Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

EĞİTİMDE ÇOOOOOOOOK GERİYİZ... (8 yıllık kesintisiz eğitim zorunlu olmasına rağmen, Türkiye'de 1 milyon çocuk okuma yazma bilmediği gerçeği, çağdaş.)


DİPNOT

Önerilen İletiler

  • EĞİTİMDE GERİYİZ...
     
    2008-2009 eğitim-öğretim yılının başladığı şu günlerde yapılan araştırmalar gösteriyor ki Türkiye eğitim konusunda istenilen seviyeye halen gelebilmiş değil. Gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilmemiz için eğitimin öncelikli olduğunun bilinmesine rağmen, bugün halen kız-erkek ayrımı yapılarak kızların eğitim haklarının ellerinden alındığı bölgelerin olduğu ülkemizde, okuma-yazma bilmeyen neredeyse bir milyon çocuğun bulunduğunu bilmek çok acı. 8 yıllık kesintisiz eğitim zorunlu olmasına rağmen, ailelerin baskısıyla okula gönderilmeyen çocuklar, bu ülkenin geleceği ancak maalesef ki bugün bile bunun farkında olmayanlar var. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nin kurucu üyelerinden olan Türkiye, eğitim konusunda OECD ülkeleri arasında nerdeyse son sıralarda. Sadece OECD ülkeleri arasında değil girmeye çalıştığımız ve girmek için adeta kırk takla attığımız Avrupa Birliği (AB)’ye üye olan ülkeler ile karşılaştırıldığımızda da eğitim konusunda çok da parlak bir noktada olmadığımızı görüyoruz.
     
    ATO’nun eğitim raporu
    Ankara Ticaret Odası (ATO) Türkiye’nin Eğitim Karnesi Raporu adlı araştırması ile Türkiye’deki eğitim sorunlarını bir araya toplamış. Raporda oldukça çarpıcı sonuçlar var. Öyle ki bugün binlerce öğretmen adayı atama beklerken eğitimde 150 bin öğretmen açığı bulunması ve öğrenci sayısı her yıl neredeyse 1,4 milyon civarında artış gösterirken öğretmen sayısındaki artışın yok denecek kadar az olması en başta gelen sorunlar arasında olsa gerek. Rapora göre, 2006-2007 döneminde ilköğretimde okuyan öğrenci sayısı 10.8 milyona ulaşırken, bu rakam, 18 AB üyesi ülkenin nüfusundan daha fazla. Her yıl yaklaşık 1,4 milyon öğrenci okula başlarken ve bununla orantılı olarak öğretmen sayısında da artış olması gerekirken, ne yazık ki artış istenilen düzeyde olmuyor. Hal böyle olunca da zaten yetersiz olan öğretmen sayısı her geçen yıl daha da yetersiz hale geliyor. Türkiye'deki eğitim sorunları arasında ilk sıralarda yer alan ve çözüm bekleyen öğretmen açığı ne yazık ki bu yıl da kapatılabilecek gibi görünmüyor. Raporda Türkiye'deki öğretmen açığının yaklaşık 150 bin civarında olduğu belirtilirken, Milli Eğitim Bakanlığı'nın verilerine göre, ilköğretimde okuyan öğrenci sayısında 342 bin 290 kişilik artış yaşanmasına rağmen, öğretmen sayısında buna paralel bir artış olmadığına da dikkat çekiliyor. Bu rakamlara ek olarak raporda sunulan istatistiklere göre 2004-2005 eğitim öğretim yılında ilköğretimde 401 bin 288 öğretmen görev yaparken, bir sonraki dönem öğretmen sayısının 11 bin 429 azalarak 389 bin 859'a gerilediği, 2006-2007 eğitim-öğretim yılında öğretmen sayısının 402 bin 829'a yükseldiği belirtiliyor. Raporda, yeni eğitim yılı başlamadan önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın, 19 bin 294 yeni öğretmen ataması yapmasına rağmen, öğretmen açığının devam ettiği tespiti yapılıyor. Ayrıca öğretmenlerin özlük haklarının ve aldıkları ücretlerin düzeltilmesi de çözüm bekleyen sorunlar arasında gösteriliyor.
     
    1 milyon çocuk okuma-yazma bilmiyor
    Rapordan elde edilen sonuçlara göre AB'de öğrenci sayısının en fazla olduğu ülke olan İngiltere'de, ilkokullarda öğretmen başına yaklaşık 21 öğrenci düşüyor. Öğrenci sayısının yüksek olduğu diğer iki ülke olan Almanya ve Fransa'da yaklaşık 19 öğrenciye bir öğretmen eğitim verirken, Türkiye'de bir öğretmene 26 öğrenci düşüyor. Bu sayıyla AB ülkelerinin tamamından daha yüksek bir orana sahip olan Türkiye'de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, bölgelere ve illere göre de farklılıklar gösteriyor. Öğretmen başına öğrenci sayısının en fazla olduğu iller, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer alıyor. Şırnak'ta öğretmen başına 57 öğrenci düşerken, Ağrı'da 48 öğrenci, Şanlıurfa'da 43 öğrenci, Mardin'de 39 öğrenci düşüyor. Batı illerinde bu rakam 20'lere kadar iniyor. Burdur, Bartın ve Sinop'ta ise öğretmen başına öğrenci sayısı 17.
     
    8 yıllık kesintisiz eğitim zorunlu olmasına rağmen, Türkiye'de 1 milyon çocuk okuma yazma bilmediği gerçeği, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmaya çalışan ülkemiz için son derece üzücü. Nitekim AB’deki okullaşma oranlarına bakıldığında da Türkiye’nin ne kadar gerilerde olduğu görülebiliyor. Okullaşma oranı, İspanya'da yüzde 99.4, Fransa ve Portekiz'de yüzde 98.8, İtalya'da yüzde 98.8, Hollanda ve İngiltere'de yüzde 98.7, İsveç’te yüzde 98.6 seviyesinde. Dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında yer alan Japonya'da da ilköğretimde okullaşma oranı yüzde 99.9 düzeyinde. Türkiye’de ise bu oran ilköğretimde yüzde 90.1, ortaöğretimde ise yüzde 56.5 seviyelerinde. Bugün kesintisiz eğitim süresinin 12 yıla çıkarılmasının tartışıldığı ülkemizde bunun gerçekleşebilmesi için okullaşma oranının arttırılması gerektiği bir gerçek.
     
