Misafir demirefe Gönderi tarihi: 17 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 17 Mart , 2008 devamsızlık nedeniyle üniversiteden atılındığını bilmiyordum, dersten kalınıyordu galiba... Ey artık anlayın canım, buraya ders geçme yönetmeliğini mi aktarıp teknik ayrıntı mı vereceğiz? Devamsızlık dediysem tüm haklarını tüketip hiç bir dersi veremeyen ve devam da etmeyeni filan anlayın işte, her neyse. Ya da üniversiteye silahla gireni anlayın canım, ne bileyim, elbet uzaklaştırmanın bir takım gerekçeleri vardır. AKP, bunu görüp akıllıca bir iş yapmıştır... Yeni baştan görüşlerimi tekrar edemem ama, katılmak mümkün değil. Gereksiz bir kaos ortaya atmış ve ülkeyi bölmüş, çatışmaya davetiye çıkarmıştır. Eğer bu akıllıca ise, akıllıca bir bölme ve çatışma yaratma planı olabilir ancak. Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Ey artık anlayın canım, buraya ders geçme yönetmeliğini mi aktarıp teknik ayrıntı mı vereceğiz? Devamsızlık dediysem tüm haklarını tüketip hiç bir dersi veremeyen ve devam da etmeyeni filan anlayın işte, her neyse. Ya da üniversiteye silahla gireni anlayın canım, ne bileyim, elbet uzaklaştırmanın bir takım gerekçeleri vardır. Yeni baştan görüşlerimi tekrar edemem ama, katılmak mümkün değil. Gereksiz bir kaos ortaya atmış ve ülkeyi bölmüş, çatışmaya davetiye çıkarmıştır. Eğer bu akıllıca ise, akıllıca bir bölme ve çatışma yaratma planı olabilir ancak. Her zaman uzaklaştırmanın bir takım gerekçeleri vardır. Buradaki mesele uzaklaştırma değil, eğitim hakkıdır. Ha o da önemli değil, önemli olan bu hakkın ancak "KANUN" ile engellenebileceğidir. Olağanüstü haller istisnadır. Gereksiz kaos, gerekli kaos...Bunun ayrımını neye göre yapacağız. Halkın yaklaşık %60'ı (-%75'e kadar çıkıyor kimi anketlerde) bu değişikliği istiyor bir kısmı çekimser bir kısmı da avazı çıktığı kadar bağırarak olmaz diyor. Bu durumda, halkın %60'ının isteğini dikkate almak kaos yaratıyorsa buradaki kaosu çıkartan taraf kimdir sorulur. Bu isteğin, ne şeriat düzeni kurmak, ne doktorları boğazlamak ve ne de trafik ışıklarını umursamayarak yoldan serkeştçe geçmemek olduğunu da belirtelim de yanlış anlaşılmasın. Bu istek, birilerinin hakkından gelme isteği değildir. Bu isteğin hayata geçirilmesi, kimsenin hakkını da elinden almamaktadır. Birinin türbanla okula girmesi başı açık "Hatice kızımızın" okula girmesine engel değildir. Okul deyip duruyorum...ÜNİVERSİTE... Akıllıca dediğim kaos meselesi değildir. Yazımu uykulu okudunuz galiba. YÖK, kanununa madde konulmaması akıllıcadır. Daha önce Anap Hükümeti YÖK Kanununa madde koymuş ve bu madde Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Şu anki durum biraz da o maddenin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine dayanmaktadır. Zira Kanunlar şekil ve içerik bakımından denetlenmekte iken Anayasa değişiklikleri sadece Şekil bakımından denetlenebilir. Ha, şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. 10. ve 42. maddelerdeki değişiklikler Anayasa Mahkememiz tarafından niyet okuması şeklinde değerlendirilmese; şu anki anayasamıza pekala uygundur. Çok da demokratik değişikliklerdir. Çünkü bu değişikliklerde yükseköğrenim hakkı pekiştirilmiş ve genişletilmiştir ve sadece sınırlamanın kanun ile konulacağı belirtilerek güvenceler artırılmıştır. Ayrıca herhangi bir kıyafet tarifi de getirilmemiştir... Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Türbanlı doktor muhabire saldırdı İZMİR Milliyet Milliyet muhabiri Çalıkoğlu, Karşıyaka’da bir sağlık ocağında türbanlı olarak görev yapan doktor Kuray’ın fotoğrafını çekince saldırıya uğradı. Makinesine el konulan muhabirin parmağı incindi http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aT...2008&ver=25 Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Türbanlı doktor muhabire saldırdı İZMİR Milliyet Milliyet muhabiri Çalıkoğlu, Karşıyaka’da bir sağlık ocağında türbanlı olarak görev yapan doktor Kuray’ın fotoğrafını çekince saldırıya uğradı. Makinesine el konulan muhabirin parmağı incindi http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aT...2008&ver=25 Müslümanlikta resim günahtir ya,ondan saldirmistir doktor hanim yoksa daha neden olacak,doktorlar saldirirmi hiic!! saygilarla Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Tayyip Erdogan'in sabikasi varken milletvekili secilmesinden dolayi acilan dava hala devam ediyor,secim sisteminde yapilan degisiklikle bu sabika isi halledildi ama yargi pesini birakmadi,ezbere konusmayin,sizin bildiginiz hukuku bizde azcok bilmekteyiz.Arinc'in dindar bir cumhurbaskani sözü Laiklige aykiri bir sözdür ve Iran anayasasinda cumhurbaskaninin dindar olamsi gerekir diye yazar.Yani birseyleri savunurken size dokundugu icin degil objektif olarak savunun veya degerlendirin.Ayni dava CHPye acilsaydi eminim simdi tam aksini tartisacaktiniz buralarda. saygilarla Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Yazımu uykulu okudunuz galiba. Yoo, tam tersine. Bu türban konusunu ortaya getirme gafletinde bulunmayacaklar sanıyor ve kaosun fitilini ateşlemeyecek kadar akıllı olduklarını varsayıyordum. Asıl o zaman uyuyormuşum. Şimdi gözüm faltaşı gibi açık... Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Müslümanlikta resim günahtir ya,ondan saldirmistir doktor hanim yoksa daha neden olacak,doktorlar saldirirmi hiic!! saygilarla Müslümanlıkta bayanların erkeklerin cinsel organlarına bakması,dokunmasıda günahtır,dolayısıyla bayanlar doktor olamaz.Müslümanlar doktor olurmu hiç? Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Müslümanlıkta bayanların erkeklerin cinsel organlarına bakması,dokunmasıda günahtır,dolayısıyla bayanlar doktor olamaz.Müslümanlar doktor olurmu hiç? Dogrudur,bunun icin tipta okuyan türbanli müslüman kizlar kadin doktoru olmak icin okuyorlar,erkek müslümanlarda erkek doktoru olmak icin. saygilarla Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 18 Mart , 2008 Yerel seçimlerde, cumhurbaşkanlığı seçimleri için mağdur rolü oynayan AKP başarılı olarak, diğer merkez sağ partilerin sandığa gömülmesini sağlamıştı. Son güne kadar adaylarını açıklamamış, insanları beklentiye sokmuş, son anda adayını açıklayarak, diğer partileri ****** avlamıştı. Şimdi yine aynı oyunu oynamaktadırlar. Bugün ülkemizde Başörtüsü sorunu yoktur. Silahlı kuvvetler bu sorunu çözerek kendi bünyesinde bir ilke imza atmıştır. Bugün orduevleri, askeri hastaneler ve sosyal tesislere başörtülü bayanlarımız rahatça girmektedir. Orada insanlar, bir kaygısı olmadan dinini kendi dünyasında özgürce yaşamaktadır. AKP, bu sorunu özellikle bugüne kadar getirerek, diğer sorunları örtmek için oyun oynamaktadır. Daha önce oyuna gelen diğer sağ partiler gibi, olmak istemeyen MHP karşı atağa geçerek AKP' nin oyununu bozmuştur. Bugün ülkemiz, ekonomik krizin ayak seslerini duymaktadır. Vakıflar yasası meclisten geçmek üzeredir. Bazı dış gelişmeler ülke için kaygılar taşımaktadır. Bu süreçte Başbakanın çıkıp bu konuyu gündeme getirmesi çok manidardır. Aslında kendisi de bilmektedir ki, türban sorunu yargıdan mutlaka dönecektir".Türban bir siyasi simgedir "diyerek muhalefete meydan okumaktaki tek işareti, yerel seçimlerde mağdur rolünü oynayabilmektir. İşte bu bağlamda MHP devreye girerek TÜRBANIN DEĞİL BAŞÖRTÜSÜNÜN, üniversitelerde serbest bıraktırılması için gerekeni yapmıştır. İnançlı insanlarımız tabiî ki, dinlerini yaşayıp gereğini yerine getireceklerdir. Buna kimse engel olamaz. Ama bu insanlarımızı kandırarak siyasi rant sağlamak, adil bir yaklaşım değildir. Bu oyunu CHP'de, görebilse ve siyasetini bu yönde yapabilse, belkide bu gidişi değiştirebilirdi. İnsanlarımızın kamplaşması bu anlamda tehlike arz etmektedir. Diğer muhalefet bu konuda, kafa kafaya verip İslam hukukçuları ile beraber hareket etse, bu sorun mutlaka çözülecek ve AKP mağdur rolü oynayamayacaktır. Bu oyunu ve stratejiyi iyi analiz eden, Türk Silahlı Kuvvetleri bu yüzden sessiz kalmakta ve çözümü insanlarımıza bırakmaktadır. Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 19 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 19 Mart , 2008 Dogrudur,bunun icin tipta okuyan türbanli müslüman kizlar kadin doktoru olmak icin okuyorlar,erkek müslümanlarda erkek doktoru olmak icin. saygilarla Tıpta, erkeklere erkek,kadınlara kadın doktor diye bir ayırım söz konusu değildir. İşte zaten bu ayırımcı zihniyetinizi bildiği için laik sistem başörtüsünü yasaklıyor. Vede çok iyi yapıyor.Sen kalkacaksın tıb dersi alacaksın ve tıb etiğine göre kadın erkek ayırırımı yapmadan her hastaya eşit davranacağına dair yemin edecksin sonrada iş başına geldimi yoooo benim inancıma aykırı diye insanların sağlığı ile oynayacaksın.Laik devlet sorumluluk isteyen bir iştir,birilerini inancı için insanların sağlığı ile oynanmasına müsade edemez. Madem o eğitim yuvalarına giriyorsun,inancın sadece aklında kalacak,icraate dökemezsin,burası arabistan değil. Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Örtünme ve kemikler. Türban ve tesettür (örtülü giyinme) konusunda, bugüne kadar hukukçular, bilim adamları, eğitimciler, siyasetçiler, felsefeciler, gazeteciler, yazarlar, modacılar, sade vatandaşlar, hemen hemen herkes fikrini söyledi. Doktorların ve bilim adamlarının sesleri ise pek duyulmadı. Dünyanın her yerinde çocuk hekimlerinin ailelere, ücretsiz ve promosyonu olmayan 2 önemli tavsiyesi daima gündemdedir. Bunlar, anne sütüyle beslenme ve güneş banyosudur. Tanrı, derimizi sırf güzellik için yaratmadı. Derimizin altında da D-Vitamini öncü! maddeleri, aktif olmayan şekilde doğal olarak bulunmaktadır. Provitamin-D adı verilen bu maddeler güneş ışığı ile doğrudan temas ederse, aktif D-Vitamini haline gelmektedir. Aktif D-Vitamini, gıdalarla aldığımız ve sindirim sisteminden kana karışan, kalsiyumun kemiklere yığılmasını ve yerleşmesini sağlamak suretiyle, kemiklerin sağlamlığını ve sertleşmesini temin etmektedir. Yeterli sertliği sağlanamamış kemikleri olan çocuklarda, halk arasındaki adıyla "kemik zayıflığı", tıptaki adıyla "Rikets" ya da "Raşitizm" hastalığı gelişmektedir. Bu hastalığın erişkinlerdeki benzeri, "kemik erimesi" yada "Osteoporoz" denilen bulgularla seyreden "Osteomalazi" dir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan araştırmalar! örtülü giyinen kadınların kanlarında, aym koşullarda yaşayan ve örtülü giyinmeyen kadınlara-göre, aktif D vitamini düzeylerinin 7-8 misli düşük düzeyde olduğunu göstermiştir. Bu ne anlama gelir? Bu kadınların güneş ışığına temas etme süreleri çok az olduğu için, 35-45 yaş arasında kemik erimesi riskleri artacaktır, ayrıca doğurganlık çağlarında (20-35 yaş arası) emzirdikleri çocuklarında raşitizm hastalığı olasılığı da yükselecektir. Güneş ışığının deri altındaki inaktif D vitaminini aktifleştirme özelliği, sadece doğrudan Güneş ile temas edilirse sağlanabilmektedir. Camın arkasından güneşlenmek bile yararsızdır; pek çok araştırma ile bu kanıtlanmıştır. Güneş ışığının bu özelliğinin, bronzlaşma ile ilgisi yoktur. Bronzlaşma, derideki Melanin pigmenti ile ilgilidir. Hiç güneşe çıkmadan gölgede de bronzlaşmak mümkündür. Ülkemizde son yıllarda, özellikle örtülü giyinmeye başlama yaşı 10-15 yıl öncesine göre, daha genç yaşlara. ergenlik yaşı başlangıcı olan 13-14 yaşlanma kaymıştır. Örtülü giyinenler genelde sadece ev ortamlarında örtüden çıkmakta, dışarıda bol güneş altında örtülü ka1maktadırlar. İş, yorumcularda Bu noktada bilim; gözlem ve araştırmalarla bir sonuç elde etti!)ine göre sıra, din adamlarımız, Kur'an-ı Kerim tefsircilerimiz ve yorumcularımızdadır. İnsan yavrusunu rahminde besleyip büyüten, doğurma eylemiyle dünyaya yeni bir canlı getirmeye muktedir olan, onu emziren, bakımını yapan ve büyüten kadın denilen varlığa; Tanrı'nın, yaşamın kaynağı olan güneşten mahrum bırakacak şekilde örtünmesi gerektiği emrini verecek kadar haksızlık yapabileceğini düşünmek çok zordur. Üstelik hem onun, hem çocuğunun ciltlerinin doğal yapısını, başka hiçbir kaynakça aktive edilemeyecek D Vitamini ön maddeleriyle bezemişken. Kur'an-ı Kerim'i yorumlayanlar, örtünme ile ilgili ayetlerde ne demek istendiğine yeniden bakmalı, bilimin ışığından da yararlanmalı, o zamanın koşullarına göre söylenmiş ifadelerin yorumlarını tekrar değerlendirmelidirler. ilim Çin 'de bile olsa gidip onu bulunuz sözünü de unutmamalıdırlar. Hazırlayan: Dr. Burhan Topal -Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları -http://www.sagliklitoplum.com/genel-saglik/estetik-cilt-sagligi/ortunme-ve-cilt-sagligi.html- Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Aslında çok da okumadığım, bugünlerde ise sürekli girdiğim bir sitede yoğunluklu olarak alıntılama bulunan Zaman Gazetesi enteresan bir tespitte daha bulunmuş. Kapatma davasıyla ilgili olarak kendisinden alıntı yaptığım Mümtaz'er Türköne, değerli görüşleri nedeniyle sürekli okumak zorunda hissettiğim biri olmuştur o ayrı. Nihal B. Karaca'dan yaptığım alıntı ise 20 gün önce okuduğum bir metnin hafızamda kalması sayesinde bulunmuştur... Bunları niye yazıyorum. Başucu kaynağım Zaman gazetesi değil. Hiçbir gazete değil. Bunun için diyorum...Ama, bugünlerde biraz "ZAMAN" a yaklaştım galiba... Üniversitelerde başörtüsü yasağı, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz imzasıyla çıkarılan bir yazı ile uygulamaya konuldu. Ancak aynı yasağın kalkması için yeni YÖK başkanının imzalı yazısı yeterli olmadı. . Üniversitelerde başörtüsü sorunu uzun yıllar yükseköğretimde tartışma konusu olurken AK Parti hükümeti MHP ile anlaşarak bu konuda anayasa değişikliği yapmıştı. Partiyi kapatma davasına götüren anayasa değişikliği YÖK'ün yazısının Danıştay tarafından durdurulması üzerine uygulamaya konulamazken, yasağı başlatan YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün yazısı halen yürürlükte. 