Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İŞSİZLİK


seREnaDE

Önerilen İletiler

 

Vergi tahsilinde, ikide bir vergi afları çıkararak devletin vergi alacağından feragat yerine, vergi kaçakçılığını doğru dürüst hapis cezası bile olmayan bir suçtan çıkarıp almanyadaki gibi. en ağır suçlar statüsüne sokmak gerekir.

 

 

cok dogru bir tespit, tebrik ederim... :thumbsup:

 

 

Issizlikten konusurken hic kimse teknolojinin gelismesinden ve konjönktürel issizlikten bahsetmememis...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 55
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

cok dogru bir tespit, tebrik ederim... :thumbsup:

Issizlikten konusurken hic kimse teknolojinin gelismesinden ve konjunkturel issizlikten bahsetmememis...

 

 

Bencede doğru ve yerinde bir tespit...

 

Diğer taraftan ise; Her gün Türkiye'deki işsizler ordusu güçleniyor, artıyor olması işverenlerin işine geliyor Çünkü işverenler üç kişinin yapacağı işi tek kişiye ve oldukça düşük ücretle yaptırıyor! Eğitim ve kariyerinize hitap eden işi yapamıyorsunuz, çünkü işveren sizi asgari ücretle onurlandırıyor! "İstersen!" diyor. Türkiye her an kriz halinde olduğu için, bundan her an işveren yararlanıyor. Türkiye'de çalışmak isteyen çok ama ne yazık ki iş ve olanak bulamıyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

1-İŞSİZLİĞİN TARİHÇESİ

 

Ortaçağ Avrupa’sında kimi tarikatlar, yurtlarından-topraklarından bir nedenle kopmuş insan sürülerini toplayıp 'dilenci orduları' oluşturarak kentler, ülkeler arasında dolaştırırlarmış. Fransiskenler, Dominikenler, Ebiyonitler, sadakayla, ianeyle geçinmenin İncil’in ruhuna en uygun yaşam biçimi olduğunu öğütlüyor, belki de bir bakıma, toprak köleliği ya da salgın hastalıklar, savaşlar yüzünden ülkelerinden kaçmış milyonlarca insanın bir bölümüne, bir tür 'istihdam' sağlamış oluyordu! Feodalitenin çözülmeye başladığı ama henüz dağılan onbinlerce kır yoksulunun sonunun ne olacağının belli olmadığı bu karanlık dehşet döneminde, zaten başka türlüsü çok olanaklı olmayan bir hayatı seçmiş bu dilenci kitlelerine ya da bunların durumunda olup da dilenmeden, ama gündelik işler peşinde yarı aç dolaşanlara, 'işsiz' denmezdi. O çağda 'işsizlik' kavramı yoktu çünkü. İşsizlik, işçiliğin doğuşuyla başladı. 'Emek-gücünü ücret karşılığı satma özgürlüğüne sahip insanlar', toprak köleliğinin sona erdiği, meta düzeyinde pazar ilişkilerinin ve bununla birlikte emek-gücünün de bir meta olarak 'serbest piyasa'da pazarlanabilir hale geldiği kapitalizm çağına özgü bir sınıf olarak doğdu. Çünkü aynı anda, artık yanında çalışan insanlara, ekmek, tahıl, hayvan vermek, bunun karşılığında da onu ömür boyu toprağa bağlamak yerine, çalıştığı süre için 'ücret' ödeyen birileri de ortaya çıkmıştı. Emek-gücü, alınıp satılabilir, üzerinde pazarlık yapılabilir bir 'meta' haline ancak o zaman geldi.

 

 

2-İŞSİZ-İŞÇİLER AMELE PAZARINDA ( BOŞ ADAM VAR)

 

Anadolu’da, yakın zamanlara kadar, ücret karşılığı değil, bir kile buğday, çalıştığı sürece ekmek ve yatacak yer karşılığı 'karın tokluğuna' çalışma, yalnızca kırda değil, kentlerde, özellikle de inşaatlarda çalışanlar arasında yaygındı. İnsanlar, sanki Neşet Günal resimlerine model olmak için, paçavralar içinde, sırtlarında 'mitilleri' sokaklarda dolaşır, çalışma sürelerinin dışında, aşevlerinden, evlerden bir dilim ekmek, bir tas çorba için boyun bükerlerdi. Böyle bir iş bile bulamamış olanlar ise sırtında bir küfe, ya da yalnızca bir ip, 'boş adam var, boş adam' diye bağırarak dolaşırlar, sokak aralarında bekleşirlerdi.

