Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Madem Allah Bu Kadar Kudretli,Kuvvetli Herşeye Gücü Yeter , Kendi Gücünde Yeni Bir Allah Yaratabilir mi ?


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

1- Soruda kasıt vardır:

 

Bu sorunun hedefi inançları sarsmak, saf zihinleri bulandırmak, masum ve körpe dimağlara zehir akıtmaktır. Bir akrep kıskacı olan bu demogojik soru ile insanlar zehirlenmek istenmektedir. Şöyle ki:

Eğer bu soruya "Evet" diye cevap verilse o zaman "Demek ki sizin Rabbiniz yarattığı şeyden güçsüzdür." denilecek. Eğer, "Hayır" diye cevap verilse, o zaman da "Demek ki sizin Rabbiniz âcizdir." denilecektir. Her iki halde de -hâşâ- Cenâb-ı Hakk’a acizlik isnadı söz konusudur.

 

Bu soruyu ortaya atanlar, var olması muhal olan bir şeriki yaratmayı Cenâb-ı Hakk’ın kudretinden talep etmekle Allah’ın Hâlık (yaratıcı ), vehmettikleri o şerikin de mahlûk (yaratılan ) olduğunu bir ön yargı olarak kabul ettikleri halde, daha sonra o mevhum mahlukun Hak Teâlâ’dan büyük olabileceğine ihtimal vermekle, açıkça demagoji yapmaktadırlar.

 

Bu kimseler Allah’ın kutsi mahiyetinin mahlûk mahiyetine hiçbir cihetle benzemeyeceğini bilememektedir. Eser ustasına hiçbir cihetle benzemeyeceği gibi, Cenab-ı Hak da mahlûkatına hiçbir cihetle benzemez.

 

Bu hakikati bilmemek, büyük bir cehalettir. Bu cehalete düşenler Allah’ın mutlak kadir, mahlûkun ise sonsuz âciz olduğu gerçeğinden gafildirler.

 

2- Soruda "imkân-ı vehmî" ile "imkân-ı aklî" birbirine karıştırılmaktadır.

 

İmkân-ı aklî: Aklen hem olması, hem de olmaması mümkün olan şeye denir. Meselâ, yeni evlenen bir insanın çocuğu olması da, olmaması da mümkündür.

İmkân-ı vehmi: Hariçte vukua gelmesi mümkün olmayan, hakikatsiz ve esassız bir vehimdir. İmkân-ı vehmi hiçbir hükme esas olamaz. Hiçbir delil ve hakikate dayanmadığı için ilim ve mantık imkân-ı vehmi ile meşgul olmaz.

İmkân-ı vehmi sadece "olabilir", "belki" gibi temenni, zan ve hayallerden kaynaklanır.

 

"Cenâb-ı Hak kendinden büyük bir mahlûk yaratabilir mi?" sorusunda imkân-ı vehmi ile imkân-ı aklî karıştırılmıştır. Bu soru ancak vehmin mahsulüdür; hiçbir hakikate istinad etmeyen bir hurafe, bir safsatadır; aklen muhaldir. Hiçbir akıl, bir mahlûkun Allahü Azîmüşşân’dan büyük olmasını mümkün göremez.

 

3- Soru ile demagoji yapılmaktadır.

 

Mantıkta "Gerçek olmayan mukaddemelerle yapılan kıyaslara mugalâta (demagoji ) veya safsata" denilmektedir. Meselâ duvar üzerine çizilmiş bir insan resmi gören mugalatacı (demagog ):

“Bu resim konuşur. Çünkü, bu resim insana aittir."

"Her insan konuşur. Öyle ise bu insan da konuşur." diye yanlış bir hükme varır. Cenâb-ı Hakk’ın yaratacağı bir mahlûku -hâşâ- Allah’tan büyük tevehhüm etmek, duvardaki resmi insan kabul etmekten daha büyük bir safsatadır.

 

Bu soruda esas olarak şu safhalar vardır:

1 ) Yaratılması vehmedilen varlığın şu anda mevcut olmadığı kabul edilmektedir.

2 ) Mevhum varlığın yaratılması Allah’tan beklenmekte, böylece Allah’ın Hâlık olduğu, o mevhum varlığın ise mahlûk olacağı kabul edilmektedir.

3 ) O mevhum varlığın yaratılması Allah’tan istendiği gibi, onun büyüklüğü, gücü, dirayet ve azameti de Allah’tan istenmektedir.

 

Bu mukaddemelerden Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz büyük, yegâne Hâlık, ezelî ve ebedî ve mutlak Kadir olduğu; o mevhum varlığın ise yaratılmaya muhtaç, âciz, zelil ve miskin olduğu sonucu çıktığı halde, tam tersine o vehmî varlığın Allah’tan büyük olup olmayacağı sorulmaktadır. Bu ise yukarıdaki misâlden çok daha ileri derecede bir safsatadır.

 

4 ) Soru pek çok çelişkilerle doludur:

 

Soru ile yapılmak istenen kıyas, tenakuzlu kaziyelere (çelişkili hükümlere ) dayandırılmıştır. Dolayısıyla, bu sorunun "iddia olma" özelliği yoktur. Meselâ, "Sonsuzdan daha büyük bir sayı yazılabilir mi?" sorusu böyle tenakuzlu bir kaziyeye dayanır. Bu sebeple hiçbir ilmî kıymeti haiz değildir. Çünkü, sonsuzdan büyük bir sayı olamaz ki, böyle bir soru de sorulabilsin. Eğer sonsuz, erişilmez bir büyüklüğün sembolü ise hiçbir rakam sonsuz ile mukayese edilemez. Sonsuzdan büyük bir rakam telâkki edilse o zaman da sonsuzluk hakikati ortadan kalkar.

 

Bu soru da, çelişkili kıyaslardan olduğu için mantıken ve ilmen hiçbir kıymeti yoktur.

 

Bilindiği gibi bir eserdeki kemâl, onu yapan zatın kemâlinin bir tecellisi, bir göstergesidir. Ve bu eserdeki kemâlin, ustasının kemâlini aşması, ondan fazla olması muhaldir. Bir âlimin, telif ettiği bir kitabına kendi ilminden fazla ilim yerleştirmesi, yahut, bir mimarın kendi maharetini aşan bir eser yapması, güneşin kendi ziyasından fazlasını bir damla suya vermesi muhaldir, safsataların en acibidir.

 

"Cenâb-ı Hak, kendinden büyük bir varlık yaratabilir mi?" sorusu: "Allahü Teâlâ kendi kemâlatından daha fazlasını bir mahlûkuna verebilir mi?" gibi bir saçmalık ifade eder.

 

Soru, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları, fiilleri adedince muhaller taşır. Bunlardan birkaçını kaydedelim:

Hak Teâlâ’nm sıfatlarından biri "Kudrettir. Soru, bu sıfat yönünden tahlil edildiğinde şöyle olur:

"Kudreti sonsuz olan Cenâb-ı Hak, kendinden daha kudretli birisini yaratabilir mi?"

 

Bu sorunun sahibi, sonsuzluk kavramının cahilidir. Sonsuz kudretten daha büyük bir kudret olamaz ki, böyle bir soru sorulabilsin. Şu sonsuz feza, şu uçsuz bucaksız sistemler, hep O Kadir-i Zülcelâl’in kudretinin tecelligâhıdır. Haşmetli bir dağın âyinedeki tecellisi bir çakıl taşı ağırlığında da olamaz. Hadsiz yıldızlar, uçsuz bucaksız galaksiler hep Cenab-ı Hakk’ın Hâlık isminin tecellileridir. Bu tecellilerin O Kadir-i Mutlak’ı yorması, âciz bırakması düşünülemez. Her an böyle milyarlarca kâinatı yaratsa, bunların tümü o kudret nazarında yine bir zerre kadar da olamaz.

 

Söz konusu soru, Cenâb-ı Hakk’ın irâde sıfatı yönünden tahlil edilirse şu şekle girer:

"Mutlak irâde sahibi olan Allahü Teâlâ, kendi hükmünü geri bıraktıracak, kendi irâdesini kayıtlayacak bir ilâh yaratabilir mi?"

 

Halbuki, Cenâb-ı Hakk’ın irâdesi mutlaktır, sonsuzdur. Hiçbir kayıt altına girmez. O’nun irâdesini kayıt altına alacak bir varlığın bulunması muhaldir. Öte yandan, Cenâb-ı Hakk’ın yaratacağı şey, mahlûk olur. Mahlûk ise Hâlık’ın irâdesi altındadır. Bu soru ile Hâlık’ın irâdesi sınırlı, mahlûkun irâdesi ise sınırsız tevehhüm edilmekte, böylece "sınırlı olanın sınırsız olanı sınırlandırması" gibi büyük zıtlığa ve çelişkiye düşülmektedir.