15 Eylül 2000 tarihli 'hizmete özel' olarak rektörlere gönderilen yazı sadece dönemin YÖK Başkanı Gürüz'ün imzasını taşıyor. Gürüz, 15 Eylül 2000 tarihli "3699/20644" sayılı yazısında "kılık kıyafetle ilgili mevzuata aykırı davrananlarla ilgili konunun titizlikle izlenmesini ve gereken işlemlerin yapılmasını" istiyor. Gürüz, yazısında, "Türbanlı olarak üniversiteye gelmek, üniversitenin huzur ve sükunetini bozan siyasi ve ideolojik bir eylem ve yükseköğretim kurumundan çıkarılmayı gerektiren bir fiil olarak kabul edilmektedir." diyor. Gürüz, üniversiteye başörtülü gelecek öğrencilere kılık kıyafetle ilgisi olmayan Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 10/b maddesinin uygulanması talimatı veriyor. Gürüz, ayrıca, 'lojmanlarda sürekli ikamet edenlerin de bu konuda uyarılmaları, aykırı tutumlarını sürdürmekte ısrar edenler hakkında da gerekli işlemlerin yapılması' talimatı veriyor. Öğrencilerin üniversiteden çıkarılmasını öngören, 8 yıldır uygulanan ve kılık kıyafetle ilgisi olmayan yönetmeliğin 10/b maddesi şöyle: "Yükseköğretim kurumlarının ideolojik ve siyasi amaçlarla huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak veya boykot, işgal, engelleme, personelin işini yavaşlatma gibi eylemlere katılmak, bu amaçlara yönelik eylemleri tahrik etmek." Belki kimse, GÜRÜZ'ün yazısı için dava açmamıştır. Ondan hala yürürlüktedir. Nihayetinde idare'de bir işlemi ya idare geri alır veya yargı mercii iptal eder...İptal edilmeyen bir işlem yürürlüktedir de; madem genelge mahiyetinde bir işlem vardır ve yoklukla sakattır. Neyse, tekrar kafa bulandırmayalım bu konuda... Hoş bir manzara arzettiği için aktarma gereği hissettim... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Aslında çok da okumadığım, bugünlerde ise sürekli girdiğim bir sitede yoğunluklu olarak alıntılama bulunan Zaman Gazetesi enteresan bir tespitte daha bulunmuş. Kapatma davasıyla ilgili olarak kendisinden alıntı yaptığım Mümtaz'er Türköne, değerli görüşleri nedeniyle sürekli okumak zorunda hissettiğim biri olmuştur o ayrı. Nihal B. Karaca'dan yaptığım alıntı ise 20 gün önce okuduğum bir metnin hafızamda kalması sayesinde bulunmuştur... Bunları niye yazıyorum. Başucu kaynağım Zaman gazetesi değil. Hiçbir gazete değil. Bunun için diyorum...Ama, bugünlerde biraz "ZAMAN" a yaklaştım galiba... Belki kimse, GÜRÜZ'ün yazısı için dava açmamıştır. Ondan hala yürürlüktedir. Nihayetinde idare'de bir işlemi ya idare geri alır veya yargı mercii iptal eder...İptal edilmeyen bir işlem yürürlüktedir de; madem genelge mahiyetinde bir işlem vardır ve yoklukla sakattır. Neyse, tekrar kafa bulandırmayalım bu konuda... Hoş bir manzara arzettiği için aktarma gereği hissettim... Zaman gazetesi gerçekten "enteresan" bir tespitte bulunmuş. 1997 yılında "Yök Genelgesi" ve 15 Eylül 1997 Milli Eğitim Bakanlığı Gernelgesi ile başlayan türban yasağının Kemal Gürüz'ün 2000 yılında yazdığı bir yazı ile başladığını "tespit" etmiş. İnsaf be. Yahu tamam bu gazete artık bir şey yazarken nasıl olsa bizi okuyanlar bize inanır. Gidip doğru mu değil mi diye bakmazlara güveniyorda. Bu kadarına pes. Peki bekir sen Türban Yasağının hangi yıl başladığını bilmiyor musun gerçekten ? Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2008 Tıpta, erkeklere erkek,kadınlara kadın doktor diye bir ayırım söz konusu değildir.İşte zaten bu ayırımcı zihniyetinizi bildiği için laik sistem başörtüsünü yasaklıyor. Vede çok iyi yapıyor.Sen kalkacaksın tıb dersi alacaksın ve tıb etiğine göre kadın erkek ayırırımı yapmadan her hastaya eşit davranacağına dair yemin edecksin sonrada iş başına geldimi yoooo benim inancıma aykırı diye insanların sağlığı ile oynayacaksın.Laik devlet sorumluluk isteyen bir iştir,birilerini inancı için insanların sağlığı ile oynanmasına müsade edemez. Madem o eğitim yuvalarına giriyorsun,inancın sadece aklında kalacak,icraate dökemezsin,burası arabistan değil. Sayin hoppa sanirim bir yanlislik yaptiniz,yazdiklarimi heralde ciddiye aldinizki beni elestirir gibi yazmissiniz,lütfen cümlelerdeki esprilere dikkat edelim espri ile gercekgi ayiramiyorsak isimiz baya zor yani. saygilarla Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 21 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2008 Zaman gazetesi gerçekten "enteresan" bir tespitte bulunmuş. 1997 yılında "Yök Genelgesi" ve 15 Eylül 1997 Milli Eğitim Bakanlığı Gernelgesi ile başlayan türban yasağının Kemal Gürüz'ün 2000 yılında yazdığı bir yazı ile başladığını "tespit" etmiş. İnsaf be. Yahu tamam bu gazete artık bir şey yazarken nasıl olsa bizi okuyanlar bize inanır. Gidip doğru mu değil mi diye bakmazlara güveniyorda. Bu kadarına pes. Peki bekir sen Türban Yasağının hangi yıl başladığını bilmiyor musun gerçekten ? CYRANO, Ben üniversiteye 98 yılında başladım. Dolayısıyla, yasağın ne zaman başladığı hakkında tecrübeyle sabit bir bilgim var....Keyfiyet hakkında da...Yönetmeliğin çıkartılması da genelge de bu konuda uygulama için yeterli olmadı. Yasağın nasıl konulacağı hakkında da çok tartışma vardı. Bu konuda seçilmiş irade devreye girmekten imtina etti. YÖK tarafından yasağa yürürlük kazandırıldı. Yani ki, ortada bulunan bir Yönetmelik dahi uygulanmıyordu o tarihlerde ki şu andaki anayasa değişikliğinin olmadığı gibi. 1998 yılında derse girilebiliyordu türbanlılar, 99'da da...Ancak ben 3. sınıftayken 1. sınıfta olan ve İmam-Hatip çıkışlı 2 tane kız için ağladığımdan hatırlıyorum. Aynı sınıftan 1 gençle beraber aynı evde kalıyorduk ve o 2 kız sürekli beraber geziyorlardı. ÖSS'de her ikisi hem sözel hem de sayısal bölümden 75'er netin üzerine çıkararak ancak o hukuk fakültesini kazanabilmişlerdi. Bu sebeple hatırlıyorum, başka bir nedenden değil. Kendi sınıfımda da birkaç kız vardı ve ben 3.cü sınıfa gelene kadar başları derslerde kapalıydı. Ama 3. cü sınıfta bu kızlar, içeri girip yan taraftaki çalışma odasında başlarını açmak istemişlerdi de illaki dışarda açacaksınız, kat'i emir var denilmişti. Yani ki, aslında uygulama kat'i olarak daha sonra başlamıştır. Farklı üniversiteler farklı farklı uygulamalar da yapmıştır. Halen de öyle oluyor ya... Buradaki haberin, üniversite'de türban yasağının başlama yılını 2000 olarak belirttiğini düşünür, varsayarsanız haklısınız yanlışlanabilir ancak 2000 yılında Kemal Gürüz tarafından bu konuda bir genelge (veya yazı) yayınlandığı konusunda yanlışlanabileceği kanaatinde değilim. Onlar da benim gibi buldukları haberin üzerine atlamış olabilirler ama bu durum ortadaki Kemal Gürüz yazısını kaybetmez. Böyle bir yazı var mı yok mu mesele budur. Şimdi birileri çıkıp Zaman'a böyle bir yazı yok diyebilir veya varsa ortaya koy diyebilmelidir. Zaman'a türban yasağı şu tarihte başlamıştır sen yanlış biliyorsun demek doğru olabilir, bence yanlış okumadır, ama bu belgeyi ortadan kaldırmaz... Ancak şunu da önemle belirteyim ki; Zaman gazetesinin bu yazısında yasağın başlama yılı olarak 2000 gösterilmiyor. 