    Raporda ortaya konulan diğer acı ama gerçek olan bir başka tespit ise engellilerin eğitim sorunlarını açıkça gözler önüne seriyor. Türkiye'de eğitim sorunları içinde ayrı bir yer teşkil eden engelliler, eğitim olanaklarından yoksun kalıyorlar ve buna doğru orantılı olarak iş yaşamında da yer alamıyorlar. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre, Türkiye'de 8 milyon 341 bin 937 engelli bulunuyor ve bunların yüzde 36.3'ü bırakın eğitim alma derecesini, okuma-yazma dahi bilmiyor. Engelliler arasında ilkokul mezunlarının oranı ise yüzde 41’lerde. Yüksekokula devam edebilenlerin oranı ise sadece ve sadece yüzde 2.24. Örgün eğitim verilen okulların özel alt sınıflarında, kaynaştırma sınıflarında, kaynak odalarında ve rehabilitasyon merkezlerinde verilen özel eğitimler engellilerin eğitim ihtiyacını ne yazıktır ki karşılamıyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2006-2007 istatistiklerine göre, resmi örgün özel eğitim kurumlarının sayısı 644 olup, bu kurumlarda toplam 39 bin 520 engelli öğrenci eğitim görüyor. Öğretmen sayısı ise 6 bin 811.
     
    Türkiye'de eğitime ayrılan maddi kaynak da dünya ülkeleri arasında az gelişmiş ülkelerin bile daha altında. Elde edilen sonuçlar gösteriyor ki Kamu eğitim harcamalarının GSYİH içindeki payı az gelişmiş ülkelerde yüzde 3.1, orta gelişmiş ülkelerde yüzde 4.4, gelişmiş ülkelerde yüzde 5.6 iken; dünya ortalaması yüzde 4.4, AB ortalaması yüzde 5.1. iken 2006 yılında Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, 16 milyar 568 milyon YTL’lik bütçesi ile 575 milyar 784 milyon YTL'lik GSYİH'den ancak yüzde 2.8'lik pay alabilmiş durumda. 2007 yılında ise GSYİH'de 631 milyar 393 milyon YTL'lik hedef yakalanabilirse, 21 milyar 355 milyon YTL'lik bütçesiyle, Milli Eğitim Bakanlığı'nın aldığı pay yüzde 3.3 seviyesine yükselebilecek ancak Türkiye’nin bu “yükselmiş” oranla da hem dünya hem de AB ülkeleri arasındaki ortalamanın gerisinde kalacağı tespiti kolayca yapılıyor.
     
    (Araya) Kutu
    Araştırma sonuçlarına göre bazı AB ülkelerinde kamu eğitim harcamalarının GSYİH içindeki payları şöyle: Almanya yüzde 4.8, Fransa yüzde 5.6, Hollanda yüzde 5.1, İngiltere yüzde 5.3, İspanya yüzde 4.5, İsveç yüzde 7.7, İtalya yüzde 4.7, Polonya yüzde 5.6, Portekiz yüzde 5.8. İsrail, Gayri Safi Yurt İçi Hasılası'nın yüzde 7.5'ini, İsviçre yüzde 5.8'ini, ABD yüzde 5.7'sini eğitime ayırıyor (Ayrıntılı bilgi için bakınız; www.atonet.org.tr).
     
    60. Hükümet’in eğitim programı
    Tüm bu verilere baktığımızda ülkemizin eğitim konusuna daha fazla önem vermesinin gerekliliği kaçınılmazdır. Zira geçtiğimiz günlerde 60. Hükümetin programı açıklandı ve bu programda Milli Eğitim ile ilgili yeni dönemde yapılması hedeflenenler Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Eğitim Programı açıklamasında şu şekilde yer aldı;
     
    - Kamu harcamalarında en büyük pay, yine eğitime ayrılacak.
    - Okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı yüzde 50’ye çıkarılacak. İlköğretimde yüzde 100, mesleki ve teknik eğitim dahil olmak üzere ortaöğretimde yüzde 90 okullaşma gerçekleştirilecek.
    - İlk ve ortaöğretimde tekli öğretime geçmek kaydıyla, sınıflarda azami 30 öğrenci eğitim görecek.
    - Her okula internet bağlanacak, bilişim okur yazarı olmayan öğrenci kalmayacak.
    - Üniversitelerin, yönetişim ve öğretimdeki farklılaşmaları ile temayüz etmeleri desteklenecek.
    - Farklı insani, fiziki ve mali kaynaklara sahip olan üniversitelerin tek tip ve tek merkezli yönetim anlayışı yerine küresel rekabete katılabilen, dünyaya açık ve Türk toplumunun beklentilerini karşılayan dinamik kurumlar haline gelmesi sağlanacak.
     
    Yine yapılan açıklamalarda bugün itibariyle ihtiyaç duyulan öğretmen sayısının 25 bin olduğu ve önümüzdeki günlerde de 10 bin sözleşmeli öğretmen ataması yapılacağı açıklandı. Adalet ve Kalkınma Partisi Seçim Beyannamesinde ve hükümet programında yer verilen kesintili 12 yıllık eğitim uygulamasının hayata geçirileceği ancak bunun 2012 yılında ortaöğretimde yüzde 90’lık okullaşma oranına ulaşıldığı zaman, kesintili olmak üzere 12 yıllık zorunlu eğitime geçebileceği öngörülüyor. Hükümetin hedefleri arasında yer alan 12 yıllık kesintili eğitim uygulamasında, 8 yıllık zorunlu eğitimle bir ilköğretim okulunda okuyan öğrenci, bu 8 yılın sonunda lise eğitimini istediği bir ortaöğretim kurumunda devam edebilecek. İlköğretimde 8 yıl zorunlu olduğu için öğrencinin birinci sınıftan başlayıp 8. sınıfa kadar kesintisiz eğitim görmesi zorunlu. Ancak, kesintili eğitime geçilince, öğrenci ilköğretimi bitirdikten sonra istediği bir lise türüne devam edebilecek. Yani 8 yıl bir okulda okuyup sonraki 4 yılı istediği başka bir okulda okuyabilecek, ancak 12 yıl eğitim zorunlu olacak. 8+4 yıl olması bu sistemin kesintili olduğu anlamına geliyor. ÖSS’de yapılacak değişiklikte YÖK ile işbirliği yapılacağı, ortaöğretim müfredatında da köklü değişiklikler yapılacağı, OKS’nin ise bu yıl bu haliyle son kez uygulanacağı gibi hedefler 60. Hükümetin eğitimle ilgili yeni dönemdeki hedefleri olarak açıklandı.
     