 

Kuşkusuz 'boş adam', 'işsiz' de, 'işçi' de sayılmazdı. 'Bugün hiç iş çıkmadı, bir kuru ekmek, bir soğan yok mu abla?' diye kapı çalsalar bile, dilenci gibi de görülmezlerdi. Türkiye’de henüz sanayinin İngiltere’nin 200 yıl öncesindeki 'emek-gücü emme' mekanizması düzeyine erişmemiş olması yüzünden, kırın kustuğu yığınlar, bugün de kentlerdeki amele pazarlarını dolduruyorlar. Onlar, görece oluşmuş 'serbest emek piyasası'nda, emek-gücünün meta olarak satılmasına elveren koşullarından yararlanma özgürlüğünü dahi kullanamayan, bu sözde özgürlüğe yöneltilmiş canlı soru işaretleridir. Hâlâ, 'ne iş olsa yaparım' diyen milyonlarca deneyimsiz, sanayi tarafından örgütlenmenin anlamını bilmeyen, kır ilişkilerinin etkisini bir türlü silkelenip atılamayan bir yük gibi taşıyan 'boş adam' ortalıkta dolaşıyor.

 

3-ÜCRETLİ KÖLE OLMAK DA KOLAY DEĞİL!

 

'Boş adam', olabilecek son ereği olan 'ücretli köleliğe' kavuşabilmek için, kendi dışında oluşması gereken koşulları beklemek zorundadır. Kapitalizmin 'görünmeyen eli', onu toprağından, ilinden koparmış, ama kendisine ait bir 'üretim gücü' haline getirebilmek için, önüne yeni koşullar dikmiştir.

 

'Eşitlik' ise, işsizlik durumunda artık görünürde bile yoktur. En iyi koşullarda bile, 'eşdeğeri eşdeğerle değiştirme' yalnızca teorik bir soyutlama halini alır. Gerçekte, emek-gücü hiçbir zaman yarattığı ya da yaratacağı değeri karşılayan bir ücretle satın alınmaz. Buna karşın, bir ürüne dönüşeceği beklentisi, emek-gücünün sahibine, kapitalistle eşitlenebileceği bir dayanak sağlar. İşsiz için, bu onurlu durum yalnızca bir hayaldir. Kendi mülkiyetinde olan tek varlığı küçümsemeye, değersizleştirmeye ve hiç de eşit olmayan koşullarda satmaya hazırdır. 'Amele pazarı'nda, hiç kimse, kamyonun üzerinde çalımlı çalımlı duran 'et ajanı'na, 'kaç para veriyorsun, sigorta yapıyor musun?' diye sorma cesaretini gösteremez. Hepsi için önemli olan, yalnızca seçilmek, alınıp götürülmek, çalıştırılmaktır.

 

KAYIT DIŞI İSTİHDAM- KAÇAK İŞÇİLİK

 

Üstelik, Romanya’dan, Arnavutluk’tan, Moldavia’dan kopup gelmiş kaçak işçilerin pazarları doldurmasıyla daha alçaklaşmış, daha sahtekarlaşmış simsarlarla, en küçük bir pazarlık olanağı kalmamıştır.

 

İşsiz için, emek-gücünün bir mülkiyet olarak anlaşılması da olanaksızdır. Satabileceği, bir değere dönüştürebileceği bir varlığa sahip olduğunu, yine ancak onu satın alacak biri çıkması durumunda fark edecek, bunun dışında bu 'mülkiyet', hiçbir işe yaramayacaktır. Ona güç kazandırmayacak, üstünlük sağlamayacaktır. Öyle bir mülk ki, herhangi birine değil, yalnızca sermaye sahiplerine satılabilir; artı-değer elde etmek amacında olmayan birine asla satılamaz! Meta içinde bir değere dönüşebilir, ama bir başka mülke, bir başka üretim aracına, bonoya, tahvile, ranta çevrilemez! İpotek edilemez, kiraya verilemez, miras bırakılamaz! İşsizlik halinde, boş elleri gibi kendine yük, kendisinin bile görmek istemediği bir virane!

 

Ona 'özgürlük', 'eşitlik' ve 'mülkiyet' sağlayan emek-gücü, satın alınmadığı zaman, bedeninde çürüyen bir organa dönüşecek.