2000 yılında "Hizmete Özel" olarak bir yazı gönderildiği belirtiliyor. Şuraya takılınabilinir. "Yasağı başlatan YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün yazısı hala yürürlükte". Bu cümle yasağın bu yazıyla başladığını belirtmiyor. Yasağın kimin tarafından başlatıldığını belirtiyor. Ve onun bahse konu yazısının halen yürürlükte olduğunu belirtiyor. Yoksa "YÖK Başkanı Kemal GÜRÜZ'ün yasağı başlatan yazısı halen yürürlükte" diye yazılması gerekirdi. Bu arada ben gerçekten türban yasağının kesin olarak bir tarihte başladığını kestiremiyorum. Sahi hangi yıl başladı. Bu sonda, zaman gazetesinin konuya girişi ile ilerleyen kısmında konuyu verişi arasında ufak bir fark var. "Üniversitelerde başörtüsü yasağı, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz imzasıyla çıkarılan bir yazı ile uygulamaya konuldu." bu. Burada uygulamaya konulmasından bahsediyor. Aslında yasağa dair metin, sanıyorum ki Yönetmelik ama bu Yönetmelik anlaşılan kesin olarak o zaman da uygulanmadı. Ben örnek verdim, benim üniversitemde uygulanmıyordu. Belki de ondan sonra genelgeler çıktı. Bugün tekrar dönüp Yönetmelikleri inceleme fırsatı buldum. Zira MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI İLE DİĞER BAKANLIKLARA BAĞLI OKULLARDAKİ GÖREVLİLERLE ÖĞRENCİLERİN KILIK KIYAFETLERİNE İLİŞKİN YÖNETMELİK Bakanlar Kurulu Kararı : 22/7/1981-8/3349 Resmî Gazete : 7.12.1981/17537 Madde 13 - Yüksek Öğretim Okullarında: a. Kız Öğrenciler: Kılık kıyafetlerinde, bu yönetmeliğin 7/a maddesinde, okullarda görevli, yönetici, öğretmen, eğitime yardımcı görevliler ve memurlar için konulan kurallara aynen uyarlar. Madde 7 - (Değişik: 26.11.1982 - 8/5663 B.K.K.) 6 nci maddede sözü edilen personel, kılık ve kıyafetlerinde 16/7/1982 tarihli ve 8/5105 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan "Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik" esaslarına uyarlar. 7.nin a)sı yok Milli Eğitim Bakanlığının sitesinde. Ancak onlar için konulan kurallar da: Kamu Kurumu ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair YönetmelikYayın : Resmi Gazete Yayım Tarihi ve Sayısı : 25/10/1982 - 17849 Madde 5 - 2 nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakları hususlar: a) Kadınlar; Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır. Ortada böyle bir metin varken uygulama yoktu sanıyorum. Veya garip garip uygulamalar vardı...Her ne ise; Bu kadar kafa karıştırmanın bir manası yok galiba. Önem arzeden; YÖK'ün eski başkanlarından Kemal GÜRÜZ tarafından yazılmış böyle bir "genelge yazı" var mı yok mu...Merakımı celbeden var sa hiç kimsenin aklına yetkisizlik sorunu gelmemiş midir de dava açılmamış... -http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=148109- -http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=666031- Bu sonda 20.3.2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde'de bir şekilde bu yazıdan bahsedildiğini gördüm bugün...Ama o linke ulaşmam mümkün olmadı şu üyelik belası yüzünden... Saygılar... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 21 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2008 Bekir var olan bir genelgeye yönetmeliğe dayanarak yök başkanı rektörlere yazı gönderir. Bunu bütün kurumların idari amirleri yapabilir. Gerçekten senin böyle bir soruyu nasıl sorduğunu anlamadım. 1997 yılında YÖK bir genelge yayınlamış ve üniversitelerde t ürbanı yasaklamış. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 21 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2008 Türban yasağı 1997 yılında Yök'ün yayınladığı genelgeyle başladı. Ancak kısa süre sonra finaller olduğu için Yasak aktif olarak 1998 ten itibaren uygulanmaya başladı. Ben 2. sınıftaydım ve üniversiteye türbanlı öğrenciler alınmıyordu. Bekir var olan bir genelgeye yönetmeliğe dayanarak yök başkanı rektörlere yazı gönderir. Bunu bütün kurumların idari amirleri yapar. Şöyleki kurum bir genelge yayınlamıştır tüm amirleri bağlayan, ama amirlerin bazıları bu genelgenin emrettiklerini yerine getirmiyordur. Kurumun baş amiri yazı göndererek genelgenin emrettiklerinin yerine getirilmesini bildirir. Misal Tapu kadastro müdürlüğü daha yeni bir genelge yayınlayarak saat 14:00'ten sonra hiçbir tapu müdürlüğünde evrak kayıt işlemi yapılmayacağını bildirdi. Ve yapılmıyor bütün müdürlüklerdede duvarda ilgili genelge asılı. Diyelimki bazı tapu müdürlükleri buna uymuyor ve 14:00 dan sonrada evrak kayıt işlemi yapıyor. Kurumun baş amiride o müdürlüklere genelgenin emrettiklerine uymalarını bildiriyor. Bu yetki aşımımı? bu yasadışı bir şey mi? Amirin bunu yapmasından daha doğal bir şey var mı ? Gerçekten senin böyle bir soruyu nasıl sorduğunu anlamadım. 1997 yılında YÖK bir genelge yayınlamış ve üniversitelerde türbanı yasaklamış. Kimi rektörler ise genelgenin koyduğu yasağı uygulamıyor ve Türbanlı öğrencileri derse alıyor. Yök başkanıda var olan genelgeye dayanarak onlardan genelgeye uymalarını istiyor. Yaratıcı bir karar mı alıyor? Olmayan bir yasağı mı getiriyor ? Yürürlükte olan bir genelge var zaten. Zaten türbanı yasaklayan bir genelge varsa ortada. Başkanın yasağı uygulamalarını istemesi rektörlerden nasıl genelge olabilir ? Yök genel kurulu karar almış genelgeyi yayınlamış. Genelgenin emrettiklerinin rektörlerce uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmek, uygulamayan rektörlere yazı göndermek YÖK başkanın asli görevlerindendir. Denetim ve kontrol görevi yani. Ancak üniversitede kılık kıyafetle ilgili yürürlükte olan bir genelge vardır. O genelgenin yasakladığı bir şeyi serbest bırakılmasını istemek işte bu genelgedir. Bir öncekini yürürlükten kaldıracak bir karardır çünkü. Diyorsunki "genelgenin çıkması uygulama için yeterli olmadı". Genelge bir şeyi yasaklıyorsa tüm rektörler bunu uygulamakla mükelleftir. Uymayan rektörler varsa tabiki başkan yazı göndererek uyarır. Bu onun görevidir. Bu yazdığıda genelge olmaz. Bu kadar mantıksız bir söylemde olmaz. Neresinde yetki aşımı ? Sonra Zaman ve Star nasıl Türban yasağının 2000 yılında başladığını iddia edebilir. Yani bu kadar bilmemezden gelmek bu kadar çarpıtmak olur mu? Herşeyi bırak 1998 yılında Leyla Şahin AİHM'e dava açmadı mı? Üniversitelerdeki türban yasağıyla ilgili. Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Türban yasağı 1997 yılında Yök'ün yayınladığı genelgeyle başladı. Ancak kısa süre sonra finaller olduğu için Yasak aktif olarak 1998 ten itibaren uygulanmaya başladı. Ben 2. sınıftaydım ve üniversiteye türbanlı öğrenciler alınmıyordu. Bekir var olan bir genelgeye yönetmeliğe dayanarak yök başkanı rektörlere yazı gönderir. Bunu bütün kurumların idari amirleri yapar. Şöyleki kurum bir genelge yayınlamıştır tüm amirleri bağlayan, ama amirlerin bazıları bu genelgenin emrettiklerini yerine getirmiyordur. Kurumun baş amiri yazı göndererek genelgenin emrettiklerinin yerine getirilmesini bildirir. Misal Tapu kadastro müdürlüğü daha yeni bir genelge yayınlayarak saat 14:00'ten sonra hiçbir tapu müdürlüğünde evrak kayıt işlemi yapılmayacağını bildirdi. Ve yapılmıyor bütün müdürlüklerdede duvarda ilgili genelge asılı. Diyelimki bazı tapu müdürlükleri buna uymuyor ve 14:00 dan sonrada evrak kayıt işlemi yapıyor. Kurumun baş amiride o müdürlüklere genelgenin emrettiklerine uymalarını bildiriyor. Bu yetki aşımımı? bu yasadışı bir şey mi? Amirin bunu yapmasından daha doğal bir şey var mı ? Gerçekten senin böyle bir soruyu nasıl sorduğunu anlamadım. 