Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Steiner

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    10
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

Steiner - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

13

İçerik İtibarınız

  1. Geç kaldın mavi olmayan gökyüzü(m), çok geç. Fikir üretimi, düşünce ve tahammül yoktu zaten dibe vurmuş(tu), insanlık adına farklı bir çözüm, standart ve perspektif göremedim şuana kadar bu forumda. Ben mavi olmayan gökyüzü’nü pek fazla tanımam, etmem; bildiğim tek şey sadece onun geçmişte yazdıklarıdır, onunla eş zamanlı bir şekilde bu ortamda bulunamadım. Ancak yazdıklarını takip ettim elden geldiğince. Bazen dolu dolu ama çoğu zaman boş boş vakit harcadım burda, lakin harcayacak zamanım kalmadı artık. Zeus sabır versin kalanlara.
  2. Resmi rakamlara nasıl güvenebiliriz Diyarbakırlı, bildiğim kadarıyla etnik kimlik hakkındaki sorular nüfus sayımlarında sorulmuyor. Bildiğim kadarıyla etnik kimlik ile ilgili olan sorular en son 1960lı yıllardaki bir nüfus sayımında sorulmuş ki sorulsa da can güvenliği açısında ne kadar insan bu kimliğini açıklayabilir tartışılır? Saygılar.
  3. Bu değerli istatistiki bilginin kaynağı yahut dayanağı nedir çok merak ettim?
  4. Toplum bilimci, yazar sayın İsmail Beşikci hocama ait, sormuş olduğun bütün sorulara mantık ve bilim ile örtüşen cevapları bulabileceğin enfes bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum, umuyorum bazı şeyleri azda olsa anlarsınız. Altına da imzamı atarım. Cumhuriyetin ilk yıllarında "Kürt yoktur, Kürtçe yoktur, aşiret gibi, şeyhlik gibi, toprak ağalığı gibi geri toplumsal ilişkilerin direnişi vardır" deniyordu. "Doğudaki sorun feodal unsurlar sorundur" deniyor, bu feodal unsurların modern ilişkilere, modern Türk devletine direndikleri dile getiriliyordu. "mürteci, irtica" kavramlarına özellikle vurgu yapılıyordu. Modern, ilerici ve laik Türk devletinin geri ilişkileri, geri kurumları yok etme çabalarının çok meşru olduğu dile getiriliyordu. Geri toplumsal ilişkilerin bertaraf edilmesi için de toprak reformu, sürgün, zorunlu göç, zorunlu iskan, asimilasyon gibi yöntemlerin uygulanması üzerinde duruluyordu. Cumhuriyet tarihi boyunca, Kürtlerin varlığı, Kürt dili her zaman inkar edilmiştir. Yerine ve zamanına göre sorun, "irtica, mürteci sorunu" veya "feodalitenin direnişi" yerine ve zamanına göre de "emperyalizmin kışkırtması, komünist bir hareket" olarak anlatılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt ayaklanmaları batıya "irtica"nın, "mürteciler"in başkaldırışı olarak anlatılmıştır. "Geri toplumsal ilişkiler ilerici ve laik modern Türk devletine direniyor" denmiştir. Bu yıllarda Kürt bölgelerinde siyasal ve toplumsal davranış biçimlerinin çerçevesini feodal ve ataerkil ilişkilerin çizdiği de büyük bir gerçektir. Aynı yıllarda bu başkaldırılar iç kamuoyuna ise "emperyalizmin kışkırtması, komünistlerin kışkırtması" olarak anlatıldığı görülmektedir. Bu yıllarda laikliğin islamcılık karşıtı, modernliğin geleneksellik karşıtı olarak algılandığı açıktır. Çevrede gelişen bu olaylar merkezin egemenliğine karşı direnme, merkezin egemenliğini sorgulama olarak algılanmaktadır. Güçlü bir merkez algılayışına karşı ademi merkeziyetçi eğilimlerin sindirilmesi gereği üzerinde durulmaktadır. Bu yıllarda "feodalite tamamen ortadan kaldırılmalıdır", "derebeyliğin kökü kazınmalıdır" "şeyhlik, aşiret, toprak ağalığı gibi kurumları tamamen bertaraf etmek gerekir" gibi sloganları demokratik bir tavır olarak değerlendirmek kanımca mümkün değildir. Bu kurumların ekonomik gelişmenin önündeki engeller olarak algılanması da kanımca doğru değildir. Bu sloganlar "Kürtlükte ısrar edenler, Türkleşmeyi kabul etmeyenler her türlü yönetmeler kullanılarak ezilmeli, sürgün edilmeli, Kürtler zor kullanılarak her türlü yöntem kullanılarak asimile edilmeli, Türkleştirilmelidir. Türkleştirilmeyenler de şu veya bu şekilde ortadan kaldırılmalıdır" anlamına gelmektedir. 