 

4-DÜNYADA İŞSİZLİK

 

 

ILO 2001 İstihdam Raporu’na göre, geçen yıl dünyadaki işsiz sayısı 160 milyon idi. ’90’lı yılların sonunda, aynı kaynaklara göre, 130 milyon civarındaydı. Bunların 50 milyonu, 'gelişmiş ülkeler'de yaşıyorlardı. 'Gelişmekte olan ülkeler'de, yine resmi rakamlara göre, 500 milyon işçinin gündeliği, 1 dolardan daha az. AB genelinde Mart 2001 tarihinde işsizlik oranı %7.8 oldu. En düşük işsizlik oranları Lüksemburg (%2.3), Hollanda (%2.5), Avusturya (%3.7) ve İrlanda'da (%3.8) görüldü. En yüksek oran ise İspanya'da (%13.5). Bunlar, dünyanın kaymağını yiyen Avrupa ülkelerinin rakamları. Üstelik bu sayılar, gizli işsizliği, kayda geçmemiş çocuk ve kaçak işçileri kapsamıyor. Gerçekte dünyadaki işsiz sayısının milyarlarla sayılabilecek bir düzeye çıktığını, herkes kabul ediyor. Bu, gerçek anlamda 'kitlesel işsizlik' durumudur.

 

Kapitalizmin olağan koşullarında rastlanan türden, dönemsel ve ekonomideki iniş ve çıkışlara bağlı olarak periyodik bir hal alan işsizlikten farklı olarak, süreklilik gösteren ve gittikçe büyüyen bir işsizliktir. Bazı iktisatçılara göre, 'kalıcı ve organik' bir işsizliktir.

 

İşsizliğin nedenlerini, insanların 'yeteneksiz ve eğitimsiz' oluşlarına, plansız nüfus artışına, göçe, enflasyona bağlayan görüşlerin bu yüzden herhangi bir bilimsel değeri yoktur. Günümüzde işsizlik kapitalist kâr mekanizmalarının bir parçası ve 'en azından belli oranlarda' sürdürülmesi gerekli ve zorunlu bir kaynak yaratma aracı olarak değerlendirilmektedir.

 

 

5-İŞSİZLİĞİN YARATTIĞI PSİKOLOJİK SORUNLAR

 

İşsizliğin yarattığı sorunlar bu yüzden, daha çok psikyatristlerin sırtına yıkılıyor. Bir araştırmaya göre, işsizler arasında görülen en yaygın 'ruh durumu', 'geleceğe güvensizlik ve umutsuzluk' imiş. Bunlar da, intihar, boşanma, 'sosyal uyumsuzluk', 'bağımlılık', 'obsesivite', 'narsisitlik' ve 'stres' gibi sonuçlara yol açıyor.

 

Sorun psikyatristleri ilgilendiren bir 'ruhsal' düzeye indirgenince, onların önerebileceği çözüm de, şu kadar olabiliyor: 'Kurumsal ruhsal-sosyal destek sisteminin güçlendirilmesi, geleneksel aile ve çevre desteği sisteminin kurumsal hale getirilmesi...'

 

6-ÖZALLI YILLAR VE TÜRKİYEDE İSTİHDAM

 

Özal dönemiyle birlikte, 'Türk aile yapısı'nın, her toplumsal sorunun çözümünde bir çıkış noktası olarak öne sürülmesi moda oldu. İşsizlik söz konusu olunca, bu kavramın anlamı, 'ailede çalışan bir ya da iki kişinin, çoluk-çocuğun yanı sıra, eniştelere, baldızlara, dayı oğullarına, köyden gelen hemşehrilere de bakması' oluyor. 'Aile yapımız', dayanışmayı, birbirini kollamayı gerektirmiyor mu? Böylece, 'kuvvetli geleneklerimiz, aile yapımız' sayesinde, herkese iş bulmak zorunluluğundan kurtulmak kolaylaşıyor! İşsizleri işçiler eliyle beslemek yolu varken, neden ücretlerin yükselmesine yol açacak bir istihdam politikası izlensin!

 

Böylece, 'ücretli köle olma özgürlüğünü' bile kullanamaz hale gelmiş olmak yüzünden, kendi varlığından usanmaya başlamış milyonlarca insanın sorumlusu da bulunacaktır: Onları yeterince beslemeyen işçi-emekçi akrabalar! Bu 'fazla ve fuzuli kalabalık', yalnızca çalışarak yaşamak, kendi gücüyle ayakta durmak gibi insani özelliklerden yoksun bırakılmakla kalmıyor, aynı zamanda en başta da örgütlenme ve mücadele etme olanaklarından da uzak tutulmuş oluyorlar. Belki de, bütün hayatlarını, 'öz varlıklarını' bir hiç durumuna düşüren koşullara karşı savaşmanın ne olduğunu bile öğrenemeden sürünmeye mahkum ediliyorlar.