1997 yılında YÖK bir genelge yayınlamış ve üniversitelerde türbanı yasaklamış. Kimi rektörler ise genelgenin koyduğu yasağı uygulamıyor ve Türbanlı öğrencileri derse alıyor. Yök başkanıda var olan genelgeye dayanarak onlardan genelgeye uymalarını istiyor. Yaratıcı bir karar mı alıyor? Olmayan bir yasağı mı getiriyor ? Yürürlükte olan bir genelge var zaten. Zaten türbanı yasaklayan bir genelge varsa ortada. Başkanın yasağı uygulamalarını istemesi rektörlerden nasıl genelge olabilir ? Yök genel kurulu karar almış genelgeyi yayınlamış. Genelgenin emrettiklerinin rektörlerce uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmek, uygulamayan rektörlere yazı göndermek YÖK başkanın asli görevlerindendir. Denetim ve kontrol görevi yani. Ancak üniversitede kılık kıyafetle ilgili yürürlükte olan bir genelge vardır. O genelgenin yasakladığı bir şeyi serbest bırakılmasını istemek işte bu genelgedir. Bir öncekini yürürlükten kaldıracak bir karardır çünkü. Diyorsunki "genelgenin çıkması uygulama için yeterli olmadı". Genelge bir şeyi yasaklıyorsa tüm rektörler bunu uygulamakla mükelleftir. Uymayan rektörler varsa tabiki başkan yazı göndererek uyarır. Bu onun görevidir. Bu yazdığıda genelge olmaz. Bu kadar mantıksız bir söylemde olmaz. Neresinde yetki aşımı ? Sonra Zaman ve Star nasıl Türban yasağının 2000 yılında başladığını iddia edebilir. Yani bu kadar bilmemezden gelmek bu kadar çarpıtmak olur mu? Herşeyi bırak 1998 yılında Leyla Şahin AİHM'e dava açmadı mı? Üniversitelerdeki türban yasağıyla ilgili. İki şeyi bugün ayırt edelim. Birincisi Anayasa Değişikliği yapıldı ve uygulama kaabiliyetine sahip bir metindi. Kimse bunu uygulamam diyemezdi, bir kısım rektörler dedi. YÖK Başkanı bunlara bir yazı gönderdi. Genelge değildi ama genelge olarak görüldü... Bir Genelge'nin uygulamasını göstermek için yazı yazılmaz. Genelge'ye niye uymuyorsunuz, uymazsanız şunlar yapılacaktır diye de yazı yazılmaz. Genelge'ye uyulmamanın cezası bellidir ayrıca yazıya gerek yoktur. Genelge'ye illaki uyulması gerektiği belirtiliyorsa eşit derecede bir işlemle tekrar edilir veya cezalar uygulamaya konulabilir... O günkü gibi türban yasağını da her üniversitede hemen uygulamadı. Çeşitli üniversitler farklı farklı zamanlarda uyguladılar. YÖK eski başkanı genelgenin uygulanmasını isteyen bir yazı gönderiyor (bana göre o da genelge değil bu da değil-o konuda dava açılmadığı için Danıştay'ın bu konudaki kararını bilemiyoruz ama yeni Yök Başkanının yazısını genelge olarak nitelemesinde bulunan gerekçeler o metin için de geçerlidir) bu genelge olmuyor ama Anayasal düzenlemenin (ki bu malum-u ilam cinsinden bir metindir) uygulanmasını istemek genelge sayılıyor. Bunu sizin mantığınızın almasına ben bir anlam veremiyorum. Yani şu: Anayasal bir değişiklik yapıldı. Uygulanması için başkaca bir değişikliğe gerek yok. Hele hele Anayasa Mahkemesinin kararına beklemeye gerek ve hukuksal dayanak yok. Bu noktada Yök Başkanı bu kanunu uygulamayacaksınız dese idi, bu hukuk düzeninde bir değişiklik meydana getirdiği için "kanunsuz emir" kısmına girmeden genelge mahiyetinde olurdu diyebiliriz. Ama, kanunu uygulayın diyor. Sanki o demezse uygulanmayacak. Yani ki, bu konuda herhangi bir söz söylemesine gerek olmadığı gibi söylediği söz de hukuksal durumu değiştirmiyor... Ve bir Başkan'ın bir genelgenin uygulanmasını kontrol ve denetimgörevi var diyebiliyor ama anayasa değişikliğinin uygulanmasını kontrol ve denetim görevi olmadığını söylemeye getiriyorsunuz. Eh, artık gerisini siz anlayın...İsterseniz, bırakın ne kadar mantıklı veya mantıksız bir söylem olduğuna ben karar vereyim. Selamlar ile... Alıntı
Φ bezgin Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Said Nursi töreninde türban mesajı Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın “Türbanlıları üniversitelere alın” genelgesinin Danıştay’ca durdurulmasına dikkat çekerek, “50 senedeki kazancımız gitti” dedi. Yeni Asya gazetesinin Ankara Gösteri Merkezi’nde düzenlediği Said Nursi’yi anma etkinliklerinde, harem selamlık şeklinde kadın ve erkekler ayrı ayrı oturdu. AKP’nin kapatılmasıyla ilgili iddianamede hakkında siyaset yasağı istenen AKP Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu’nun katıldığı anmada ilahiler, Kuran ve ezan okundu. Sahneye asılan ve Said Nursi’nin sözlerinin yazılı olduğu pankartlarda “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim”, “Ekmeksiz yaşabilirim, hürriyetsiz yaşayamam” sözleri dikkat çekti. Düzeni, Kâbe’ye gitmeye çalışan kaplumbağayı ters çeviren yaramaz çocuklara benzeten Kutlular, şunları söyledi: “Bizim kaplumbağa 27 Mayıs’ta döndürülmüş. Bu da bir ihtilal. 12 Eylül’de bir ihtilal kaplumbağa bir defa daha çevrilmiş. Biraz daha gidiyoruz, bakıyoruz ki 28 Şubat çıkmış karşımıza. Kaplumbağa bir defa daha çevrilmiş.” Yeterince ses çıkarılmadığını ifade eden Kutlular, “Oturun oturduğunuz yerde demek lazım. Sopaya, silaha gerek yok. Dilimiz konuşsa, biz de sokağa çıkıp miting yapsak onlar bunu hesaba katacaktır. Hak ve hürrriyetleri savunacak kadar cesaretimiz olsun.” diyerek sözlerini noktaladı.. hala neyi tartışıyoruz anlamadım... araç belli amaç belli neşe ile kalın... Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 25 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2008 YÖK, türbanla üniversitelere izin verilmesini isteyen yazının genelge kabul edilerek yürütmesinin durdurulması üzerine Danıştay’a itiraz ettiİtiraz dilekçesi geçen cuma Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurul’una sunuldu. Genel Kurul’un itiraz üzerine alacağı karar kesin nitelik taşıyacak. Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki değişikliğin yürürlüğe girmesinin ardından yasa değişikliğini beklemeyen YÖK Başkanı Prof.Dr. Yusuf Ziya Özcan, 24 Şubat’ta rektörlüklere bir yazı göndererek, türbanlıların üniversitelere alınmalarını istemişti. Üniversite kapılarında yaşanan karmaşa üzerine bazı öğretim üyesi dernekleri, Özcan’ın, rektörlüklere gönderdiği yazısının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmıştı. Danıştay 8. Dairesi de oybirliğiyle Özcan’ın yazısını, "genelge" diye nitelemiş ve oybirliği ile yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Özcan, itiraz dilekçesinde, yetkisini aşmadığını, yazısının hukuka aykırı olmadığını savundu. Hürriyet- bugünmüş... Demek ki, birileri çıkıp da kendi yazısını savunuyormuş. Yani ki, kendileri bile yazılarını savunmazken sen niye savunuyorsun sorusu pek de doğru değilmiş...SANIRIM... Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 Kamuda türban yasağı AKP yandaşı başhekimler tarafından fiilen deliniyor Başhekimler yasak dinlemiyor İstanbul Haber Servisi - AKP'nin iktidara gelişinin ardından kamuda türban yasağı, AKP'li başhekimler tarafından hastanelerde fiilen delindi. İstanbul'un çok sayıda kamu hastanesinde bugün, türbanlı doktor, hemşire, laborant, röntgen görevlisi ve yardımcı personel çalışıyor. Türbanlı personeli görmek için çok fazla çaba sarfetmenin gerekmediği hastanelerde, başhekimler hiçbir yaptırım uygulamıyor. İstanbul'da, başta büyük hastaneler olmak üzere birçok hastanenin başhekimliği, AKP yandaşlarına teslim edildi. Tam olarak kadrolaşamayan AKP, Ekim 2005'te çıkardığı yasa ile başhekimlerin muayenehanelerde çalışmasını yasakladı. Yasa nedeniyle İstanbul'da 28, Ankara'da 2, Bursa'da 4 başhekim istifa etti. Yerlerine ise AKP yandaşları atandı. Bunun yansıması olarak da hastanelerde türbanlı çalışan sayısı her geçen gün arttı. Kamuda türban yasağının göze çarptığı ilk yer, yasalara uyulup uyulmadığını denetlemekle yükümlü, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü oldu. İl sağlık müdürlüğü görevini, türbanlı doktorları koruduğu gerekçesiyle ceza alan Dr. Mehmet Bakar, 3 yıldır vekil olarak yürütüyor. SİYAH CAMİİN ARKASINDA Başhekimi Dr. Haldun Ertürk olan Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi bu konuda adı sık anılan sağlık kuruluşlarından biri oldu. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne gittiğimizde türbanlı çalışanlar ilk olarak başhekimlik binası giriş katında bulunan "Kan Alma Ünitesi" nde gözümüze çarpıyor. Hastane içine bakan bölümde laboratuvar camının siyaha boyanmış olmasıyla "Herkesin hizmet aldığı bir laboratuvarda gizlenmek istenen nedir" sorusunu gündeme getiriyor. Laboratuvarın içine girdiğimizde ise iki türbanlı çalışanın bankonun arkasında çalıştığı görülüyor. Yemek saatinde ise yemekhane salonuna giden türbanlı görevlilerin sayısının oldukça fazla olduğu göze çarpıyor.Başhekimi Dr. Salih Koçak olan Esenler Başakşehir Devlet Hastanesi, türbanlı çalışanlarıyla dikkati çekiyor. Kadın doğum polikliniği ve servislerde, türbanı ile çalışan görevlileri görüyoruz. Aralarında, türbanlı çalışan doktorların da bulunduğu hastanede, röntgen bölümünde çalışan görevli objektiflerimize yakalanıyor. HER YERDE AYNI Bir diğer ilginç gelişme ise "tarikatçıların hastanesi" olarak da anılan Bezm-i Âlem Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin başhekimliğine yapılan atama oldu. 24 şefi bulunan Vakıf Gureba Hastanesi'ne, yasa gereği bu şeflerden birinin başhekim olarak atanması gerekirken uygun nitelikte biri bulunamadığı gerekçesiyle, 2000 yılında türbanlı doktora olumlu sicil veren uzman doktor Şener Yediyıldız atandı. AKP, geçen nisan ayında Yediyıldız'ın yerine, eşi türbanlı olan Doç. Dr. Turan Aslan' ı atadı. Hastanenin birçok yerinde çalışan türbanlı görevliler ise ortalıkta çok görünmemeye çalışıyor. Başhekimi AKP'ye yakınlığıyla bilinen Prof. Dr. Yusuf Özertürk olan Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeyse yine türbanla çalışanlar göze çarpıyor. Özertürk geçen günlerde sürpriz bir şekilde istifa etmiş ancak, istifası kabul edilmemişti. Hastanelerde türbanlı çalışan görmek için fazla çaba sarf etmeye gerek yok. Çünkü hastanelerde birçok türbanlı doktor, hemşire, laborant çalışıyor. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 'Dışarı çıkma, çıkarsan kırıtma' Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete'nin yazarından türbanlılara garip çağrı! AKP’nin türban düzenlemesini yetersiz bularak, ortaöğrenim ve kamuda da serbestlik isteyen Milli Görüşçülerden kadınlara, "zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayın, çıkarsanız da kırıtmayın" tavsiyesi geldi. Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete yazarlarından Mehmet Talu dünkü köşesinde, dinin kadınlara, "bir zorunluluk bulunmadıkça evde oturmak, evden dışarı çıkmamalarını" emrettiğini yazdı. Talu, kadınların 'Eski cahiliyet günlerindeki gibi kırıtarak, sokaklarda süs ve güzelliklerini dışarı atmamaları" gerektiğini söyledi. İŞTE O YAZI Müslüman kadın, sere serpe ortalıkta dolaşmaz! Soru: Müslüman kadın sere serpe ortalıkta dolaşabilir mi? Cevab: Bismillahirrahmanirrahim. Bu hususta ALLAH Teâlâ şöyle buyururur: “Ey Müslüman hanımlar! Evlerinizde vakarla oturun; eski cahiliyet günlerindeki gibi kırıtarak, sokaklarda süs ve güzelliklerinizi dışarı atmayınız! Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz, ALLAH Teâlâ’ya ve Resûlüne itaat ediniz…” (Ahzab Sûresi:33) Müslüman hanımların taşıdıkları şeref ve nail olacakları mükâfat, ALLAH Teâlâ’nın lütfu yanında kendilerinin de önemli bir katkısına bağlanmıştır. Bu katkı ittika, yani kendilerine yakışmayan her türlü kötülük, çirkinlik ve günahtan sakınmalarıdır. Başkalarıyla konuşurken takınacakları tavra ve seslerinin tonuna, seçecekleri kelimelerin etkisine, gerektiren bir durum olmadıkça evlerinden dışarı çıkmamaya varıncaya kadar buna riayet etmelidirlerki kimse, kendilerine dil uzatmaya, haklarında kötü fikirler kurmaya cesaret edemesin. Onların sorumlulukları yalnızca kötü olanı yapmamak, yani kötü ve zararlı olmamak değil, ayrıca iyi, erdemli ve itaatli olmaktır; namazı kılmak, zekâtı vermek, ALLAH Teâlâ ve Resûlü’nün rızâları doğrultusunda bir hayat sürmektir. Bir zorunluluk bulunmadıkça evde oturmak, evden dışarı çıkmamak bu âyet-i kerimeyle Müslüman hanımlarına emredilmiştir. Hiç şüphe yok ki, bu emir, kadının annelik vakarına uygun düşmekte ve ona saygınlık kazandırmaktadır. Cenâb-ı Hak bu emirle, kadının devamlı dört duvar arasında ömür tüketmesini kast etmemiştir. Emirden sonra gelen: “Eski cahiliyet günlerindeki gibi kırıtarak, sokaklarda süs ve güzelliklerinizi dışarı atmayın.” cümlesi onun hikmet ve yorumuna işaret etmekte ve bize yol göstermektedir. Şöyle ki: Kadının günlük hayatı şu iki özelliği yansıtmalıdır: a- Evinde bulunduğu sürece, vakar ve ciddiyetini koruyarak çocuklarına en güzel örnek olmaya çalışacak, komşularına da iyiye ve fazîlete yönelik misâl olacaktır. b- Sokağa çıkması gerektiğinde, açılıp saçılmayacak, tesettüre mutlaka riâyet edip tam bir İslâm hanımı olarak çevresine hürmet telkin edecek; cahiliyet devrindeki kadınlar gibi, kırıtarak, süs ve güzelliğini teşhîr ederek dolaşmıyacak; vakar ve iffetine leke dokundurmayacaktır. Sonra: “Evlerinizde vakarla oturun.” emri, kadınları işsiz-güçsüz ve anlamsız bir hayata itme anlamına alınmamalıdır. Zira İslâmiyete göre, hayat hareketten ibarettir. Ancak her hareket ışığını İslâm’dan almalı ve imânın desteğinde hedef ve amacını belirlemelidir. Kur’ân-ı Kerim’in âyet-i kerimelerini dikkatlice okuduğumuzda, her cümlenin, hattâ kelimenin bir önceki cümlesine ve bir sonraki cümlesine bakmamızın gerekli olduğunu anlamakta gecikmeyiz. Aksi halde çok yanlış yorumlara sebep oluruz. O bakımdan Cenâb-ı Hak kadınlara evlerinde vakarla oturmayı emrederken, şu üç ayrı şey ile amel etmelerini istemekte ve böylece kadının günlük hayatını verimliliğin doruğuna yükseltmektedir: a- Namaz kılmak, b- Zekât vermek, c- ALLAH Teâlâ’ya ve Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimize itaat etmek.. Milli Gazete Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 ve birseyi unutmus Milli Gazetenin yazari onuda ben ilave edeyim; d.kadinlarin cocuk dogurmalari, e.erkek istedigi zaman altina yatmalari. Iste müslüman erkegin kafasindaki kadin tiplemesi budur,bunuda Allah'a mal etmekten utanmiyorlar. saygilarla Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 1 Nisan , 2008 'Dışarı çıkma, çıkarsan kırıtma' Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete'nin yazarından türbanlılara garip çağrı! AKP’nin türban düzenlemesini yetersiz bularak, ortaöğrenim ve kamuda da serbestlik isteyen Milli Görüşçülerden kadınlara, "zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayın, çıkarsanız da kırıtmayın" tavsiyesi geldi. Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete yazarlarından Mehmet Talu dünkü köşesinde, dinin kadınlara, "bir zorunluluk bulunmadıkça evde oturmak, evden dışarı çıkmamalarını" emrettiğini yazdı. Talu, kadınların 'Eski cahiliyet günlerindeki gibi kırıtarak, sokaklarda süs ve güzelliklerini dışarı atmamaları" gerektiğini söyledi. İŞTE O YAZI Müslüman kadın, sere serpe ortalıkta dolaşmaz! Soru: Müslüman kadın sere serpe ortalıkta dolaşabilir mi? Cevab: Bismillahirrahmanirrahim. Bu hususta ALLAH Teâlâ şöyle buyururur: “Ey Müslüman hanımlar! Evlerinizde vakarla oturun; eski cahiliyet günlerindeki gibi kırıtarak, sokaklarda süs ve güzelliklerinizi dışarı atmayınız! Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz, ALLAH Teâlâ’ya ve Resûlüne itaat ediniz…” (Ahzab Sûresi:33) 33- Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. bir bu versiyonu var içinde "kırıtma" olmayan... 33. Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. bu versiyonu var "açılıp saçılmayın " diyen.... ilginç...... yorum farkı... ama aynı yola çıkıyor...Otur dedi Tanrı Otur..... Alıntı
