Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Islam - "Religion of Peace?"


Suheyla

Önerilen İletiler

Sayın boşig, doğrusunu isterseniz şu an benim gerginliğimi tahmin bile edemezsiniz. Türkiye'nin en seçme nükleer fizikçilerinin bir uçak düşmesi sonucu ölümlerini talihsiz bir kaza olarak nitelendirebilirdim. Ama bu olay üç Aselsan mühendisinin peş peşe intiharlarının ardından gelince benim çok feci şekilde midem bulanmaya başladı.

 

Biz burda neyiz, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz diye sorgulamaya başladım. Bunlar gerçekten ve gerçekten, gerçekten bir komplo ise, iş buralara geldiyse... BU GERÇEKTEN VE GERÇEKTEN YAKIN DÜŞMANLA BAŞETMEK İÇİN UZAK DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ yapmanın getirdiği korkunç bir aymazlık sonucu olduysa... Ölmek üzere olan PKK nın diriltilmesine neyse... AMA İŞ BURAYA VARDIYSA...

 

Ben koptum... Kimse kusura bakmasın!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 263
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu tartışma, ateistler ile misyonerlerin ortak söylemleri yüzünden ateistlerin misyoner ithamıyla suçlanmasına benzedi maalesef...

 

En sağlam tespit bu oldu sanıyorum Sayın Yersoy...

:clover::clover::clover:

Ateistleri hiç o şekilde suçlamadım ama ne hissettiklerini çok iyi anladım şu an! :D

Değerli Boşig, bak ben sana bu başlıktaki tartışmaya ilk katıldığın iletideki cümleni alıntılayayım:

 

(Kur'an-ın hiç bir yerinde, o ayetler için "Yüzyıllar sonra ve her daim bu böyle uygulanacaktır" şeklindeki bir anlamı ima eden bir ayet bulamazsınız...)

 

Hani bir reklam vardı, süt mü ne bir şey bu çukulatanın neresinde diye soruluyor ve çukulata bağımlısı "Her yerindeeee!" diye bağırıyordu.

 

Daha ben ne diyeyim?

Sayın DemirEfe...

Cevabınızı bekliyorum sadece...

Sadece sorduğum sorulara...

 

Ama açıkçası cevap vermekten kaçtığınız ortada...

Artık birşey demenizi beklemem gerekmiyor...

Ben alacağım cevabı aldım,

Göreceğimi gördüm...

 

Ama size başka bir soru sorayım:

 

1- Sizce o türlü toplumsal içerikli ayetler, bugüne hitap eder mi?

2- Benim iddiam neydi?

3- Sayın BrainSlapper'in iddiası neydi?

 

Sadece bunu söyleyin...

 

 

Ayrıca:

Kur'an-ın o ayetlerinin, ortaya çıktığı döneme ait olduklarını söylemek, o ayetleri reddetmek değildir...

Nereye ait olduklarını tanımlamaktır sadece...

 

Siz Nutuk'taki anlatılanların 1919 yılı ile belli bir döneme ait olduklarını söylediğinizde

Nutuk'u reddetmiş olmazsınız...

Hangi döneme ait olduklarını tanımlamış olursunuz...

Bu aynı zamanda kabul etmektirde...

Kabul ettiğiniz bir şeyi Yer ve Zaman olarak tanımlıyorsunuz, tespitte bulunuyorsunuz...

 

Tarih Bilimsel açıdan yaptığım bundan başka birşey değildir...

 

Önceki iletime bu doğrultuda bir cevap bekliyorum hala...

 

Sayın boşig, doğrusunu isterseniz şu an benim gerginliğimi tahmin bile edemezsiniz. Türkiye'nin en seçme nükleer fizikçilerinin bir uçak düşmesi sonucu ölümlerini talihsiz bir kaza olarak nitelendirebilirdim. Ama bu olay üç Aselsan mühendisinin peş peşe intiharlarının ardından gelince benim çok feci şekilde midem bulanmaya başladı.

Bu üzüntüyü elbette ki paylaşıyorum...

Acı büyüktür...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Tengeriin boşig; Son derece canım sıkkın olmasına rağmen bu uçak düşmesinin Aselsan intiharlarıyla bir ilgisi olduğunu ve bunların bir komplonun parçası olduğunu iddia etmek için kanıt gerekli ve bu olmadığı için bu can sıkıntısını kenara itip kafamı toplamaya çalışacağım:

 

Değerli kardeşim, son iletimi tam anlayamadığını düşünüyorum. Sen söze (Kur'an-ın hiç bir yerinde, o ayetler için "Yüzyıllar sonra ve her daim bu böyle uygulanacaktır" şeklindeki bir anlamı ima eden bir ayet bulamazsınız...) diye girdiğin için bu tartışma çıktı. Şimdi zaten Kur'anın varlık amacı bu, son kitap, kıyamete kadar geçerli olduğunu kendisi söylüyor. Şimdi ben düşünemiyorum ki Kur'anda "bu kitap bu çağ insanlarına, bu çağ olayları hakkında inmiştir, ey gelecek nesiller! Yanılıp sizi ilgilendirdiğini sanmayınız sakın!" demiş olsun. Sünnetullahta, Allahın işlerinde bir değişme olmadığı Kur'anın temel savlarındandır.

 

Hem de Kur'anı Nutuk'la kıyaslayamazsın. Nutuk zaten ölümlü bir insanın yaşadığı olayları anlattığı bir kitap. Kimsenin aklına ebedi geçerli olduğu, anayasanın yerine konmasının gerektiği gelmez. Ama Kur'anda ölümsüz, dünyayı sürekli gözeten bir ilahtan geldiği yazılı. Bu iddiada bir kitabın, ebedi geçerli olmama savında olabilmesi sence mümkün mü?

 

Yoksa tamam, arkadan gelen tartışmaların gereksiz olduğunu, savını anlayamamış veya yanlış anladığımızı kabul etmemde bence sakınca yok, ama sen söze böyle girince yanlış anlamayı sen başlattın. Sen bu cümleyi açıkla, bu çelişkiyi gider, sorun yok, seni mi kıracağız, "yanlış anlamışız, öyle demek istememişsin" deriz biter yani...

 

Selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Değerli kardeşim, son iletimi tam anlayamadığını düşünüyorum. Sen söze (Kur'an-ın hiç bir yerinde, o ayetler için "Yüzyıllar sonra ve her daim bu böyle uygulanacaktır" şeklindeki bir anlamı ima eden bir ayet bulamazsınız...) diye girdiğin için bu tartışma çıktı. Şimdi zaten Kur'anın varlık amacı bu, son kitap, kıyamete kadar geçerli olduğunu kendisi söylüyor. Şimdi ben düşünemiyorum ki Kur'anda "bu kitap bu çağ insanlarına, bu çağ olayları hakkında inmiştir, ey gelecek nesiller! Yanılıp sizi ilgilendirdiğini sanmayınız sakın!" demiş olsun. Sünnetullahta, Allahın işlerinde bir değişme olmadığı Kur'anın temel savlarındandır.

 

Hem de Kur'anı Nutuk'la kıyaslayamazsın. Nutuk zaten ölümlü bir insanın yaşadığı olayları anlattığı bir kitap. Kimsenin aklına ebedi geçerli olduğu, anayasanın yerine konmasının gerektiği gelmez. Ama Kur'anda ölümsüz, dünyayı sürekli gözeten bir ilahtan geldiği yazılı. Bu iddiada bir kitabın, ebedi geçerli olmama savında olabilmesi sence mümkün mü?

 

Yoksa tamam, arkadan gelen tartışmaların gereksiz olduğunu, savını anlayamamış veya yanlış anladığımızı kabul etmemde bence sakınca yok, ama sen söze böyle girince yanlış anlamayı sen başlattın. Sen bu cümleyi açıkla, bu çelişkiyi gider, sorun yok, seni mi kıracağız, "yanlış anlamışız, öyle demek istememişsin" deriz biter yani...

 

Sayın DemirEfe...

 

Şunu anladım ki, siz özetle:

"Kur'an her hükmü ile bugüne ve her çağa hitap ettiği iddiasındadır." diyorsunuz.

 

Öncelikle bunun pekte öyle olmadığını ele alalım...