1960’larda, 27 Mayıs’tan sonra "Doğu"daki sorunlar yeni bir kavramla anlatılmaya başlandı. "Doğudaki olayların temelinde devletin ihmali vardır" deniyordu. Devletin bölgeyi kalkındırmak için yeteri kadar çaba sarf etmediği söyleniyordu. Bu görüş daha çok sosyal demokratlar tarafından dile getiriliyordu. Kürt halkının etnik kimliğine, milli kimliğine, milli haklarına ve özgürlüklerine bu görüşte bir gönderme yapılmıyordu. Sorunlar "bölge kalkınması sorunu" olarak algılanıyordu. Sorunların geri kalmış yöreden kaynaklandığı vurgulanıyordu. Bölge kalkınması uygulamasıyla geri kalmış bölge ilerlemeye açıldığı zaman sorunların da ortadan kalkacağı şeklinde bir anlayış vardı. Sorun bu şekilde "kendinden başka bir şey", "kendisi olmaktan başka bir şey", olarak dile getiriliyordu. 1970’lerde, 1980’lerde ve daha sonralar? "azınlık ırkçılığı" diye bir kavram?n kullanıldığını görüyoruz. Kürtlerin etnik kimlik talepleri, milli kimlik talepleri "azınlık ırkçılığı" kavramıyla eleştirilmektedir. Hatta bu ifadeleri eleştiri olmaktan çok suçlama olarak algılamak kanımca daha doğru olur. Bu eleştirilerde veya suçlamalarda Kürtler, Kürt adı kullanılmadan, etnik kimliğe veya ulusal kimliğe bir gönderme yapılmadan, azınlık ırkçılığı yapmakla suçlanmaktadır. Tarık Ziya Ekinci’nin "Etnik Milliyetçilik" yazısında (Radikal iki, 12 şubat 2006 s.12) isabetli bir şekilde belirttiği gibi, etnik milliyetçilik, sömürge imparatorluklar? dönemine ilişkin bir uygulamadır. Sömürge imparatrolukları döneminde, örneğin Portekiz küçük bir nüfusa sahip olmasına rağmen Brezilya, Angola, Mozambik, Gine Bisseau gibi ülkeler üzerinde sömürgecilik yapıyordu. Portekiz dilini ve kültürünü bu ülkelerde egemen kılmaya çalışıyordu. Bunun gibi Hollanda küçük nüfusuna rağmen uzakdoğu’da, örneğin Endonezya’da kendi dilini ve kültürünü egemen kılmaya çalışan bir politika izliyordu. Belçika aynı politikayı Kongo’da (Zaire) izliyordu. Kürtlerse baskı altında tutulan dillerini ve kültürlerini yaşamak istemekten başka, bunun için mücadele yürütmekten başka bir şey yapmıyorlar. Kürtleri inkar eden, Türk dilini ve kültürünü Kürtlere zorla empoze eden bu anlayışın, eşitlik arayan Kürtleri, baskı altında tutulan dillerini ve kültürlerini yaşamak isteyen, serberleştirmeye çalışan Kürtleri "ırkçı", "azınlık ırkçısı" olarak suçlaması Türk siyasal kültürünün önemli bir boyutudur. 1970’lerde ise Doğu’daki rahatsızlıklar, "anarşi" "eşkıyalık" gibi kavramlarla açıklanmaya çalışıldı. 1980’lerde ve sonrasında ise "terör" kavramı süreci açıklayan önemli bir kavram oldu. "Doğu ve Güneydoğu’da etnik sorun yoktur, milli sorun yoktur, sorun terör sorunudur. Devlet terör sorununu yok etmek için, terörün kökünü kazımak için her türlü önlemi almıştır, her türlü önlemi almaya devam edecektir" deniyordu. Bütün bu rahatsızlıkların Cumhuriyet tarihi boyunca neden sadece Doğu’da cereyan ettiği irdelenmeye değer bir konudur. Umumi müfettişlikler, sıkıyönetim, süper valilik, olağanüstü hal valiliği gibi yönetim biçimlerinin özel siyasal ve idari yapıların neden sadece Doğu’da uygulandığı elbette irdelenmesi gereken bir konudur. irtica, mürteci olarak adandırılan sorunlar, örneğin Orta Anadolu, Karadeniz, Marmara yörelerinde yok mudur? Geniş toprak mülkiyeti, toprak ağalığı sadece Doğu’ya has bir olay mıdır? Günümüzde Kürt bölgelerinde de yoğun bir şehirleşme olayı gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak Kürt siyasal tepkisi de değişmektedir. Muhalefet artık şehirlere kaymıştır. Artık feodal ve ataerkil yapılar siyasal ve toplumsal davranış biçimlerinin, muhalafet hareketlerinin tek çerçevesi, tek belirleyicisi değildir. Mülk sahibi olmayan yoksul kesimler muhalefet hareketlerinde daha belirleyici ve yönlendirici, daha sürükleyici olabilmektedir. Bütün bu gelişmeler 2000’lerde Kürt kimliğinin fiilen tanınmasını da getirmiştir. Ta 1990’ların başında başlayan bu tanıma süreci 2000’lerde daha da gelişmiştir. Bu da, alt kimlik, üst kimlik tartışmalarını başlatmıştır. Buna rağmen "terör" tanımlaması, sorunun terör sorunu olduğu şeklindeki anlayış yine sürdürülmektedir. Kürt Kimliğinin Oluşumuna Karşı Çıkış, Türk Kimliğini Nasıl Etkiliyor? Türk siyasal kültürü Kürt kimliğinin oluşmasına karşı çıkıyor, Kürt kimliğinin oluşmasını engellemeye, geciktirmeye çalışıyor. Bunun için sık sık Kürtlerin, Kürt dilini,Kürt kültürünü aşağılayıcı, küçümseyici bir söyleme başvuruyor. Bu tutum, bu söylem Türk siyasal kültürünü giderek Türk düşüncesini faşizan bir nitelik almasına, zamanla bu niteliklerin