 

Soruyu, Allahü Teâlâ’nın ezeliyeti ve ebediyeti noktasından düşündüğümüzde şu safsata ile karşılaşırız:

"Cenâb-ı Hak, kendinden evvel var olup, kendisinden sonra da varlığı devam edecek olan bir mahlûk yaratabilir mi?"

 

Ezel ve Ebed Sultanı olan Allahü Azîmüşşan’ın, bir ismi Evvel, bir ismi de Âhir’dir. Varlığının evveli olmadığı gibi, sonu da yoktur.

Ezelden evvel ve ebedden öte bir zaman kavramı olamaz ki, böyle bir hurafeye, bir vehme yer olabilsin. Bu safsataya göre, Cenâb-ı Hak ezelî ve ebedî olduğu halde, hâşâ, fâni ve hadis (sonradan yaratılan ) olacak, yaratacağı o mevhum varlık ise, mahlûk olduğu halde ezelî ve ebedî olacaktır.

Cenâb-ı Hakk’ın Hayat, Semi’, Basar gibi diğer sıfatları da aynı mantık ve ölçü içerisinde düşünülebilir.

 

Ne gariptir ki, böyle bir safsata ve bir hezeyan bu asrın cehalet çarşısında müşteri bulmakta, az da olsa bir kısım insanları saptırabilmektedir.

 

5 ) Soruda hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi istenmektedir.

 

Bilindiği gibi, bir hakikatin, zıddına dönüşmesi muhaldir. Yine, bir hakikatin kendi mahiyetini korumakla birlikte kendi zıddı olan bir mahiyete girmesi de muhaldir. Meselâ, güneşin, kendi mahiyetini aynen muhafaza ederek suya dönüşmesi, yahut bir insanın "insanlık" mahiyetini hiç kaybetmeden “arslan” olması muhaldir. Misâller çoğaltılabilir. Mahlûkat için, inkılâb-ı hakâik ( gerçeklerin zıtlarına dönüşmesi ) böyle binlerce muhaller taşıdığı halde, Hâlık Teâlâ hakkında böyle bir şey vehmetmek muhallerin en acibidir.

 

Yukarıdaki soru ile Ulûhiyete ait sonsuz hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi tevehhüm edilmektedir. Şöyle ki; soru sahibi bu demogoji ile sonradan yaratılacağından noksan, fâni, âciz, kayıtlı olacak olan o mevhum varlığın hakikatini, zıddı olan sonsuz kudret ve kemâle inkılâb ettirme muhaline düşmektedir. Allahü Teâlâ’nın mutlak kemâli, zıddı olan mutlak noksanlığa, mutlak cemâli mutlak çirkinliğe, mutlak kudreti, mutlak acze inkılâb etmez.

O Zât-ı Zülcelâl sonsuz aziz, mahlûkat ise sonsuz zelildir. Allahü Azîmüşşân, sonsuz âlim ve mutlak Hâkim’dir; mahlûkat ise cahil ve mahkûmdur. Allah’ın varlığı vücudu vâcib, Zâtı ezelî ve ebedîdir. Yarattığı ve yaratacağı herşey ise mümkindir, fânidir ve hadistir.

 

Soru sahibinin vehmine göre, Cenâb-ı Hak ezeli olduğu halde, hâşâ hadis olacak (sonradan meydana gelecek ), yaratılması vehmedilen o varlık ise, hadis olduğu halde ezelî olacaktır. Tâ ki, Allahı Teâlâ’dan, hâşâ daha büyük olması tevehhüm edilsin.

 

Allahü Azîmüşşân, sonsuz kadir olduğu halde, âciz olacak, O’nun yaratmasına muhtaç olan o varlık ise sonsuz kadir olacaktır.

Misaller çoğaltılabilir.

 

6 ) Soru sahibi vücut (varlık ) mertebelerinden habersizdir.

 

Bu sorunun cevabı, üç kavramın bilinmesine bağlıdır. Bunlar “vâcib, mümkin ve mümteni” kavramlarıdır. Aklen bu üçünün dışında kalan bir başka şık düşünülemez.

 

Gayet mükemmel bir heykele baktığımızda bu üç hakikati şöyle tesbit edebiliriz:

"Heykelin bir ustası olması vâciptir." Zira, san’at san’atkârsız düşünülemez.

"Bu heykel yapılmadan önce, ustası için heykeli yapıp yapmamak ise mümkündür." Yâni usta için, o eseri yapıp yapmamak olasıdır.

"Heykelin, ustasından daha maharetli, mükemmel, daha güçlü olması ise mümtenidir (imkansızdır ), muhaldir."

 

Aynı hakikati güneş için düşünecek olursak: Güneşin ışık sahibi olması vâcibdir. Yâni, ışıksız güneş düşünülemez. Güneşi irâde sahibi farzetsek, ışığını dilediğine verip, dilemediğine vermemesi de mümkündür. Güneşin âyinedeki tecellisinin, güneşin büyüklüğüne ve ısısına sahip olup, etrafında oniki gezegeni dolaştırması ise mümtenidir yani imkansızdır.

 

Yukarıdaki misâller gibi, vücud mertebelerinde de üç hakikat vardır: Vâcib, mümkin, mümteni.

Cenâb-ı Hakk’ın vücudu "vâcib", yaratılmış ve yaratılacak olan herşeyin vücudu "mümkin", Allahü Teâlâ’nın şeriki, misli, benzeri ve nazirinin bulunması ve herhangi bir mahlûkunun kendisinden büyük ve güçlü olması ise "mümteni"dir.

 

Cenâb-ı Hakk’ın vücudu vâcibdir. O’nun vücudu Zât’ ındandır. Var olmak için hiçbir sebebe muhtaç değildir. O’nun varlığı mahlûkatın varlığına hiçbir cihetle benzemez. Hiçbir cihetle dengi, eşi ve benzeri yoktur.

Mümkine gelince, mümkin "mütesaviyyüt-tarafeyn" şeklinde tarif edilmiştir. Yâni, mümkinin varlığı ile yokluğu müsavidir (eşittir ), var da olabilir, yok da olabilir. Mümkinin varlığı da, yokluğu da muhal değildir. Yaratılan ve yaratılmaya kabil olan herşey mümkindir.

 

Meselâ, kâtibe göre bir harfin yazılıp yazılmaması müsavidir. Yâni, kâtib, o harfi yazabilir de, yazmayabilir de. Demek ki, "harf için iki taraf sözkonusudur. Olmak ve olmamak. Kâtib bu iki şıktan hangisini tercih ederse o gerçekleşir. Yazmayı tercih ederse harf yokluktan varlık âlemine çıkar, yazmamayı tercih ederse yoklukta kalır.

 

Bütün mümkinat, Cenâb-ı Hakk’ın yanında bu harf gibidir. Kâinat, O’nun yaratmasıyla meydana geldiği gibi, yine O’nun irâdesi, kudreti, terbiye ve takdiri ile varlığını sürdürmektedir. Gerek var olmasında, gerekse devam ve bekasında Allah’a muhtaçtır.

 

Mümkinat âleminde, O Vâcib-ül Vücudu âciz kılacak bir mahlûkun olması düşünülemez. O’nun ezelî irâdesi ve mutlak kudreti karşısında herşey müsavidir. Küçük -büyük farkı yoktur. O kudrete nisbeten bütün galaksilerle bir zerre birbirine müsavidir. Bir çiçek ile baharın, cüz’ ile küllün farkı yoktur.

 

Mümteniye gelince, mümteni, varlığını tasavvur etmek asla kabil olmayan demektir. Mümkinin "olmak", "olmamak" gibi iki ciheti varken, mümteninin tek ciheti vardır; o da olmamaktadır. Yokluk mümteninin daimî vasfıdır. Onun varlığını tasavvur etmek, çelişki ve tezatları doğurur.

Meselâ, bir rakam ya çifttir, ya da tektir. Bir rakamın hem çift, hem de tek olması mümtenidir.

 

Bir insanın aynı anda hem ayakta, hem de oturur olması da mümtenidir.

Bir rakamın sonsuzdan büyük olması da mümtenidir.

Aynen öyle de, Cenâb-ı Hakk’ın ortağı ve benzeri olması da mümtenidir.

Mümkinin vâcib’ten büyük olması da mümtenidir.