 

Kur'an'ın iki içeriği vardır:

 

İlki:

Kur'an "Toplumsal Hükümleri" yani "El kesme", "Recm", "Kölelik", "4 Kadınla Evlilik", "Şura" gibi kuralları, Arap Toplumunu reforme etmeye ya da onları bir şekle sokmaya öykünmüş yasalarıdır.

 

Bu gibi yasaların Hz. Muhammed öldükten hemen sonra bile, bizzat Hz. Muhammed'in vahiy katiplerince, halifelerince vs. uygulanmadığı ya da yenileştirildiği, yerine yenisinin getirildiği olmuştur.

Bunun örneklerini bir çok defa verdim.

 

Hz. Muhammed'in Vahiy katibi olan Muaviyeden tutunda tüm İslam Halifeleri ya da İslam devletleri bu Toplumsal Hükümleri yenileştirmişler ya da yerine yenisini uygulamışlardır.

Bu ilk defa benim ortaya attığım ya da Sayın BrainSlapper'in söylediği gibi kendi kafama göre yorumladığım birşey değildir. Özellikle bu ithamı, İslam Tarihinden haberdar olması bakımından ilginçti.

 

Söylediklerim, Hz. Muhammed öldükten beridir uygulanan birşeydir.

 

Bu hükümler açısından Vahiy Katiplerince ve dahi Halifelerce bile uygulamada bu türlü yeniliklere, değişmelere rastlayabildiğimize göre, ister siz

"Yok kardeşim yine de Kur'an, böyle hükümlerinin her daim geçerli olduğunu iddia eder." deyin,

İsterse bunu Kur'an-ı iyi bildiğini söyleyen Müslüman olsun olmasın başkaları söylesin, Tarih ve uygulamalar Kur'an-ın bu türlü esaslarının ortaya çıktıkları döneme ait olduklarını ispatlıyor...

 

Eğer öyle olmasa idi, en başta Halifeler ve Emevi hanedanını kuran Hz. Muhammed'in Vahiy Katibi olan Muaviye bunu bu şekilde uygulamazdı.

 

Umarım bu yeterince açıktır...

 

Yani sizin söylediğiniz gibi

"bu kitap bu çağ insanlarına, bu çağ olayları hakkında inmiştir, ey gelecek nesiller! Yanılıp sizi ilgilendirdiğini sanmayınız sakın!" demesine gerek yok.

Kur'an-ı okumuş olan ve hatta yazılması sırasında şahit olmuş olan, hatta toplatan, toplayan, yazdıran kimselerin uygulamaları açık açık gösteriyor...

 

İslam Tarihini bildiğini ve İslamı bu çerçevede çok iyi eleştirebildiğini söyleyen hiç kimsenin, bunu görmemesine engel yoktur...

 

Bunu göremeyen ve yine de bu şekilde ele alışı "Bilimsel Olmamakla" eleştirebilen kimse, kesinlikle "Bilimsel" değildir...

 

Aksini iddia eden, öncelikle Kur'an-ın bu türlü hükümleri açısından, bahsettiğim dönemleri inceleyebilirler.

Tarih önünüzde durmaktadır...

 

Umarım yeterince açık ve nettir...

Bu konu ile önceleri fazlası ile ileti yazdım...

 

Kur'an-ın ikinci içeriği ise:

İnanç ile ilgili içeriğidir.

Ki işte "her döneme hitap etme", "değişmez olma" iddiasındaki hükümleri bunlardır.

"Allah'ın Birliği"

"Hz. Muhammed'in Peygamber olduğu"

vs. vs. vs.

 

Bunu daha fazla açmama gerek yok sanıyorum, yeterince açık ve net.

Bu hükümlere inanan birisi için, bu hükümler Evrenseldir.

Kur'an kendisini meşru kılan bir kitap olduğu için, bu hükümler Kur'an-a göre evrenseldir.

Ancak inanmayan kimse için Evrensel değildir...

 

Bunu daha Felsefe'nin ilk dersinde öğretirler:

Dinler inanılıyor ise gerçek,

İnanılmıyor ise yalandır...

 

Şunu belirteyim tekrar:

İslam/Kur'an kendi penceresinden, kendisini evrensel kılmak amacı gütmektedir ve bu yüzden bu türlü İnanç hükümlerinin her çağa hitap ettiğini belirtir.

Bunu Hıristiyanlıkta yapar...

Bunu her ideoloji ya da görüş yapar...

Her inanç ve görüş "Evrensel" olma peşindedir...

 

Ancak siz inanmıyorsanız, sizin açınızdan Evrensel olmadığı,

Ve eğer tarafsız ve Bilimsel olarak tüm görüşler ve inançlar ile bir kefeye koyarak düşünür isek

Yine Evrensel olmadığı açıktır diye düşünüyorum.

 

Özetliyorum:

Kendi açısından "Evrensellik" iddiası vardır ve bu "İnanç Özellikleri" bakımından böyledir.

Ancak siz inanmıyorsanız ve benimsemiyorsanız, elbette ki Evrensel değildir öyle değil mi?

 

Umarım bu konu tamamen anlaşılmış ve hallolmuştur.

 

 

Gelelim diğer konuya:

 

Sayın BrainSlapper diyor ki:

"Kur'an-ın ayetlerini, ortaya çıktığı dönem açısında ele alalım (yani ait olduğu yere gömelim)"

 

Ben diyorum ki:

"Kur'an-ın ktoplumsal Hükümleri ortaya çıktığı dönem açısından ele alınabilir."

 

Arada çok bir fark olduğunu hala düşünmüyorum,

Ancak niye bazı ithamlara maruz kaldığımı hala anlamadım...

Yukarıdaki diğer iletilerimdeki sorularıma hala açık ve net bir cevap bekliyorum.

 

Ama şu var ki,

Burada yazdığım şeyler, sakın ha ilk kez söylüyormuşum gibi ifade edilmesin.

Çünkü başka konularda, şu an belirttiğim fikirleri çok kere söyledim.

Alacağım cevabı da bu yönde isterim...

 

Ayrıca benim illa ki Kur'an-ı Rasyonelleştirme peşinde olduğum hala iddia edilebiliyor ise

Yukarıda yazdığım şeylerin, Tarih Bilimsel veriler ile çürütülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Aksi halde bu iddia "Haksızlık"tan öteye geçemeyecek bir iddiadır.

Ve Tarih önümüzdedir.

 

Hiçbir ifademi, akıl, mantık ve bilim süzgecinden geçirmeden buraya almam...

Çelişkili ve haksız olduğum ifadelerim ispatlandıkça da bunları kabul ederim ve açık açık belirtirim, bilinir.

Ve bunu karşımdaki forumdaşımdan da beklerim...

 

Ve eğer Kur'an-ı "Eleştirilemez" yapma ya da "Rasyonelleştirme" peşinde olsaydım,

Kur'an-ı eleştirmek isteyenler için soru örnekleri vermez

Ve eleştirinin nasıl olacağına dair yöntem göstermezdim...

 

Konuyu yeterince açıkladığımı düşünüyorum...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Değerli Boşig, bak ben sana bu başlıktaki tartışmaya ilk katıldığın iletideki cümleni alıntılayayım:

 

(Kur'an-ın hiç bir yerinde, o ayetler için "Yüzyıllar sonra ve her daim bu böyle uygulanacaktır" şeklindeki bir anlamı ima eden bir ayet bulamazsınız...)

 

Hani bir reklam vardı, süt mü ne bir şey bu çukulatanın neresinde diye soruluyor ve çukulata bağımlısı "Her yerindeeee!" diye bağırıyordu.

 

Daha ben ne diyeyim?

 

:clover: Süper örnek.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tamamdır Sayın Tengeriin boşig. Yani sen savlamalarını "Kur'an Allah'tan gelen kutsal bir kitaptır" ana tezi üzerine kuruyorsun. E niye geçerlilik, geçersizlik tartışması yapıyoruz ki seninle? Ve niye Brain'e kızıyorsun "benim nerem rasyonalist?" diye?