    Ücretsiz ve eşit eğitim hakkı
    Yapılan bu çarpıcı tespitler gösteriyor ki Türkiye’nin eğitim konusunda daha çok yol alması gerekiyor. Dünya ülkeleriyle yarışabilmemiz için öncelikle günün şartlarına göre bilim ve teknolojiyi kullanmayı bilen, iyi eğitim almış insanlara ihtiyacımız var. Bunun olabilmesi için de öncelikle eğitime devlet tarafından ayrılan payın daha da işlevsel boyutlarda artırılması dolayısıyla eğitim kalitesinin yükseltilmesi gerekmektedir. Günümüzde bile halen okuma yazma bilmeyenlerin olması ve hatta bunlar arasında çocukların da olması ülkemiz için aslında bir utanç vesikasıdır. Hala kız-erkek ayrımı yapabilen bir ülkenin dünya devletleri ile yarışabilmesi düşünülemez. Yeterli sayıda derslik ve öğretmen olmaması, sınıflarda 50-60 kişi ile eğitim yapılıyor olması ülkemiz için kabul edilebilir bir durum olmasa gerek. Kalabalık sınıflarda eğitim yapılıyor olması kalitesiz eğitime neden olurken, velilerin de devlet okulları yerine özel okulları tercih etmelerinin önünü açıyor. Zira bugün eğitimin bile özelleştiriliyor olması maddi durumu iyi olan çocukların özel dershanelerde eğitim almaları, insanlar arasında sosyo-ekonomik durumlarına göre ayrımcılık yapılması sonucunu doğuruyor. Oysaki eğitim herkesin ücretsiz ve eşit bir şekilde sahip olması gereken temel bir haktır.
     
    __________________________________________
     
    Dilek FİLİZFİDANOĞLU - ÇALIŞMA HAYATI VE TÜRKİYE ARAŞTIRMALARI MASASI

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bugüne kadar eğitim bu ülkenin öncelikli meselesi olmadı. şuanda değil devlet okul yaptırmıyor okulallara hizmetli bile atamıyor düşünün böyle bir devlet politikası olabilirmi? Dünyanın en geri kalmış ülkelerinde (sömürü ülkeleri dahil) ingilizce yada sömürü yapan ülke hangisiyse onun dili hakim ancak bizim çocuklarımız yabancı dil bilmiyor bilsede iyi konuşamıyor.

okullar yetersiz, öğretmenler hem bilgi bakımından yetersiz hem idealsiz hemde sayıca yetersiz, ve sınıflar çok kalabalık. sağlıksız koşullarda eğitimden ve öğretimden uzak çocuklar yetiştiriyorlar. devletin eğitime ayırdığı bütçe bu konudaki politikasını ortaya koyuyor. hala kız çocuklarını okula göndermeyen aileler ortaokula gönderen daha az liseye giden dahada az. gerçi giden çocukların eğitim koşullarıda ortada. bu trajik bir konu ama ciddi bir konu. düzeleceğini hiç sanmıyorum. her mahalleye bir cami her semte bir okul düşüyor camiler imamsız kalmıyor ama öğretmensiz okul çok. hristiyanlarda dinlerine düşkün ve yayılımcılar ama onlar aynı zamanda eğitimede önem veriyor. bizim sistemimiz çoktan çöktü şimdi tümden Cumhuriyet çöküyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu konuya değindiğin için teşekkürler DİPNOT.

Türkiye'de eğitim diye bir şey yok. Çocukların okuma yazma bilmediği gibi okuma yazma bilenlerinde sadece 'okuma yazma' bilmekle yetindiğini söyleyebilirim. Çünkü gerçek bir eğitim yok. Eğitim bu denli'eğitimsizlik' bıyutunda olunca da bireyler' birey' olma bilincine sahip olamıyor ve bu ülkede 'sayılı insan' grubu ortaya çıkıyor. Yabancı dilimiz doğru düzgün yok. Parasız eğitim denen 8 senelik süreçte biz hiçöbir şey öğrenemiyoruz. Bunu bir öğrenci olarak söylüyorum ki gerçekten eğitim 'eğitimsizlik' boyutunda...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sadece konusabiliyoruz burda bunu ama cocuklarını okula göndermeyen ailelerle konusmustuk yani daha dogrusu konusmaya calısmıstık ama bilmiyorum zavallı kızcagızlara Allah yardım etsin öyle aileleri vardıki kovmaktan beter ettiler yok efendim okuyupda ne yapcakmıs kız cocugu sonunda evlenip gitcekmiş kocasının evine hem bu sözdede fark ediyoruz ki hala kız erkek cocuk ayrımı yapılıyor yani bu olay hala geride kalmıs insanların yüzünden gecen günde zaten habarlere bi anne cıkmıs ogluma bişe olmasını istemiyorum diyor ve zavallı cocugu okula göndermiyor türkiyede insanlar bu kafayla devam ederse sonumuz muhim....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sınıfı 56 kişi olan bir öğretmen olarak sorunları bahsetmıyeceğim.çözumler nedir:?

mutlaka çocuklarınızı anaokuluna gönderin.

anneler açev vebu gibi eğitim merkezlerınden kurs alsınlar...

evde çocuklarınızla bol bol sohbet edin,karşınız da buyuk bırey varmış gibi kabul ederek konuşun..

ona cevaplardan çok sorular sorun,bıçok şeyi sorun çunku düşünmesini sağlarsanız zekası ilerler,çunku zeka belı bır yaşa kadar gelışıyor..örneğin ;ütü ile oynuyor,o nedir sence nasıl çalışır?

zararlı dizi izletmeyın..

ve evde onada söz hakkı verin fıkrını belırtsın,siizi eleştırmesıne de izin verın eleştırel düşünceye sahıp olsun..

anne baba olarak çocuğu bu şekılde okula hazırlarsanız emınım okulda alacağı eğitim ve öğretım daha faydalı olacakdır

çünkü okularımız ımkansızlıklar içinde.ama bundan sureklı şikayet etmek yerine eksıkliği sizler tamamlamalısınız.saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sınıfı 56 kişi olan bir öğretmen olarak sorunları bahsetmıyeceğim.çözumler nedir:?

mutlaka çocuklarınızı anaokuluna gönderin.

anneler açev vebu gibi eğitim merkezlerınden kurs alsınlar...

evde çocuklarınızla bol bol sohbet edin,karşınız da buyuk bırey varmış gibi kabul ederek konuşun..

ona cevaplardan çok sorular sorun,bıçok şeyi sorun çunku düşünmesini sağlarsanız zekası ilerler,çunku zeka belı bır yaşa kadar gelışıyor..örneğin ;ütü ile oynuyor,o nedir sence nasıl çalışır?

zararlı dizi izletmeyın..

ve evde onada söz hakkı verin fıkrını belırtsın,siizi eleştırmesıne de izin verın eleştırel düşünceye sahıp olsun..

anne baba olarak çocuğu bu şekılde okula hazırlarsanız emınım okulda alacağı eğitim ve öğretım daha faydalı olacakdır

çünkü okularımız ımkansızlıklar içinde.ama bundan sureklı şikayet etmek yerine eksıkliği sizler tamamlamalısınız.saygılar

 

Arkadasim yada sayin ögretmenim

 

56.kisilik siniflardan bahsetmemek önerdiginiz cözümün kendisi oluyor.!

 

Bir Aile ortami

 

iki sinif ortami

 

hani deseydiniz okul ortami mahalle ortami onlari simdilik deginmeyecegim ozaman olurdu..