Türkleşmesine neden oluyor. Alt kimlik-üst Kimlik Son yıllarda Türk yöneticileri Kürd’ün bir alt kimlik olarak kabul edilebileceğini bunun tek şartının Türk’ün üst kimlik olarak kabul edilmesi olduğunu vurgulamaktadır. Türk devlet ve hükümet yöneticileri, Türk siyasal kültürü, "Türk" kavramının sadece etnik Türk’e işaret etmediğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin sın?rları içinde yaşayan herkesi kucakladığını iddia etmektedir. Bu, gerçekliği aksettiren bir görüş değildir. Bu, özellikle Kürtlerin, kendi özleri konusunda bir bilince ulaşmalarını engellemek, geciktirmek için ve bu amaçla dile getirilen bir görüştür. Ulus-devlet sınırları içerisinde birden fazla etnik grup, azınlık olabilir. Ulus devletin bu kimlikleri alt kimlik olarak algıladığı, onları tanıdığı söylenebilir. Alt kimliklerin üst kimlikle birbirlerine bağlandığı da dile getirilebilir. Ama bu koşullarda üst kimliğin, ulusu oluşturan parçalardan birinin adını çağrıştırmaması gerekir. “Türk milliyetçiliği çağdaştır”, “Türk milliyetçiliği ırkçı değildir, barışçıdır, beynelmileldir”, “Türk milliyetçiliği ilericidir, anti-sömürgecidir, anti-emperyalisttir”, “Atatürk milliyetçiliği çağdaştır, ilericidir, açık, demokratik bir milliyetçiliktir”, “Atatürk milliyetçiliği hümanisttir, evrenseldir”. Türk milliyetçiliği böyle anlatılmaktadır. Kendisine yüklenen bu niteliklerden dolayı Türk milliyetçiliği övülmektedir. Bu, aslında, Kürtlere karşı, Kürt sorununa karşı geliştirilen bir söylemdir. Türk milliyetçiliğiyle ilgili olarak Türk resmi ideolojisini bu şekilde dile getirmek mümkündür. Resmi ideolojinin bu görüşü, genel olarak Türk düşüncesi tarafından da kabul görmektedir. Daha doğrusu Türk düşüncesi, bu görüşler doğrultusunda şekillenmiştir, gelişmiştir. Bu arada bazı emniyet müdürlerinin söylemi de dikkat çekicidir. Hrant Dink cinayetinde, Trabzon’da rahiplere saldırıda, Samsun’da Rahip Santoro’nun öldürülmesinde, Malatya’da misyonerlerin boğazları kesilerek öldürülmesinde, olayı gazetecilere anlatırlarken, “milliyetçi duygularla hareket etmişler…” demektedirler. Bu, milliyetçilik anlayışıyla suçlular hakkında sempati toplamaya çalışmak, cinayetlerin ağırlığını hafifletmek anlamına gelmektedir. Türk milliyetçiliğinin övülmesine paralel olarak, Kürtlerde gelişen milliyetçi hareketler de, “ırkçıdır”, “ayrılıkçıdır”, ”gericidir”, “etnikçidir” vs. denerek kötülenmektedir. “Kürt milliyetçiliği etnik bir milliyetçiliktir.” “Kürt milliyetçiliği gerici, kapalı bir milliyetçiliktir.” “Kürt milliyetçiliği ilkel bir milliyetçiliktir.” “Kürt milliyetçiliği emperyalizm işbirlikçisi bir milliyetçiliktir.”… Türk düşüncesinin, Kürtlere ve Kürtlerdeki milliyetçi gelişmelere karşı düşüncesi genel olarak budur. Daha çok kültür üzerinde, bu arada Kürt kültürü üzerinde çalışan Gürdal Aksoy, Nostradamus’un Kürdistan Kehaneti, Kürtler Üzerine Yazılar, (Komal Yayınevi, İstanbul 2007) kitabında, bu konudaki ikili kavramlara da yer vermektedir. Araştırmacı yazar Gürdal Aksoy, “Türk Milliyetçiliği Üzerine…” başlıklı yazısında, Türk araştırmacıların, Kemalist Türk milliyetçiliğini pozitif, Kürt milliyetçiliğini ise negatif olarak değerlendirdiğini vurgulamaktadır. (s.38-50) Türk yazarları, basın mensupları, üniversite öğretim üyeleri, sivil toplum örgütleri çalışanları, siyasal partiler, hukukçular vs. genel olarak Türk milliyetçiliğiyle övünürler. “Türk milliyetçiliği ilericidir, çağdaştır, hümanisttir, Türk milliyetçiliğinde etnik milliyetçilik yoktur.” vs. denerek Türk milliyetçiliği övülmektedir. Kürtler ise milliyetçi olmadıklarını, enternasyonalist olduklarını söylemektedirler. Kürtler, milliyetçi tutumlar, duygular ve düşünceler gündeme geldiği zaman, “önemli olan insanlıktır, önemli olan kardeşliktir” diyerek milliyetçi duygulardan ve düşüncelerden ne kadar uzak durduklarını anlatmaya, ima etmeye çalışırlar. Resmi ideolojinin bilgilerini, yaşanan gerçeklere, fiili duruma uyguladığımız zaman, durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir. Kürtler ve Kürtçe, inkar ve imha edilen, asimilasyona tabi tutulan toplumsal ve dilsel kategorilerdir. Bu çerçevede Kürt dili yasaklanmış, Kürtçe insan isimleri, köy, belde, dağ isimleri Türkçe isimlerle değiştirilmiştir. Yasaklanmış olan bir