler, halılar. (Bilmezsiniz siz, bilemezsiniz Görseniz nasıl ince Nasıl da kibardırlar bu kentsoylular.) Kanadı kanadı kanadı o gece bütün konak Görkemli bir Kadın kaburgasını andıran konak Bahçede acı acı bağıran tavuskuşları. (Kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayı da Azıcık sırıtırlar, azıcık da şakaya filan alırlar Ve usuldan ve bozmadan hiç durumlarını Çıkarlar kırıtaraktan dışarı Yalanla avunurlar, yalanla korunurlar Bilmezler utanmayı hiç bu kokuşmuş kentsoylular.) Yaktım konağı da o gece Bir daha, bir daha yaktım Yüzlerce, yüzbinlerce yaktım hiç usanmadan Aklımda bunlar kaldı sadece. Soluksuz sessiz Gölgesiz devinimsiz Bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz Kentin içine kadar sokuldum. Ağzımın içi zehir gibiydi Tuttum bir sigarayaktım Kravatımı düzelttim Ayakkabılarımı sildim Ve sordum: - Ben Ruhi Bey nasılım - Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey - İyiyim iyiyim. Edip Cansever Alıntı
Φ Derin Su Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2011 Gönderi tarihi: 30 Mayıs , 2011 YALNIZLIGA DÜSKÜNLÜK.... Akşam yemeği yiyorum biraz, aydınlık pencerede. Oda kararmış gökyüzü görünüyor. Dışarı çıkınca geniş kırlığa götürür dingin yollar az sonra. Göğe bakıyor ve yiyorum -kimbilir şimdi kaç kadın yemek yiyordur- gövdem dingin; sersemleştiriyor gövdemi iş ve her kadın. Dışarıda akşam yemeğinden sonra, yıldızlar gelip geniş ovanın toprağına dokuncaklar. Yıldızlar canlı, değersiz ama bu bir başına yediğim kirazlar. Göğü görüyorum. Biliyorum ama paslı çatıların arasında parıldayan ışıkları ve altında yapılan gürültüleri. Koca bir yudumla bitkilerin ve ırmakların tadını alıyor kendini her şeyden ayrı duyan gövdem. Biraz sessizlik yetiyor, her varlık kendi gerçek yerinde duruyor, gövdemin duruşu gibi. Sessizliğin uğultusunu dağıtmaksızın benimseyen duygularımın önünde her varlık yalıtılmış. Damarlardan geçen kanımı bildiğim gibi her varlığı karanlıkta bilebilirim. Tüm varlıkların akşam yemeği, koca bir suyun otların arasında aktığı yerdir ova. Kımıltısız yaşıyor her bitki ve her taş. Bu ova üzerinde yaşayan her varlığın damarlarını, beni besleyen besinleri dinliyorum. CESARE PAVESE Pavese neden böyle etkiliyor beni bilmiyorum, günlüklerini zor bir dönemimde okumuştum "yaşama uğraşı" . İyi şairler genellikle intihar ediyor ya da erken ölüyorlar. Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 15 Haziran , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 15 Haziran , 2011 "Ve diyorum ki: Hayat gerçekten karanlıktır istek olmadıkça Ve tüm istekler kördür irfan olmadıkça Ve t...üm irfan boşunadır, bir işin meşgalen olmadıkça Ve tüm uğraşlar boşunadır aşk olmadıkça.. ......Eğer aşk ile çalışırsanız bağlanırsınız birbirinize ve Allah'a. Aşk ile çalışmak nedir mi diyorsunuz? Kumaşı yüreğinizden çekilmiş iplikle dokumaktır; sevgiliniz giyecekmiş gibi!" HALİL CİBRAN Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 18 Haziran , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 18 Haziran , 2011 Pavese neden böyle etkiliyor beni bilmiyorum, günlüklerini zor bir dönemimde okumuştum "yaşama uğraşı" . İyi şairler genellikle intihar ediyor ya da erken ölüyorlar. Sevgili Derin Su beni de Pavese siirleri cok etkiler.. Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 18 Haziran , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 18 Haziran , 2011 Ne Kadar Zor Ne kadar zor! İnsan içinde dolaşıp Ölmemiş gibi gibi numara yapmak, Ve trajik aşk oyunlarını Henüz yaşamamışlara anlatmak Ve kendi kabuslarına bakıp da Duygunun düzensiz fırtınasında bir düzen bulmak Sanatın sönük alevlerinde Ölümcül hayat yangınını tanıtmak... Alexander Blok Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 19 Haziran , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 19 Haziran , 2011 HAYAT SAHNEM... Ben insan Adım figüran. İşte sahnem.. Rolüm?' Yaşamak'.. Hayatın sahnesi bu. Yakın ışıkları Haydi.efektleri verin.. Büyük bir kapı açılsın gıcırdayarak Şimşek şimşek çaksın çaresizlik Kulakları sağır etsin acının gürültüsü.. Kostüm kostüm askılara asılırken tüm renkler Rolüm yaşamak Rengim siyah.. Açılırken ilk perde Uçuştu havada replikler Rol arkadaşım aşk Fonda aşkın nağmeleri.. Sonrasında Acı perde perde inerken Sahnenin tam ortasına Hüzünler yerleşti koltuklara Seyre daldı umutsuzluk.. Ölüm denen son repliğin Vurdu gözlere ayazı Yürekleri üşüttü rüzgarı.. Şimdi Yankısı kesilen duvarlarda Kalmadı artık ne bir replik Ne bir mimik.. Kapandı perdeleri yüreğimin Ve, karardı tüm ışıklar Oyun bitti.. Hani