 

Tamamdır o zaman, ben bi Hindu arkadaşı Mekke'ye gönderiyorum yarın, "Git Mekke'ye, Harem Şerif'in kapısına dayan, oradaki polislere 'Tengeriin boşig'in kral Abdullah hazretlerine selamı var, artık Kur'anın geçerliliği kalkmış, en azından Tevbe suresi artık geçersiz diyor kendisi, puta tapanlar artık Hareme girebilirmiş, ben Buda putuna tapıyorum, Harem'i görmeye geldim' de, içeri dal!" diyorum. Arkadaşın akibetinden sen sorumlusun!

 

Yalnız bu çabalarınız boşa gitmesin bence, mehdilik çalışmaları başlatın siz, bu fikirleriniz belki İslam dünyasını değiştiren bir dönüşümü başlatır, ne dersiniz?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aklıma gelen bir şeyi ekleyeyim: Peygamberin ölümünün akabinde hemen içtihatlar başladı ve değişik yorumlar geldi diyorsunuz. Doğrudur. Ama bu yorumlar ne savaşlara, Vahhabilik gibi ne katı tutumlu mezheplerin doğuşuna, ne kardeş savaşlarına yol açtı, onu da biliyorsunuzdur. Günümüze kadar uzanan Selefi (öze dönüş, Kur'anı olduğu saf haliyle ele alma) akımlarını da saymıyorum.

 

Kral Abdullah da maslahat görürse Hindu arkadaşı belki içeri alır canım, umutsuz olmamak gerek. Ben hayatından endişe ediyorum garibin ama...

 

Vaktiyle bu kral hazretlerinden biri de isyan çıkarıp sonra başarısız olunca dokunamazlar, öldüremezler diye Haremüşşerife sığınan adamları bertaraf etmek için dahiyane bi içtihat yaptıydı. Kral efendi ABD askerlerini çağırıp coniler uyduruktan bi şehadet kelimesi söyletilip aptessiz ayaklarıyla basıp Harem'in içinde adamları kütür kütür vurup öldürdüydü... Sonra sakızlarını çiğneyerek şehadet kelimesi söyletilip içeri alınmalarını espri konusu yaparak gülerek çıkıp gittiler, çöl sıcağında soğuk biralarını içip operasyonun stresini attılardı. Hatırladınız mı?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir şey daha soracağım: Kur'an: "İnnel müşrikine necesun" der, yani "Müşrikler pistir!"

 

Bi zahmet dahiyane içtihatlarınızla bi yanıtlayıverin, bu ayet halen geçerliliğini sürdürüyor mu, sürdürmüyorsa son kullanma tarihini verir misiniz? Yok bizim arkadaş Harem'i ziyarete gidecek ya, "hamam faturası ibraz etsem kabul ederler mi? Faturaya özellikle yarım saat öncesine ait olduğunu özellikle ekletsem olur mu?" diye mail attı şu an kendisi, bi sorayım dedim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kendilerine türlü hakaretler edilen Mekke müşrikleri müslümanların Hudeybiye anlaşmasını yaparak Kabe'yi ziyaretlerine izin verecek kadar centilmen ve medeni idiler. Müslümanlar Kabe'yi ele geçirince ise "Müşrikler pistir, gördüğünüz yerde öldürün, Allah'ın evine pis ayaklarını bastırtmayın. Vurun boyunlarına, parmaklarına!" dendiydi. Boyunlarını anladık, parmaklarına niye vuruluyor onu da anlamış değilim ama, içimizde engin içtihat yeteneğine sahip değerli alimler var, belki irşad buyururlar biz acizleri...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Siz bana Kur'andan sonraki içtihatları örnek verirseniz, bende örnek üüü, kıyamet gibi. Hemen birini daha söyleyeyim:

 

Hani Kur'an hükmüne göre üç talakla boşana bir kadının kocasına dönmesinin şartı, ancak başka biriyle evlenip tekrar boşanması ya! Buna "hile-i şeriyye" denilir. Bi kızgınlıkla üç kere "boş ol... boş ol... boş ol..." dediğin eşini olur a, pişman olup geri almak istedin. Kolayı var, bulursun bi helal süt emmiş sözünün eri civan, nikahlarsın eşini. "Bana bak, sakın yanılıp yenilip karımı elleşme, ona göre!" diye gözdağı verirsin. O da alır, geri boşar, sen de karına kavuşursun.

 

Bu boşanma hükümlerinin artık geçerli olmadığını, peygamberin ölümüyle birlikte bu işlerin geçerliğinin kalmadığını bu insanlara bi anlatan olsaymış da artık böyle abuk işler olmasaymış keşke...

 

Gerçi peygamber "kılıç kınına girmedikçe" nikahın sahih olmayacağını filan söylemiş diyorlar ama, adam sen de, ölmüş artık nasılsa. Peygamber fani, Kur'an ve Allah baki. Gerçi Allah kendisi konuşmuyor, başka peygamber de göndermiyor ama, neyse... Biz de bildiğimizi yaparız canım, yanlış bir şey yapıyorsak son bi peygamber daha gönderip göndermemeyi bir kez daha düşünür belki...

 

Bizim Hindu arkadaş da meil atmış, diyor ki, orada da bir adam ölünce karısı da öldürülüp onunla birlikte gömülürmüş eskiden, bu vahşi adete artık son verilmiş. Şimdi Hindu inancını da çöpe atmamak için, kocası ölen kadını bir "ağaç ile" evlendiriyormuş rahipler. Hani artık kocası ölünce başkasıyla evlenemiyordu ya, başka "adamla" evlenemez zahir, ağaçla evlenemez dememiş ya? Bu işi böylece çözmüşler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Siz bana Kur'andan sonraki içtihatları örnek verirseniz, bende örnek üüü, kıyamet gibi. Hemen birini daha söyleyeyim:

 

Hani Kur'an hükmüne göre üç talakla boşana bir kadının kocasına dönmesinin şartı, ancak başka biriyle evlenip tekrar boşanması ya! Buna "hile-i şeriyye" denilir. Bi kızgınlıkla üç kere "boş ol... boş ol... boş ol..." dediğin eşini olur a, pişman olup geri almak istedin. Kolayı var, bulursun bi helal süt emmiş sözünün eri civan, nikahlarsın eşini. "Bana bak, sakın yanılıp yenilip karımı elleşme, ona göre!" diye gözdağı verirsin. O da alır, geri boşar, sen de karına kavuşursun.

 

Bu boşanma hükümlerinin artık geçerli olmadığını, peygamberin ölümüyle birlikte bu işlerin geçerliğinin kalmadığını bu insanlara bi anlatan olsaymış da artık böyle abuk işler olmasaymış keşke...

Sayın DemirEfe...

Şu an hakikaten çok şaşırırıyorum...

Anlamıyor musunuz, yoksa anlamak mı istemiyor musunuz?

ÖnYargınızı kırmak mümkün değil sanıyorum.

 

1400yıl öncesi Arap dünyası ile bugün bizim Kadınlara bakış açımız aynı mıdır?

Evlilik kurmuna bakış açımız aynı mıdır?

Boşanma denen olaya bakış açımız aynı mıdır?

 

Örnek:

Din, Anayasal sisteme geçişte bir basamak olmuştur sadece.

O dönemlerde "Resmi/Anayasal" nikahlar olmadığı için,

Evlilikler kayıt altına alınmadığı için,

İki taraf "İlah"larına ya da Kutsal addettikleri kabullerine and içerek evlilik gerçekleştirirlerdir.

Hiç mi bunu kavramadınız.

Bugün Evlilik için Kutsal addedilen şeylere yemin gerekmez.

Çünkü Anayasa ile son derece sağlam bir şekilde sabitleştirilir.

Tarih Bilgisi olan bir kimsenin bunu biliyor olması işten bile değildir.

 

Kısaca şöyle sorayım:

1400yıl öncesinin "Medeniyeti" ile bugünkü "Medeni Hayat Anlayışımız" aynı mıdır ki biz bugün Hülle denen şeyi kullanalım?

Ya da "Hülle" denen kabul Türklere uygun bir kabul müdür ki uygulayalım?

 

Ayrıca örneğinize bakalım:

Kemal Sunal filmindeki gibi "Boş ol!, boş ol!, boş ol!" denildiğinde üç kere boşanılmış olunmuyor.

O dönemde de, bu dönemde de eşinizle evlenirsiniz-boşanırsınız, evlenirsiniz-boşanırsınız, evlenirsiniz-boşanırsınız...