Mahlûkun Hâlık’tan üstün olması da mümtenidir.

Soru sahibi bir demogoji ile mümteniyi mümkin göstermeye çalışmaktadır.

 

7 ) Soru sahibi büyüklük kavramının cahilidir.

 

Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü mahlûkata nisbeten değildir. Yâni, O, zâtında büyüktür, büyüklüğü mahlûkat ile kıyasa girmez. O’nun Zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi, büyüklüğü de mahlûkatın büyüklüğüne benzemez, takdirle bilinmez. Mahlûkatın büyüklüğü nisbîdir, birbirine göredir.

 

Bu hakikati bir misâl ile açıklamaya çalışalım. Güneşin büyüklüğü kar zerrelerindeki tecellileriyle kıyasa girmez. Zira, bütün o tecelliler parlaklıklarını o güneşten almaktadırlar. Nasıl onunla kıyasa girebilirler?

Bu misâl gibi, ilmi, kudreti, azamet ve kibriyâsı sonsuz olan Allahü Teâlâ’ nın büyüklüğü de mahlûkatın büyüklüğü ile hiçbir cihetle kıyasa giremez. Zira bütün mahlûkat hep O’nun sıfatlarının ve isimlerinin tecellileridir. Varlıkları O’nun var etmesiyle, hayatları O’nun hayat vermesiyle, nurları O’nun tenviriyledir. Onların büyüklükleri ancak birbirilerine göredir. O’nun bir mahlûku olan insan aklı ne kadar büyüklük tasavvur ederse etsin ve yine insan hayali büyüklüğü nasıl hayal ederse etsin bunların hepsi mahlûk büyüklüğüdür. Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü, düşünülen ve hayal edilen bütün bu büyüklüklerden münezzehtir, yücedir.

 

Bilindiği gibi, matematik ilminde bir "sonsuz" kavramı vardır. Bütün rakamlar ona nisbetle kıyasa giremeyecek kadar küçük kalırlar. Onların büyüklükleri birbirilerine göredir. Sonsuz için bir ile bir milyarın farkı yoktur. Bu noktada sonsuza nisbeten büyük-küçük fark etmez. Bütün rakamlar, şuurlu kabul edilse, bunların hepsi sonsuzu kavramakta aynı derecede güçsüz ve noksan kalacakları gibi, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz büyüklüğünü anlamakta da bütün akıllar aynı nisbette âciz kalırlar. O mutlak ve sonsuz büyüklük, bu sınırlı akla sığmaz.

 

Soruda sözü edilen o vehmi varlığın, mahlûk olacağı peşinen kabul edilmektedir. Bir mahlûk ise ne kadar büyük olursa olsun, büyüklüğü mahlûklara göredir ve o daire içinde düşünülür.

 

San’atkârın san’atından büyük olduğu tartışma kabul etmez bir gerçektir. Meselâ, Selimiye Camii’ndeki bütün kemâlât ve güzellik hep mimarının kemâlâtından süzülmüş, ilminden dökülmüştür. O taşları bir şaheser hâline getiren, Mimar Sinan’ın ruhundaki incelik, düşüncesindeki derinlik, hissiyatındaki zerafet ve san’atındaki meharettir. Alkış Sinan’adır, takdir O’na gider. Faraza, Sinan’ın ömrü, ebedî olsaydı, daha nice camiler yapar, eserler vücuda getirirdi. O eserlerin hepsi de O’nun büyüklüğüne delil olurdu. Lâkin, onların büyüklükleri Mimar Sinan’ın büyüklüğüyle mukayeseye giremezdi.

Şu kâinat denilen büyük mescid, arşlar, ferşler, sema tabakaları, uçsuz bucaksız galaksiler de hep Allah’ın eseri, icadı ve mahlûkudur. Onlarda tecelli eden bütün güzellikler ve üstünlükler Esmâ-i İlâhiyye’ye aittir. Bütün mevcudat Cenâb-ı Hakk’ın kudretiyle, iradesiyle, hâkimiyetiyle ayakta durmaktadır. Atomlardan galaksilere kadar herşey, her haliyle ve tavriyle, her an O’nun hâkimiyeti ve murakabesi altındadırlar. O’nun hâkimiyeti karşısında herşey mahkûm, O’nun büyüklüğü karşısında her mahlûk zelildir.

 

İşte yukarıdaki soru, büyüklük mefhumunu bilmemek yanında, Hâlikıyet ve mahlûkıyeti de bilmemekten kaynaklanmaktadır.

 

Mehmet Kırkıncı

  • Cevaplar 50
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Şöyle söylesek: Tanrının gücü her şeye yeterse, kendini yok etmeye gücü yetecek daha güçlü bir başka tanrıyı yaratmaya gücü yetmesi lazım. Sonra madem her şeye gücü yetiyor, yarattığı o tanrıyı tekrar yok edebilmesi lazım. Ama o zaman her şeye gücü yetmiyor demek olur. Çünkü yok edebildiğine göre yarattığı daha güçlü olmamış olurdu. Yok edemezse zaten yine gücü yetmemiş.

 

Karışık mı oldu? Kestirmeden gidelim. Tanrının gücü her şeye yeterse kendi kendini yok etmeye de yetmesi lazım. Yok olunca hiç bir şeye gücü yetmez. Demek her şeye gücü yetmiyormuş.

 

İşin aslı: Nedenlerin giderek daha karmaşığa doğru gitmesi ve daha evvelde daha basit nedenlerin olması gerekiyor. En baştaki en basit de olsa nedenin ne olduğu sorunu bu durumda da çözümlenmiyor, ama mantığa daha uygun olduğu kesin.

Gönderi tarihi:

Sayın Demirefe !

Yaratıcının herşeye gücü yetmesi veya yetmemesi meselesi sınırlı olan bizler tarafından sınırsızlığı tam olarak kavrayamadığımız için , sınırlı varlık gibi düşünüldüğünden yanlış anlaşıyor herhalde.

Yaratıcı sınırsız olduğu için kendini yok edebilir ve yine sınırsız olduğu için kendini yok ettikten sonra tekrar var edebilirde O varlık ve yokluk kavramı üstündedir. Sınırsız güce sahip değilse nasıl sonsuzluk olabiliyor.

Sonsuz x 2 = Sonsuz

Sonsuz / 2 = Sonsuz

hangisi daha büyüktür ?

Aslında biz sınırsızı sınırlamak istiyoruz , lakin gücümüz yetmiyor.

Gönderi tarihi:

Sonsuz x 2 = Sonsuz

Sonsuz / 2 = Sonsuz ise ==> yaratıcı x sonsuz = ? veya sonsuz / yaratıcı = ?

yaratıcımı sonsuzluğun içinde yoksa sonsuzlukmu yaratıcının içinde? sonsuzluğun dışında kalan tek bir zerre sonsuzluğa sonsuzluk özelliğini kaybettirir.

Gönderi tarihi:
kendini yok ettikten sonra tekrar var edebilir

 

Fakat o zaman yokluğun sonsuz bir güç yaratması gerekecek. Yokluk sonsuz tanrıyı (tekrar ya da ilk kez, farketmez, yok oldu nasılsa, kendini yok etti) yaratabiliyorsa, basit bir ilk nedeni haydi haydi yaratır. Yokluktan bir şey çıkmaz ama, basit bir ilk başlangıç çıkması, sonsuz güçlü tanrının çıkmasından en azından daha mantıklı.

 

Antik Yunan filozofları bile daha basitten daha karmaşık olana gidişi gözlemlemiş ve ilk neden (arke ya da töz) arayışına girmişler. En başta en karmaşık olanın bulunması mantığın en baştan iptali anlamına gelir. İlk nedeni bilemiyoruz, ama tanrı olduğunu söylemek hem sorunu çözmüyor, hem çözüm olasılığını da iptal ediyor. Çabayı hor görüp teslimiyete çağırıyor.

 

Öyle ya, sonlu ve aciz insan sonsuz kudreti kavrayamayacağına göre, çabaya gerek kalmaz. Tek amacı cennete kapağı atmak olur.

Gönderi tarihi:

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

 

1- De ki: O Allah, birdir.

 

2- Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).

 

3- O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.

 

4- Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.

 

:clover:

Gönderi tarihi:

Sonsuzluk mutlaka olmak zorundadır ve sonsuz olan sonsuz güçlüdür sonsuz bilgilidir ve herşey o sonsuzun içindedir.Sonsuz güç için bir sınırlama olamayacağından kendini yok edebilir.