alkışlar? Zeynep A.EDİRNE Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2011 Düşü Ne Biliyorum Kimdi o kedi, zamanın eşyayı örseleyen korkusunda eğerek kuşları yemlerine, bana ve suçlarıma dolanan? Gök kaçınca üzerimizden ve yıldız dengi çözüldüğünde neydi yaklaşan yanan yatağından aslanlar geçirmiş ve gömütünün kapağı hep açık olana? Yedi tül ardında yazgı uşağı, görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o ve bağlanmıştır körler örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken, iskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla. Yine de, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne, bir kahkaha bölüyor dokusunu Düşler marketinin, Uyanıyorum küstah sözcüklerle: Ey, iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! Nilgün Marmara Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 11 Eylül , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 11 Eylül , 2011 Ben Karanlıkları İyi Tanırım Ben karanlıkları iyi tanırım Karanlıkta dökülen iki damla gözyaşının Altında ıslanırım Ay doğar yalnız gecelere Benimsin sanırım Ben karanlıkları iyi tanırım Kasabalarda söner ışıklar Haram tenlerin buharında kavrulurum Ben karanlıkları iyi tanırım Lodos vurur, harmanlarda savrulurum Takılırım yabanın ucuna, hasretine avunurum Ben karanlıkları iyi tanırım Göçebe obaların kıl çadırlarında soluklanırım Her kızıl şafak sensiz doğar üzerime Dağ başlarında yalnız kalırım Serin rüzgâr eser acı poyrazlarda avunurum Ben karanlıkları iyi tanırım Ağustos böceği, şarkılarında yanar Ateş böceği ışığında aydınlanırım Çıkrıklar döner başucumda Kınalı ellerin nasırlarında, yokluğuna sancılanırım Ben karanlıkları iyi tanırım Ürpertici sessizlik ve sensizlik çöker geceye Susuz bakraçlarımda gezinen her nesneye Sensin diye sarılır, hasretine avunurum Ben karanlıkları iyi tanırım Diz çöker gece yüzüstü Çıra ışıklarında, yıldızlar geceye söner Duman kaplar her yanımı Gölgen boyu uzanırım yokluğuna Eşkâlin düşer karanlığa, sensin sanırım Ben karanlıkları iyi tanırım Dağların doruklarında avunurum Tipilerden kaçar kuytulara sığınırım Karlar yağar sürülerime ağıllarda toplanırım Kurt sürüleri basar obamı talan olurum Parça, parça dağılır yalan olurum nurettin Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 28 Kasım , 2011 Yazar Gönderi tarihi: 28 Kasım , 2011 KUĞU EZGİSİ Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim, Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı bekçi gizleri. Ne zamandır ertelediğim her acı, Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi, -bu şiir - Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim, Dost kalmak zorunda bana ve sizlere! Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o, uykusunu bölen derin arzudan. Büyüsünü bir içtenlikten alırsa Kendi saf şiddetini yaşar artık, -bu şiir - Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü, ulaşılamayanın boyun eğen yansısı, Sevda ile seslenir sizlere! Nilgün Marmara Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2012 çok uzun bir unutuştan geldim, yorgunum.... niye niye uzun uzun anlatayım zaten her şey bin tekrar zaten her şey çok açık kalmıyordu aklımda yüzü kalmıyordu ah ! çünkü sevinçler çünkü sevinçler sevinçlerdi hep kısacık . . . neden neden çırpınıp durayım ki hece hece zaten her manada sızı ve hep bir üzgünlük oluyorsa bakışlarımızın tek feri üstüne eskittiysek bir de eskimez deneni sonra sadece yaşarız sadece yaşarız bir bir terk ederek bütün anlamları ihtimal, içimizde bir özlemek belki hani güneşi içine çeken taş gibi sıcak lakin dilsiz işte böyle bir şey sessiz bilmem ki nasıl anlatılır hem gözlerinde denizin tuzuyla karaya vurmuş bir yunusun kalbi kaç özledimli satıra ölümünden uyanır . . . ne diye ne diye bahis açayım ki şimdi incelikli sevdalardan sevdalar bir dilekti hani yıldızlar kayarken inceliklerse kum saati baş ucumda kırık bekledikçe hep boşa akar zaman ancak şanslıysan eğer şanslıysan aşk çiselemiştir de ıslanmışsındır belki dinmeden sonrası zaten malum yalnızlık ki yalnızlık bulutla toprak arası, kocaman ve kalbi tek başına atmaya başlayınca insan bütün cümleler faydasız, kör kuyu mektuplarsa kağıdın mavi mürekkeple makyajı hem hangi şehir var hangi şehir kaldı sardunyalar kaç ayda büyürdü hatırlayan . . . nereye nereye gidersen git şimdi nasılsa sensindir ilk karşılayan yine kendini ve uçarı değildir artık nabız, üzerinde bir dağ kıpırtısızlığı çöker durursun dibine hiçliğin köklerinse acır boşluklara uzamaktan oysa bilirsin, gömülse de çürümez acı lakin bir bedene kaç ceset sığar ? söyler mi birine sorsan yada boş ver unut hepsini beden ki sandığıdır ruhun ve sen, sandığında yorgun kal öyle biraz kal, dinlen zaten yeni gelmişsin henüz gelmişsin upuzun bir unutuştan . . . niye niye anlatayım zaten her şey bin tekrar zaten her şey çok açık kalmıyordu aklımda yüzü kalmıyordu ah ! çünkü sevinçler çünkü sevinçler sevinçlerdi hep kısacık yine de yaşandı her şey yarımlığıyla ve eksik sonra da bitti işte ki bitince aşklar bazı şarkılar kalırdı ancak ki kaldı ama onlar da zehirlidir şimdi zehirli ömrü uzatır belki az dinlemek üstelik yalan da değil değildi elbet hayattı taş makas içim camdan kağıt ne yapsam kaldı kırıklar ne yapsam sığmadı avuçlarıma ben büyüdüm biraz ya ama ellerim ellerim ellerimdi hala çocuk ____ ^^ Safak Kücükyagci Alıntı
Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2012 Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2012 Hoş geldiniz Elif Hanım, sizi hatırladım, yorgunluğunuz en kısa sürede terk eder sizi , huzura yelken açarsınız yeniden umarım... 1 Alıntı
Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2012 Gönderi tarihi: 31 Temmuz , 2012 Yabancı İkliminin dışında yaşamaya zorlanmış, Yabancı bir toprağa dikilmiş fidan gibiyim Yaşamın ortasında, Yabancı kalan bir ruhun yabancılığını yaşıyorum Alışamadığım yabancı olmayan yabancılık acısıyla Tutunmak mı hayata Tutunamamışlığımla tutunmaya çalışıyorum Bütün yabancılığımla... 1 Alıntı
Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2012 Ne denebilir ki dile gelmiş bir şiir akarken gönle dize dize... ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım? Ankara, Güz/1983 (ŞÜKRÜ ERBAŞ) 1 Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 "Ah"lar Ağacı 1- Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, ...Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu kırıyor Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına. Yapıştırsam da parçalarını hayatımın Su sızdırıyordu çatlaklarından. Karnabahar kızartmıyordu asla Başrolde kadınlar. Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım Tanrı’nın eliydi. Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Olmayan kapıları açardık, Olmayan ziller çaldığında. Siyah papyonlu olurdu mutlaka Resim defterimizdeki damat. Yedi günde yarattığımız dünya Mutlu olurduk pastel koksa. Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı,en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar. Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah...dedim sonra, Ah! Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, İçim sıkılmasa o kadar Tek bir satır bile okumazdım. Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı Bir derdi var derdim. Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim. Ninni derdim,ninni bebeğim! Cam gözlerini kapardı,naylon kirpiklerini. Plastik gözkapaklarının ardında, Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, Gözyaşları da. Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına. Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa. İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülür toprağa. İç ses, diye söylendim Ve ah dedim sonra, Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim. Dallarına salıncak kurardı çocuklar, Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar. Meyveleri tatsızdı Eski bir lanetten dolayı Herkes dişlerdi acı meyvelerini, Ve herkes söverdi ona. İsmini yazardı herkes onun bağrına, Ah derdi o. Ah! Bıçağın ucundaydı insanların hafızası ‘İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkum olandır.’ Tanrı şöyle derdi o zaman: Ah! Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım, Ulaşılamazdı, Sen sarılmak istesen ona, O sana sarılmazdı. Ne çok dikenin vardı Tanrım! Ne çok isterdim, Sana sarılamazdım. Ve şöyle derdim o zaman: Ah! Ahlat ahların ağacıydı, Yaşlanmaya başlayanların, İtiraf edilememiş aşkların, Evde kalmış kızların. Ahlat ahların ağacıydı, Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, Öyleydi işte. Ve etimoloji Eti’lerden kalma Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Mesela o zamanlar Mutsuz olduğunda insanlar, Yok olurmuş bazı dakikalar. Gülümsedim o sıra, Bazen sevinirim, Sevinmek nedense hep yedi yaşında Ve ah... dedim sonra, Ah! Bazen ah diyorum durmadan, Şimdi ben ahlatın başında, Otuz iki yaşımda. Ahlar ağacı gibi. Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma, Mavi, mor,kırmızı ve yeşil, İstedim,hep istedim, Sen iste derdim,iste yeter ki Vereyim. Her istediğimi verdim.Arttım,fazlalaştım, Eksikli yaşamaktan. Ahlar ağacıyım,gibisi fazla. Başka bir şey istemem Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma, Hesabımı vermekten başka. Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta. At arabasıyla kağıt toplardı Her sabah çingene kadınlar. Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar Şaşırırdım Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman? Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı. Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana, Yeniden doğmuş olurdum oysa, Öldüğümü sandıklarında, Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak. Vasiyetimdir: En güçlülerinden seçilsin Beni taşıyacak olanlar. Ahtım olsun, Yükleri ağırlaşsın diye iyice, Tabutumun içinde tepineceğim. 2- Bir göl vardı evimizin karşısında, Mavi gözleri olan, Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca. Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak? İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç Annem sevindiydi hatırlarım. Ah demişti. Ah! Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Annem çok sevinmelerin kadınıydı, Sıcak yemeklerin. Başına diktikleri o taş, Ne zaman dokunsam soğuktur oysa. Ben okşadığımda ama,ısınır sanki biraz. İç ses! Bu bahsi kapa! Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim. Çoktandır öksüz olan mutfakta Buğulandı ve ağladı camlar, Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla. Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım, Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara, Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca, Sanki biraz rahatladım. Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki, Artık kimse mutsuz olmayacaktı. Ah...dedim sonra, Ah! İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta, Aynı vampir gibi çıkacağız. Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca, Sanki biraz ferahladım. Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım: Hala aç mısın? Bir tren geçti yine tam o sıra Ustura gibi kara, Düdük çala çala, Geçti şiirimin ortasından. Kes şunu dedim,kes artık! Oldu olacak, Kan kardeşi olsun ruhumla yollar. Merak ederdim, Kesik başları ve sarı ışıklarıyla Nereye gider bu insanlar? Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce Bir kara yılan gibi, Bilemezdim menzil neresi? Ah...dedim sonra Ve acilen makas değiştirdim. İç ses, diye söylendim, Raydan çıkma bundan sonra. Kuyruk sallardı, annemden kalma maaşım her üç ayın sonunda. Sevinirdi, Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim. Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla, Muhabbet ederdik kuyrukta. Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin, Fötr şapkalı kelimeleriydik, Çürük dişlerimizle bizler, Dökülmüş harfler gibi kelimelerden, Saf ve pembe gülümserdik. Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik. Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik, Neden hep aynı yerdeyiz, Hayattan söz edilirdi, Zor denirdi, Ve ardından susulurdu mutlaka. Fötr şapkalı amcalardan biri Ah derdi sonra, Ah! Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman. 3- “Bir Arap şairi şöyle demiş, Savaşta yenilen halkına, Ağlamayın,ağlamayın,acınız azalır” Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi, Sorardı: Daha yazacak mısın? Hayır derdim, Artık yazmayacağım. Ama şöyle denir: Kılıç çeken kılıçla ölür. Ama şöyle denir: Kaderden kaçılmaz. Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Yıllarca biriktirdim rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında. Aşık olduğumda, Çikolata kokardı kırmızı yazgım. hayatıma hayat diyemem artık. sarı yazgım her sonbahar onu biraz daha fazla,ömür yaptı. Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık. Kara yazgımı şimdi kim bilir Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? Ah.. dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim, Başımda rüzgar vardı Başımda uğultular... Kalbim usulca kıpırdardı Ve ses çıkarırdı dokununca Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda rüzgar vardı, Yine esiyordum Hızla dönmeye başladı kalbim Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda uğultular... Fırtına çıktı sonra, Yaşadığını anladı kalbim, Böyle yaşanamaz derdi Bir başkası olsa. Bir zamanlar meydan okumak isterdim. Kaç meydanını okudum da bu hayatın. Yalnızca iki harfini öğrendim: A H! Ah benim nergis kokulu cehaletim... Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda Anlatmak isterdin kendini durmadan Bir bardağa bile olsa. Ne diyecektin, ne söyleyecektin Şairlerin şahı olsan, Bir AH’dan başka. Ah benim nergis kokulu cehaletim Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin. AH! Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım tanrının eliydi, Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, Çok şey geçmiş gibi başımdan Ah dedim sonra, Ah! İç ses, diye söylendim. Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla. Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın... Didem madak 1 Alıntı
Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 "Ah"lar Ağacı 1- Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, ...Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu kırıyor Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına. Yapıştırsam da parçalarını hayatımın Su sızdırıyordu çatlaklarından. Karnabahar kızartmıyordu asla Başrolde kadınlar. Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım Tanrı’nın eliydi. Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Olmayan kapıları açardık, Olmayan ziller çaldığında. Siyah papyonlu olurdu mutlaka Resim defterimizdeki damat. Yedi günde yarattığımız dünya Mutlu olurduk pastel koksa. Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı,en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar. Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah...dedim sonra, Ah! Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, İçim sıkılmasa o kadar Tek bir satır bile okumazdım. Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı Bir derdi var derdim. Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim. Ninni derdim,ninni bebeğim! Cam gözlerini kapardı,naylon kirpiklerini. Plastik gözkapaklarının ardında, Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, Gözyaşları da. Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına. Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa. İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülür toprağa. İç ses, diye söylendim Ve ah dedim sonra, Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim. Dallarına salıncak kurardı çocuklar, Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar. Meyveleri tatsızdı Eski bir lanetten dolayı Herkes dişlerdi acı meyvelerini, Ve herkes söverdi ona. İsmini yazardı herkes onun bağrına, Ah derdi o. Ah! Bıçağın ucundaydı insanların hafızası ‘İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkum olandır.’ Tanrı şöyle derdi o zaman: Ah! Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım, Ulaşılamazdı, Sen sarılmak istesen ona, O sana sarılmazdı. Ne çok dikenin vardı Tanrım! Ne çok isterdim, Sana sarılamazdım. Ve şöyle derdim o zaman: Ah! Ahlat ahların ağacıydı, Yaşlanmaya başlayanların, İtiraf edilememiş aşkların, Evde kalmış kızların. Ahlat ahların ağacıydı, Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, Öyleydi işte. Ve etimoloji Eti’lerden kalma Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Mesela o zamanlar Mutsuz olduğunda insanlar, Yok olurmuş bazı dakikalar. Gülümsedim o sıra, Bazen sevinirim, Sevinmek nedense hep yedi yaşında Ve ah... dedim sonra, Ah! Bazen ah diyorum durmadan, Şimdi ben ahlatın başında, Otuz iki yaşımda. Ahlar ağacı gibi. Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma, Mavi, mor,kırmızı ve yeşil, İstedim,hep istedim, Sen iste derdim,iste yeter ki Vereyim. Her istediğimi verdim.Arttım,fazlalaştım, Eksikli yaşamaktan. Ahlar ağacıyım,gibisi fazla. Başka bir şey istemem Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma, Hesabımı vermekten başka. Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta. At arabasıyla kağıt toplardı Her sabah çingene kadınlar. Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar Şaşırırdım Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman? Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı. Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana, Yeniden doğmuş olurdum oysa, Öldüğümü sandıklarında, Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak. Vasiyetimdir: En güçlülerinden seçilsin Beni taşıyacak olanlar. Ahtım olsun, Yükleri ağırlaşsın diye iyice, Tabutumun içinde tepineceğim. 2- Bir göl vardı evimizin karşısında, Mavi gözleri olan, Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca. Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak? İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç Annem sevindiydi hatırlarım. Ah demişti. Ah! Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Annem çok sevinmelerin kadınıydı, Sıcak yemeklerin. Başına diktikleri o taş, Ne zaman dokunsam soğuktur oysa. Ben okşadığımda ama,ısınır sanki biraz. İç ses! Bu bahsi kapa! Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim. Çoktandır öksüz olan mutfakta Buğulandı ve ağladı camlar, Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla. Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım, Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara, Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca, Sanki biraz rahatladım. Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki, Artık kimse mutsuz olmayacaktı. Ah...dedim sonra, Ah! İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta, Aynı vampir gibi çıkacağız. Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca, Sanki biraz ferahladım. Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım: Hala aç mısın? Bir tren geçti yine tam o sıra Ustura gibi kara, Düdük çala çala, Geçti şiirimin ortasından. Kes şunu dedim,kes artık! Oldu olacak, Kan kardeşi olsun ruhumla yollar. Merak ederdim, Kesik başları ve sarı ışıklarıyla Nereye gider bu insanlar? Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce Bir kara yılan gibi, Bilemezdim menzil neresi? Ah...dedim sonra Ve acilen makas değiştirdim. İç ses, diye söylendim, Raydan çıkma bundan sonra. Kuyruk sallardı, annemden kalma maaşım her üç ayın sonunda. Sevinirdi, Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim. Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla, Muhabbet ederdik kuyrukta. Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin, Fötr şapkalı kelimeleriydik, Çürük dişlerimizle bizler, Dökülmüş harfler gibi kelimelerden, Saf ve pembe gülümserdik. Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik. Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik, Neden hep aynı yerdeyiz, Hayattan söz edilirdi, Zor denirdi, Ve ardından susulurdu mutlaka. Fötr şapkalı amcalardan biri Ah derdi sonra, Ah! Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman. 3- “Bir Arap şairi şöyle demiş, Savaşta yenilen halkına, Ağlamayın,ağlamayın,acınız azalır” Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi, Sorardı: Daha yazacak mısın? Hayır derdim, Artık yazmayacağım. Ama şöyle denir: Kılıç çeken kılıçla ölür. Ama şöyle denir: Kaderden kaçılmaz. Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Yıllarca biriktirdim rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında. Aşık olduğumda, Çikolata kokardı kırmızı yazgım. hayatıma hayat diyemem artık. sarı yazgım her sonbahar onu biraz daha fazla,ömür yaptı. Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık. Kara yazgımı şimdi kim bilir Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? Ah.. dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim, Başımda rüzgar vardı Başımda uğultular... Kalbim usulca kıpırdardı Ve ses çıkarırdı dokununca Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda rüzgar vardı, Yine esiyordum Hızla dönmeye başladı kalbim Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda uğultular... Fırtına çıktı sonra, Yaşadığını anladı kalbim, Böyle yaşanamaz derdi Bir başkası olsa. Bir zamanlar meydan okumak isterdim. Kaç meydanını okudum da bu hayatın. Yalnızca iki harfini öğrendim: A H! Ah benim nergis kokulu cehaletim... Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda Anlatmak isterdin kendini durmadan Bir bardağa bile olsa. Ne diyecektin, ne söyleyecektin Şairlerin şahı olsan, Bir AH’dan başka. Ah benim nergis kokulu cehaletim Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin. AH! Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım tanrının eliydi, Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, Çok şey geçmiş gibi başımdan Ah dedim sonra, Ah! İç ses, diye söylendim. Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla. Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın... Didem madak Çok etkileyici bir şiir Elif Hanım, belki bir parça kendimi bulduğumdan,belki bir gönlün hüzün ikliminin sağa sola sapmadan zorlamadan olduğu gibi mısralarla konuşmasından... Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Sevgili FIZULI begenmenize sevindim. Malesef Didem Madak aramizdan erken yasta ayrilan bir sairdir. Didem Madak siirlerinin hepsinin ayri bir etkileyici yani vardir. Buraya bu siirin sesli yorumunuda eklemeyi istemistim, ama malesef mp3 eklenmiyor sanirim. Alıntı
Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Allah rahmet eylesin, Aşık Veysel ne güzel söylemiş: ''Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın...'' Onlar gittiler ama şiirleriyle konuşuyorlar bizlerle hâlâ... Bu da Cemal Safi'den: Benim Adım Aşk Var mı beni içinizde tanıyan Yaşanmadan çözülmeyen sır benim Kalmasa da şöhretimi duymayan Kimliğimi tarif etmek zor benim Bülbül benim lisanımla ötüştü Bir gül için canevinden tutuştu Yüreğime Toroslardan çığ düştü Yangınımı söndürmedi kar benim Niceler sultandı kraldı şahtı Benimle değişti talihi bahtı Yerle bir eyledim taç ile tahtı Akıl almaz hünerlerim var benim Kamil iken cahil ettim alimi Vahşi iken yahşi ettim zalimi Yavuz iken zebun ettim Selim’i Her oyunu bozan gizli zor benim Yeryüzünde ben ürettim veremi Lokman Hekim bulamadı çaremi Aslı için kül eyledim Kerem’i İbrahim’in atıldığı kor benim Sebep bazı Leyla bazı Şirin’di Hatrım için yüce dağlar delindi Bilek gücüm Ferhat ile bilindi Kuvvet benim kudret benim fer benim İlahimle Mevlana’yı döndürdüm Yunusumla öfkeleri dindirdim Günahımla çok ocaklar söndürdüm Mevladanım hayır benim şer benim Benim için yaratıldı Muhammet Benim için yağdırıldı o rahmet Evliyanın sözündeki muhabbet Enbiyanın yüzündeki nur benim Kimsesizim hısmım da yok hasmım da Görünmezim cismim de yok resmim de Dil üzmezim tek hece var ismimde Barınağım gönül denen yer benim (CEMAL SAFİ) http://www.youtube.com/watch?v=GHqzDW9wxY4 1 Alıntı
Φ ELiFLE Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 2 Eylül , 2012 "Ah"lar Ağacı 1- Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, ...Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu kırıyor Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına. Yapıştırsam da parçalarını hayatımın Su sızdırıyordu çatlaklarından. Karnabahar kızartmıyordu asla Başrolde kadınlar. Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım Tanrı’nın eliydi. Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Olmayan kapıları açardık, Olmayan ziller çaldığında. Siyah papyonlu olurdu mutlaka Resim defterimizdeki damat. Yedi günde yarattığımız dünya Mutlu olurduk pastel koksa. Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı,en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar. Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah...dedim sonra, Ah! Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, İçim sıkılmasa o kadar Tek bir satır bile okumazdım. Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı Bir derdi var derdim. Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim. Ninni derdim,ninni bebeğim! Cam gözlerini kapardı,naylon kirpiklerini. Plastik gözkapaklarının ardında, Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, Gözyaşları da. Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına. Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa. İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülür toprağa. İç ses, diye söylendim Ve ah dedim sonra, Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim. Dallarına salıncak kurardı çocuklar, Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar. Meyveleri tatsızdı Eski bir lanetten dolayı Herkes dişlerdi acı meyvelerini, Ve herkes söverdi ona. İsmini yazardı herkes onun bağrına, Ah derdi o. Ah! Bıçağın ucundaydı insanların hafızası ‘İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkum olandır.’ Tanrı şöyle derdi o zaman: Ah! Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım, Ulaşılamazdı, Sen sarılmak istesen ona, O sana sarılmazdı. Ne çok dikenin vardı Tanrım! Ne çok isterdim, Sana sarılamazdım. Ve şöyle derdim o zaman: Ah! Ahlat ahların ağacıydı, Yaşlanmaya başlayanların, İtiraf edilememiş aşkların, Evde kalmış kızların. Ahlat ahların ağacıydı, Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, Öyleydi işte. Ve etimoloji Eti’lerden kalma Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Mesela o zamanlar Mutsuz olduğunda insanlar, Yok olurmuş bazı dakikalar. Gülümsedim o sıra, Bazen sevinirim, Sevinmek nedense hep yedi yaşında Ve ah... dedim sonra, Ah! Bazen ah diyorum durmadan, Şimdi ben ahlatın başında, Otuz iki yaşımda. Ahlar ağacı gibi. Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma, Mavi, mor,kırmızı ve yeşil, İstedim,hep istedim, Sen iste derdim,iste yeter ki Vereyim. Her istediğimi verdim.Arttım,fazlalaştım, Eksikli yaşamaktan. Ahlar ağacıyım,gibisi fazla. Başka bir şey istemem Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma, Hesabımı vermekten başka. Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta. At arabasıyla kağıt toplardı Her sabah çingene kadınlar. Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar Şaşırırdım Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman? Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı. Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana, Yeniden doğmuş olurdum oysa, Öldüğümü sandıklarında, Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak. Vasiyetimdir: En güçlülerinden seçilsin Beni taşıyacak olanlar. Ahtım olsun, Yükleri ağırlaşsın diye iyice, Tabutumun içinde tepineceğim. 2- Bir göl vardı evimizin karşısında, Mavi gözleri olan, Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca. Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak? İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç Annem sevindiydi hatırlarım. Ah demişti. Ah! Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Annem çok sevinmelerin kadınıydı, Sıcak yemeklerin. Başına diktikleri o taş, Ne zaman dokunsam soğuktur oysa. Ben okşadığımda ama,ısınır sanki biraz. İç ses! Bu bahsi kapa! Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim. Çoktandır öksüz olan mutfakta Buğulandı ve ağladı camlar, Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla. Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım, Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara, Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca, Sanki biraz rahatladım. Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki, Artık kimse mutsuz olmayacaktı. Ah...dedim sonra, Ah! İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta, Aynı vampir gibi çıkacağız. Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca, Sanki biraz ferahladım. Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım: Hala aç mısın? Bir tren geçti yine tam o sıra Ustura gibi kara, Düdük çala çala, Geçti şiirimin ortasından. Kes şunu dedim,kes artık! Oldu olacak, Kan kardeşi olsun ruhumla yollar. Merak ederdim, Kesik başları ve sarı ışıklarıyla Nereye gider bu insanlar? Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce Bir kara yılan gibi, Bilemezdim menzil neresi? Ah...dedim sonra Ve acilen makas değiştirdim. İç ses, diye söylendim, Raydan çıkma bundan sonra. Kuyruk sallardı, annemden kalma maaşım her üç ayın sonunda. Sevinirdi, Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim. Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla, Muhabbet ederdik kuyrukta. Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin, Fötr şapkalı kelimeleriydik, Çürük dişlerimizle bizler, Dökülmüş harfler gibi kelimelerden, Saf ve pembe gülümserdik. Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik. Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik, Neden hep aynı yerdeyiz, Hayattan söz edilirdi, Zor denirdi, Ve ardından susulurdu mutlaka. Fötr şapkalı amcalardan biri Ah derdi sonra, Ah! Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman. 3- “Bir Arap şairi şöyle demiş, Savaşta yenilen halkına, Ağlamayın,ağlamayın,acınız azalır” Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi, Sorardı: Daha yazacak mısın? Hayır derdim, Artık yazmayacağım. Ama şöyle denir: Kılıç çeken kılıçla ölür. Ama şöyle denir: Kaderden kaçılmaz. Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Yıllarca biriktirdim rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında. Aşık olduğumda, Çikolata kokardı kırmızı yazgım. hayatıma hayat diyemem artık. sarı yazgım her sonbahar onu biraz daha fazla,ömür yaptı. Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık. Kara yazgımı şimdi kim bilir Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? Ah.. dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim, Başımda rüzgar vardı Başımda uğultular... Kalbim usulca kıpırdardı Ve ses çıkarırdı dokununca Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda rüzgar vardı, Yine esiyordum Hızla dönmeye başladı kalbim Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda uğultular... Fırtına çıktı sonra, Yaşadığını anladı kalbim, Böyle yaşanamaz derdi Bir başkası olsa. Bir zamanlar meydan okumak isterdim. Kaç meydanını okudum da bu hayatın. Yalnızca iki harfini öğrendim: A H! Ah benim nergis kokulu cehaletim... Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda Anlatmak isterdin kendini durmadan Bir bardağa bile olsa. Ne diyecektin, ne söyleyecektin Şairlerin şahı olsan, Bir AH’dan başka. Ah benim nergis kokulu cehaletim Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin. AH! Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım tanrının eliydi, Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, Çok şey geçmiş gibi başımdan Ah dedim sonra, Ah! İç ses, diye söylendim. Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla. Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın... Didem madak https://www.box.com/s/k0f51mbm9jt4c1kj36ms Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.