İşte o zaman üç kere boşamış olursunuz.

"Kere" ya da "Defa" sözcükleri size ne anlam ifade ediyor?

Adı üzerinde "Üç kere/defa boşamak"

 

Basit bir örnek:

"Bugün üç kere okula gittim" (Kişi okula üç kere gidip gelmiştir.)

"O adam üç kere evlenmiş" (Evlenirken üç kere -biz evleniyoruz- dememiş, üç kere boşanıp evlenmiştir.)

"Şu kadın üç kere düşmüş" (Düşerken üç kere -ah düştüm- dememiş, üç kere kalkıp tekrar düşmüştür.)

 

Yoksa üç kere deyince kim üç kere dediğine şahitlik edecek?

Ya adam "hayır iki kere dedim" derse, karısını başka adama kaptırmamak için?

Nasılsa şahit yok ortada değil mi?

Kadın da başka birisine gitmek istemiyorsa, o da karşı çıkmaz.

Ya da o kızgınlıkla üçüncüsünü söylediğini gerçekten hatırlamıyorsa?

Ya da üç kere söylemediği halde, kadın başka birisiyle evlenmeyi istediği için

"Ahanda bu beni talat-ı salase (üç kere -boş ol- tümcesini söylemek) ile boşadı" derse?

Yapmayın lütfen!

Örnek çok ama sanıyorum ki hepsi de böyle temelsiz ve tutarsız örnekler olsa gerek...

 

Bu "Talat-ı Salase" uygulaması, sonraları ortaya çıkmış ve yine benim dediğime örnektir:

Kur'an-daki Evlenme-Boşanma anlayışının değiştirilmiş halidir.

Ayrıca bu açıdan "Mute Nikahı" denen birşey de vardır.

Onu da inceleyebilirsiniz.

Oda Evlenme-Boşanma anlayışının değiştirilmiş halidir.

 

Yada yine bu şekilde bir çok yeni konulmuş, değiştirilmiş, uygulamadan kaldırılmış yasa örnekleri vardır, verebilirim...

 

Sanıyorum Sayın Cyrano'nun dediğine geliyoruz:

Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak...

 

Konuya dönersek, "Hülle" denilen uyguluma Hz. Muhammed ölür ölmez mi ortadan kalkmıştır?

Hayır...

 

Arap toplumu bu uygulamayı devam ettirmiştir.

Ama bugün "Medeni Hukuk", "Bilimsel olarak" bu yargıyı uygunsuz buluyorsa, ait olduğu yer sadece Kur'an-ın sayfalarıdır...

Ama siz yine önyargılı okuyacağınız için, bu söylediğimi de anlamayacaksınızdır.

 

Tamamdır Sayın Tengeriin boşig. Yani sen savlamalarını "Kur'an Allah'tan gelen kutsal bir kitaptır" ana tezi üzerine kuruyorsun. E niye geçerlilik, geçersizlik tartışması yapıyoruz ki seninle? Ve niye Brain'e kızıyorsun "benim nerem rasyonalist?" diye?

 

Tamamdır o zaman, ben bi Hindu arkadaşı Mekke'ye gönderiyorum yarın,

Yahu Yapmayın Sayın DemirEfe...

Kasıtlı olarak mı anlamıyorsunuz, açık açık ve tekrar tekrar yazdım.

İletimin neresinde söylediklerimin "Kur'an-ı Kutsal Kabul ederek hareket ettiğim"e dair bir ima ya da söz var?

Kur'an-ı kutsal kabul ediyorum ya da etmiyorum, bu benim kendi vicdani sorunumdur.

Kaldı ki "Kutsal"lık kabulü benim için çok esnek bir kabuldür.

Benim için bağlayıcı değildir.

Birşey ancak Toplumsallaşır ve Evrenselleşir ise Kutsal olur.

Örneğin "İnsani Değerler" benim için daha kutsaldır.

Ya da bir millet için Bayrak kutsaldır...

Ancak bir Milletin Bayrağına Saygı Duymak evrensel bir kabul olmalıdır.

Bunu önceleri çokça ifade ettim.

 

Diğer Kutsallıklar kişinin kendi vicdanı ile ilgilidir.

Sizinle ya da diğer insanlar ile olan ilişkilerimde, paylaşımlarımda, ifadelerimi Kur'an-ın Kutsallığına değil, Bilime dayandırırım.

Bunu çürütmek istiyorsanız, yukarıdaki iletilerim yeterince açık ve nettir, çürütünüz ya da aksini iddia ediniz.

Öyle yapmadığımı ispatlayınız, bunu istiyorum sizden...

Bilimsel olmadıklarını ispat ettiğiniz an, tüm ifadelerimden vaz geçerim...

 

Tartışma; bir takım asılsız ithamları atıp çekilmekle olmaz,

Tartışma; sorulmuş sorulara kaçamak cevap verip ya da görmezden gelip savuşturmakla da olmaz

Yapılan ithamların ispatlanması ile olur.

Karşı çıkılan noktaların çürütülmesi ile olur.

 

Verdiğiniz örneklerden anladığım kadarıyla, söylediklerimi hiç anlamamışsınız.

O yüzden onlara cevap verme gereği görmüyorum.

 

Defalarca söylediğim gibi;

Yukarıda sorduğum sorular ve verdiğim bilgiler yeterince açıktır.

O sorulara cevap ve şu an sizin hala yapmaya devam ettiğiniz ifadelere açıklık getirmenizi umutsuzca bekliyorum.

 

Ancak yine yukarıdaki gibi alakasız cevaplar alacağımı düşünüyorum...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kuran'ı iki kısımda incelemek...

1. evrensel olan kutsallığı (Allah birdir, Muhammed elçisidir vb..)

2. geçici olan, zamanına ve mekanına göre indirilmiş ayetler (savaş ayetleri vb.)

 

 

a. Şimdi Kuran'ın kutsal olduğunu savunanların gözüyle bakarsam şayet, bu iki maddenin de evrensel olduğunu savunmalıyım... Hiç bir ayet geçerliliğini yitirmemiştir.

 

b. Kuran'ın Muhammed tarafından yazılmış uydurma bir kutsallığı olduğunu savunuyorsam eğer, her iki maddenin de zamana ve mekana yazılmış olduğunu ve aynı zamanda evrenselleşme derdini de güden bir kitap olduğunu savunmalıyım...

 

c. Kuran'ı rasyonalleşitirme çabasını güdüyorsam eğer, kutsallığından ödün vermeden ayetlerin gerek yanlış yorumlandığını, bazı ayetlerin artık dikkate alınmayabileceğini ve hatta üzerinde oynanabileceğini savunarak bir reform çabasına girmeliyim...

 

d. Kuran'ı tarihsel materyalizm gözüyle eleştiriyorsam eğer, ayetlerin ortaya çıkışlarını tarihi/mekansal konumları dahilinde eleştiririm. Ancak bu durumda tüm ayetlerin bu gözle irdelenmesi de gerekir. Burada iki seçenek çıkmaktadır. Bir taraftan kutsal olduğu söylenilen, bir taraftan ise kutsal olduğuna inanılan ayetler (1. deki) hangi tarzda eleştirilecek? Etken biçimde mi? Edilgen biçimde mi?

 

Bu dört seçenekten başka seçenek aklıma gelmiyor.

Sayın TengeriinBoşig acaba bunlardan hangisini savunmaktadır? Hangi maddede yer almaktadır görüşleri?

 

Ben inkar edenlerden birisi olarak tüm ayetlerin çıkış sebeplerinin tabii ki zamanına ve mekanına göre değerlendirilmesi gerektiğini, ancak bunlardan hiç birisinin hiç bir şekilde evrensel olamayacağını (evrensel olma çabası ya da evrensel hale getirme çabası farklı bir şey) savunurum. Bahsi geçen çabalara gelirsek, bu da sayın boşig'in ifadesindeki gibi her öğretinin evrensellleşme ihtiyacından ortaya çıkan evrenselleştirme çabasıdır.

 

 

Not: Sayın Boşig, amacım kategorize etmekten çok tartışmanın biraz daha anlaşılabilir olması ve netleştirilmesidir. Hoşgörünüze sığınıyorum bu iletide...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hah işte...