 

cocugun anne karninda baslayan egitim ana okula ordan yani okul yasamindaki bütün dönem onun basarisinda anne ve babaya düsen görev ve fazifeleri vardir en önemlisi güzel huzurlu Bir Aile ortamini yakalamaktir..

İster ilkokula, ister üniversiteye gitsin bir cocugun egitim basarısını yükseltmek konusunda anne ve babaya önemli görevler düsmektedir...

Stres olusturan olumsuz ev kosulları bir ailede mevcutsa eger cocuk yapmaya karar verdiklerinde ilk önce hayat sartlari ne olursa olsun birkere bundan uzaklasmalidirlar,cocugun Motivasyonuna hamileyken daha anne karnindayken hayata karsi Özgüven orda asilanmalidir...

 

gelisen cocugun basarisi onun mutlulugu özgüvenine, Motivasyonuna baglıdır her aktivenin icine itecegi onun aileden gelen özgüveni sayesinde olacaktir...

olmasina ,olmasina olacaktirda.? hani bu 56.lik siniflara düstügü zaman zor olacaktir 56.lik siniflarda Motivasyonmu kalir.!

bireysel özelliklerine darbe ,56.kisilik sinifin baskisi ,yeterli randiman veremeyen ögretmenin baskisi öyle ya ögretmen nasil bir egitim sistemi uygulayacak huzurla kisacasi sayin sedelina ögretmen.!

 

sonra kisaca ögretmen istemezmi ögrencileri kadar velileriylede bir araya gelmek ,herhalde bu 56.lik siniflarla kimseyle bir araya gelinmez..

 

ama sayin ögretmenim

size tabi ben bir ögrenci olarak gene destek olayim..

bir ailenin egitim düzeyi ne olursa olsun huzurlu aile ortami cocugunuza tabiatta olanlari izahat etmeye calismak onu bir ders gibi anlatmaya calismak bile onu 56.lik siniflara gönderdiginizde onun en az genede basarili olacaktir ,geriside kader deyip boynumuzu bükecegiz..

 

bizi yönetenler kaderi anlarda 56.lik siniflari anlarmi bilemem.!

 

 

Saygilarimla

 

 

:shuriken: frankfurt

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sınıfı 56 kişi olan bir öğretmen olarak sorunları bahsetmıyeceğim.çözumler nedir:?

mutlaka çocuklarınızı anaokuluna gönderin.

anneler açev vebu gibi eğitim merkezlerınden kurs alsınlar...

evde çocuklarınızla bol bol sohbet edin,karşınız da buyuk bırey varmış gibi kabul ederek konuşun..

ona cevaplardan çok sorular sorun,bıçok şeyi sorun çunku düşünmesini sağlarsanız zekası ilerler,çunku zeka belı bır yaşa kadar gelışıyor..örneğin ;ütü ile oynuyor,o nedir sence nasıl çalışır?

zararlı dizi izletmeyın..

ve evde onada söz hakkı verin fıkrını belırtsın,siizi eleştırmesıne de izin verın eleştırel düşünceye sahıp olsun..

anne baba olarak çocuğu bu şekılde okula hazırlarsanız emınım okulda alacağı eğitim ve öğretım daha faydalı olacakdır

çünkü okularımız ımkansızlıklar içinde.ama bundan sureklı şikayet etmek yerine eksıkliği sizler tamamlamalısınız.saygılar

 

yureginize saglik 10 numara cozum

tsk ederim saygilar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu konuya değindiğin için teşekkürler Dipnot.Ben de bu konuda bazı şeyler ve şahit olduğum olayları anlatmak istedim.

 

1950 li yıllara kadar avrupanın sayılı eğitim sistemlerinden birine sahip iken,bu yıllardan sonra eğitim sistemimiz tamamen emperyalizmin yörüngesine girmiştir.Sistemli bir şekilde kendi dilinden uzaklaştırılan halk ,televole kültürleriyle de beslenerek düşünmeyi bir kenara bırakmıştır.Emperyalizmin amacı da budur zaten.Eğitimsiz bir topluluk her tava gelir.Önce Türk dili ile eğitim yapmanın iyi bir şey olmadığı halkın beynine yerleştirilmiştir.Adam olmak ve ya bir şey olmak istiyorsan önce ingilizce ile eğitim alacaksın.Yabancı dil tabiki önemlidir.Ancak hangi gelişmiş ülke de, milli eğitim ,kendi dilinin dışında bir dille yapılır?Yabancı dili, çok iyi öğret buna bir itirazım yok ama milli eğitim, ana dille olmalidır.

 

Okullar da,2 senedir yeni bir sistem uygulanıyor.Kitaplara bakıyorsunuz hiç bir bilgi yok.Deniyor ki; "çocuk kendi araştırarak öğrensin .Araştırmacı kişiliği ve zekası gelişsin."

 

Çok doğru bir mantık.Ama şu soruları soramadan edemiyorum.

 

1-Bu ülke de kaç ailenin evinde pc ve internet var?Olduğunu düşünelim; interneten edilen her bilgi, çocuğun düzeyine uygun mudur?Çocuk bunun, ayrımını nasıl yapacak?

 

Çocuk ,pc den çıktı olarak aldığı bilgileri,okuyup ,değerlendirme yapabiliyor mu?

 

Evinde pc olmayan çocuk bunu nereden bulacak?En doğru cevap okul olmalı .Ama kaç okul da pc var ya da sayısı yeterli?Geriye internet kafeler kalıyor.Buraların hali ortada.Üstelik her çıktı alındığında verilen ücret sayfa başına 1YTL.Çıktı sayısı arttıkça bu bedel artacak ve her ödevin de bu tarz verildiği düşünülürse ; fakir aileler çocuklarını hiç okutmasın.

 

2-Kaç ailenin evinde çocuklarının faydalanabileceği , kitap,ansiklopedi gibi kaynaklar mevcut?Olmayanlar bunları nasıl bulabilecek ?Doğru cevap okul ve semt kütüphaneleri olmalı.Peki bunların, olduğunu söylemek mümkün mü?

 

3-Okullar da kurs ve etüt sistemi mevcut.Bu sistemin amacı nedir halen anlayabilmiş değilim? Bence olması gereken amaçtan oldukça sapmış durumdadır.Bu sistem daha çok mili eğitime,idarecilere ve öğretmenlere para kazandırma sistemine dönüşmüş.Öyle ki, bu çarka kapılmayan veliler ve öğrencilere" takılmaya "başlanmıştır.

Kurslar da ve etütler de ,yapılacak sınavların benzeri sorular ya da aynı sorularak çözülerek, "bakın işte kursa gelen öğrenciler ne kadar başarılı" havası yaratılmaya çalışılmaktadır.

 

Yani anlayacağınız üzere, tepeden inme kurallarla, hiçbir alt yapı olmadan getirilen bu sistem tamamen fiyaskodur.