Misafir Evren. Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2008 BAŞÖRTÜSÜ VE İKTİDAR İLİŞKİLERİ Başbakan Erdoğan'ın Medeniyetler İttifakı toplantısı için gittiği İspanya'da başörtüsü konusunda yaptığı açıklama, konunun yeniden gündemin ilk sırasına yerleşmesine neden oldu. Çünkü Erdoğan, bu konuşmasında, ilk defa olmak üzere, başörtüsünün bir 'siyasi simge' olarak takılmasının suç sayılmaması gerektiğini ifade etti. Buna göre sembollerin (velev ki siyasi bile olsalar) suç sayılması, özgürlüklerle bağdaşmazdı. Daha önce hep 'dini inançları gereği' başını örtenlerin haklarını savunan Erdoğan, bu kez başörtüsünün 'siyasi simge' olarak dahi takılabileceğini savunuyordu. Bu önemli bir üslup değişimiydi ve elbette ülkede tartışma çıkacaktı! Fakat bu 'sıkıntılı' açıklamanın üzerinde kimse fazla durmadı. Tartışma, daha çok, başörtüsü konusunda yapılması düşünülen anayasa değişikliği etrafında gelişti. Muhafazakar medyanın yanı sıra, laik çevreler de Başbakan'ın telaffuz ettiği cümlenin üzerinde fazla durmamayı tercih ettiler, çünkü 'siyasi simge' ifadesi sorun çıkarabilirdi. Nitekim hükümet kanadından, derhal, Başbakan'ın ifadesinin 'yanlış anlaşıldığı' şeklinde açıklamalar geldi ve tartışma, bu söz 'sanki hiç söylenmemiş' gibi sürdürüldü. Konu, muhtemel tepkileri de yumuşatmak için başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması noktasına hasredildi. AKP ve MHP, üzerinde mutabık kalınan bir teklifle, üniversitelere başörtülü girişin serbest olması için bir teşebbüste bulundular. İşte bu noktada, öncelikle başörtüsü sorununun 'siyasi' boyutu üzerinde durmak gerekmektedir. Gerçekten başörtüsü 'siyasi bir simge' midir, yoksa dini inançlar gereği olarak mı takılmaktadır? Aslında bu sorunun cevabı, bir çoklarına göre basittir ve başörtüsü "dini inançlar gereği" takılmaktadır. Halbuki bu terkip, tipik bir batılı jargondan ibarettir ve meseleyi basitleştirmektedir. Çünkü burada modern bir kavramın meşruiyetine 'sığınma' durumu söz konusudur. Bu kavram, 'insan hakları'dır. Buna göre bir kişi (birey veya vatandaş), dini inançları gereği başını örtebilir. Bu, 'din ve vicdan özgürlüğü'nün kapsam alanına girer. Dolayısıyla, özgür iradesiyle karar verebilen 'birey'in bu tercihine saygı duyulmalıdır. Başörtüsünün üniversitelerde serbest olmasını en hararetle savunan kesimler bile, tezlerinin meşruiyetini bu kavrama dayandırmaktadırlar. AKP ve MHP'nin ortaklaşa getirdiği değişiklik önerisinin özünde de aynı şey vardır. Peki gerçekte 'başörtüsü sorunu' modern bir kavramın meşruiyetine başvurarak çözülebilecek bir sorun mudur? Elbette ki değildir. Her ne kadar Müslüman hanımların başlarını (veya vücutlarının örtülmesi gereken diğer kısımlarını) örtmeleri dinlerinin bir gereği ise de, meselenin bir de 'dinin tabiatıyla' ilgili yönü vardır. İşte burada İslam'ın özü gereği 'siyasi' boyutlarının olup-olmadığı meselesi karşımıza çıkmaktadır. İslam, hem temel ilkeleri itibarıyla hem de tarihsel pratiği bakımından, 'siyasi' karakteri bariz bir din olduğu için, başörtüsü meselesi, ister-istemez 'siyasi' bir mahiyet almaktadır. Ve bu boşuna değildir. Bazı siyasi partiler veya çevreler, kendi 'politik' çıkarları için meselenin bu boyutunu kullanmak isteyebilirler. Fakat bunu gerekçe göstererek, İslam'ın 'siyasi' karakterinin olmadığını iddia etmek doğru değildir. Dolayısıyla İslami bir 'simge'yi kullanan her Müslümanın, laiklerin gözünde, "kendi yaşam alanlarını kısıtlama potansiyeli taşıyan unsurlar" olarak görülmesi doğaldır. Doğrudur, bu bir 'korku'dur; fakat boş bir korku da değildir. Çünkü gerçekten İslami yaşam tarzı, laik yaşam tarzına tehdit oluşturmaktadır. Zira İslam, hayata hükmetmek ister. Bu, dinin özünde vardır. Allah, "hakimlerin hakimi"dir. Dolayısıyla hükmünde O'ndan daha isabetli olan kimse yoktur, olamaz. Bu durumda 'yasamanın kaynağı' da O olmalıdır. Aksi taktirde, birilerinin veya bazı kurumların, Allah'tan daha iyi hüküm verdiği, bazı konuları Allah'tan daha iyi bildiği vs. kabul edilmiş olur ki, bir Müslümanın buna onay vermesi mümkün değildir. Ama bu, yasama sürecinin bütün boyutlarıyla vahiy tarafından belirlenmesi gerektiği anlamına gelmez. Burada içtihat mekanizmasının işleyeceği bir alan da vardır. Fakat temel esaslar konusunda (yani yasamanın kaynağı noktasında) vahiy belirleyicidir. Bu nedenledir ki, "hüküm Allah'ındır." Hal böyle olunca, bir Müslümanın örtünmesi ile namaz kılması arasında, emre itaat bağlamında esas itibarıyla bir fark kalmamaktadır. Bir Müslüman, namazını da Allah emrettiği için kılar, tesettüre de Allah emrettiği için riayet eder. Bu böyle olduğu gibi, bir Müslüman "hüküm Allah'ındır" ayetine de aynı mantıkla inanır ve gereğini yapmaya çalışır. Dolayısıyla, bir Müslümanın Kur'an'da yer alan bazı ayetleri kabul edip bazılarını reddetme hakkı yoktur. Müslüman, Kur'an'ın bütününe inanan kişidir. Bu durumda, mütesettir bir hanımın, aynı zamanda İslam'ın iktidar olmasını isteyeceği de rahatlıkla söylenebilir. İşte laiklerin üzerinde durduğu (ve muhafazakar-demokratların da ısrarla kaçındığı) gerçek budur. İslam, hakkı temsil eder. Bu dinin adı, "din-ul-Hakk"tır. Bu dinin sahibi, "El-Hakk"tır. Kur'an, "kelimet'ul-Hakk"tır. Dolayısıyla, insanların da bu hakka, gerçeğe, doğruya 'teslim olmasını' ister. Onun içindir ki bu dinin adı İslam'dır. Yani İslam, teslimiyet dinidir. Hakikate teslim olanların dinidir. Hakikate teslim olanlar ise, hakikatin tesettür boyutuna teslim oldukları gibi, hakikatin 'siyasi' boyutuna da teslim olacaklardır. Fakat laik kesimin 'bilinçli bir şekilde' yaptığı bir propaganda vardır ki, bunun samimiyetine inanmak mümkün değildir. Laikler, İslam'ın siyasi karakteri olduğunu söylerken haklıdırlar ama demokratik sistem içerisinde mücadele veren partileri, grupları, cemaatleri vs. Şeriat'ı getirmek istemekle suçlarken haksızdırlar. Sistem için mücadele veren AKP gibi partilerin, Fethullah Gülen grubu gibi cemaatlerin, insan hakları kavramı etrafında mücadele veren Mazlum-Der gibi kuruluşların asla Şeriat'ı getirme gibi gayeleri yoktur. Bu yapılar, bu konuda ne 'açık bir niyet' beyanında bulunmuşlardır ne de bir 'gizli gündemleri' vardır. Laiklerin ısrarla bu yapıları Şeriat'ı getirmekle suçlamaları, demokrasi oyununun 'danışıklı dövüş' boyutuyla alakalıdır. Laikler şunun bilincindedirler: ringe 'gerçek rakibi' çıkarmamak gerekir. Ringe çıkacak rakip, mağlup edileceği baştan belli olan bir rakip olmalıdır. Sonra bu 'sahte' rakip, ringte evire çevire dövülmeli ve laikliğin zaferi dünya aleme ispatlanmalıdır! İşte sistem-içi mücadele veren partilerin, yapıların vs. 