Soru budur Sayın Yersoy...

Bu konuda gördüğüm en güzel ve dolu, can alıcı bir soru açıkçası...

Teşekkürler...

 

Kuran'ı iki kısımda incelemek...

1. evrensel olan kutsallığı (Allah birdir, Muhammed elçisidir vb..)

2. geçici olan, zamanına ve mekanına göre indirilmiş ayetler (savaş ayetleri vb.)

 

 

a. Şimdi Kuran'ın kutsal olduğunu savunanların gözüyle bakarsam şayet, bu iki maddenin de evrensel olduğunu savunmalıyım... Hiç bir ayet geçerliliğini yitirmemiştir.

 

b. Kuran'ın Muhammed tarafından yazılmış uydurma bir kutsallığı olduğunu savunuyorsam eğer, her iki maddenin de zamana ve mekana yazılmış olduğunu ve aynı zamanda evrenselleşme derdini de güden bir kitap olduğunu savunmalıyım...

 

c. Kuran'ı rasyonalleşitirme çabasını güdüyorsam eğer, kutsallığından ödün vermeden ayetlerin gerek yanlış yorumlandığını, bazı ayetlerin artık dikkate alınmayabileceğini ve hatta üzerinde oynanabileceğini savunarak bir reform çabasına girmeliyim...

 

d. Kuran'ı tarihsel materyalizm gözüyle eleştiriyorsam eğer, ayetlerin ortaya çıkışlarını tarihi/mekansal konumları dahilinde eleştiririm. Ancak bu durumda tüm ayetlerin bu gözle irdelenmesi de gerekir. Burada iki seçenek çıkmaktadır. Bir taraftan kutsal olduğu söylenilen, bir taraftan ise kutsal olduğuna inanılan ayetler (1. deki) hangi tarzda eleştirilecek? Etken biçimde mi? Edilgen biçimde mi?

 

Bu dört seçenekten başka seçenek aklıma gelmiyor.

Sayın TengeriinBoşig acaba bunlardan hangisini savunmaktadır? Hangi maddede yer almaktadır görüşleri?

Sayın Yersoy...

Açıkçası ben Tarihsel Materyalizm'i kabul eden birisiyim.

O yüzden Dinleri, toplumsallaşmada bir basamak olarak görüyorum.

Kan bağı, Klan Bağı, Totem Bağı, Din Bağı, Milli Bağlılık, Anayasal Bağlılık, Vatandaşlık Bağı...

 

Bu şekilde ele alışın "Bilimsel" olduğunu düşünüyorum.

Ve artık Dinler, Toplumsallaşmadaki rollerini çoktan bırakmışlardır, bırakmış olmaları gerekmektedir.

İnansın ya da inanmasın, kim ne derse desin...

 

Kur'an-ı da bu şekilde ele almak gerekir.

 

"Allah'ın Birliği" gibi İnanca dayalı konularda ise...

Pek bellidir ki bu çok görecelidir.

İnanılıyor ise Gerçektir,

İnanılmıyor ise Yalandır.

Tabii ki bu yönleri ile tartışmaya açıktır.

O yüzden bunu o döneme ait ele alarak nasıl tartışabiliriz pek bilmiyorum.

Sonuçta Soyut ve Metafizik olan bir Tek Tanrı'dan bahsediliyor.

Sayın BrainSlapper'da Makarna Canavarı'na inanıyor mesela...

Soyut olduğu için ele alınamayan, bilimsel olarak incelenemeyen bu kavramları nasıl eleştiririz Tarihsel Materyalizm açısından bilemiyorum.

Sonuçta adı üzerinde: İnanç...

 

Ancak "Tanrı" olarak adlandırılan şey "Soyut-Metafizik-Maddeden Ayrı Bir Varlık" ise

Ben buna inanmıyorum.

Ancak çok açıktır ki, Metafizik bir Tanrı'nın varlığı ispatlanamayacağı, deneyimlenemeyeceği gibi

Bu açıdan yokluğunu da Mantık Kuramları ve Kuralları ile, Önermeleri ile kanıksayabiliriz.

Bunu daha önce de defalarca yaptım.

Arkadaşlar bilmektedirler.

Açıkçası ben Varlığın kendisine, tümüne Tanrı demekteyim.

 

Ben inkar edenlerden birisi olarak tüm ayetlerin çıkış sebeplerinin tabii ki zamanına ve mekanına göre değerlendirilmesi gerektiğini, ancak bunlardan hiç birisinin hiç bir şekilde evrensel olamayacağını (evrensel olma çabası ya da evrensel hale getirme çabası farklı bir şey) savunurum. Bahsi geçen çabalara gelirsek, bu da sayın boşig'in ifadesindeki gibi her öğretinin evrensellleşme ihtiyacından ortaya çıkan evrenselleştirme çabasıdır.

 

Not: Sayın Boşig, amacım kategorize etmekten çok tartışmanın biraz daha anlaşılabilir olması ve netleştirilmesidir. Hoşgörünüze sığınıyorum bu iletide...

Sayın Yersoy...

Bu soruyu sormanız çok yerinde oldu aslında.

Siz belki bilmiyorsunuz ancak arkadaşların aslında benim bu konularda nasıl düşünüyor olduğumu bilmeleri lazımdı.

Çünkü zamanında çok açıkladım...

 

Umarım cevabım yeterli olmuştur.

Ancak Etken-Edilgen derken kastınız nedir anlayamadım.

O yüzden ona değinmedim.

 

Saygılarımla.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

amacım kategorize etmekten çok tartışmanın biraz daha anlaşılabilir olması ve netleştirilmesidir.

 

Hay ağzına sağlık sayın Yersoy... Yeminle söylüyorum sayın Boşig, benden istediğin yanıtın ne olduğunu anlayamıyorum. Felsefede ilk öğretilenin "Dinler inanılıyor ise gerçek,

İnanılmıyor ise yalandır..." olduğunu söylüyorsun.

 

Bizi inanmayan, kendini inanan kategorisine koyuyorsun...

 

İnananlar doğal olarak evrensel ve ebedi geçerli olduğuna inanır ve öyle savunur diyorsun...

 

Evrensel ve ebedi geçerli değildir diyorsun?

 

Sen bi kararını ver, hangi söylediğin doğru, sonra benden istediğin yanıtın ne olduğunu anlayabilirim belki...

 

Bu paradokstan tek çıkış, senin kendini inanan kategorisine koyduğuna inanmamızın yanlış olduğu, bu konuda seni yanlış anlamış olmamız olabilir. Böyle bir yanlış anlama olduysa ben kendi adıma "yanlış anlamışım, kusura bakma" demeye hazırım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hay ağzına sağlık sayın Yersoy...

 

Bu konuda gördüğüm en güzel ve dolu, can alıcı bir soru açıkçası...

 

Sayın Demirefe ve TangeriinBoşig, teşekkürler...

 

 

Soyut olduğu için ele alınamayan, bilimsel olarak incelenemeyen bu kavramları nasıl eleştiririz Tarihsel Materyalizm açısından bilemiyorum.

Sonuçta adı üzerinde: İnanç...

 

Bence bu tam da tarihsel materyalizmle irdelenebilecek bir konudur sayın boşig. Yapılması gereken tek şey, inancın tarihsel değişimine bakmaktır. Yani tanrıların evrimi. İlkel çağlardaki tanrılar, ortaya çıkış sebepleri, biçimleri ve günümüze kadar geçirdikleri değişim...

 

 

Burada iki seçenek çıkmaktadır. Bir taraftan kutsal olduğu söylenilen, bir taraftan ise kutsal olduğuna inanılan ayetler (1. deki) hangi tarzda eleştirilecek? Etken biçimde mi? Edilgen biçimde mi?[/b]

 

Etken ve edilgenden kastım, kutsal olduğunu kabul ederek mi yoksa inanarak mı eleştirileceğiydi sayın boşig... Umarım açıklayabilmişimdir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bizi inanmayan, kendini inanan kategorisine koyuyorsun...

 

İnananlar doğal olarak evrensel ve ebedi geçerli olduğuna inanır ve öyle savunur diyorsun...

 

Evrensel ve ebedi geçerli değildir diyorsun?