 

Yukarda diğer arkadaşların bahsettiği diğer konuları tekrar yazmak istemiyorum .

 

Son olarak başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum.Aile ve milli eğitimin yetiştirdiği insan kalitesini görmek açısından oldukça düşündürücü.

 

Okullar da ,yılbaşların da, çocuklar arasında çekiliş yapıyorlar, hediye almak için.Kızımın sınıfında da yapılıyor.Kızım okuldan eve gelince şunu anlattı:

 

-Anne ,bugün yılbaşı çekilişi yaptık.Ama arkadaşlarım dedi ki ;KİTAP ALMAK YOK

 

Varın gerisini siz değerlendirin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

En önemli sorunlardan biri, bir çocuğa kitap okuma alışkanlığının aşılanmaması. Bir ailenin evine gittiğinizde kaçının oturma odasında kitaplığı var? Kaç aile, çocuk daha konuşmayı öğrenmemişken ona günde en az bir kere bir kitaptan hikaye okuyor? Çocuk okuma ve yazmayı öğrendikten sonra, kaç aile o çocuğa bilgisini genişletecek kitaplar alıyor? Ver eline simidi, sal sokağa oynasın. Sen de rahat, o da rahat.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Artık durum malum,yani mufredatın ülkemıze uygun olmadığı malum.En güzel yapılabılecek şey,veli öğretmen elbirliği ile iyi bir nesil yetiştirmek..

Belki çok yoruluyoruz ama,bir öğretmen idealıstse ve ülkesi için çabasını ıkıye katlamayı da göze almışsa çok başarılı da olabılıyor.öyle durumlar oluyor ki,çok yetersiz çevrenın yetersiz bir okulu,her imkanı olan bir okulu yarışmada geçebiliyor..

öğretmenlerımıze de çok şey düşüyor..benım sınıfım 56 kişi ve şuanda sıralar tahtaya değdi değecek.ama ıkı kat çaba gösterıyorum çok uğraşıyorum ve karşılığını da almaya başladım :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu konuya değindiğin için teşekkürler Dipnot.Ben de bu konuda bazı şeyler ve şahit olduğum olayları anlatmak istedim.

 

1950 li yıllara kadar avrupanın sayılı eğitim sistemlerinden birine sahip iken,bu yıllardan sonra eğitim sistemimiz tamamen emperyalizmin yörüngesine girmiştir.Sistemli bir şekilde kendi dilinden uzaklaştırılan halk ,televole kültürleriyle de beslenerek düşünmeyi bir kenara bırakmıştır.Emperyalizmin amacı da budur zaten.Eğitimsiz bir topluluk her tava gelir.Önce Türk dili ile eğitim yapmanın iyi bir şey olmadığı halkın beynine yerleştirilmiştir.Adam olmak ve ya bir şey olmak istiyorsan önce ingilizce ile eğitim alacaksın.Yabancı dil tabiki önemlidir.Ancak hangi gelişmiş ülke de, milli eğitim ,kendi dilinin dışında bir dille yapılır?Yabancı dili, çok iyi öğret buna bir itirazım yok ama milli eğitim, ana dille olmalidır.

 

Okullar da,2 senedir yeni bir sistem uygulanıyor.Kitaplara bakıyorsunuz hiç bir bilgi yok.Deniyor ki; "çocuk kendi araştırarak öğrensin .Araştırmacı kişiliği ve zekası gelişsin."

 

Çok doğru bir mantık.Ama şu soruları soramadan edemiyorum.

 

1-Bu ülke de kaç ailenin evinde pc ve internet var?Olduğunu düşünelim; interneten edilen her bilgi, çocuğun düzeyine uygun mudur?Çocuk bunun, ayrımını nasıl yapacak?

 

Çocuk ,pc den çıktı olarak aldığı bilgileri,okuyup ,değerlendirme yapabiliyor mu?

 

Evinde pc olmayan çocuk bunu nereden bulacak?En doğru cevap okul olmalı .Ama kaç okul da pc var ya da sayısı yeterli?Geriye internet kafeler kalıyor.Buraların hali ortada.Üstelik her çıktı alındığında verilen ücret sayfa başına 1YTL.Çıktı sayısı arttıkça bu bedel artacak ve her ödevin de bu tarz verildiği düşünülürse ; fakir aileler çocuklarını hiç okutmasın.

 

2-Kaç ailenin evinde çocuklarının faydalanabileceği , kitap,ansiklopedi gibi kaynaklar mevcut?Olmayanlar bunları nasıl bulabilecek ?Doğru cevap okul ve semt kütüphaneleri olmalı.Peki bunların, olduğunu söylemek mümkün mü?

 

3-Okullar da kurs ve etüt sistemi mevcut.Bu sistemin amacı nedir halen anlayabilmiş değilim? Bence olması gereken amaçtan oldukça sapmış durumdadır.Bu sistem daha çok mili eğitime,idarecilere ve öğretmenlere para kazandırma sistemine dönüşmüş.Öyle ki, bu çarka kapılmayan veliler ve öğrencilere" takılmaya "başlanmıştır.

Kurslar da ve etütler de ,yapılacak sınavların benzeri sorular ya da aynı sorularak çözülerek, "bakın işte kursa gelen öğrenciler ne kadar başarılı" havası yaratılmaya çalışılmaktadır.

 

Yani anlayacağınız üzere, tepeden inme kurallarla, hiçbir alt yapı olmadan getirilen bu sistem tamamen fiyaskodur.

 

Yukarda diğer arkadaşların bahsettiği diğer konuları tekrar yazmak istemiyorum .

 

Son olarak başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum.Aile ve milli eğitimin yetiştirdiği insan kalitesini görmek açısından oldukça düşündürücü.

 

Okullar da ,yılbaşların da, çocuklar arasında çekiliş yapıyorlar, hediye almak için.Kızımın sınıfında da yapılıyor.Kızım okuldan eve gelince şunu anlattı:

 

-Anne ,bugün yılbaşı çekilişi yaptık.Ama arkadaşlarım dedi ki ;KİTAP ALMAK YOK

 

Varın gerisini siz değerlendirin

 

Teşekkürler sevgili gelincik...

Bizlere, anne babalara, toplumun tüm duyarlı kesinlerine ve eğitim yaşamına bakan anlamsız politikaca ve idarecilerin yüzüne tokat gibi çarpan gerçekleri bizimle paylaştığınız için...

Kişisel başarıdan ziyade toplumsal bir talep ve istemeyle oluşabilecek bir oluşum bu...

Toplumun dinamik ve bilinçli kesimlerinin yapabileceği bilinçi tercih ile...

Yoksa; Bütçeden MİLLİ GÜVENLİKTEN sonra en büyük payı neden DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI aldığını çok daha iyi anlıyorum....

Yazık oluyor yazık...

Saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sistemde bir hata var ama düzelir mi bilemem....veli aile iş birliği deniyor veya bilmem ne modeli deniyor ama çocuklar istenilen düzeyde bir birey olarak yetişmiyor..kitap okumak istemiyor çoğunlukla ,önüde okuyan veliler olmasına rağmen...ben şunu belirtmek istiyorum fazlaca mı yük yükleniyor acaba hem veliye hem çocuğa...15 yıl okudum ama çocuklarımla çalıştığım kadar ders çalışmadım..

o kadar çok çocuklara yükleniyoruz ki korkum psikolojik sağlığı bozulmuş bir nesil yetiştirmek....

ilk okulda bazı ülkelerde uygulandığı gibi toplum kuralları ve temizlik kuralları öğretilmeli..doyuncaya kadar çocuk oynayabilmeli...4.sınıftan itibaren not kaygısına düşürülmemeli..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nerdeyse 3 saattır slayt hazırlıyorum yarın için,belki bahçede gül yetiştirmek kolaydır ama biz kardelen yetiştirmeye uğraşıyoruz..Öğretmenler odasında çay sigara muhabbeti yaparak sürekli devletten ımkansızlıktan şikayet ederek oturulacaksa zaten birşeyler yapılamaz.

Bir ucundan tutmak lazım her zaman için,konuşarak halledılmıyo hareket lazım.saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nerdeyse 3 saattır slayt hazırlıyorum yarın için,belki bahçede gül yetiştirmek kolaydır ama biz kardelen yetiştirmeye uğraşıyoruz..Öğretmenler odasında çay sigara muhabbeti yaparak sürekli devletten ımkansızlıktan şikayet ederek oturulacaksa zaten birşeyler yapılamaz.

Bir ucundan tutmak lazım her zaman için,konuşarak halledılmıyo hareket lazım.saygılar

 

 

 

Sevgili Sedelina, söylediklerine gönülden katılıyorum.Ancak , idealist öğretmen sayısı ne yazık ki;yok denecek kadar azaldı.İdealist öğretmenleri de bu sistem ,canından bezdiriyor ve yıpratıyor.Bu tarz öğretmenlerin çoğalması en büyük dileğimdir.Ama bu üçlü sac ayağıdır.Öğretmen-öğrenci-veli işbirliği ile çok güzel yerlere gelinebilir ,tabi devlet köstek olmazsa.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Anton Çehov'a Göre Öğretmenler...

"İyi, zeki ve eğitimli öğretmenlere köylerde ne büyük gereksinim duyulduğunu bir bilsen! Öğretmenler için kimseye sağlanmayan olanakları yaratmak zorundayız. Bunu da bir an önce yapmalıyız; çünkü halk, her yönden yeterli bir eğitim görmezse, devlet, yeterince pişirilmemiş tuğlalardan örülmüş bir ev gibi çöküverir. Öğretmen, bir sanatçı gibi, işine büyük bir tutkuyla âşık olmalıdır. Ve bizim öğretmenlerimiz, sürgüne gidercesine isteksiz, köylere gidip çocukları eğiten yarı eğitimli kişiler, acemi işçilerdir. Açlık içinde öğretmenlerimiz, yokluk içinde... Mağdur durumda... Canlılıklarını, verimliliklerini yitirme korkusu içinde yaşıyorlar. Oysa öğretmen, köyün en önde gelen kişisi olmak zorundadır. Köylülerin sorduğu bütün sorulara cevap verebilmek, kendisini saydırmak, bu saygıyı da etkinliğiyle kazanmak zorundadır. Bir öğretmenin karşısında kimse sesini yükseltmeye kalkışmamalıdır. Saygınlığını bozacak en küçük bir davranışta bulunmamalıdır. Bizde herkes öğretmene saldırır, köy polisi, cebi dolu bakkal, din adamı... İnsanları eğitmekle görevlendirilmiş birine üç kuruş aylık vermek yakışır mı!

 

Halkı eğitecek bu öğretmen ha! Az iş değil! Böyle birinin pılı pırtı içinde dolaşması, rutubetli, yıkıntı okullarda titremesi, durmadan tüten sobaların dumanıyla zehirlenmesi, ömrünü aksırık öksürükle geçirip, otuzuna varmadan larenjit, romatizma, verem gibi bir yığın hastalıkla bir çöküntü haline gelmesi yakışık alır mı! Bu, bir yüzkarasıdır bizim için! Düpedüz yüzkarası."

 

Yüzyılın ilk yıllarında Anton Çehov dostu Maksim Gorki 'ye böyle söylüyordu işte!.. Yüz yıl geçmiş aradan! Bugün aynı sözleri kendi ülkemiz için, kendi öğretmenlerimiz için yüreğimiz sızlayarak biz de sözcüğü sözcüğüne söylemiyor muyuz?

 

Bir gün Gorki, arkadaşı Çehov'un evinde bir öğretmen görür. Şöyle anlatır o öğretmeni: "Genellikle kendi yakışıksız görünüşünün bilinciyle yüzü kızarmış, iskemlenin ucuna ilişik, terleye terleye ve sözcüklerini, beceriksizliğini gizleyemeyen bir özenle seçe seçe, elinden geldiğince 'eğitimli' ve düzgün konuşmaya çabalayan, hastalık derecesinde utangaç, bir yazarın gözünde aptal görünmemek için var gücünü harcadığını saklayamayan, oysa, belki de o anda aklına düşüvermiş bir yığın sorularla Anton Pavloviç 'i soru yağmuruna tutan bir kişidir" bu öğretmen... Kalın sesiyle önemli sözler söylemeye çalışır: "Pedagojik mevsim süresince yaşam koşullarından edinilen bu tür izlenimler, çevredeki dünyaya karşı nesnel tavır almak konusunda en küçük bir olasılık sağlama olanağını tümüyle ortadan kaldıran somut bir konglomera oluşturmaktadır." Böyle "derin mi derin" "felsefe" ler yapmaya çalışır yazar önünde bilgiçliğini göstermek istercesine!..

 

Oysa yazar, o tatlı, doğal inceliğini elden bırakmadan çok ama çok basit bir şey sorar: "Sizin bölgede çocuklara dayak atan öğretmen var mı?" Öğretmen şaşırır, o öğretmenin kendisi olmadığını söyler, çocukları döven öğretmeni de şöyle anlatır: "Karısı hasta, evi deseniz bodrumdan farksız. Tek oda" diye başlar kendi gerçeklerini belirtmeye. O ince, o sıcak, o dost, o gerçek insan, o doğal yazar, karşısında az önceki bilgiççe konuşmasından utanmıştır. "Az önce, süslü, büyük ve gülünç sözcüklerle Çehov'u etkilemeye çabalayan bu adam, birden sarkık burnunu sallandıra sallandıra, ağzından çakıl taşları dökülüyormuş gibi konuşmaya başlamıştı. Sözleri sade ve ağırdı. Rus köylerinde süregiden lanetli, kötü yaşamın gerçeklerine ışık tutuyorlardı" diye yazar Gorki...