'işlevi' budur. Sistemin 'kırmızı çizgileri'ne dokunmadan siyaset yapan bu partiler, gruplar veya cemaatler, sistemin kitlelerin gözündeki meşruiyetini sağlamak amacına hizmet ederler. Onun içindir ki, "partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır." Ve yine onun içindir ki, 'sivil toplum örgütleri' demokrasinin önemli sac ayaklarındandır. İslam'ın siyasi karakterli bir din oluşunun, başörtüsü pratiğini icra eden her hanımda aynı derecede yansımaları görmek mümkün olmayabilir. Yani bir hanım başını örttüğü halde, 'demokrasi'ye, 'sosyalizm'e, laikliğe vs. inandığını söyleyebilir. Nitekim bu söylem tarzı, yakın geçmişte moda olmuştur! Fakat bu söylemin gerçekliğe ilişkin bir değeri yoktur. Söylemin ardında cehalet olduğu gibi, art niyet de vardır. Cehaleti yüzünden bu tür sözler söyleyenler bir gün gerçeği öğrenirler ama art niyetle bu söylemi yaygınlaştırmak isteyenler, İslam'ın bütün dünyada 'yükselen değer' olmasının önüne geçmek isteyen çevrelerdir. İşte Müslümanların bu çevrelerin faaliyetlerine karşı uyanık olması gerekmektedir. Bu çevrelerin yapmak istediği şey, dinin asli kavramlarının içini boşaltarak, kurulu düzenin selametini güvence altına almaktır. Hoşgörü, kardeşlik, diyalog kavramları etrafında bir 'Ilımlı İslam' anlayışı geliştirmeye çalışan bu çevreler, İslam'ın 'siyasi' boyutunu gizlemeye ve küresel zulmün müsebbiplerini meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu anlayışın 'başörtüsü' sorunuyla ilgiyi boyutunda, başörtüsünün dinin 'tali' emirlerinden biri olduğunu inancının yerleştirilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre, başörtüsünün Allah'ın bir 'emri' olduğu inkar edilmemekte, fakat 'statüsü' düşürülmektedir. Bu anlayışın pratiğe yansıması ise, çoğunlukla tesettürsüzlük şeklinde olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, bu meşrulaştırma görevinin 'din adamı' sıfatıyla malum kişilere havale edilmesidir. Bu görevi üstlenen bazı ilahiyatçılar, önce Kur'an'da örtünme ile ilgili açık emir bulunmadığı tezini işleyerek zemini hazırlamışlardır. Bu tezin fazla tutmayacağı bellidir ama "ölümü gösterip sıtmaya razı etme" işlevi vardır! Ardından bu uygun zeminde başörtüsünün 'tali' bir emir olduğu düşüncesi yayılmak istenmiştir. Bu tür çabaların Hıristiyanlık tarihindeki Protestanlaştırma çabalarına benzediği söylenebilir. Fakat akıbetinin Protestanlıktakine benzeyeceği söylenemez. Çünkü Protestanlık, Katoliklik inancına tepki olarak ortaya çıkmıştır ve bazı tezlerini orijinal dini kaynaklara dayandırabilmektedir. O nedenle, samimi olarak Hıristiyan olmak isteyen bir kişi Protestan inancını da Katolik inancını da benimseyebilmekte ve her iki inancın sahibi de, bu konuda karar verecek daha üst otoriteye ihtiyaç kalmadan, Hıristiyanlık iddiasında bulabilmektedir. Fakat İslam'da durum farklıdır. Kur'an orijinal şekliyle korunduğu için, farklı (veya 'aşırı') yorumların yanlışlığı daima ileri sürülebilmiştir. Yani Kur'an'ın 'tek otorite' olma pozisyonu bozulmamıştır. Dolayısıyla başörtüsü konusunda (veya başka konularda), iğdişleştirme çabalarına karşı çıkan kişi veya gruplar her zaman var olacaktır. Dinin özünü tahrif etme konusunda gösterilen çabalar ne denli büyük olursa olsun, Kur'an hakikatlerini haykıracak müminler daima bulunacaktır. Dolayısıyla, başörtüsü sorunun 'sıkıntılı' boyutlarını anlamak için işte bu noktalara bakmak gerekmektedir. Başörtüsü sorunu, aslında, kurulu düzen açısından bir 'iktidar' sorunudur. Bu gerçeği görmeden, sorunun çözümü mümkün değildir. Bazı başörtülü hanımlar, sorunun çözümünü 'demokratik hak' talebi noktasında görseler bile durum değişmez. İslam yükselen değer olmaya devam ettiği sürece, bu sorun (veya benzerleri) devam edecektir. Hatta tesettür sadece üniversitelerde değil, kamusal alanda bile serbest bırakılsa, bu kez başka 'sorunlar' çıkacaktır. Çünkü İslam, iktidarı talep edecektir. İslam'ın iktidar talebi devam ettiği sürece, bu talebin 'kamusal alan'da başka yansımaları kaçınılmaz olarak olacaktır. İşte bunun bilincinde olan laik çevreler, İslam'a yönelik bu ilgiyi bitirmenin peşindedirler. Bunun için de Ilımlı İslam projesini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Başörtüsü tartışmalarında gözden kaçırılan ikinci önemli bir boyut da, AKP ve MHP'nin hazırladığı değişiklik teklifinin Meclis'ten geçmesi ile birlikte, başörtüsü serbestisinin son derece dar bir alana sıkıştırılmış olacağı gerçeğidir. Böylece yasak, aslında kaldırılmış olmamakta bilakis alanı genişlemektedir. Burada üzerinde durulması gereken asıl nokta, AKP gibi partilerin, bu tür yasakların kaldırılması noktasında 'işe yarayacağı' değil, bilakis kurulu düzenlerin temellerini güçlendirici işlevi olduğudur. Zira bu tür partiler, 'sindirilmeye' son derece müsaittirler. Her ne kadar 'dini' bir amaçları olmasa da, bu partiler, dini amacı olduğuna dair yapılacak propaganda sonucunda geriletilmeye ve taviz vermeye en müsait yapılardır. Çünkü "rejime tehdit oluşturmadıkları"nı kanıtlamak zorundadırlar. Bu açıdan bakıldığında, örneğin AKP, Müslümanların haklarını koruma noktasında 'en zayıf' parti hüviyetindedir. Çünkü böylesi bir hakkı savunmaya kalktığında, en açık biçimde suçlanacak parti pozisyonundadır. Meseleye tersinden bakıldığında da şu söylenebilir: başörtüsü yasağını kaldıracak teklifi CHP'nin vermesi halinde, laik rejim açısından sorun çıkacağı yönünde bir tartışma pek yapılmayacaktır. Çünkü CHP'nin imajında böyle bir sıkıntı yoktur! Aynı durum, bürokrat atamalarında da geçerlidir. AKP gibi partiler, İslami kurallara daha çok uyan kişileri değil, 'daha az' uyan kişileri atayabilirler! Çünkü tersi sıkıntı doğurur. Bu nedenle, AKP döneminde, sanıldığı gibi Müslüman bürokrat tipi değil, 'suya sabuna dokunmayan', 'evet-efendimci' (ama bu arada aksesuar kabilinden abdestli-namazlı) tipler şanşlıdır. Hakeza, 'sivil toplum' alanında da, meşruiyetini İslam'a değil, 'demokratik değerler'den alan dernekler ve vakıfların yıldızı parlayacaktır. Çünkü aksi olduğunda, birilerinin tepkisi çekilmiş olacaktır. Bu tepkiyi çekmemek adına, ilkesizlik ve liyakatsizlik prim yapmakta; kalite ise ötelenmektedir. İşte bu, laik yönetimlerin bir taktiğidir ve AKP gibi partiler de bu taktiğin içinde bir oyuncu olarak rol alırlar. Bu nedenle, başörtüsü yasağının üniversitelerde kaldırılmasının kısmi bir serbestlik getireceği yönündeki beklentiler boştur. Aksine, bu şekilde yapılan düzenlemeler, yasağın başka alanlarda kemikleşmesi sonucunu doğuracaktır. Zaten asıl istenen de budur. http://www.iktibas.info/dergi/2008/subat/yorum1.htm Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.