 

Sen bi kararını ver, hangi söylediğin doğru, sonra benden istediğin yanıtın ne olduğunu anlayabilirim belki...

Sayın DemirEfe...

Bunu daha ne kadar açıklayabilirim bilmiyorum.

 

Diyorum ki:

Kur'an-ın Toplumsal Hükümleri Evrensel olamazlar...

Olmasının imkanı yoktur...

Ortaya çıktığı döneme hitap ederler...

O dönemi bell bir düzene sokmaya öykünmüşlerdir...

Zamanı geldikçe, insanlık ilerledikçe yerini yeni yasalara ve kabullere bırakmışlardır, bırakmak zorundadır.

Bunu söylemek "Ahanda Tanrı'dan geldiğine karşı çıktı" demek değildir.

Sadece neyin nereye ait olduğunu tanımlamaktır.

Ayrıca "Tanrı'dan Geliş" konusunda ne düşündüğümü biliyor olmanız lazımdı, çokça ifade ettim.

Benim kendimi İnançlı olarak addetmeme takılmayın, yoksa kavrayamazsınız.

Sanırım sorun aslında buradan çıktı ama bilmeniz gerekirdi diye düşünüyorum.

Ben "Varlığı" "Tanrı" olarak tanıyorum.

Varlığın kendisini...

"Soyut-Metafizik-Maddeden Ayrı Tanrı" denen bir şeye inanmıyorum.

Kaldı ki "Toplumsal Devinimler"de varlığın bir parçasıdır, gerçekliğidir öyle değil mi?

Yani bu yasalar kaynağını Varlıktan/Tanrı'dan almaktadır...

Bu açıdan görüşlerimi en iyi Sayın Hoppa değerlendirmektedir aslında ama o da bazen hınzırlık yapıyor.

Kızmaz umarım... :blushing:

 

İnanç Hükümleri hakkında ise:

"Tanrı'nın Birliği"ne olan inanç gibi konular ne kadar tartışılabilir?

Ben Varlığa Tanrı derim, siz demezsiniz, başkası Soyut bir İlah'a inanır, diğeri de bunu üçler.

Ama hepsi sonuçta kendi penceresinden kendisini Evrensel Doğru olarak görür...

Ben Varlığı Tanrı olarak Evrensel bir gerçeklik olarak görürüm ama bu size yanlış gelebilir.

Siz Varlığı sadece Madde olarak Evrensel bir gerçeklik olarak görürsünüz ama bu bana yalnış gelebilir.

Başkası Metafizik bir İlahı Evrensel gerçeklik olarak görür ama bu bize yanlış gelebilir.

Diğeri bu Metafizik İlahı üçleyerek inanır ve Evresel kabul eder ama tümümüze yanlış gelebilir.

Yani sonuçta bu İnançtır...

Anlatabiliyor muyum?

Bence bu tam da tarihsel materyalizmle irdelenebilecek bir konudur sayın boşig. Yapılması gereken tek şey, inancın tarihsel değişimine bakmaktır. Yani tanrıların evrimi. İlkel çağlardaki tanrılar, ortaya çıkış sebepleri, biçimleri ve günümüze kadar geçirdikleri değişim...

 

Etken ve edilgenden kastım, kutsal olduğunu kabul ederek mi yoksa inanarak mı eleştirileceğiydi sayın boşig... Umarım açıklayabilmişimdir...

Sayın Yersoy...

Eğer "Dinler Tarihi"ni "İlahların Neliği" açısından ele alacaksak,

Elbette ki "İnanç Gömleği"ni kapıda bırakacağız...

 

Çok Tanrılardan, Totemlerden, Tek Tanrılılığa olan süreç açısından...

Ancak böyle kesin bir ayrım var mıdır, bu tam olarak kesinleşmiş değil.

Ama kaba hatları ile geçiş böyledir.

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Tengeriin boşig, sanırım biraz anladım. Seninki Mevlana Celaleddin'in İslamı evrenselleştime çabası, Bektaş Veli'nin kucağında bir tarafında kurt, bir tarafında ceylanı tutarak iyi ile kötü görülen ve gösterileni gayrı tutmaması, işte Hallac Mansur'un kul-tanrı ayrımı olmadığını söylemesi, daha doğrusu ve kısaca hiç bir ayrım olmadığını söyleyen vahdeti vücut anlayışı. Ya da Spinoza panteizmi.

 

Ben buna bir şey diyemem. Bir ara sayın Sardunyam da "light müslüman" tanımının kötü bir şey olmadığını söylemişti, ona da katılmıştım. Valla bilemeyeceğim. Kavramları çok uzaklara atayıp soyutladıkça tanrı, evren, panteizm, ateizm... Bunlar hep buluşur, bir araya gelir.

 

İnsanlar ise somut, gündelik yaşamlarına yansıyan bir şeyler istiyorlar. Bir borsa brokerı bile seçilmiş bir hisse senedini zıplattıracak bir şans tanrısı olsun isterdi.

 

Ama yine de bu konuda son söyleyeceğim: Hangi alanda ve konuda olursa olsun, kabuğu aşıp özü yakalama çabası takdire layıktır, ben bunu yeremeyeceğim. Oldu boşig, anlaştık...

 

Selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Tengeriin boşig, sanırım biraz anladım. Seninki Mevlana Celaleddin'in İslamı evrenselleştime çabası, Bektaş Veli'nin kucağında bir tarafında kurt, bir tarafında ceylanı tutarak iyi ile kötü görülen ve gösterileni gayrı tutmaması, işte Hallac Mansur'un kul-tanrı ayrımı olmadığını söylemesi, daha doğrusu ve kısaca hiç bir ayrım olmadığını söyleyen vahdeti vücut anlayışı. Ya da Spinoza panteizmi.

Tabii bu da beğendiğim iletilerden birisi...

 

Tek fark benim Kur'an-ı Evrenselleştirme gibi bir çabam yok...

Sadece olduğu gibi ele almaya çalışıyorum...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kur'an,incil,Zebur ve Tevrat ,bütündür ve şimdiki zamana hitap edişleri onları muhteşem yapan öğedir.Cihad kelimesi,savaşıp can almak ile kısıtlandırılmış olup din adına bir mektup yazmanın dahi cihad kabul ediliyor oluşu,bir ortamda bütün alaylara rağmen dinini imanını muhafaza edip savunan insanların cihad ediyor oluşu,canlarıyla mallarıyla derken öldürmekten ziyade bu yolda gideceklerin yani feda edileceklerin daha çok vurgulanıyor oluşu gibi kavramlar hep atlanmakta..

Arada misyonerler ile ilgili de bazı şeyler vardı,değinmeden geçemeyeceğim.Misyoner denilen kişiler,bildiğim kadarıyla inandıkları dini yaymaya çalışan kişiler.Bu insanlar,örneğin İncil e inanıyorlarsa,İncil i yaymak için bedava Kitap dağıtıyor,mektuplar yolluyor,bu yolda bilmedikleri ülkelerde ölmeyi bile göze alıyorlardır.Ve bana göre bundan dolayı ölen,sonsuz şehitlik mertebesine nail olmuş bile olabilir.Yahudilik ve Hristiyanlık Allah ın dini olduğuna göre,Din Allah ın oluncaya kadar sözü altında,Allah tan olmayana karşı verilen mücadele vardır ki,bu cümle ile münafık kelimesinin geçtiği bütün ayetler iyiden iyiye önyargısız incelenirse,olayın bütün kökeni Allah tan olana inanmayanlar etrafında şekillenmektedir. Mesela,din adı altında ,bire bir zıt ayet sunmanıza karşın ısrarla Allah tan olmayan bir hadise saplanıp kalmış kişi de bir münafık olabilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

6/73 O’dur gökleri ve yeri yaratan. “Ol,” dediği gün hemen oluverir. Sözü mutlak doğrudur. Boruya üfürüldüğü gün egemenlik tümüyle O’nundur. Gizliyi ve açığı Bilendir. Bilgedir, herşeyden Haberdardır.