 

Öğretmen giderken Çehov'un kemikli elini uzun uzun sıkar: "Buraya gelirken okul müdürüne gider gibiydim. Bacaklarım titriyordu. Ama hindi gibi kabarmaya zorladım kendimi, size ne mal olduğumu, nice bilgili olduğumu göstermeye kararlıydım. Şimdi, kırk yıllık dostumun evinden gider gibiyim. İyi ve değerli bir düşünceyi de beraber götürüyorum. Büyük insanlar daha sade, daha çok şey anlıyorlar ve biz yoksul insanlara, aralarında yaşadığımız beş para etmezlerden daha yakınlar. Hoşça kalın, sizi hiçbir zaman unutmayacağım" der. Arkasından Çehov, Gorki'ye şu sözleri söyler: "İyi bir adam. Ama öğretmenliği uzun sürmez. Tutmazlar. Kendini ele verir yakında..."

 

İşte gerçek bir yazar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Beyin Göçü'nün maliyeti: Yılda 2 milyar $ (1)

 

Türkiye en fazla beyin göçü veren 34 ülke içinde 24; sırada, iyi eğitim gören yüz kişiden 59'u gidiyor; beyin göçünün Türkiye ekonomisine yıllık maliyeti 2-2.5 milyar dolar!

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından yayımlanan "Türkiye'de Araştırma-Geliştirme: Ne Durumdayız? Ne Yapmalıyız?" başlıklı Araştırmada, ülkemizin kalkınmasını olumsuz yönde etkileyen kronik bir soruna, "Beyin Göçü"ne dikkat çekiliyor.

Ülkemizde sürekli çoğalan üniversitelerin; eğitim sisteminin işgücü piyasasının ihtiyaçlarına uyumlu olmaması nedeniyle birçok alanda "istihdam edilebilir" nitelikte olmayan, bol sayıda diplomalı işsiz mezun ettiği belirtilerek, "Bu taşan ve saçılan beyinlerin en niteliklileri yabancı ülkelere gitmekte ve oralarda çalışmakta, yani bedelsiz beyin ihracatı yapılmaktadır" denildi.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Teknoloji Araştırma Merkezi (TEKAM) Müdürü Prof. Dr. Muammer Kaya'nın "Türkiye'de Araştırma-Geliştirme: Ne Durumdayız? Ne Yapmalıyız?" başlıklı Araştırması TİSK Yayınlarından çıktı. Araştırmada, ülkemizin ve sanayimizin en önemli konularından biri olan ARGE alanındaki pozisyonu çok net bir fotoğraf halinde yansıtılırken, uygulanması gereken politika ve tedbirler de aynı açıklıkla gözler önüne serildi.

Araştırmada, ülkemizin plansız, kitlesel ve ucuz eğitim ile hem atıl ve niteliksiz işgücü yarattığı, hem de nitelikli beyinlerini kaybettiği vurgulanarak, "Gelişmekte olan ülkeler kıt ve hayati olan nitelikli insan gücünü kaybetmekte, yapılan beşeri yatırımlar boşa gitmektedir. Bugün profesyonel bir sporcu, sanatçı veya yönetici milyonlarca dolar karşılığında transfer olurken, nitelikli insanlar bedelsiz transfer olmaktadırlar" denildi.

 

100 KİŞİDEN 59'U

Beyin göçünün dünya çapında önemli bir sorun olduğu belirtilen araştırmada, "Türkiye en fazla beyin göçü veren 34 ülke içinde 24. sırada yer almakta olup, maalesef iyi eğitim gören yüz kişiden 59'unu kaybetmektedir" denildi. Türkiye'de üniversitede okuyan gençlerin %73'ünün yurt dışında çalışmak ve yaşamak istediğine dikkat çekilen araştırmada; "Yurtdışında öğrenim sürdürenlerin ise % 77'si ülkeye kesin dönüş yapmak istememektedir. Türkiye bugün iyi eğitim görmüş gençlerin sadece % 41'ini elinde tutabilmektedir. YÖK'ün verilerine göre 24 bini Almanya'da, 15 bini ABD'de olmak üzere 50 binden fazla Türk genci yurtdışında eğitim görmektedir. Türkiye, yurtdışına en çok öğrenci gönderen ülkeler arasında 11. sıradadır." denilerek, çeşitli ülkelerin topraklarına nitelikli beyinleri çekmek için uyguladıkları bilinçli politikalardan örnekler de verildi.

Buna göre, ABD "olağanüstü araştırmacılara" her yıl 135 bin H1-B vizesi veriyor. ABD'ye göç eden nitelikli göçmenlerin Amerikan ekonomisine katkısının kişi başına yıllık 150 bin dolar düzeyinde olduğu hesaplanıyor.

 

MALİYETİ 2.5 MİLYAR DOLAR

Araştırmada, beyin göçünün Türkiye ekonomisine yıllık maliyetinin 2-2.5 milyar doları bulduğunun tahmin edildiği belirtilerek, "Bu büyük maliyeti azaltmak için bakış açısı, politika ve altyapıda uygun şartlar yaratılmalıdır. Dönenlerin büyük bir kısmının yeterince verimli çalıştırılmamaktan dolayı "beyin küsmesi" ne uğradığını, "beyin mezarlığı" oluştuğunu görerek, gerekli tedbirleri almak ve ülkemize "tersine beyin göçü" yollarını açmak zorunludur" görüşü dile getirildi.

Araştırmada 1981 - 2000 yılları arasında ABD'ye ve OECD ülkelerine göç eden 25 yaş üstü Türklerin eğitim profiline de yer verildi. Buna göre Türkiye'den ABD'ye giden 64 bin 780 Türk'ten 37 bin 785'i, Türkiye'den OECD ülkelerine göç eden 1 milyon 913 bin 782 Türk'ten 1 milyon 116 bin 275'i yüksek öğrenimli. Bu durumda ABD ve diğer OECD ülkelerine göç eden Türklerin % 58'ini yükseköğrenimli kişiler oluşturuyor.

 

SAPTAMALAR:

Mühendislik-mimarlık eğitiminde kapasite ihtiyaçtan çok fazla: "Ülkemizde 2005-2006 öğretim yılında ÖSYM-YÖK verilerine göre 36 bine yakın öğrenci devlet ve özel vakıf üniversitelerinde sanayi/ticaretin gelişmesi için mühendislik-mimarlık ve şehir plancılığı alanlarında eğitim görmektedir. Üniversitelerin kontenjanlarının toplamına göre 30857'si devlet ve 4956'sı vakıf üniversitelerinde okumaktadır. Devlet 51 ve Vakıf üniversiteleri 23 dalda Mühendislik - Mimarlık Eğitimi vermektedir. Devlet üniversitelerinde en fazla kontenjan Makine, İnşaat ve Ziraat Mühendisliğinde iken Vakıf üniversitelerinde Bilgisayar, Endüstri ve Elektrik-Elektronik Mühendisliğindedir.