dili savunmak, dile, kültüre uygulanan baskıları geriletmek için, dili kültürü gün ışığına çıkarmak için mücadele etmek, aslında insani bir süreçtir. Yani bu mücadele aslında, insan olmanın, insanlığı savunmanın bir gereğidir. Ama, bu süreci bir yönüyle de milliyetçi bir gelişme olarak değerlendirmek de mümkündür. Çünkü, insani bir gereklilik olan, adınızı, kimliğinizi, dilinizi, kültürünüzü savunuyorsunuz. Bu doğal girişiminiz devlet tarafından engelleniyor, baskı altında tutuluyor, idari ve cezai yaptırımlarla karşılanıyor. İşte sorun bu baskı mekanizmasının işlemesiyle birlikte, siyasal bir alana kaymış olmaktadır. O zaman bunu Kürtlerde gelişen milliyetçi bir hareket olarak değerlendirmek mümkündür. Türk milliyetçiliğinin ilerici, çağdaş olduğu vurgulanmaktadır. Kürtlere baskı uygulayan, Kürt halkını, Kürt dilini ve kültürünü ezmeye çalışan, dili, kültürü yok etmeye çalışan bir milliyetçilik, ezen bir milliyetçilik, nasıl ilerici olabilir? Türk milliyetçiliğiyle ilgili söylemler, şüphesiz, Kürtler/Kürdistan sorunu dikkate alınarak geliştirilmektedir. Fakat Türk siyasal hayatı, Türk siyasal kültürü, Kürtleri tanımamaktadır, inkar etmektedir. Hukuken ve siyasal olarak Kürt, Kürtçe, Kürdistan tanınmadığı için, “Türk milliyetçiliği ırkçı değildir, saldırgan değildir, asimilasyoncu değildir, dışlayıcı değildir…” gibi şeyler söylenebilmektedir. Kürtler analize katıldığı zaman ise, bu düşünceler şüphesiz çürümektedir. Zaten düşün yasakları, Kürtlere, Kürt sorununa karşı geliştirilmektedir. Düşün yasaklarının, resmi ideolojinin eleştirilerine engel olmak gibi bir işlevi vardır. Türk milliyetçiliğinin ilerici, açık, çağdaş bir milliyetçilik, Kürt milliyetçiliğinin, kapalı, gerici bir milliyetçilik olduğu söylenmektedir. Türk anayasası, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” demektedir. Türk siyasal kültürü, kendini Türk hisseden herkes Türk’tür demektedir. Bu, açık milliyetçiliğin delili olarak gösterilmektedir. Bu, hoşgörü içeren bir anlayış olarak sunulmaktadır. Halbuki, gerek Türk anayasına göre, gerek Türk siyasal kültürüne göre, herkes Türk olmaya mecburdur. Örneğin, “Türk değilim, Kürdüm, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarımı istiyorum” dediğiniz andan itibaren, birçok idari ve cezai yaptırımla karşılaşıyorsunuz. Açık milliyetçilik, aynı zamanda, Türk olmayanları asimile etme, Türk’e benzetme, Türkleştirme hedefi ortaya koyan bir milliyetçiliktir. Çağdaşlık, ilericilik bu sürecin neresindedir? Kürt milliyetçiliğinin kapalı bir milliyetçilik olduğu söylenebilir fakat bu pozitif bir yöndür. Çünkü Kürtlerin hiç kimseyi, örneğin, Türkleri, Arapları, Farsları, Ermenileri, Asurileri Kürde benzetmek, Kürtleştirmek gibi bir niyeti ve amacı yoktur. Halbuki asimilasyon politikalarından ve uygulamalarından dolayı, Türk milliyetçiliğinin etnik bir milliyetçilik olduğu söylenebilir. “Bulgaristan’daki soydaşlarımız, Kafkasya’daki soydaşlarımız, Orta Asya’daki soydaşlarımız, Kerkük’deki soydaşlarımız, Batı Trakya’daki soydaşlarımız, Kosova’daki, Makedonya’daki soydaşlarımız” ifadeleri, etnik milliyetçiliğin göstergeleridir. Devlet ve hükümet yetkilileri, Güney Kürdistan’da, Kürtlere karşı duygular ve düşünceler geliştirirken, örneğin, Kerkük referandumunu önlemeye çalışırken, Kerkük’deki soydaşlarımız Türkmenlerin haklarını her zaman koruyacağız, bu işin her zaman takipçisi olacağız” demektedir. Bütün bunlar Kürtlerin bilincine çarpıyor mu, nasıl çarpıyor? Dili yasaklanmış, adı değiştirilmiş, köyünün, beldesinin, dağlarının isimleri değiştirilmiş Kürt’ün, ülkesinin, coğrafyasının adını bile söyleyemeyen bir Kürt’ün, anadilini konuşamayan bir Kürdün, anadilini yazamayan, okuyamayan bir Kürdün, “ben milliyetçi değilim, enternasyonalistim, biz milliyetçi değiliz, enternasyonalistiz…” demesini nasıl değerlendirmek gerekir? Bu, kendi yakıcı gerçekliklerinden kaçış değil mi? Bunun için de bazı evrensel kavramlar perde yapılmıyor mu? Bu ruhsal ve zihinsel gelişmede bir sakatlık yok mu? Gürdal Aksoy, yukarıda sözü edilen kitabında, “kendine has bir Kürt düşüncesi, bir Kürt mantalitesi var mıdır?” sorusunu sormakta ve bu soruya makul cevaplar aramaktadır. (s. 6, 54-55, 157) Gürdal Aksoy, Kürtlerde, somut şeyler hakkında düşünmeye