 

Allah, Kuran’ı öylesine bir ahenk/uyum içinde göndermiştir ki, herhangi bir ayeti okuduğumuzda kafaya takılan bir sorunun cevabını da yine Kuran’dan bulabilmekteyiz! Fakat kimileri mesih, mehdi, şeyh, imam vd…e sorma gereği duyarlar ki, bu kez onların yanıtına göre amel etmeye başlarlar. Bilinen mezheplerin tamamına yakını bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Allah, Kuran’ı bırakıp mezheplere ayrılanlardan hesap soracaktır.

 

3/103 ALLAH’ın ipine topluca sımsıkı sarılın; ayrılığa düşmeyin. ALLAH’ın size olan nimetini anımsayın. Siz birbirinize düşmanlar idiniz de kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. Yola gelesiniz diye ALLAH ayetlerini böyle açıklıyor.

 

3/105 Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ayrılık ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayınız. Onlar için büyük bir azap var.

 

Neyse biz konumuza dönelim! Kuran’daki bazı ayetlere baktığımızda “ben” ve “biz” kavramlarının değişik durumlarda kullanıldığını görürüz. Mezhepliler, bu kavramların genellikle aynı anlama geldiğini ifade ederler. Oysa bu böyle değildir. Şöyle ki;

 

15/23 Biz, elbette biz diriltir ve öldürürüz, sonunda asıl varis olanlar da biziz.

 

40/68 Dirilten ve öldüren O’dur. Herhangi bir işi diledi mi, ona “Ol” der, o da oluverir.

 

Kuran’ı elindeki (mevcut) diziliş şekline göre okuyanlar, yukarıdaki bu iki ayet için, (önyargılı iseler) çelişkili diyebileceklerdir. Nitekim ilk ayette sanki (haşa) Allah’ın ortakları ile çalıştığı gibi bir anlam çıkmaktadır. Oysa ikinci ayette sadece Allah kendinden söz etmektedir! Peki gerçekten bu bir çelişki mi? Hayır! İlk ayetteki biz, Allah’ın görevlendirdiği ölüm meleklerini ifade eder/içine alır. Allah emri/hükmü verir ve görevlendirdiği (sistemi içindeki) elçi melekler bu emri yerine getirir. Canı (ölümü yaklaşan kişiye gelip de) alan Allah değildir. Allah’ın görevlendirdiği, Allah’ın sisteminde bulunan elçi melekler almaktadır.

 

7/37 ALLAH’a yalan iftira edenden veya ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Onların kitapta anlatılan payları kendilerine erişecektir. Elçilerimiz kendilerine gelip canlarını alırken: “ALLAH’ın dışında taptıklarınız nerede,” dediklerinde, “Bizi terkettiler,” derler. İnkarcı olduklarına dair kendi aleyhlerinde tanıklık ederler.

 

6/61 O, kulları üzerinde egemendir ve üzerinize koruyucu melekler gönderir. Sizden birine ölüm geldiği zaman elçilerimiz onun canını hiç vakit geçirmeden alırlar.

 

Eğer (yukarıdaki) 15/23′te böyle bir ifade kullanılmasaydı (sadece 40/68′deki ifade kullanılsaydı), Allah’ın hem emri verip hem de (haşa) yeryüzüne inip insanların canını kendisinin aldığını anlayacaktık!

 

Eğer 40/68′te öyle bir ifade kullanılmasaydı (sadece 15/23′teki ifade kullanılsaydı), bu kez de “meleklerin kafalarına göre/bağımsız hareket” ettiklerini ve/veya (haşa) Allah ile birlikte çalıştıklarını düşünecektik -ki bu da meleklerin Allah’ın ortağı olacağı anlamına gelirdi! Oysa bunun bir yanılgı olacağına, yazımızın devamında değineceğiz!

 

Allah’a en yakın olan varlıklar meleklerdir. Allah’ın “bir olduğuna” şahit olmuşlardır (3/18). Allah dünyadaki dengeyi/döngüyü kendi inerek sağlamamaktadır. Görevlendirdiği varlıklar yapmaktadır (bunun örneğini yukarıda gördük)! Bu yüzden Allah (onları da sayarak) bazı ayetlerde “biz” kavramını kullanmıştır. Fakat bu, meleklerin (haşa) Allah’ın ortağı olduğu anlamına gelmez. Ancak ve ancak tanık olabilirler. Çünkü hükmü veren “tek” Allah’tır. Emir ondan çıkar. Bir şeye “Ol” der ve nihayet o şey eninde sonunda oluverir!

 

Bu elçiler/görevliler, Allah’ın sisteminde bulundukları ve buna göre hareket ettikleri için “biz” ifadesi kullanılmaktadır. Eğer birkaç ayette bu ve buna benzer ifadeler kullanılmamış olsaydı, bazı cahiller (haşa) “melekler, Allah’a ortaklık yapmıştır” derlerdi. Oysa O’nun ortağı yoktur! Melekler O’nun ortağı değil tanığıdırlar! Bu ikisi farklı şeylerdir!

 

41/47 Saatın (dünyanın sonunun) bilgisi O’nun katındadır. O’nun bilgisi olmadan ne meyveler kabuklarından çıkabilir, ne de bir dişi gebe kalır veya doğum yapar. “Hani benim ortaklarım nerede?” diye onlara seslendiği gün, onlar: “Hiçbirimizin buna şahitlik etmediğini sana arzederiz,” derler.

 

3/18 ALLAH, kendisinden başka tanrı olmadığına şehadet eder; melekler ve adaleti gözeten ilim sahipleri de… O’ndan başka tanrı yoktur. Üstündür, Bilgedir.

 

Görüldüğü gibi Allah’ın ortağı olmadığına kendisi ve melekler tanıklık ediyor. Dikkat ederseniz “ilim sahipleri” de bunlara dahil edilmiş. Peki ilim sahiplerinin tanıklığı meleklerinki gibi midir? Hayır! Zira hiçbir insan meleklerle birlikte Allah’ın tek ilah olduğuna (aynı anda) tanıklık etmediler! Malum meleklerle insanların yaşadığı boyutlar farklı boyutlardır. Ve insanlar, melekler kadar Allah’a yakın bulunmamaktadırlar!

 

38/69 “Onlar tartışırlarken Yüce Toplum’da neler olup bittiği hakkında bir bilgim yoktu.”

 

Peki öyleyse nasıl oluyor bu?

 

İbrahim’in hikayesini Kuran’dan okuyanlar bilirler. Allahsız bir toplumda yetişmiş olmasına rağmen ve hatta ana-babası dahi bir putperest iken İbrahim daha gençlik yıllarında bir arayış içine girmişti. Yıldızların, ayın, güneşin birer ilah olabileceğini düşünmüştü! Fakat bir görünüp - bir kaybolan nesnelerin ilah olamayacağını anladı. Düşüncesine sınır koyup pes etmedi! Nihayet bunları evirip-çeviren/yöneten bir gücün olabileceğine kanaat getirip, “İşte benim Rabbim O’dur!” demişti. O ilah ki, tüm bunları bir düzene koyup, yine bir düzene göre yönetmektedir! (6/76-79) İbrahim’in bu keşfi “Allah’ın tek ilah” olduğuna tanıklık ettirdi.

 

6/75 Kesin bir inanca sahip olması için, İbrahim’e göklerin ve yerin yönetimini şöylece gösterdik: …

 

21/56 Dedi ki, “Aslında sizin Rabbiniz (Sahibiniz) göklerin ve yerin Rabbidir; onları ayırarak yaratmıştır. Ben buna tanıklık edenlerdenim.”

 

Allah’ın “tek” liğine nasıl tanık olursunuz? Elbetteki akıl yürüterek! Akledenler, Allah’ın tek ilah olduğuna (ortağı olamayacağına) tanıklık edebilecek kişilerdir.

 

26/28 Dedi ki, “Aklınızı kullanıyorsanız, O doğunun, batının ve aralarındakilerin de Rabbidir.”

 

22/46 Düşünen beyinlerle ve işiten kulaklarla yeryüzünü dolaşmadılar mı? Gerçek körlük, gözlerin körlüğü değil; göğüslerdeki gönüllerin körlüğüdür.

 

Özellikle de bilim adamları!

 

35/28 Aynı şekilde, insanlar, hayvanlar, çiftlik hayvanları da çeşitli renklerdedir. Bundan dolayıdır ki kulları arasında ALLAH’ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. ALLAH Üstündür, Bağışlayandır.