Varlık mutlak manada yok olabiliyorsa terside olabilir bu bakımdan varlık ve yokluk aynıdır. Sonsuzluğun yokluk ve varlık durumlarında bulunması mümkündür. Sonsuz varlık yok olabilir ise Yok sonsuz varlık olabilir.

Gönderi tarihi:
Sonsuz varlık yok olabilir ise Yok sonsuz varlık olabilir.

 

Hiç sorun yok o halde, varlık sorununu hallettik. (Varlık=yokluk) sonsuz

 

Sonsuz parantezine almam gerekiyordu ama font yok. Yani sonsuzlukta varlık ve yokluk eşitleniyor diyorsanız hiç sorun yok. Bunu kanıtlamanın bir yolunu bulmak isterdim.

 

1. Zümrüd-ü Anka nedir bildin mi ey elçim?

2. O ulu bir kuştur, Kaf dağında yaşar.

3. Gözleri zümrüt, tırnakları yakut, gagası elmas, tüyleri ibrişimdir.

4. O yem yemez, yumurtadan çıkmamıştır, yumurtlamaz.

5. Onun benzeri ne bir kuş, ne başka bir yaratık vardır.

 

Bu numaralandırılmış dizeler çözüm değil tabii...

Gönderi tarihi:
Sonsuzluk mutlaka olmak zorundadır ve sonsuz olan sonsuz güçlüdür sonsuz bilgilidir ve herşey o sonsuzun içindedir.Sonsuz güç için bir sınırlama olamayacağından kendini yok edebilir.

Varlık mutlak manada yok olabiliyorsa terside olabilir bu bakımdan varlık ve yokluk aynıdır. Sonsuzluğun yokluk ve varlık durumlarında bulunması mümkündür. Sonsuz varlık yok olabilir ise Yok sonsuz varlık olabilir.

Aslında tek bir gerçek vardır o da yokluk diye bir şeyin olmadığıdır Sayın 16yıldız.

Yokluğun olması başlıca bir çelişkidir zaten.

Çünkü yokluğun "var olduğu" düşünülürse bu düşünce bile yokluğun olmadığının küçük bir kanıtı olur.

Çünkü yok olmayı var etmiş oluyoruz.

 

Bu nasıl bir sorunsal mı yaratır?

Hep derim "Maddeden Ayrı Bir Tanrı" anlayışı bir kefeye Tanrı'yı, diğer kefeye Tanrı'yı koymamıza neden olur.

Yani aslında şirk dediğimiz şeyde budur.

Bir tarafta Tanrı, diğer tarafta madde...

 

İşte Yoklukta böyledir.

Bir tarafta "Hep Var Olan Tanrı" diğer tarafta "Hep Var Olan Yokluk"...

Yani bir kefede Tanrı yani Varlık, diğer kefede Yokluk.

Kısaca: Şirk.

 

Daha da özetçe:

Yokluk diye bir şey yoktur ve Var olan sadece Varlıktır.

Aforizmalarıma ayaküstü bir üçüncüsünü daha eklemiş bulunuyorum, ne mutlu bana.

 

Hem varlığın tanımı yapılabiliyor ve nasıl bişey olduğu bilimsel olarak ortaya konulabiliyor.

Ancak yokluğun nasıl bişey olduğu bilinemiyor ve tanımı kesinlikle yapılamıyor.

Sadece "Yok", o kadar.

Aslında Yokluğun ne olduğı Varlık Felsefesinin Var'ı kavramak için ortaya attığı kavramlardan birisidir diye düşünüyorum. Çünkü felsefeden önce sadece var olanla muhatap olan insanoğlunun yok olanı hayal etmesi imkansız.

Çünkü onlar için bile ölüm bir yokoluş değildi.

Böylelikle ortaya çıkan şey Yokluk diye bişeyin olmadığı ve bu yüzden aslında yoktan var etme diye bir şeyin imkansız olduğu.

Hz. Muhammed'in Kur'an-da bildirdiği "Herşey O'ndan Geldi" ve "Ol dedi Ol'du" ve "Yoktan var etti" tanımları ya bir çelişkidir ya da bir bütün olarak ele alındığın tek bir gerçeği ortaya koyuyor:

Herşeyin Tanrı(sal) Olduğu.

 

Böylelikle yokluk varlığında kendisi ile özdeş olmuş oluyor ve "Ol" kavramı da "Oluş"u tanımlamış oluyor. Herşeyin O'ndan gelmesi de pek bir ortada zaten.

 

Ki burada Sayın Hoppa'yı tekrar tekrar yad ederek:

"Ene'l Hakk" diye de özetleyebilirim konuyu, bu da ayrı bir tercihtir. :D

 

"Sonsuz Bilgi" sorununu ele alırsak...

Mesela 2+2=4 bizim için bir bilgidir. Bu doğada rastanılmayan ama doğanın dengesinde var olan bir denklemdir. Ama bunu ortaya çıkaran ve sistemleştiren insanoğlu olduğu için bu insan için bir "Bilgi" niteliğindedir.

Yani bir şeyin "Bilgi" olabilmesi için sistemleştirilmiş olması gerekir.

Böylelikle Epistemolojik bir sorun ortaya çıkıyor:

Bilgi zaten var mıdır yoksa Tanrı'nın yarattıklarından mıdır?

 

Sonsuz Bilgi'den bahsedebiliyorsak demektir ki Bilgi bir yaratılmış değildir.

Hep vardır.

 

Ya "Bilgi Sonsuzdur" diyeceğiz,

Ya da "Bilgi sonlu ve Tanrıca yaratılmıştır" diyeceğiz.

 

İşte burada yine Sayın hoppa'yı yad ederek benim görüşüme geliyoruz.

Her şeyi ve varlığı Tanrı olarak benimsersek bu sorunsalda ortadan direk kalkıyor.

Çünkü "Bilgi"de "Tüm Varlığın" bir niteliği yani İslam'daki gibi "Tanrı'nın bir sıfatı" olarak karşımıza çıkıyor.

Yani "Bilgi" Varlıkla birlikte yani Tanrı ile birlikte, O'nun sıfatı olarak vardır.

 

Not olarak: İnsanın edindiği tüm bilgiler doğa'da zaten var olan bilgilerdir.

İnsan oğlu bir yerinde element uyduramadığı gibi aynı yerinden bilgi de üretemez.

Ki bu da insanın bilgiyi bile yoktan var edemeyeceğinin kanıtıdır.

 

Ben zaten "Yokluk" ve "Maddeden ayrı Tanrı anlayışı"nı reddeden birisi olarak tek var olan gerçek olarak Madde'den yani Varlık'tan hareket ediyorum.

Böylelikle insan zekası varlığın bir ürünü olarak bizde bilinç ortaya çıkarabildiyse

Yasaları ve Devinimi ile Varlığında, bizimkinden belki biraz farklı ve anlamı değişik

Ama yine de bir aklının olabileceğini düşünüyorum.

İşte bu yüzden bu Tüm Bilinç'e "Tanrı" diyorum.

Ha Varlığın bilincinin olmadığı ispatlansaydı o zaman kabullerimin hepsi bir anda çürür

Anladığım manada Tanrı yok olur

Ve bir Ateist olurdum sanırım.

 

Maddeyi işe Enerjinin dönüşmüş bir formu olarak kabul ediyorum,

Ki Enerji'de zaten varlığın özü ve kendisidir.

Böylelikle "Tanrı"nın sıfatlarından olan "Sonsuz Güç" nitelemesininde

"Varlık"a ait bir kavram ve niteleme olduğu ortaya çıkyıor.

Çünkü Enerji hep vardır ve sonsuzdur.

Bilim'in bize verdiği bilgi budur.

 

Bu arada Sayın Hoppa'yı söz konusu etmem kendisine bir arkadaş olarak değer vermemden var aramızdaki hş sohbeten kaynaklanmaktadır, yanlış anlaşılmasın.

 

Şimdilik acil işlerim var ve çıkmak zorundayım.

Alelacele girebildimdi.

Forumdaşlarıma her zamanki gibi Saygılar benden...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

E iyi, hiç bir sorun kalmadı o zaman? Varlık=yokluk=tanrı=madde=bilgi... her şey...

 

Vahdet-i Vücut? Vücut ne ya? Yokluk diye bir şey mi var ki varlık olsun, vücut olsun? Vahdet... Bitti!

 

Bütün arkadaşlar, sorun kalmadı. İlan olunur. Yorgan gitti, kavga bitti. Bu kadar basitti de niye baştan söylemediniz kardeşim? Gelin canlar bir olalım...

 

Valla keşke bu kadar basit olsaydı ya!