dayanan, taklitçi olan bir düşüncenin varolduğunu dile getirmektedir. Bunun dikkate değer bir saptama olduğunu düşünüyorum. Bu genel olarak doğru bir saptamadır. İstisnalar olabilir. Kürt aydınlarının taklitçi olmalarının önemli bir nedeni kanımca Türkçe konuşuyor olmalarıdır, düşüncelerini, duygularını Türkçe olarak dile getirmeleridir. Dil sadece bir iletişim aracı olarak algılanamaz. Egemenlik sistemi de dil aracılığıyla kişilere, kurumlara, kitlelere empoze edilir. Hangi dille konuşuyorsanız o dilin siyasal kültürüne, o dilin siyasal sistemine, o dilin ürettiği kavramlarla, o dilin kurup geliştirdiği egemenlik anlayışına göre düşünürsünüz. Bu şuur altında gelişen bir durumdur. Türk dilinin siyasal terminolojisinin, Türk siyasal kültürünün ise Kürt karşıtı bir terminoloji, Kürt karşıtı bir kültür olduğu açıktır. Bundan önce, “Asimilasyon” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. (Esmer, Şubat 2008, Sayı: 37) Bu yazıda dile getirilen düşüncelerin, yukarıda belirtilen düşüncelerle birlikte ele alınmasında yarar vardır. Devlet, Türkçe öğrettiği insanları, kendi anadilini değil de Türkçe konuşan insanları asimile ettiğini düşünüyor. Bu irdelenmesi gereken bir süreçtir… Taklitçi düşünce şu şekilde dile getirilebilir: Sömürge kavramını ele alalım. Kürdistan’ın sömürge olduğu söyleniyor. Halbuki, sömürgenin sınırları olur. Örneğin Afrika, 1885 de, Büyük Britanya, Fransa, İtalya, Belçika, İspanya, Portekiz gibi devletler tarafından paylaşılmış ve sömürgeleştirilmiştir. Büyük Britanya’ya, Fransa’ya, İtalya’ya, İspanya’ya, Portekiz’e bağlı sömürge ülkeler vardır. Sınırları belirlenmiş ülkeler… Öte yandan sömürgeler, sonsuza kadar sömürge kalacak değildir. Sömürgeler, ekonomik bakımdan geliştikçe, idari bakımdan kendilerini yönetebilir bir hale geldikçe, emperyal ve sömürgeci devletler, onlara, bağımsızlıklarını verecektir. Birinci Dünya Savaşın’dan sonra, 1919 Paris Konferansı’nda ve Milletler Cemiyeti döneminde, sömürgeler böyle kurulmuştur. Bu bakımdan, sömürge bir statüdür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1960’larda, Afrika’daki bütün sömürgeler, anayasal görüşmeler sonrasında bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Afrika’da, silahlı mücadeleler sonunda bağımsızlık kazanan dört devlet vardır. Fransız sömürgesi Cezayir, Portekiz sömürgeleri Gine Bisseau, Mozambik, Angola… Yukarıda dile getirilen bu nitelikler Kürdistan için hiç geçerli değildir. Kürtlerin, Kürdistan’ın bir statüsü yoktur. Sınır yoktur, çizilmemiştir. Kürt adı, Kürdistan adı da yoktur. Kürtlerin, Kürdistan’ın sonsuza kadar böyle kalması istenmektedir. Bu bakımdan Kürdistan sömürge bile değildir. Kürt araştırmacıların bu ilişkileri yeniden değerlendirmelerinde yarar vardır. Kürtler ve ülkeleri, Birinci Dünya savaşı sürecinde ve Anadolu’da, Mustafa Kemal liderliğinde gelişen Kuvayı Milliye hareketi sürecinde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Dönemin emperyal güçleri Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın bu mücadele sürecindeki rolleri çok büyüktür. Bu çok açık bir olgudur. Fakat Türk siyasal düşüncesi, Türk siyasal tarihi, Türk siyasal kültürü bu olguya hiç dikkat çekmez. Bu sürecin üzerini kapatmaya çalışır. Kürtlerin başına getirilen bu felaketi karanlıkta bırakmaya gayret eder. Ama emperyal güçlerce, Anadolu’nun paylaşılma projelerine yoğun bir vurgu yapar, bunları öne çıkarır. Aslında emperyal güçler bu projeleri hiç gerçekleştirmemiştir. Bunu gerçekleştirmek için bir çaba da yoktur. Ama bu, durmadan öne çıkarılan, anlatılan bir durumdur. Bu projelere karşı durmadan analizler geliştirilmektedir. Kürtlerin ve Kürdistan’ın, emperyal güçlerce Ortadoğu’daki işbirlikçilerince, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması ise bir gerçektir. Bu çok somut, çok açık bir bilgidir. Bu zaten Ortadoğu coğrafyasında açıkça görülmektedir. Bunu gerçekleştirmek için, 1920’lerde, emperyal devletler ve Ortadoğu’daki işbirlikçilerinin çok yoğun bir mücadele geliştirdikleri de bilinmektedir. Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmut Berzenci’nin mücadelesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Günümüzde, Kürt milliyetçiliği gündeme geldiği zaman, Kürtler dilleriyle, kültürleriyle ilgilenmeye, gasbedilmiş değerlerine sahip çıkmaya başladıkları zaman, “her türlü milliyetçilik kötüdür” şeklinde bir anlayış de geliştirilmektedir. Bunun, Kürtlere karşı, Kürt sorununa karşı geliştirilen bir anlayış olduğu besbellidir. Örneğin Arap milliyetçiliğinin, Fars milliyetçiliğinin, Türk milliyetçiliğinin kötü olduğu söylenmemektedir, sadece Kürt milliyetçiliğinin kötü olduğu söylenmektedir. Bu görüşü daha kabul edilebilir kılmak için de, “her türlü milliyetçilik kötüdür ezen milliyetçilik de kötüdür, ezilen milliyetçilik de kötüdür…” denmektedir. Bunun devletçi bir görüş olduğu, devleti gözeten bir görüş olduğu açıktır. Bu, zalimle mazlumu, cellatla kurbanı, kasap ile koyunu aynı kefeye koymak anlamına gelmektedir. Bu gelişmenin de Kürt düşüncesiyle ilgili olduğu kanısındayım. Yukarıda, araştırmacı Gürdal Aksoy’un, sözü edilen kitabında, “kendine has bir Kürt düşüncesi var mıdır?” diye sorduğunu belirtmiştim. Somut şeylere ilişkin ve taklitçi bir düşünceden söz ettiğini de belirtmiştim. “Her türlü milliyetçilik kötüdür” görüşünün Kürt aydınları tarafından tepkilerle, sorularla karşılanmaması dikkate değer bir durumdur. Tarık Ziya Ekinci’nin, “Kürtleri Kürt ve Türk Milliyetçiliğinden Koruma Hayırhahlığı” (www.gelawej.org 31 Ocak 2008) yazısı elbette çok yerinde bir tepkidir. Fakat böylesine haksız bir görüşün, Kürtlerin gözünün içine baka baka söylenmesi, söylenebilmesi, Kürt muhalefetinin nasıl küçümsendiğini de göstermektedir. Bu tür görüşlerin sık sık dile getirilebilmesi, Kürt muhalefetinin cılızlığına da işaret etmektedir. Türk ırkçılığı, Türk milliyetçiliği elbette kötüdür. Çünkü, örneğin, Kürtleri diliyle tarihiyle yok etmek istiyor. Bu anlayışa karşı yaşam mücadelesi veren, sistematik baskı altındaki milli değerlerini gün yüzüne çıkarmaya çalışan Kürtlerdeki milli gelişme neden kötü olsun? Ezen ve ezilen, mazlum ile zalim, koyun ile kasap nasıl aynı kategori altında değerlendirilebilir? Kürt aydınlarının, siyaset adamlarının bu anlayışa karşı ciddi bir tepki göstermemesi, bu anlayışa şu veya bu şekilde inanır olmaları, hatta, yer yer bunun propagandasını yapmaları ilgiyle, ibretle izlenmesi gereken bir durumdur. Neşe Düzel’in, Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’le yaptığı bir röportaj var. Bu röportajda Prof. Öğün, “Milliyetçilik Kürtlerin afyonudur” diyor. (Radikal, 15 Mayıs 2006) Prof. Süleyman Seyfi Öğün, baskı altındaki diline ve kültürüne sahip çıkan, bu konudaki baskıları geriletmek için mücadele eden Kürtleri bu kavramla anlatıyor. Ama, Kürt dilini yasaklayan, dili, kültürü baskı altında tutan devlete karşı, Türk milliyetçiliğine, ırkçılığına karşı böyle bir tanımlama yapması söz konusu değildir. Kürtler, örneğin, “Bir Kürt Dünyaya Bedeldir” mi demiş, “Kürt Öğün, Çalış, Güven” mi demiş? “Ne Mutlu Kürdüm Diyene” diyen bir Kürt var mı? “Yüksel Kürt, Yüksekliğin Senin İçin Hududu Yoktur” diyen Kürtler var mı? Bu sloganları yaşama geçirmek için, örneğin Kürtleri bu sloganlar çerçevesi içinde yönetmek isteyen, bunun için mücadele edenler var mı? Bütün bunlar, devletin, Kürtlere karşı, Kürt/Kürdistan sorununa karşı geliştirdiği politikaların hiç kavranılmadığını, bunları anlamak kavramak için çaba da harcanmadığını, sadece, devlet yanlısı duygularla ve düşüncelerle, ezbere bir şekilde Kürtlerin eleştirildiğini, suçlandığını gösterir… Prof. Süleymen Seyfi Öğün, “eğer Kürtler ‘ben Kürdüm’ derlerse, birileri de kalkıp ‘ben de Türküm’ diyecektir” demektedir. Cumhuriyet’ten bu tarafa böyle denmiyor mu? “Kürt diye bir kavim yoktur, herkes Türk’tür, Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürtçe denen dil Türkçe’nin bir şivesidir…” sözleri her zaman söylenmiyor muydu? Pazarda Kürtçe konuşunlardan kelime başı para cezaları alınmıyor muydu? “Bu memlekette sadece öztürklerin milli hakları vardır, kendilerine Kürt diyenlerin ise tek bir hakları vardır, Türklere hizmetçi olma hakkı…” sözlerini nasıl değerlendirmek gerekir? “Milliyetçilik Kürtlerin afyonudur” diyen Prof. Öğün’ün, Kürtlere hizmetçi olmayı dayatan bu devlet yetkililerini nasıl değerlendiriyor acaba? Prof. Öğün, bu zulme karşı mücadele edenleri “afyonlanmış” kabul ediyor. Bu ortam hakkında, bu ortamı yaratanlar hakkında bir eleştirisi, bir analizi var mı?