 

İşsizlik, yalnızca emek-gücünün hapsedilmesi değildir öyleyse; emek-gücü potansiyeline sahip olup da onu harekete geçirmekten alıkonulmuş insanın, toplumsal ve siyasal olarak da hapsedilmesidir.

 

7-GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİNDE İSSİZLİK ORANI 9.2 OLDU

 

Nisan-mayıs-haziran döneminde istihdam 22 milyon 721 bin kişi olurken, işsiz sayısı 2 milyon 294 bin kişi olarak belirlendi. İşgücüne katılma oranı yüzde 49.3 ve işsizlik oranı da yüzde 9.2 oldu. İşsizlik oranı bu yılın Ocak ayında yüzde 11.5, Şubat ayında yüzde 11.7, Mart ayında yüzde 10.9, Nisan ayında yüzde 10 olmuştu. Geçen yılın 2. döneminde ise işsizlik oranı yüzde 9.3 olarak hesaplanmıştı. Bu arada mayıs ayında 728 bin ilave istihdam yaratılırken, işsiz sayısı 145 bin kişi azaldı. Buna göre 2005 Nisan ayı itibarıyla 21 milyon 993 bin kişi olan istihdam edilenlerin sayısı, Mayıs 2005’te 22 milyon 721 bin kişiye yükseldi. Resmi işsiz sayısı ise 2 milyon 439 bin kişiden 2 milyon 294 bin kişiye geriledi. Geçen yılın 2. dönemi ile kıyaslandığında ise Mayıs’ta yaratılan ilave istihdam 533 bin, azalan işsiz sayısı ise 25 bin kişi oldu. Geçen yılın 2. döneminde istihdam edilenlerin sayısı 22 milyon 188 bin kişi, işsiz sayısı da 2 milyon 269 bin kişi olmuştu. DİE’nin Hanehalkı İşgücü Anketi’nin Nisan-Mayıs-Haziran 2005 dönemini kapsayan Mayıs 2005 sonuçlarına göre, Türkiye’de istihdam edilen 22 milyon 721 bin kişinin yüzde 51.5’i ise kayıt dışı çalışıyor. Bu oran ocakta yüzde 48.9, şubat ayında yüzde 49, mart ayında yüzde 49.6, nisanda yüzde 50.7 olarak hesaplanmıştı. Bu yılın Mayıs döneminde kentlerdeki işsiz sayısı 1 milyon 710 bin, kırsal bölgede ise 584 bin kişi olarak belirlendi. Söz konusu dönemde, Türkiye genelinde işsizlik oranı yüzde 9.2, kentlerde yüzde 11.9 ve kırsal bölgede yüzde 5.5 olarak saptandı. Aynı dönemde, genç nüfusta işsizlik oranı Türkiye genelinde yüzde 17.6 olarak belirlenirken kentlerde bu oran yüzde 21.7, kırsal bölgede ise 11.8 oldu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

YOKSULLUK, İŞSİZLİK VE ADALETSİZLİK BÜYÜYOR!

 

SORUMLUSU KİM?

 

 

 

Biz sorumluları biliyoruz!

 

Yoksulluğun ve işsizliğin sorumlusu, IMF politikalarını uygulayan, kamu yararını hiçe sayan, emekçileri ve yoksul halkı sadece seçimlerde hatırlayan siyasi anlayışlardır.

 

Sorumlular, üretmeden kazananlar, karından fedakarlık etmeyenlerdir.

 

Sorumlular, demokratik hak ve özgürlüklere baskı, yasak ve kuşkuyla yaklaşanlardır.

 

Sorumlular, sadakayı kutsayan, sosyal hakları devletin sırtında “yük” olarak görenlerdir.

 

Bu zihniyetin temsilcisi AKP hükümetinin de tercihi zenginden, tefeciden, IMF’den yanadır.

 

Hükümet ekonominin iyi gittiğini iddia ediyor. Oysa hükümet tefeciyi memnun ediyor, halka sabır diliyor. Artan mutfak masraflarımız, kiralar, çocukların okul giderleri, yol parası, faturalar, yakacak sıkıntısı; ay sonunu nasıl getireceğimizin derdi hiç mi hiç bitmiyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.