Gönderi tarihi:
E iyi, hiç bir sorun kalmadı o zaman? Varlık=yokluk=tanrı=madde=bilgi... her şey...

 

Vahdet-i Vücut? Vücut ne ya? Yokluk diye bir şey mi var ki varlık olsun, vücut olsun? Vahdet... Bitti!

 

Bütün arkadaşlar, sorun kalmadı. İlan olunur. Yorgan gitti, kavga bitti. Bu kadar basitti de niye baştan söylemediniz kardeşim? Gelin canlar bir olalım...

 

Valla keşke bu kadar basit olsaydı ya!

 

Sayın DemirEfe...

Aslında bu kadar basit değil...

Ben hepsini birbirinin eşitinden ziyade varlığın birer özelliği

Ve hemde yadsınamaz birer gerçekliği olarak görüyorum...

Bunun neresi komik ya da yanlış?

 

Güçlüdür deniliyor, Evet Varlığı "Enerji" olarak ele aldığımızda ondan büyük başka bir güç yok.

Çünkü kendisinden başka bir alternatifi yok.

 

Bilgilidir deniliyor, Evet Varlığı "Bilim" olarak ele aldığımızda ondan daha bilgilisi yok. Çünkü bizim bilgi diye hergün keşfettiğimiz yeni şeyler her zaman varlığın kendisinde zaten mevcut.

 

Heryerde O vardır deniliyor, Evet nereye bakarsanız bakın, gördüğünüz şey Madde'den Varlıktan başkası değil.

 

Kudret sahibidir deniliyor, bakıyorsunuz insan sadece mikro düzeyde kendi yaşayabildiği ortama hükmedebiliyor ama bütünde yine doğanın esiri. Yani varlığın kendisi yine en kudretli.

 

İrade sahibidir deniliyor, bakıyorsunuz siz doğaya istediğiniz kadar zarar verin o yeni duruma ayak uydurabiliyor, uyum sağlayabiliyor. Raha bıraktığınızda kendisini uygun düzeyde yenileyebiliyor. Zeka bulunduğu ortama ayak uydurabilmekse eğer, Yaşam bunu çok iyi yapıyor ve mutlaka bir yolunu buluyor.

 

Ha niye bu kadar kolay değil...

 

Çünkü iş şudur ki;

Varlığı anlama açabası eninde sonunda "Neden" sorusu ile karşı karşıya bırakır bizi her adımda.

Ve Varlık bir devinim içersindedir.

İşte bu şu anki ve gelecekteki oluşumların nedenleri sorguluyoruz hep.

Bu sorgulama mecburen bizi, doğayı parça parça ele almaya götürüyor.

Parçaladıkça yani mikroya indikçe iş dahada karmaşıklaşıyor, çünkü makro düzeyde ilişikilerini anlamak daha da zorlaşıyor.

Bu yüzden Nedensellik Bilim ile Felsefe'yi birleştiriyor ve varlığı bir bütün olarak ele almama neden oluyor.

Ve aslına bakarsanız bu noktadan sonra söylediklerimi doğruluğundan emin olarak söyleyebilmem benim için çok çaba gerektiriyor.

Ve emin olmadığım hiç bir şeyi yazmıyorum.

 

Kısaca;

Söylediğiniz şey aslında hiç kolay değil...

 

Helede varlığı bir bütün olarak ele alıp Nedensellikle açıklama çabasındaysanız.

Tümelden hareket edilmek durumunda kalınıyor,

O tümele etki eden bütün nedenlere inilmeye çalışılıyor.

Tek bir sonucun birden fazla ve ayrı nedeni olduğunu unutmamak gerekir.

 

"Yokluk diye bişey mi var ki?" demişsiniz.

Normalde "Soğuk" diye birşey de yok aslında.

Ya da "Karanlık" diye birşey de yok.

Bu benzerliği tam temellendirmedim aslında, şu an aklıma geldi.

 

Ama madem yokluk diye birşey var,

Tanımlar mısınız?

Ya da yokluğun varlığını ispat edebilir misiniz?

 

Neyse, işlerime dönmem lazım...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Bu konuyu daha önce de tartışmıştık... Aslında "her şeye gücü yeten tanrı" ifadesi kurgu hatasından kaynaklanıyor. "Her şeye gücü yeten" ifadesi tanımsızdır ve böyle bir varlığın olması mümkün değildir.

 

Her anlattığı fıkraya gülünen birisi var ise, hiç bir fıkraya gülmeyen birisi olamaz. Ya da kullandığı her penaltıyı gole çeviren bir futbolcu var ise, penaltıdan gol yemeyen bir kaleci olamaz.

 

"Her şeye gücü yeten " demek de aslında buna benzer... Yani tanrı kendini yok etme gücüne sahip ise, kendini koruma gücünden yoksun demektir.

 

Şöyle bir örnek verilebilir ;

 

Kur'an'ın pek çok yerinde tanrının merhamet sahibi olduğundan bahsedilir; ancak pek çok yerinde de intikam aldığından..

 

Öyleyse tanrı sonsuz merhamet ya da sonsuz intikam sahibi olamaz; zira bir sıfatı diğer sıfatını kısıtlamıştır.

 

Kısacası, "Her şeye gücü yeten tanrı" sıfatı, ancak ve ancak yanlış kurgulanmış bir tanrıya ait olabilir.

Gönderi tarihi:
Bu konuyu daha önce de tartışmıştık... Aslında "her şeye gücü yeten tanrı" ifadesi kurgu hatasından kaynaklanıyor. "Her şeye gücü yeten" ifadesi tanımsızdır ve böyle bir varlığın olması mümkün değildir.

 

Her anlattığı fıkraya gülünen birisi var ise, hiç bir fıkraya gülmeyen birisi olamaz. Ya da kullandığı her penaltıyı gole çeviren bir futbolcu var ise, penaltıdan gol yemeyen bir kaleci olamaz.

 

"Her şeye gücü yeten " demek de aslında buna benzer... Yani tanrı kendini yok etme gücüne sahip ise, kendini koruma gücünden yoksun demektir.

 

Şöyle bir örnek verilebilir ;

 

Kur'an'ın pek çok yerinde tanrının merhamet sahibi olduğundan bahsedilir; ancak pek çok yerinde de intikam aldığından..

 

Öyleyse tanrı sonsuz merhamet ya da sonsuz intikam sahibi olamaz; zira bir sıfatı diğer sıfatını kısıtlamıştır.

 

Kısacası, "Her şeye gücü yeten tanrı" sıfatı, ancak ve ancak yanlış kurgulanmış bir tanrıya ait olabilir.

 

:clover:

 

Çok teşekkürler.

 

Saygılar, sevgiler.

Gönderi tarihi:

Yanlış kurgulanmış Allah değil de sıfatlarını dünya nazarında kıyaslamaya aldığından yanlış algılanmış olmasın :)

 

Onun her şeye gücü yeter. Bizim inandığımız Allah öyle kudretli öyle mükemmel ki bir şey istedi mi "Ol" demesi yeterlidir.

 

Bir şeyi dilediği zaman onun emri o şeye ancak ?Ol!? demektir. O da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82. âyet)

 

O Rahmândır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yaratıklarının her türlü rızkını merhametle yetiştirir. O Rahîmdir; yaratıklarına karşı pek şefkatli ve merhametlidir. (Fatiha Suresi, 3. âyet)

 

Ancak tevbe ederek kendisini ıslah eden ve gizlediği hakikati açıklayanlar başkadır. Ben onların Tevbesini kabul ederim. Çünkü Ben tevbeleri çok kabul edici ve çok merhamet ediciyim. (Bakara Suresi, 160. âyet)

 

İnkâr eden ve kâfir olarak ölenlere gelince; Allah?ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir.