  5. Genel geçer bir kimlikle tanımladığımız birçok insanın demokratik, kültürel talepleri var ortada, peki niye var? Siyasal rejimin dayandığı tekçi-homojen, ulus-devlet yapısı ve fetişleştirilmiş bir milliyetçilik dayatması nedeniyle var. Dilsel ve kültürel haklar insanın yegane doğal haklarıdır, bir lütuf değildir, bahş edilmez. Demokratik ve sosyal devlet ilkelerine aykırı değildir ve Kürtlerin bunu savunmasından daha doğal bir şey yoktur. Kürtçenin ve kültürel hakların konuşulduğu bir yerde bu mesnetsiz resmi ideoloji özentisi kara çalmaların ve ithamların bir değeri/kıymeti yoktur. Resmi ideoloji ve faşist türkiş tezleri Kürt diye bir şeyin varlığını dahi kabul etmezken, sen de aynı ideolojinin taşeronluğuna soyunmuş, faşizmin örtük söylemlerini kendine şiar edinmişsin. Senin faşizm sınırın bu mu? Sokakta konuş ama kamuda konuşma? Bir dilin sokakta konuşulmasını serbest bırakmak (sanki aksi halide mümkünmüş gibi) bir ülkeyi demokratik yapar mı? Bu ülkenin milli eğitim okullarında, sokaklarında, caddelerinde Kürtçe konuştu, Kürtçe müzik dinledi diye dayak yiyen, hor görülen binlerce insan var, ceza evlerinde mahkumlar Türkçe bilmeyen anneleriyle konuştu diye türlü linç girişimlerine maruz kaldı. Bu ülkede Kürt dili diye bir şeyin olmadığı, Kürtlerin de kart-kurt olduklarını da Kürtler mi söyledi yoksa? Dünyanın tüm dillerinin Türkçeden türediğine inanan ve bununla ilgili olarak bilimsel(!) tezler yapan bir ülke sence bu dilin varlığını tanıyor mu? Bir halkı asimile etmenin yolu dilini yok etmekten geçer. Eğitim görmesine izin verilmeyen, gelişmesine müsade edilmeyen bir dil ve kültür yok olur ki bunun adı açık bir asimilasyon olup evrensel hukuk çerçevesinde insan hakları ihlalidir. Koca bir kültür ve dil asimilasyona uğratılıyor, sen daha hangi masalı anlatıyorsun burda? Bir dilin korunmasını istemek bazılarının iddia ettiği gibi bölücülük müdür? Bu kadar zor mu bunu anlamak? Sekiz bilinmiyenli denklem çözmüyoruz arkadaşım.. Bu ülkede Fikri Sağlar’ın raporunda da geçen Kürtçe düşündüğü için 17500 faili meçhul cinayetin ve kayıp vakasının hesabını kim verecek yoksa onuda emperyalistler mi tezgahladı? Bu ülkede 4 tane darbe ve onlarca darbe girişimini de PKK ve Kürtler mi yaptı/yada solcular? Tuhaf orman kanunu tartışmaları bırakmak için acaba bilimsel bir cevabınız yada karşılığınız var mı? Siyasal rejimin askeri vesayet üzerinde olmasından rahatsız olmayanların moderniteden, demokrasiden ve çağdaşlıktan bahsetmesi mümkün müdür? 12 eylül cuntası pek çok kurum ve yasasıyla hala canlı bir süreçken ülkenin demokratikleşmesi, sivilleşmesi adına bunları eleştirmeyen, cansiparane savunan partiler neye delalet eder? Hadi Kürtçe için PKK bahanesini söylediniz? Peki Lazca ve Çerkezce gibi dillerde niçin aynı yasak geçerlidir? Biz sadece Kürtçenin değil, diğer dillerin de kamusal alanda öğretilmesi, konuşulması taraftarıyız. PKK'nın da bu hakkı savunmasu bu hakkı otomatikman gayrı meşru mu yapar? Sınıflı bir toplumda ulusal çıkar, ulusal bütünlük ve kırmızı çizgiler gibi söylemlerin somut bir karşılığı olabilir mi? Böyle bir ülkenin hala “kaynaşmış, sınıfsız bir zümre” olduğuna mı inanıyorsun? Bu ülkede herkesin eşit söz hakkına sahip olması gerektiğine inanıyorsak, büyük çoğunluğun sefalette yaşarken küçücük bir azınlığın alii çıkarlarının tüm halkın çıkarlarıymış gibi savunulmasına da karşı çıkmamız gerekmez mi? Kafanızın arkasında bir Kürt nefreti var, bunu diyemediğiniz için de “Kürtler yok milliyetçidir, Kürtlerinki ilkel/etnik milliyetçiliktir, Kürtler emperyalizm uşağıdır.” gidiyor da gidiyor, sende bunları kullanmaya pek bir heveslisin. Ayrıyetten anti-emperyalizm