 

II.Tanım

 

97/1 Biz onu (Kuran’ı) Kudret Gecesinde indirdik.

 

4/166 Fakat ALLAH, sana indirdiğine tanıklık eder. Onu kendi bilgisiyle indirdi. Melekler de buna tanıklık eder. Tanık olarak ALLAH yeter.

 

44/2-6 Apaçık olan bu kitaba andolsun. Biz uyarmak için onu kutlu bir gecede indirdik. Onda tüm bilgelik işleri belirlenir. Katımızdan bir buyruktur; biz elçiler göndeririz. Rabbinden bir rahmet olarak. O İşitendir, Bilendir.

 

İndirileni, Allah mı indirmiştir yoksa indirilecek olanın Allah’tan gönderildiğine tanıklık yapan melekler/elçiler mi? Aslında sadece buradaki örnekler (ayetler) bile “ben” ve “biz” kavramlarını açıklamaya yetmektedir! Veya,

 

50/16 İnsanı biz yarattık ve onun kendi kendine neyi fısıldadığını iyi biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.

 

38/75 “Ey İblis, ellerimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın? Yoksa baş mı kaldırdın?” dedi.

 

İnsanın yaratılmasında melekler yardımcı/ortak mı olmuşlardır? Yoksa “tek” Allah’ın yaratmaya karar verdiği bir varlığın yaratılışına mı tanıklık yapmışlardır? 50/16′ya dikkat! İnsanın yaratılışı gizli yapılmamıştır! Yaratılış safhalarına tanıklık edenler aynı zamanda insanı öğrendiler ve işte o tanıklar, insana gözcülük etmektedirler (82/10-12, 50/17, 75/36).

 

Sonuç

 

Eğer melekler, Allah’ın tanığı değil (haşa) ortağı olmuş sayılsaydı ve/veya başka tanrılar da işin içinde olmuş olsaydı ve bizler Kuran’daki “biz” ifadelerinin bunlara atfen kullanılıyor olduğunu (kazara) kabul etseydik durum ne olurdu? Hiç şüphesiz şu ayetlerle karşılaşırdık!

 

21/22 O ikisinde (gökler ve yerde) ALLAH’tan başka tanrılar olsaydı ikisi de kaosa girecekti. Mutlak otoritenin sahibi ALLAH onların nitelemelerinden çok yücedir.

 

31/11 Bu ALLAH’ın yaratışıdır. O’ndan başkasının neler yarattığını bana gösterin. Zalimler, gerçekten apaçık bir sapıklık içindedirler.

 

Bazı ayetler “Sadece Allah’ın kendisi için kullanılmıştır (20/14)”, bazıları ise “Allah’ın sistemi için (21/73)”. Kuran’daki bazı “biz” kavramlarının, Allah’ın sistemi ve/veya sistemindeki “tanıklar ve görevliler” için kullanılabileceğini hatırınızdan çıkarmayın! Yoksa Allah’ın (haşa) ortakları olduğunu kabul etmiş sayılırsınız!

 

Allah’ın sistemine, Allah’ın “tek ilah” olduğuna tanıklık yapanlar dahil olabilmektedir. Diğerleri için böyle bir ifade Kuran’da kullanılmaz. Aksine tersi bir ifade kullanılır! (43/19) Yani Allah, çoktanrıcı/zalim/cahil/inkarcı kafirleri sistemine dahil etmediği gibi (”biz” diye) onlar adına da konuşmaz!

 

18/51 Onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına tanık yapmadım. Saptıranları hiç bir zaman egemenliğimde görevlendirmem.

 

Peki Allah “tek ilah” olduğu halde ve bilinen başka bir ilah da olmadığına göre, kime ve/veya kimlere karşı “biz” ifadesini kullanmaktadır. Örneğin yukarıdaki ayette (15/23) “sonunda bizler varis olacağız diyor”. Kimlere karşı? Elbette kendilerini ilah zannedenlere karşı! Kendini ilah zannederek ölmeyeceğini düşünen ve dünyada ebedi kalacağını zanneden cahil inkarcılara karşı! (26/129, 2/258, 6/29, …) Halbuki Allah (verilen söz “hesap günü” başlarına geldiği zaman) tümünü yeryüzünden silecektir (16/61). Sonuç olarak Allah ve sistemine tanıklık edenler (melekler, elçiler, inananlar …) baki (sahnede) kalacaktır!

 

10/103 Sonunda elçilerimizi ve inananları kurtarırız. Evet, inananları kurtarmak bizim değişmez bir yasamızdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gerçek her zaman doğru cevaptır.

İşte bu ..

Tek bir ana kaynak,bütün düşünceleri de birler böyle.Yazdıklarınızı,eğer hatırlarlarsa bazı arkadaşlarımız (özelden görüştüğüm bazı kişiler)çok tanıdık bulacaklar İnşallah.Ben ve Biz kavramında özellikle..Ellerinize ,Yüreğinize sağlık.

Saygılarımla..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Oh ne güzel...

Ben uydurma bir kitap yazayım ve müritlerim buna inansınlar. Kandıramadıklarım beni eleştirirken de müritlerim benim doğru söylediğimi kendi yazılarımla savunsunlar (Bak adam doğru söylemiş kutsal kitapta öyle diyor) ... E başka savunabilecek ne kalacak ki? Geçelim...

 

Böyle yaparak savunduğunuz şeyi zayıf kılmaktasınız, ne zaman vazgeçeceksiniz ve anlayacaksınız bunu bilemiyorum... Keşke daha sağlam ve ikna edici şeyleriniz olsa da tartışsak...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Oh ne güzel...

Ben uydurma bir kitap yazayım ve müritlerim buna inansınlar. Kandıramadıklarım beni eleştirirken de müritlerim benim doğru söylediğimi kendi yazılarımla savunsunlar (Bak adam doğru söylemiş kutsal kitapta öyle diyor) ... E başka savunabilecek ne kalacak ki? Geçelim...

 

Böyle yaparak savunduğunuz şeyi zayıf kılmaktasınız, ne zaman vazgeçeceksiniz ve anlayacaksınız bunu bilemiyorum... Keşke daha sağlam ve ikna edici şeyleriniz olsa da tartışsak...

:clover:

Muhamme'in yarattığı ilah Allah, Allah'ın gönderdiği söylenen kitap Kuran, Muhammed'in peygamber olduğunu iddia eden kitap Kuran.

 

Ne güzel mantık zinciri be.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Muhamme'in yarattığı ilah Allah, Allah'ın gönderdiği söylenen kitap Kuran, Muhammed'in peygamber olduğunu iddia eden kitap Kuran.

 

Ben de ona kızıyorum ya sayın BrainSlapper,

Bir şeyin mantığını tartışıyorsan o mantığın dışından da bakmalısın.

"Bunun kanıtı ne?" "ayet der ki..."

"Bu niye böyle?" "ayet der ki..."

"ayeti kim yazdı?" "ayet der ki..."

"ayet ne diyo?" "ayet der ki..."

"ya anladık da, ayet nerden geldi?" "ayet der ki..."

"ya tamam da, yanlış demiyomu?" "ayet der ki..."

"kardeşim anladım o öyle diyo da" "ama ayet der ki..."

"bilim öyle demiyo ama?" "ayet der ki..."

 

(haa bide ayet bitince hadis var)

 

oof offf.... :angry:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben uydurma bir kitap yazayım...

 

Muhamme'in yarattığı ilah Allah, Allah'ın gönderdiği söylenen kitap Kuran, Muhammed'in peygamber olduğunu iddia eden kitap Kuran.

 

Üçgenler meşhurdur. Marslılar bile dünyaya tripotlarla saldırdıydı. Bermuda'da da ünlü bi üçgen bulunmakta...

 

O değil de her an The Gospel of the Flying Spaghetti Monster ayetlerinin burada yayınmasından korkuyorum. Hayır işin garantisi yok. Ketçaplı ve mayonezli versiyonlarının önü nasıl alınır, onu düşünüyorum kara kara. Malum bunlar durduğu gibi durmuyor.

 

İşin mezhebi var, tarikatı var daha. "Allah aklımı ve imanımı muhafaza buyursun" diyordu sayın Mehdi ya, haklı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.