Onlar ebediyen lânet içinde kalacaklardır. Azapları hiç hafifletilmeyecek ve onlara hiç göz açtırılmayacaktır. (Bakara Suresi, 161. âyet)

 

İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah?tan başkalarını Ona denk tutarlar ve onları, tıpkı Allah?ı sever gibi severler. Mü?minlerin Allah?a olan sevgileri ise çok daha kuvvetlidir. Keşke o zâlimler, azâbı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvetin Allah?a âit olduğunu ve Allah?ın azâbının pek şiddetli olduğunu şimdiden anlayabilselerdi! (Bakara Suresi, 165. âyet)

 

Allah?ın indirdiği kitaplardaki hakikatleri değiştirip gizleyerek karşılığında az bir dünya menfaati elde edenler, karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmaz, rahmetiyle iltifat etmez, günahlarını bağışlayıp temize de çıkarmaz. Onlar için pek acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 174. âyet)

 

İşte onlar bu alışverişleriyle doğru yolu bırakıp karşılığında sapıklığı, Allah?ın affını bırakıp karşılığında azâbı tercih etmişlerdir. Ateşe karşı ne kadar dayanıklı şeyler bunlar! (Bakara Suresi, 175. âyet)

 

Bu azâbın sebebi, Allah?ın hak ile indirmiş olduğu kitabı onların saklamaları ve inkâr etmeleridir. Kitapta ihtilâfa düşerek bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayanlar, muhakkak ki, haktan pek uzak bir ayrılık içindedirler. (Bakara Suresi, 176. âyet)

 

O size leşi, kanı, domuz etini ve Allah?tan başkası için kesilen hayvanların etini haram kıldı. Her kim çâresiz kalır da bunlardan yemeye mecbur olursa, kendisi gibi zorda kalmış birisinin hakkına tecâvüz etmeden ve zaruret miktarını aşmaksızın yemesinde günah yoktur. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. (Bakara Suresi, 173 . âyet)

---------------------------------------------------------------------------------------------------

 

Sonsuz İntikam : Cehennem

Sonsuz Merhamet : Cennet

 

Bir sıfatı diğerini kısıtlamaz. Ona inanmayanlara Cehennem azabını tattırması, Ona iman edenlere tattıracağı Cennet lezzetine mani değildir.

 

Hem nasıl ki aslan yırtıcı bir hayvanken yavrusuna karşı pek şefkatlidir. Bu hayvanın bu şefkati nerden geliyor. Kime şefkat edeceğini ona öğreten kim...

Gönderi tarihi:

allah herşeye gücü yeterse başka bir allah yaratabilir mi...allah kendinden büyük bir taş varedebilir mi...allah kendi kendini yok edebilir mi...ateş kendini yakabilir mi....su kendini ıslatabilir mi...deniz kendini kaldırabilir mi...boşlukla varlık birarada olabilir mi...

herşeye gücü yeten deyince ne anlıyoruz...

herşeye gücü yetmeyen tanrı deyince daha inanılır bir tanrı mı seçilmiş olunacak....yok yine de inanılmayacaksa bu kusur neyin kusurudur...

Gönderi tarihi:
Onun her şeye gücü yeter. Bizim inandığımız Allah öyle kudretli öyle mükemmel ki bir şey istedi mi "Ol" demesi yeterlidir.

 

Bu sihirbazlığı biz niye göremiyoruz?

 

Gönül gözümüz mü kapalı yoksa?

 

Yoksa, büyücülük ve sihirbazlığın yaygın olduğu Eski Mısır'da, sihirbazların hayallerindeki fantazi ilaha atfettikleri bir güç mü bu "ol" vakası?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Klor(Cl) zehirli bir gaz değil mi ya Sodyum(Na) o da patlayıcılarda kullanılmıyor mu? (NaClO3 ... vs.)

 

Zehir ve patlayıcı birleşip tuzu (NaCl) oluşturacak,bunu yemeğine vs. katık olarak kullanacaksın ama ne zehir etkisi göreceksin ne de patlayıcı özelliği tesir edecek..Binde bir olsa yine yaşamamamız gerekir bu durumda tuzu yiyince ve birisi tam kıvamında birleştiriyor iki maddeyi al katık olarak kullan diyor sofranda

ve bunu göremiyorsun öyle mi ?

-----------------------------------------------

Su molekülü ayrıştırıldığında açığa 2 hidrojen 1 oksijen atomu çıkmıyor mu ?

 

Peki 2 hidjoen 1 oksijeni birleştirerek kim su üretti bugüne kadar, hani bunları birleştirerek üreten nerde ve bunu göremiyorsun öyle mi ?

----------------------------------------------

Araba ile 200 km/sn vs. hızda gittiğini düşün. Camdan kafanı dışarı çıkarıp ağzını açsan ne olur ağzın rüzgardan balon gibi şişmez mi ?

 

Peki dünya kaç bin km hızla gidiyor hiç sarsılmıyoruz, hiç hissetmiyoruz bile ? Dünyayı bu denli rahat kılan kim ? binlerce kilometre hız yapan dünyaya acaba bu hızı veren kim ? dünya ile birlikte hareket ediyoruz üstelik kendi etrafında dönüyor ama bizi üzerinden savurmuyor neden acaba bu yer çekimi kanunu koyan kim ? ve bunu göremiyorsun öyle mi ?

 

daha sayalım mı ^_^

Gönderi tarihi:
E iyi, hiç bir sorun kalmadı o zaman? Varlık=yokluk=tanrı=madde=bilgi... her şey...

 

Vahdet-i Vücut? Vücut ne ya? Yokluk diye bir şey mi var ki varlık olsun, vücut olsun? Vahdet... Bitti!

 

Bütün arkadaşlar, sorun kalmadı. İlan olunur. Yorgan gitti, kavga bitti. Bu kadar basitti de niye baştan söylemediniz kardeşim? Gelin canlar bir olalım...

 

Valla keşke bu kadar basit olsaydı ya!

 

 

Determinizm evrenin veya olayların ya da bir bilimsel disiplinin alanına giren tüm nesne ve olayların önceden belirlenmiş olduğu, onla­rın öyle olmalarını zorunlu kılan birtakım yasa veya güçlerin etkisiyle meydana geldikleri­ni ileri süren öğretiye verilen addır.

 

Başka bir söyleyişle felsefe bağlamında, ahlâ­kın kapsamına giren seçimler de dahil, bütün olayların Özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilme imkânını kabul etmeyen birta­kım önceden var olan zorunlu nedenler zinci­rinin zorunlu olarak belirlediğini savunan te­oridir. Buna göre insan iradesinin sözkonsu zorunlu nedenler zincirine etkisi olmadığın­dan olayların meydana gelişinde nedenlerin gücü bulunmaktadır. Böylece nedensellik ilke­si determinizmde temel İlke olarak kabul edil­mektedir. Çünkü determinizme göre evrende akli bir yapı ve düzen vardır, dolayısıyla belirli nedenlerin veya durumların bilgisine sahip olunduğunda, o nedenlerin veya durumların ortaya çıkartacağı olayların bilgisini elde et­mek mümkündür.

Kısaca.

 

"NEDEN" lerin bir ilk nedeni nedir.

 

Gönderi tarihi:
Klor(Cl) zehirli bir gaz değil mi ya Sodyum(Na) o da patlayıcılarda kullanılmıyor mu? (NaClO3 ... vs.)

 

Zehir ve patlayıcı birleşip tuzu (NaCl) oluşturacak,bunu yemeğine vs. katık olarak kullanacaksın ama ne zehir etkisi göreceksin ne de patlayıcı özelliği tesir edecek..Binde bir olsa yine yaşamamamız gerekir bu durumda tuzu yiyince ve birisi tam kıvamında birleştiriyor iki maddeyi al katık olarak kullan diyor sofranda

ve bunu göremiyorsun öyle mi ?

-----------------------------------------------

Su molekülü ayrıştırıldığında açığa 2 hidrojen 1 oksijen atomu çıkmıyor mu ?

 

Peki 2 hidjoen 1 oksijeni birleştirerek kim su üretti bugüne kadar, hani bunları birleştirerek üreten nerde ve bunu göremiyorsun öyle mi ?

----------------------------------------------

Araba ile 200 km/sn vs. hızda gittiğini düşün. Camdan kafanı dışarı çıkarıp ağzını açsan ne olur ağzın rüzgardan balon gibi şişmez mi ?

 

Peki dünya kaç bin km hızla gidiyor hiç sarsılmıyoruz, hiç hissetmiyoruz bile ? Dünyayı bu denli rahat kılan kim ? binlerce kilometre hız yapan dünya ile birlikte hareket ediyoruz üstelik dönüyor ama bizi üzerinden savurmuyor neden acaba bu yer çekimi kanunu koyan kim ? ve bunu göremiyorsun öyle mi ?

 

daha sayalım mı ^_^

 

Pardon, pardon, bu işler sizin allahın marifetleri miydi?

 

Halbuki birileri bana Klor ile Sodyum'u Zeus'un birleştirdiğini,

 

Hidrojen ile Oksijeni Horus'un birleştirdiğini,

 

Dünya'yı hızla döndürenin Marduk olduğunu,

 

Yanardağların Osiris'in öfkesi nedeniyle patladığını,

 

Yerçekimi kanununu Apollon'un koyduğunu söylemişti.

 

Demek ki kandırılmışım.

Halbuki hepsi sizin allahın marifetiymiş.