Ülkemizde 2005-2006 öğretim yılında Devlet ve Vakıf üniversite kontenjanları birlikte dikkate alındığında yılda en fazla Makine (4431), İnşaat (3440), Ziraat (3095), Bilgisayar (2570), Endüstri (2443), Elektrik-Elektronik (2403), Mimarlık (1594), Jeoloji (1415), Kimya (1415), Gıda (1360), Çevre (1360) ve Maden (1030) Mühendisi yetiştirilmektedir. Yıllık kontenjanı 1000 ve üzerinde 12 Mühendislik dalı bulunmaktadır. Ülkemizde ihtiyacımızın çok üzerinde mühendis ve mimar yetiştirilmektedir. Yetişen mühendis ve mimarlara istihdam sağlama olanağımız çok kısıtlıdır.

 

Eğitim-İstihdam Uyumsuzluğuna Bir Örnek: Maden Mühendisliği: Türkiye'de bugün öğretim veren toplam 16 Maden Mühendisliği Bölümü vardır. Bunlardan 6'sı hem birinci hem de ikinci (gece) öğretim vermektedir. 2004 ÖSYM verilerine göre toplam 1030 öğrenci kontenjanına sahiptir. 1030 öğrenci kontenjanının 270'i ikinci öğretim içindir.

Dünyanın madencilikte en gelişmiş bir ülkesi olan Kanada'nın GSYİH'sının büyük bir kısmı madencilikten sağlanmasına karşın her yıl 120 yeni Maden Mühendisine ihtiyacı vardır. (McGill Alumni News, 2005) Bunun 90'ını kendi üniversitelerinden karşılarken, geri kalan 30 kişiyi Kanada dışından beyin göçmeni olarak almaktadır. Bugün, Avustralya yıllık 130, G.Afrika 30, İngiltere 30, ABD 120 Maden Mühendisi mezun etmektedir. ABD'de mezunların % 60'ı Madencilik Sektöründe iş bulabilmektedir.

Ülkemizde Madenciliğin GSYİH içindeki payı %1'lerin altına düşmüşken yılda binden fazla Maden Mühendisi yetiştirilmesi, tüm dünyanın maden mühendisi ihtiyacını karşılayacak seviyelerdedir. Maden mühendislerinden %20'sinden azı mesleklerinde iş bulabilmektedir. Plansız, programsız açılan üniversiteler, bölümler, artırılan kontenjanlar yetmezmiş gibi ikinci öğretime öğrenci alınmasının hiçbir mantıklı ve rasyonel açıklaması yoktur.

 

PLANSIZ PROGRAMSIZ HARCAMA

Ülkemizin her yıl ne kadar Maden Mühendisine ihtiyacı olacağı ilgili kurumlarca (DPT, DİE, YÖK, Üniversiteler, Meslek Odaları vs) hesaplanmadığından, sonuçta anlamsız sayıda diplomalı işsiz yetiştirilmektedir. Bu yetiştirilen kişilerin bir kısmının yabancı ülkelerce absorbe edilebilmesi için niteliklerinin çok yüksek olması (çok iyi dil bilmesi, bilimsel olarak üstün seviyede olması, bilgisayar bilgisinin yeterliliği, yurt dışına gitme isteğinde olması ve yurtdışında iş bulması vs) gerekmektedir.

Aksi takdirde bu kişiler ülkemizde diplomalı işsizler ordusuna katılmakta veya meslekleriyle ilgisiz işlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Meslek dışı işlerde istihdam ise kıt kaynakların savrulmasına neden olmaktadır. Ülkemiz sınırlı ve kıt kaynaklarını bu derece plansız ve programsız harcamamalıdır. Benzer sorunlar ülkemizde tüm mühendislik dalları ve diğer pek çok meslekte de geçerlidir.

 

Sonuç olarak: Ülkemizde mevcut seksene yakın üniversitenin yanı sıra, 17 yeni üniversite daha açma kararı herhangi bir insan gücü planlama çalışmasına ve ihtiyaç analizine dayalı olmadığı gibi, bu üniversitelerin yeterli altyapıları ve nitelikli öğretim elemanları da mevcut değildir. Siyasi amaçla kurulan yeni üniversiteler diplomalı işsizler ordusunu çok daha büyütecek ve beyin göçünü daha da hızlandıracaktır. Bu durum ülkemizde artık beyin erozyonuna dönüşme aşamasındadır. Beyin göçü dünyada bugün geri kalmışlıkla özdeşleşmektedir".

 

(DİPNOT... Kaynak: www.tisk.org.tr)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İkinci kez teşekkürler Dipnot

Ben de tam eğitim konusunda üzniversitelere değinecektim...

Ülke yönetimimiz her ile bir üniversite söylemiye bir taraftan oy topladı bir taraftan da (mmalesef) onca üniversite açıdı.

Toplumumuz da üniversite sayısının artmsının bir işe yaradığını, kültür anlamında ülkeyi geliştirdiğini, okur-yazar sayısını arttırdığını (!), ülke ekonomisini geliştirdiğini düşünüyor.

 

Bilmiyorki üniversite dediğin şey lise gibi değil... Üniversitenin altyapısı nedere? araştırma olanakları nerede? Labotuvarların oluşturulması gerekli malzemelerin ve cihazların alınması zaten ayrı bir dert. Yani lab yok... Peki üniversitede eğitim verecek öğretim görevlisi nerede? Onu bulmakta kolay, mezunlardan hoca yetiştiririz. O da bilim adamı oluverir bir anca. Yani öğretim görevlisi de yok. Ne kaldı geriye? 4 duvardan oluşan ve içlerinde lise düzeyinde eğitim yapılan binalar. Dışardan bakınca her tarafta bir üniversite (!).

 

İşin içinde bir de üniversiteye yeni adım atan öğrenilerin seviyesi var ... Bu eğitim sisteminde sonuç içler acısı maalesef.

Sen bu öğrencileri alıp, daha yeni öğretim görevlisi olmaya aday (tecrübesiz) insanların eline verip, laboratuvar - deney olmadan, ezbere bir eğitimle kalifiye eleman yetiştireceksin ha?

 

Bugün köklü üniversiteler de bile araştırma kaynakları kısıtlı, proje üretecek para bulamıyor (aynı yönetim TÜBİTAK'ı kontrol altına alıp projeleri engelliyor). Peki yeni kurulanlar ne yapacak? Nasıl nitelikte insan yetiştirecek? Gerçi bunların cevabını yazında zaten vermişsin.

 

Bu insanları kandırmak ne kadar da kolay değil mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.