dersi veren Kemalistler Nato üyeliği, ordunun Amerikan-İsrail silahları kullanması ve emperyalist ittifaklarla müttefiklik ilişkisi/ilişkileri hakkında ne düşünüyorlar? Amerikan çıkarlarının jandarmalığını yapan bir kuruma üye olup anti-emperyalizmden yakınmak ne yaman çelişkidir? Anti-kapitalist olmayan hiç bir rejim öz olarak anti-emperyalist olamazken bu anti-emperyalizm güzellemeleri iğreti-çelişik durmuyor mu sizcede? Dipnot olarak: * "Azınlık; bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar, ekalliyet, çoğunluk karşıtı." (TDK dan alıntı) * "Artık gerçekleşemeyecek kadar geride ve ilkelde kalmıştır." Arkadaşım ırkçılık “iradesi/bilinci” olan varlıklara has bir kavramdır, dolayısı ile devamlılığı her zaman söz konusudur. Eğer hala aksini iddaa ediyorsan kayda değer somut verilerin varsa bir zahmet paylaşıver.
  6. Arkadaşım öncelikle Kürtlere, Türkler'in yaptığı iyilik eseri olarak bu topraklarda barınan mülteciler gibi davranmayı bırakın. Azınlık haklarından söz ederken sanki bir minnet buyuruyormuşçasına böbürlenerek yapılan gösteriler hoş değil. Hani çok övündüğünüz bir şey var "Biz ırkçılık yapmayız" siyah beyaz ayrımı yok bu ülkede rahat edebilirsiniz. Hadi ya ırkçılık yapmıyosun öyle mi? Bunu demeyin bana allah aşkına. Nedir bu nefret yok kürtlere yok ermenilere yok rumlara. Türkün türkten başka dostu yok değil mi? Böyle yetiştirmeye devam edin çocuklarınızı nefret tohumlarını yeşertin ondan sonra neden savaş oluyor neden barış içinde yaşayamıyoruz, dünya hepimize yetmiyor mu? Yetmiyor efendim yetirmiyorsunuz işte. Şu ülkücüler yüzünden halkın tedirgin olduğu zamanları ne çabuk unuttunuz.
  7. Bence kimi kendine bir etiket bulma çabası içerisinde olduğundan, kimi korkudan, kimi başka alternatif olmayışından..
  8. Bireyin kurtuluşunu bir başkasının değil, ancak kendisinin gerçekleştirebileceğine inanırım. Bu yolda Atatürk kurtarıcı değil, en fazla araç ya da uyarıcı olabilir. Tabular herhangi bir mantıksal-rasyonel temele yaslanma zorunluluğu olmayan ve başlıca yöntemi "korku-baskı-uzak tutma" olan doğmatik değerler bütünüdür. Sigmund Frued'a ait Totem ve Tabu adlı güzel çalışmayı okursanız ve elimizdeki yeni tanrımız olan googledan bir arama yaparsanız "tabu" hakkında enfes makaleler bulabilir; dahası tabu ve totemist inanç kültlerinin somut mantığa-akla-bilime dayanması gerekmediğini bir nebze olsun anlarsınız.
  9. Maneviyat bireyin şahsi varoluşsal sorunlarına karşı geliştirdiği cevaplardır ve herhangi bir bireyin maneviyatı diğer bireyler üzerine tahakküm edici bir biçimde dayatılamaz; aksi takdirde onun adı maneviyat değil, tabu olur. "Yüce, ulu" gibi hiçbir sıfata iyi gözle bakmam; zira bu sıfatlar bahşettiğiniz nesne yada özneyi fetişleştiren, onu dokunulmaz ve eleştirilmez bir tabu haline getiren sıfatlardır. Atatürk'ün İzmir İktisat Kongresi'nde himayesi altına girdiği emperyalist-kapitalist tahakküm sistemine uymak mı zorundayım? Sistem tarafından bize empoze edilmeye çalışılan ve sonuna kadar devletçi vurgularla dolu Atatürk'ün sözlerini mi kabul etmek, onları ayet gibi tekrarlamak mı zorundayım? Yoksa Atatürk'ün sınıfsal tahakkümle sınırlı kalmayan ve imtiyazlı sınıfın çıkarlarına yönelik olarak yaptığı diğer politikaları kutsamak mı zorundayım? Ben vurgular içeren Türk Tarih Tezi'ni, Güneş Dil Teorisi'ni ve buna benzer diğer ögelere "Türk ırkının bilimsel üstünlüğü" olarak lanse edilen zihniyetin kölesi olmak zorunda mıyım?
  10. Darwin amcanın türk düşmanı olması neyi değiştirir? Neden herşeyde milli bir bunalım yaratıyoruz? Buna bilim düşmanlığı demek daha doğru olur sanırım.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.