 

*

 

Fenerbahçenin Avrupa Kupasındaki son maçını seyrederken, arkadaşımızın biri sürekli kulağını kaşıdı durdu.

 

Ne kadar yapma şunu dediysek de, " bu maçı kulağımı kaşımam sayesinde alacağız" dedi.

 

Maç sonunda da, gördünüz mü, "Fenerbahçe'ye maçı ben kazandırdım" dedi.

 

O arkadaşımızın maçın yapıldığı yerden binlerce km uzaktan kulağını kaşıyarak, Fenerbahçe'ye maç kazandırdığını iddia edip, Fenerbahçe'nin galibiyetini sahiplenmesi ne kadar akla uygunsa, Hindojen ile oksijeni biraraya getiren gücün sizin allah olduğunu iddia etmek de o kadar akla uygundur.

 

*

 

Merak ediyorum, hani sizin allah birleştiriyor ya Hidrojen ile Oksijeni ve su yapıyor ya, Laboratuar ortamında, kafir bir bilim adamı hidrojen ile oksijeni birleştirerek su üretiyor. Asıl birleştirici size göre sizin allah ya, bu kafir bilim adamı sizin allaha talimat vermiş oluyor mu olmuyor mu?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Pardon, pardon, bu işler sizin allahın marifetleri miydi?

 

Halbuki birileri bana Klor ile Sodyum'u Zeus'un birleştirdiğini,

 

Hidrojen ile Oksijeni Horus'un birleştirdiğini,

 

Dünya'yı hızla döndürenin Marduk olduğunu,

 

Yanardağların Osiris'in öfkesi nedeniyle patladığını,

 

Yerçekimi kanununu Apollon'un koyduğunu söylemişti.

 

Demek ki kandırılmışım.

Halbuki hepsi sizin allahın marifetiymi

 

"zeus,horus,marduk,osiris,apollon " bunların tümünü İnsanlar uydurmuştur ve hepsi şimdi "ARKEOLOJİ" nin ilgi alanındadır. Ve bunları uyduran insanlar 21. yüzyılda "SEMİTİK" dinlere inanıyorlar aslında işin en tuhaf tarafıda inançsızlar bu putları kendilerince inananları yermek için kullanırlar ve bilimsel görünüm elde ettiklerini zannederler halbuki inanmayanlar (ateist veya bir izm taraftarı) putlardan medet umacaklarına kendi inandıkları her neyse onlarla cevap verseler daha bir gerçeklik olmazmı bence olmaz çünkü inandıkları her ne ise hepsi teorik masal ve uydurmadır birde bu güne kadar yapılan her ne bilimsel buluş yapıldı ise zannederlerki inançsızlar yapmıştır bundan dolayıda "BİLİMİ" kendi tekellerinde zannederler üstelik 21. yüzyıldada bu günkü teknolojik ilerlemeye rağmen hala yerlerinde saymaktalar neden böyle yazıyorum sebebide şu eğer ellerinde kendi inançsızlıklarını destekleyecek bir tek delilleri olsa kıyameti koparırlar dolayısı ile inananlar müsterih olsun bunlar ancak teori ve polemik üretirler.

 

 

Fenerbahçenin Avrupa Kupasındaki son maçını seyrederken, arkadaşımızın biri sürekli kulağını kaşıdı durdu.

 

Ne kadar yapma şunu dediysek de, " bu maçı kulağımı kaşımam sayesinde alacağız" dedi.

 

Maç sonunda da, gördünüz mü, "Fenerbahçe'ye maçı ben kazandırdım" dedi.

 

O arkadaşımızın maçın yapıldığı yerden binlerce km uzaktan kulağını kaşıyarak, Fenerbahçe'ye maç kazandırdığını iddia edip, Fenerbahçe'nin galibiyetini sahiplenmesi ne kadar akla uygunsa, Hindojen ile oksijeni biraraya getiren gücün sizin allah olduğunu iddia etmek de o kadar akla uygundur.

 

*

 

Merak ediyorum, hani sizin allah birleştiriyor ya Hidrojen ile Oksijeni ve su yapıyor ya, Laboratuar ortamında, kafir bir bilim adamı hidrojen ile oksijeni birleştirerek su üreti

 

 

Arkadaşın kulağını kaşıyarak dilek tutması ve fb nin kazanacağını iddia etmesini ve kazanınca sahiplenmesini misal verip "AKLA" uygunluğunu sorgulamak doğru zaten "AKLI" örnek gösterip hurafelere inanmamakta inandığı "AKLINI" gösteremeyen ateiste benzer. "ALLAH" yoktan varedendir var olandan (hıdrojen,oksijen) labaratuar ortamında bir araya getirip su yapmak eğer bilimselse'ki bilimdir çok büyük başarı diye sunmak abestir kafir denilen bilim adamı aynısının tıpkısı bir "KIL" yapsın görelim yapamaz sonra o kafir bilim adamının ürettiği su şişeye doldururmu bak küresel ısınma dolayısı ile yakında su savaşları çıkababilir haydi var olandan ürettiği suyu çoğaltsında insanlar "SUDAN" savaş yapmasınlar değilmi.

Gönderi tarihi:
Bu konuyu daha önce de tartışmıştık... Aslında "her şeye gücü yeten tanrı" ifadesi kurgu hatasından kaynaklanıyor. "Her şeye gücü yeten" ifadesi tanımsızdır ve böyle bir varlığın olması mümkün değildir.

 

Her anlattığı fıkraya gülünen birisi var ise, hiç bir fıkraya gülmeyen birisi olamaz. Ya da kullandığı her penaltıyı gole çeviren bir futbolcu var ise, penaltıdan gol yemeyen bir kaleci olamaz.

 

"Her şeye gücü yeten " demek de aslında buna benzer... Yani tanrı kendini yok etme gücüne sahip ise, kendini koruma gücünden yoksun demektir.

 

Şöyle bir örnek verilebilir ;

 

Kur'an'ın pek çok yerinde tanrının merhamet sahibi olduğundan bahsedilir; ancak pek çok yerinde de intikam aldığından..

 

Öyleyse tanrı sonsuz merhamet ya da sonsuz intikam sahibi olamaz; zira bir sıfatı diğer sıfatını kısıtlamıştır.

 

Kısacası, "Her şeye gücü yeten tanrı" sıfatı, ancak ve ancak yanlış kurgulanmış bir tanrıya ait olabilir.

 

Wala kuyudan taşı çıkardınız da ne iyi ettiniz millet zaman harcamasın artık bu gibi şeylere :)

saygılar

Gönderi tarihi:
Klor(Cl) zehirli bir gaz değil mi ya Sodyum(Na) o da patlayıcılarda kullanılmıyor mu? (NaClO3 ... vs.)

 

Zehir ve patlayıcı birleşip tuzu (NaCl) oluşturacak,bunu yemeğine vs. katık olarak kullanacaksın ama ne zehir etkisi göreceksin ne de patlayıcı özelliği tesir edecek..Binde bir olsa yine yaşamamamız gerekir bu durumda tuzu yiyince ve birisi tam kıvamında birleştiriyor iki maddeyi al katık olarak kullan diyor sofranda...

-----------------------------------------------

Su molekülü ayrıştırıldığında açığa 2 hidrojen 1 oksijen atomu çıkmıyor mu ?

 

Peki 2 hidjoen 1 oksijeni birleştirerek kim su üretti bugüne kadar, hani bunları birleştirerek üreten nerde...

----------------------------------------------

Araba ile 200 km/sn vs. hızda gittiğini düşün. Camdan kafanı dışarı çıkarıp ağzını açsan ne olur ağzın rüzgardan balon gibi şişmez mi ?

 

Peki dünya kaç bin km hızla gidiyor hiç sarsılmıyoruz, hiç hissetmiyoruz bile ? Dünyayı bu denli rahat kılan kim ? binlerce kilometre hız yapan dünyaya acaba bu hızı veren kim ? dünya ile birlikte hareket ediyoruz üstelik kendi etrafında dönüyor ama bizi üzerinden savurmuyor neden acaba bu yer çekimi kanunu koyan kim ?

 

...

 

Her şeye gücü yeten Allah'ın gerçekleştirdiği hadiselerden bazılarına örnek ...

 

yersoy belki bilimsel nedenini biliyordur bunların ?

Gönderi tarihi:
Aslında bu kadar basit değil...

Bunun neresi komik ya da yanlış?

 

İşte bu şu anki ve gelecekteki oluşumların nedenleri sorguluyoruz hep.

Bu sorgulama mecburen bizi, doğayı parça parça ele almaya götürüyor.

Parçaladıkça yani mikroya indikçe iş dahada karmaşıklaşıyor, çünkü makro düzeyde ilişikilerini anlamak daha da zorlaşıyor.

 

Bu yüzden Nedensellik Bilim ile Felsefe'yi birleştiriyor ve varlığı bir bütün olarak ele almama neden oluyor.

 

Kısaca; Söylediğiniz şey aslında hiç kolay değil...

 

Helede varlığı bir bütün olarak ele alıp Nedensellikle açıklama çabasındaysanız.

Tümelden hareket edilmek durumunda kalınıyor,

O tümele etki eden bütün nedenlere inilmeye çalışılıyor.

Tek bir sonucun birden fazla ve ayrı nedeni olduğunu unutmamak gerekir.

 

boşig, kesinlikle komik bulmadım. Sadece işin bu kadar basit bir hal yolu olmadığını vurgulamaya çalıştım. Muazzam bir karmaşa karşısındayız. Bu karmaşa karşısında günümüz bilim ve teknolojisinin en gelişmiş âletleri aciz kalırken, bin yıl önce Hint fakirlerinin veya sûfilerin düşünebildiği tasavvufi çözümlerin evreni açıkladığı düşünülemez bile.

 

Bugün teknolojimizin yaptığı en gelişmiş gözlem aleti LHC dir. Bu alet dev bir elektron mikroskopu olarak düşünülebilir. Amacı: Atomaltı parçacıkları meydana getiren alt parçacıkları inceleyebilmek. Bunun ne kadar zor olduğunu şöyle açıklayayım: Bizler gözümüze cisimlerden yansıyan fotonlarla görürüz. Burada gözlemek istediğimiz cisimler o kadar küçük ki, bir foton ya yansıtıyor, ya da onu bile yansıtmayacak kadar küçük. Çünkü incelemek istediğimiz cisim belki fotondan da küçük.

 

İşte LHC atomaltı parçacıkları kilometrelerce uzunlukta tünellerde dünyanın en güçlü dev mıknatıslarını kullanarak ışık hızına yakın hızlandırarak onlara yarım ton bakırı eritecek kadar enerji yüklüyor. Bu enerji ile iki parçacığı kafa kafaya getirip çarpıştırıyor. Çıkan ışınımı devasa ışın dedektörleri ile gözlüyor. Fotonlar aracı olmaksızın enerjileri çok yükselen parçacık saçılmasını görebiliyor. Bu yolla atom parçacıklarını oluşturan alt parçacıkları bulmaya çalışıyor.

 

Bu şimdilik bir çocuğun oyuncağını duvara çarpıp saçılan parçaları incelemesine benziyor. Olsun. Daha düne kadar da ok fırlatıp kılıç sallayabiliyorduk ancak. Gelişme hızlanarak sürüyor ve daha vakit çok. Kıyamet filan kopmayacak daha, kimse merak etmesin. İnsan asla durmayacak. Gelişmeyi hızlandıracak gelişme, nanoteknolojidir. Yakın bir gelecekte molekül mühendisliği gelişecek. Protein ve malzeme hazır moleküllerden değil, atomlardan imal edilecek. Belki sonra atom mühendisliği ortaya çıkacak. İstenilen element imal edilecek. Bütün bunlar için teknolojide nano, bilimde kuantum ölçeklere inmek gerekiyor. Kullanmaya başladığımız flaş bellekler bu gelişmelerin ilk habercileridir.

 

Benim nedenselliği izlemeden kestirmeden en başa gidip bazı tasavvurlar ortaya koyma tavrına karşı soğuk durmam, nedenselliğin başına ister madde, ister bilinç koyulsun fark etmez, tamamen determinist bakışımın etkisidir. Pek bi muhabbeti de yok yani, maddeden öncesine soyut ve madde dışı bir bilinç koymakla madde içinde evrilmiş bir bilinç koyma arasında ne fark olacak. Fakat ben kişisel tercih olarak oldukça materyalist tarafa ağırlık verdiğimi söyleyebilirim. Maddeden bağımsız bir bilinç olmadığı kanaatindeyim. Bütün veriler maddi bedenimizden bağımsız bir ruh kavramını yadsıyor. Ruh adı verilen tüm işlevselliklerin beynimizdeki elektrokimyasal faaliyetlerin bir sonucu olduğuna inanıyorum. Sonuç sözcüğü de determinizm açısından önemli bir anlam ifade eder. Biz ve her şey determinist süreç içinde süreçlerin sonuçlarıyız. Bu süreç çok fazla karmaşık ve dinamik, bir an duraksadığı yok ve hiçbir süreç kesinlikle bir kez daha tekrarlanamıyor. Bu düşünüm içinde değişmezliğe kesinlikle yer yok. “Yapay Zeka”da bu vurguyu yapacağını hiç ummamıştım. Fakat David’in annesinin sadece bir günlüğüne canlandırılabilmesi ve buna gerekçe olarak evrende bir kez kullanılan bir yolun bir daha asla kullanılamayacağını bulduklarını söylemeleri çok derin bir vurguydu. Determinizme atıfları her yerde görebilirsiniz. Fakat genelde dinsel ve yer yer tasavvufi ögelerle karıştırılarak sunulur, insanları etkilemek için. Materyalist anlamda determinizme zor raslarsınız.

 

Bu felsefi determinizm. Bilimsel determinizm ise ne materyalisttir, ne idealist (tabii ruhçuluk anlamında kullandığımı artık bilirsiniz idealizmi) Ya da teorik olarak böyle olması gerekir ama nedensel çalışmak insanı bir ölçüde, hatta büyük ölçüde materyalist yapar. Çünkü tamamen maddi nedenlere yoğunlaşılıyor. Ancak bilimsel determinizm sadece ulaşabildiği derinliği bir adım öteye götürmeye çabalar. Görülemeyen derinlikler için kestirim yapmak felsefenin görevidir. Bilim görülemeyen konusunda tarafsız olmak zorundadır. Fakat bilimcilerin bilim adına değil ama, kişisel kanaat olarak pek ruhiyatçı olmadıkları kesin.

 

Ancak bakın, her şeyi bir’lemek ve bir’e ulaştırmak mümkündür. Maddi alem içinde evrilen bir bilinç kavramını ve bu bilincin periyodik olarak her bir evrenin evrimi süreci sonunda yeniden, yeni bir evrende bilincin ortaya çıkışını tetikleme yetisine ulaştığını düşünmek, kanıt olmasa da mantıken olasıdır. Tasavvuf, panteizm, materyalizm, idealizm… Belki de bunların hepsi aynı kapıya çıkıyordur, bunu bilemeyiz. Çok derinlikte elbette kavramlar belirsizleşecektir.

 

Yakın zamana kadar bu, pulsatif (periyodik açılıp kapanan) evren ile modelleniyordu. Son çalışmalar bunun mümkün olmadığını gösterdi. Bu evren kesinlikle ölümlü ve sonludur. Yok olacaktır. Yok olduğunda maddesi (veya enerjisi) nereye gider? Kozmik çorbaya dağılır herhalde. Yeni düşünce kozmik çorbanın sürekli kaynadığı ve kaynadıkça fokurdayan kabarcıkların her birinin bir evren oluşturduğu. Evrenler gazoz içindeki kabarcıklar gibi oluşup, genişleyip yok oluyor. Buna bir kanıt elbette olamaz. Boyutlarını kavramaktan aciz olduğumuz bir evren içinden başka evrenlerin varlığına kanıt bulamayız.

 

Bir handikap da derin düşüncenin pratik hayatta işe yaramadığı. Bu aynı matematik gibidir. Yüksek matematik okur, ama pazarda üç kilo elma ile beş kilo portakala kaç para ödediğinizde üste kaç para alacağınızı hesaplayamazsınız. Ama teknik kesinlikle matematiğe dayalıdır. Çok sevdiğim bir tanımla matematik evrenin şiiridir.

 

Şairlerin de cebi pek para görmemiştir. Ama sevenler bilir şiirin parayla ölçülemeyeceğini. Tüm bu benzetimlere dayanarak: Derin düşünce öyle bir haz kaynağıdır ki tasavvufçular bazı riyazetle elde edilen halisünasyonlarla birleştiğinde cezbeye kapılıp uçtuklarını sanmışlardır. Yine de gerçeğe ulaşamadıklarını anlayan bir kısmı da her şeyin hayalden ibaret olduğunu söyleyerek “la mevcude illa hu” deyip bir tür tasavvufi nihilizme gitmişlerdir.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.